5 Ocak 2010 Salı

B A Ğ L I L I K








GALATASARAY'IN EFSANE TARAFTARI

Burhan BURSALIOĞLU


Türkiye fuıtbol liglerinin tatilde olduğu , statlarda karmaşanın yaşanmadığı, küfürlerin olmadığı, başkan ve yöneticilerin birbirlerini kırıcı laflar etmediği, basının kışkırtıcı haberlerinin olmadığı şu günlerde, siyasetten uzakta, ülkemizin karabulutlarından uzak bir gün yaşamak amacıyla, geçmişin çok uzaklarına gitmek istiyorum.

Gençliğimizin, tam bir fanatik taraftarından söz etmek istiyorum. Tüm takımların taraftarlarının sevdiği, alkışladığı bir Galatasaraylı Karıncaezmez Şevki'den.
Şevki'nin statlarda boy gösterdiği dönemlerde, maç yapan takımların taraftarları yan yana oturur, attıkları sloganları saygı ile karşılar, güzel hareketleri birlikte alkışlar, tek bir küfür duyulmazdı. Son yıllarda, küfürü bir tarafa bıraktık, ölüm olayları, tutuklanmalar, statlardan uzaklaştırmalar, bu nedenle de, saha kapatma, para cezaları, yöneticilere hak mahrumiyeti ve seyircisiz oynama cezaları verilmektedir. Günümüzdeki olumsuzlukları hepimiz biliyoruz. Fazla kurcalamaya gerek yok.
Karıncaezmez Şevkiden söz edeceğim.
Şevki Hasta denecek kadar bir Galatasaray taraftarıydı. Kendini, ilk İstanbul'a geldiğim tarih olan 1955 de tanıdım. O tarihe kadar gazetelerden ve radyo haberlerinde adına rastlardım. Çünkü o, Galatasaray'ın sembol simalarından ve Türkiye'nin de en tanınmış futbol taraftarıydı.

Şevki Güney, 1919 da doğdu. Mesleği şoförlüktü. 15 yıl da İETT otobüslerinde şoförlük yaptı. Otobüsün şoförmahallini çiçeklerle süsler, sarı kırmızı renklerle donatır, yakasına çiçekler takardı. 15 yıl sonra görev alan amirlerinden biri, Şevketin bu kıyafet ve davranışlarının, yönetmeliklere aykırı diyerek, Şevketin işine son verdi.
48 model bir opel kaptıkaçtı arabası vardı. Taksim-Karaköy, Taksim-Dolapdere hattında çalışıyordu. Galatasaray'ın maç günlerinde, şimdiki İnönü stadının , o zamanki adı Mithatpaşa stadına ücretsiz taraftar taşırdı.
Kullandığı arabanın her tarafı sarı-kırmızı renklerle ve futbolcuların resimleriyle doluydu. Taksiyi sarı-kırmızıya boyamıştı. Jantlardan biri sarı diğeri kırmızı, çamurluklar, farlar,ön arka kaput, dikiz aynaları, kapılar sarı-kırmızıydı. Taksinin içi de tavana ve yan duvarlara yapıştırılmış gazete küpürleriyle doluydu. Metin Oktay'ın volesi, Turgay Şeren'in plonjonu, Candemir'in, Mustafa'nın, Coşkun'un, Kadri'nin, Suat'ın,Yılmaz'ın, Turan'ın, Ayhanı'ın Ergün'ün İsfendiyar'ın, Uğur'un ve birçok futbolcunun değişik pozdaki resimlerinin yanında, oryantal danslı kızların resimleri arabayı süslerdi.
Galatasarayın galibiyetlerinde, arabasının dışını da süsler, çiçeklerle donatırdı. Sair zamanlarda " Ayıptır, Galatasaraylılardan başka taraftarlar da var. Arabanın dışıyla kimseyi rahatsız etmem. Arabamın içi benim dışı vatandaşındır" derdi. Kendi kıyafeti de tamamen sarı-kırmızıydı. Çoraplarının biri sarı diğeri kırmızı. Ayakkabıları da aynı. Gömlek yerine forma giyerdi. Yakasında sarı-kırmızı gül eksik olmazdı. Bere veya şapkası sarı-kırmızıydı.
Karıncaezmez Şevki, sarı-kırmızı renklere olan aşkını bir tesadüf olduğunu söyler. Birgün Yeşilköyde, bir köşkün bahçesinde sarı-kırmızılı bir avrupa gülü görmüş. Rengi öyle çekiciymiş ki, yaklaşıp koklamış. Kokusu da çok hoşuna gitmiş. İşte o günden sonra şevki'de çiçek sevgisi, koku sevgisi ve sarı-kırmızı sevgisi başlamış. Koku nedeniyle arabasında her zaman bir şişe esans kokusu bulundururdu.
Bir fenerbahçeli olan gazeteci Tevfik Yener bir yazısında Şevki'yi şöyle ifade eder " Karıncaezmez sarı-kırmızı forması ve bayrağı ile yuhalanmaz, alkışlanırdı. Bizle el şıkışırdı. Onu herkes severdi. İster fenerli, ister Beşiktaşlı olsun. Çünkü o efendi adamdı. Futbolun bir oyun bir eğlence olduğunu biliyordu. En önemlisi, sportmenliğin barış, kardeşlik ve de centilmenlik olduğunu hissediyordu."
Karıncaezmez Şevki şoförlüğü süresince hiçbir kaza yapmadı. Kimseyi incitmedi. Zaman zaman da İstanbulun en "Kibar şoförü" seçilmiştir.Bu nedenledir ki, ona "Karıncaezmez" lakabını zamanın İstanbul Emniyet Amiri, ve sonradan İç işleri Bakanı olan Orhan Eyüboğlu vermiştir.
Karıncaezmez Şevki, bugün bildiğimiz amigolara benzemezdi. Kendinden büyük bayrağını, maç başlayana kadar trübün korkuluklarına çıkarak arkası seyırciye dönük vaziyette, slogan atmadan, sallar ve seyirciyi selamlardı. Seyirci de ona " yaşa varol " diye bağırır, o da bu tezahürata karşı çok mutlu olurdu. Takım sahaya çıkınca, Karınca ezmez yerinde duramaz, korkuluklardan oyuncuları selamlardı. Maç bittiğinde elindeki bayrakla, kalabalığın önünde, Beyoğlu, Hasnun galip sokağındaki Galatasaray kulüp binasına kadar yürürdü.
1965 yılında, Şevki'in, 18 yıllık eşi Mediha Güney boşanma davası açtı. Kızı Sıdıka ve oğlu Nuri ile hakim karşısına çıkan Mediha," kocasının ev ve çocuklarıyla ilgilenmediğini" söyledi. Karıncaezmez " Maddi durumumun kötü olduğu doğrudur. Beni bu hale düşüren Galatasaray'a olan aşkımdır. Bu aşk beni maddeten yıkıyor, fakat manen ben bir milyonerim" diyerek boşanma talebinin reddini istediyse de, tepeden tırnağa, sarı-kırmızı donanmış Şevki'yi gören hakim ikisini de boşadı.
Karıncaezmez'in, 1968-69 sezonunda kazanılan şampiyonluk, onun belleğinde çok büyük bir değer kazanmıştı. O sezon Karıncaezmez'in tribünde yaşadığı son şampiyonluk ile, Metin Oktay'ın, gol kralı olduğu ve futbola nokta koyduğu sezondu.

Karıncaezmez ölene kadar,o şampiyon takımı bir çırpıda sayardı.
Kalede Nihat, Ali, Ergün, Muzaffer, Talat, Turhan Mehmet, Ayhan, Gökmen, Metin Uğur.
Karıncaezmez'in hiç yorulmadan selam verişleri vardı. Beyoğlunda, Galatasaray Lisesi önündeki ambleme döner saatlarca selam dururdu. Trafik kilitlenirdi. Kimsede ses çıkarmaz, beklerlerdi.
Kapalı çarşıdaki Şark kraathanesine uğradığında, duvarda asılı duran, İran Şahı, Pehlevi'nin babası Rıza Pehlevinin resminin karşısına geçer, sandalyenin üzerine çıkarak yarım saate yakın bir süre selam dururdu. Ayrıca, resmi elbiseliye, her gördüğü heykele, meyhanelere, ve sarı-kırmızı gördüğü her nesneye selam verirdi.

Artık işler tersine gitmeye başlamıştı. Galatasarayın, Fenerbahçe'ye 3-2 yenildiği bir maç sonrasında, G alatasaraya uğursuzluk getiriyor diye, Karıncaezmez'i tribünden aşağıya attılar. Sağ kolu kırıldı. Maçlara almadılar. O da kırık kolla, şimdiki kaçak denen gökdelenin bulunduğu yamaca çıkar, sağ konunu havaya kaldırarak seyirci ve oyuncuları 90 dakka , yapmur, kar, soğuk, sıcak demeden selamlardı.
Kolu kaynamadı. Aylarca alçı içinde kaldı. Birkaç kez daha aynı yerden kırıldı. İltihap ve kangrene dönüştü. Paşabahçe SSK Hastanesinde, Dr. Ergün Dizdaroğlu ve Dr. Ali Uras tarafından kolu kesilerek kurtarıldı.
Tekrar maçlara gitmeye baişladı ama o eski heyecanı kalmamıştı.

Bir müddet sonra hastalandı. Merterde, kızkardeşi Nuriye Haskatar'ın 10 nüfuslu evinde çile doldurmaya başladı.
23 Mart 2000 de, Galatasaray'ın Mallorca yı elediği tarihte, Samatya SSK Hastanesinde vefat etti. Ne yazık ki , o büyük Avrupa kupasının alınışını göredi.

Karıncaezmez Şevki, kendini , kendi yazdığı şiiriyle şöyle tarif ederdi.
Çiçek server, Esans sürer, Karıncaezmez, Gönül kırmaz, Acele iş sevmez, 30 km. den fazla gitmez, Galatasaraydan dönmez, Yakasında çiçek görmezse yaşıyamaz, Şoför Şevki Güney.

Karıncaezmez Şevgi Güney'e Allah'tan rahmet diliyorum. Nur içinde yatsın.















2 Ocak 2010 Cumartesi

S A Ğ L I K











İŞPORTADA İLAÇ




Burhan Bursalıoğlu



Sayın Başbakan Tayip Erdoğan,” bundan böyle ilaçların bakkal ve marketlerde satışının yapılması için çalışmalarımız devam ediyor “ diyerek, sanki yeni yıl mesajı veriyordu.. Ne imiş, ABD de bu böyle imiş. Ne kadar kopyacı bir millet olmuşuz. Birisi bir şey yapmasın, hemen onu kopyalayıp kendimize adapte etmeye çalışıyoruz. Bu işi de, onların bitirdikleri bir zamana denk getiriyoruz. Sanki nöbet değişimi yapıyoruz. Bir ara, Eğitimde de kopyalama yapılıyordu. Örneğin, İlkokul matematik konuları içine giren Kümeler gibi.. Bu konunun kime faydası oldu? Yaşamda , karşımıza mı çıktı? Hayır.


Bir diğer dikkati çeken, hep ABD den örnekler almamız ve onların uygulamalarını kendimize yakıştırmamız.


İstiklal Savaşından önce, Osmanlı İmparatorluğunun çöküş döneminde, bazı aydınlarımız, Ulusun kurtuluşu için ABD mandalığını benimseyip, onların emrine girmeyi öneriyorlardı. Bugünkü durum, bana o geçmişi hatırlatıyor.


Gelelim ilaç meselesine. İlaçlardan anlayan, hastaya, doktordan sonra yardımcı olan, ilacın ne işe yaradığını, nasıl kullanıldığını, nelere dikkat edileceğini, ufak tefek yaralanmalarda ilk müdahaleyi yapan, Eczacılık tan diploma alan eczacıların işi değil mi? Elbette onların işi. Peki, market tezgahında bulunan kişiler pansuman yapabilecekler mi, ilk müdahaleyi yapabilecekler mi, iğne yapabilecekler, reçeteyi doğru okuyabilecekler mi, tüm ilaçların hangi hastalıklarda nasıl kullanılacağını bilebilecekler mi? Tabii ki hayır. Diyeceksiniz ki, marketler, ilaç reyonuna eczacılığı bitirenleri alır. Alır da acaba yıllarca dirsek çürütmüş, eczacılık yapar diploması alan 3 kuruş karşılığı tezgahtarlık yapar mı? Gerçi bugün üniversite mezunları, manav, çöpçü, branşlarıyla ilgisi olmayan, ekmek parasına çalışanlar var, var ama bu iş toplumun sağlığı ile ilgilidir. Onun için, büyük mesuliyet alan kişiler, üç kuruşa çalışmazlar. Bu günkü uygulamaya göre, diplomasını satar. Doğru bir şey mi ? Hayır.Yanlış. Eczacılığın E sinden anlamayan , satın aldığı diplomayı yürürlüğe koyarak eczane açıyor. Öte yanda, parası olmadığı için, eczane açamayan dürüst insanlar mağdur oluyor.


Şimdi ise daha kötü olacak,. Bir çok eczane kapanacak. Birçok insan işsiz kalacak. Yeni zenginler türeyecek. İlaç pazarlayan birkaç zengin sektör türeyecek. Market zincirleri gibi, eczane, veya market ilaç reyonları zinciri oluşacak.


Peki bunlara gerek var mı?


Başkalarının düşüncelerini bilemem ama, şu bir gerçek ki, bir ülkede ekonomi aşağı doğru yuvarlanmaya başlayınca, önünü kesmek için ufak tefek takozlar konmaya başlar. Eczacıların devletten alacaklarını alamıyorsa, ilaç yüzdeleri düşüyorsa, birçok kırtasiyecilik yaptırılıyorsa, bunların düzeltilmesini istemek de eczacıların hakkı olsa gerek. Bu girişimler bazılarını rahatsız etmiş olamaz mı? Gözdağı verilerek, ilaçların bakkal ve marketlerde satılması tehdidi yapılamaz mı? Olabilir. Akla yatkın.


Ama ne olursa olsun, ne düşünülürse düşünülsün, halkın sağlığı ile dalga geçilmez. Halkımız zaten yeteri kadar hasta. Tüm hastanelerde adım atacak yer bulunmuyor. Tedavi için her gün sabah saat 05 de kuyruğa giren insanlarımız doğru dürüst tedavi de olamıyorlar. Birçok hastane özelleştirildi ve özel hastaneler açıldı. Orta ve düşük gelirli hastalar bu özel hastanelere gidememektedir. Gitseler de muayene ücretinin % 70 ini ödeme durumundadır. 300 liralık muayene ücretinin 210 lirasını hasta ödeyecektir. Tabii bunlar sağlık sigortalarından birine dahil ise. Oralardan ancak durumu iyi olan tuzu kuru olan istifade edebilmektedir.


Devlet hastanelerinde çalışan bir doktor en az günde 50 hastaya baktığını düşünürsek, onların kullanacağı ilaçlar da o nispette artacaktır. Marketlerdeki ilaç reyonları bunlara cevap verebilecek midir?


Eczanelerin kapatılmasını sağlayan bu tehdit vari nutuklardan olumsuz olarak etkilenen halkın sağlığı ile oynanmasını kafam almıyor. Bana kalırsa e n iyisi, çarşıda pazarda ne kadar esnaf var ise , fırıncısı,manavı,terzisi, ayakkabıcısı, tüccarı,yemişçisi, kasabı, işportacısı bu ilaçları satmalı. Evlere de yakın olur, eczane eczane aranmamış olur.


Dolayısı ile, eczaneleri kapatınca, ilaçlar market ve bakkallarda satışı başlayınca, yeni, yeni zenginler türeyince, cenaze levazımcıların da çoğalması, cenaze levazımı zincirleri oluşur. Buna paralel olarak da yeni mezarlıkların açılması lazım.” Yer yok” deyip dikine gömülme veya yakıp küllerin savrulması durumuna düşmeyelim.

29 Aralık 2009 Salı

Y E N İ Y I L


Ömür Bankasının Hayat Şubesindeki 2010 Nolu


Hesabınıza:


Her Günü Mutluluk, Neşe, Saadet, Bol Şans ve


Sağlık Dolu,


Gıcır Gıcır 365 Gün Yatırılmıştır.

Bu Yeni Kredinizi,

Aileniz, Eş Dost ve Arkadaşlarınızla Birlikte,

İhtimamla Harcamanızı Dilerim.

Burhan BURSALIOĞLU




























27 Aralık 2009 Pazar

TARİH









1922 DE İKİ KÜRT KÖKENLİ MİLLETVEKİLİ


Burhan Bursalıoğlu



Henüz Cumhuriyet kurulmamış, Kurtuluş savaşı yeni bitmiş, 11 Ekim 1922 de, saat sabahın 6 sında , Mudanya Ateşkes antlaşması imzalandı.

TBMM. Antlaşma gereği Doğu Trakya’yı teslim alacak olan birliğin komutanlığını Refet Paşa’ya vererek, Trakya’daki halkın nabzını kolluyor, öte yandan da, yapılacak olan Lozan Konferansı çalışmalarına başlarken, acilen Saltanatın kaldırılmasına çalışılıyor... Zorla da olsa Saltanat kaldırıldı. Bir bayram havasında, coşkuyla Doğu Trakya da teslim alındı.

Türk Devletinin geleceğini tayin edecek olan Lozan Konferansı delegeleri seçilip baş murahhaslığa Dış İşleri Bakanı İsmet İnönü atandı.

Konferansa gidecek olan heyetin, hangi konularla sağlıklı karar almak için mücadele edeceklerini tespite başlandı.. Hükümet liste halinde konular İsmet İnönü’ye verildi., Sonra sıra TBMM vekillerini aydınlatmaya geldi..

3 Kasım 1922 Cuma günü, saat 14 de, Dr. Adnan Adıvar’ın başkanlığında, Cuma namazından sonra TBMM toplandı.
Gündemde, Lozan’da ele alınacak ve bize kabul ettirilmeye çalışılacak, müttefiklerin olası konuları vardı.

İsmet İnönü kürsüye gelerek, yaptığı açıklamalardan sonra “ Misak-i Milli “ ye sadık kalacağını belirtti.

Diğer önemli konu “Azınlıklar” konusuydu. Azınlıklar konusu içine Kürt sorunu da giriyordu. Çünkü, Başta İngilizler olmak üzere, zaman, zaman Ermeni Suriye ve Yunanlılar, Kurtuluş savaşı intikamını almak için, Doğu meselesi, Türk – Kürt anlaşmazlığı yaratarak, Anadolu’yu ikiye bölme girişimleri yapıyorlardı. Zaman içinde bunda da muvaffak oldular..

Mecliste Doğu Anadolu ve Kürt sorunu ele alındı. Misak-i milli Sınırlarımızdan taviz verilemeyeceğini, Anadolu’nun bölünmesine müsaade edilmeyeceğini, gerekirse silaha baş vurulacağı belirtildi.

Kürt meselesi konusunda Milletvekilleri söz aldılar.

Konuşmacıların içinde en çok dikkati çeken Dersim Millet Vekili Diyap Ağa ve Bitlis Millet Vekili Yusuf Ziya Beydi. Bunların konuşmaları merakla bekleniyordu. Çünkü ikisi de Kürt vatandaşıydı

İlk söze Diyap Ağa başladı. 1831 doğumlu ve Meclise 90 yaşındayken gelen Diyap Ağanın yaptığı kısa konuşmayı, 1931 yılında bir gazeteciyle yaptığı röportajda, sorulan soru üzerine Kendi ağzından dinleyelim:

“Aha bizim memleket ahalisi Kürt müş, orada bir Kürt Hükümeti kuracaklarmış, bunu duyunca kızdım kürsüye çıkıverdim. Gene sustular: “Lâilaheillâh Muhammedürresullâllah” dedim. “Gerek Şafiî, gerek Hambelî, gerek Hanefî hepimizin kıblesi birdir. Meclisimiz, kulübümüz, dinimiz, milletimiz birdir. Bizim içimizde ayrılık, gayrılık yoktur. Biz Kürt değil, biz Türk’üz. Hepimiz kardeşiz. Hepiniz Lâilaheillâh demişsiniz. Şimdiden sonra mı, ayrı bir din, ayrı bir millet olacağız?.Biz birbirimizle iftihar ederiz. İşte bu kadar..” “dedim, el çırptılar, İsmet Paşa ayakta kürsünün yanına gelmiş, sakalımın dibine yaklaşmıştı. O da coştu, o da el vurdu”

Diğer konuşmacı, Bitlis Vekili, Yusuf Ziya Beydi, (1925 de idam edildi.)
Avrupalılar aldatıcı sözlerle bizi birbirimizden ayırmaya çalışıyorlar. (Bugünkü gibi) Ben Kürt oğlu Kürdüm. Bir Kürt Milletvekili olarak sizi temin ederim ki, Kürtler yalnız büyük ağabeyleri Türklerin saadet ve selametini istiyorlar. Biz Kürtler, Avrupa’nın Sevr paçavrası ile verdiği bütün hakları, hukukları ayaklarımızın altında çiğnedik ve bütün manasıyla, bize hak tanımak isteyenlere geri verdik. Türklerle birlikte kanımızı döktük. Ayrılmak istemedik ve istemeyiz Delege kurulumuz, Lozan’da, azınlıklar söz konusu edildiği zaman, Kürtlerin hiçbir isteği olmadığını söylesin. Kerkük’ü, Süleymaniye’yi ve Musul’u unutmasınlar. "

Ayrıca, Diyarbakır, Siirt, Van,Genç,Bitlis Muş ve Mardin Milletvekilleri ortak açıklamalarında.
“Türk – Kürt tek kitledir. Kürtler hiçbir vakit Türk camiasından ayrılamaz…” dediler.

90 sene önceki, iki Kürt Milletvekili vatandaşımız, Avrupalıların, Türkiye üzerine oynadıkları oyunları, Türk – Kürt çekişmesi yaratarak bizleri birbirimize düşürme oyunlarını anlamışlar da, bugün dağa çıkan ve onları destekleyen bir avuç insanın, hala bu işin bir aldatmaca ve oyun olduğunu anlayamadıklarına şaşıyorum.
.

25 Aralık 2009 Cuma

B İ L G İ

Lütfen Çıktısını alıp gözönünde bir yere asın, işe yarayabilir...
1) Gözlüğünüzün vidası çok çabuk çıkıyorsa vidayı takmadan önce, vidanın gireceği deliğe renksiz oje damlatın. Vidayı öyle takın >
2) Satın aldığınız ayakkabılar ayağınızı sıkıyor ise onları bir kaç dakika buhara tutun >
3) Makasınızı bilemek istiyorsanız, zımpara kağıdı kesin. >
4) Halıdaki sigara yanıklarından, yanık yerler üzerinde zımpara kağıdı ile dairesel hareketler yaparak kurtulabilirsiniz >
5) Mobilyaların yerlerini değiştirdiğinizde halıların üzerinde iz bırakır. Bu izleri yok etmek için izlerin üzerine bir parça buz koyun ve erimesini bekleyin. Daha sonra üzerinde elektrik süpürgesini gezdirin. İzden eser kalmadığını göreceksiniz >
6) Fermuarlı giyeceklerinizi çamaşır makinesine koymadan önce kapalı olup olmadığını kontrol edin. Açıksa zedelenebilirler . >
7) Üst üste koyduğunuz bardaklar yapışıp çıkmıyorsa bir leğenin içerisine koyun Üstteki bardağın içerisine buz koyup leğenin içerisine yavaş, yavaş sıcak su koyun. Bardakların kolayca çıktığını göreceksiniz. >
8) Satın aldığınız plastik ve cam eşyaların üzerine* yapıştırılan etiketlerden kurtulmak için etiketin üzerine yemeklik margarin sürün ve 15 dakika bekletin. Bir bez ile ovalayıp yıkayın Üzerinde hiç bir leke ve çizilme oluşmayacaktır. >
9) Ütü yapmayı kolaylaştırmak ve süreyi azaltmak için ütü masasının kılıfının altına alüminyum folyo koyun. Sıcağı geri yansıtacağından ütü yapmak daha kolay olacaktır.
10) Bez pabuçların temizlenmesi sorun oluyor ise pabuçları bir yastık kılıfının içerisine koyun. Kılıfın ağzını kapayın ve çamaşır makinesinde yıkayın. Yeni gibi olacaklardır. >
11) Buz kalıplarınızı su ile doldurmadan önce bölmelere portakal,limon ve dilediğiniz meyve parçacıkları yerleştirirseniz dekoratif buzlar elde etmiş olursunuz. >
12) Eğer ayaklarınız çok ısınıp şişiyorsa onları saatlerce sıcak suda bekletmeyin, aksine kolonya ile ovalayın. Bilekleriniz ve ayaklarınız şişmeyecektir >
13) Eğer ayaklarınız çok hassas ise, sıcak havalarda şikayetleriniz artıyorsa, her sabah bir kaç damla zeytinyağı ile ovalayın >
14) Pamuklu giysilerinizin çekmemesi için ilk yıkamada bir gece soğuk suyun içerisinde bekletin, sonra yıkayın, çekmeyeceklerdir. >
15) Dirsek ve topuklarınızın sertleşmesini istemiyorsanız, bir dilim limon ile ovun. Böylece yumuşacık olacaklardır. >
16) Yeni bir tava satın aldığınızda ilk önce içinde bir miktar sirke kaynatın. Bu işlem ilerde kızartmalarınızın tavaya yapışmasını önleyecektir. >
17) Cevizle dost olun. İçindeki yağ beyin hücreleri için çok yararlıdır. Kan sekerini düşürdüğü için şeker hastalarına da uzmanlar tarafından tavsiye edilir >
18) Duvarınıza çivi çakacağınız zaman işaretlediğiniz yerin üzerine çapraz bant yapıştırın. Çiviyi öyle çakın. Böylece duvarın alçısını çatlatmamış olacaksınız. >
19) Kızartma yağını bir kaç kez kullanabilirsiniz. Kullanılır durumda olup olmadığını anlamak için kızgın yağın içerisine bir dilim ekmek atin. Ekmekte kara lekeler oluşmuyorsa kullanabilirsiniz. > 20) Cevizlerin kabuklarını kolayca açabilmek için onları bir gece tuzlu suyun içerisinde bekletin. Böylece içleri de dağılmayacaktır. >
21) Unlarınızın böceklenmemesi için, un kavanozunun içerisine bir adet defne yaprağı koyun. > 22) Fırında patates yapmadan önce , 10-15 dakika haşlayın ve çatal ile delin. Daha kolay pişecektir. >
23) Büyük miktarda patatesiniz var ise torbanın içerisine bir adet elma koyun. 8 hafta boyunca filizlenmesini ve büzüşmesini önler. >
24) Kullanılmış limon kabuklarını rendeleyip seker ile karıştırın. Kavanozun içerisinde buzdolabında uzun bir süre saklayabilirsiniz. Böylece pasta yaparken elinizin altında hazır bulunur. >
25) Kabarık bir omlet yapmak istiyorsanız, bir çorba kaşığı suyun içerisine bir çay kaşığı mısır unu karıştırın. Hazırladığınız karışımı yumurtaya ilave edin. Böylece kabarık bir omlet yapmış olacaksınız. >
26) Sarımsaklarınızı her zaman elinizin altında hazır bulundurmak istiyorsanız kabuklarını soyduktan sonra bir kavanoza doldurup üzerine zeytinyağı koyarak muhafaza edebilirsiniz. Ayrıca bu yağ. yemeklerinize, salatalarınıza ayrı bir lezzet katacaktır. >
27) Peyniri kolay rendelemek için, 15 dakika buzlukta bekletin >
28) Bisküvileriniz yumuşamışsa onları birkaç dakika fırınlayın. >
29) Çekmeceleri içini boşaltmadan temizlemek istiyorsanız,elektrik süpürgesinin ucuna ince bir çorap geçirin. >
30) Fırında tavuk kızartacağınız zaman üzerine koyduğunuz baharatlardan içine de koyun. Böylece daha lezzetli olur. >
31) Domates salçanız çok eksi ise içerisine bir havuç rendeleyin. Havuç, salçanızı (sosunuzu) tatlandıracaktır. >
32) Mantarların daha lezzetli olması için pişirmeden önce üzerlerine biraz tuz ve limon suyu koyun, 5 dakika bekletin. Daha sonra pişirin. >
33) Fırında tavuk kızartacağınız zaman bir limonu ikiye bölün, yarışını tavuğun üzerine bastırarak iyice sürün. Diğer yarısını ise tavuğun içerisine yerleştirin. tavuğunuz nar gibi kızaracaktır. >
34) 2 Çorba kaşığı yoğurdu, sulandırılmış 1 çorba kaşığı salçayı ve birazda zeytinyağını derin bir kabin içerisinde karıştırın.Fırına koymadan önce tavuğun her tarafına sürün. Çok daha lezzetli olacaktır. >
35) Hazırladığınız kekin ortasına malzeme koyacağınız zaman bıçak ile kesmenize gerek yok. Dikiş ipliğini kekin etrafına gerip dikkatlice çektiğiniz zaman düzgün bir şekilde kesildiğini göreceksiniz.* >
36) Hazırladığınız kekin, fırında pişirirken çökmemesi için hamuru kalıbı ile birlikte fırına koymadan önce 20 dakika kadar dinlendirin. >
37) Pişirdiğiniz sebzelerin renklerini kaybetmemesi için bir kesme seker yada limon suyu koyun. 38) Hazırladığınız omletin tavaya yapışmaması için, önce tavayı ocağa koyup iyice ısıtın sonra yağı döküp kızdırın. Daha sonra karışımı tavaya alın ve ocağın altını kisin. >
39) Kesilmiş ve açık havada kalmış soğan zararlıdır .Kullanmadığınız soğan parçalarını saklamayın. >
40) Çok miktarda alkollü ve alkolsüz kokteyller hazırladığınızda onlardan bir miktarını buz kaplarına yerleştirin. Kokteyllerin içerisine bunları kullanın Böylece sulanıp tatlarını kaybetmeyeceklerdir >
41) Kuru soğanları kese kağıdına sardıktan sonra buzdolabının sebze bölümünde muhafaza ederseniz çürüyüp bozulmasını önlemiş olursunuz. >
42) Kızarttığınız tavuğun tekrar ısıttığınızda lezzetini kaybetmesini istemiyorsanız tavuk parçalarını bir süzgece koyun.Tencerenin içerisinde su kaynatın ve süzgeci üzerine oturtun.Buharda ısıtılan tavuk lezzetinde hiçbir şey kaybetmeyecektir. >
43) Satın aldığınız kiviler çok sert ve ham ise bir gece boyunca plastik bir torba içerisinde elma ve armut ile saklayın. >
44) Evde pasta yaparken kullandığınız meyve şekerlemelerinin dibe çökmesini istemiyorsanız hazırladığınız hamura bir miktar *mısır unu ilave edin. Meyveler pişerken suları yoğunlaşır ve dibe çökmezler.* >
45) Kek kalıbınızın içine hamurunuzu dökmeden önce ortasına bir şerit alüminyum folyo koyun. Böylece kekinizi pişirdikten sonra kolayca çıkartabilirsiniz. >
46) Soğan, sarımsak kesmeden önce parmaklarınıza limon suyu sürerseniz , istemediğiniz kokulardan kurtulmuş olursunuz. >
47) Kızartma kokularının bütün eve yayılmaması için yağın içerisine bir iki dal maydanoz atın. > 48) Lambalarınızın üzerine kullanmadığınız kokularınızdan veya biraz vanilya sürerseniz, lambalarınızı yaktığınızda mis gibi koku yayılacaktır.( Fazla sürmeyin.)

24 Aralık 2009 Perşembe

B İ L G İ

TÜRKİYE'DEKİ 2010 YILI RESMİ TATİL GÜNLERİ
Belki işinize yarar

BURHAN BURSALIOĞLU

YILBAŞI 1 GÜNÜ OCAK CUMA

ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI 1 GÜN 23 NİSAN CUMA

ATATÜRK'Ü ANMA GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI 1 GÜN 19 MAYIS ÇARŞAMBA

ZAFER BAYRAMI 1 GÜN 30 AĞUSTOS PAZARTESİ

RAMAZAN BAYRAMI AREFESİ 1/2 GÜN 08 EYLÜL ÇARŞAMBA

RAMAZAN BAYRAMI 1. GÜN 09 EYLÜL PERŞEMBE
RAMAZAN BAYRAMI 2. GÜN 10 EYLÜL CUMA
RAMAZAN BAYRAMI 3. GÜN 11 EYLÜL CUMARTESİ

CUMHURİYET BAYRAMI 1,5 GÜN 28 EKİM 29 EKİM PERŞEMBE – CUMA

KURBAN BAYRAMI AREFESİ 1/2 GÜN 15 KASIM PAZARTESİ


KURBAN BAYRAMI 1. GÜN 16 KASIM SALI
KURBAN BAYRAMI 2. GÜN 17 KASIM ÇARŞAMBA
KURBAN BAYRAMI 3. GÜN 18 KASIM PERŞEMBE
KURBAN BAYRAMI 4. GÜN 19 KASIM CUMA

23 Aralık 2009 Çarşamba

A N M A



K U B İ L A Y


Burhan Bursalıoğlu


Bugün 23 Aralık, Menemen Olayı ya da Kubilay Olayının 79. yılı.


,
23 Aralık 1930 günü , Cumhuriyet tarihinin ikinci önemli irtica olayı, İzmir'in Menemen ilçesinde, askerliğini yedek subay olarak yapmakta olan öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay'ın , şeriat isteyen bir grup esrarkeş, yobazlar tarafından başı kesilerek öldürülmesiyle başlayan olaylar zincirinin başladığı tarihtir

Olaydan sonra, kurulan İstiklal mahkemelerinde yargılanan faillerin bir kısmı idama, bir kısmı da çeşitli cezalara çarptırılmıştır
Aslında Kozan’da dünyaya gelen ama, Aydında okuyan orada öğretmenlik yapan Devrim Şehidi Kubilay için her yıl anma toplantıları yapılır.
2008 yılında 23 Aralıkta Aydın Atatürkcü Düşünce Derneğinin tertiplediği Yedek Subay Öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay`ın şehit edildiği Menemen Olayının 78`inci yıl dönümü dolayısıyla. toplantıda, konuşanlar arasında Emekli Tarih Öğretmeni A.Zeki Muslu ^nun konuşma özetini aşağıda bilgilerinize sunuyorum.


“…Her 23 Aralık günü derse girdiğim sınıflarda öğrencilere; Atatürk devrimlerini korumak amacıyla gericilerin karşısına yiğitçe dikilen ve bu uğurda gözünü kırpmadan canını veren Kubilay nerelidir, askere alınmadan önce hangi kentimizde öğretmendi? diye sorardım. Öğrenciler tahminde bulunmaya başlarlardı. Biri `Aydın` dediğinde, ona `aferin, bildin` dediğimde öğrencilerden `aaa!...` diye bir hayret sesi yükselirdi.


Kubilay doksan yıl öncesinin Aydın`ın
Kenz-ül İrfan okulunda okudu. Seksen yıl öncesinin Aydın Gazipaşa İlkokulu`nda öğretmenlik yaptı` diyerek anlatmaya başlardım Gözleri iri iri açılır, Aydın`la Kubilay`ı özdeşleştirirlerdi.

Kentler yetiştirdikleri değerlerle öğünür. Öğünmek için yalnız sahiplenmek gerekir. Aydın ili, Aydın kenti nedense Kubilay`ı sahiplenmekten hep kaçındı.
Aydın`da durum böyle de Türkiye de farklı mı? Bu ülkenin geleceği için, Atatürk devrimleri için canını veren bir öğretmenin, bir yedek subayın yılda bir kez parlak törenlerle anılması, yaldızlı fakat içi boş sözlerle hatırlanması ne kadar acı! Kubilay`ı yalnızca bir kesimin sahiplenmesi, bir kesimin yapılanları alaycı bir biçimde dudak bükerek uzaktan bakması ne kadar düşündürücü? Bir ülkenin insanlarının acıda, sevinçte, kıvançta bir olması gerekmez mi? Bizi biz yapan değerleri toplumun bir kesiminin sahiplenmesi bir kesiminin öteki lemesi bölünmeyi getirmez mi?


Yurt kaybetmenin acısını, ancak yurt kaybedenler bilir. Kubilay`ın babası Kazavan Hüseyin, yirminci yüzyılın başlarında Girit`te
Rum baskısı artınca ailesini alarak İzmir`e göç eder. Aile on yıl içersinde İzmir, Adana, Kozan, Aydın, Antalya, İzmir arasında dolaşarak tutunmaya çalışır. 1906 yılında Kozan`da doğan Kubilay, dünyayı Aydın`da tanımaya başlar. Çocukluğu Birinci Dünya savaşının acı günlerinde Aydın Orta Mahallede geçer. Pek çok akrabası halen Aydın`da oturmaktadır.

Kubilay Bursa Öğretmen Okulu`nu bitirince çocukluğunun geçtiği Aydın`a atamasının yapılmasını ister ve Aydın`da öğretmenliğe başlar. Evlenir, düzenli bir yaşama geçeceği sırada da askere alınır.


Kubilay üzerine düşen yasal görevi, asayişi sağlamak amacıyla, devlet adına Menemen Belediye alanında yobazların karşısına dikildi. Olayın, genç cumhuriyetin
Şeyh Sait ayaklanmasından sonra karşılaştığı ikinci irtica olayı olduğunu bilmiyordu. O, görevini en iyi biçimde yapmak için oradaydı. Bu uğurda da canını verdi. Devrim tarihinde adı, devrim şehidi olarak yer aldı.
Hakkında yalan, yanlış, kulaktan dolma kuru bilgiler o günden bu güne tekrarlandı durdu.


Kubilay; bu kentin çayırlarında yaşıtlarıyla top oynadı, güreş tuttu. Bu kentin sokaklarında sevdalandı. Bu kentin göğüne bakarak söyledi ilk aşk şarkılarını. Bu kentin çocuklarına öğretmenlik yaptı. Onlara bildiği en güzel şeyleri anlatmaya çalıştı. Bu kentin sıradan bir evinden dualarla askere uğurlandı. Arkasından `güle, güle git` diye bu kentin suyu döküldü. O gittiği yoldan bir daha geri dönmedi. Ölüm denen acı haberi ulaştı hemşerilerine, öğrencilerine, öğretmen arkadaşlarına. O yılların Aydın`da Kubilay adına ve Aydın halkına yakışan törenler yapılırdı. Sonra bu tutum tavsadı ve
Kubilay Aydın halkı arasında unutulmaya yüz tuttu.


Gelelim bu güne; Üç, beş yobaz, aynı zamanda esrar kullandıkları saptanmış kendini bilmezler, dinsel söylemler kullanarak bir Türk subayının kafasını bedeninden ayıracaklar, siz de bunu görmezlikten geleceksiniz. Hangi dinde olursa olsun bir insan öldürmek günahtır. Tanrının verdiği canı ancak
Tanrı alır. Hiçbir dindar bunu kabullenmez. Katilleri ve canileri de kınar.

DİNDAR İNSANA KİMSENİN SÖZ SÖYLEME HAKKI YOKTUR.


Bu ülkenin insanının `YOBAZI, DİNCİYİ,
DİNDARI` birbirinden ayırt etmesinin zamanı geldi. Dindar insana kimsenin söz söyleme hakkı yoktur. Ortaçağ özlemi çeken yobaz ile devleti din adına yönetmeye kalkan dinciyi ise eleştirmek gerekir.
Dindarların da Kubilay`a sahiplenmesi gerekir. Çünkü bir avuç yobaz, İslam dinini kullanarak hunharca bir cinayet işlemişlerdir. Sizin saf ve temiz duygularla inandığınız dininizi birkaç kendini bilmez bağnaz kendi amaçları için kullanmaya kalkışmıştır.

Dört yıl önce Kubilay`ın, Aydın
Hasanefendi Mahallesinde, Konaklı dershanesi sokağında askere gitmeden önce oturduğu evi bulduk, yetkililere bu evi restore ettirin, koruyun dedik. Bunu yapamazsanız hiç olmazsa kapısına `Devrim şehidi Kubilay bu evde oturmuştur` diye bir tabela çakılmasını önerdik. Sesimizi duyan ya da aldırış eden olmadı.

Yerel yöneticilerimizin Aydın`ı ulusal kimliği içersindeki hak ettiği yere oturtmak zorundalar. Nasıl
Adnan Menderes`e, Mahmut Esat Bozkurt`a, Yörük Ali Efe`ye sahip çıkıyorlarsa, o kadar da Asaf Gökbel`e, Mustafa Fehmi Kubilay`a, Demirci Mehmet Efe`ye, Kıllıoğlu Hüseyin efe`ye de sahip çıkmaları gerekir. Bunların hiç biri öteki değil her biri bizimdir.

Sizler bu gün sahip çıkmazsanız günün birinde mutlaka sahip çıkanlar olacaktır. Gelin bu günden bu onuru yaşayın…”

Şehit Öğretmen Kubilay’a Allahtan rahmet, ailesine ve Türk Milletine de baş sağlığı diliyorum.

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...