18 Haziran 2009 Perşembe
ATATÜRK'Ü N GÖLGESİNDEN KORKANLAR ! - 1 -
ENGİN ARDIÇ denen, pasaportlu (!) adam Atatürk hakkında kelam
kalemlemiş.. Hıncal Uluç da ona cevap yazmış. (ikisi arka arkaya)
İşte iktidardan güç alıp kalemleriyle kin kusanlar. Bu adam star da
çalışırken Cem Uzan'ın SAKSAFONUNU üflerdi , hiç değişmemiş..Şimdi de,
iktidar yanlısı patronunun SAKSAFONUNU üflüyor
21 Mart Cumartesi günü Sabah'ta yayınlanan Engin Ardıç'ın yazısı;
Atatürk'ün pasaportu var mıydı?
Atatürk'ün yurt dışına hiç çıkmadığını hep biliriz... Bu, büyük
bir erdem olarak pazarlanmıştır: Kendisi hiçbir yere gitmeden herkesi
ayağına getirmiş!
Herkes dedikleri, İran şahı ve İsveç kralı gibi "kıyıdan
köşeden" adamlar, bir de İngiliz kralı Edward tabii... Yanında da Mrs
Simpson... Ama o da aşkı uğruna kısa bir süre sonra tacı tahtı
bırakacağından, bu gezinin bir yararı olmamış.
Olamazdı da... İngiliz kralı ya da kraliçesi "hüküm sürer ama
idare etmez" ... Meclise izinsiz giremediği, seçimlerde oy
kullanamadığı gibi, dış politikaya da karışamaz!
Bunun dışında kim gelmiş Türkiye'ye? Hitler mi, Stalin mi,
Mussolini mi, Roosevelt mi, Hirohito mu? Hiçbiri.
Keşke İspanyol başkanları Alcala Zamora ya da Manuel Azana
gelselerdi de, "asi generallere" karşı İspanyol Cumhuriyeti'ne sahip
çıkma onuruna kavuşsaydık yahu...
Ama niçin geleceklerdi? Türkiye önemli bir ülke değildi ki,
kendi kabuğuna çekilmiş, yaralarını sarmaya ve Batılılaşma girişimini
temele indirmeye çalışan, "dünya sahnesinin önünden çekilmiş" bir
ülkeydi... Her türlü Osmanlı mirasını da reddettiği için (borçların
bir kısmı hariç!), "beni kendi halime bırakın, karışmayın, bulaşmayın"
der gibiydi dünyaya...
Atatürk'ün yurt dışına hiç çıkmamış olması niçin büyük bir
başarı olarak değerlendirilmiştir?
"Kendi kabuğuna çekilmek, kendi yağıyla kavrulmak" erdem sayıldığı için!
Bu da memur zihniyeti değilse, memur zihniyeti başka nasıl olur acaba?
Ve de Atatürk'ün bazı Anadolu kasabalarını dolaşmış olması niçin
büyük birer olay gibi pazarlanmıştır? Hele İstanbul'a her gelişi niçin
"tarihi gün" sayılmıştır?
Yani tasavvur edebiliyor musunuz, Hitler'in Stuttgart'a gelişi
bayramı, Mussolini'nin Venedik gezisi şenlikleri, Stalin'in Odessa'yı
ziyaretinin bilmemkaçıncı yıldönümü kutlamaları... Var mı böyle bir
yağcılık?
Toplum o kadar "donuk", ulaşım o kadar yetersiz durumdaydı ki,
bir yerden bir yere gitmek başlıbaşına heyecan verici, serüven gibi
bir şeydi o dönemde...
Keşke bu gibi çarçur gezilerle övüneceğimize, "Atatürk'ün uçağa
binip Atina'ya gitmesi ve eski düşmanlarını kucaklaması, Atatürk'ün
Cenevre'de yaptığı ünlü Milletler Cemiyeti konuşması, Atatürk'ün
tarihi Beyaz Saray ziyareti, Atatürk'ün meşhur Moskova gezisi,
Atatürk'ün unutulmaz Paris barış görüşmeleri" gibi hatıralar
kalsaydı... Ayıp mı olurdu, günah mı?
Belki o zaman cumhurbaşkanlarımızın ya da başbakanlarımızın dış
gezileri de memurlarımıza ve memur ruhlularımıza küfür gibi
gelmezdi!...
Atatürk hiç yurt dışına çıkmadı dedik, bu hem doğrudur hem yanlış..
Atatürk yurt dışına çıkmadı ama, Mustafa Kemal çıktı!
Libya'ya gitti çarpışmaya ama orası yurt dışı sayılmıyordu...
Bunun dışında Sofya'ya, Berlin'e ve batı cephesine de gitti görevli
olarak, Viyana üzerinden Karlsbad'a da gitti (Karlovy Vary) sağlık
nedenleriyle...
Ama o zamanlar bir "imparatorluk subayıydı" ...
Hani şu nefret kustukları Osmanlı İmparatorluğu vardı ya, onun
ordusunda subaydı.
1919 yılında ordudan istifa edene kadar bir Osmanlı subayıydı.
Hadi kim hayır diyecekse desin de alnını karislayim.
Hıncal Uluç'un Engin Ardıç'a yanıtı;
Atatürk'e dil uzatanlara...
Önce biri hafta sonu hiç yüzü kızarmadan saldırdı gene, "Atatürk'ün pasaportu var mıydı" diye.. .. Ve çizdiği Atatürk portresine bakar mısınız?.. "Vizyonsuz.. Memur zihniyetli biri.." Utanmazlığın ölçüsüne bakar mısınız?.. Yıkılmış, tükenmiş, bitmiş, işgal edilmiş Osmanlı'nın küllerinden, Avrupa'nın "Hasta Adam" dediği Türkiye'den, modern bir batı cumhuriyeti yaratan adam için çizilen tabloya, aşağılamaya bakar mısınız?.. "Memur zihniyetli, vizyonsuz!.." Bu korkunç kafaya, bu örümcek düşünceye yanıtı, ayni günün gecesi, Rus Kızıl Ordu Korosu muhteşem bir yanıt verdi, tesadüfe bakın bu defa, TİM'de.. Ben ordayım üç kardeşimle, Öcal Serpil ve Kemal'le.. Salon son koltuğuna kadar tıklım tıklım doluydu ve herkes, Atatürk'ün neler yaptığını anlatan Kızıl Ordu korosuna hem de nasıl coşkuyla eşlik ediyordu.. "Bir hızla kötülüğü geriliği boğarız, Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız. Türk'üz bütün başlardan üstün olan başlarız; Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız." Türk'üz Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi, Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri." "Karanlığın üstüne güneş gibi doğmak" nedir bilir misin sen, karanlık adam?.. O senin memur zihniyetli, vizyonsuz dediğin adam, o yıllarda yepyeni bir devlet, çağdaş, bir cumhuriyet kuruyordu, bir ulusun kaderini değiştiriyor, dünyaya, hele de Müslüman dünyaya örnek oluyordu, öğretmediler mi sana?.. O vizyonsuz, o "Memur zihniyetli" dediğin adamın dünyadaki itibarını, saygınlığını bilir misin?.. Efendim "Kimse gelip gitmemiş Türkiye'ye Atatürk zamanında.." İngiltere Kralı gelmiş ama, o sayılmazmış.. Çünkü adamın zaten yetkisi yokmuş.. Birleşik Krallık kralının ülkemize, Atatürk'e gelişini bir formalite sanıyor.. Peki o zaman "Pasaportlu" Abdullah Gül'ün iki günde bir yurt dışına gitmesi, bu ülkede devlet başkanları ağırlaması ne?.. Atatürk'e gelen İran Şahı adam değil de, Gül bugün İran'da ne arıyor peki?.. Adamın, Atatürk'e saldırma gözlerini öyle karartmış ki, ne dediğini bilmiyor, çelişkiler içinde.. İngiltere Kralı, İran Şahı, gelmemeliymiş de, kim gelmeliymiş?.. Hitler, Mussolini, Stalin.. Verdiği örneklere bakar mısınız?.. Hafazanallah. Bunlardan biri gelmiş olsaydı kazara, bugün kimbilir neler yazardı, düşünebiliyor musunuz?. İngiliz Kralı yetkisiz.. Peki yetkilisi, hem de azılı Türk düşmanı Lloyd George ne dedi, hem de Birleşik Krallık Millet Meclisinde.. "Arkadaşlar, yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki o büyük dahi çağımızda Türk Milleti'ne nasip oldu. Mustafa Kemâl'in dehasına karşı elden ne gelirdi." Atatürk uçağına atlayıp Yunanistan'a gitmemişmiş.. Venizelos'la kucaklaşmamış.. Ama Venizelos yenildiği düşmanı Atatürk'ü 1934 yılında Nobel Barış Ödülüne aday göstermiş.. Nasıl olmuş bu peki?.. Vizyonsuz, memur zihniyetli, içine kapanık adamdan başkasını bulamamış mı, Yunan Lideri, "Dünya barışına en hizmet eden kişi" diye seçecek?.. Atatürk Mussolini'ye gitmemiş. O da Türkiye'ye gelmemiş.. Ama Atatürk'ün süvarileri İtalya'ya gidip, zamanın en büyük binicilik kupasını, hem de Mussolini'nin adını taşıyanını Türkiye'ye getirmişler.. Bu müthiş spor hamlesinin ne manaya geldiğini bilir misin sen?.. O vizyonsuz, memur zihniyetli adamın, o sıralar nasıl bir Türkiye kurmakla meşgul olduğunu anlayabilir misin, bu örnekten yola çıkıp?.. Aklın erer mi?. Erer.. Bal gibi erer de işine gelmez söylemek... Sen ve senden yüz bulup hemen ertesi gün Atatürk'e saldıran yamağın da bilir bunları, çok iyi.. Kilitleyin bilgisayarınızı gene de, size yağan e-mailler geri dönsün tamam mı?.. Yüreğiniz o kadar.. Bakın, bugün bu köşede, 20'inci Yüzyılın en önemli adamlarının Atatürk hakkında söylediklerinden bir derleme seçtim sizin için.. Okuyun, iyi okuyun ve iki günde bir saldırdığınız, sövdüğünüz, dalga geçtiğiniz Mustafa Kemal Atatürk'ün nasıl bir devlet adamı, nasıl bir deha, Türkiye için nasıl bir şans olduğunu iyi öğrenin.. Ne yazık ki, sizin için de büyük şans oldu Atatürk!. O olmasaydı, bugün bu köşelere oturup bu saçmaları bu kadar özgür yazma imkânınız olur muydu?..
17 Haziran 2009 Çarşamba
SONUN BAŞLANGICI!..
eski bakaninin herseyi hazirladim dedigi bu imis demek ki!!!!
Tarih: 06 Haziran 2009 Cumartesi 06:57
Konu: DIKKAT - OKULLAR YEREL YÖNETİMLERE VERİLİYOR !!!
GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE'M |
16 Haziran 2009 Salı
S A Ğ L I K
VÜCUT YAŞIMIZIN HESAPLAMA
Burhan Bursalıoğlu
Alıntı TESTİ
ROF. Robert Weale, biyolojik yaşın takvim yaşından daha fazla olabileceğini belirtiyor. İngiliz Dail Mirro gazetesi de, biyolojik yaşı hesaplama testi yayınladı.
CİLT ELASTİKİYETİ
Cilt yaşlandıkça, kolajen ve elastin maddeleri azalır ve elastikıyetini kaybeder. elinizin üzerrindeki deriyi cimdikler gibi tutarak çekin ve bir dakika bu şekilde tutun. Deriyi bıraktığınızda tekrar normal, düz hale gelmesi ne kadar zaman alıyor?
1 – 2 saniye 30 lu yaşlar
3 – 4 saniye 40 lı yaşlar
5 – 10 saniye 50 li yaşlar
11 – 30 saniye 60 lı yaşlar
31 - 45 saniye 70 li yaşlar.
45 - daha fazla 80 li yaş ve üzeri
TEPKİ TESTİ:
Tepki verme hızı yaşlandıkça azalır. Bunu ölçmek için yazı yazarken kullandığınız elinizi açın ve bir arkadaşınızdan elinizin üzerinde 45 cm. lik bir cetvel tutmasını isteyin. Cetveli bıraktığında yakalayın. Tuttuğunuz yer ne kadar hızlı verebildiğinizi gösterir. Cetveli yakaladığınız yer:
14 cm. ye kadarsa: 20 li yaşlar.
15 - 24 cm. 30 lu yaşlar.
25 - 29 cm. 40 lı yaşlar
30 -
40 cm. ve üzeri 60 lı yaşlardasınız
ZİHİNSEL ZİNDELİK
100 den geriye doğru 0 a kadar 7 şer sayın. Ne kadar sürede sayabiliyorsunuz? 25 saniyeden uzun sürmesi zihinsel yaşlanma göstergesidir.
20 saniyeden kısa 40 yaşın altındasınız.
25 saniye 40 60 yaşlardasınız.
E min olmak için bir test daha yapın. Bir dakika içinde aklınıza kaç tane meyve ve sebze ismi geliyor? 60 yaşının altındakiler en az 15 tane bulabilir.
DENGE
Sağ ayağınızı 45 derece eğik halde tutarak sol ayağınızın üzerinde durun. Ellerinizi kalçanızın üzerine koyun ve gözlerinizi kapatın. Dengenizi kaybedip sağ ayağınızı yere koymadan ne kadar durabileceğinizi ölçün. Bu hareketi birkaç dakika arayla 3 kez tekrarlayın ve bu şekilde ortalama ne kadar durabileceğinizi hesaplayın.
70 saniyeden fazla 20 li yaşlar.
60 - 69 saniye 30 lu yaşlar.
50 - 59 saniye 40 lı yaşlar
40 - 49 saniye 50 li yaşlar
30 - 39 saniye 60 lı yaşlar
20 - 29 saniye 70 li yaşlar
19 saniyeden az 80 li yaşlar
GÖZBEBEĞİ BOYU
Gözbebekleri yaşlandıkça küçülür. Ancak ışıkta gözbebeğinin küçülmesine yol açtığı için bu testi normal gün ışığında yapmalısınız.
Gözbebeğinizin çapı 4 mm. İse biyolojik yaşınız 30,
KORNEA TESTİ
Aynada göz yuvarlağınıza bakın. Korneanızın çevresinde yay şeklinde bir beyaz çizgi var mı? Beyaz çizginin uzun olması kolesterolünüz de yüksek olduğuna işaret ediyor olabilir. 80 li yaşlara geldiğinizde, kornea çevresindeki beyazlık tam bir daire şeklini alır.
10 Haziran 2009 Çarşamba
EĞİTİM
YANLIŞLIKLAR KENDİNİ GÖSTERMEYE BAŞLADI
Burhan Bursalıoğlu
Birkaç gün önce, Adana’da R.A. adlı bir kız, SBS sınavların girmesini engellemeye kalkan annesini, tabanca ile öldürdü..
Genelde veliler, çocuklarının sınavlara girmesini teşvik ederler. Onları motive ederler, moral verirler...Sınav salonlarının dışında, okul bahçesinde saatlerce beklerler. Neşeli veya üzüntülü çıkan çocuklarını bağırlarına basarlar. Heyecanla da,sonuçları günlerce beklerler.
41 yıllık, eğitim, öğretim görevim süresince, çocuğun gireceği sınava girmemeyi telkıin eden, bu nedenle baskı yapan herhangi bir veliye rastlamadım. Adana’daki olay her halde Dünya da ilk kez gerçekleşiyordur. Çok ilginç bir olay.
Peki, bugün , sınavlar neden problem oluyor, can yakıyor?
Bir defa, sınav sayısı pek çok. Gerek veli, gerekse çocuklar sınavların ciddiyetini kavrayamıyorlar. Sık olması nedeniyle gereksiz ve saçma buluyorlar. ÖSS, OKS, SBS sınavları bıktırıyor. Sınava girmek onlar için bir eğlence olabilir . Durumlarını tespit bakımından, araç olabilir. Mesele sınava hazırlanma sürecidir. Sınıf içi her dersten sınav olunuyor. Onun heyecanını çekiyor. Ama yukarıdaki ve ek sınavlara öğrenciler , bütün bir yıl hazırlanmak durumunda. İşte diğer neden. Öğrencilerin sınıflarda aldıkları bilgilerin yetersizliğine inanan veliler, çocuklarını dershanelere göndermektedirler.
Okullarda gördükleri konuların daha detaylısını ve tekrarını görmesi için dershanelere yönlendirilen ve “sınavların çocukların geleceğini tayin edeceği” telkinleriyle beyinleri yıkanan öğrenciler, dinlenme, eğlenme ve oyun zamanı bulamamaktalar. Çocukluk yaşlarını yaşayamamaktalar. Vücudumuzun ihtiyacı olan dinlenme gibi, beynimizin de dinlenmeye ihtiyacı olduğunu kulak arkası ediliyor. Okulda en az 5 saatini geçiren çocuk, diğer zamanlarını, oyunla, yüzmeyle,sporla, arkadaşlarıyla ve ailesiyle geçirmesi gerekmektedir. Aile bireyleriyle kaynaşmış, her biri ile aynı zaman süresi içinde birlikte olma fırsatı bulmalıdır. Okuldan çıkan öğrenci dinlenmeden dershaneye, oradan , yazılmış kayıt olmuşsa herhangi bir spora gidiyorsa, eve geç ve bitkin gelen bir öğrenci hangi aile bireyi ile senli-benli olacak, şaklaşacak, günlük geçmişini anlatacaktır? Yoğun bir biçimde geçen gün sonunda, çocuk, aynı şekilde geçeceğini bildiği ertesi gün için,isteksizce plan yapar.
Şimdi, bu çocuk, eğitimden, sınavdan zevk alabilir mi? Okumanın bir yarış olduğunu sezinleyen çocuk, okumanın amacından saptırılmış olmuyor mu? Çocuğun ruh , beden, kafa yapısı bozulmuyor mu? Dünya ve gelecek görüşü , yanlış yönlendirme ve uygulamalarla ,amaca aykırı olmuyor mu? Hepsi oluyor ve bunu da herkes biliyor. Başta Milli Eğitim yetkilileri çok iyi biliyorlar. Açtıkları sınavların çocuklara değil de dersanelere yaradıklarını bilmiyorlar mı? Okul idarecilerinin, okullarına kaydolan çocuklara dersane tavsiye ettiklerini Bakanlık yetkilileri bilmiyor mu? Kendi çabalarıyla, eğitimi ticaret aracı yaptıklarını bilmiyorlar mı?
Hani okumak ücretsizdi? Hani eğitimde eşitlik vardı? Hani herkese aynı şartlarla, aynı fırsatlarla eğitim serbestti? Hani Eğitim Öğretim “MİLLİ” idi.? Kaldı mı Millilik?. Her başa gelen kendi kafasına göre yönlendirme yapmıyor mu? Özel okullar, kurucularının kafa yapısına göre eğitim yaptırmıyor mu? Bu Millilik midir? Yaz-boz tahtası gibi, yönetmelikleri yasaları, sözüm ona “ iyileştirme” adı altında değiştirmiyorlar mı? Geliri iyi olan ailelerin çocukları, özel okullarda ve yurt dışında okutulmaları Milli midir? Eşitlik midir? Bedava mıdır? Saçma sapan konan sınavlar, insan ömrüne değer mi? Bir canın feda edilmesine değer mi. ? Adanalı 15 yaşındaki R.A. nın yetim kalmasına, hayatının sönmesine, toplumdan dışlanmasına, çocukluk çağını, kabus dolu bir geleceğe yönlendirilmesine değer mi?
Bu durum böyle devam ederse, sağlıklı bir nesil yetiştirmek hayal olur. Bu günlerimizi de arar duruma düşeriz. Adana olayı gibi ve benzer olaylar çoğalır ve ve bu Millet hiç de hak etmediği üzüntü yağmurunda ıslanır.
SONUÇ:
Yapılması gereken çareler elbette vardır.
1- Öncelikle, Millilik kazandıran sistem oluşturulmalıdır. . Buna uygun Milli konular tespit edilerek, her dereceli okullarda, okulun seviyesine göre uygulanmaya başlanmalıdır.
2- Tüm sınavlar kaldırılmalıdır. Çocuğa, çocukluğunu yaşama fırsatı verilmelidir.
3- Özel okullar kaldırılmalıdır. Kaldırılamıyorsa, alacakları öğrenciler sınavla değil, müracaatla ve velinin tercihi ile alınmalıdır.
4- Sadece 8. ve 12. sınıflara bitirme sınavları konmalıdır. Lise son yani 12. sınıf mezunları için “olgunluk sınavı” da konabilir.
5- Üniversiteye giriş sınavı hakkı iki olmalıdır.
6- Devlet okullarına kaliteli öğretmen yetiştirilmelidir. Öğretmen okulları yeniden açılmalıdır.
7- İmam Hatip Okulu kökenli, İlahiyat Fakültesinden mezun öğrenciler sadece Din
dersi öğretmeni olmalılar.
8- Veliler, çocuklarına, sınavın değil, bilginin geleceğe etkili olacağı telkininde bulunmalıdır.
9- Tüm dershaneler kaldırılmalı, yerlerine Mesleki Teknik Okullar açılmalıdır.
10- Özel okulların ve dershanelerin çoğalması, Devlet okullardaki kalitenin düşmesine sebep olduğu unutulmamalıdır.
6 Haziran 2009 Cumartesi
G
BODRUM GÜNLÜĞÜM
Burhan Bursalıoğlu
İlerisi için, Bodrum her ne kadar tedirginlik belirtileri gösteriyorsa da, burada bedenim, kafam rahat ediyor. Ufak tefek ağrılar yok oluyor. Başım dinleniyor.İstanbul’da gece saat 2-3 lere kadar uyuyamayan Burhan’ a , burada 12 de uyku geliyor. İstanbul’da eşim saat 9 dan önce kalkamazken, 6.30 da benim gibi ayakta oluyor, daha çok hareket ediyor,. daha zevkli yürüyüş yapıyoruz.
Bu kış Bodrum’da son 20 yılın en şiddetli yağmuru yağmış. Birçok evi su basmış, pergolalar uçmuş, fidanlar devrilmiş vs. Tabi bizde de ufak tefek hasar oldu. Onları tamir etmek ,gidermeye çalışmak bana zevk veriyor. Bahçeyi ekmek, sulamak, budamak, ilaçlamak sanki ezelden bahçıvanmışım gibi haz duyuyorum. Hele , hele kitaplarımın tozunu almak, onları tekrar tasnif edip düzenlemek en sevdiğim uğraşlardan oluyor.
Sabah 6.30 da kalktıktan sonra, , bahçeyi dolaşıyorum. İncir, kayısı, erik, nar, ayva, limon, armut mandalina ağaçlarımın arasına,
12 de eşim gelir. Duş ve yemek faslından sonra, öğle güneşinin etkisini azaltan kadar, ev içi işler yapılır ve saat 15 den sonra Turgut reis, Bodrum Yalıkavak’tan birine gidilir, yapılacak bir şey varsa o yapılır, marketler gezilir,bir çay bahçesinde dinlenilir ve 18-19 civarında eve gelinir.
Akşam sulaması, yemek, sonra da özellikle eşimin dizileri başlar. Ben de bilgisayarın önüne oturarak gerekli çalışmalarımı tamamlamaya çalışırım.Bodrum’ da haftanın hemen, hemen her günü Pazar oluyor. Salı, Perşembe, Cuma günleri Bodrum’un; Çarşamba günleri Orta kent-Yahşi’ ve Gümüşlük’ün , Cumartesi Turgutreis’in, Perşembe günü de Yalıkavak’ın pazarıdır.
Pazarı çok olan yerin müşterisi de çoktur. Bu bakımdan gelen turist çok fazla. Ama bunlar sadece kuru kalabalık yapmaktalar. Mağazalar bom boş. Esnaf tavla atıyor. Ben gelenlere “Pazar turisti” diyorum. Yakın Yunan adalarından, özellikle KOS adasından sabah gelip akşam giderler. Akşam gelip, sabaha kadar dolaşıp, eğlenerek, sabah gidenler de oluyor. Şişmanı –zayıfı, yaşlısı- genci, kısası – uzunu, minilisi – midilisi, mini minilisi – pantolonlusu, giyiniklisi – çıplağı, beyazı – karası, her çeşidi var. Bazıları da yani, göz zevkini okşamıyor değil…
Dün özel ziyeretlerimiz de vardı. Emirgan İlkokulu mezun öğrencilerimin anımsayacakları, sınıf ve okul arkadaşı Hatice Sezgün’ün, ameliyat olan babası Bilal Sezgün ‘ü ziyarete gittik. Hatice’nin ana okuluna giden , tıpkı Hatice’nın ikizi olan , ikizlerinin büyümüş hallerini görünce sevindik. İkizlerin babası Fatih’i de daha gençleşmiş gördüm. Galiba ikizler, babalarını hiç üzmüyorlar. Bu arada , Hatice’nin ağabeyi, Kamil Sezgün’ün 8 aylık eşi ‘ile de tanışmış olduk.
Sonuç olarak şunu belirtmek istiyorum. Bodrum, ilk yazımda da dikkat çektiğim gibi, eğer bu güzelim beldeye bakılır, gereken ihtimam gösterilir, yasaklara riayet edilir, yasalar uygulanır, halk beldelerini korursa, Bodrum, daha çok yıllar , zevkli hizmetini vermeye devam eder.
4 Haziran 2009 Perşembe
T A N I T I M
BODRUM’DAN SELAM
Burhan BURSALIOĞLU
Kimi hastalıklarla, kimi ziyaretlerle, en iyisi de dostlarla yapılan toplantılar ve görüşmelerle geçen bir kış aylarının sonunda, dört gözle, İstanbul’un kasvetli havasından, örümcek ağı misali trafiğinden, kapanan yollarda çekilen çilelerden kurtulma isteğiyle, bir an evvel, Bodrum’un sessizliğine, güneşine, nemsiz kuru havasına, yazlık dostlara kavuşmak istedik.
Hareket günümüzden bir gün evvel, bildiğiniz gibi, oğlumun ani kalp krizi geçirmesi nedeniyle, hareketimizi, zorunlu olarak 10 gün geciktirme durumunda kaldık.
Neyse ki bu vahim olayı az hasarla atlatarak, hastadan da izin alarak Bodrum’a ulaştık.
Bodrum bildiğiniz bodrum değil. Çehresi her yıl değişmekte. Daha önce gördüğümüz toplu yeşillikler yok olmuş. Yeşillikler sitelerde, yazlık villalar arasında, el emeğiyle büyütülen hallerini görüyorsunuz..
Yerden, pıtırak gibi yükselen yazlıklar, villalar, ve oteller. Bozuk ve çukurlarla dolu yollar.. Üstelik ilk defa gördüğüm 3 katlı villalara da başlanmış. Oysa ki burada ÜÇ KAT yasak.. Anlaşılan Bodrum seçim sonuçları nedeniyle cezalandırılmaktadır. Umarım yanlış düşünüyorumdur.
Bazen düşünüyorum da, bu yarımada, her yıl yüklenen beton ağırlıklarını ne zamana kadar kaldırabilecek? Kuşkusuz, daha çok ağırlık taşır da, geçtiğimiz yılların temizliğini, havasını, denizin berraklığını, boş olan yollarını, güneşini, tenhalığını, sakinliğini, sessizliğini arayacak mıyız? Galiba arayacağız. Daha şimdiden trafik yoğunluğu başlamış. Çöp kamyonları çoğalmış. Harıl, harıl çöp taşımaktalar. Oksijen azalıyor. Sahillerde boş yer kalmamış. Her kişi ve kuruluş parsellemiş. Sıkıntısı olan su, daha da büyük sorunlar çıkaracağa benziyor. Yeni yeni tanınmayan markalarda damacana ile satılan sular çıkmış. Bodrum’un beyaz rengi çoğalmış. Her yer bembeyaz. Müteahhitler iyi çalışıyor. .
Bu güzelim turistik belde, her geçen yıl tabiiliğini, özelliğini, “al beni” liğini kaybetmektedir.
Kasitli çıkarılan orman yangınlarının da verdiği zarar cabası. Ne hikmetse, yanan ormanın, çalılığın yeri, ertesi yıl betonlaşmaktadır.
Kim ne derse desin, birileri bu güzel yurt köşesini mahvetmek için, ellerinden ne geliyorsa yapmaya devam etmektedirler. Bundan sonra da devam edecek gibi görünmektedir.
Özlemle geldiğimiz Bodrum’da, bu tür olumsuzluklarla karşılaşacağımızı tahmin ediyorduk. Ama fazla iyimser düşünmüşüz. Bu nedenle de gelecek için kaygılanmakta haklı olduğumu zannediyorum.
Gerek Hükümet, gerek Bodrum’un kamu ve sivil toplum kuruluşları, belediyeler ve Bodrum halkı, Bodrum’u sevenler, ileriki yıllar için tedbir almazlarsa, 5-10 sene sonra burası yaşanmaz olur.
Bizden söylemesi. Son pişmanlık çare değildir. Bir an evvel Bodrum’u kurtarmak lazımdır.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Burada günler güzel geçiyor.
Bundan sonraki yazımda , geçen günlerimden kesitler anlatacağım..
1 Haziran 2009 Pazartesi
SAĞLIK
Kerem AKCASU
ONU YEME, BUNU YEME
Özellikle son 15 senenin yeni modası doktorlar tarafından söylenen. Onu yeme, bunu yeme. Özellikle tadı güzel olan hiç bir şeyi yeme. Kırmızı et yemek yasak. Yumurta zinhar yasak. Kahve, çay, kuruyemişin adini bile ağzına almayacaksın.
Yiyen ölüyor da yemeyen kazık mı çakıyor? Eskilerin “Can boğazdan gelir” sözü boşa gitti. Hepimiz otobur olduk. Proteinsizlikten kafamız çalışmaz oldu. İnsanlar neyi yiyip neyi yemeyeceğini düşünmekten sinir ve tansiyon hastası oldu. Bir akrabamın çok güzel bir sözünü aktarmak istiyorum: “Sen hiç stresten tırnaklarını yiyen şişman gördün mü?” Cani sıkılan birçok insanin yanındakine söylediği ilk laf “Gel surdan bir şeyler yiyelim de keyfimiz yerine gelsin” değil midir? Neden yemeyerek kendimizi daha fazla strese sokuyoruz ki?
Kırmızı et ve yumurta üzerinde duracağım. Diyorlar ki “İnsan vücudu et yemek üzerine tasarlanmış, gelişmiş değildir”. Niye kopek dişimiz var o zaman? Acayip düz ve belki saçma bir iddiam var. Doktorlar çok kızacak eminim. İster evrim deyin, ister yaradılış deyin ama ağzımızdaki 32 adet dişin 4 tanesi kesici köpek dişi olduğuna göre yediğimizin sekizde biri de et olacak arkadaş. Bu kadar basit. Otobur hayvanların bile birçoğu doğum yaptıktan sonra besin yani protein değeri çok yüksek olan kendi plasentasını yer. Yumurtaya geleyim. Gerçi yumurtaya iade-i itibar yapıldı ama gene de yazayım. Yine ister evrim, ister yaradılış deyin; kuzey kutbundan, güney kutbuna kadar dünya üzerinde HERYERDE bulunan ve bulunduğu zaman affedilmeden yenen tek besin kaynağıdır yumurta. Nasıl yasaklanır? Hele vücut protein sentezi üzerine kuruluyken en büyük protein kaynaklarından biri nasıl yasaklanır?
Abuk subuk hastalıklar türedi. Bunlarla ilgili benim şöyle bir şahsıma münhasır iddiam daha var. O kadar steril ve aslında tek yönlü besleniyoruz ki, ALLAH bilir bu günlerde bizi en çok korkutan, başımızın belası olan hastalıklar eskiden beri vardı ama eskiden vücudumuza giren mikrop sayısı o kadar fazlaydı ki vücut hepsiyle boğuşabiliyordu. Ama simdi buluttan nem kapar olduk.
Günün 24 saati et üzerine çalışın, her öğün 1 yumurta götürün, temizine pisine bakmadan her şeyi yiyin dediğim yok tabii ki. Ama sağlıksız olmamızın tek sebebi bence kırmızı et, tereyağı, kuruyemiş vs. yiyip, bol bol kahve ve çay içmemiz değil. Çok daha büyük olan sebepler hayat şartlarının ağırlaşmasından kaynaklanan günlük hayatin stresi, ve çok ama çok daha da önemlisi başta bu yazıyı okumanıza vesile olan bilgisayar olmak üzere teknolojinin ve ürünlerinin korkunç şekilde kölesi haline gelmemiz. İnsan ve hatta tüm hayvan metabolizmalarının üzerine tasarlanmadığı olay et veya ot yemek değil, lök gibi oturmak ve/veya yan gelip yatmaktır. Geçen sene içinde okuduğum bir sözü yazarak son vermek istiyorum:
“Sağlıklı olmak istiyorsanız CANINIZ NE İSTERSE ONU YİYİN, AMA ALMAYA YÜRÜYEREK GİDİN…”
MİLLİ BAYRAMLARIMIZ
CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...
-
Che'nin Çantasından Çıkan NUTUK Küba Devrimi’nin öncülerinden ve Fidel Castro’nun yoldaşı Arjantinli devrimci doktor Che Guevara, 196...
-
MEDENİ KANUN: TÜRK HUKUK DEVRİMİNİN SİMGESİ... Burhan Bursalıoğlu 4 Ekim 1926 tarihinde, yanı 84 yıl önce, Türk Medeni Kanunu yür...