12 Şubat 2010 Cuma








KANSERDEN KORUNMA

Burhan Bursalıoğlu

Kanser hepimizin bildiği,çok tehlikeli ,ölümcül bir hastalıktır. Yıllar önce, verem hastalığı vardı. Solunum yolu ile bulaşan, vücudun dirençsiz, zayıf anını kollayıp etkili olmaya başlayan mikroplar, akciğerleri perişan edip, görev dışı bırakan, tedavisinin zor ve az olduğu bir hastalıktı. Kanser de ona benzer, ama, Kanser, vücudumuzun bütün organlarını saran, uzun müddet yatırıp sonuçta götüren, yapılan ameliyatların da yüzde yüz faydalı olacağı ihtimali olmayan bir hastalıktır.
Aşağıda, kanserden korunmak için sıraladığım önerilerden, uygulanması kolay olanları dahi yapmak, en az korunma yönünden fayda sağlıyacağını zannediyorum.
Sağlıklı kalın.
Öneriler:

1. Her akşam duş alın, üstünüzü tamamen değiştirin. (Çevre kirliliğini eve taşımayın)
2. Haftada en az bir kere balık yenmeli. Bu balıklar dip balıklaı olmamalı. Somon veya yüzey balığı, Akdeniz, Ege balığı olmalı.
3. Evdeki halıları temiz tutup sirkeli su ile silinmelidir..
4.. Bulaşıklar çok az deterjanla, makinesiz ve eldiven kullanarak yıkanmalıdır.
5. Çamaşırda her türlü deterjandan kaçınıp, devamlı olarak zeytinyağİ ve defne sabununu kullanılmalıdır. Eller ve vücudu yıkarken hakiki zeytinyağı, defne veya fıstık yağından yapılan hakiki sabunlar seçilmelidir...
6.Yeni alınan beyaz her türlü iç çamaşırlar muhakkak en az 2 kere kaynatılmalı. Çünkü bunlar beyazlatılmak için kanserojen maddelerle yıkanıyor.
7. Oda spreyleri doğrudan doğruya petrol menşeli olup zehiri soluyarak, Akciğerimize geçiyor ve dolaylı olarak da bağışıklık sisteminiz bozuluyor.
8. Sebzeleri mevsiminde dondurup saklamakta fayda var. Yalnız bir kez çözülünce onu muhakkak kullanmalıyız. Mikro dalgada ve ateşte bir kere ısıtılır. Çünkü , ikinci kez ısınan sebzenin değeri ölür DNA'yı bozar. DNA kırılması da kanserojene yol açar.
9. Radyasyon kronik olarak kansere en çok yaklaştıran faktörlerden biridir. Televizyondan, cep telefonundan ve radyasyon yayan(özellikle tüplü) cihazlardan uzak durarak, az kullanılmalıdır.
10. Kanola yağı kızartma için en uygun yağdır. Onun dışında birinci seçeneğimiz zeytinyağdır. Memleketimizin iftihar edebileceği yağdır. Fındıkyağı da tercih edilebilir.
11. Çocuklarımız fastfood türü yiyecekleri 15 günde bir yiyebilirler. Ama haftada 3 kez yedikleri takdirde beyin tümörlerinde, lenfomalarda ve lösemilerde 3 kat artış gözükecektir. Çocuklarımıza arada bir verebiliriz. Ama dışarıdaki yiyeceklerin nasıl kızartıldığını bilmiyorsunuz. Ona göre hareket edilmelidir.
12. Çocuklara meyve ve yoğurdu bol yedirmek lazım. Ancak yoğurdu ev yoğurdu olarak kullanmak lazım. Peynir ve çökelek fazla miktarda yenmelidir. Keçi peyniri çok faydalıdır.
13. Çocuklarımızı beyaz un, beyaz şeker ve tuzdan koruyalım. Bisküvi, gofret, çukulota, cips türü şeylerden uzak tutmalıyız. Bunların ve benzeri şeylerin beslenmeye hiçbir katkısı yoktur.
14. Belki tuzcular üzülecekler ama Konya'ya akan kanalizasyonlar ve kirletici sularla, Türkiye'nin en büyük tuzunu karşılayan Tuz Gölü'müz maalesef torbaların içinde çok iyi steril edilmedikleri takdirde bize kanseri ufak ufak taşıyorlar. Bu nedenle kaya tuzunu tercih edilmelidir.
15 .Şekerden uzak durulmalıdır. Amerika'daki çocukların tombul olmasının sebebi her şeye şeker katmalarıdır. Ucuz beslenmedir.
16. En faydalı gıdalardan birisi cevizdir. Daha sonra fındık ve bademdir. Ayçiçeği açık alınmalıdır. İşlemden geçmemiş olacak, kavurup yiyilebilir. Ama fındık, ceviz gibi yiyeceklei kabuklu alınmalıdır. Çünkü içine böceklenmesin diye ilaç sıkılmaktadır. Sonsuz faydaları olan yiyeceklerdir. Günde bir avuç muhakkak tüketilmelidir.
17. Elma dünyanın en faydalı gıdalarından birisidir.
18. Plastik, bakır, alüminyum kap kullanılmamalı . Porselen, cam ve çelik kullanılmalıdır. Meyveler de bu tür kaplarda yıkanmalı. Bunların içine litresine göre 9-10 çorba kaşığı elma sirkesi atılmalıdır. Aşağı yukarı yarım saat bekletildikten sonra tekrar yıkanmasın. Çünkü mikrop alır.
19. Meyvelerin üzerine parlak görünmesi için mum sürülüyor. Bunları hakiki zeytinyağlı sabundan geçirdikten sonra elma sirkeli sudan geçirilmeli. Ya da elma sirkesi ile ovulduktan sonar , kabuğu ile tüketilmelidir.
20. Lahana, marul gibi yiyeceklerin ilk dört kabuğu çöpe atılmalı. Ne kadar yıkanırsa yıkansın, bunların üzerindeki pestisitler temizlenmez. Çaresi yoktur.
21. 3 ayda bir içtiğimiz suları değiştirmemiz lazım. Satın aldığımız sularda az miktarda da olsa kanserojen dozlar karışabilir. Bunlar kontrollü sular ama 3 ayda bir değiştirmek gerekiyor.
22. Plastik her yerde zehir. Plastik bardaklar, kaplar, plastk kap kacak evimizin her tarafına girdi. Bunların varlığı zehirle karşı karşıyayız demektir
23. Meyvalar, özellikle posasıyla yenmelidir. Suyu kanserli hastalara veriliyor. Meyve suyuna geçmeyen çok madde posada kalıyor. Bu şekilde kolon ve mide kanserinden korunmuş olunuyor.
24. Bakır, özellikle beyin tümörlerinde ön plana çıkıyor. Çok iyi kalaylı olursa bu etki azalıyor. Bakır madeninden yapılan küpe, yüzük ve bilezik türü takılar takılmamalıdır.
25. Havuzların iyi temizlenmesine dikkat edilmelidir. Ozonla temizlemek lazımdır. Aşırı klorlu havuza girilmemelidir. Spor yerine, kanser davet edilmiş olunuyor.
26. Bütün beyazlatıcılardan kaçınlmalıdır. Çocuklarımızın kullandığı pırıl pırıl bembeyaz defterler klorla temizleniyorlar. Parlak olmayan defterler kullnılmalıdır. Kullandıkları boyalarda da kanserojen etkisi bulunmaktadır.
27. Sigara dan uzak durulmalıdır..
28. Kesinlikle kepekli un tüketilmelidir.
29. Hergün düzenli yürüyüş yapılmalı ve zihin sağlığı için haftada en az bir kitap okunmalıdır.
30. Kilomuz düzenli olarak kontrol edilmelidir.

11 Şubat 2010 Perşembe

A T A T Ü R K















YAŞAMI SÜRESİ İÇİNDE ATATÜRK' ün ALDIĞI MADALYA VE MADOLYONLAR

Burhan Bursalıoğlu

Mustafa Kemal Atatürk Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti döneminde bir çok madalya ve madalyonla ödüllendirilmiştir. Bu madalya ve madalyonlar aşağıdaki tablolarda sıralanmıştır.

Atatürk'ün madalya ve nişanları ile manevi evlatlarından Afet İnan, Rukiye Erkin, Sabiha Gökçen'in armağan ettikleri Atatürk'e ait eşyalar Anıtkabir Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesinde sergilenmektedir.


Madalyalar1:
1-5. Rütbeden Mecidi Nişanı 2. Abdülhamit Kurmay Yüzbaşı rütbesindeyken görev aldığı Şam'daki üstün hizmetlerinden dolayı verilmiştir. Gümüş 55 25.12.1906

2- 4. Rütbeden Osmani Nişanı V. Mehmet Binbaşı rütbesindeyken Gönüllü olarak katıldığı Bingazi savaşlarında gösterdiği başarıları nedeniyle verilmiştir. Gümüş 06.11.1912
3- Legion d’honneur Nişanı Fransa Akdeniz Mürettep Kuvvetler Komutanlığı Kurmaylığı Harekat Şube Müdürlüğünde Yarbay rütbesindeyken gösterdiği başarılarından ötürü şövalye rütbesiyle onurlandırılmıştır. 11.03.1914

4- 3. Rütbeden Osmani Nişanı 5. Mehmed Reşad Yarbay rütbesindeyken Tekirdağ'da kuruluş durumundaki 19. Tümen komutanlığına gönüllü atanması neticesinde gösterdiği tümen kurma ve hazirlamadaki başarıları nedeniyle verilmiştir. Gümüş - 01.02.1915
5- San Aleksandr Nişanı, Komandör Rütbesi I. Ferdinand Albay rütbesindeyken Çanakkale Savaşlarındaki kahramanlıkları nedeniyle verilmiştir. 23.03.1915

6- Imtiyaz Madalyası 5. Mehmed Reşad Albay rütbesindeyken 19. Tümen Komutanı'yken gösterdiği üstün başarıları nedeniyle verilmiştir. Gümüş 30.04.1915
7- Liyakat Madalyası 5. Mehmed Reşad Albay rütbesindeyken Çanakkale Savaşlarındaki üstün başarıları nedeniyle verilmiştir. Gümüş 25 01.09.1915

8- Demir Haç Alman Imparatoru II. Wilhelm Albay rütbesindeyken Çanakkale Savaşlarındaki üstün başarıları nedeniyle verilmiştir. Demir 45 28.12.1915

9- Liyakat Madalyası 5. Mehmed Reşad Albay rütbesindeyken Anafartalar Grup Komutanı'yken gösterdiği olağanüstü başarıları nedeniyle verilmiştir. Altın 25 17.01.1916

10- 2. Rütbeden Osmani Nişanı 5. Mehmed Reşad Tuğgeneral rütbesindeyken Kafkas Cephesi Savaşları'nda gösterdiği üstün başarılarından dolayı verilmiştir. Gümüş 65x90 01.02.1916

11- Liyakat Madalyası Avusturya-Macaristan Tuğgeneral rütbesindeyken I. Dünya Savaşı’ndaki üstün başarıları nedeniyle verilmiştir. Mine 30 27.07.1916

12- 3. Rütbeden Kruva ve Merit Nişanı Avusturya-Macaristan I. Dünya Savaşı’ndaki üstün başarıları nedeniyle verilmiştir. 27.07.1916
13- 2. Rütbeden Mecidi Nişanı 5. Mehmed Reşad Tuğgeneral rütbesindeyken 16'ıncı Kolordu Komutanı olarak gösterdiği olağanüstü başarıları nedeniyle verilmiştir. Ortasi Altın 65x85 12.12.1916

14- 1. Rütbeden Demir Haç Almanya Tuğgeneral rütbesindeyken I. Dünya Savaşı’ndaki üstün başarıları nedeniyle verilmiştir. Demir 45 09.09.1917
15- 2. Rütbeden Demir Haç Alman Hükümeti Tuğgeneral rütbesindeyken I. Dünya Savaşı’ndaki üstün başarıları nedeniyle verilmiştir. Demir 45 09.09.1917
16- 2. Rütbeden Liyakat Madalyası Avusturya-Macaristan I. Dünya Savaşı’ndaki üstün başarıları nedeniyle verilmiştir. 09.09.1917

17- Kılıçlı Mecidi nişanı 5. Mehmed Reşad I. Dünya Savaşı’nda Tuğgeneral rütbesindeyken 16. Tümen komutanı olarak, birliğinin Muş, Bitlis ve Tatvan'ı Ruslardan geri alması nedeniyle verilmiştir. Altın 40 23.09.1917
18- 1. Rütbeden Kılıçlı Mecidi Nişanı 5. Mehmed Reşad Tuğgeneral rütbesindeyken I. Dünya Savaşı’ndaki üstün başarıları nedeniyle verilmiştir. Ortası Altın 65x100 16.12.1917

19- 1. Rütbeden Krone der Preussen (Kılıçlı Prusya Kordonu) Nişanı II. Wilhelm Tuğgeneral rütbesindeyken I. Dünya Savaşı’ndaki üstün başarıları nedeniyle verilmiştir. 19.02.1918
20- Harp Madalyası 6. Mehmet Vahdettin I. Dünya Savaşı için özel olarak Padişah 5. Mehmed Reşad tarafından çıkarılmış gazilik madalyası Gümüş Fakfon 70 11.05.1918

21- Aliyülala Nişanı Emanullah Han Mareşal rütbesindeyken Türk Orduları Başkomutanı olarak Kurtuluş Savaşı'ndaki büyük başarısından dolayı Afgan Kralının vermiş olduğu şeref madalyası Ortası Altın 100 27.03.1923
22- İstiklal Madalyası - Kırmızı şeritli (cephe hizmeti) ve yeşil şeritli (cephe gerisi hizmeti) TBMM Kurtuluş Savaşı zaferindeki başkumandanlığı sebebiyle verilmiştir. Prinç 35x40 21.11.1923

23- Murassa Nişan Türk Hava Kurumu Türk Hava Kurumu'nu kurması sebebiyle verilmiştir. Platin 50 20.05.1925
24- Sadakat Gümüş Demir Haç Türk Ordusuna verdiği hizmetlerden dolayı Mareşal Fevzi Çakmak tarafından verilen nişan Gümüş 12.11.1931

Madalyonlar


1 -Abide-i zafer hatırası 1927

2- Müttefik ajanslar 4. Kongresi 1929

3- İran Şahı'nın Türkiye'yi ziyaretleri hatırası 1934

4- 1. Ordu manevra hatırası 20 Ağustos 1937
5- 2. Ordu manevra hatırası 13 Ekim 1937

6 -Ankara'ya gelişinin 18.yıl hatırası 27 Aralık 1937

7- TBMM Rozeti 28 Aralık 1929

8 Şubat 2010 Pazartesi

A T A T Ü R K












Atatürk hakkında bilinmesi gereken 30 özellik
1.”ATA” LAFINI SEVMEZDİ
“Atatürk” hitabını ilk kez dönemin Türk Dil Kurumu Başkanı bir konuşmasında kullanmış, Mustafa Kemal de çok beğenerek soyadı olarak almıştı.Kendisine Ata” diye hitap edilmesinden hiç hoşlanmazdı.

2.EN SEVDİĞİ YEMEK

Manastır Askeri Lisesi yıllarından kalan bir alışkanlıkla hayati boyunca en sevdiği yemek kuru fasulye ve pilav olarak kaldı. Tatlıya düşkün değildi ama canı istediğinde çok sevdiği gül reçelini tercih ederdi.
3.EN BÜYÜK HAYALİ DÜNYA TURUNA ÇIKMAKTI

Ömrü yetseydi bir dünya turuna çıkıp Türk dili ve tarihi üzerindeki çalışmalarını genişletmek en büyük hayaliydi.

4.BAŞUCU KİTABI “ÇALIKUŞU” YDU.

Binlerce kitabi vardı.Ama bunların arasında bir tanesini hayati boyunca hatta cephede bile başucundan ayırmadı. Reşat Nuri Güntekin’in unlu Çalıkuşu” romanını hep yanında taşır, her gün rasgele bir yerinden açar, birkaç sayfa okurdu.

5.KABUL SALONUNDAKI AT YAVRUSU
Atlardan sonra en sevdiği hayvan köpekti. “Fox” adini verdiği köpeği, Gazi`nin yatağının ayak ucunda uyurdu. Hayvanlara düşkünlüğü o dereceydi ki bir gün misafirlerinin de görebilmesi için yeni doğmuş bir tayla annesinin Çankaya Köşkü kabul salonuna getirilmesini bile emretmişti.

6.TAM BİR SALON ADAMI
En sevdiği dans valsti. Müzik zevki çeşitlilik gösteriyordu.Klasik Batı müziği dışında Anadolu ezgilerini de severek dinlerdi.

7.GÖMLEKLERİNİN TÜMÜ BEYAZDI
Gömleklerinin hepsi beyazdı. Bu gömlekler ilk yıllarda İsviçre`de özel olarak dikilirken sonra yerli mali kullanma kampanyasına öncülük edebilmek için Beyoğlu`nda bir terziye diktirilmeye başlanmıştı.

8.DOLABINDA LACİVERTE YER YOKTU
Takım elbiselerinin tasarımlarını hep kendisi çizerdi.Lacivert takım giymeyi sevmezdi.

9.ÖLÇÜLERİ
Boyu 1.74 idi.Hayatının son dönemlerine kadar 76 olan kilosu hastalığının ilerlemeye başlamasıyla 46′ya kadar düşmüştü. 43 numara siyah rugan ayakkabı giyerdi.
10.RUMELİ ŞİVESİ

Özenli ve temiz bir Türkçe konuşurdu. Ancak bazı kelimeleri Rumeli şivesiyle telaffuz ederdi.
11.HAZİN BIR HİKAYE

Hayatında bir dönem çok önemli yer tutan Mustafa Kemal`in evlenmesinden sonra hayatına trajik bir şekilde son veren Fikriye Hanim`in mezarının nerede olduğu bilinmiyor.

12.CUMHURBAŞKANLIĞINDAN SIKILIYORDU.
Hayatının çoğunu geçirdiği savaş cephelerinden sonra Cumhurbaşkanı olarak geçirdiği yıllar ona bir tecrit yaşantısı gibi geliyor, çok sevdiği halkından ve sade bir vatandaş yaşamından uzaklaştığını düşünüyordu.

13.PAPA`NIN TEMSİLCİSİNE ELBİSE
Kıyafet Kanunu çerçevesinde tüm din adamlarının dini kıyafetleriyle sokağa çıkmaları yasaklanınca, Monsenyor Roncalli`ye kendi terzisi Kemal Milaslı eliyle bir koleksiyon hazırlattı.

14.KENDİSİ TIRAŞ OLMAZDI.

Sabah kahvaltılarıyla arası hiç hoş değildi.Yataktan kalkar kalkmaz odasındaki divanin üzerine bağdaş kurarak oturur, günün ilk kahvesini sigarasını içerdi.Bir özelliği de kendi kendine tıraş olmamasıydı.

15.DÜZEN TAKINTISI VARDI
Evinde ,çevresinde hatta konuk olduğu evlerde bile eğri duran eşyaları düzeltmeden rahat edemezdi.

16.HOŞGÖRÜLÜ LİDER
Köylünün birinin gazete kağıdına sardığı tütünü içmeye çalışırken eli yanmış,”Alın bunu kendi içsin” diyerek Atatürk`e küfretmişti.Mahkemeye çıkarılacaktı. Atatürk olayı dinledikten sonra “Onu mahkemeye vereceğinize doğru dürüst sigara içmesini temin edin” dedi.

17.SİGARA PAZARLIĞI
Hastalığının başlangıcında kendisini muayene eden Dr.Fissinger günde kaç paket sigara içtiğini sormuş, Atatürk “sekiz” demişti. Doktor bunu günde bir pakete indirmesi gerektiğini söyleyince gülümseyerek cevap
vermişti:”Ben zaten bir paket içiyorum. Bundan sonra bunu sizin izninizle yapacağım”.

18.”BU NASIL HALKÇILIK?”

Bir sabah milletvekilleri ile trene binmişti.Kondüktörün milletvekillerinden bilet parası almamasına şaşırmış nedenini sormuştu.Trenin milletvekillerine bedava olduğunu öğrenince epey sinirlenmiş, “Ne de güzel halkçılık ama” demişti.

19.”LAİKLİK ADAM OLMAKTIR!”
İlk mecliste bir oturum sırasında üyelerden biri laikliğin ne manaya geldiğini anlamadığını söyleyince Gazi çok sinirlenmiş ve elini kürsüye vurarak bir din bilgini olan üyeye cevap vermişti: “Adam olmak demektir hocam,adam olmak!”

20.KURBANLARI BAĞIŞLARDI

Gittiği yurt gezilerinde kendisi için kurban edilen hayvanlara bakamaz böyle durumlarda sırtını döner yada kesilmelerini engellerdi.

21.YABANCI DİLE MERAKI

Askeri lisede öğrenmeye başladığı Fransızca’yı sonraki yıllarda geliştirdi. Zengin bir kelime bilgisi vardı. Konuşurken araya Fransızca sözcükler de eklerdi.

22.FASULYESİNE POKER

Kumardan hoşlanmaz ama arkadaşlarıyla fasulyesine poker oynardı.Oyun sonunda kazandıklarını iade ederdi.

23.KAN GÖRMEYE DAYANAMAZDI
Cephelerde düşmanla göğüs göğüse savaşmış biri olarak en ilginç özelliği savaş meydanları dışında kan görünce fenalaşmasıydı.

24.KULAKLARI DUYAN TEK KİŞİ.

Fransız tarihçisi Herriot Ankara`ya geldiğinde Gazi`nin kulaklarının duyuyor olmasına sasırmış anılarında bunu esperili bir dille anlatmıştı: “T.C`de bir tane kulakları duyan kişi var onu da Cumhurbaşkanı yapmışlar”.

25.BİR RİCASI BAŞ AÇTIRDI
Bir gün halk arasında dolaşırken çarşaflı bir kadına rastlamış, “Hafız Hanım benim hatırım için başındaki örtüyü açar mısın?” diye sormuştu.
Kadın baş örtüsünü açarak , Atatürk`un önünde eğildi ve ellerini öptü.

26.BİLARDO VE YÜZME
Sportmen kişiliği vardı. Her gün at biner , yüzmeye gider ve bilardo oynardı.

27.EN BAŞARILI DERS.
Eğitim hayati boyunca en başarılı dersi matematikti. Pozitif bilimlere ilgisi hayatı boyunca sürdü.

28.YAĞCILARA GEÇİT YOK
Yağcılığa çok kızardı Bir aksam sofrasında kendisine gereksiz şekilde iltifat eden Abdulhak Hamit`e müdahale etti.

29.SON YILBAŞI GECESİ

1937`yi 1938`e bağlayan son yılbaşı gecesini Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile baş başa geçirmişti. O gece dolabındaki bazı elbiseleri bakana hediye etmişti.

30.KÖŞKTEKİ GÜVERCİNLİK

Kuşları çok severdi.Çankaya Köşkü`nde özel bir bakıcının ilgilendiği güvercinliği vardı.
Alıntıdır.

4 Şubat 2010 Perşembe

E Ğ İ T İ M













M E B ÖZEL OKULLAR KADAR DEVLET OKULLARINA DA İHTİMAM GÖSTERMELİDİR
Burhan Bursalıoğlu

Türkiye Özel Okullar Birliği tarafından, 28- 30 Ocak. 2010 tarihleri arasında, Antalya’da düzenlenen “Okulda yenilenme “ konulu 9. Sempozyuma, Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu ile Özel Öğretim Genel Müdürü Mehmet Küçük de katılmış.
Özel okullar, adından da anlaşılacağı gibi “Özel kişiler “ tarafından, kazanç elde etme amacıyla kurulan eğitim kurumlarıdır. Bu kurullar, kurulduklarından itibaren, öğrencilerini artırmak, daha çok kazanç elde etmelerini sağlamak için, Maliye ve MEB. eşiklerini aşındırırlar. “Ne koparırsam faydadır” felsefesini uygularlar. Yapılan sempozyum da bu amaçladır.
Sempozyuma katılan, Özel Öğretim Genel Müdürü Mehmet Küçük, Posta Gazetesi Muhabiri Fatih Öztürk’e Özel okulların eğitim sistemimize kalitenin yanında, her yönden olumlu katkı yaptığını, SBS ve ÖSS sınavlarında ciddi başarılar elde ettiklerini, ulusal ve uluslar arası bilim olimpiyatlarında sosyal ve sportif yarışmalarda başarılı olduklarını, özel okullarda 9 öğrenciye bir öğretmenin düştüğünü, Özel okullardaki öğrenci oranının genele göre çok düşük olduğunu, bunu yükseltmek için MEB. Nimet Çubukçu’nın talimat verdiğini, özel okul açmanın kolaylaştırılacağını, bunun için standartlar yönergesinin değiştirileceğini, özel okulların çoğalması durumunda dershanelerine giden öğrencilerin azalacağını, 2010 da yürürlüğe girecek mevzuatların özel okullar lehine kolaylaştırılacağını “ söylemiş.
MEB Nimet Çubukçu ‘ da “Özel okulların eğitim kalitesinin artırılmasında, birçok yeniliğin eğitim sistemimize girmesinde ve yeni eğitim yaklaşımlarının eğitimimize kazandırılmasında öncü bir görev üslenmektedir. Resmi okullarla özel okulları kıyaslamayı doğru bulmadığını, özel öğretim kurumlarını Milli Eğitimin alternatifi olmadığını, kardeşi,yakını paydası olarak gördüğünü, küresel krizde özel okullarda öğrenci sayısının 25 bin artarak 419 bine ulaştığını, bu sayının artırılması için ellerinde geleni yapacaklarını “ söylemiş.
Genel olarak özel okullara karşı değilim. Ama şu bir gerçek. Devlet okulları, özel okullar gibi Bakanlıktan maalesef ilgi görmemektedir. “Üvey evlat “ gibidir. Özel okullardaki modern araç gereç yanında, Devlet okullarının bir çoğu sobalı, kömürlü, elektriksiz, susuz, çatısı akar, boyasız, badanasız, spor salonsuz, kütüphanesiz, oyun sahasız, laboratuvarsız, atölyesiz, araçsız gereçsiz…. Daha önemlisi öğretmensiz. Niye olmasın ki? Devlet okullarındaki başarılı öğretmenlere, maaşının 2-3 katı teklif edilince soluk özel okullarda alınıyor. Boş zamanında ikinci iş için gece gündüz çalışan öğretmen bu teklif karşısında " düşüneyim " der mi acaba? Zannetmiyorum.

Görüldüğü gibi, Bakanlığın özel okullara olan ilgi ağırlıkları her zaman, terazinin kefesini bastırmaktadır.
Ben bu adaletsizliğe karşıyım. 33 yıl Devlet okullarında, 7 yıl da özel okullarda idarecilik yaptığımdan , her iki kuruluş arasındaki farkları iyi bililirim. İstiyorum ki, Bakan Nimet Çubukçu’nun ifade ettiği paydaşlık, kardeşlik, alternatifsizlik gerçekleşsin.
Özel okullardaki öğretmenlerin çoğu Devlet okullarından gelmedir. Deneyimli ve kalitelidirler. Bunlara ," sabit ücret politikası uygulanmadığını, performanslarına göre maaş aldıklarını" söyleyen Mehmet Küçük, aynı sistemi de Devlet okullarındaki öğretmenlere de uygulamayı düşünmez mi acaba? Devlet okullarındaki öğretmenler 40 -50 öğrencili sınıflarda eğitim verirken, performasına göre en az Devlet okulu öğretmenlerinin maaşlarından 2-3 kat maaş alan öğretmen 15-20 öğrenciye eğitim vermektedir. Üstelik , ilkokul sınıflarında, yabancı dil, resim, beden eğitimi, müzik , bilgisayar gibi derslere de başka öğretmenler girmektedir.
Öğrenci sayısının artması için uğraşan Bakanlık temsilcileri, özel okullarda, 9 öğrenciye bir öğretmen düşüyor diyorlar. Şöyle bir küçük hesap yapalım. Özel okulda bir öğrencinin yıllık ücreti yaklaşık 20 bin lira. İki öğrencinin ki 40 bin lira. Bu iki öğrencinin yıllık ücretini bir öğretmene yıllık maaş karşılığı olarak verseler, geriye 7 öğrencinin yıllık ücreti okula kalır. Yani gelirin % 77 si.
Bakanlık temsilcileri, özel okullardaki öğrenci oranlarının, gelişmiş ülkelerde çok yüksek, bizde çok düşük olduğunu söyleyip, Hollanda, Avustralya, Belçika ABD ve diğer gelişmiş ülkelerin seviyesine çıkarmak için destek vermek gerektiğini söylemektedirler.

Türkiye, saydıkları ülkeler gibi gelişmiş bir ülke midir? Onlarla, ekonomik açıdan aynı kefeye girebilirmiyiz? Onların, fert başına düşen milli gelirlerine ulaşabilir miyiz? Onlarla kıyaslanabilir miyiz?
Ülkemizde, bir memur çocuğu yıllığı 20 bin lira olan bir özel okula gidebilir mi? Orta halli bir esnafın oğlu, kızı bu okullara gidebiliyor mu? Bakanlık, acaba bu tür bir istatistik bilgiye sahip mi? Belki sahip bilemiyorum. Çabalarının başarıya ulaşması, gelişmiş ülkelerdeki orana ulaşmak için halkın yaşam seviyesini yükseltme uğraşı verilsin ki, vatandaş, " Devleti mi, özel okulu mu" seçebilme imkanını kazansın.

Bakan Çubukçu ,Özel okullarla Devlet okulları nın alternatifsiz, kardeş ve paydaş olduklarını belirtiyor: Bu nasıl söylenebir anlamıyorum. Bırakın, iç donanımları, personeli, ekonomik imkanları, öğrencilerin sosyal kalitesi, kıyafetleri ve fiziki yapılar dahi birbirinden farklı. Eğitim programları, müfredat konuları dahi değişik. Hatta ve hatta, bir kısım özel okullar, kurucusunun görüşüne uygun olarak eğitim verir.
Özel okullardan mezun olanlar daha mı başarılı? Kendilerine verilen hizmet ve imkanlar karşısında başarılı oldukları düşünülebilir. Başarılılar da vardır. İnkar etmiyorum. Ama tüm imkansızlıklara, sıkıntılara, yoksulluklara rağmen SBS, ÖSS, ÖSYS gibi sınavlarda ön sıraları işgal eden öğrencilerin okullarının devlet okulları olduklarını herkes biliyor. Burada özel okulları aşağılamıyorum. Ama bu bir gerçek. "Yiğidin hakkını verelim dersek" yabancı dil, sanatsal ve sportif faaliyetlerde ki başarının, özel okulların hakimiyetinde olduğunu kabul etmekteyim.

SONUÇ: Bakanlık olarak, özel okullara gösterilen ihtimam Devlet okullarına da gösterilsin. Devlet okullarındaki öğretmenlere, öyle maaş verilsin ki, özel okul sahiplerinin tekliflerini cazip bulup uçmasınlar.
Özel okul öğretmenlerinin alacakları maaşlarda bir tavan belirlensin. Veya, özel okul öğretmenlerinin maaşları da, diğer öğretmenlerin aldıkları maaş baremine bağlansın.
Okul açmak için konan koşulları kapsayan standartlar yönergesi değişmesin. Yani, her önüne gelen, parası olan, mantar gibi okul açamasın.

2 Şubat 2010 Salı

A T A T Ü R K



















Atatürk’ün Kitap Sevgisi
Burhan Bursalıoğlu
Kitap, Atatürk’ün sevdiklerinin başında gelir. Öyle olmasa, bir subayın, kurulan yepyeni bir devletin, asırlarca yaşayabilmesi için atacağı temelin, demirini, harcını,derinliğini, yüksekliğini, o temel üzerine kurulan binanın, yarayışlı, faydalı, kullanılacak çürümeyen,eskimeyen, dökülmeyen, solmayan malzemelerini , bir mühendis edasıyla seçip, yerli yerinde kullanmasını becerebilir miydi?
Atatürk, çocukluğunda başladığı kitap okumayı, ölünceye kadar devam ettirmiştir.Bu nedenledir ki, eğitime çok önem verir ve her fırsatta okulları ziyaret eder, öğretmen ve öğrencilerle konuşurdu.

Atatürk, okumanın dışında iyi de bir yazardı. CHP nin 15-20 Ekim 10927 tarihinde, ikinci genel kurulunda 36.5 saatte, 6 gün süren ve bizzat okuduğu NUTUK’ un haricinde,
TAKIMIN MUHAREBE TALİMİ
BÖLÜĞÜN MUHAREBE EĞİTİMİ,
SUBAY VE KOMUTAN İLE KONUŞMALAR,
TAKTİK, TATBİKAT VE SEYAHAT,
CUMA ORDUGAHI
VATANDAŞ İÇİN MEDENİ BİLGİLER
GEOMETRİ KLAVUZU
Adlı kitapları yazmıştır.
Atatürk’ün tüm bilinen özelliklerinin yanısıra kitap sevgisini, yakınında bulunmuş olan arkadaşları da zaman zaman dile getirirler. “Onun bir kitabı merak ettiğinde, bitirmeden uyumadığı ya da çok az uyuyarak okumaya devam ettiği” ni anlatırlar. Kitap okumayı tutku derecesinde seven Atatürk, Cumhuriyet sonrası zamana kadar yerleşik bir hayatı olmadığı için, çok istemesine rağmen kütüphane kurmaya muvaffak olamamış, yanında okumak istediği, sevdiği, faydalı bulduğu kitapları taşımakla yetinmiştir. Ancak Ankara ve İstanbul'da sürekli olarak kalmaya başladıktan sonra kütüphane kurabilmiştir.

Atatürk, Ankara'ya yerleşmesinin ardından Keçiören'deki köşkünde kütüphanesini kurmuş, fakat zamanla bu evin, ihtiyacı karşılayamaması üzerine yeni bir köşk yapılmıştır. Atatürk, köşkü yapacak olan mimardan iki özel istekte bulunmuştur: Birincisi, geniş ve ferah bir yemek odasının, ikincisi de geniş bir kütüphanesinin olmasıdır.

Aslında Atatürk'ün yeni bir köşke ihtiyaç duymasının temel nedenlerinden biri, Afet İnan'ın dediğine göre, geniş bir kütüphaneye olan ihtiyaçtı. Eski köşkün kütüphanesi Atatürk'ün hem çalıştığı, hem de gündüz misafirlerini kabul ettiği bir yerdi. 1930'dan sonra yeni alınan kitaplar kütüphaneye sığmaz olmuştu. Atatürk bu kütüphanede saatlerce çalışır, okur, okuduğu kitapların altını kırmızı ve mor renkli kalemlerle çizer, kenarlarını işaretler, notlar alırdı. ( 1970 LERDE OKUNAN KİTAPLARDA ALTLARI KIRMIZI İLE ÇİZİLEN KİTAP SAHİPLERİ İÇERİ ALINIYORDU.)Atatürk, yeni yapılacak köşkte geniş bir kütüphane olmasını, bu kütüphanede haritalarını rahatça yayabileceği ve kitaplarını koyabileceği geniş bir masa istemişti.

Atatürk'ün hizmetinde bulunanlardan Cemal Granada, Atatürk'le Vasfi Çınar arasında geçen bir konuşmayı anlatırken; ondaki okuma alışkanlığının çocuk yaşlarında kazanıldığını da belirtir:

“Boş zamanlarında Atatürk'ün elinden tarihle ilgili kitapların düşmediğini hatırlarım. Bir gün yine Atatürk, tarihle ilgili kalın bir kitap okuyordu. Öylesine dalmıştı ki, çevresini görecek hali yoktu. Bir sürü yurt meselesi dururken devlet başkanının kendini tarihe vermesi, Vasfi Çınar'ın biraz canını sıkmış olmalı ki, Atatürk'e şöyle dediğini duydum:

- Paşam! Tarihle uğraşıp kafanı yorma... 19 Mayıs'ta kitap okuyarak mı Samsun'a çıktın?

Atatürk, Vasfi Çınar'ın bu çok samimi yakınmasına gülümseyerek şöyle karşılık verdi:

- Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydım, bu yaptıklarımın hiç birisini yapamazdım.”

Kitaplar ve okuma konusundaki hassasiyeti diğer devlet temsilcileri tarafından da fark edilmişti. Türkiye'de görev yapan Amerikan büyükelçisi General Charles H. Sherril, Atatürk'ün kendisini kütüphanesinde kabul etmesinin ardından hissettiklerini şöyle anlatmaktadır: "Bugün Mustafa Kemal kendisini ilk günkünden daha rahat hissediyordur, çünkü kütüphanesindeydi. Yaradılışı itibarıyla okumayı ve araştırmayı seven insanlar kendi kitaplıklarında, kitapları arasında bütün güçleri ve büyüklükleriyle görünürler. Şimdi ne masanın üstünde yayılı duran haritalardan, ne de odayı tüm duvarlarıyla dolduran kitaplardan bahsetmeyeceğim..."


Atatürk’ün kitaplığında bulunan ve okuduğu bazı kitaplar aşağıdaki gibidir;

Ahmet Vefik Paşa : Lehçe-i Osmani
Ahmet Vefik Paşa : Lehçe-i Osmani
Mehmet Salahi : Kamus-u Osmani
Avram Galanti : Türkçede Arabi ve Latin Harfleri ve İmla Meselesi
Mehmet Ali : Tahsil-i Lisan-ı Alman
Nüzhet : Kendi Kendine Almanca
Ahmet Cevat : Türkçe sarf ve nahif
Kazım Nami : Türkçe Oku, Türkçe Yaz
Mithat Sadullah : Latin Harflerinin Türkçeye tatbiki
İbn Emin Mahmut Esat : Tarih-i Din-i İslam
Osman Bin Süleyman : Kamus
Lütfullah Ahmet : Hayat-ı Hazret-i Muhammet
Abdunnaim Bin Hasan : Ceridetül Evail ve Hamidetül Evahir
Ahmet Halit : İslam Büyükleri
Abdurrahmanil Cami : Tercüme-i Nefhatül İnsan
Mehmet Cemil : Hukuku Düvel
Katip Çelebi : Cihannuma
Feridun Bey : Feridun Bey Münşeatı
Mehmet Bin Sait : Kitabü’l Tabakatü’l-Kebir
Şemseddin Sami : Kamusu Alam (6 cilt)
Şemseddin Sami : Kamusu Okyanus
H.Z. Ülken : Aristo Metafizik
Süheyl Ünver : İbn-i Sina
Ahmet Rifat : Lügat-ı Tarihiye ve Osmaniye
M.Fuat : Amerika’da Tükler ve Gördüklerim
Rıza Tevfik : Kamus-u Felsefe
Cemal Paşa : Hatırat (1913 - 1922)
Mehmet Cemil : Sulhta ve Harpte Hukuku Düvel
Evliya Çelebi : Seyyahatname
Suphi : Tekmiletül’l-iber
Lütfi Simavi : Devr-i İnkılap
Mustafa Necip : Selimname
Osmanzade Taib : Hakikatü’l Vüzera
Ahmet Saip : Vaka-i Sultan Aziz
Ahmet Hilmi : Tarih-i İslam
Mazhar Fevzi : Hayr-i Sahil
Ziya Paşa : Endülüs Tarihi
Resulzade Mehmet Emin : Azerbaycan Cumhuriyeti
Ali Reşat : Tarih-i Osmaniye
Ali Reşat : Kurun-u Cedide Tarihi
Sebahattin : İttihat ve Terakki Cemiyetine Açık Mektuplar
Mahmut Esat : Tarih-i Dini İslam
Ahmet Mithat : İnkılap
Ahmet Cevdet : Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa
Mustafa Efendi : Tarih-i Selanik
M. Şemsettin : İslam Tarihi
Ahmet Rasim : Osmanlı Tarihi
Necip Asım : Türk Tarihi
Mustafa Nuri Paşa : Netayic-ül Vukuat
Mehmet Zihni : Neşahir-ün Nisa
Mehmet Şemsettin : Mufassal Türk Tarihi
Ziya Gökalp : Türk Medeniyeti Tarihi

29 Ocak 2010 Cuma







Çanakkale Savaşında meçhul bir Kamanlı askerin kahramanlık öyküsü


Burhan Bursalıoğlu



Türk Milletinin var olduğundan itibaren, toplu ve ferdi kahramanlıkları ciltler dolduracak kadar boldur. Yakın tarihimizin, özellikle, birinci Cihan savaşı içinde Çanakkale, Kafkas, Suriye, Balkanlar da ve Kurtuluş Savaşımızın her cephesinde, kent ve kasabalarımızdaki, ferdi ve yöresel toplu kahramanlıklar, bunların kahramanları sayılamayacak kadar çoktur. Bu isimli ve isimsiz kahramanların maceralarının çok azı günümüze kadar gelmiştir. Diğerleri ise isimsiz kahramanlar olarak tarihimizde yer alacaklardır.

Aşağıda, Çanakkalede şehitlik mertebesine ulaşan, er Kahraman Sadık'ın, canını Vatan için nasıl hiçe saydığının hikayesini bulacaksınız.


Çanakkale Savaşlarının tarihimizin en kanlı savaşlarından biri olduğunu hepimiz biliriz. Bu savaşlarda dökülen kanlarla birlikte, öylesine kahramanlık öyküleri oluşmuş ki, birçoğu, asker ve subaylarımız birliklerinde hepsinin şehit olması nedeni ile bizlere ulaşamayanlar da vardır.
Kültür Bakanlığının yayımladığı “Destan ve Abide Çanakkale” belgesel kitabının 24. sayfasında şöyle bir not düşüldükten sonra, kahramanımızın öyküsü anlatılır:
Ankaranın Kohisar Nahiyesinin Kaman Karyesiden Oru Oğullarından Kadir Oğlu Sadık 301
Komutan anlatıyor:
“17 Ağustos 331 (30 Ağustos 1915) Kerevizdere Kurt Kuyuları. Harbin en müthiş ve en ateşli bir gününü yaşıyorduk. Düşman piyade ateşi, bombaları; alışıklık sebebiyle artık bize alelade geliyor, hatta bir eğlence teşkil ediyordu. Üzerimizden geçen kurşunları hemen el ile tutacak gibi idik.


Fakat bugün düşman; ölüm fırtınaları koparan mermilerini o kadar büyük bir memnuiyetle üzerimize savurmuş ve o kadar çok torpil atmıştı ki, nasıl bulup da siperlerimizin alt üst olmadığına onlardan ziyade biz hayret ediyorduk. Düşmana bu müthiş faaliyetini, yine bir mi’ tad bir şey kazandırmamakla nihayetlendiren gece hulûl etti.
Biraz sonra bölüğümün Birinci Takım Çavuşu bana yaklaşarak: “Efendim, dedi, bizim Takımdan Kadir Oğlu Sadık şimdi siperden fırladı, düşmanın gündüz attığı torpillerin patlamayanları var. Onları kucaklayıp düşman siperlerinin önüne götürp bırakıyor. Kendisine o kadar söyledik; Etme be Sadık! Gel.. Tehlikelidir! dedik ama dinlemedi".. ve eliyle göstererek:
İşte dedi, Bakın!

Hakikaten, kahraman Sadık, karanlıktan istifade ederek torpilleri ta düşman siperlerinin önüne taşıyor, yerleştiriyordu.
Dönüşünde Sadık’a bağırdım;
-Sadık ne yaptın?, dedim. Yarın yine bize atın diye mi düşmana torpil taşıyorsun?
“Hayır komutanım,” dedi.” Onları kendi kazdıkları kuyuya düşüreceğim.”
Nasıl Onlara cebhane, mermi torpil taşıyarak mı?”
“Kusura bakma komutanım . Bana yarın sabaha kadar müsaade et.. O zaman
düşman siperlerinde (yırtık) kuyuları görürsün.”
Maksadını anlamıştım; Bu yiğit ve fedakâr vatan evladını bakışlarımla ve bütün ruhumla takdir ve teşvik ederek “Peki Sadık! Göreyim seni” dedim..


-18 Ağustos 331 (31 Ağustos 1915)-

Şafak atar atmaz düşmanın karşımızdaki iki siperi müthiş tarrakalar, samia hıraş infilaklerle alt üst olduğu ve pek çok telefat vuku bulduğu görülüyordu.
Kahraman Sadık, gece yerleştirdiği torpilleri, tam isabetli endahtlarıyla infilak ettirmeğe muvaffak olmuştu. Hemen yanına gittim.
Ben ona “Aferin Sadık” diye beyan-ı takdir ve teşekkür etmek isterken, O: “Komutanım, bak! Akşam yerleştirdiğim bombvalar, kuyuları görüyon mu?” diyor ve gülüyordu.
Akşama kadar yapılan hücumlardan hep Sadık’ın düşmana bir arslan gibi saldırdığını gördüm. Ne çare ki akşam üzeri hain kurşun onu yeni bir kahramanlığı sırasında topraklara serdi. Yine kendi kurşunuyla yaralanan bir düşman neferini ölümden kurtararak siperimize getirmek üzere iki yan tarafına gelen bir kurşun, Sadık’a pek sevdiği “ rütbe-i şahadete “ kavuştu.


Bu Vatan ve Millet için, canını esirgemeyen, Tüm şehitlerimizin ruhları şad olsun

27 Ocak 2010 Çarşamba

T A R İ H



Kore Savaşının Kahraman Türk Tugayı


Burhan Bursalıoğlu
1950 tarihinden sonra doğan çocuklar, Kore savaşını ve orada kahramanca kazanılan Kunuri Meydan savaşını bilmezler. Sadece kitaplardan, kısa başlıklarla bilgilendirilmişlerdir. Bu amaçla, belkide unutulmuş olan o savaşta Türk Askerinin gösterdiği ve Kore savaşının kaderini tayın eden Kunuri Meydan savaşının hatırlanması maksadıyla kaleme aldım.
Kore Savaşı bundan 59 sene önce, 25 Haziran 1950′de Sovyet desteğini arkasına alan Kuzey Kore’nin 38.nci paraleli geçerek Güney Kore’yi işgale girişmesiyle başlamıştı. Fakat kısa sürede Amerika önderliğindeki BM ülkelerinin ve Çin’in de içine gireceği büyük bir savaşa dönüşmüştü. BM üyesi olan Türkiye ise yapılan çağrıya en erken şekilde cevap verip, 5,000 kişilik bir tugay ile savaşa katılmıştı.

1953′e kadar süren savaş sonunda iki tarafında hiçbir kazancı olmadı. Kore tam bir yıkıma uğradı. Üç milyon insan hayatını kaybetti.
Ülkemiz o yıllarda Birleşmiş Milletler’in bir üyesi ve 2nci Dünya Savaşı sonrası artan Sovyet baskısından kurtulabilmek için müttefik arayışı içindeydi. NATO’ya savaştan önce başvurmuş olan Türkiye, Kore Savaşı’na bir tugay ile katılarak süreci hızlandırmış ve 1952′de ittifaka girmiştir.
Türkiye’nin gönderdiği tugayın mevcudu; 259 subay, 395 astsubay, 22 askeri/sivil memur, 4414 er ve erbaş olmak üzere toplam 5,090 kişiydi. Tuğgeneral Tahsin Yazıcı emir ve komutasında başlıcaları Kunuri ve Kumyangjangni muharebeleri olmak üzere birçok savaşta kahramanca çarpışmış, tüm dünyanın takdirini kazanmıştır. Özellikle Kunuri savaşında tugayımız tek başına, Çin ve Kuzey Kore ordularının saldırılarını durdurarak, Amerikan 8.nci Ordusu ile 9.ncu Kolordusunu çembere alınmaktan ve Amerikan 2nci Tümenini mutlak bir imhadan kurtarmıştır.
Savaş sonunda Türk Tugayı, 717 Şehit, 2246 yaralı, 167 kayıp ve 217 savaş esiri olmak üzere 3,349 kayıp vermiştir.
Kore, Ülkemizden çok uzak bir yerde. “Türk askerinin orada işi ne ?” diyeceksiniz. Haklısınız. Yukarıda da söylediğim gibi, Nato ya girme sürecini hızlandırmak için o savaşa iştirak ettik. Topraklarımızdan çok uzaktaki yerdeki savaş bize 4000 şehidimize mal oldu. Zaten Nato ne işimize yaradı ki? Her zaman bize köstek olmuştur.
Neyse gelelim Kore’ye:.

TÜRK TUGAYI

Türk Silahlı Kuvvetleri Komutası ve Türk Tugayı’nın öncü birlikleri 12 Ekim 1950 günü Kore’nin Pusan şehrine ulaştı. Tugay’ın ana kısmını oluşturan 5,090 kişilik birlik ise beş gün sonra, 17 Ekim’de intikal etti. Tugayın komutasına Tuğgeneral Tahzin Yazıcı atanmıştı. Albay Celal Dora ise yardımcı komutan olarak yanında yer almaktaydı. Birliğin tamamının Kore’ye vardıktan sonra, Tugay, Taegu yakınlarındaki ordugahta eğitim altına alındı ve aynı zamanda Amerikan savaş tehçizatı ile donatıldı. Burada aldığı hızlandırılmış eğitimden hemen sonra birlik, komutası altına girdiği Amerikan 25.nci Piyade Tümeni’ne katılmak üzere kuzeye, Kaesong bölgesine doğru hareket etti.
Kore’de savaşan her tümenin bir kapalı ismi vardı. Türk Tugayına da North-Star (Kuzey Yıldız-Kutup Yıldızı) ismi verilmişti.

Kore Savaşı’nda Türkler
25 Haziran 1950’de 38.nci paraleli aşarak Güney Kore’ye saldıran Kuzey Kore kuvvetleri, Güney Kore’nin büyük bir kısmını ele geçirmiştir. Güney Kore’nin elinde sadece Pusan-Taegu köprü başı kalmıştı. Bu saldırı karşısında; ABD Birlikleri ve diğer BM kuvvetleri savaşa müdahale ederek durumu tersine çevirmiş, Kuzey Kore Ordusu bozguna uğrayarak geri çekilmiştir. BM Kuvvetleri kuzeye ilerleyerek Çin (Mançurya) sınırına kadar dayanmışlardır. Bu gelişmeler karşısında Çin, savaş için yığınak yapmaya başlamıştır.
27 Kasım 1950 tarihinde düşmanla ilk teması sağlayan Türk Tugayı savaşın sona erdiği 27 Temmuz 1953 tarihine kadar; savaş azim ve iradesini koruyarak, Kore Savaşının her safhasında her türlü muharebe harekatına katılmış, üzerine düşen tüm görevleri en iyi şekilde yerine getirmiştir. Türk Tugayı’nın katıldığı Kunuri, Kumyangjang-Ni, Seul Savunması ve Vegas savaşları Kore savaşının kaderini değiştiren en önemlilerdendir
Kunuri Savaşları: (26-30 Kasım 1950)

Birleşmiş Milletler Kuvvetleri 24 Kasım 1950 sabahı, General Douglas MacArthur komutasında, ana hedefi Yalu Nehri (sınır hattı) olmak üzere hücuma geçti. Bu sırada Türk Tugayı, Amerikan 9.ncu Kolordusunun ihtiyat kuvveti olarak Kunuri kentinin 3,5 km güneybatısında konuşlandırılmıştı. BM Kuvvetlerinin saldırıları 25 Kasım gecesine kadar sürmüştü. Bunun yanında 25 Kasım gecesi akınlar halinde başlayan Çin Ordusunun saldırıları tüm cephede büyük şaşkınlığa ve karmaşaya yol açmıştı.
26 Kasım günü sabah aydınlandığında ise, Çin Ordusunun cephenin merkezinde yer alan 2.nci Guney Kore Kolordusunu yararak ilerlediği anlaşılmış, şimdi ise cephenin batı kısmında yer alan Amerikan tümenlerine doğru ilerliyordu. Güney Kore Kolordusunun bölgesinden Tokchon’a doğru ilerleyen Çin kuvvetleri özellikle Amerikan 8.nci Ordusunu ve doğrudan Amerikan 9.ncu Kolordusunu tehdit etmeye başlamıştı.
Bunun üzerine 9.ncu Kolordu, yedekteki Türk Tugayını doğu ve gerisini tehdit eden kuvvetlere karşı ileri sürdü. Gün batımından hemen sonra, 26 Kasım’da Tugay, Kunuri-Kaechon-Sinnimni-Wawon-Tokchon doğrultusunda yürüyüşe geçti. Türk Tugayına Tokchon kentini alma görevi verilmişti. Tugay, normal şartlarda yedek birlik olarak kendisine göre çok kalabalık ve üstün bir düşman kuvvetine karşı ve olumsuz şartlar altında savaş alanına doğru yürüyüşe devam etti.
Geceyi Wawon’da geçiren Tugay, 27 Kasım sabahı 05:30’da tekrar yürüyüşüne başladı. Türk Tugayı, Karill Yon Dağı’nın eteklerine ulaşmaya başlamış ve öncü kuvvetleri Tokchon Vadisi’ne sarkmaya başlamış olduğu sırada (14:30), Kolordu’dan “Daha fazla ilerlemeyin, ulaştığınız yerde hemen savunma pozisyonuna geçin” emrini alarak durdu. Tuğgeneral Tahsin YAZICI ise görünüşte pek önemsiz gibi görünen “Eğer Changsangni bölgesindekiler sizin askeriniz değil ise, gözlem uçaklarımız o bolgede kimliği bilinmeyen alay büyüklüğünde bir askeri varlık tespit etmiştir” istihbaratını tehlike olarak algılayarak, Tugaya -Kolordu emrinin aksine-, 15 km geride Wawon’da savunmaya geçmesini emretmişti. General Yazıcı’nın bu kararı Türk Tugayını neredeyse mutlak bir imhadan kurtarmış ve müttefik kuvvetlerin bozguna uğramasını da engellemiş oldu.
Burada kısaca birşeyi açıklığa kavuşturmak gerekiyor. O zamanlarda kamuoyumuzda çokça dillendirilen “ABD’li general Tugayımızı yem olarak kullanıp harcadı.” savlarının doğruluk derecesi olduğunu belirtmek zorundayız. Kendi açımızdan baktığımızda, Tuğgeneral Tahsin Yazıcı’nın, Tugayın varlığını korumak ve verilen görevlerin başarıyla yerine getirilmesi söz konusu olduğu zaman sorumluluğu üzerine almaktan çekinmediğini görüyoruz. General Yazıcı hiç bir zaman, ABD’li generallerin yaptığı gibi, “Dur-Devam” benzeri kısa ve belirsiz emirler vermemiştir.
Tugayın artçı muhabere gücü olan Takviyeli Keşif Birliği, 27 Kasım gecesi 24:00’de başlayan düşman akınını 28 Kasım sabahına kadar oyalayarak düşmanın Tugaya gece saldırmasını önlemiştir.
28 Kasım sabahı 08:00’de Tugayın asıl Wawon savaşı başlamıştı. Sayıca üstün olan düşmanın gün boyu süren saldırıları sonucu ilk olarak ön hatlar, daha sonra artçı hatlar düşmüştü. Öğle saatlerine doğru, düşmanın yapmaya çalıştığı çevirme harekatları karşı saldırılarımızla püskürtülmüştü. Öğlen saatlerinde ise düşmanın, Tugayın etki sahasının ötesine asker kaydırarak Kunuri-Wawon yolunu kesmeye çalışması üzerine, General Yazıcı Tugayın Sinnimmi bölgesine geri çekilmesi için emir verdi. Bu şekilde anlaşılmıştı ki, Tugayın her iki tarafı da açıktı ve dost kuvvetler bölgeden çekilmişti. Burada, bu noktanın altını çizmek gereklidir.
Kore Savaşı boyunca düşman, her seferinde komşu bölgelerdeki dost kuvvetlerin cephelerini yararak Tugayımızın etrafını sarma şansı bulmuştur. Fakat hiç bir düşman saldırısı Türk Tugayının cephesini yarmada başarılı olamamıştır.

Akşam 18:30’da Tugayın Wawon’dan Sinnimmi bölgesine geri çekilişi başlamıştı. Sinnimmi’ye geri çekilen birlikler aceleyle savunma mevzileri hazırlamışlardı. Saat 24:00’de düşman saldırısı başladı. Müsait pozisyondaki birimler savunmaya devam ederken, Tugayın tutunamayan diğer birlikleri Kunuri’ye doğru çekilmeye başlamışlardı. Tugay Komutası’nın sert ve azimli tutumu sayesinde geri çekilenlerin bir kısmı Sinnimmi’nin batısında durdurularak yeni bir savunma mevzisi oluşturuldu.
29 Kasım sabahı, Sinnimmi’de düşman kuşatması altında olan 2.nci Tabur ve 2.nci Takımı kurtarmak üzere bir Piyade Takımı tarafından saldırı düzenlendi. Düşman kuşatması yarıldı ve birliklerin Kaechon’a geri çekilmesi sağlandı. Öğleden sonra, düşmanın Kaechon’daki mevziye yönelik saldırılarında, düşman son askerine kadar yok edildi. Buna rağmen düşmanın, Tugayın etki sahasının ötesine doğru, arkaya gönderdiği kuvvetler durdurulamamıştı.
Bu durum karşısında, General Yazıcı saat 15:30’da 2.nci ve 3.ncü Taburlara Kaechon’un batısına çekilme emrini verdi. Taburlar Kaechon’dan 2 km bile ilerleyemeden, üç yönden gelen etkili düşman ateşi karşısında küçük gruplara ayrılmak zorunda kaldılar. 29 Kasım gecesine girerken, Hacham-Kunuri yolu tutulmuş ve düşman kuşatması tamamlanmıştı. Saat 17:15’de Kaechon’dan çekilen 1.nci Tabur, Hacham kuşatmasında çatışmaya girdi. Birlikler dağılmış, irtibat ve idare olmamasına rağmen, genç subaylar komutasındaki küçük gruplar düşman kuşatmasını yarmaya başlamışlardı. Tugay bütün gece süren saldırı ve sızma operasyonlarıyla Hacham kuşatmasından çıkmayı başarmıştı.
30 Kasım 1950’de Kunuri’nin güneyinden Sunchon’a ilerleyen çeşitli gruplar burada yeni bir düşman çemberiyle karşılaştılar. Sunchon Geçidi son iki gündür düşman kontrolünde bulunuyordu. Kuzeyden Amerikan 2.nci Tümeninin ve güneyden İngiliz Tugayının yaptığı saldırılar da sonuç vermemişti. Kısa bir dinlenmenin ardından, askerlerimiz Sunchon Geçidi’nde mevzilenmiş olan düşmana karşı saldırıya geçtiler. Amerikan askerleri ve tanklarının da katıldığı bu saldırıdan sonra geçit açıldı.
Türk askerinin süngüsü gücünü bir kez daha göstermiş ve 2.nci Tümenin taştan bir duvarla karşı karşıya kaldığı Sunchon Geçidi’ni açmıştı. Böylece Tugayın Kunuri adı verilen bu savaşları başarılı bir şekilde sona ermişti.
Kore’ye geleli henüz bir ay olan Türk Tugayı bu savaşlar ile; 25 Kasım 1950’de çok üstün sayıdaki Çin kuvvetlerinin baskın şeklinde başlayan saldırısından, geri çekilmeye başlayan Birleşmiş Milletler Kuvvetlerinin yan ve gerilerini korumuş, düşmanı oyalayarak bu kuvvetlerin emniyetli bir şekilde geri çekilmeleri için yeterli zamanı (3 gün) kazandırmıştır. Bu suretle BM kuvvetleri emniyetli bir şekilde geri çekilmiş ve Çin Ordusu tarafından kuşatılarak imha olmaları önlenmiştir. Bu arada Türk Tugayı’da kendisini çepeçevre kuşatan düşman çemberini yararak, çok zayiat vermesine rağmen imhadan kurtulmayı başarmıştır. Tugay, daha ilk savaşında, savaşın gidişatına etki ederek dünya çapında bir üne kavuşmuştur.
Kurtuluş savaşından sonra Türk Askerinin ilk kez savaştığı Kore savaşlarını, o zaman, tüm Türk Ulusu radyolardan heyecanla takip ediyor, özellikle Kunuri Savaşında Milletçe heyecanımız doruğa çıkmış, zaiyata rağmen, tugayın kurtuluşu hepimizi sevinçe boğmuştu.
Bu savaşta Tugay’ımızın toplam zayiatı; 767 subay, astsubay ve er’dir. (218 şehit, 455 yaralı ve 94 kayıp)
BUGÜN, SANAYİDE, ELEKTRONİKTE, OTO SEKTÖRÜNDE DÜNYA İLE YARIŞAN KORE, İŞTE O KOREDİR. BİZİ SORMAYIN...

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...