14 Nisan 2009 Salı

KÖY ENSTİTÜLERİ

BU GÜN 17 NİSAN . KÖY ENSTİTÜLERİNİN
KURULUŞLARININ 68. YIL DÖNÜMÜ
SAYGI İLE ANIYORUZ


ARİFİYE KÖY ENSTİTÜSÜ BAHÇESİNDE MÜDÜR SÜLEYMAN EDİP BALKIR İLE, İSMAİL
HAKKI TONGUÇ KENDİ YAPTIKLARI BANKTA OTURUYORLAR

KÖY ENSTİTÜLERİ



Neredeyse tüm Anadolu'nun okulsuz ve öğretmensiz olduğu gerçeği gözönüne alınarak dönemin başbakanı İsmet İnönü'nün himayesinde, Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından İsmail Hakkı Tonguç'un çabalarıyla köylerden ilkokul mezunu zeki çocukların bu okullarda yetiştirildikten sonra yeniden köylere giderek öğretmen olarak çalışmaları düşüncesiyle kuruldular. Geleneksel öğretmen okullarında yetişmiş öğretmenler için köylerde öğretmenlik yapmak, istenilerek yapılacak bir görevden çok zorunluluk olarak algılanıyordu. Çalıkuşu romanındaki karakter gibi gönüllü ve özverili öğretmenlerin sayısı azdı. Oysa ki okuma yazma oranı Cumhuriyet ilk kurulduğu yıllarda %5 bile değildi. Bunun yanında nüfusun %80 lik bölümü köylerde yaşıyordu. Köy Enstitüleri'nin kurulması ve yaygınlaşması konusunda pedagoji uzmanı Halil Fikret Kanad'ın önemli çalışmaları vardı. Kanad, zorunluluktan değil özverilyle öğrenci yetiştirecekköye göre öğretmen fikrini savunmuştu.

1940 yılından başlayarak, tarım işlerine elverişli geniş arazisi bulunan köylerde veya onların hemen yakınlarında Köy Ensititüleri açıldı. Türkiye'de seçilen şehirlerden uzak ancak tren yollarına yakın tarıma elverişli 21 bölgede köy ilkokullarına öğretmen yetiştirmek üzere açılmıştı. Öğretmenler köylülere hem örgün eğitim verecek, okuma yazma ve temel bilgieri kazandıracak hem de modern ve ilmi tarım tekniklerini öğretecekti. Öğretmenler gittiği yörelerde bilinmeyen tarım türlerini de köylülere öğretecekti. Kitaba deftere dayalı öğretim yerine iş için, iş içinde eğitim ilkesi tatbik ediliyordu. Her köy enstitüsünün kendisine ait tarlaları, bağları, arı kovanları, besi hayvanları, atelyeleri vardı. Derslerin %50 bölümü temel örgün eğitim konularını içeriyordu. Geri kalanı ise uygulamalı eğitimdi.


Genel bilgiler :


1940-1946 arasında köy enstitülerinde 15,000 dönüm tarla tarıma elverişli hale getirilmiş ve üretim yapılmıştı. Aynı dönemde 750,000 yeni fidan dikilmişti. Oluşturulan bağların miktarı ise 1,200 dönümdü. Ayrıca 150 büyük inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santralı, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km. Yol yapılmıştı. Sulama kanalları oluşturularak enstitü öğrencilerinin uygulmalı eğitim gördüğü çiftliklere sulama suyu öğrenciler tarafından getirilmişti.Kapatıldığı 1954 yılına kadar Köy enstitülerinde 1308 bayan ve 15,943 erkek toplam 17,341 köy öğretmeni yetişmişti. Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Pakize Türkoğlu, Hatun Birsen Başaran, Ali Dündar, Mehmet Uslu ve Dursun Akçam gibi önde gelen yazarlar ve düşünürler bu okullarda yetişmişlerdir.


Köy Enstitülerinin listesi


Listedeki adlar köy enstitüler kurulduğunda sahip olduğu adlardır.


Ad/Bulunduğu İl KURULUŞ tARİHİ 1946 ya KADAR ÇALIŞAN MÜDÜR

Akçadağ / Malatya 1940 Şinasi Tamer -- Şerif Tekben
Akpınar-Ladik/ Samsun 1940 Nurettin Biriz -- Enver Kartekin
Aksu / Antalya 1940 Talat Ersoy -- Halil Öztürk
Arifiye / Sakarya 1940 Süleyman Edip Balkır
Beşikdüzü / Trabzon 1940 Hürrem Arman -- Osman Ülkümen
Cılavuz / Kars 1940 Halit Ağanoğlu
Çifteler / Eskişehir 1937 Remzi Özyürek - M.Rauf İnan - Osman Ülkümen
Dicle / Diyarbakır 1944 Nazif Evren
Düziçi / Adana 1940 Lütfi Dağlar
Erciş / Van 1948 İbrahim Oymak
Gölköy / Kastamonu 1939 Ali Doğan Toran
Gönen / Isparta 1940 Ömer Uzgil
Hasanoğlan / Ankara 1941 Lütfi Engin - Hürrem Arman - M.Rauf İnan
İvriz / Konya 1941 Recep Gürel -- İ.Safa Güner
Kepirtepe / Kırklareli 1938 Nejat İdil -- İhsan Kalabay
Kızılçullu / İzmir 1937 Emin Soysal, Hamdi Akman, Talat Ersoy
Ortaklar / Aydın 1944 Hayrı Çakaloz
Pamukpınar / Sivas 1941 Şinasi Tamer
Pazarören / Kayseri 1940 Sabri Kolçak -- Şevket Gedikoğlu
Pulur / Erzurum 1942 Ahmet Korkut -- Aydın Arıkök
Savaştepe / Balıkesir 1940 Sıtkı Akkay
DERSLAR
Okullar tarıma elverişli arazisi olan köylerin yakınlarında kuruldu. Amaçlarından biri de köylülerin alternatif tarım tekniklerini öğretmekti. Arıcılık bilinmeyen köylerde arıcılık, bağcılık bilinmeyen köyde bağcılık öğretiliyordu. Enstitüye atanan öğretmen gittiği köyde okul binasını köylülerin yardımıyla yapabilecek kadar inşaat bilgisi de öğreniyordu. Köy enstitüsünü bitiren bir öğretmen sadece bir ilkokul öğretmeni olmuyor aynı zamanda ziraatçilik, sağlıkçılık, duvarcılık, demircilik, terzilik, balıkçılık, arıcılık, bağcılık ve marangozluk konularını da uygulamalaı olarak öğreniyordu. Enstitülerin hepsinin kendisine ait tarım arazileri, atelyeleri vardı. Bu sayede öğretmenler kendi okullarını gittiği köyde köylülerin işbirliği ile inşa ediyor ve devletin okul yapmasına gerek kalmıyordu. Hasaoğlan Köy Enstitüsü, diğer köy enstitülerini kuran köy enstitüsü öğrencileri tarafından inşa edilmişti. Köy enstitülerinden mezun olan öğretmenlere yetiştirildikleri branşa ve gönderilecekleri köye göre 150 parçaya varan alet ve edevat veriliyordu. Öğretmenler bu alet ve edevat ile köylülerin de yardımıyla köy okulunu inşa ediyor ve köylülere hem modenr tarım tekniklerini hem de okuma yazmayı ve hatta müzik aletleri çalmayı öğretiyordu.

Hasan Ali Yücel Milli Eğitim Bakanlığı döneminde düünya klasiklerini Türkçe'ye tercüme ettirmişti. Köy enstitüleri öğrencileri her sene 25 tane klasik romanı okumakla yükümlüydü. Bu sayede zeki köy çocuklarından engin entellektüel birikimleri olan aydınlar oluşuyordu. Bu aydın köy öğretmenleri en az bir tane müzik aletini çalmasını da öğreniyordu. Aşık Veysel köy enstitülerinde müzik derslerinde öğrencilere bağlama çalmasını gösteriyordu.
Sabahın erken saatlerinde uyanan öğrenciler kzılı ve erkekli zeybek ve halk oyunşları oyunları oynayarak sabah sporlarını da yapmış oluyorlardı. Daha sonra kahvaltı ardından zorunlu okuma saati vardı. Kahvaltıyı kendilerinden önce kalkıp fırında ekmek pişiren öğrenci arkadaşları hazırlıyordu
Bu bakımlardan köy enstitüleri yaparak öğrenim konusunda dünyada benzeri görülmemiş bir örnek oluşturmuş ve birçok akademik inceleme ve araştırmaya örnek olmuştur.

Aşağıda Köy Enstitüleri'nde uygulanan derslerin 5 yıla dağılımı görülmektedir.
Kültür dersleri : Haftada 114 saat.
Zıraat dersleri: Haftada 58 saat
Teknik dersler: Haftada 58 saat
5 yıllık eğitim süresince kültür derslerinin toplam saatleri aşağıdadır.
TÜRKÇE : 736 saat
MATEMATİK : 598 saat
FİZİK : 276 saat
TARİH : 232 saat
YURTTAŞLIK BİLGİSİ : 92 saat
SANAT

Köylerde büyümüş öğrencilere klasik müzik enstrümanları ve geleneksel sazları çalması öğretiliyordu. Aşık Veysel, enstitüleri gezip öğrencilere saz çalmasını gösteriyordu. Hasanoğlan Köy Enstitüsü bu konuda en zengin enstrüman envanerine sahipti. Daha sonra açılan Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsündeki derslere Ankara Konservatuvarı öğretmenleri geliyordu. Köy kökenli öğrencilerden kurulu orkestralar müzik eserlerini seslendiriyordu.
1945 yılında Hasanoğlan Köy Entitüsü'ndeki müzik enstrümanları listesi şöyleydi.
MANDOLİN 250 adet KLASİK MÜZİK PLAĞI: 160 adet
KEMAN :55 adet
BAĞLAMA : 37 adet
AKORDEON : 8 adet
RADYO : 3 adet
PİYANO : 3 adet
DAVUL : 3 adet


KAPATILMASI
1946 yılında hükümetin yaklaşan seçimleri yitirme kaygısıyla CHP içinden muhalif milletvekillerinin başını çektiği örgütlü muhalefetin kampanyasıyla, müfredatında ve yapılanmasında kuruluş amaçlarından uzaklaşan değişiklikler yapıldı. İlerleyen yıllarda da, daha önceleri sıkı sıkıya bağlı olduğu "iş için iş içinde eğitim" ilkesinden uzaklaştırıldı. Önceleri yaratıcılığın ön plana çıktığı eğitim anlayışının yerine giderek geleneksel, ezberci eğitimin yerleştiği öğretmen okullarına dönüştürülerek 1954'te kapatıldılar Cumhuriyet Halk Partisi içinden Köylüyü topraklandırma Yasasına karşı çıkan bir kesim parlementer Demokrat Partiyi kurdu. Bu parlementerler içinde Atatürk Devrimlerine karşı olup tek parti düzeninde bu düşüncelerini açığa vuramayanlar olduğu, Atatürk devrimlerine muhalefet hisleri besleyen ancak bu karşıtlıklarını ortaya koymaya cesaret edemeyen siyasi ve toplumsal yapının bir karşı devrim atağı başlatarak Köy Enstitülerinin kapatılmasını sağladığı iddia edilmiştir. Hasanoğlan Köy Enstitüsü eski müdürü Rauf İnan ve Hıfzı Veldet Velidedeoğlu Köy Enstitülerinin kapatılmasının Atatürk Devrimleri karşıtlarınca başlatılan bir Karşı Devrim hareketi olduğunu söylemişlerdi. 1945 yılında Köy Enstitüleri hakkında komünistlerin, dinsizlerin yetiştiği fuhuş yuvaları olduğu söylenerek saldırı kampanyaları başlatılmıştı. Parlementoda bütçe görüşmelerinde milletvekili Emin Sazak'ın Köylere giden enstitü mezunları kendilerini birer Atatürk zannediyorlar demesi üzerine Hasan Ali Yücel, Bu çocukların her birinin birer Atatürk olması temenni edilir şeklinde cevap vermişti. Köy enstitüleri 1954 yılında kapatılmıştı.
Köy Enstitülerine yöneltilen ve kapatılmaları ile sonuçlanan belli başlı eleştiriler birkaç ana başlık altında toplanabilir. Enstitülerde öğrenciler tek tip üniforma giyiyordu ve enstitü müdürü bile buna uyup aynı üniformayı giyiyordu. Öğrenciler bizzat yönetime katılıyorlardı. Bu ve benzeri sebepler ile enstitülere koministlik suçlamaları yapılıyor arada bir ihbar mektuplarını dikkate alan poisin baskınlarına uğruyordu. Kız öğrencilerin erkek öğrenciler ile karma eğitim görmesi sonu gelmez dedikodulara neden oluyordu. Köylüler okul ve enstitü inşaatlarına yardım ile devlet tarafından mükellef kılınmıştı. Bu zorlamalar köylülere angarya olarak geliyordu. Öğrencilerin boğaz tokluğuna öğrenim görecekleri kendi okullarının inşasında çalıştırılmaları eleştirilmekteydi
Köylere atanan öğretmenler yörenin toprak ağalarıyla sorunlar yaşıyorlardı. Bu geçimsizlikler köy öğretmenlerinin toprak ağalarının seçtirdiği milletvekillerine şikayet olarak ulaşıyordu. Bu durum toprak sahiplerinin durmaksızın Ankara'ya baskı yapmalarına neden oluyordu.
KURULUŞUNDA EMEĞİ GEÇENLER

Mustafa Kemal Atatürk
Cumhuriyet kurulduğunda vatandaşların sadece %3-4 'ünün okuma yazması vardı. Halkın %80'i köylerde yaşıyordu. Atatürk ilk defa Köy Enstitülerin kuruluş yasalarını çıkardı. İlk önce askerliğini çavuş olarak yapmış erlerden köy öğretmeni yetiştirilip köylerine öğretmen olara gönderilme projesini önerdi ve bu proje uygulandı.

Hasan Ali Yücel İsmail Hakkı Tonguç ve İsmet İnönü
Yoğun muhalefet ortaya çıkmadan önce Köy Enstitülerinin arkasında durdu ve her türlü desteği verdi. Toprak reformunu desteklediğini açıklamıştı. 1946 seçimlerinde CHP'ye oy keybettireceği endişeri ile Köy Enstitülerinin kapatılmasına karar verdi İsmet İnönü 1966 yılında geride bıraktığı hayatı boyunca hatırlanacak en önmli eserlerinin Köy Enstitüleri ve çok partili hayata geçiş olacağını söyledi .

12 Nisan 2009 Pazar


M A Y O N U N T A R İ H Ç E S İ





Bikini 1946 yılında ortaya çıktığında aslında kadınlar tarafından ilk bu tarihte kullanılmaya başlanmamıştı. Umuma açık yerlerde bikinin ilk ortaya çıkışı dördüncü yüzyıla dayanıyor. Eski Roma’da jimnastik ve spor yapan kadınlar alt ve üst olarak iki parçadan oluşan bikini modeli bir kıyafet giyiyorlardı. Hatta ayak bileklerine de halhal takıp kendilerine aktif kadın imajı yaratıyorlardı. Bugün de plajlara baktığımızda aynı modeli görmek mümkün...Bikini Eski Roma’da olduğu gibi bugün de modern kadının simgesi olarak önümüze çıkıyor...

20. yüzyılın ilk zamanlarında dünyanın hemen hemen her yerinde bikini veya benzeri kıyafetlerin giyilmesi düşünülemezdi bile. Kadın yüzücüler plajlarda kendilerini gizleyebilmek için sıradışı uzunluktaki giyimleri tercih ediyorlardı. Katlı deniz kıyafetleri o dönemde revaçtaydı. Toplumların daha kapalı ve muhafazakar süreçler içinde yaşıyor olması kadınların da umuma açık yerlerde kapanmasına yol açtı. Fotoğrafta da görüldüğü gibi kadınlar plajlarda değil daha arka planda at arabalarının üstünde zamanlarını geçirirken erkekler ön planda yer alıyordu...



20. yüzyılın ilerleyen dönemlerinde kapalı tarzdaki deniz kıyafetleri yerini daha modern ve kadın vücudunu ortaya çıkaran bugün ‘mayo’ olarak tabir ettiğimiz modele bıraktı. Fakat yine de kadın vücudunun büyük bölümünü kapatan bir modeldi.Fotağraftaki Avustralyalı kadın yüzücü ve sessiz sinema oyuncusu Annette Kellerman ilk defa Boston’daki Revere Plajı’nda bu kıyafetle görüldü ve kadınların yüzme tarihinde yeni bir adım daha atılmış oldu.
Ardından iki parçalı kadın mayosu dönemi geldi. Kalçayı ve göbek çukurunu tamamen kapatan bu yeni modelin üstü de şimdiki bikiniler gibi açık değildi elbette. Fakat eskiye göre yine de oldukça cüretkar bir giyim şekliydi.Dönemin ünlü starları Ava Gardner, Rita Hayworth ve Lana Turner gibi isimler iki parçadan oluşan bu kıyafeti tercih ediyorlardı. Fotoğrafta Ava Gardner’ın 1941 vyılında çekilmiş görüntüsünü izliyoruz...
Kelly Killoren’in ‘The Bikini Book’ isimli kitabında çekici kadınların adeta atom gibi aktif bir görünüme bürünmekte geç kalmadıkları anlatılıyor. 1946 yılında Fransız Jacques Heim bugün bildiğimiz anlamda ilk bikini tasarımını yaptı. Adına da ‘atome’ dedi.Ardından Louis Reard, ABD’de ‘atome’ un teste çıkmasından 5 gün sonra yeni bir tasarımla ortaya çıktı. Adını da ‘le bikini’ koydu. Böylece bugünkü bikininin ilk olrtaya çıkışı gerçekleşti
Le Bikini’ nin dünya geneline yayılması da devamında geldi. Fotoğrafçı Micheline Bernardini’nin çektiği fotoğraf dünya geneline yayıldı. Reklam kampanyalarında ve afişlerde de bolca bikinili kadın figürü kullanılmaya başlandı. Yandaki afiş 1947’de ‘My Favorite Brunette’ isimli filmin afişi. İlerleyen dönemde Time dergisi de konuyu kapa
ğına taşıdı.
Bu fotoğraf 1953’te Cannes Film Festivali’nde çekildi. Brigitte Bardot ‘un festival sırasında çekilmiş bu görüntüsü oldukça olay oldu. Bu fotoğraf Fransız Riviera’sında bikini kullanımını patlattı. Artık dünya hiç sonu gelmeyecek bikinili kadın modelini benimsedi...
Yaklaşık üç yaz sonra artık tüm starlar sahillerde bikiniyle boy göstermeye başladı. Artık geçiş süreci atlatılmıştı. Kadınlar plajlarda tüm hatlarını ortaya çıkaran bikinilerle rahatça koşabiliyorlardı.

Bikini daha sonra her yerde bulunan hatta sokaklarda satılan bir obje haline geldi. Yeni tasarımsal modeller yaratıldı. Artık modanın bir parçası oldu.
Bikini artık seksiliğin bir simgesi. Kadınlar 1970’li yıllardan sonra bikini uğruna ince belli ve göbeksiz olmaya özen göstermeye başladı. Cheryl Tiegs’in objektifinden Everett Koleksiyonu fotoğrafta görülüyor. İşte yeni ideal kadın modeli...
..
Bugün artık bikini modeli daha da seksi bir hal aldı. Tanga bikiniler karşınızda. Tanga ilk olarak 1970 yılında Brezilya’da ortaya çıktı. O günden bugüne artık dünya genelinde hatta Türkiye’de tüm plajlarda görebiliyoruz. Latin esintisinin tüm dünyaya yayılması tanga sayesinde gerçekleşti...

İç çamaşırını andıran tangalar artık her yerde karşımızda. Dergi kapaklarında, televizyonda, plajlarda, moda defilelerinde açıkçası heryerde.... Erkekleri eskisi kadar şok etmese de yine de büyük heyecan uyandırıyor....

Yaz geliyor. Plajlar renklenecek. Plajlarda bikinili kadınlar boy göstermeye başlayacak. Bikininin sahillerin vazgeçilmez parçası olduğu günümüzde, işte size bikininin kısa bir tarihçesi...

7 Nisan 2009 Salı

S.Ö.O MEZUNLARININ OKUL ANILARI

Sivas Öğretmen Okulu 2-B sınıfı, Tarih öğretmenimiz
Makbule Özdoğan'la (Naylon) birlikte. M.Özdoğan'ın
arkasındaki açık caketli benim

Burhan BURSALIOĞLU

Yayınlanan bu anılar, Sivas Öğretmen Okulu Mezunları olarak 2002 de ikinci baskısını yaptığımız " BİR ZAMANLAR KABAKYAZISI " albümünden alınmıştır. B.B.



NEREDE
--- Nezir ÖZMEN’den ---

“İstanbul Haydarpaşa Lisesi mezunuyum Okul dışı bitirme sınavlarına gireceğim. Okulun bahçesine adım attım, karşılaştığım kişiler öğretmen mi, öğrenci mi ? şaştım kaldım. Kılık kıyafetleri, davranışları, kişilikleri beni o kadar etkilediler ki…”Seçkin bir eğitimci böyle söylüyordu.
Anılar… Demir almış giden sessiz gemiler…
Kimileri rahmetli olmuş, lakaplı, lakapsız öğretmenler, öğrenciler. Kaptan Naciler, Horozlar, Atlar, Keşler… Dostluğun doruğu Canlar, Erdemler, Karababalar, Berkerler, öte yandan
Kadri Kiperler, Fazıl Beyler, Tömekçeler, Naylonlar,Kelleciler, Coniler, düdükler, Uykusuzlar, Gogiler.
Eyüp Hamdi ve Nazım’ın, suratında patlayan tokadı, olamazın olması. Anılar, varsın oldukları yerde, yüreklerde kalsın.
“…Cumhuriyet Gençleriyiz…”
İlkelere, ruhlara işleyen bir ulusal bilinç, inanç, hücrelere sinen öğretmenlik ruhu.
Sivas Öğretmen Okulu mu? Okul değil EKOL.


AFERİN 9 --- Ragıp HANDIR’dan ---


Ders Pedegoji. Öğretmenimiz, (Allah rahmet etsin ) Eyüp Hamdi Akman --Gogi –
Ağabeylerimizden duymuştum. Yazılıda çok kağıt dolduran iyi notlar alır. Ama yazılıda cevap olarak ne yazarsan yaz. Yeter ki çok kağıt yazılmış olsun.
Ben de bir yazılıda kağıdıma; her soruyu yeniden yazarak o günün devrinde aklıma ne gelirse yazdım. Hatta, baş ağrısı çekiyordum. Sayın Hocamıza cevaplarımın bir tanesinde de bu baş ağrısının sebebini ve kendisinin de psikoloji öğretmeni olması hasebiyle, bunu sebeplerini bilebileceğini, tavsiyelerinin ne olacağını sordum. Tabii bu arada da 9-10 kağıt doldurdum. Ancak, ikinci ilginç bir durum var. Kalemim yoktu, kendisinden kalem istedim, istemez olaydım. Her dolanışta yanıma gelip kulağıma, “ Aman Handır, yavaş bastır kalemi, bir şey olmasın “ ikazından da bir hayli sıkılmıştım.
Sonuç olarak, notlar okunduğunda, “Handır, aferin, çok iyi çalışmışsın, 9 aldın” demez mi?


DONUYORDUK --- Remzi BAŞAK’tan ---


1952-1953 öğretim yılı. Köy okulu stajına gittiğimiz merkez Şimkürek köyü İlkokulunda nöbet günü bende idi.
Kışın Kızılırmak donduğundan, arkadaşların ve köyün ihtiyaçlarını çimento fabrikasından temin ediyorduk.
Nöbetçi olmam dolayısıyla ihtiyaçları almak bana düştü. Bafra’lı Osman’ı alarak yola çıktık. Kızılırmak’ın tam ortasında buz kırıldı.. İkimiz de belimize kadar suya gömüldük. Birbirimize yardım ederek karaya çıktık. Ölümle yarım saat pençeleşmiştik. Tekrar köye döndük. Dersteki arkadaşlar bizi görünce şaşırdılar. Hemen sobayı yakarak bizi donmaktan kurtardılar.
Bu olayı hayat boyu unutamıyorum.

--- Ulviye (Torun ) SARAÇOĞLU’ ndan ---
HAVUZA PARA

Okul bahçesindeki havuz kışın buzlanırdı. Bu hali, okul mensuplarına, eğlence pisti olurdu. Öğle tatilinde, hocalarımız, mesela, Fazıl Bey havuza para atar, cesaretli bir öğrencinin almasını isterdi.
Bir gün yine cesur bir öğrenci buzun kırılmasıyla sulara batmıştı. Bütün okul bahçeye toplanmış gülmekten kırılmıştık.

KAÇAMAK
--- Kemal SEZER’ den ---

Yatılı öğrenciler hafta sonları, akşam hamama giderdik. Zannediyorum Kurşunlu hahamı idi. Herhalde 2. sınıftaydım.
Hamam çıkışı okula dönmemiz lazım. İki arkadaş sinemaya gittik. Güzel bir film vartdı. Geç saatte okula döndük. Fazıl Erdine öğretmenimiz nöbetçi imiş. Bizi yakaladı. Çok korktuk. Bağırdı, fakat dövmedi. “Yarın görüşürüz” dedi.
Disiplin kuruluna verilmemizden korkuyorduk.
Ertesi günü bizi çağırdı. Kırgınlığı geçmişti
Biraz konuştu, öğüt verdi ve affetti. O zaman çok sevindik…






3 Nisan 2009 Cuma

MUSTAFA KEMAL HARPOKULU ÖĞRENCİSİ


CAN DÜNDAR' dan


Bu fotoğrafın varlığından ilk kez Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı’ndaki çalışma sırasında haberdar oldum.

Vizyona giren filmimiz “Mustafa” için belge araştırmasındaydık. Bizimle ilgilenen Albay, Mustafa Kemal’in Harbiye öğrencisiyken çekilmiş fotoğrafını görüp görmediğimi sordu.
“-Hayır görmedim” dedim.

Mustafa Kemal’in bildiğimiz en eski fotoğrafı, 1902 yılında Harbiye’den mezun olurken çektirip annesine yolladığı fotoğraftı.Orada 21 yaşında, kılıç kuşanmış, bıyıklı bir teğmendi.Öğrencilik yıllarını hiç görmemiştik.107 yıllık fotoğraf heyecan içinde fotoğrafın yerini sordum.
-İstanbul’da Harbiye Askeri Müzesi’nde olduğunu söylediler.
Hemen gerekli izinleri alıp Harbiye Müzesi’ne koştuk.Arşiv açıldı ve dile kolay tam 107 yıl açığa çıkmamış bu fotoğraf ortaya çıktı .

.Mustafa Kemal ve arkadaşlarının bu fotoğrafı Harbiye ikinci sınıfta çektirdiği sanılıyor.Yani yıl 1901 olmalı...Mustafa Kemal, oturduğu yer, oturuş biçimi ve paltosuyla hemen fark ediliyor. Bıyıkları yeni terlemiş daha...Henüz kılıç kuşanmamışlar ama hepsinin ellerinde kitap var. Hep omuz omuza.

Fotoğraftakilere gelince...
Mustafa Kemal’in hemen solunda oturan genç, Ali Fuat olmalı...Ali Fuat (Cebesoy) “Sınıf Arkadaşım Atatürk” başlıklı anılarında Mustafa Kemal’le tanıştıkları cuma akşamını ayrıntılarıyla anlatır. Okuldaki 2 bin öğrenci içinde bu ikili yakın dost olmuşlardır. Dostlukları ömür boyu iniş çıkışlarla sürecek, Ali Fuat, sürgünlerde, cephelerde de hep fotoğraftaki gibi Mustafa Kemal’in yanında olacaktır. Suikast davasıyla bozulan ilişkileri zamanla düzelecek ve Fuat Paşa, Savarona’da ona eşlik eden bir avuç insandan biri olacaktır.

Fotoğrafta Mustafa Kemal’in sağ yanında oturan devrik fesli genç de ömür boyu onun yanında olacak dostlarından biri: Kazım Özalp...
O, Atatürk’ten bir yıl sonra Manastır İdadisi’ne girmişti. Orada tanışmışlar, grup içinde arkadaşlık etmişler, lokumuna tavla oynamışlardı. Kazım, Mustafa Kemal’in “tavlada bile kaybetmeye tahammülü olmayan kişiliğini” orada fark etmişti. (“Atatürk’ten Anılar”, Türkiye İş Bankası Y, 1992) Sonra Harbiye’ye de bir yıl sonra onun peşinden gitmişti. Bu kez Babıali’deki Stefan’ın kıraathanesinde veya Sirkeci’deki Yani’nin kahvehanesinde buluşuyorlar, tartışıyorlar, bilardo oynuyorlardı. Fotoğraf, tam o dönem çekilmiş olmalı...

Üniversiteli Mustafa Kemal 20. yüzyıl başından 1938’e dek süren bir dostluk tablosunu belgeleyen bu fotoğraf, bizi üniversite öğrencisi Mustafa Kemal’le tanıştırıyor.Kuşkusuz bundan böyle okul kitaplarında yerini alacaktır.

2 Nisan 2009 Perşembe

HARFLERİN İFADELERİ


A - B - C

Burhan BURSALIOĞLU

A: Algılama gücü ve mantık yürütme kabiliyeti yüksek kişiliği temsil eder.
B: Ön sezileri kuvvetli kişiliği temsil eder. En olumsuz olaylarda dahi umutlarını yitirmeyen kişiliktir aynı zamanda.
C: Güzel sanatlara yatkınlığı temsil eden, duygusal kişiliği ifade eder.
Ç: Zevk ve sefa düşkünü kişiliği temsil eder.
D: Üstün gücü temsil eder. Hırslı ve zorluklara direnen kişiliği ifade eder.
E: Ruhsal karışıklığı temsil eder.Yani, üzüntü ve sevinci bir arada yaşayan ve ruhsal gel- gittikleri olan kişiliği ifade eder.
F: Sakinliği temsil eder.Uysal ve güvenilir kişiliğin işaretçisidir.
G: İnatçı kişilik, gerginlik ve üstün güçlere sahip olma arzusunu ifade eder.
H: Sakin ve durağan bir kişiliği ifade eder. İ –I:Hassas, duygusal ve kırılgan bir kişiliği temsil eder.
J: Kaprisli ve kıskanç kişiliğin belirtisidir.
K: Başarılı, unvan sahibi ve daima yükselen bir kişiliği ifade eder.
L: Sanatsal yönleri olan kabiliyetli kişilik ifadesidir.
M: Ticarete yatkınlık ve yüksek zeka seviyeli kişiliği ifade eder.
N: Üstün güçlere sahip, sağduyulu kişileri temsil eder.
O-Ö:Gizemli kişilik sahibidir.Gizliliği sever ve duygularını açığa vurmaktan kaçınan tiplerdendir.
P: Kendinden emin kişilik, girdikleri ortamda kendine güvenli tavırlarıyla dikkat çekerler.
R: Tereddütlü kişilik demektir, karar vermede zorlanmalar yaşarlar.
S-Ş:Hayalperestliği sembolize ederler. Aşırı hayal kurarlar.
T: Oldukça ketum tavırlı ve duygularını karşısındakine açmayı zor başarabilen kişiliği temsil eder.
U-Ü:Durgun görünümlü, çok ağır hareket eden, işlerini ağırdan alan bir profil çizen kişiliktir.
V: Kendi içine dönük, umursamaz kişiliği ifade eder. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın felsefesiyle hareket eder.
Y: Geçmişteki izleri, üzüntü ve diğer olayları sürekli yaşar, geçmişlerini asla unutmazlar ve güçlü bir kişilik yapısı gösterirler.
Z:Bilimsel açıdan başarılı,okumayı seven, akademik anlamda başarılı kişiliği ifade ederler.

31 Mart 2009 Salı

GÜNCEL ALINTILARDAN









Seveni ve sevmeyeni bol olan Hıncal Uluc'un yazısı.Yoruma bile gerek yok. (Alıntı)
Gün Atatürkçülerin günüdür!..

Atatürkçüler!.. Atatürk Cumhuriyetinin sahipleri.. Laik, çağdaş, batılı, demokrat Türkiye Cumhuriyeti' ne inanan insanlar.. Eğer bugün susarsanız, bugün sinerseniz, bugün koparılan gürültüler, tozduman edilen ortamda Atatürk ve Cumhuriyeti' nden şüphe ederseniz hele, biteriz. Atatürk biter. Atatürk Cumhuriyeti biter.. Yıllar önce İkinci Cumhuriyet sulandırmasıyla ortaya çıkıp, aslında Ortadoğu ve Orta Asya'ya Göz dikmiş Amerika'nın ihtiyaç duyduğu tampon, uydu "Ilımlı İslam" devletine döneriz.
O zaman yeni bir Atatürk de bekleyemeyiz. Çünkü Atatürk'ler tarihte kolay yetişmiyor.. En azılı düşmanı Lloyd George'un dediği gibi, yüzyılda bir geliyorlar dünyaya.. Geçen yüzyıl bize nasip olmuştu. İki yüz yıl üst üste şansın bize dönmesini ummayın.. Bakın, Ortadoğu ve Orta Asya siyasetini tamamen bir Ilımlı İslam Türkiye'ye bağlamış. Amerika'nın niyetleri nasıl açık!... Ne diyor gayri resmi sözcüleri Newsweek dergileri.. Türkiye'de iki derin devlet var. Biri temiz.. Onlar AtatürkCumhuriyetçisi laikler.. Kimler?.. Ordu.. Yargı.. Üniversiteler. Yani tüm dinamik güçler ve tüm Atatürk bekçileri.. Bunlara dil uzatamıyor. Ne diyor.. Bir de Kirli derin devlet var.. Temiz derin devlet varlığını devam ettirebilmek için kirliye muhtaç. Yani eninde sonunda o da bulaşık.. O da kirli.... Ve baklayı ağzından çıkarıyor.. "Ey Türk milleti.. Bu derin devletten kurtulmak için tek yol var önünde..Mart ayındaki seçimlerde oyunu AKP'ye ver. Yüzde 47'den daha fazla ver ki, onlar iyice coşsun, ötekiler iyice pıssınlar.." Yani, Deniz Baykal'ın göstermelik, Devlet Bahçeli'nin "Yavru" muhalefetine bile tahammül edemiyorlar, görünüşte. Aslında Amerika'nın sorunu muhalefet değil. Bir Kemal Derviş müdahalesiyle işi nasıl başarıp, darmadağın ettikleri tüm öteki partiler yanında iktidarı AKP'ye nasıl altın tepside sunduklarını bilmeyen var mı?. Amerika'nın sıkıntısı Atatürk'ün ve ilkelerinin yılmaz bekçisi Ordu.. O, orda, öyle dimdik durdukça, Cumhuriyetin laik ilkelerinden ödün vermek, Ilımlı İslam devleti kurmak mümkün olmayacak.. O zaman hedef ne?.. Ordu!..
Türkiye'nin derin devleti var da Amerika'nın yok mu?..
Onlar salmazlar mı kendi derin devletlerini Türk Ordusunun üzerine..
O ordu yıpratılır, o ordunun Türk halkı nezdindeki başından beri açık ara süren "1 numaralı güvenilen kurum" niteliğine gölge, şüphe düşürülürse iş kolaylamaz mı?..
Oynanan oyun bu..
Bu ülkede her iktidar, polisi ele geçirebilir..
Ama Menderes dahil, Ordu'yu ele geçirebilen çıkmadı.
Çıkmaz.
O Harpokulu orda durdukça çıkmaz.
Bugün polis ne durumda biliyor musunuz?.
Tarikatlar ne kadar sızmışlar haberiniz var mı?.
Bugün Ordu'yu yıpratan her olayın içinde ve başında polisin olması tesadüfmü?.
Polis, yargının, yani savcıların, mahkemelerin isteğiyle mi hareket ediyor, yoksa iktidarın emir kulu mu?.
Polisin, o gün nereleri basacağını polisten evvel devlet televizyonunun bilmesini neye bağlıyorsunuz mesela..
Çok kritik bir Ordu mensubunun evi basılır, güya çok önemli belgeler ele geçirilirken, savcılara haber verilmeyişi, polisin eve gelip yalnız başına 3 saat çalışması ve bilgisayarı yedekleme yapmadan alıp gitmesi tesadüf mü?.
İçinden çeşitli silahlar çıkan kazı yapılırken, polisin tüm özel yayın kurumlarına engel olup, sadece TRT kameramanı eşliğinde çalışması hep masum tesadüf, ya da talihsizlikler mi?.
Ordu'dan şüpheyi pompalayan satılık kalemler, hem de bu kadar temel yanlışı yapan polisi niye eleştirmiyorlar sizce?.
Geçen gün, bulunan silahlarla ilgili, 1965 yılında askeri okulda bize verdikleri dersi özetledim. İşgal altındaki ülkede, işgalcilerle gerilla savaşı yapmak için, barışta gömülen, saklanan silahları anlattım.
Bir emekli General dedi ki..
"Yazdıkların doğru.. Bak sana söylüyorum. Bugün bulunan tüm silah ve cephanenin devlete kayıtlı olduğunu asker de, polis de biliyor. Asker görev bilinci içinde sırlarını açıklamaz. Susuyor. Polis bunu biliyor ve kullanıyor.. Asker hızla yıpranıyor.."
Ergenekon adı altında kopan tüm gürültünün baş hedefi, Atatürkçüler ve de özellikle Atatürk'ün ordusu..
İşte onun için diyorum..
Gün susma, sinme, geri adım atma, "Hele bir bekleyelim" deme günü değil..
Onlar organize.. "Fet" diyorum, yüzlerce küfür, tehdit maili yağıyor.
Bir yerden işaret almış gibi..
Bütün gazete yöneticileri, bütün köşe yazarları bu baskının altında..
Atatürk'e söven yazılar son günlerde nasıl azdı, nasıl yoğunlaştı?..
Çünkü onlara da alkış yağıyor her sövmelerinde, ayni merkezlerden..
Coşuyorlar.
Atatürk Cumhuriyetçileri. .
Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençler..
Korkmayın..
Sinmeyin..
Susmayın..
Bilgisayarlar kilitlensin haykırmanızla..
Atatürk'ün kurumları, onlara sahiplendiğinizi görsün, hissetsin,yaşasınlar...
Bu ülke bizim..
Bu Cumhuriyet bizim..
Atatürk bizim..
Biz yaşadıkça..
Korkmadıkça, sinmedikçe, palavraya pabuç bırakmadıkça..
Hıncal ULUÇ

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...