11 Mart 2009 Çarşamba

TRAFİK KAZALARI..

2918 NOLU YASAYI BİLİYOR MUSUNUZ?

Burhan BURSALIOĞLU

Türkiye'de hemen, hemen kadın, erkek, yaşlı, genç demeden, herkes araba kullanmaktadır. Gün geçmiyor ki, bir kaza haberi duymayalım.
Tanrı , kimsenin başına vermesin. Diyelim ki kaza geçirdiniz. Yaralılar var. Çeşitli vasıta veya ambulansla hastaneye gittiniz veya götürüldünüz. Gittiğiniz hastane özel veya devlet hastanesi olsun, farketmez. Hastane yetkilileri, yaralıya veya yaralının en yakınına bir belge imzalatmak isteyeceklerdir. Tabii bu girişim, sizin trafik yasasını bilmediğinizi zannettiklerindendir. Belge "YAPILACAK MÜDAHALE VE TEDAVİ ÜCRETLERİNİ ÖDEYECEĞİNİZE" dairdir. Öyle bir ortamda, yaralı veya yakını, belgenin ne olduğunu dahi bilmeden, hemen imzalar. Çünkü, zaman kaybının aleyhte işlemekte olduğu düşüncesindedir. "Bir an önce müdahale olsun da ne olursa olsun" demektedir. Ama, o belgenin içeriğini biliyorsanız hastane yetkililerine, karşı teklifte bulunabilirsiniz. " BU BELGEYİ İMZALAMAZSAM, BANA MÜDAHALE VE TEDAVİ ETMEYECEĞİNİZE DAİR BİR BELGEYİ İMZALAYIP GETİRİN " dediğiniz anda, yetkililer tısacak ve sizin yasayı bildiğinize kanaat getirerek, hastanenin tüm imkanlarıyla hizmetinize koşacaklardır.
2918 nolu Trafik Kanunu na göre: "Herhangi bir trafik kazası sonucu yaralanan kişi, en kısa sürede hastaneye yetiştirilmek ve gereken tedavinin yapılmasını" emreder. Yönetmeliğe göre de " Hastane acil servisi, kendisine gelen kazazedenin maddi durumu, sosyal güvencesinin olup olmadığına ve hastanın özelliğine bakmadan gereken tedaviyi ve müdahaleyi, herhangi bir ücret talep etmeden yapmak zorunda. Bu tedavi sonucu oluşan masrafın ise Sağlık Bakanlığı, karayolları trafik döner sermaye işletmesi tarafından karşılanacağı" belirtilmiştir.
Bu durumda ve yasaya göre, trafik kazası sonucu, yaralanan ve hastaneye kaldırılarak tedavi altına alınan kazazedeler, hiçbir surette ücret ödemeyeceklerdir. Hastane kazazedeye, yukarıda belirtilen belgenin imzalatılması teklifinde bulunamayacaktır. Bulunduğu taktirde suç işlemiş duruma düşen hastane yetkilileri hakkında derhal soruşturma açılacaktır.
Umarım böyle bir ortamda bulunmazsınız. Vasıtanızı dikkatli kullanın, herhangi bir kazaya uğramayın ve meydan vermeyin. "KURT PUSLU HAVAYI SEVER " atasözünü de unutmayalım.

9 Mart 2009 Pazartesi

ATATÜRK'ten ANILAR






Geleneksel Dostluk

1933 yılında Ankara Erkek Lisesi'nde sınava giren çocuklardan biri sorulan bir soruya şöyle karşılık vermişti:- Fransa ile olan geleneksel dostluğumuz...Atatürk, derhal sözü keserek sormuştu:- Hangi geleneksel dostluk, bu da nereden çıktı, kim söyledi bunu?O zaman coğrafya öğretmeni ayağa kalkarak 'Ben söyledim Paşam' diye onun hiddetini azaltmaya çalışmıştı. Bana dönüp 'Sen söyle tarih hocası' deyince, hemen ayağa kalkarak cevap vermiştim.- Paşam, ortada bir geleneksel dostluk yoktur. Yalnız ortak hareketlere Fransız yazarları geleneksel dostluk niteliğini vermişlerdir. Örneğin Kırım Savaşı'nda olduğu gibi...- Aferin, bu gerçekten böyledir. Acınarak söylüyorum Türk'ün geleneksel dostu yoktur. Çıkarlar ortak olunca Avrupalılar buna hemen 'geleneksel dostluk' ismini vermişlerdir, demişti.Kemal ARIBURNU

İnsan gibi içmeyi

Atatürk'e hakaretten sanık bir köylü hakkında takibat yapılıyordu. Durumu Atatürk'e arz ettiler,- Mahkemeye veriyoruz, dediler, size küfür etmiş. Atatürk sordu:- Ben ne yapmışım ona? Evrakı tetkik edenler açıkladılar:- Gazete kâğıdı ile sardığı sigarayı yakarken kâğıt tutuşmuş ta ondan.Atatürk'e bunu söyleyen bir milletvekilidir. Atatürk sormuş,- Siz hiç gazete kâğıdı ile sigara içtiniz mi?- Hayır...- Ben Trablus'tayken içmiştim, bilirim. Pek berbat şey. Köylü bana az küfretmiş. Siz bunun için onu mahkemeye vereceğinize, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız!.Hilmi YÜCEBAŞ



Gelin Hatayı alın

Günlerden birgün italyan Büyükelçisi Ata ile görüşmek ister ve huzura kabul edilir. O zamanın muhtelif ekonomik-siyasi konuları hakkında konuşulduktan sonra, büyükelçi "Ekselans, dün Roma ile yapmış oldugum bir görüşmede hükümetimizin Hatay'ı almak istediği kararını size iletmem söylendi" der.Odada buz gibi bir hava eser. Ata, büyükelçiye birşeyler daha ikram eder ve iki dakikalığına odadan ayrılır. Döndüğünde ayağında çizmeleri, üzerinde mareşal üniforması, belinde tabancası vardır. Doğruca masasına gider, manyetolu telefondan Mareşal Fevzi Çakmak'ın bağlanmasını ister ve Çakmak'a: " Paşa, İtalyan dostlarımız Hatay'a gelmek istiyorlarmış. Hazır mıyız" der. Fevzi Çakmak durmu anlar ve "Biz hazırız Paşam" diye yanıtlar...Ata büyükelçiye döner ve: "Biz hazırmışız. Hükümetinize söyleyin, isterlerse gelip Hatay'ı alabilirler" der.......


Üç ayda


Yeni Türk Alfabesi'nin ilk şekillerini kendisine götürdüğüm zaman, komisyonun, en aşağı beş senelik bir geçiş devresi düşündüğünü söylemiştim. Gazeteler evvelâ birer sütunlarını yeni harflerle hasredecekler, yavaş yavaş bu sütun sayısı artacak, nihayet bütün gazeteler yeni harflerle çıkacaktı. Mektepler için de, bu benzer dereceli usuller düşünmüştük. Dikkatle dinledikten sonra, bir daha sordu: - "Demek beş sene düşündünüz?" - Evet - "Üç ay!" dedi. Donakaldım: Üç ay! Üç ay içinde, bütün memleket neşriyatı Lâtin harflerine değişecekti. İlave etti. "Ya üç ayda tatbik ederiz, yahut hiç tatbik edemeyiz. Sizin Arap harflerine bırakacağınız sütunlar yok mu, onların adedi bire de inse, herkes yalnız o sütunu okur; ve beş sene sonra, tıpkı yarın başlar gibi, başlamaya mecbur oluruz. Hele arada bir buhran, bir harp çıkarsa, attığımız adımları da geri alırız." Falih Rıfkı Atay

Yarım Milyon

Birgün Müslüman memleketlerinden birinde (Mısır'da) bağımsızlık davası için çalışan liderlerden biri, Mustafa Kemal'i görmeye gelmişti. Kendisine:-"Bizim hareketin de başına geçmek istemez misiniz?" diye sordu. Olabilecek şey değildi ama insan yoklamalarını pek seven Mustafa Kemal:-"Yarım milyonunuz bu uğurda ölür mü?" diye sordu.Adamcağız yüzüne bakakaldı. -"Fakat Paşa Hazretleri yarım milyonumuzun ölmesine ne lüzum var? Başımızda siz olacaksınız ya..." -"Benimle olmaz beyefendi hazretleri, yalnız benimle olmaz. Ne vakit halkınızın yarım milyonu ölmeye karar verirse, o zaman gelip beni ararsınız."

Geçmiş olsun
Yugoslav Kralı müteveffa Aleksandr, Balkan Atlantı'nın imzasını takip eden günlerde memleketimize gelmişti. Atatürk'le sohbeti sırasında, şahsına ve Türk Milleti'ne karşı duyduğu yakınlığı ve iyi hisleri ifade için dedi ki: "-Cihan Harbini takip eden mütareke günlerinde, İtilaf devletleri Yunanistan'dan evvel Türkiye'yi işgali bana teklif etmişlerdi. Fakat hiç tereddüt etmeden bu teklifi reddettim, bunun üzerine Yunanlıları tercihe mecbur kaldılar."Mustafa kemal muhatabının sözlerini sükunetle dinledi ve birden yerinden kalkıp, muhatabını şaşkınlık içinde bırakarak elini sıktı: "-Size ve milletinize geçmiş olsun Ekselans..." dedi.


8 Mart 2009 Pazar

TÜM MÜSLÜMAN HALKIMIZIN

KANDİLİ MÜBAREK OLSUN

DÜNYA KADINLAR GÜNÜ

8
M ART
DÜNYA KADINLAR
GÜNÜ KUTLU
OLSUN



Burhan BURSALIOĞLU


8 Mart 1957 tarihinde ABD. Nevyork kentinde bulınan cotton tekstil fabrikasının çalışan kadınları, fazla çalışma zamanlarını, düşük ücretlerini, çalışma koşullarının ilkel olduğunu, insan onuruna yakışmayan ortamlarda çalıştıklarını dile getirmek amacıyla greve başladılar. Bu olay Dünya’da ilk kez, kadınların isyanı nedeniyle önem kazanmıştır.
Bu hareketten 53 yıl sonra, 26-27 Ağustos 1910 tarihindeki,” Uluslar arası, sosyalist kadınlar konferansında, “ “ Kadınlar günü” nün kabulü önerildi ve kabul edildi. Ama gün olarak belirlenmediğinden, her devletin kadınları değişik zamanlarda kutlamaya başladılar. 1921 de Moskova’da toplanan 3. Uluslar arası kadınlar konferansında 8 Mart “Dünya Kadınlar Gü
nü” olarak kabul edildi..
1977 de BM Genel Kurulunda 8 Mart “ Dünya Kadınlar günü” resmen kabul edilerek, aynı gün “Uluslar arası Barış Günü” olarak ta ilan edildi.
Bizde, 1921 tarihinde, “Emekçi Kadınlar günü” olarak kutlanmaya başlandı.. 1975 yılında, İlerici Kadınlar Derneği tarafından geniş çapta kutlandı. 1980 darbesinden sonra 4 yıl ara verildi. Münferit olarak, küçük, küçük gruplar kutladılar.1985 den sonra, çeşitli kadın örgütleri tarafından yaygın şekilde kutlanmaktadır.
Kadın hakları, bir çok ülkede istenilen seviyeye gelmesine rağmen, bizde ve bizim gibi az gelişmiş ülkelerde, hala kadınlar 2. sınıf insan olarak sayılmaktadırlar.
Seçme ve seçilme hakkı olmayan, okuma yazma özgürlüğü bulunmayan, eşiyle aynı hizada yürüyemeyen, “Boş ol” diyen kocasıyla aniden boşanmış olan, miras hakkı tanınmayan, istediği kıyafeti giyemeyen, istediği kamu ve özel iş yerlerinde çalışma izni olmayan, hiçbir söz sahibi bulunmayan, Türk kadınına, Cumhuriyet döneminde, Atatürk tarafından tüm bu haklar kadınlarımıza verilerek, erkeklerle eşit kılındı. Medeni kanunla da, resmi nikah yaparak, “Boş ol” sözünden kurtulan kadınımız, ne yazık ki, özel sektörde aldığı ücretler yine de erkeğin aldığının yarısı kadar olmaktadır. Okur yazarlık oranı da erkeklere ulaşamamaktadır. Bunun sebebi de, hala kadını ikinci sınıf olarak gören kişilerin varlığındandır.
Son yıllarda yine kadına baskı uygulanmaya, kara çarçaf içine sokulmaya, 10 metre geriden yürütülmeye, kız çocuklarını okullara göndermemeye, iş yerlerinde çalıştırtmamaya özen gösterildiğine şahit oluyoruz. Bunun adı geriye özenti duymak, özlemek, Osmanlı da uygulanan toplumsal kuralları uygulamak, kadının erkekle aynı seviyede olmasını hazmedememektir. İstediği zaman, kadınına “Boş ol” diyemeyen erkeklerin bu sözü kolaylıkla söyleme özlemi içinde olduklarından, bazı sitelerde, resmi nikahı, “ Evlenmeden birkaç gün önce, resmi nikah denen, uyduruk formalite olarak görüp, bizim nazarımızda, İslam nikahının nikah olduğu, resmi nikahın ise beş paralık kıymeti olmayan bir formalite olduğu” şeklindeki ifadeler sıkça görülmektedir. Bunları , birazda, kadınlarımızın pasif oluşlarına bağlıyorum. Verilmiş özgürlük ve haklarını koruyamamaktalar ve iyi kullanamamaktalar. Aslında kadınımızın yapamayacağı, üstesinden gelemeyeceği şey yoktur. Ama ne yazık ki, kadınlarımız da, bu ilkel davranışlar, dayaklar, 2. sınıf sayılmalar, erkeğin hakimiyetine boyun eğmeler, onu kendi seviyesinin üstünde tutmaları , kendi hareket ve özgürlüğünü kullanmasını engellemektedir.
Bilinçli olarak, hakkını arayan,kendini erkeklerle eşit kabul eden kadınlarımızı kutlarken, bu seviyede kendini göremeyenlerin, en kısa zamanda özgürlüklerini kazanmalarını diler, tüm Türk Kadınlarının, bu güzel günlerini kutlarım.

5 Mart 2009 Perşembe

EĞİTİM SİSTEMİMİZ - 6 -

ORTAÖĞRETİM ÖĞRENCİLERİNİ KAPSAYAN ANKET SONUÇLARI

Burhan BURSALIOĞLU


Bundan önceki yazılarımda, okullardaki disiplin vakalarının arttığını, tedbir alınması gerektiğini, örneklerle belirtmiştim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma Komisyonu, 261 ortaöğretim okulunda yaptığı anket sonucunda çarpıcı ve ilerisi için tehlike oluşturacak biçimde elde ettiği sonuçlar açıklandı. Bunları aşağıda sıralıyorum.
1 - Ortaöğretim kurumlarına devam eden öğrencilerin yüzde 15.6 sı, haftada en az birkez sigara içiyor, yüzde 5.4 ü, haftada en az bir kez alkollü içki kullanıyor.
2 - Öğrencilerin yüzde 6.9 u da şimdiye kadar en az bir defa uyuşturucu, uyarıcı maddeleri denediğini söylüyor.
3 - Sigara ile tanışan öğrenci oranı yüzde 37. Bu oran devlet okullarında yüzde 37, özel okullarda yüzde 38.2 dir.
4 - Öğrencilerin yüzde 30 unun alkolle lisede tanıştığını, bu oranın özel okullarda yüzde 50.1 çıktığı saptandı.
5 - Öğrencilerin yüzde 9.2 si, okula delici ve kesici alet, yüzde 5.9 u ateşli silahla geliyor.
6 - Öğrencilerin yüzde 55.9 u, silah taşıma nedeni olarak "güvensiz bir ortamı" gösterirken, yüzde 20.6 sı "kendisini daha iyi hissettiğini", yüzde 7 si" filmlerdeki insanları örnek aldığını " ve yüzde 3.9 u " arkadaşlarının da silah taşımasını" gerekçe olarak gösterdiler.
7 - Ortaöğretime devam eden öğrencilerin yüzde 7.7 si "çete üyesi "olduğunu söylüyor.
8 - Çete üyesi olma nedenleri arasında da yine ilk sırayı " güvenlik" alıyor. Bu öğrencilerin yüzde 42.3 ü " kendini güvende hissetmek" için çete üyesi olurken; yüzde 29.8 i "yakın arkadaşları çete üyesi olduğu için " , yüzde 27.9 u" bir gruba üye olmak adına çetelere katıldığını" bildiriyor.
9 - Öğrencilerin yüzde 2.9 u "kumar", yüzde 19.1 i "şans oyunu"," yüzde 3.3 ü de "her ikisini" de oynuyor.

Yorum okuyucuların.

ATATÜRK'TEN ANILAR


Atatürk’ün Eşitlik Anlayışı... Atatürk birgün dolmabahçe’den gizlice çikar Topkapı sarayı müzesine gelir. Müzeyi gezmek ister. Kendisini kapıcıya tanıtır, fakat kapıcı: Henüz saat 9 olmadı, memurlar da gelmedi. Atatürk değil, kim olursan ol, bekleyeceksin der. Hiç şüphe yok ki , kapıcı Atatürk'ü tanımamiş ve birden fazla bu sözlere muhatap bulunduğu için, gelenin Atatürk olabileceğine inanmamiştir. Fakat bu anekdotta mühim olan nokta, Atatürk'ün kapıcının sert cevabı karşısında israr etmeyerek, bir kenara çekilip, saatin 9 olmasını ve memurların gelmesini beklemesidir.

Yazılmayan yönleriyle Atatürk, S. Arif Terzioglu sayfa 4



Atatürk'ün bahçe mimarı Mevlüt Baysal anlatıyor: Çankaya Köşkü'nün bahçesini yapıyordum. Bir gün Atatürk, yaveri ve ben bahçede dolaşıyorduk. Çok ihtiyar ve geniş bir ağaç Ata'nın geçeceği yolu kapatıyordu. Ağacın bir yanı dik bir sırt, diğer yanı suyu çekilmiş bir havuzdu. Ata, havuz tarafındaki kısma yaslanarak karşıya geçti. Derhal atıldım:- Emrederseniz derhal keselim Paşam! Bir an yüzüme baktı, sonra: - Yahu, dedi, sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin!



Babalık Duygusu: Düğün, O'nun varlığı ile son sınırına ulaşan bir neşe içinde geçmişti. Ata, ayrılmak üzere ayağa kalkınca kendisini uğurlamak için halk iki sıra diziliverdi. Sevecen bakışlarını sağa sola yönelterek yavaş yavaş ilerlerken bir yerde durakladı, sonra durdu, elini yedi sekiz yaşlarında bir kız çocuğunun başına uzattı.çocuğun arkasında yer alan ve anası ile babası olduğu belli olan çifte yavaşça seslendi: "Öpeyim mi?"Herkesi derinden duygulandıran bu isteği ana babanın nasıl yerinde bir minnetle karşıladıkları kestirilebilir.Atatürk, çocuğu iki eliyle kaldırdı, öptü ve bıraktı. Fakat sahne bununla kapanmış olmadı.Uyanık ve duygulu çocuk: "Ben de öpeyim, ne olursunuz Atatürk, ben de sizi öpeyim." diye direndi.Ata, belki de hiç ummadığı halde kendisine babalık mutluluğu tattıran bu içten davranışı, çocuğu bir daha yerden alarak yüzüne yaklaştırmakla karşıladı.Bilmiyorum, halk bu dokunaklı sahneyi, gözleri yaşlı alkışlayarak kutlu kılarken, o çelik iradeli insanın da iki damla gözyaşını tutamadığını görebilmiş mi idi?



Üç inek hasreti: Korkunç bir kış günü... Atatürk sabaha karşı şu emri verir: "Bu kış kıyamette memleketin ne halde olduğunu görmek isterim.Otomobille görmeye çıkacağız." Bugüne göre, zaten yetersiz, bakımsız olan yollar kapalıydı, buna rağmen hareket edildi. Öndeki askeri araç dahi karlara saplanıyor, Atatürk'ün arabası, zaman , zaman kendisi de inerek, çekiliyordu. Bir tepe aşılıyor ki, tek başına bir köylünün telaşlı, telaşlı koşuştuğu görüldü, çağırttı, sordu:"Bu havada dağ başında ne arıyorsun?""İneğim kayboldu paşam.""Seni kurtlar yer bu havada.""İneğimi yedilerse ko beni de yesinler.""İneğin kaç lira kıymetindeydi?""Eh, elli altmış kağıt ederdi."Gazi, yaverine emretti:"Bu vatandaşa yüz lira verin, bir de otomobile bindirin."Köylü karşı çıktı:"Sana rastlamak benim talihimdir, ama yine de kendi ineğimi ararım. Verdiğin yüz lira ile iki inek alacağım, benimkini de bulursam eder üç... Bu benim düşümdü. Sana rastlayan bahtlı adamın üç ineği olması çok mu?"

3 Mart 2009 Salı

ATATÜRK' TEN ANILAR
















ATATÜRK' mü, FATİH' mi?

Birgün, İstanbul ve İstanbul'un fethinden konuşulurken, söz tabii Fatih'e geldi. Atatütk'ün tarihin kendi hakkında vereceği hükmü, etrafındakilere sık,sık sorduğu bir gerçektir. Söz sırası kendine geldiğinde, ortaya şöyle bir soru attı. "Tarih, acaba benim mi, yoksa ikinci Mehmet'in yaptığı işleri daha önemli bulacaktır?" Orada bulunanların hemen hemen hepsi "Siz" dediler. Atatürk, "Niçin ?" diye sorunca, genelde hepsi Atatürk'ün Fatih'ten daha büyük olduğunu söyleyip, ispatlamak için de ellerinden geldiğince kanıt toplama yarışına girdiler. Hatta, bazıları " Fatih'de kim oluyormuş" diyecek kadar ileri gidenler oldu.Fakat, ne söylenirse söylensin, verilen cevaplar Atatürk'ü hiç tatmin etmiyordu. Nihayet söz, orada bulunanların en gencine geldi."Efendim, Tarih bir sınav salonuna benzer. Karşısına gelenlere birtakım özel meseleler verir. Neticede verdiği problemleri halledişine ve bundaki başarısına göre birtakım notlar verir. Aşağı yukarı, tarihin sınavına çıkanların hepsi aynı şartlar dahilinde, ayrı ayrı problemler karşısında kalmışlardır. Bunları en iyi çözenler de tereddütsüz on numara almışlardır. Zannımca, tarihin adamı olan şahsiyetlerin karşısında kaldıkları olayları birbirleriyle karşılaştırmakla sonuçlara varmak mümkün değildir. Fatih, karşısına çıkan meseleleri en iyi şekilde hallederek on numara almıştır. Siz de önünüze konan problemleri halletmiş ve on numarayı kazanmış bir tarih büyüğüsünüz" Atatürk, bu sözleri büyük bir dikkatle dinledi ve neticede "Bravo " dedi. Sonra, biraz evvel Fatih'i küçümseyen kişiye dönerek:"Sen halt etmişsin. Ben Fatih'den büyük olabilir miyim? Çok kereler Fatih'in karşısında kaldığı meseleleri düşündüğüm zaman, ben de aynı hal çarelerine varmışımdır. Yalnız, Fatih, benim karşısında kaldığım hadiseleri nasıl hallederdi. Bunu çok merak ederim İkinci Mehmet büyük adamdır büyük..." Not: Münir Hayrı Egeli'den

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...