8 Mart 2009 Pazar

DÜNYA KADINLAR GÜNÜ

8
M ART
DÜNYA KADINLAR
GÜNÜ KUTLU
OLSUN



Burhan BURSALIOĞLU


8 Mart 1957 tarihinde ABD. Nevyork kentinde bulınan cotton tekstil fabrikasının çalışan kadınları, fazla çalışma zamanlarını, düşük ücretlerini, çalışma koşullarının ilkel olduğunu, insan onuruna yakışmayan ortamlarda çalıştıklarını dile getirmek amacıyla greve başladılar. Bu olay Dünya’da ilk kez, kadınların isyanı nedeniyle önem kazanmıştır.
Bu hareketten 53 yıl sonra, 26-27 Ağustos 1910 tarihindeki,” Uluslar arası, sosyalist kadınlar konferansında, “ “ Kadınlar günü” nün kabulü önerildi ve kabul edildi. Ama gün olarak belirlenmediğinden, her devletin kadınları değişik zamanlarda kutlamaya başladılar. 1921 de Moskova’da toplanan 3. Uluslar arası kadınlar konferansında 8 Mart “Dünya Kadınlar Gü
nü” olarak kabul edildi..
1977 de BM Genel Kurulunda 8 Mart “ Dünya Kadınlar günü” resmen kabul edilerek, aynı gün “Uluslar arası Barış Günü” olarak ta ilan edildi.
Bizde, 1921 tarihinde, “Emekçi Kadınlar günü” olarak kutlanmaya başlandı.. 1975 yılında, İlerici Kadınlar Derneği tarafından geniş çapta kutlandı. 1980 darbesinden sonra 4 yıl ara verildi. Münferit olarak, küçük, küçük gruplar kutladılar.1985 den sonra, çeşitli kadın örgütleri tarafından yaygın şekilde kutlanmaktadır.
Kadın hakları, bir çok ülkede istenilen seviyeye gelmesine rağmen, bizde ve bizim gibi az gelişmiş ülkelerde, hala kadınlar 2. sınıf insan olarak sayılmaktadırlar.
Seçme ve seçilme hakkı olmayan, okuma yazma özgürlüğü bulunmayan, eşiyle aynı hizada yürüyemeyen, “Boş ol” diyen kocasıyla aniden boşanmış olan, miras hakkı tanınmayan, istediği kıyafeti giyemeyen, istediği kamu ve özel iş yerlerinde çalışma izni olmayan, hiçbir söz sahibi bulunmayan, Türk kadınına, Cumhuriyet döneminde, Atatürk tarafından tüm bu haklar kadınlarımıza verilerek, erkeklerle eşit kılındı. Medeni kanunla da, resmi nikah yaparak, “Boş ol” sözünden kurtulan kadınımız, ne yazık ki, özel sektörde aldığı ücretler yine de erkeğin aldığının yarısı kadar olmaktadır. Okur yazarlık oranı da erkeklere ulaşamamaktadır. Bunun sebebi de, hala kadını ikinci sınıf olarak gören kişilerin varlığındandır.
Son yıllarda yine kadına baskı uygulanmaya, kara çarçaf içine sokulmaya, 10 metre geriden yürütülmeye, kız çocuklarını okullara göndermemeye, iş yerlerinde çalıştırtmamaya özen gösterildiğine şahit oluyoruz. Bunun adı geriye özenti duymak, özlemek, Osmanlı da uygulanan toplumsal kuralları uygulamak, kadının erkekle aynı seviyede olmasını hazmedememektir. İstediği zaman, kadınına “Boş ol” diyemeyen erkeklerin bu sözü kolaylıkla söyleme özlemi içinde olduklarından, bazı sitelerde, resmi nikahı, “ Evlenmeden birkaç gün önce, resmi nikah denen, uyduruk formalite olarak görüp, bizim nazarımızda, İslam nikahının nikah olduğu, resmi nikahın ise beş paralık kıymeti olmayan bir formalite olduğu” şeklindeki ifadeler sıkça görülmektedir. Bunları , birazda, kadınlarımızın pasif oluşlarına bağlıyorum. Verilmiş özgürlük ve haklarını koruyamamaktalar ve iyi kullanamamaktalar. Aslında kadınımızın yapamayacağı, üstesinden gelemeyeceği şey yoktur. Ama ne yazık ki, kadınlarımız da, bu ilkel davranışlar, dayaklar, 2. sınıf sayılmalar, erkeğin hakimiyetine boyun eğmeler, onu kendi seviyesinin üstünde tutmaları , kendi hareket ve özgürlüğünü kullanmasını engellemektedir.
Bilinçli olarak, hakkını arayan,kendini erkeklerle eşit kabul eden kadınlarımızı kutlarken, bu seviyede kendini göremeyenlerin, en kısa zamanda özgürlüklerini kazanmalarını diler, tüm Türk Kadınlarının, bu güzel günlerini kutlarım.

5 Mart 2009 Perşembe

EĞİTİM SİSTEMİMİZ - 6 -

ORTAÖĞRETİM ÖĞRENCİLERİNİ KAPSAYAN ANKET SONUÇLARI

Burhan BURSALIOĞLU


Bundan önceki yazılarımda, okullardaki disiplin vakalarının arttığını, tedbir alınması gerektiğini, örneklerle belirtmiştim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma Komisyonu, 261 ortaöğretim okulunda yaptığı anket sonucunda çarpıcı ve ilerisi için tehlike oluşturacak biçimde elde ettiği sonuçlar açıklandı. Bunları aşağıda sıralıyorum.
1 - Ortaöğretim kurumlarına devam eden öğrencilerin yüzde 15.6 sı, haftada en az birkez sigara içiyor, yüzde 5.4 ü, haftada en az bir kez alkollü içki kullanıyor.
2 - Öğrencilerin yüzde 6.9 u da şimdiye kadar en az bir defa uyuşturucu, uyarıcı maddeleri denediğini söylüyor.
3 - Sigara ile tanışan öğrenci oranı yüzde 37. Bu oran devlet okullarında yüzde 37, özel okullarda yüzde 38.2 dir.
4 - Öğrencilerin yüzde 30 unun alkolle lisede tanıştığını, bu oranın özel okullarda yüzde 50.1 çıktığı saptandı.
5 - Öğrencilerin yüzde 9.2 si, okula delici ve kesici alet, yüzde 5.9 u ateşli silahla geliyor.
6 - Öğrencilerin yüzde 55.9 u, silah taşıma nedeni olarak "güvensiz bir ortamı" gösterirken, yüzde 20.6 sı "kendisini daha iyi hissettiğini", yüzde 7 si" filmlerdeki insanları örnek aldığını " ve yüzde 3.9 u " arkadaşlarının da silah taşımasını" gerekçe olarak gösterdiler.
7 - Ortaöğretime devam eden öğrencilerin yüzde 7.7 si "çete üyesi "olduğunu söylüyor.
8 - Çete üyesi olma nedenleri arasında da yine ilk sırayı " güvenlik" alıyor. Bu öğrencilerin yüzde 42.3 ü " kendini güvende hissetmek" için çete üyesi olurken; yüzde 29.8 i "yakın arkadaşları çete üyesi olduğu için " , yüzde 27.9 u" bir gruba üye olmak adına çetelere katıldığını" bildiriyor.
9 - Öğrencilerin yüzde 2.9 u "kumar", yüzde 19.1 i "şans oyunu"," yüzde 3.3 ü de "her ikisini" de oynuyor.

Yorum okuyucuların.

ATATÜRK'TEN ANILAR


Atatürk’ün Eşitlik Anlayışı... Atatürk birgün dolmabahçe’den gizlice çikar Topkapı sarayı müzesine gelir. Müzeyi gezmek ister. Kendisini kapıcıya tanıtır, fakat kapıcı: Henüz saat 9 olmadı, memurlar da gelmedi. Atatürk değil, kim olursan ol, bekleyeceksin der. Hiç şüphe yok ki , kapıcı Atatürk'ü tanımamiş ve birden fazla bu sözlere muhatap bulunduğu için, gelenin Atatürk olabileceğine inanmamiştir. Fakat bu anekdotta mühim olan nokta, Atatürk'ün kapıcının sert cevabı karşısında israr etmeyerek, bir kenara çekilip, saatin 9 olmasını ve memurların gelmesini beklemesidir.

Yazılmayan yönleriyle Atatürk, S. Arif Terzioglu sayfa 4



Atatürk'ün bahçe mimarı Mevlüt Baysal anlatıyor: Çankaya Köşkü'nün bahçesini yapıyordum. Bir gün Atatürk, yaveri ve ben bahçede dolaşıyorduk. Çok ihtiyar ve geniş bir ağaç Ata'nın geçeceği yolu kapatıyordu. Ağacın bir yanı dik bir sırt, diğer yanı suyu çekilmiş bir havuzdu. Ata, havuz tarafındaki kısma yaslanarak karşıya geçti. Derhal atıldım:- Emrederseniz derhal keselim Paşam! Bir an yüzüme baktı, sonra: - Yahu, dedi, sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin!



Babalık Duygusu: Düğün, O'nun varlığı ile son sınırına ulaşan bir neşe içinde geçmişti. Ata, ayrılmak üzere ayağa kalkınca kendisini uğurlamak için halk iki sıra diziliverdi. Sevecen bakışlarını sağa sola yönelterek yavaş yavaş ilerlerken bir yerde durakladı, sonra durdu, elini yedi sekiz yaşlarında bir kız çocuğunun başına uzattı.çocuğun arkasında yer alan ve anası ile babası olduğu belli olan çifte yavaşça seslendi: "Öpeyim mi?"Herkesi derinden duygulandıran bu isteği ana babanın nasıl yerinde bir minnetle karşıladıkları kestirilebilir.Atatürk, çocuğu iki eliyle kaldırdı, öptü ve bıraktı. Fakat sahne bununla kapanmış olmadı.Uyanık ve duygulu çocuk: "Ben de öpeyim, ne olursunuz Atatürk, ben de sizi öpeyim." diye direndi.Ata, belki de hiç ummadığı halde kendisine babalık mutluluğu tattıran bu içten davranışı, çocuğu bir daha yerden alarak yüzüne yaklaştırmakla karşıladı.Bilmiyorum, halk bu dokunaklı sahneyi, gözleri yaşlı alkışlayarak kutlu kılarken, o çelik iradeli insanın da iki damla gözyaşını tutamadığını görebilmiş mi idi?



Üç inek hasreti: Korkunç bir kış günü... Atatürk sabaha karşı şu emri verir: "Bu kış kıyamette memleketin ne halde olduğunu görmek isterim.Otomobille görmeye çıkacağız." Bugüne göre, zaten yetersiz, bakımsız olan yollar kapalıydı, buna rağmen hareket edildi. Öndeki askeri araç dahi karlara saplanıyor, Atatürk'ün arabası, zaman , zaman kendisi de inerek, çekiliyordu. Bir tepe aşılıyor ki, tek başına bir köylünün telaşlı, telaşlı koşuştuğu görüldü, çağırttı, sordu:"Bu havada dağ başında ne arıyorsun?""İneğim kayboldu paşam.""Seni kurtlar yer bu havada.""İneğimi yedilerse ko beni de yesinler.""İneğin kaç lira kıymetindeydi?""Eh, elli altmış kağıt ederdi."Gazi, yaverine emretti:"Bu vatandaşa yüz lira verin, bir de otomobile bindirin."Köylü karşı çıktı:"Sana rastlamak benim talihimdir, ama yine de kendi ineğimi ararım. Verdiğin yüz lira ile iki inek alacağım, benimkini de bulursam eder üç... Bu benim düşümdü. Sana rastlayan bahtlı adamın üç ineği olması çok mu?"

3 Mart 2009 Salı

ATATÜRK' TEN ANILAR
















ATATÜRK' mü, FATİH' mi?

Birgün, İstanbul ve İstanbul'un fethinden konuşulurken, söz tabii Fatih'e geldi. Atatütk'ün tarihin kendi hakkında vereceği hükmü, etrafındakilere sık,sık sorduğu bir gerçektir. Söz sırası kendine geldiğinde, ortaya şöyle bir soru attı. "Tarih, acaba benim mi, yoksa ikinci Mehmet'in yaptığı işleri daha önemli bulacaktır?" Orada bulunanların hemen hemen hepsi "Siz" dediler. Atatürk, "Niçin ?" diye sorunca, genelde hepsi Atatürk'ün Fatih'ten daha büyük olduğunu söyleyip, ispatlamak için de ellerinden geldiğince kanıt toplama yarışına girdiler. Hatta, bazıları " Fatih'de kim oluyormuş" diyecek kadar ileri gidenler oldu.Fakat, ne söylenirse söylensin, verilen cevaplar Atatürk'ü hiç tatmin etmiyordu. Nihayet söz, orada bulunanların en gencine geldi."Efendim, Tarih bir sınav salonuna benzer. Karşısına gelenlere birtakım özel meseleler verir. Neticede verdiği problemleri halledişine ve bundaki başarısına göre birtakım notlar verir. Aşağı yukarı, tarihin sınavına çıkanların hepsi aynı şartlar dahilinde, ayrı ayrı problemler karşısında kalmışlardır. Bunları en iyi çözenler de tereddütsüz on numara almışlardır. Zannımca, tarihin adamı olan şahsiyetlerin karşısında kaldıkları olayları birbirleriyle karşılaştırmakla sonuçlara varmak mümkün değildir. Fatih, karşısına çıkan meseleleri en iyi şekilde hallederek on numara almıştır. Siz de önünüze konan problemleri halletmiş ve on numarayı kazanmış bir tarih büyüğüsünüz" Atatürk, bu sözleri büyük bir dikkatle dinledi ve neticede "Bravo " dedi. Sonra, biraz evvel Fatih'i küçümseyen kişiye dönerek:"Sen halt etmişsin. Ben Fatih'den büyük olabilir miyim? Çok kereler Fatih'in karşısında kaldığı meseleleri düşündüğüm zaman, ben de aynı hal çarelerine varmışımdır. Yalnız, Fatih, benim karşısında kaldığım hadiseleri nasıl hallederdi. Bunu çok merak ederim İkinci Mehmet büyük adamdır büyük..." Not: Münir Hayrı Egeli'den

27 Şubat 2009 Cuma






TEMİZLİK




Burhan BURSALIOĞLU
Kültürümüzde, hemen, hemen her konuda çok güzel Atasözleri vardır. Temizlik konusunda” “Herkes kendi kapısının önünü temizlese, her taraf temiz olurdu” şeklindeki söz ne kadar doğru bir söz. Bu güzel sözü hatırlayıp uygulayan var mı acaba? Hiç zannetmiyorum. “Bana ne” cilik, öteden beri gelmiş, gidiyor.
Biz Türk Milleti olarak, temizliği, sanal olarak seven bir topluluğuz. Ama uygulamaya gelince, neden yapmıyoruz? Anlamak güç. “Temizliğin imandan olduğunu bilen çok, ama uygulayan yok. Temizlik sadece vücut temizliği değildir. Vücut ne kadar temiz olursa olsun, çevren pisse, vücut temizliği boşunadır. Vücut pisliği kendine zarar verir, ama, çevre pisliği tüm topluma zarar verir. Unutmayalım ki, çevrenin temizliği, oradaki insanların görüntüsüdür.
Şöyle bir çevreye çıkalım. Önce, kapımızın açıldığı sokağa bakalım. Haftada 3 gün, sokaklardan belediye çöp kamyonları çöpleri toplar. O günü, akşamdan sonra, apartmanların balkon ve pencerelerinden, çöp dolu poşetler, önce etrafa bakıp, görenin olup olmadığını gözetledikten sonra sokağa fırlatılır. Gece, köpek ve kediler tarafından çöpler etrafa saçılır. Sabah araba gelene dek o çöpler sokakta kalır, kokar ve görüntüleri mide bulandırır. Saçtığı mikroplar cabası. Değer mi yani, arabaların geliş saatine doğru, birkaç merdiven basamağı inip çöpünü belirli yere koyma çok mu zor.? Gören var mı düşüncesiyle, etrafı kaçamak bakışlarla süzmek daha mı uygun? Sorun sadece bu kadar değil tabii. Parklarda, sahillerde, belediyelerin, dinlenme açlı koyduğu bankların etrafları da sokaklardan farklı değil. Yenen kabak çekirdeği, ayçiçeği çekirdeği, kabuklu, çekirdekli yiyecekler, etrafa saçılıyor, poşet, mendil, kağıt, içki şişeleri, meze artıkları da ayrı bir çirkin görüntü oluşturuyorlar. Bu çirkinliği oluşturan insanlar, çöplerini, yanlarındaki poşet ve kağıt torbalarına koyup, yakınlarındaki çöp kutularına koymak niye zor gelmektedir? Yerlere tükürmenin, yere izmarit atmanın bir müdafaası olabilir mi? Bu hareketlerin adına, görgüsüzlük mü demeli, eğitimsizlik mi demeli, adını sizler koyun.
Bunlar düzelir mi sorusu karşısında, tereddütsüz “Evet” diyebiliriz. Bugüne dek lakayt kalan, başta belediye görevlileri, zabıta,polis teşkilatı, sivil toplum kuruluşları, eğitim kurumları, kurslar açmalı, broşürler dağıtmalı, paneller, konferanslar tertiplemeli, ceza maddelerinin rakamları çoğaltılarak uygulanmasına titizlik gösterilmeli, gazeteler, ve ücretsiz dağıtılan belediye gazetelerine ilanlar ve yazılar verilmeli, özellikle halk, görülen yanlışlıklara tepkili olunmalıdır. Belediye, sokaklarda ve caddelerde, kapalı çöp kutularını, fazla meydanda olmamak şeklinde çoğaltmalılar. Okullardaki çevremiz ve temizlik konuları kapsamı genişletilip, uygulamalar yaptırılmalıdır. Görsel ve yazılı basın olayın önemi üzerinde uyarıcı yayınlar yapmalıdır. Cadde ve sokaklar bez afişlerle, halk sık sık uyarılmalıdır. “Temizlik imandandır” sözü lafta bırakılmamalıdır. Yabancı turistlere, utancımızın görüntüsü resimlerini çekme fırsatı vermiyelim.
Temizlik ve çevre temizliği konusunda, halkımızın, “eğitimsiz” yakıştırılması silinmelidir. Bu konuda, tüm sağduyulu insanlarımızı göreve davet ediyorum.




EFSANE GERİ DÖNDÜ G.S. TUR ATLADI 4 - 3

23 Şubat 2009 Pazartesi

EĞİTİM SİSTEMİMİZ - 5 -




OKULLARDA DİSİPLİN


Burhan BURSALIOĞLU



Eğitim sistemimiz 3 ü yazan arkadaşım Kerem Akçasu’ yun düşüncelerine aynen katıldığımı belirterek, konuyu biraz daha geniş açıdan irdelemek istiyorum.
Konu disiplin: Değişen yönetmeliklerin yanında, disiplin yönetmeliği de sık, sık değişmektedir. Buna mecbur olunuyor. Öyle disiplinsizlikler meydana geliyor ki, tedbir almak,vukuunda gerekli işlemleri yapmak ve cezayı belirlemek açısından , yönetmelikte ,ister istemez değiştirilmektedir.
Son yıl ve aylarda, okul ve eğitim kurumlarında meydana gelen disiplinsizlik olayları, hızla artmakta ve disiplinin bu kadar bozulduğu bir dönem yaşanmamıştır. Gün geçmiyor ki, silahlı gasp,bıçakla yaralama, öldürme,baskın, ırza tecavüz, öğretmen ve idareci dövme, uyuşturucu gibi olayları basın yazmasın.
Önce şiddet gündemde idi. Yaralama, okul basma idareci ve öğretmenlere saldırı, öğrencilere yol bağı yapmak, sınıflara bıçak, kesici alet ve silah sokmak, taşımak sık,sık duyduklarımız ve okuduklarımızın başında geliyor. Sonra uyuşturucu olayları başladı. İlköğretim okullarına kadar girip, kantinlerde el altından satılan uyuşturucu belası. Şimdi ise, taciz, tecavüz ve seks. Sınıflara kadar girebilen, şantaj tecavüz, 11-12 yaşlarındaki kız öğrencileri pazarlama olayları. Bu çocuklar, bu insanlar nerede yaşıyorlar? Bunlara bu cesareti verenler kimlerdir? Bunlarda sıkılma, utanma, arlanma, baba ,ana korkusu toplum ve yasa korkusu yok mudur? Demek ki yok. Olsa herhalde yapmazlar.
Gidiş iyi bir gidiş değildir. Bunun önüne geçmek lazımdır. Toplumca önlemler alınmalı. Disiplin yönetmelikleri yeterli olmuyorsa, başka, başka tedbirler düşünülmelidir. Başta velilerin bu konularda eğitilmesi lazım. Sık, sık okul öğretmen ve idarecileriyle, görüşmeli, sık, sık konferans, açık oturum, yapılmalı, , psikologlar, aile bireyleri, Emniyet teşkilatlarından yetkili görevliler, eğitimciler, doktorlar, sivil ve meslek örgütleri temsilcileri, öğrenci kuruluşları ve bakanlık temsilcilerinin katılacağı şuralar tertiplenmeli.
Olaylar sonucunda, gerek müfettişlerin, gerekse polis ve adli mercilerin tuttukları raporlar, neticeler, uygulamalar Bakanlığa , yetkili mercilere gönderilmeli, yönetmelikler bunların sonuçlarına göre hazırlanmalıdır.
Okul öğretmen ve idarecilerin de disiplin yönetmeliklerini, müfredat programlarını, öğretme, tanıtma ve uygulama görevlerinin dışında başka görevleri de vardır. Okullarının manevi değerleri hakkında, arkadaşlık sevgisi, birlik ve beraberlik, dayanışma, Türk Ulusunun manevi duyguları, anane, gelenek ve görenek konuları hakkında her fırsatta bilgiler verilmeli ve bunlar işlenmelidir. Öğretmen okulunda iken, liselilerle hiç geçinemezdik. Hafta sonlarında, liseliler tarafından, bir arkadaşımızın kıstırıldığını duyar duymaz, nerede olursak olalım onu kurtarmaya giderdik. Tabii liseliler de öyle yapardı. Burada önemli olan arkadaşın kurtarılması yanında, okulun şeref ve haysiyetini, onurunu korumak ve üstünlüğünü kabul etmek ve ettirmektir. Bugün bunlar yok. Bırakın korumayı, saymayı ve saydırmayı, bugün, okul arkadaşını başkalarına peşkeş çeken bir zihniyete hizmet eden insanlar var. Sevgi ve şevkattan yoksullar. Arkadaşlık ve dayanışma duyguları gelişmemiş. Bunlar çok az da olsalar mide bulundurmaktadırlar.
Sayın Kerem Akçasu’nun bahsettiği acayip kıyafet giyme gerçekten çok çirkin görünmektedirler. Şekilsiz, düzensiz kıyafetler onları gülünç duruma düşürmektedir. Bu tür giyiniş o kadar yaygın ki, “ acaba gözümden kaçan tarif var mı” diye yönetmeliklere tekrar, tekrar göz gezdirdim. Hayır bu tür giyiniş, çocukların kendi özentileri veya rahatlığı olsa gerek. Gençlik ne kadar sıkılgan olmuş, hayret ediyorum.
Yönetmeliklerde böyle bir giyiniş yoksa, öğretmen ve idareciler, teftişe gelen müfettişler, kaymakamlar, Valiler durumu görmüyorlar mı? İkaz etmiyorlar mı? Anlamakta güçlük çekiyorum.
Okul idaresi, renk ve kıyafetleri, yönetmeliğin ifade ettiği biçimde kendi seçer. Amlemini, rozetini flamasını kendi oluşturur.. Bunlara bir diyeceğim yok. Ancak, bir eğitimci olarak şunu ifade edeyim ki, Özellikle, ilköğretim okullarında, Türkiye çapında, öğrenci kıyafeti tek tip, tek model ve tek renk olmalıdır. Önerim, eskiden olduğu gibi, beyaz yaka, siyah önlük. Orta öğretim okullarında her okul kendi kıyafetini belirlemeli ama, onu öğrencilere adam gibi giydirtmelidirler
Açıkçası, okullarda bir kaostur gidiyor. Çözümleri de çok kolaydır ama, bu işe soyunacakların, önce inanmaları gerektir.. Sınıf veli toplantılarında, öğretme tarafından veli kovuluyorsa, okul müdürü velilerle görüşme yapmaktan kaçıyorsa, öğrenciler, tahta başında tek ayakta durduruluyorsa, tek parmakla duvara yaslandırılıyorsa, ödevler kontrol edilmiyor, çocuklar başı boş bırakılıyorsa, velilerce çocuklar takip edilmiyor, onlarla ilgilenilmiyorsa, yardımcı olunmuyorsa, dışarıdaki vatandaş gördüğü yanlışlıklara, “bana ne” gözüyle bakıyorsa,müfettişler, ve üst teftiş amirleri çirkinliklere es geçiyorlar sa bu işler düzelmez..

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...