9 Temmuz 2009 Perşembe

E Ğ İ T İ M












“ ESSAH ÖĞRETMEN “

Çağdaş Eğitim Dergisinden alıntı.

YAZAN: Hüseyin Hüsnü TEKIŞIK

Saadettin Çavuş’la konuşa, konuşa geldik okula. Okul iki pencereli, 70 – 80 metrekarelik,iki odalı bir toprak damdı. İçeri girdik. Genç bir hizmetli karşıladı bizi. Ona, yeni atanan öğretmen olduğumu söyledim. İki oda sınıf olarak kullanılıyormuş. Odalardan biri hem sınıf, hem de İlçe Milli Eğitim Memurunun (Müdürünün) odasıymış. Odalara baktık. Sıraların çoğu kırık, parçalar bir köşeye atılmış. Kırık olmayanlar da eğilmiş bükülmüş. Öğretmen odası da öyle.

Dolapların kapıları sökülmüş. Yazı tahtaları yine öyle. Türkiye haritaları yırtılmış, çıtaları sallanıyordu. Atatürk resimleri solmuş, sararmıştı.

Saadettin Çavuş, “ Başarılar dilerim “ dedi ve ayrıldı.

Okula bir bayan geldi. Yeni atanan öğretmen olduğumu söyleyip kendimi tanıttım.

Bayan, “ Ben de öğretmen vekiliyim. “ dedi.

Hizmetli zili çaldı. Öğrenciler sıra oldu… Okulun mevcudu 25 kişiymiş. Kısacık kısacık 5 sıra oldular. Birinci sınıfta 6, ikinci sınıfta 4, üçüncü sınıfta 4, dördüncü sınıfta 6 ve beşinci sınıfta 5 öğrenci varmış.

Öğrencilere yeni gelen öğretmen olduğumu söyleyip, kendimi tanıttım.

“Andımızı “ birlikte söyledik. Ben söyledim, öğrenciler tekrar ettiler. Sonra onlara yapacağımız işi anlattım.

“Sıralar oturulmayacak durumda. Bugün iki dersimiz, sıraları, dolapları tamir etmek, okulu, çevresini ve sınıfları temizlemek ve düzenlemektir. Büyük öğrenciler sıraları ve sıra kırıklarını dışarı çıkarsın. Evlerinde çivi, keser , testere, çalı süpürgesi olan 5-6 öğrenci çivi, keser, testere ve süpürge getirsin. Dördüncü ve beşinci sınıflardaki erkek öğrencilerle sıraları tamir edeceğiz. Kız öğrenciler, sınıfları temizliyecek. Diğer öğrenciler de okulumuzun çevresini temizleyip düzenleyecek “ dedim.

Dışarı çıkarılan kırık dökük sıralar pek hurdaydı. Vekil öğretmene ve hizmetliye, “ Buralarda marangoz bulunmaz mı “ diye sordum. “ Bulunmaz hocam “ dediler.

Eli keser, testere tutan, çivi çakan birisini beklemişler yıllarca. O da gelmeyince, sıralar, dolaplar, masalar eskimiş, kırılmış, dökülmüş ve parça parça olmuş

Biz bunları konuşup düşünürken, öğrenciler evlerine koşup çivi, testere, keser ve süpürge getirmişlerdi. Çantamdan çıkarıp giydim önlüğümü. Hizmetli ve büyük öğrencilerle birlikte başladık sıraları tamir etmeye. Ben çalışırken dikkatle beni izliyorlar ve işlerini gösterdiğim şekilde yapmaya çalışıyorlardı. Bu sırada, kıyafetlerinden memur oldukları anlaşılan iki kişi yanıma yaklaştı. “ Kolay gelsin usta “ . Bizim evde de tamir edilecek eşyalar var. Bu işi bitirince onları da tamir eder misin?. “ diye sordular.

“ Ben bu okula yeni atanan öğretmenim. Sıralar kırılıp dökülmüş. Onları tamir ediyoruz “ dedim.

Yanıldıklarını anlayınca özür dilediler. “ Af edersiniz hocam! Bu manzarayı görünce biz, sizi marangoz sandık. Tekrar af edersiniz” dediler ve bize başarılar dileyerek yürüdüler.

Sıraların, öğretmen masası, yazı tahtalarının ve dolapların tamir işi kısa zamanda bitti.

Yazı tahtaları boyandı. Haritalar ve çıtaları onarıldı. Bavulumda getirdiğim Atatürk resimleri çevrelerine kondu.

Vekil öğretmen, “Hocam, marangoz yanında çalıştınız mı? Marangozluk yaptınız mı? “ diye sordu. “Hayır” dedim. “ Bir marangoz gibi beceriklisiniz “ deyince, “Ben marangoz değilim ama öğretmenim! Bir öğretmen gerekince marangoz kadar beceri sahibi olmalı ve bunu öğrencilere de öğretmeli” diye cevap verdim.

Sıraları tamir ederken bizi seyreden ve bu konuşmamızı dinleyen yaşlı bir köylü “ Sen essah öğretmensin Bey “ dedi ve kalkıp gitti.

Vekil öğretmen ,“ Hocam, önemli bir noksanımız daha var. Bayrağımız da eskidi, rüzgarda yırtıldı “ dedi. “ O da var “ dedim ve bavulumu açtım. Yanımda getirdiğim bayrağı çıkarıp hizmetliye, “Al bu sana teslim, iyi sakla. Bayrak töreninde direğe çekeceksin “ dedim.

İlk atandığım zaman sıralarını, dolaplarını ve yazı tahtalarını tamir ettiğim Karlıova Merkez İlkokulunun yerine, 2001 yılında tek kişilik sıraları vebilhisayar laboratuarları olan modern “ Öğretmen Hüseyin Hüsnü Tekışık İlköğretim Okulu “ nu yaptırdım.

Tamir, temizlik ve düzenleme işleri bitmişti. Derslere başlayabilirdik artık…

İkinci ve üçüncü sınıfları vekil öğretmene verdim. Bir sorunu olursa bana gelmesini, kendine yardımcı olacağımı söyledim. Birinci, dördüncü ve beşinci sınıfların eğitimi çok önemli olduğu için bu sınıfları kendim aldım. Birinci sınıf öğrencilerine iyi bir okuma yazma öğretmem, okulu ve okumayı sevdirmem, okuma zevkini ve alışkanlığını, tertipli, temiz ve düzenli çalışma becerisini kazandırmam ve yeteneklerini geliştirmem gerekiyordu

Dördüncü ve beşinci sınıf öğrencilerine hayatta gerekli olan bilgi, beceri, alışkanlık ve davranışları kazandırmam ve onları yeteneklerine uygun bir mesleğe yönlendirmem gerekiyor ve onları;

· Ailesini, Vatanını, Milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan,

· Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluğunu bilen ve bunları davranış yaline getiren,

* Türk Milletinin milli, ahlaki, manevi ve kültürel değerlerini, Atatürk ilke ve inkilaplarını benimseyen, koruyan ve geliştiren, yaratıcı, üretici iyi bir insan ve iyi bir vatandaş olarak yetiştirmem gerekiyor.

Öğrencilerimi iyi yetiştirebilmek için, onların derslerde şimdiye kadar neler öğrendiğini bilmem gerekiyordu. Bu amaçla öğrencilerin defterlerini inceledim. Öğrencilerle konuştuk. Birinci sınıftakilere adlarını, soyadlarını yazdırdım, okuttum. Dördüncü ve beşinci sınıftakiler, kitaptan birer parça okuttum.. Yaz tatilini nasıl geçirdiklerini yazmalarını istedim. Matematikten dört işlemle ilgili problemler yaptırdım. Matematik bilgilerini yokladım.

Öğrencilerin bilgi düzeyi zayıftı. Çok çalışmam, onlara önce doğru ve düzgün konuşma, okuma, yazma ve matematik becerilerini kazandırmam gerekiyordu. Yıllık ve günlük planlarımı buna göre hazırladım.

Dersler bittikten sonra Hükümet Konağına gittim. Kaymakam Muhtar Körükçü Bey le görüştüm. Merkez okuluna atanan öğretmen olduğumu söyledim.

Kaymakam Bey, Karlıona’nın şartları hakkında bilgi verdi.Okulun Baş öğretmenliğine, İlçe Maarif memurluğuna da vekaleten bakacağımı söyledi. “ Göreve başlama yazısını yazıp getirin Vilayete gönderelim”. Dedi.

Göreve başlama yazısının nasıl yazılacağını bilmiyordum. Böyle resmi yazıların nasıl yazılacağını Öğretmen okulunda öğrenmemiştik: Çünkü resmi yazışma ve yöneticilik konusunda bir dersimiz yoktu.

Göreve başlama yazısını nasıl yazacağımı düşüne düşüne okula gittim. Maarif Memurluğuna ait defterlere baktım. Göreve başlama yazısı örneği buldum. Milli eğitimin yazı makinesi yoktu.

Göreve başlama yazısını, bulduğum örnekten yararlanarak el yazısıyla iki kopya yazdım. Kaymakam Bey’ye imza ettirdim. Giden yazılar defterine kayıt ettikten sonra, posta ile Vilayete gönderdim. Yazının bir kopyasını da dosyaya koydum.

Öğretmen Okulu Müdürüne aşağıdaki mektubu yazdım.

Sayın Müdürüm,

Bingöl’ün Karlıova ilçesi Merkez İlkokulunda öğretmen olarak göreve başladım. Merkezde benden başka öğretmen olmadığı için okulun başöğretmenliğine ve maarif memurluğuna da vekaleten ben bakıyorum.

Öğretmen Okulunda, yönetim ve resmi yazışmalarla ilgili bir dersimiz olmadığı için yazışmalar ve yönetim konusunda sıkıntı çekiliyor

Dairedeki gelen- giden yazılarını, dosyalarını ve defterlerini inceleyip bir örnek bularak bu sorunumu halletmeye çalışıyorum.

Okulda yönetim işleri, resmi yazışmalar, baş öğretmen ve maarif memurlarının (İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerinin) görevleri konularıyla ilgili bir dersin öğretmen okullarında okutulması gerektiğini düşünüyorum.

Saygılarımı sunar, ellerinizden öperim.

Hüseyin Hüsnü Tekışık

124 lira maaşla başladım öğretmenliğe.

Öğrenciler beni çok seviyordu. Ben de onları çok seviyordum. Hepsinin gözlerinden sevgi ve zeka fışkırıyordu. Onlarda kendi çocukluğumu görür gibi oldum. Seve seve geliyorlardı okula. Çevremde toplanıp “ Öğretmenim, bugün ne öğreneceğiz?” diyorlardı Yapılacak iş, onları iyi yönlendirmek, cesaretlendirmek ve çalıştırmaktı.

İlk derslerimizde nasıl çalışacağımızı, bu öğretim yılında neler öğreneceğimizi konuştuk. Harflerin ve rakamların doğru ve güzel yazılması üzerinde çalıştık.

Öğretmenliğe başladıktan 15 gün sonra, İlçe Askerlik Şubesinden çağırdılar. Gittim. Şube Başkanı genç bir teğmendi.” Şubemize telgraf geldi Yedek Subaylığınızı yapmak üzere Ankara Yedek Subay Okuluna gitmeniz gerekiyor “ dedi.

Yedek Subay Okuluna gidebilmem için, önce 2 aylık Hazırlık Kıtası eğitimi görmem gerektiğini, bu eğitimi görmediğimi şube başkanına anlattım.

Başkan olan teğmen , bu konuda bilgisi olmadığı için Yedek Subay Okuluna gitmemde israr etti. Aksi halde asker kaçağı olacağımı söyledi. Ve sevk yazısını verdi elime.

Benim için çok değerli olan iki odalı bir toprak damdan oluşan okulumu, tamir ettiğim sıraları, Türkiye haritalarını, bavulumdan çıkarıp sınıflara astığım Atatürk resimlerini, göndere çektiğim bayrağı ve “ Bizi bırakıp gitme öğretmenim “ diye ağlayan öğrencilerimle bütün dünyamı geride bırakıp ayrıldım Karlıova’ dan.



5 Temmuz 2009 Pazar

G Ü N C E L
















HERKESE MERHABA

Burhan BURSALIOĞLU


3 Günlük ayrılıktan sonra hepinize merhaba deme şansına sahip olduğum için mutluyum.

Biliyorsunuz, Emirgan İlkokulu öğretmeni Hanife Ersoy'un kızı , aynı zamanda, Emirgan İlkokuılundan mezun, Sevil Ersoy, kendi gibi Taner adlı ve Uşak'lı öğretmenle evlenme merasimini Uşak'ta yapmaya karar verdikleri için, malüm, kız tarafı olarak ben, eşim ve torunum Şevval'le 3 Temmuz'da Uşak'a gittik.

Uşak, 904 metre rakımı olan, gördüğüm kadarıyla eski ve yeni Uşak olarak ayrılabilir. İzmir caddesi adı verilen bölgedeki tüm binalar yeni. Daha merkezi yerlerdeki binalar ise eski. Tüm caddelerin etrafı çeşitli yüksekliklerde binalarla kaplı. Dikkatimi çeken diğer bir görüntü ise, kuaförlerin çokluğu. Okadar ki , bir caddenin 200 metrelik bölümünde en az 50 kuaför tabelası var. Sorduğumda, Uşak hanımları saç yaptırmakta çok meraklıymışlar. Hatta küçük kızlar bile saçlarını yaptırırmışlar. Gezdiğim bölgede ise kahvehaneye hiç rastlamadım. Büyük bir bina, öğretmen evi olarak görev yapıyor.
Yine, çok geniş bir alana yapılmış olan , kağnı ile mermi taşıyan Türk kadını, Türk askeri, ön cephede, kültürü temsil eden, ortada Atatürk, sağında , solunda kız ve erkek öğrenciler, Önlerinde atlılardan oluşan heykel grubu var.
Uşak, diğer illere göre su yönünden çok şanslı. Çünkü bol. Ama elektrik konusunda bukadar şanslı değil. Sık sık kesintiye uğramakta. Esnaf ise genellikle sabak saat 9 dan önce kepenklerini açmıyor. Gece ise cadde ve sokaklar sakin.

Sevil ve Taner çiftinin nikah ve düğünleri oldukca geniş bir arazide, zevkle yapılmış,döşenmiş, süslenmiş açık hava düğün yerinde yapıldı. Şehir merkezinden , araba ile 15-20 dakika dışında.
Reklam olmasın diye teferruata girmiyorum. Herkes eğlendi. Güzel bir düğün oldu. Bol bol yörenin oyunu, tabi Sevil'in Ordu'lu oluşu nedeniyle de o yörenin de havaları çalındı folkloru oynandı.
Çok az miktarda çektiğim resimler, yarından sonra sunu olarak tüm adreslere göndereceğim gibi, Facabook da da yayınlayacağım.

Okuyucularım olan sizler adına da, Sevil ve Eşine mutluluklar dileklerimi ilettim. Darısının da bekarlara olbasını da ekledim.

Yukarıda, size merhaba deme şansına eriştiğimi belirtmiştim. Uşak'a Pamukkale firmasına ait otobüsüyle gidip geldik. Dönüşte Bodrum'a 20 km. kala, Güvercinlik bölgesini bitirdik, araba süratlandı, tam bu anda, ortadaki refüjden bir genç kız yola atladı. O anda kaptan, direksiyonu refüjlere doğru kırıp kızı otobüsün altına almaktan kurtardı, ama tüm yolcular tehlike yaşadı. Lastikler refüjdeki kaldırım taşlarına çarparak sağ tarafa doğru savrulduk. Şayet, kaptan uyanık olmasa, olayın önceden olabileceğini kestirmese idi, denize uçmamız an meselesiydi. Bu arada arkamızda başka bir araba olmuş olsaydı, kızı çığneyecekti. Ne var ki bu kaza zararsız atlatıldı. Kaptana , teşekkür ettim, şimdi de ediyorum.
Başka yazılarda buluşmak üzere selam ve sevgiler.

2 Temmuz 2009 Perşembe

ATATÜRK SERİSİ

NUTUK'un GİZLİ ŞİFRESİ

Gönderen: EBRU BIYIK

Beyin cerrahi Dr. Muammer Yüksel ile biyofizik uzmanı Dr.
Erhan Kızıltan, bir bilimsel araştırma için bir araya gelip
çalışmaya başlar.
Bu araştırma için gerekli olan bilgisayar programını
Dr. Erhan Kızıltan yazar.
Programın çalışıp çalışmadığını denemek için o
sırada bilgisayarda tam metni hazır olarak bulunan
Atatürk'ün 15–20 Ekim 1927 tarihleri
arasında CHP kongresinde okuduğu Büyük Nutuk'unu
programa koyarlar. Bir süre sonra, program Nutuk'un içinde
her kelimenin kaçar kez
tekrarlandığını ortaya çıkarır. İki bilim adamı,
ilk olarak Nutuk'ta 19'ar kez tekrarlanan kelimeleri ilk kullanım
sıralarına göre bir araya getirerek bir metin ortaya çıkarırlar.

19 rakamı Atatürk'ün hayatında önemli bir yer
tutmaktadır. ÇÜNKÜ :
*Atatürk,19.yüzyılın bitmesine 19 yıl kala 1881 de
doğdu. (1881, 1 9'un 99 katıdır.)

*1881,Rumi takvime göre 1297'ye denk gelir.
(1+2+9+7=19)
*Selanik'te doğdu. Selanik sözcüğünün
''ebced'' hesabıyla (Arapçada
her harfin sayısal bir değeri olduğunu belirten hesap)
değeri 171'dır. (171, 19'un 19 katıdır.)

*Nüfus kütüğünde sıra numarası 19'dur.
*Nüfus Cüzdan numarası 999814'tü. (Bu sayı
19'un 52'306 katıdır.)

*İstanbul Harp Okulu'na 1900'de kayıt oldu.
(1900, 19'un 100 katıdır)

Bu sırada yaşı 19'du.

*Harp Akademi'sine 57.inci devre olarak girmiştir.
(57, 19'un 3 katıdır.)

*Atatürk Harp Okulunu 20'nci olarak bitirdi.
Subaylardan birisi yabancıydı.
Bu nedenle mezun olan 19'uncu subay oldu.
*Yüzbaşı olarak orduya katılış sırası 38'di.
(19'un iki katıdır.)
*Çanakkale Savaşları'nın zaferle sonuçlanmasında
büyük rol oynayan
*19.uncu tümeni kurdu.
*19 Mayıs 1915' de albay oldu.
*Komutanı olduğu alayın numarası da 38' di.
(19'un 2 katıdır.)
*Kom utanı olduğu bir başka alayın numarası
57'ydi. (19'un 3 katıdır.)
*19 Mart 1916'da tuğgeneral oldu.
*19 Aralık 1904'de Yıldız Sarayı'na
çağrıldı.

*19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkarak Kurtuluş
Savaşı'nı başlattı. O zaman
38 yaşındaydı. (Yani 19'un 2 katı)
*Atatürk'ü Samsun'a götüren Bandırma vapurunun
19 yolcusu vardı.
*Samsun'da 19 gün kaldı.
*4 Temmuz 1919'da Erzurum'a gitti.19 gün sonra 23
Temmuz'da Erzurum Kongresi'ni topladı.
*4 Eylül 1919 Sivas Kongresi'nden 114 gün sonra 27
Aralık 1919'da Ankara'ya gitti. (114, 19'un 6 katıdır.)

*Mili Mücadele'ye başlanması için komutanlarıyla
yaptığı konuşmanın tarihi 19 Kasım 1919'du.
*TBMM'nin kurulmasına 19 Mart 1920'de karar verdi.
*19 Eylül 1921'de mareşallik ve gazilik unvanı
aldı.
*Gençliğe Hitabe'de 19 cümle vardır.
*Mustafa Kemal Atatürk adında 19 harf var.
*Atatürk'ün Latife Hanım ile olan evliliği 912 gün
sürdü. (912, 19'un 48 katıdır)
*10 Kasım 1938'de öldü. (1938, 19'un 102
katıdır.)
*57 yıl yaşadı. (19'un 3 katıdır.)

*Yaşamının ilk 19 yılında askerliğe hazırlandı.
İkinci 19 yılında
*asker olarak hizmet verdi. Üçüncü 19 yılında ise
ülkenin kurtarıcısı ve devlet başkanı olarak görev yaptı.

*Öldüğünde yatağının altında bulunan otomatik
silahta 19 mermi vardı.
*Cenaze namazı 19 Kasım 1938'de Dolmabahçe
Camii'nde kılındı.
*Atatürk'ün ölümü üzerine silah arkadaşı İsmet
İnönü'nün Türk
milletine yazdığı beyanname 19 cümledir.
*Cenazesinde çalınan Chopin'in cenaze marşının
numarası 19' dur. Bu marşta 19 nota vardır.

*Miras olarak 19.000 lira bırakmıştır. (Yani 19'un
1000 katı)
*''Ne mutlu Türküm Diyene'' cümlesi 19
harftir.

*''İstikbal Göklerdedir'' cümlesi de 19
harfti r.
*İstanbul Akaretler 'de kaldığı evin numarası
19'dur.

İşte bu nedenle, NUTUK'da 19'ar kez tekrarlanan
kelimelerden bir metin
oluşturan Dr. Muammer Yüksel ile Dr. Erhan Kızıltan,
Osmanlıca
sözcükleri günümüz Türkçesine çevirir bazı eksik
cümleleri, anlamını bozmayacak şekilde tamamlar.
Sonuçta ortaya şu şaşırtıcı metin çıkar.
''TÜM SEÇKİN TEMSİLCİLER; MİLLETE HİZMET
ETMEK YERİNE, GÖREVLERİNİ YERİNE GETİRMEMEKTEDİRLER.
BUNLARIN KANUNLARA BİLFİİL UYMALARI GEREKTİĞİNİ BELİRTİNİZ.

ŞUNU SÖYLEYİNİZ:
YAKIN ZAMANA KADAR MEVCUT FAALIYETLERİ BAŞKA GÖZLE
GÖRMEYE ÇABALAYANLAR ARTIK DURUMUN FARKINA VARMIŞLARDIR.
KUMANDANLARIN (ASKERLER VE YÖNETİCİLER) HİZMET ETMELERİNE
SİZ ENGEL OLUYORSUNUZ.

OLAYLARI TAM OLARAK DÜŞÜNEN HER KİŞİ BUNUN
NEDENİNİN, HÜKÜMET OLDUĞUNU GÖRÜR.''

''TÜM BAŞKANLIK SİSTEMİ BİZCE SUİSTİMAL
EDİLMEKTEDİR. TOPLANACAK TARAFLAR SAYICA A Z OLSA BİLE
AZAMİ SAYIDAKİ DÜŞMANIN KARŞISINDA DURMALIDIR.
BU ÇAĞRIYI YAPMASI GEREKEN YÜZBAŞILARDIR. BÜYÜK ŞEREFLİ
CEPHE DÜŞÜNÜLMELİDİR.''

Bu metin 2 bilim adamını çok şaşırtır. Çünkü
günümüz Türkiye'si ile ilgili ipuçları vermektedir. Bir başka deyişle
Atatürk,100 yıl önceden Türkiye'de olup bitecekleri görmüş gibidir.
Dr. Muammer Yüksel ve Dr. Erhan Kızıltan
araştırmaları sırasında 19'ar kez tekrarlanan (Türkçe) sözcükler de bulur. Bu
sözcüklerle oluşturdukları metin ise, Türkiye'deki bölücülük
hareketinin ne aşamaya geleceğini 100 yıl önceden gösterir gibidir.

''MAKSADIN ANLAŞILIYORDU. TARİHİ VİLAYETİN
AHALİSİNİ BÖLÜP DİYARBAKIR KÜRT DEVLETİNİN
KURULMASINA YOL AÇMAK. MEMLEKETİN İÇİNDE BULUNDUĞU
DURUM KESİNLİKLE BİRİSİNİN DURUMA MÜDAHALE ETMESİNİ
GEREKTİRECEKTİR.

İÇİNDE BULUNULAN SOMUTSUZ KOŞULLAR GEREĞİNCE
BAĞIMSIZ GRUPLAR HAREKETE

GEÇECEKTİR. YİRMİ VAKİT SONRASINDA BU
DEĞERLENDİRMEYİ KİM YAPACAK VE
EYLEME GEÇECEKTİR.''

Bu metinde yer alan ''YİRMİ VAKİT''
ifadesini ilgi çekici bulan iki
bilim adamı bir araştırma yapar. Vardıkları sonuç
şaşırtıcıdır.

Güneydoğu 'da bir Kürt devleti kurmak için yola
çıkan Abdullah Öcalan
PKK'yı 1978'de kurmuştur. Öcalan 1999'da
yakalanmıştır. Bir başka
deyişle eylemlere başladığı yıl ile yakalandığı
yıl arasında 21 sene vardır. Bu da Atatürk'ün ''YİRMİ
VAKİT'' deyimine uygun bir zamandır.

İki bilim adamının yorumuna göre, bu 20 vakit dolmuştur. Ve ülkenin
bölünmesini engellemek için eyleme geçilmesi zamanı gelmiştir.

Nutuk'u iki bölüm halinde kitaplaştırıldığını
göze alan Dr. Muammer Yüksel ile Dr. Erhan Kızıltan, kitabın
'belgeler' bölümünde de 19'ar kez geçen sözcükleri arayıp bulur ve yeni bir metin
ortaya çıkarır.

''DÜŞÜNDÜKLERİNİ AÇIKÇA SÖYLEYEN PEK ÇOK
KİŞİNİN ORTAK FİKRİ;
HÜKÜMETİN BUGÜN DÜNYAYA YAKIN DURMASININ ASIL
NEDENİNİN, SEÇİMLE KENDİLERİNE VERİLEN GÜCÜ
KULLANARAK, SİSTEME RESMEN AYKIRI FİKİRLERİ
UYGULAMAYA ÇALIŞMASIDIR. GERÇEK YÜZÜ BELLİ OLMAYAN
AZINLIKTA OLAN YÖNETİM MERKEZİ, GERÇEK YÖNETİMİN,
ANKARA'NIN DİKKATİNİ ÇEKMEK ZORUNDADIR. RÜŞVETÇİ
VALİLERİN (YÖNETİCİLER) CUMHURİYET İLKELERİ YERİNE,
KENDİ ÇIKARLARINA YÖNELMELERİ MÜDAHALEYİ
GEREKTİRİR.''
Dr. Muammer Yüksel ile Dr. Erhan Kızıltan bu son metnin
günümüz Türkiye'sini anlattığını düşünüyor. İki bilim
adamı bu çalışmayı kitap haline getirdi.
Kitap'tan çıkan ve ''NUTUK'DAKİ GİZLİ
HİTABE'' adını taşıyan kitabın önümüzdeki günlerde epey tartışma yaratacağı
ortada. Çünkü kitapta Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'nin hangi anlama
geldiği ve hitabedeki uyarıların hangi zaman diliminde geçerli olacağı da
yine 19 formülü ile a çıklanıyor.
Sonuç olarak;
ZAMANININ İLERİSİNDEKİ ADAM OLARAK NİTELENEN ULU
ÖNDER MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN 100 YIL ÖNCE YAZDIĞI NUTUK,

GÜNÜMÜZ TÜRKİYE'SİNİN İÇİNDE BULUNDUĞU DURUMU ÇOK NET OLARAK ORTAYA KOYUYOR.

G Ü N C E L

K A N S E R E D A V E T

Hopkins Universitesinden kanser raporu


Bu dokuman Walter Reed Army Medical Center tarafindan da dagitilmaktadir.

Arabanizda bulunduracaginiz plastik su sisesindeki su cok tehlikelidir.

Plastik su siseleri Sheryl Crow'un gogus kanseri olmasinin en buyuk nedenidir. Plastik siseler ozellikle Avustralia da yuksek sayida gorulen gogus kanseri vakalarinin en buyuk nedenidir.

Annesi cok yakinda gogus kanseri teshisi konulan bir arkadasimiza doktor sunu soyledi. "Kadinlar arabalarda birakilmis plastik su siselerinden su icmemelidir"

Doktor yuksek sicaklik ve sise plastiklerindeki belli kimyasallar gogus kanserine neden olabilir. Lutfen dikkatli olun ve arabada birakilmis plastik siselerden su icmeyin.
Lutfen bu bilgiyi etrafinizdaki butun bayanlara iletiniz.

!
Bu bilgi kesinlikle iyi bilmemiz gereken ve sakinmamiz gereken bir tehlike ile ilgilidir. Bu bilgi yasam kurtarabilir.

Yuksek sicaklik plastigin icindeki toksinleri suya ve yiyeceklerimize geciriyor ve doktorlar bu toxinleri kanserli hucrelerimizin etrafinda kolaylikla gozleyebiliyorlar.

MUMKUNSE, PASLANMAZ CELIKTEN BIR TERMOS YA DA CAMDAN YAPILMIS SISELER, KAPLAR KULLANALIM !
Mikrodalga firinlarina plastik tabak ve kutulari koymayiniz.

Plastik su siselerini buzluga koymayiniz.

Plastik tabak ortulerini (SARAN WRAP) mikrodalga firinina koymayiniz.

Dioxin isimli kimyasal madde kansere neden olur, ozellikle gogus kanseri.

Dioxin maddesi vucudumuzdaki hucreler icin bir zehirdir.
Plastik siseleri icinde su varken dondurmayiniz. Bu durumda plastik icindeki Dioxin'i aciga cikartmaktadir.

Gecen gunlerde. Edward Fujimoto, Wellness Program Manager (Castle Hospital) bir TV programinda bu saglik tehdidini acikladi. Dioxinlerin bizler icin ne kadar tehlikeli oldugu gercegini anlatti.

Yiyeceklerimizi mikrodalga da plastik kutular icinde isitmamamizi istedi.

Bu ozellikle icinde yag olan yiyecekler icin daha onemlidir.

Yag, yuksek sicaklik ve plastiklerin bir araya geldiklerinde Dioxin aciga cikarttiklarini ve bunun vucudumuzdaki hucrelere gectigini acikladi.

Plastikler yerine Cam, Pyrex, Corning Ware yada seramik den yapilmis kaplarin kullanilmasini tavsiye etti.

Microwave icin hazir uretilmis cabuk isitilabilen yiyecek paketlerini baska bir kaba aktararak isitiniz. Kagit cok kotu bir malzeme degil ama icinde ne olabilecegini hic bir zaman bilemeyiz. Pyrex, ISIcam, Corning Ware gibi kaplari kullanmak cok daha guvenlidir.

Bazi zincir (fast food) restoranlari yakin gecmiste plastik kutulardan kagida gectiler. Bunun en buyuk nedeni dioxin problemidir.

Ayrica, Saran wrap ismi altinda satilan tabak ve kutularin uzerine orttugumuz ince plastik film de mikro dalga firinina girdiginde diger plastikler kadar tehlikelidir.

Mikrodalgada yiyecek isinlanirken yuksek sicakliklar ince plastigi eritebilir ve erimis plastk yiyeceginize karisabilir. Mikrodalga kullanirken yiyecek kaplarinizi plastik yerine kagit havlu ile ortunuz.

Bu yaziyi tum tanidiklariniz gonderiniz.


NOT:
Anadolu’nun hemen hemen her yerinde plastik kaplar içine turşu kuruluyor. Bu turşu keskinleştikçe, plastik bidon ile yukarıda bahsedilenlerden çok daha fazla reaksiyona giriyor. Ve bir zaman sonra plastik, kağıt helva gibi kırılgan hale geliyor. Plastiğin zararlı tüm bileşenleri ise turşuya geçiyor. Bugün Anadolu’nun birçok yerinde, “nedeni anlaşılamıyor” dedikleri kanser vakalarının nedeni bu plastik kaplar.

Çevre Bakanlığı plastik ile ilgili, şirketlere bazı yaptırımlar getirmelidir. Halkı bilinçlendirmelidir.

28 Haziran 2009 Pazar

E Ğ İ T İ M







İLKÖĞRETiMDE KIYAFET SORUNU

Burhan Bursalıoğlu

Hani derler ya, “Gelen gideni arattırır” Çiçeği burnunda, birkaç aylık yeni Milli Eğitim Bakanı Sayın Nimet ÇUBUKCU, galiba, Hüseyin ÇELİK! i çok arattıracak.

Sayın Çubukcu, koltuğuna oturur oturmaz, çocukluğunda sevmediği uygulamaları kaldırmaya yöneldi. Hani bir ev alırsın da, beğenmediğin yerleri yıkar yeniden planda da değişiklik yaparak , zevkine göre yaptırırsınız ya, işte öyle. Sayın Çubukcu, çocukluğunda siyah önlüğü hiç sevmezmiş,nefret edermiş. Bakın ne diyor. “Ben çocukken siyah önlüklerimiz vardı Siyah önlükten nefret ederdim Önlükten kurtulmak için, teneffüste ıslatır, öğretmenden, çıkarmak için izin isterdim” Sayın Çubukçu, o yaşta bile isteklerini yerine getirmek için öğretmeni dahi kullanmaktan çekinmemiş. Şimdi bu kişi Milli Eğitim Bakanı.

Siyah önlük uygulaması kalkalı yıllar oldu. Yerine, çeşitli renklerde, çeşitli ekose desenli önlükler giydirildi. Ulusun Milli Eğitiminin birlik , beraberlik ve disiplinin simgesi durumunda olan siyah önlük ve beyaz yaka uygulamadan yıllar önce kaldırıldı.

Şimdi Sayın Çubukçu, “Önlüksüz eğitim “ uygulamasına geçmeyi tasarlıyor. Bu nedenle 29-30 Haziran günlerinde, seçilen pilot kentlerin Milli Eğitim Müdür ve temsilcileri, öğretmenler, veliler, sivil toplum kuruluş temsilcilerinden oluşan , küçük bir şura toplantısında ele alınacak. Bu çalışmanın amacı şöyle açıklanıyor. “İlköğretim öğrencilerinin kılık kıyafetlerine ilişkin mevcut yönetmeliğin değerlendirilmesi ve öğrencilerin kendilerini rahat hissedebilecekleri kıyafetin belirlenmesi.” Bu amaç için toplanmaya ne gerek var? Sayın Çubukcu bir yönetmelik hazırlatsın ve “ Tüm okullarda önlük uygulamaları kaldırılmıştır. He öğrenci serbest kıyafetle okula gelecektir “ desin.

Yapılacak karar toplantısında değişik bir uygulama mı çıkacak? Hayır, iller, ilçeler belki de tüm okullar kıyafet konusunda serbest bırakılacaktır. Maksat Sayın Bakan’ın gönlü hoş olsun.

Birlik, beraberlik ve Millilik Bakan’ın umurunda mı?

Bir Bakan’ın kaprisleri, kişisel arzuları ve istekleri nedeniyle, Milliliği bozacak sistem değiştirilmemelidir. Bakanlığın ön adı olan “Milli” sözcüğü anlamsız bırakılmamalıdır.

“Milli Eğitim “ yasalarıyla, yönetmelikleriyle, uygulamalarıyla, eğitimiyle, öğretimiyle, çalışanlarıyla ve kıyafetleriyle Milli’dir. Hakkari’daki kıyafet ne ise, Edirne’deki kıyafette o olmalıdır. Milli olmalıdır.

Milli Eğitim, her gelen Bakan’ın yaz boz tahtası olmamalıdır. Yönetmelikler, yasalar kişilere göre değil, topluma uygun olarak belirlenmelidir. Disiplin sağlayıcı olmalıdır. Disiplinsizliğin de felaket getireceğini unutmamak lazımdır.

Milli Misaki sınırlarımız içindeki tüm öğrencilerimizin aynı kıyafette olmasını arzulamaktayım. Birbirlerini kıskanan, aşağılık kompleksine düşen, sınıf ayırımcılığı yapan bir toplum istemiyorum.

26 Haziran 2009 Cuma






LUTFEN ÖZELLİKLE EŞİ, KIZ ARKADASI YADA KIZI OLAN TUM ARKADASLARIMIZA ILETELIM
. Cancer Update from Johns Hopkins Johns Hopkins Universitesinden kanser raporu


Bu dokuman Walter Reed Army Medical Center tarafindan da dagitilmaktadir.

Arabanizda bulunduracaginiz plastik su sisesindeki su cok tehlikelidir.

Plastik su siseleri Sheryl Crow'un gogus kanseri olmasinin en buyuk nedenidir. Plastik siseler ozellikle Avustralia da yuksek sayida gorulen gogus kanseri vakalarinin en buyuk nedenidir.

Annesi cok yakinda gogus kanseri teshisi konulan bir arkadasimiza doktor sunu soyledi. "Kadinlar arabalarda birakilmis plastik su siselerinden su icmemelidir"

Doktor yuksek sicaklik ve sise plastiklerindeki belli kimyasallar gogus kanserine neden olabilir. Lutfen dikkatli olun ve arabada birakilmis plastik siselerden su icmeyin.
Lutfen bu bilgiyi etrafinizdaki butun bayanlara iletiniz.

!
Bu bilgi kesinlikle iyi bilmemiz gereken ve sakinmamiz gereken bir tehlike ile ilgilidir. Bu bilgi yasam kurtarabilir.

Yuksek sicaklik plastigin icindeki toksinleri suya ve yiyeceklerimize geciriyor ve doktorlar bu toxinleri kanserli hucrelerimizin etrafinda kolaylikla gozleyebiliyorlar.

MUMKUNSE, PASLANMAZ CELIKTEN BIR TERMOS YA DA CAMDAN YAPILMIS SISELER, KAPLAR KULLANALIM !
Mikrodalga firinlarina plastik tabak ve kutulari koymayiniz.

Plastik su siselerini buzluga koymayiniz.

Plastik tabak ortulerini (SARAN WRAP) mikrodalga firinina koymayiniz.

Dioxin isimli kimyasal madde kansere neden olur, ozellikle gogus kanseri.

Dioxin maddesi vucudumuzdaki hucreler icin bir zehirdir.
Plastik siseleri icinde su varken dondurmayiniz. Bu durumda plastik icindeki Dioxin'i aciga cikartmaktadir.

Gecen gunlerde. Edward Fujimoto, Wellness Program Manager (Castle Hospital) bir TV programinda bu saglik tehdidini acikladi. Dioxinlerin bizler icin ne kadar tehlikeli oldugu gercegini anlatti.

Yiyeceklerimizi mikrodalga da plastik kutular icinde isitmamamizi istedi.

Bu ozellikle icinde yag olan yiyecekler icin daha onemlidir.

Yag, yuksek sicaklik ve plastiklerin bir araya geldiklerinde Dioxin aciga cikarttiklarini ve bunun vucudumuzdaki hucrelere gectigini acikladi.

Plastikler yerine Cam, Pyrex, Corning Ware yada seramik den yapilmis kaplarin kullanilmasini tavsiye etti.

Microwave icin hazir uretilmis cabuk isitilabilen yiyecek paketlerini baska bir kaba aktararak isitiniz. Kagit cok kotu bir malzeme degil ama icinde ne olabilecegini hic bir zaman bilemeyiz. Pyrex, ISIcam, Corning Ware gibi kaplari kullanmak cok daha guvenlidir.

Bazi zincir (fast food) restoranlari yakin gecmiste plastik kutulardan kagida gectiler. Bunun en buyuk nedeni dioxin problemidir.

Ayrica, Saran wrap ismi altinda satilan tabak ve kutularin uzerine orttugumuz ince plastik film de mikro dalga firinina girdiginde diger plastikler kadar tehlikelidir.

Mikrodalgada yiyecek isinlanirken yuksek sicakliklar ince plastigi eritebilir ve erimis plastk yiyeceginize karisabilir. Mikrodalga kullanirken yiyecek kaplarinizi plastik yerine kagit havlu ile ortunuz.

Bu yaziyi tum tanidiklariniz gonderiniz.


NOT:
Anadolu’nun hemen hemen her yerinde plastik kaplar içine turşu kuruluyor. Bu turşu keskinleştikçe, plastik bidon ile yukarıda bahsedilenlerden çok daha fazla reaksiyona giriyor. Ve bir zaman sonra plastik, kağıt helva gibi kırılgan hale geliyor. Plastiğin zararlı tüm bileşenleri ise turşuya geçiyor. Bugün Anadolu’nun birçok yerinde, “nedeni anlaşılamıyor” dedikleri kanser vakalarının nedeni bu plastik kaplar.

Çevre Bakanlığı plastik ile ilgili, şirketlere bazı yaptırımlar getirmelidir. Halkı bilinçlendirmelidir.

23 Haziran 2009 Salı

D E P R E M T E D B İ R İ

Gönderen: Ebru BIYIK
Adım Doug Copp.


Dünyanın en tecrübeli kurtarma birimi Amerikan Uluslar arası Kurtarma Ekibinin Kurtarma şefi ve afet olayları müdürüyüm.

İçinde 20 maket (mannequis) olan bir okulu ve evi yıktık. On maket 'çömel ve korun' metodunu uygularken, 10 maket 'hayat üçgeni' metodumu uyguladı. Tasarlanmış yıkımdan sonra görüntüleri filme almak ve sonuçları belgelemek için enkazı geçip binaya girdik. Bina yıkımlarında oluşabilecek şartlar dahilinde direk olarak gözlemlenebilen ve bilimsel şartlar altında hayatta kalma tekniklerimi uyguladığım film 'çömelip korunan/saklanan' kişiler için hayatta kalma şansının sıfır olduğunu ortaya koydu.

Hayat üçgeni metodumu kullananlar için hayatta kalabilme şansı yaklaşık
olarak % 100 oldu. Bu film Türkiye'de ve Avrupa'nın geri kalan kısmında milyonlarca izleyici tarafından izlendi. Bu film ABD, Kanada ve Güney Amerika'da RealTV programında izlendi.


Enkazına girdiğim ilk bina 1985 Mexico City depreminde bir okuldu. Bütün çocuklar sıralarının altındaydı. Her bir çocuk kemiklerinin kalınlığına kadar ezilmişlerdi. Sıralarının yanındaki koridorlara uzanmış olsalardı hayatta kalmış olabilirlerdi. Bu 'ayıptı, gereksizdi' ve çocukların neden koridorlarda (sıraların arasında) olmadığını merak ettim. O an, çocuklara bir şeyin/eşyanın altına saklanmalarının söylendiğini bilmiyordum.


Basitçe ifade edilirse, binalar yıkılırken, objelerin üzerine düşen tavan ağırlığı veya içerideki mobilyalar bu nesnelere çarparken yanlarında bir yer, boşluk bırakırlar. Bu boşluk benim 'hayat üçgeni' dediğim alandır. Nesne ne kadar büyük ve ne kadar dayanıklı olursa daha az ezilecektir.

Nesneler ne kadar az ezilirse boşluk ve bu boşluğu kullanan kişinin yaralanmama olasılığı o kadar artar. Bir dahaki sefere televizyonda yıkılan bina izlerken gördüğün üçgenleri say. Heryerdeler.
Yıkılan bir binada göreceğiniz en yaygın biçimdir.
Deprem anında hayatta kalma, ailelerine bakma ve başkalarını kurtarma hakkında 750 bin nüfuslu Trujillo kentinin İtfaiye bölümünü eğittim. T rujillo İtfaiye Departmanının kurtarma şefi Üniversitede profesördür. Bana her yerde eşlik etti. Kişisel ifadeleridir:


'Adım Roberto Rosales. Trujillo kurtarma ekibi şefiyim. 11 yaşındayken çöken bir binada mahsur kaldım. Mahsur kalışım 1972 yılında 70.000 kişini öldüğü depremde oldu. Erkek Kardeşimin motosikletinin yanında oluşan 'hayat üçgeni' içinde hayatta kaldım.
Yataklarının veya sıraların, masaların altına giren arkadaşlarım ezilerek öldüler (isim, adres vb detayları anlatıyor). Ben hayat üçgeninin yaşayan örneğiyim. Ölen arkadaşlarım 'çömel ve korun' örnekleridir.

DOUG COPP'UN ÖNERİLERİ
1) 'Binalar çökerken basitçe 'çömelen ve korunan' kişiler istisnasız her defasında ezilerek ölüyorlar. Masa, araba gibi nesnelerin altına giren kişiler her zaman ezilirler.
2) Kediler, köpekler ve bebekler'in hepsi doğal bir şekilde dizlerini ana rahmindeki gibi karınlarına doğru çekerek kıvrılırlar. Deprem anında sizde bu şekilde kıvrılmalısınız. Bu doğal bir güvenlik ve hayatta kalma içgüdüsüdür. Daha küçük bir boşlukta hayatta kalabilirsiniz. Hafifçe ezilecek ama yanında boşluk yaratacak bir kanepe, geniş büyük bir eşyanın yanında durun.
3) Ahşap evler deprem anındaki en güvenli yapılardır. Sebebi basittir; ahşap esnektir ve depremin zorlamasıyla hareket eder. Eğer ahşap bina çökerse geniş yaşam boşlukları oluşur. Ayrıca, ahşap binalar daha az yoğunlukta yıkı lış ağırlığına sahiptir. Tuğla binalar ayrı tuğla parçalarına ayrılacaklardır. Tuğlalar bir çok yaralanmalara sebep olacaktır, ama (beton) bloklardan daha az ezilmiş vücutlar yaratırlar.
4) Eğer gece yataktayken deprem olursa, basitçe yuvarlanarak yataktan düşün. Yatağın çevresinde güvenli bir boşluk oluşacaktır. Oteller müşterilerine deprem anında yatakların yanında yere uzanmalarını salık veren bir uyarı notunu odalarda her kapının arkasına asarlarsa depremlerde çok büyük hayatta kalma oranlarını sağlayabilirler.
5) Televizyon izlerken deprem olursa ve kolayca kapıdan veya pencereden dışarı kaçmak mümkün değilse, kanepe veya büyük bir koltuğun/sandalyenin yanında cenin pozisyonunda kıvrılarak yere uz anın..
6) Bina çökerken Kapı kirişlerinin altına geçen herkes ölür...Nasıl mı? Eğer kapı kirişlerinin altına geçerseniz ve kapı kirişi öne veya arkaya doğru düşürse inen tavanın altında ezilirsiniz. Eğer kapı kirişi yana doğru yıkılırsa ikiye bölünürsünüz. Her iki durumda da ölürsünüz!
7) Hiçbir zaman merdivenlere gitmeyin/yönelmeyin. Merdivenler (ana binadan) farklı bir 'frekans aralığına' sahiptir; ana binadan bağımsız/ayrı olarak sarsılırlar. Merdivenler ve binanın geri kalanı devamlı olarak birbirlerine çarparlar, ta ki merdivenlerin yıkılışı
gerçekleşene kadar. Merdivenle re ulaşan insanlar basamaklar yüzünden yaralanırlar. Korkunç şekilde sakatlanırlar. Bina yıkılmasa dahi, merdivenlerden uzak durun. Merdivenler binanın hasar görmesi en muhtemel kısmıdır. Depremde yıkılmamış olsa dahi, merdivenler bağırarak kaçmaya çalışan insanların aşırı yüklenmesi ile çökebilir. Merdivenler binanın geri kalan kısmı zarar görmemiş olsa dahi her zaman güvenlik açısından kontrolden geçirilmelidir.
8) Binanın dış duvarlarına yakın yerlerde durun, mümkünse dışına çıkın. Binanın iç kısımlarındansa dış kısımlarına yakın yerlerde olmak çok daha iyidir. Binanın dış çevresinden ne kadar içeride olursanız, çıkış yolunuzun kapanma ihtimali o kadar artacaktır.
9) Aynen Nimitz yolundaki katlar arasındaki (yıkılan) blokları n meydana getirdiği gibi, deprem anında üst yolun yıkılmasıyla ezilen araçların içinde bulunan insanlar ezilirler. San Francisco depreminin kurbanlarının hepsi araçlarının içindeydiler. Hepsi öldü.
Araçlarının dışına çıkıp,aracın yanına uzanıp veya oturarak kolaylıkla hayatta kalabilirlerdi. Ölen herkes eğer araçlarından çıkıp, araçlarının yanına oturabilseler veya uzanabilselerdi yaşıyor olabilirdi. Ezilen bütün araçların yanında-kolonların direkt olarak üzerine düştüğü araçlar hariç- 3 feet yükseklikte boşluklar oluşmuştu.
10) Enkaz halindeki gazete ofislerini ve çok miktarda kağıdın olduğu ofisleri dolaşırken kağıdın sıkışmadığını/ezilmediğini keşfettim. Kağıt yığınlarının/kümelerinin etra fında geniş boşluklar bulunur/oluşur.

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...