27 Şubat 2009 Cuma






TEMİZLİK




Burhan BURSALIOĞLU
Kültürümüzde, hemen, hemen her konuda çok güzel Atasözleri vardır. Temizlik konusunda” “Herkes kendi kapısının önünü temizlese, her taraf temiz olurdu” şeklindeki söz ne kadar doğru bir söz. Bu güzel sözü hatırlayıp uygulayan var mı acaba? Hiç zannetmiyorum. “Bana ne” cilik, öteden beri gelmiş, gidiyor.
Biz Türk Milleti olarak, temizliği, sanal olarak seven bir topluluğuz. Ama uygulamaya gelince, neden yapmıyoruz? Anlamak güç. “Temizliğin imandan olduğunu bilen çok, ama uygulayan yok. Temizlik sadece vücut temizliği değildir. Vücut ne kadar temiz olursa olsun, çevren pisse, vücut temizliği boşunadır. Vücut pisliği kendine zarar verir, ama, çevre pisliği tüm topluma zarar verir. Unutmayalım ki, çevrenin temizliği, oradaki insanların görüntüsüdür.
Şöyle bir çevreye çıkalım. Önce, kapımızın açıldığı sokağa bakalım. Haftada 3 gün, sokaklardan belediye çöp kamyonları çöpleri toplar. O günü, akşamdan sonra, apartmanların balkon ve pencerelerinden, çöp dolu poşetler, önce etrafa bakıp, görenin olup olmadığını gözetledikten sonra sokağa fırlatılır. Gece, köpek ve kediler tarafından çöpler etrafa saçılır. Sabah araba gelene dek o çöpler sokakta kalır, kokar ve görüntüleri mide bulandırır. Saçtığı mikroplar cabası. Değer mi yani, arabaların geliş saatine doğru, birkaç merdiven basamağı inip çöpünü belirli yere koyma çok mu zor.? Gören var mı düşüncesiyle, etrafı kaçamak bakışlarla süzmek daha mı uygun? Sorun sadece bu kadar değil tabii. Parklarda, sahillerde, belediyelerin, dinlenme açlı koyduğu bankların etrafları da sokaklardan farklı değil. Yenen kabak çekirdeği, ayçiçeği çekirdeği, kabuklu, çekirdekli yiyecekler, etrafa saçılıyor, poşet, mendil, kağıt, içki şişeleri, meze artıkları da ayrı bir çirkin görüntü oluşturuyorlar. Bu çirkinliği oluşturan insanlar, çöplerini, yanlarındaki poşet ve kağıt torbalarına koyup, yakınlarındaki çöp kutularına koymak niye zor gelmektedir? Yerlere tükürmenin, yere izmarit atmanın bir müdafaası olabilir mi? Bu hareketlerin adına, görgüsüzlük mü demeli, eğitimsizlik mi demeli, adını sizler koyun.
Bunlar düzelir mi sorusu karşısında, tereddütsüz “Evet” diyebiliriz. Bugüne dek lakayt kalan, başta belediye görevlileri, zabıta,polis teşkilatı, sivil toplum kuruluşları, eğitim kurumları, kurslar açmalı, broşürler dağıtmalı, paneller, konferanslar tertiplemeli, ceza maddelerinin rakamları çoğaltılarak uygulanmasına titizlik gösterilmeli, gazeteler, ve ücretsiz dağıtılan belediye gazetelerine ilanlar ve yazılar verilmeli, özellikle halk, görülen yanlışlıklara tepkili olunmalıdır. Belediye, sokaklarda ve caddelerde, kapalı çöp kutularını, fazla meydanda olmamak şeklinde çoğaltmalılar. Okullardaki çevremiz ve temizlik konuları kapsamı genişletilip, uygulamalar yaptırılmalıdır. Görsel ve yazılı basın olayın önemi üzerinde uyarıcı yayınlar yapmalıdır. Cadde ve sokaklar bez afişlerle, halk sık sık uyarılmalıdır. “Temizlik imandandır” sözü lafta bırakılmamalıdır. Yabancı turistlere, utancımızın görüntüsü resimlerini çekme fırsatı vermiyelim.
Temizlik ve çevre temizliği konusunda, halkımızın, “eğitimsiz” yakıştırılması silinmelidir. Bu konuda, tüm sağduyulu insanlarımızı göreve davet ediyorum.




EFSANE GERİ DÖNDÜ G.S. TUR ATLADI 4 - 3

23 Şubat 2009 Pazartesi

EĞİTİM SİSTEMİMİZ - 5 -




OKULLARDA DİSİPLİN


Burhan BURSALIOĞLU



Eğitim sistemimiz 3 ü yazan arkadaşım Kerem Akçasu’ yun düşüncelerine aynen katıldığımı belirterek, konuyu biraz daha geniş açıdan irdelemek istiyorum.
Konu disiplin: Değişen yönetmeliklerin yanında, disiplin yönetmeliği de sık, sık değişmektedir. Buna mecbur olunuyor. Öyle disiplinsizlikler meydana geliyor ki, tedbir almak,vukuunda gerekli işlemleri yapmak ve cezayı belirlemek açısından , yönetmelikte ,ister istemez değiştirilmektedir.
Son yıl ve aylarda, okul ve eğitim kurumlarında meydana gelen disiplinsizlik olayları, hızla artmakta ve disiplinin bu kadar bozulduğu bir dönem yaşanmamıştır. Gün geçmiyor ki, silahlı gasp,bıçakla yaralama, öldürme,baskın, ırza tecavüz, öğretmen ve idareci dövme, uyuşturucu gibi olayları basın yazmasın.
Önce şiddet gündemde idi. Yaralama, okul basma idareci ve öğretmenlere saldırı, öğrencilere yol bağı yapmak, sınıflara bıçak, kesici alet ve silah sokmak, taşımak sık,sık duyduklarımız ve okuduklarımızın başında geliyor. Sonra uyuşturucu olayları başladı. İlköğretim okullarına kadar girip, kantinlerde el altından satılan uyuşturucu belası. Şimdi ise, taciz, tecavüz ve seks. Sınıflara kadar girebilen, şantaj tecavüz, 11-12 yaşlarındaki kız öğrencileri pazarlama olayları. Bu çocuklar, bu insanlar nerede yaşıyorlar? Bunlara bu cesareti verenler kimlerdir? Bunlarda sıkılma, utanma, arlanma, baba ,ana korkusu toplum ve yasa korkusu yok mudur? Demek ki yok. Olsa herhalde yapmazlar.
Gidiş iyi bir gidiş değildir. Bunun önüne geçmek lazımdır. Toplumca önlemler alınmalı. Disiplin yönetmelikleri yeterli olmuyorsa, başka, başka tedbirler düşünülmelidir. Başta velilerin bu konularda eğitilmesi lazım. Sık, sık okul öğretmen ve idarecileriyle, görüşmeli, sık, sık konferans, açık oturum, yapılmalı, , psikologlar, aile bireyleri, Emniyet teşkilatlarından yetkili görevliler, eğitimciler, doktorlar, sivil ve meslek örgütleri temsilcileri, öğrenci kuruluşları ve bakanlık temsilcilerinin katılacağı şuralar tertiplenmeli.
Olaylar sonucunda, gerek müfettişlerin, gerekse polis ve adli mercilerin tuttukları raporlar, neticeler, uygulamalar Bakanlığa , yetkili mercilere gönderilmeli, yönetmelikler bunların sonuçlarına göre hazırlanmalıdır.
Okul öğretmen ve idarecilerin de disiplin yönetmeliklerini, müfredat programlarını, öğretme, tanıtma ve uygulama görevlerinin dışında başka görevleri de vardır. Okullarının manevi değerleri hakkında, arkadaşlık sevgisi, birlik ve beraberlik, dayanışma, Türk Ulusunun manevi duyguları, anane, gelenek ve görenek konuları hakkında her fırsatta bilgiler verilmeli ve bunlar işlenmelidir. Öğretmen okulunda iken, liselilerle hiç geçinemezdik. Hafta sonlarında, liseliler tarafından, bir arkadaşımızın kıstırıldığını duyar duymaz, nerede olursak olalım onu kurtarmaya giderdik. Tabii liseliler de öyle yapardı. Burada önemli olan arkadaşın kurtarılması yanında, okulun şeref ve haysiyetini, onurunu korumak ve üstünlüğünü kabul etmek ve ettirmektir. Bugün bunlar yok. Bırakın korumayı, saymayı ve saydırmayı, bugün, okul arkadaşını başkalarına peşkeş çeken bir zihniyete hizmet eden insanlar var. Sevgi ve şevkattan yoksullar. Arkadaşlık ve dayanışma duyguları gelişmemiş. Bunlar çok az da olsalar mide bulundurmaktadırlar.
Sayın Kerem Akçasu’nun bahsettiği acayip kıyafet giyme gerçekten çok çirkin görünmektedirler. Şekilsiz, düzensiz kıyafetler onları gülünç duruma düşürmektedir. Bu tür giyiniş o kadar yaygın ki, “ acaba gözümden kaçan tarif var mı” diye yönetmeliklere tekrar, tekrar göz gezdirdim. Hayır bu tür giyiniş, çocukların kendi özentileri veya rahatlığı olsa gerek. Gençlik ne kadar sıkılgan olmuş, hayret ediyorum.
Yönetmeliklerde böyle bir giyiniş yoksa, öğretmen ve idareciler, teftişe gelen müfettişler, kaymakamlar, Valiler durumu görmüyorlar mı? İkaz etmiyorlar mı? Anlamakta güçlük çekiyorum.
Okul idaresi, renk ve kıyafetleri, yönetmeliğin ifade ettiği biçimde kendi seçer. Amlemini, rozetini flamasını kendi oluşturur.. Bunlara bir diyeceğim yok. Ancak, bir eğitimci olarak şunu ifade edeyim ki, Özellikle, ilköğretim okullarında, Türkiye çapında, öğrenci kıyafeti tek tip, tek model ve tek renk olmalıdır. Önerim, eskiden olduğu gibi, beyaz yaka, siyah önlük. Orta öğretim okullarında her okul kendi kıyafetini belirlemeli ama, onu öğrencilere adam gibi giydirtmelidirler
Açıkçası, okullarda bir kaostur gidiyor. Çözümleri de çok kolaydır ama, bu işe soyunacakların, önce inanmaları gerektir.. Sınıf veli toplantılarında, öğretme tarafından veli kovuluyorsa, okul müdürü velilerle görüşme yapmaktan kaçıyorsa, öğrenciler, tahta başında tek ayakta durduruluyorsa, tek parmakla duvara yaslandırılıyorsa, ödevler kontrol edilmiyor, çocuklar başı boş bırakılıyorsa, velilerce çocuklar takip edilmiyor, onlarla ilgilenilmiyorsa, yardımcı olunmuyorsa, dışarıdaki vatandaş gördüğü yanlışlıklara, “bana ne” gözüyle bakıyorsa,müfettişler, ve üst teftiş amirleri çirkinliklere es geçiyorlar sa bu işler düzelmez..

18 Şubat 2009 Çarşamba

EĞİTİM SİSTEMİMİZ - 4 -





S İ M İ T P A R A S I



"Yorumcum" dan alıntı"



Günün son dersinin sonuna gelinmişti. Öğrenciler çıkmak içinsabırsızlanıyordu. Defter ve kitaplarını çantalarına koydular. Zilçalar çalmaz, dışarı çıkmak için hazırdılar. Yalnız, Alihazırlanmamıştı. Gecikmek için de elinden geleni yapıyordu. Nihayetzil çaldı. Öğrenciler bir anda kapıya yöneldi. Ali, yerinden kalkmadı.Ağır ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla öğretmenine bakıyor,bir yandan da arkadaşlarının gitmesini bekliyordu.Öğretmeni, onun bu halini fark etti:- Hayrola Ali, dedi. Eve gitmeyecek misin?Ali, son arkadaşının da çıktığını görünce cevap verdi:- Sizinle konuşmak istiyordum öğretmenim.- Peki, dedi öğretmeni. Ne söyleyeceksin bakalım?- Ahmet arkadaşımız var ya...- Evet, ne olmuş Ahmet'e?- Durumları pek iyi değil galiba. Annesi, beslenme çantasına pekiyişeyler koymuyor.- Eee?- Ona yardim etmek istiyorum. Ama benim yardim ettiğimi bilirseüzülür. Günde bir simit parası biriktirip her hafta size versem, sizde ona verseniz? Cebinden bir avuç bozuk para çıkarıp öğretmenin masasının üzerinekoydu. Nurhan Öğretmen, paraya dokunmadı. Sandalyesine oturup düşündü.Ali hakkındaki bilgilerini yokladı. Bildiği kadarıyla ailesinin durumupekiyi değildi. Bu çalışkan ve sevimli öğrencisi, ne kadar da iyiniyetli ve düşünceliydi. Zengin bir ailenin çocuğu değildi. Bunarağmen yardim etmek istiyordu. Üstelik yardım ettiğinin bilinmesiniistemiyordu.Nurhan Öğretmen:- Dur bakalım Ali, dedi. Bildiğim kadarıyla sizin de maddî durumunuzpekiyi değil. Yanlış mı biliyorum?- Doğru biliyorsunuz öğretmenim. Babam gündelikçi. Çoğu zaman işbulamıyor. Ama ben de çalışıyor, para kazanıyorum.- Nerede çalışıyorsun?- Simit satıyorum.Nurhan Öğretmen yine durup düşündü. İyiliğin bu kadarına ne demeliydişimdi? Bunun gerçekleşmesi zordu. Onu, bundan vazgeçirmek için birçare bulmalıydı. Bunu yaparken, sevimli öğrencisini de kırmamalıydı.Onunla biraz daha konuşursa, belki bir yolunu bulurdu.Nurhan Öğretmen, Ali'ye dondu:- Büyüyünce ne olmak istiyorsun, diye sordu.- Çok zengin bir işadamı...- Niçin?- İnsanlara daha çok yardım etmek için... - Güzel, dedi Nurhan Öğretmen. Bak simdi Ali, Ahmet'in ailesinindurumu pekiyi değil, bu doğru. Ama sizinki de bundan pek farklı değil.İstersen acele etme. Çok zengin olduğun zaman insanlara yardimedersin. Olmaz mı?- Olmaz, dedi Ali. Şimdi yapmalıyım.- Neden olmaz?- Üç sebepten dolayı olmaz. Birincisi: Bu para zaten benim değil. İyilik ettiğim için Allah, beniinsanlara sevimli gösteriyor. İnsanlar da bundan etkileniyor, daha çoksimit alıyorlar. Bu sayede gün boyu çalışanlardan bile fazla simitsatıyorum. Hele mahallede Hasan Amca var, her gün iki simit alıpgüvercinlere veriyor.İkincisi: 'Ağaç yas iken eğilir.' deniliyor. Şimdiden iyilik yapmayıöğrenmezsem büyüdüğümde hiç yapamam. Şimdiden iyilik yapmayıp bunuzenginlik günlerime ertelersem, zengin olduğum günlerde de daha zenginolduğum günlere erteler kendimi kandırmış olurum. Üçüncüsü ise daha önemli: Büyüdüğüm zaman çok zengin bir işadamı olmakistiyorum. Zamanında yatırım yapmayanlar büyük işadamı olamazlar.Nurhan Öğretmen, karsısında büyük biri varmış gibi dinliyordu:- Bu sonuncusunu pekiyi anlayamadım, dedi.- Açıklayayım öğretmenim, dedi Ali. Şimdi, çok zengin olmadığım için,ancak günde bir simit parası kadar yardım edebiliyorum. Bundanfazlasını veremem. Allah, Cennet'i gücü kadar iyilik edene veriyor.Şimdi gücüm bu olduğuna göre, Cennet'in fiyatı birkaç simit parasıkadardır. Eğer zengin olmadan ölürsem birkaç simit parasıyla Cennet'egirebilirim. Bundan daha karlı bir yatırım olur mu? Nurhan Öğretmen'in gözleri dolmuştu. Başını 'Evet' anlamında sallarkenAli'yi evine yolladı.Sınıfa geri dönerken okulun boşaldığını fark etti. Eşyalarını toplamakiçin masasına döndüğünde Ali'nin bıraktığı paraların masa üstündekaldığını fark etti. Sandalyesine gayri ihtiyari oturdu ve paralarıeline aldı.Hiçbir para ona bu kadar kıymetli gelmemişti. Sanki elinde dünyanın enkıymetli incilerini, yakutlarını, elmaslarını tutuyordu. Hatta buparalar onlardan bile kıymetliydi. Bu paralar, bu bozuk SIMITparaları, Cenneti satın alabilecek paralardı. Sanki hiç bırakmakistemeyen bir duygu ile sımsıkı kavradı bu bozuk simit paralarını. Oturduğu yerden kalkamadı Nurhan Öğretmen. İçinin dolduğunu, Tarifedilemeyen duygulara boğulduğunu hissetti. Birden boşalan sağanakyağmurlar gibi ağlamaya başladı. Ağladı... Ağladı... Ağladı.Kendine geldiğinde aksam olmuştu. Yavaş adımlarla sınıftan çıkıpokuldan ayrılırken bekçi Sadık 'Bozuk Simit paraları ile cennetisatın almak, Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak' diyeNurhan öğretmenin sayıkladığını duydu. Bekçinin hayretler içinde, 'Nedediniz hocam?' demesini bile duymayan Nurhan öğretmen, bekçininşaşkın bakışları altında akşamın alaca karanlığına karışıvermişti Hikayeyi beğenmişseniz ve Ali'den utanmışsanız, maddi durumunuz iyideğilse bile, iki tane ekmek alıp bölgenizdeki bir fakirin kapısınabırakın.Bir okul önünde biraz bekleyip yırtık ayakkabısı olan bir çocuğa ayakkabı alın.Maddi ihtiyacı olan bir akrabanıza yardım edin.Yeter ki boş durmayın!" Ekmeği paylaşmak ekmekten daha lezzetlidir ."

16 Şubat 2009 Pazartesi

EĞİTİM SİSTEMİMİZ - 3 -








Kerem AKÇASU




Özellikle son yıllarda eğitim sistemimizin ne kadar bozuk veya bozulmakta olduğuna dair tartışmaların ardı arkası kesilmiyor. Eğitimci gözüyle Burhan Enişte’ nin yazdığı her şeye katılıyor, eğitim sistemindeki gerilemeyi kabul ediyorum. Ama bunun altındaki asil gerçeğin aile sistemimizin daha doğrusu ailelerin eğitime bakışının bozulmakta olması olduğuna inanıyorum.Örnek vereyim. Ben 1970 doğumluyum. İlkokul birden, lise sona kadar özel okulda okudum. Okula giderken forma giyerdik ve bu forma adam gibi giyilmek zorundaydı. Ve bu adam gibi giyilme kuralı evde başlardı. Örneğin forma altına lastik ayakkabı giyilmemesi okula girmenin değil evden çıkabilmenin şartlarından biriydi. Kravat adam gibi takılacak, gömlek adam gibi giyilecek, ceket mutlaka giyilecek, papaz gibi gezilmeyecek, sac ve sakal traşı olunacak. Bunlar okula gitmek için öncelikle evde koyulmuş kurallardı. Sonra öğrenmek. Aileler çocuğun sınıfı geçmesiyle değil, öğrenmesi ile ilgiliydi. Tahminen bugünkü ödev verilmeme, öğretmenin veli izni olmadan sınıfta bırakılamaması gibi olaylar bizim dönemde yaşansaydı herhalde önce aileler itiraz ederdi. Okul velinin arkasında olduğunu bildiğinden midir veya aileleri takmadığından midir nedir, öğrencileri istedikleri gibi yoğururlardı. Öğretmenin vurduğu yerde gül biterdi. Ve forma ile ilgili öğretmenlerin çok güzel bir sözü vardı. "Kendinize yoksa bile okulu temsil ettiği için bu formaya saygı göstermek zorundasınız. Ya adam gibi giyeceksiniz ya da giymeyeceksiniz"Ya şimdiki durum? Sabahları evden çıkarken okula giden orta öğretim öğrencilerine bakıyorum. Ceket omuzda, kravat göbeğe kadar açık, gömlek düğmesinin üstten en az iki tanesi açık, gömleğin bir ucu mutlaka pantolondan aşağı sarkıyor, mevsim kış ise pantolon paçaları botların için tıkılmış vaziyette. Yani erkek öğrenciler serseri havasına bürünmek, kız çocuklar ise okul yerine podyuma gidiyor gibi görünmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ve buna her şeyden önce aileler tarafından çocukların özgürlüğü adı altında izin veriliyor. Ayrıca özellikle özel okullara bir bakıyorsunuz veliler ali kıran bas kesen ortada geziyorlar. Özel üniversitelerin bir çoğunda bile veli üniversiteye gidip öğretim görevlisine “Ben buraya bu kadar para ödüyorum, sen benim çocuğuma nasıl kötü not verirsin” gibilerden sözler söyleyebiliyor ve okulların da amaçları eğitim öğretim değil, para kazanmak olduğu için bunlara göz yumuyor.Özetle benim görüşüm, ülkemizdeki eğitimin belli bir seviyenin üzerine TEKRAR çıkması için, öncelikle aile ile başlayan öğretim seviyesinin değişmesi lazım. Aileler için önemli olanın TEKRAR çocuğunun iyi not alması, çok para kazanması değil, öncelikle adam olması haline gelmesi gerekir.

12 Şubat 2009 Perşembe

EĞİTİM SİSTEMİMİZ - 2 -



Burhan BURSALIOĞLU


Eğitim ve Öğretim sistemimizde değişen, sadece bilgi aktarımı, ödev şekli,araştırma, kitap, kaynak edinme değildir. Birçok alanda, araştırmadan, denenmeden yürürlüğe konmuştur. Ders kitapları, yardımcı kitaplar, araç ve gereçler, müfredat programları, disiplin yönetmeliği, sınıf geçme, not değerlendirmesi, mezuniyet not ortalaması, ağırlık puanları, öğretmen yetiştirme ve isthdam, okul binaları yapma ve yaptırma yönetmelikleri, zaman, zaman ve sık, sık değiştirilmektedir. Yeri geldikçe kısa, kısa bu konulara değinmeye çalışacağım.
Dünya’da, gelişen teknolojinin hızına ayak uydurmak Milli Eğitimin görevidir. Ama , bunu yaparken, yaşadığımız ortamın, içinde bulunduğumuz toplumun imkan ve durumunu göz önünde bulundurmak mecburiyetindeyiz. Kaş yapayım derken, göz çıkarılmamalıdır.
Artan nüfusumuzun gereği, artan öğrenci sayısı ve bu oranda yapılan mezunlar karşısında, iş sahalarının da artırılması gerekmektedir. Bu yapılmamaktadır. Kitleler halinde, liselerden, üniversitelerden mezun vermek , işin kolay tarafıdır. Halbuki, mezun olan bu insanlara iş sahası açmak, onları yerleştirmek Devletin başlıca görevidir. Ama durum bunun tam tersidir. Her yer , diplomalı işsiz insanla kaynamaktadır. Kamu kuruluşlarının en alt birimlerinde görev almak isteyen on binlerce üniversiteli genç, dilekçe vermekte, bunların çok az kısmı ve çok şanslı olanlar iş bulabilmektedirler. Eğitim fakültelerinden mezun öğretmenler kura ile atanabilmektedir. Bu okullardan mezun olanlar öğretmendir. Öğretmen atanmayacaksa neden eğitilirler, anlamak zor. Bizim zamanımızda, son sınıfa gelince,okuldan kovulmadığı sürece, bir okula öğretmen olarak atanacağını bilirdik. Mezun olunca da, elimize bir form verilir , atanmak istediğimiz 3 il adı istenirdi. Birde bugüne bakın. Mezun oluyor, kurada çıkmazsan işsizsin. İş sahası, çalışacak iş yok, ama pıtırak gibi açılan üniversiteler ve mezunlar var.
İlköğretim okullarında , artan nüfusu karşılayacak okul binası yapılamamaktadır. Onarılması gereken binalar onarılmamaktadır. Yeni dershane sayıları yetmemekte, mevcudu karşılayamamaktadır. Bu nedenle sınıflar kalabalıklaşmakta, verim düşmekte, disiplin olayları artmakta, kontrol ve denetim aksamaktadır. Bundan dolayıdır ki, veli tedirgin olmakta, okul okul dolaşmakta, öğretmen seçimi yapmakta, tüm imkanlarını kullanarak, inandığı bir okula veya yine inandığı bir özel okula çocuğunu vermektedir. Durumları buna pek elverişli olmayanlar, birçok ihtiyaçtan vazgeçerek, çocuğuna iyi bir eğitim verdirmeye çalışmaktadır.
Her okula giren öğrenci, mezun olacağını bilmektedir. Çünkü sınıfta kalmak, geçmekten zor. Peki mezun olunca bir üst eğitim kurumuna girme şansı ne kadar? Önce bilgi, şans ve dersane. Bu üçünü bir arada kullanan bir üst kuruma devam şansını yakalar. Geri kalan işsizler ordusuna katılacaktır. Belki de kanunsuz işlere karışacak, çevresine, ailesine ve kendisine zarar verecektir. Mezun olup, iş sahibi olamayanların da sonu farklı olmaz.
Bunların önüne geçmek, fırsat vermemek Devletin görevidir. Eğitim ve öğretim, talepleri karşılayacak şekilde yapılmalıdır. Diplomalı işsiz ordusu yetiştirmek, bu memlekete bir şey kazandırmaz. Bu yanlıştır. Eğitimimize yeniden bir çekidüzen verilmelidir.
Ülkemiz bir tarım ülkesidir. Ama tarım ürünlerimizi dışardan ithal ediyoruz. Hayvan besliyoruz, eti dışardan alıyoruz. Marketlerin rafları ithal süt ürünleriyle dolu. Sanayi diyoruz, mevcut fabrikalar, dış sermayeli. Yanlışlık yine eğitimde. Meslek okullarını çoğaltmalıyız. Bilgisayar, elektrik, motor, tesfiye gibi branşlar yetmiyor. Tarım ve hayvancılık ağırlıklı meslek okulları açmalıyız. Tarım, hayvancılık, arıcılık, marangozculuk, demircilik, bakırcılık, madencilik, sebzecilik, tekstil, terzilik sağlık gibi branşları kapsayan okullardan mezun olanlar, işsizler ordusunu azaltacaktır.
SONUÇ: Memleketimizin toplumsal ve sosyo ekonomik yapısı göz önünde tutularak, eğitime yön vermek görev bilincinde olanlar, parti ve şahıs çıkarlarını ikinci planda tutmalıdırlar.
NOT: Yukardaki resim, yıllar önce yanan, Ortaköy'deki okulun bugünkü halidir.

9 Şubat 2009 Pazartesi

EĞİTİM SİSTEMİMİZ - 1 -



Burhan BURSALIOĞLU


15 günlük yarıyıl tatili biterek, bugün eğitim ve öğretimin ikinci yarı yılı başlıyor. 15 günlük istirahat, göz açıp kapatana kadar gelip geçti. Öğrenciler bu fırsatı nasıl değerlendirdiler bilemem. Yıl sonunda belli olacaktır. Gerçi bu eğitim sistemiyle,yıl sonunun kötü olacağını zannetmiyorum. Çünkü sınıfta kalmak çok zor. İstese de öğrenci aynı sınıfı iki yıl okuyamaz. Derslerden bir buçuk aldın mı, iş bitti demektir. Gelsin bir üst sınıf.
Okulların açılması, yanında bazı sıkıntıları da getiriyor. Sabahları erken kalkmalar, servis beklemeler, çocuğun, sağlıklı gidip gelme, okulda olay çıkma stresi, kitap, defter, kalem, araç, gereç,okuldan istenen ihtiyaçların tedariki, veli toplantıları, bayram hazırlıkları, diploma töreni gösteri hazırlıkları, kıyafet sorunları, yıl sonu başarı bekleme stresi ve yoğun trafik sorunları.
Eğitim ve öğretim yönetmeliklerimiz, programlarımız her ME Bakanının kafasındaki düşüncelere göre değişmektedir. Bu da 14 milyon öğrenciye, 600 bin öğretmene ve milyonlarca veliye zarar vermektedir. Yapılan yenilikler kalıcı olmamaktadır. Değişen sistemlerin oturması için yıllara ihtiyaç vardır. Sık değişince, bocalama devresi de uzun sürmektedir. Öyle görülüyor ki, şimdiki sistemi de rafa kaldıracaklar. Bursa’da devam eden yeni bir sistem, okullarda denenmektedir. Uygun görülürse yakında bu sistem kargaşası ,da yaşanacaktır. Ülkemizde uzun deneyimler, kurullar ve şura tartişmaları sonunda kabul edilip uygulanmaya başlayan 68 programının hiçbir etkisiz tarafı yokken yürürlükten kaldırıldı. O sistemde, eğitim-öğretim, tüm sınıfın faal olduğu bir ortam yaratıyordu. Gruplar vardı. Seviyeli gruplar oluşturuluyor, herkese, kapasitesine, yeteneğine, başarısına göre konular veriliyor, okul haricinde, özellikle, canlı ve etkin kaynaklardan takviye edici bilgiler alınarak konu hazırlanırdı.. Öğrencilerde bir hareket, heyecan , kendine güven ve gurur vardı.
O sistem kaldırıldı, öğrenciye, tembelliği getiren, pısırıklığı aşılayan, duygusuz, kişiliksiz sistemler silsilesi getirildi.. Bugünkü sistemde, öğrenciden çok veli çalışmakta, veli maddi imkansızlıkla mücadele etmektedir. Bilgisayar eşliğinde ödev yapma ve çalışma... Özel olsun, Devletin olsun, okullarında verilen tüm ödevlerin kaynağı olarak bilgisayarlar gösterilmektedir. 14 milyon öğrencinin evlerinde bilgisayar mı var ki, kaynak olarak gösteriliyor. Ayrıca, bilgisayarın imkanlarından faydalanarak, yetenekleri doğrultusunda, projeler, resim ve şekillerin oluşturulması istenmektedir. Buna benzer birçok olumsuz, zararlı çalışmalar...
Tabii, sistemler değiştikçe, ders ve yardımcı ders kitapları da değişmektedir. Alel acele yazılan kitaplarda ki yanlışlıklar, imla hataları dört yıldır devam etmektedir. Sanki, Talim Terbiye Kurulu bunları kontrol etmiyor, onların “olur” larıyla baskıya verilmiyor, tavsiye edilmiyor…Yanlışlıkların yanında, seviyeye uygun olmayan bilgiler, problemler de ayrı bir konu. “milli “lik ilkesi kalktı.
Okullarımızla ilgili ileride düşüncelerimi açıklayacağım yazılarım çıkacaktır. Şimdilik bu konuya nihayet verirken, İlköğretim 3. sınıf Matematik,öğrenci çalışma kitabından örnek bir problemi! bilgilerinize sunacağım. Böyle bir sorunun 3. sınıf öğrencisine nasıl sorulur düşünün ve bizzat siz de, problemi çözmeye çalışın.
Levent ve Bülent, oğullarıyla balık tutmaya gittiler. Levent, oğlunun tuttuğu balığın iki katı kadar balık tuttu. Bülent’te, oğlunun tuttuğu balığın iki katı kadar balık tuttu.
Toplam 21 balık tutulmuştur. Levent’in oğlunun adı Mert’ti, Bülent’in oğlunun adı nedir.?”
Buyurun Matematik sorusuna.
Tüm Öğretmen ve öğrencilerimize, başarılar diliyorum.

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...