12 Şubat 2009 Perşembe

EĞİTİM SİSTEMİMİZ - 2 -



Burhan BURSALIOĞLU


Eğitim ve Öğretim sistemimizde değişen, sadece bilgi aktarımı, ödev şekli,araştırma, kitap, kaynak edinme değildir. Birçok alanda, araştırmadan, denenmeden yürürlüğe konmuştur. Ders kitapları, yardımcı kitaplar, araç ve gereçler, müfredat programları, disiplin yönetmeliği, sınıf geçme, not değerlendirmesi, mezuniyet not ortalaması, ağırlık puanları, öğretmen yetiştirme ve isthdam, okul binaları yapma ve yaptırma yönetmelikleri, zaman, zaman ve sık, sık değiştirilmektedir. Yeri geldikçe kısa, kısa bu konulara değinmeye çalışacağım.
Dünya’da, gelişen teknolojinin hızına ayak uydurmak Milli Eğitimin görevidir. Ama , bunu yaparken, yaşadığımız ortamın, içinde bulunduğumuz toplumun imkan ve durumunu göz önünde bulundurmak mecburiyetindeyiz. Kaş yapayım derken, göz çıkarılmamalıdır.
Artan nüfusumuzun gereği, artan öğrenci sayısı ve bu oranda yapılan mezunlar karşısında, iş sahalarının da artırılması gerekmektedir. Bu yapılmamaktadır. Kitleler halinde, liselerden, üniversitelerden mezun vermek , işin kolay tarafıdır. Halbuki, mezun olan bu insanlara iş sahası açmak, onları yerleştirmek Devletin başlıca görevidir. Ama durum bunun tam tersidir. Her yer , diplomalı işsiz insanla kaynamaktadır. Kamu kuruluşlarının en alt birimlerinde görev almak isteyen on binlerce üniversiteli genç, dilekçe vermekte, bunların çok az kısmı ve çok şanslı olanlar iş bulabilmektedirler. Eğitim fakültelerinden mezun öğretmenler kura ile atanabilmektedir. Bu okullardan mezun olanlar öğretmendir. Öğretmen atanmayacaksa neden eğitilirler, anlamak zor. Bizim zamanımızda, son sınıfa gelince,okuldan kovulmadığı sürece, bir okula öğretmen olarak atanacağını bilirdik. Mezun olunca da, elimize bir form verilir , atanmak istediğimiz 3 il adı istenirdi. Birde bugüne bakın. Mezun oluyor, kurada çıkmazsan işsizsin. İş sahası, çalışacak iş yok, ama pıtırak gibi açılan üniversiteler ve mezunlar var.
İlköğretim okullarında , artan nüfusu karşılayacak okul binası yapılamamaktadır. Onarılması gereken binalar onarılmamaktadır. Yeni dershane sayıları yetmemekte, mevcudu karşılayamamaktadır. Bu nedenle sınıflar kalabalıklaşmakta, verim düşmekte, disiplin olayları artmakta, kontrol ve denetim aksamaktadır. Bundan dolayıdır ki, veli tedirgin olmakta, okul okul dolaşmakta, öğretmen seçimi yapmakta, tüm imkanlarını kullanarak, inandığı bir okula veya yine inandığı bir özel okula çocuğunu vermektedir. Durumları buna pek elverişli olmayanlar, birçok ihtiyaçtan vazgeçerek, çocuğuna iyi bir eğitim verdirmeye çalışmaktadır.
Her okula giren öğrenci, mezun olacağını bilmektedir. Çünkü sınıfta kalmak, geçmekten zor. Peki mezun olunca bir üst eğitim kurumuna girme şansı ne kadar? Önce bilgi, şans ve dersane. Bu üçünü bir arada kullanan bir üst kuruma devam şansını yakalar. Geri kalan işsizler ordusuna katılacaktır. Belki de kanunsuz işlere karışacak, çevresine, ailesine ve kendisine zarar verecektir. Mezun olup, iş sahibi olamayanların da sonu farklı olmaz.
Bunların önüne geçmek, fırsat vermemek Devletin görevidir. Eğitim ve öğretim, talepleri karşılayacak şekilde yapılmalıdır. Diplomalı işsiz ordusu yetiştirmek, bu memlekete bir şey kazandırmaz. Bu yanlıştır. Eğitimimize yeniden bir çekidüzen verilmelidir.
Ülkemiz bir tarım ülkesidir. Ama tarım ürünlerimizi dışardan ithal ediyoruz. Hayvan besliyoruz, eti dışardan alıyoruz. Marketlerin rafları ithal süt ürünleriyle dolu. Sanayi diyoruz, mevcut fabrikalar, dış sermayeli. Yanlışlık yine eğitimde. Meslek okullarını çoğaltmalıyız. Bilgisayar, elektrik, motor, tesfiye gibi branşlar yetmiyor. Tarım ve hayvancılık ağırlıklı meslek okulları açmalıyız. Tarım, hayvancılık, arıcılık, marangozculuk, demircilik, bakırcılık, madencilik, sebzecilik, tekstil, terzilik sağlık gibi branşları kapsayan okullardan mezun olanlar, işsizler ordusunu azaltacaktır.
SONUÇ: Memleketimizin toplumsal ve sosyo ekonomik yapısı göz önünde tutularak, eğitime yön vermek görev bilincinde olanlar, parti ve şahıs çıkarlarını ikinci planda tutmalıdırlar.
NOT: Yukardaki resim, yıllar önce yanan, Ortaköy'deki okulun bugünkü halidir.

9 Şubat 2009 Pazartesi

EĞİTİM SİSTEMİMİZ - 1 -



Burhan BURSALIOĞLU


15 günlük yarıyıl tatili biterek, bugün eğitim ve öğretimin ikinci yarı yılı başlıyor. 15 günlük istirahat, göz açıp kapatana kadar gelip geçti. Öğrenciler bu fırsatı nasıl değerlendirdiler bilemem. Yıl sonunda belli olacaktır. Gerçi bu eğitim sistemiyle,yıl sonunun kötü olacağını zannetmiyorum. Çünkü sınıfta kalmak çok zor. İstese de öğrenci aynı sınıfı iki yıl okuyamaz. Derslerden bir buçuk aldın mı, iş bitti demektir. Gelsin bir üst sınıf.
Okulların açılması, yanında bazı sıkıntıları da getiriyor. Sabahları erken kalkmalar, servis beklemeler, çocuğun, sağlıklı gidip gelme, okulda olay çıkma stresi, kitap, defter, kalem, araç, gereç,okuldan istenen ihtiyaçların tedariki, veli toplantıları, bayram hazırlıkları, diploma töreni gösteri hazırlıkları, kıyafet sorunları, yıl sonu başarı bekleme stresi ve yoğun trafik sorunları.
Eğitim ve öğretim yönetmeliklerimiz, programlarımız her ME Bakanının kafasındaki düşüncelere göre değişmektedir. Bu da 14 milyon öğrenciye, 600 bin öğretmene ve milyonlarca veliye zarar vermektedir. Yapılan yenilikler kalıcı olmamaktadır. Değişen sistemlerin oturması için yıllara ihtiyaç vardır. Sık değişince, bocalama devresi de uzun sürmektedir. Öyle görülüyor ki, şimdiki sistemi de rafa kaldıracaklar. Bursa’da devam eden yeni bir sistem, okullarda denenmektedir. Uygun görülürse yakında bu sistem kargaşası ,da yaşanacaktır. Ülkemizde uzun deneyimler, kurullar ve şura tartişmaları sonunda kabul edilip uygulanmaya başlayan 68 programının hiçbir etkisiz tarafı yokken yürürlükten kaldırıldı. O sistemde, eğitim-öğretim, tüm sınıfın faal olduğu bir ortam yaratıyordu. Gruplar vardı. Seviyeli gruplar oluşturuluyor, herkese, kapasitesine, yeteneğine, başarısına göre konular veriliyor, okul haricinde, özellikle, canlı ve etkin kaynaklardan takviye edici bilgiler alınarak konu hazırlanırdı.. Öğrencilerde bir hareket, heyecan , kendine güven ve gurur vardı.
O sistem kaldırıldı, öğrenciye, tembelliği getiren, pısırıklığı aşılayan, duygusuz, kişiliksiz sistemler silsilesi getirildi.. Bugünkü sistemde, öğrenciden çok veli çalışmakta, veli maddi imkansızlıkla mücadele etmektedir. Bilgisayar eşliğinde ödev yapma ve çalışma... Özel olsun, Devletin olsun, okullarında verilen tüm ödevlerin kaynağı olarak bilgisayarlar gösterilmektedir. 14 milyon öğrencinin evlerinde bilgisayar mı var ki, kaynak olarak gösteriliyor. Ayrıca, bilgisayarın imkanlarından faydalanarak, yetenekleri doğrultusunda, projeler, resim ve şekillerin oluşturulması istenmektedir. Buna benzer birçok olumsuz, zararlı çalışmalar...
Tabii, sistemler değiştikçe, ders ve yardımcı ders kitapları da değişmektedir. Alel acele yazılan kitaplarda ki yanlışlıklar, imla hataları dört yıldır devam etmektedir. Sanki, Talim Terbiye Kurulu bunları kontrol etmiyor, onların “olur” larıyla baskıya verilmiyor, tavsiye edilmiyor…Yanlışlıkların yanında, seviyeye uygun olmayan bilgiler, problemler de ayrı bir konu. “milli “lik ilkesi kalktı.
Okullarımızla ilgili ileride düşüncelerimi açıklayacağım yazılarım çıkacaktır. Şimdilik bu konuya nihayet verirken, İlköğretim 3. sınıf Matematik,öğrenci çalışma kitabından örnek bir problemi! bilgilerinize sunacağım. Böyle bir sorunun 3. sınıf öğrencisine nasıl sorulur düşünün ve bizzat siz de, problemi çözmeye çalışın.
Levent ve Bülent, oğullarıyla balık tutmaya gittiler. Levent, oğlunun tuttuğu balığın iki katı kadar balık tuttu. Bülent’te, oğlunun tuttuğu balığın iki katı kadar balık tuttu.
Toplam 21 balık tutulmuştur. Levent’in oğlunun adı Mert’ti, Bülent’in oğlunun adı nedir.?”
Buyurun Matematik sorusuna.
Tüm Öğretmen ve öğrencilerimize, başarılar diliyorum.

7 Şubat 2009 Cumartesi

SEVİL ERSOY NİŞANLANDI


MUTLU BİR GECE


Bu gece, , Boyacıköy, Polis Moral Eğitim tesislerinde, Emirgan İlkokulu eski öğretmenlerinden Hanife Eroy'un kızı, aynı okul öğrencilerinden Sevil Ersoy nişanlandı.

Emirgan İlkokulu emekli öğretmenlerinden Hanife Ersoy'un kızı, çalıştığı dersanede tanıştığı, kendisi gibi öğretmen olan Taner'le , evliliğin ilk aşaması olan nişan töreniyle, yüzüklerini taktılar.

Tören yemekli ve müzikli olup, o zamanın okul eğitim kadrosu,eksiksiz olarak katıldılar. Çok neşeli geçen törene, ablası Serap Ersoy Aydın' da Londradan eşiyle birlikte gelerek, iştirak ettiler.

Genç çiftlere, ömür boyu sağlıklı mutluluk diliyorum.

4 Şubat 2009 Çarşamba

TABU GEREKLİDİR

Kerem AKCASU

TABU GEREKLIDIR. EN IYI TABU SEVGI - SAYGIDIR… Ben insan hayatinda tabularin olmasi gerektigine inananlardanim. Insani bazi seylerden alikoyan, ve/veya insani hayata baglayan bazi guclerin olmasi gerekir. Din, gelenek, gorenek, milliyet, vatan, varlik… Saymakla bitmez. Toplumdan topluma, insandan insana degisir. Ama hepsinin ortak bir yani vardir. Dozlarini iyi ayarlamak gerekir. Fazla baglanmak tum insanligin felaketlere, gerilige surukler. En kotuleri de mal varligidir. Mal varligina tapinmaya baslarsaniz, baska hicbir seyi gozunuz gormez. Tabularin arasinda bu kaideyi bozan iki tanesi vardir. Aslinda iki tane degillerdir. Cogu zaman kol kola gezerler. Sevgi ve saygi ikilisi. Fazlaliklarinin hic bir zarari olmaz. Hele sayginin nedeni korku degil, sevgiyse, degme gitsin. Hatta evrenin basina ne geldiyse bu ikisinin azalmaya baslamis olmasindan kaynaklanir. Veya sayginin sevgiye veya sevgiye saygiya bagli degil, ikisinin de cesitli korku ve endiselere dayanmasindan yani sahte olmasından kaynaklanir.Insani seven, insani sayan insana zarar vermekten korkar. Insanin aci cekmesini istemez. Paylasir. Derdine, sevincine ortak olur. Daha fazlasi icin diger insanlari kullanmaz, ezmez, oldurmez…Dogayi seven, dogayi sayan dogaya zarar vermekten korkar. Agac kesmez. Gereksiz yere su akitmaz. Elektrigi bosa yakmaz. Hayvanlari besleyerek kendine alistirmaz. Sokak kedisi bile olsa…Tabii bir de insanin kendine olan saygisi vardir. Ve aslinda kendini sevip, saymak yukaridakilerin bir cogunuda beraber getirir. Ve… Bunlarin tumunu icinde barindiran bir saygi – sevgi vardir ki… Onu da anlayan anlar. O saygiyi, sevgiyi icinde hissetmek yukaridakilerin hepsini icinde barindirdigi gibi, hepsini de gerektirir, beraberinde getirir. Ama ikinci paragrafta yazdigim gibi. O' u sevdigin icin sayacaksin, saygi duydugun icin seveceksin. Korktugun icin sevecek veya sayacaksan o zaman O, senin kabusun olur. Hayatinin guzelligi anlami degil…

2 Şubat 2009 Pazartesi

TÜM PROBLEMLERİN ÇÖZÜMÜ

Kerem AKCASU


Tüm dünyanın ve evrenin kendine göre problemleri var. Buna paralel olarak dünya üzerinde yaşayan tüm insanlarında genel ve kendilerine yönelik problemleri var. Bunların başında çevre kirliliği geliyor, dünya ve evrenin problemi olduğu için. Arkasından insanların geçim derdi, iş ilişkileri, insan ilişkileri gibi problemleri var. Bunların neredeyse tümünün çözümü bence çok kolay ve tek bir şey. Bu çözümü açıklamadan önce neden bu hallere geldik onu kendimce anlatmak istiyorum.Dünyayı bu denli yaşanmaz hale getirmemizin altında tek bir sebep yatıyor. Kişisel ihtiraslar ve çıkarlar. Paylaşım unutulup, ticaret denilen şey ortaya çıktığı günden itibaren dertler artarak çoğalmaya başladı. İnsanlar her şeyden önce şahsi menfaat ve karlarını düşünmeye başladılar. "Nasıl daha fazla?" düşüncesine bağlı olarak bencillik başladı, üç kâğıt, dolandırıcılık, başladı. İlla ki görev dağilimi, sorumluluk dağılımı başladı. Ve bu menfaat ve kar düşüncesi nedeniyle en ufak bir topluluğu bile "indirgenemez karmaşık" haline getirdik. Ve en küçük toplum bile bu menfaat çekişmesi yüzünden gittikçe büyür, ve büyüdükçe de içinden çıkılmaz problemler yumağı haline gelir oldu. Örnek olarak bir şirketi ele alın. Çaycı gelmediği zaman ortalık birbirine girer. Neden? Çünkü çayın yerini bilen yoktur. Bilen bir kişi bir kez çay demlediği zaman, çaycının yokluğunda çayı demlemek onun görevi olur. Sonra kazara biri çay almaya gittiğinde başka çay isteyen olup olmadığı sorduğunda, bu çay dağıtımı yine onun görevi haline geliverir. Herkes her şeyi yapsın demiyorum. Bir sistemde herkesin yetki ve sorumluluklarını bilmesi lazım. Ama sistemden bir unsur bir aksaklık yaptığı zaman sistemin de çökmemesi lazım. Evin hanimi hastalandığı zaman ev yaşanmaz bir hale geliyorsa, o evlilikte bir sakat var demektir. Benim önereceğim çözüm ise teoride basit ama uygulaması zor olan bir şey: Doğduğu günden itibaren her ferdi sadece kendisinden, ailesinden, işinden değil, TUM EVRENDEN SORUMLU olduğu bilen bireyler olarak yetiştirmek. Herkes TUM EVRENDEN SORUMLU olduğu bilerek yaşamalı. Mesela ben aslında geç kaldığım bir uygulamaya başladım son kuraklık senaryolarından sonra. Evde çay demledim. Artanı bir bidona döküyorum. Eşim bir tasta salata yıkadı. Kirlenen bu suyu aynı bidona boşaltıyorum. Yumurta haşladık. Kalan suyu acele bu bidona. Bidon dolunca aşağı indirip yol kenarındaki ağaçları suluyorum. Elimi, yüzümü yıkarken musluğun altına bir küçük bir leğen koyuyorum, biriken suyu klozete döküyorum. Yani sifonu 3 değil 2 kere çekiyorum. Simdi içinizden belki gülüyorsunuz "Sen tek başına yapıyorsun da ne oluyor?" diye. Güleceğinize siz de yapın… Zaten anlatmaya çalıştığım da bu !!!!!

31 Ocak 2009 Cumartesi

DOST VE DOSTLUK HAFTASI

Burhan BURSALIOĞLU

Kutlanan gün ve haftalar okadar çoğaldı ki, dileğim, yılın 365 günü, kutlanacak duruma gelmez.
Nedir dost? Hatırlayabildiğim kadarıyla, sözlükler: "Sevilen, güvenilen, iyi görüşülen, iyi ilişkileri olan kişi, yakın arkadaş, gönüldaş" olarak yazar.
Yaşadığımız ortamda, acaba bu tür dostluklar var mıdır? Çok nadir. Dost ve dostluklar yüzeysel olmuş, herkes menfaat peşinde. O eski dostluklara inanç kalmamış, unutulmuş veya hiç bilinmiyor. Dost ve dostluk duygularını harekete geçirmek, günler ve haftalar oluşturmak, kutlamalar yapmak bunun için değil midir?
İnanın o eski dostlukları arıyorum. Ama nerdeeee....
Nerde, uğruna ölünecek dostlar?
Nerde, yaşlanan gözü duygularıyla kurutan dostlar?
Nerde, hataları örtmek için çaba harcayan dostlar?
Nerde, huzur veren, varlığıyla güven veren, dostluğuyla gururlanan dostlar, nerde, nerde?
Kaplumbağa, dostuna gitmek için yola çıkmış, arkadaşı, nereye gittiğini sormuş. "_Dostuma gidiyorum" demiş. Arkadaşı:
"_Bu hızla gidemezsin, ölürsün." Diyince, arkadaşına:
_"Olsun, varmasam da, yolunda öldü derler " der.
Dost ve dostlukla ilgili, kültürümüzde, birçok Atasözlerimiz vardır.
Dost; başa, düşman ayağa bakar,
Dost; acı söyler.
Dost, beni ansın, bir koz ile, oda çürük çıksın.

Dost, karagünde belli olur.
Dost, dostun ayıbını yüzüne vurmaz.
Dostun attığı taş, baş yarmaz.
Dost, dostun, eğerlenmiş atıdır.
Dost için ölmeli, düşman için dirilmeli.
Yaşadığımız şu devirde, gerçek dost ve dostluklara ihtiyacımız vardır.
Dileğim, bu dost ve dostluk haftasında gerçek dostlar bulunur.
Haftanız kutlu olsun.

29 Ocak 2009 Perşembe

İLK AÇILIŞ

DEĞERLİ DOSTLAR

SEVGİLİ GENÇLER

Uzun müddetten beri aklımda olan, ama bir türlü cesaret edemediğim " site " oluşturma fikri, son günlerde, gönderdiğim maillerin, kapasiteyi aşmam nedeniyle kısıtlanması, düşüncelerimin gerçekleşmesine ve cesaretimin artmasına sebep oldu.

Bu işe girmeyi " Davulun sesi uzaktan hoş gelir "e benzetenler de olabilir. Hiçte öyle olmadığını, içine girince anladım. Hatta bir ara vazgeçer de oldum. Alan ve siteyi hazırlayan sayın Osman Gökmen'den sık sık bilgilenmemi yeterli görmeyerek "bu işi sen idare et " önerisinde de bulundum. Gerçekten bu iş çok zormuş. Ama bir defa işe başladık. Geriye dönüş yok.Bu nedenle, olabilecek aksak ve yanlışlıkları hoş göreceğinizi umuyorum.

Değerl Dostlar ve Gençler; herkesin kendine göre bir düşüncesi, fikri planı vardır. Ama onları derleyip başkalarına faydalı bir hale getirma imkanı bulamaz. Körelir, kaybolur gider. Blogumuz bu arkadaşlarımıza, bu konuda zemin teşkil edecektir. Basın ahlak yasa ve kurallarına sadık kalmak kaydıyla tüm düşünürlere blogumuz açıktır.

Eğitim, bilim, sanat, sağlık, gezi, anı, beslenme, güncellik gibi her türlü konularda yazılar yazar, yorumlar yapabilirsiniz

Ben de, zaman zaman çeşitli konularda, görüş ve haber türünden yazılarım olacaktır.

Umarım topluma faydalı oluruz.


Sitemizin adresi: www.burhansev.com

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...