10 Mart 2010 Çarşamba

SAVAŞÇI KADINLARIMIZ


KURTULUŞ SAVAŞINDAKİ KAHRAMAN KADINLARIMIZ


Burhan Bursalıoğlu

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün 19 Mayıs 1919 da Anadolu'ya çıkarak başlattığı kurtuluş hareketi içinde yer alan onbinlerce kadın, Cumhuriyetin temelinde en büyük pay sahipleri oldu.
Emperyalist güçlerce İşgal edilen Anadolu’da başlatılan Milli Mücadelede, onbinlerce kadın cephe gerisinde büyük bir çaba harcarken, çok sayıda kadın da cephede silahlı mücadeleye katılarak, Dünyaya örnek teşkil decek kahramanlıklar göstermiştir..



İstiklal Harbi'nde Türk kadınları yurdumuzun yer yer işgal edilmesine, vatandaşlarımızın uğradığı zulümlere karşı koymak için cemiyetler kurup mitingler yapmışlardır. Bu cemiyetler aynı zamanda, Ordumuza, şehitlerin dul ve yetimlerine maddi yardım sağlamışlardır. .

MİTİNGLER

KASTAMONU MİTİNGLERİ

15 Eylül 1919'da İzmir'in işgal edilmes i üzerine ilk miting 16 Mayıs 1919 da Kastamonu'nun Nasrullah Meydanı'nda düzenlenerek, işgal kınanmıştır.

Daha sonra 10 Aralık 1919 günü yine Kastamonu'da Kız Öğretmen Okulu bahçesinde yine kadınlarımızın düzenlediği ikinci bir miting daha yapılmıştır. Bu mitingden önce ABD, İtalya ve Fransa Cumhurbaşkanlarının eşlerine ve İngiltere kraliçesine telgraflar çekilmiş, işgaller protesto edilmiştir. Mitingde Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kadın şubesi başkanı Zekiye Hanım "Eğer hakkımız teslim edilmez ise evlatlarımızın kanlarına kendi kanlarımızı karıştırarak erkeklerimizle bir safta istiklalimiz için haksız zalimlere tarihin lanetlerini terk ederek şehadetle öleceğiz" diyordu.

FATİH MİTİNGİ:

Asri Kadınlar Birliği'nin 19 Mayıs 1919 günü düzenlediği ilk mitingdir. Fatih Meydanı'nda düzenlenen mitingde Halide Edip Hanımefendi toplanan kalabalığa şöyle hitap etmiştir:

"Kardeşlerim... Evlatlarım...
Bu bahtsız beldenin, bu bahtı kara memleketin zulüm gören, acı çeken insanları. Bugün Müslümanlar ve Türkler; şanlı tarihlerinin, en karanlık günlerini yaşıyorlar.Bugün, elleri, kolları kesilmiş bir duruma düşen Türk Milleti'nin, tarihindeki, geçmiş günlerindeki gibi cesur, atılgan ve kahramanlıklar dolu bir yüce ruhu var... Asırlardır 'Medeniyim' diyen bütün Batılı ve Avrupa Devletleri, bizleri parçalamak ve topraklarımız üzerinde, en vicdansızca girişimlerde bulunmaktan asla geri kalmadılar...Bu yaşananlar, tıpkı zifiri karanlık bir gece gibidir.Ancak, insanın hayatında, sabahı olmayan gece yoktur...Yarın, bu korkunç geceyi yırtıp parlak bir sabah yaratacağız.Buna da gücümüz mutlaka vardır...Şimdi hepiniz, bu kutsal caminin bulunduğu bu meydandan, benimle beraber yemin ediniz.Kutsal topraklarımıza, bayrağımıza, atalarımızın bize miras bıraktığı emanetlere, asla ihanet etmeyeceğiz. Gerekirse canımız, malımız, kanımız bu uğurda helaldir."


ÜSKÜDAR MİTİNGİ:

Üsküdar Mitingi: 20 Mayıs 1919 günü Üsküdar Doğancılar'da yapılmıştır. Yine Asri Kadınlar Cemiyeti üyesi iki üniversiteli hanım, Naciye Faham ve Sabahat Hüsamettin  hanımlar  kürsüye hıçkırık ve gözyaşları içinde çıkmışlardır. Sebahat Hüsamettin Hanım konuşmasında;

"Kardeşlerim...Bugün burada, içinde bulunduğumuz bu kara günlerin, tekrar aydınlığa dönüşmesi ümidi ile toplanmış bulunmaktayız. Bu acılar, bu zulümler, bu işgaller, hiçbir zaman bizim kaderimiz değildir ve olmayacaktır..." diye seslenmiştir.

KADIKÖY MİTİNGİ

22 Mayıs 1919 tarihinde Münevver Saime Hanım Kadıköy'de halka şöyle sesleniyordu:
….Ey Galip Devletler...

Sizlere sesleniyorum. Eğer yaptığınız savaşlar, insanları mutlu etmek içinse, 'Unutmayın ki biz de insanız...' Bir millet yok edilemez. Ben kendimi özgürlüğü elinden alınmış bir milletin kızı olarak, istiklalime nasıl yürüyeceğimizi söyleyeceğim. Bir gün gelip de oğlum bana, 'Ben neyim' diye sorduğu gün, ona semalardan haykıran bir melek gibi 'Büyük bir tarihe sahip bir Türksün' diye cevap vereceğim.
Şunu iyice bilmenizi isterim ki, benim şu anda içimden coşan duygularımın, sizlerin duygularınızdan bir farkı yoktur. Gözlerimden akan yaşlar, nerdeyse sizleri görmeme engel oluyor... Bizler bahtsız bir nesiliz... Bizler belki de yaşça çok genciz... Ama sizlerin yaşadıklarınızdan, bizlere yansıyanlarla, en az sizler kadar, bizler de çektiğiniz bütün acıları ruhumuzda duyuyoruz.Kimi zaman, Çanakkale siperlerinde, düşmana kan kusturan, başına bela kesilen Mehmetçik... Kimi zaman İstanbul sokaklarında hor görülen bir Ahmet, bir Fatma... Kimi zaman, İzmir Kordon Boyu'nda dipçiklenen asker Mehmet... Kimi zaman, kendi kabuğuna sığamayan, bir Ali, bir Ayşe... Kimi zaman, kendini atalarının emanetlerine ihanet etmiş gibi gören, bir Hüseyin, bir Emine... Evet, bunların hepsi de sizsiniz, biziz... Bütün bunlara bu yürek nasıl dayanacak? Ta ki, bir beklentimiz, bir umudumuz ve hele hele bir de içimizdeki coşkulu ateş olmasa...


Şunu unutmayın ki, Övünerek bırakabileceğimiz tek miras, Türklüğümüzdür.
'ÇOCUKLARIMIZA BIRAKACAĞIMIZ TEK MİRAS, BÜYÜK BİR TARİHİ OLAN, BİR TÜRK OLDUĞUMUZU SÖYLEMEKTİR'.


" Haydi Sultanahmet'e!.."

SULTANAHMET MİTİNGİ

23 Mayıs 1919 tarihinde Sultanahmet'te yapılmıştır. Mitingin başkahraman  Halide Edip Adıvar 'dır. Halide Hanım mitingi o günün ruh hali ile şöyle anlatıyor:



"Sultanahmet Meydanı'na Fuad Paşa Türbesi Sokağı'ndan girdim. Yanımda kaç kişi vardı, beni kim götürüyordu, bilmiyorum. Kalbim o kadar atıyordu ki; yürürken sallanıyordum. Fakat meydanın başına gelip de kalabalığı görünce, bana sükûnet geldi. Halk o kadar sıkışmıştı ki; hareket edemeyecek bir halde idi. Askerler, kalabalığın iki yüz bin kişi olduğunu söylüyorlardı.
Bu kımıldanamayacak kadar sıkı olan kalabalıktan başka caminin demir parmaklıkları, damlar, cami kubbeleri dahi insanla doluydu. Nasıl o kürsüye yaklaşabildim farkında değilim. İki yanımda, iki önümde dört süngülü asker, bana yol açıyordu. Bunların gösterdiği bir kardeş sevgi ve itinasını ömrüm oldukça unutmayacağım."

Bu kutsal mücadelede ön saflarda savaşmış, yeni Türkiye Devletinin kuruluşunda, erkekler kadar ,hayatlarını hiçe sayarak, cephenin ön saflarında  savaşan bazı kahraman kadınlarımızdan  bilinenlerden birkaçından özetle bahsetmek istiyorum.

Nezahat onbaşı

Albay Hafız Halit Bey,komutasındaki 70. alayla birlikte Milli Mücadele saflarına katılmış; ancak eşi Hadiye Hanım daha 24 yaşındayken vereme kurban gittiğinden ve o yıllarda İstanbul işgal altında bulunduğundan, küçük kızını da yanında götürmek zorunda kalmıştır.
Böylece kader küçük Nezahat'ı, daha 9 yaşındayken cepheyle tanıştırmış, 12 yaşına kadar tam üç sene müddetle cephelerde bilfiil babasının yanında savaşmıştır.
Nezahat Onbaşı, babasıyla birlikte, Geyve Savaşı, Konya İsyanı, Birinci ve İkinci İnönü Savaşları ile Sakarya ve Gediz Muharebelerinde yer almış ve gösterdiği kahramanlıklarla 70. alayın simgesi olmuş,alay kızlı alay diye anılmış hatta Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa’nın dahi dikkatini çekmiştir.
Türk ordusunun Yunan saldırısı karşısında zor duruma düştüğü Gediz Muharebesi, yaklaşık 600 kişilik alayı ile Albay Halit’e sıkıntılı anlar yaşattığı ve umudunu tükettiği bir noktada küçük kızı Nezahat atıyla askerlerin önünü keserek babasının imdadına koşmuştur.
Küçük Nezahat, cephe gerisine kaçmaya çalışan askerlerin karşısına, vatan sevgisiyle dolu büyük yüreğiyle adeta duvar gibi dikilmiş ve bir çocuktan beklenmeyecek muhteşemlikteki şu müthiş sözü haykırmıştır: "Ben babamın yanına ölmeye gidiyorum, siz nereye gidiyorsunuz?" Atın üstündeki küçük kız, askerlerin yüzüne, “vatan sevgisini ve şehadeti” tokat gibi indirince beyninden vurulmuşa dönen Mehmetçiğin hepsi geri dönmüş ve çoğu o muharebede şehit düşmüştür. Ama küçük Nezahat, bu büyük imtihanı kazanmıştır. O artık elinde oyuncakla askerlerin arasında gezinen bir kız çocuğu değil, 70. alayın “Nezahat Onbaşı”sıdır.
Nezahat Onbaşı’nın kahramanlık hikâyesi, Cumhuriyet'in ilânından hemen sonra 30 Ocak 1921'de, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin en hararetli tartışmalarından birine konu olacaktır.
Bir milletvekili Meclis Başkanlığı’na Nezahat Onbaşı'ya istiklal madalyası verilmesini teklif etmiştir. Küçük Nezahat, Fransız İhtilali'nin simge ismi 16 yaşındaki Jan Dark (Jeanna D'Arc) ile özdeşleştirilmiştir. Bolu mebusu Tunalı Hilmi Bey, istiklal madalyasının da ötesinde Nezahat Onbaşı'nın asker yapılmasını, tuğgeneral rütbesiyle ödüllendirilip, “Paşa Hanım” olmasını önermiştir.Sonunda, Emin Bey’in teklifi gereği minik kızın istiklal madalyası ile onurlandırılmasına karar verilmiştir. Böylece Nezahat Onbaşı, TBMM’nin istiklal madalyası ile ödüllendirdiği “ilk çocuk” olma unvanını elde etmiştir. Ne var ki babası Albay Hafız Halit (Uzel) Bey ve kendisi defalarca başvurmalarına rağmen maalesef istiklal madalyasını Meclis’ten almayı bir türlü başaramamışlardır. Bunun yerine Nezahat Onbaşı bir çeyizlik hediye ile taltif olunmuş, fakat o da tıpkı istiklal madalyası kararı gibi gerçeğe dönüşmemiştir. Yaşının küçük olması sebebiyle Cumhuriyet’in kadın kahramanları listesine bile çok sonraları girecektir.
Bundan 65 yıl sonra bir gazetecinin konuyu gündeme getirmesiyle dönemin TBMM Başkanı Necmettin Karaduman tarafından kendisine takdir beratı verilmiştir. Nezahat Onbaşı, 6 Temmuz 1986'da Dolmabahçe Sarayı'nda sessiz sedasız bir törenle şükran plaketini aldığında tam 78 yaşında idi. 6 yıl sonra da madalyasını göremeden hayata gözlerini kapayacaktı.
SON İSTEĞİ TÜRK BAYRAĞINA SARILMAKTI
İstanbul Özel Saint-Joseph Fransız Lisesi Felsefe öğretmeni küçük kızı Oya Baysel ise tek bir isteğini yerine getiremediklerini dile getiriyor: "Onun son dakikasına kadar hep yanında olduk. Tek isteği var yapamadığımız. Öldüğümde Türk bayrağına sarın demişti. Bir takım asker geldi, cenaze törenine. Ama tabutuna al bayrağı koyamadık. O günün telaşıyla birileri Bayrak Kanunu var deyip engellemişti. Biz de unuttuk."
 24 Eylül 1993'te GATA'da vefat eder. Ve eşinin yanına Karacaahmet Mezarlığı'na defnedilir.
Mücahide Hatice Hanım

Türkiye’yi cephe cephe dolaştı
Anafartalar’da 56. fırkada mücadele eden Hatice Hanım’ı herkes erkek zannediyordu. Çünkü, tanınmamak ve savaş dışında kalmamak için erkek ismi kullanarak, kendisinin Ahmet ismiyle çağrılmasını istemişti. Anafartalar’dan sonra diğer muharebelere de katılan Hatice Hanım, İzmir’de Yunanlılara esir düşer. Buradan Manisa’ya kaçan ve Bandırma üzerinden İstanbul’a geçen kadın asker, buradan sonra da İnönü Muharebeleri’ne katılır. Kurtuluş Savaşı boyunca pek çok cephede boy gösteren Hatice Hanım, Kütahya cephesinde, Çay ve Dumanlı Pınar muharebelerinde de bulunmuştur.
`Mücahide Hatice Hanım``la yapılan bir röportaj da, . Mücahide Hatice Hanım``, o günleri şöyle anlatıyor: ``Adım Ahmet`ti. Benim kadın olduğumu kimse bilmiyordu. Şarapnel ve kurşunlarla 9 yerimden yaralandım. Milli muharebemize gönüllü eşlik ettim. İzmir işgal altındayken İzmir`deydim. Mösyöler Yunanlılarla birlikte kışlamıza hücum ettiler. Yaralanan askerlerimizi İzmir Gureba Hastanesine yetiştiriyordum. Beraberimizde hastabakıcı hanımlar da vardı.`` Zeynep Mido Çavuş




Kosova’nın gönüllü kahramanı.
Osmanlı’nın verdiği savaşta sadece Türkiye sınırları içindeki kadınlar rol almadı. Bunun dışında da eski Osmanlı topraklarından gelerek savaşa katılan kadınlar olmuştu. Kosova’dan gelerek gönüllü olarak Çanakkale savaşında bulunan Zeynep Mido Çavuş, bunlardan biridir. Ailesi Kosova’da bulunan ve savaşa katılmak üzere tek başına gelen Zeynep Çavuş’un şehit düştüğü ve İzmit’te heykelinin olduğu iddia ediliyor.

``...15 Ağustos 1915 Pazar günü savaşa katıldık ve büyük tepeyi ele geçirme görevi aldık. Bu arada çok can kaybı verdik. Şarapnel parçaları, makineli tüfek mermilerinin yarı sıra pusuda ateş eden keskin nişancı kadın savaşçıların ateşi altında adeta cehennemde ilerlemek gibi bir şeydi. Burada pusuya yatıp çarpışan keskin nişancıların çoğu kadın veya kız. Kendilerini yeşile boyayıp bodur çalılar ve bitkilerle uyum sağlamışlar.``
, Avustralya ve Yeni Zelanda arşivlerinde yer alan çok sayıda belge arasında bulunan Avustralyalı Piyade er J.C. Davies`in annesine yazdığı bir mektupta da cephede savaşan kadınlarla ilgili şunların yazıldığı belirtiliyor: ``Benim de vurulduğum 18 Mayıs 1915 günü, keskin nişancı bir Türk kızı, pusuda çarpışıyordu. Gizlendiği yerden gün boyunca ateş etti ve çok sayıda adamımızı vurdu. Ancak gün batmadan bir Avustralyalı tarafından vurulmasına gene de üzüldüm. Güzel yapılı ve tahminen 19-21 yaşlarında bir kızdı. Ölü olarak ele geçirdiğimizde yanında başka bir Türk`ün ölüsünü de bulduk. Genç kızın bedeninde 52 kurşun yarası vardı.``

Safiye Hüseyin Elbi

Reşit Paşa Vapuru’nun yardım meleği .
İngiltere’de deniz ataşeliği yapan Ahmet Paşa’nın kızı olan Safiye Hüseyin Elbi, Avrupa’da eğitim almış ilk hemşirelerdendir. Çanakkale Savaşı’nda gönüllü hemşirelik yapan Elbi, hastane gemisine dönüştürülen vapurlardan biri olan Reşit Paşa Vapuru’nda görev alır. Burada yaşananları, “Reşit Paşa’ya bindik. Çanakkale’ye geldik, Akbaş mevkiinde demirledik. Hastaları, yaralıları toplamaya başladık. Ne yaralılar, ne yaralılar. Şu parmakları görüyor musunuz? Ben bu parmaklarımla kaç delikanlının gözlerini bir daha açılmamak üzere kapattım.” sözleriyle aktaran Elbi, Balkan savaşlarında da bulunmuştur.

Hemşire Erica

Hem dikti hem de yaraları sardı.
Doktor Ragıp Bey’in eşi olan Alman asıllı hemşire Erica’nın, savaşın en şiddetli anında köylü kadınlar arasında birliktelik sağlayarak orduya destek olduğu belirtiliyor. Orduya kıyafet, yorgan, yastık, çadır dikiminde rol alan hemşire Erica, köydeki kadınlardan sağladığı dikiş makinesiyle kendisi de pek çok şey dikmiş. Türk yaralıları tedavi ederken de, hastane ve hasta bakım yerlerini bombalayan düşmanın top mermisiyle can vermiş. Çanakkale’de Yalova köyü mezarlığında bulunuyor.

AYŞE HANIM

Eşini Balkan Harbi'nde kaybeden Ayşe Hanım 15 Mayıs 1919'da, Yunanlıların İzmir'e girmesiyle birlikte milli mücadele saflarında yerini almış, İzmir'in Yunanlıların eline geçmesi üzerine Aydın'a geçmiştir. Yunanlılar tarafından 27 Mayıs 1919'da işgal edilen Aydın civarındaki savaşlarda kahramanca dövüşmüş, büyük oğlu bu mücadelede şehit olmuştur. Ayşe Hanım, 21 Şubat - 12 Mart'taki Birinci İnönü, 31 Mart - 1 Nisan 1921'deki İkinci İnönü savaşlarında da bulunmuş ve küçük oğlu da bu savaşlarda şehit olmuştur. 23 Ağustos - 13 Eylül 1922 tarihleri arasında Sakarya Meydan Muharebesi'nde yaralanmış, tedavisini takiben müfrezesine dönmüştür.
Ayşe Hanım 1942 yılında Ankara'da vefat etmiştir.



KARA FATMA (FATMA SEHER)

"Kara Fatma" olarak tarihe geçen, 1888 Erzurum doğumlu Fatma Seher, Balkan Harbi’ne, Edirne’de görev yapan kocası subay Derviş Bey ile katılır. I. Dünya Savaşında, ailesinden 9-10 kadınla Kafkas Cephesine gider.
Kara Fatma, Mondros Mütarekesi’nden sonra eşi Ermeniler tarafından şehit edilen kadınları toplayarak, Ermeniler ile çarpışır.
Mustafa Kemal Paşa ile görüşerek görev isteyen, kurduğu milis kuvvetiyle Bursa ve İzmit'in işgalden kurtarılması için mücadele eden Kara Fatmanın müfrezesinde savaşanların sayısını 350 ye kadar çıkardığı bilinir.
Sakarya ve Başkomutanlık muhaberelerine de katılan ve üsteğmenlik rütbesine kadar yükselen Kara Fatma, 1955 yılında Erzurum’da vefat etmiştir.

TARSUSLU KARA FATMA ve GAZİANTEPLİ YİRİK FATMA

Asıl adı "Adile" olan, "Adile Hala" ve "Adile Onbaşı" diye anılan kadın kahramanın, silah arkadaşları arasında "Kara Fatma" olarak anıldığı bilinir. 8-10 kişilik milis kuvvetiyle Afyon Savaşı’na katılan Kara Fatma, Tarsus’un kurtulmasında büyük yararlılıklar gösterir.

Gaziantepli Yirik Fatma ise Gaziantep’in Fransızlar tarafından henüz bütünüyle kuşatılmadığı sırada, düşmanın hareket edeceği haberi gelince, buna karşı koymak için yola çıkan milis kuvvetine, karşı çıkılmasına rağmen zorla katılır.



NAFİZE KADIN

Milis kuvvetlerine yardım eden "Nafize Kadın", Yunanlılar tarafından yakalanarak, kuvvetler hakkında bilgi alınmak istenir, fakat Nafize Kadın işkencelere karşı koyarak hiçbir bilgi vermez.

GÖRDESLİ MAKBULE

Gördes’li Ali Ustazade Abdullah Efendinin kızıdır. 1921 de Ustrumcalı Ali Efendiyle evlenmiştir.Vatan işgal altındadır; Yunanlılar Sakarya Savaşını kaybetmiş, mevzilerine çekilmişlerdir. Gördesli Makbule, kocası ile çete kurarak dağlara çıkar. 17 Mart 1922 de Kocayayla’da cereyan eden bir çatışmada Makbule, geri çekilen çete arkadaşlarını kınayarak cesaret verici bir konuşma sonrası düşmana saldırır ve başından aldığı kurşunla şehit düşer. Ama silah arkadaşları düşmanı perişan ederek çekilmelerini sağlarlar.

FRANSIZLARA YANLIŞ YOL GÖSTEREN KILAVUZ KADIN

Adana ve yöresinde Fransızlara karşı verilen mücadelede yer alan ve milis kuvvetlerine katılan Kılavuz Hatice, 8 Mayıs 1920 de milli kuvvetler Pozantıya taarruzu başladığında, kritik bir duruma düşen Fransızları kandırarak kılavuzluk eder. Hatice, kılavuzluk yaptığı Fransızlara yanlış yol göstererek Karboğazına sokar. Boğazda sıkışan Fransızlar, Türk askerine esir düşer.



TAYYAR RAHMİYE

Adana’nın kadın kahramanlarından Rahmiye Hanım da, 9. Tümenin 1920 yılının Şubat ayında Hasanbeyli civarında Fransızlar ile yaptığı muharebeye müfrezesiyle katılır. Muharebe sırasında ateş hattında kalan iki arkadaşını korumak için ileri doğru atıldığından dolayı kendisine "Tayyar Rahmiye" lakabı verilir.

Temmuz 1920 de Osmaniyedeki Fransız karargahına yapılan hücumda arkadaşlarının tereddüdünü görünce, "Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olduğunuz halde yerde sürünmekten utanmıyor musunuz?" diyerek hücuma geçilmesini sağladığı tarihi kaynaklarda yer almaktadır.

ONBAŞI HALİDE EDİP ADIVAR

Romancı Halide Edip Adıvar ise "Halide Onbaşı" olarak İstiklal Savaşına katıldı. Uzun süre cephelerde savaşan Halide Onbaşı, savaş alanındaki yararlılıkları nedeniyle İstiklal Madalyası almaya hak kazandı. Türk bağımsızlık savaşının bir sembolü olan Adıvar, Türk edebiyatına kazandırdığı eserler ile günümüz Türk gençlerine çeşitli dersler vermektedir.

BİTLİS DEFTERDAR’IN HANIMI

Maraş'ta Fransızlar ile savaş 21 Ocak 1920'de başlamış, bu yılın 12 Şubat'ında Fransızların geri çekilmesiyle sona ermiş, Maraş düşmandan kurtulmuştur.

2 Şubat 1920 tarihinde Anadolu Kadınları Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin Reisi *Melek Reşit *ve Kâtip *Şefika Kemal *imzasıyla yayımlanan bildiri ile “Fransızların Maraş'taki zulümleri yurtiçi ve yurtdışında kınanmıştır.”

Maraş'ta düşmana karşı verilen mücadelede en fazla yararlılık gösterenler arasında Bitlis Defterdarı' nın hanımı da bulunmaktadır. Bitlis Defterdarı'nın hanımı, Maraş'ın Kayabaşı Mahallesi'nde düşmanın hazırladığı mazgala yaklaşarak sekiz düşmanı öldürmüş, bilahare erkek elbisesi giyerek milis kuvvetlerine katılmıştır.



KARA FATMA ŞİMŞEK

Yahya Bey’ in kızı olan Kara Fatma Şimşek' in asıl ismi, Yemine Vardarlı' dır. 1921-1922'de, "Fahri Milis Üsteğmeni" rütbesiyle Kocaeli Grubu Mürettep Süvarisi emrindeki Müstakil Süvari Müfrezesi'nde görev yapmış, İstiklal Harbi'nde, bu mıntıkadaki mücadelelerde bulunmuştur.

ASKER SAİME HANIM

İstanbul hanımlarından Saime Hanım , Milli Mücadele'ye fiilen katılıp cephede silah kullanmış ve yaralanmıştır. Saime Hanım 15 Mayıs 1919'da İzmir'in işgali dolayısıyla Kadıköy Belediye Dairesi önündeki mitingde konuşma yapmış, tutuklanmış ve daha sonra Anadolu'ya geçerek Milli Mücadele'ye katılmıştır. Savaştan sonra ise İstanbul Lisesi'nde edebiyat öğretmeni olarak görev yapmıştır.

TAŞIT KOLLARINDA GÖREV ALANLAR

İstanbul'da Maçka, Zeytinburnu vs. küçük depolardaki top, tüfek ve cephaneler cesurane tedbirlerle kaçırılıyor, oradan da hayvan ve insan sırtında Ankara'ya naklediliyordu. İşte Türk kadınlarının bu nakliyatta büyük top mermilerini sırtlarında taşıyarak gösterdikleri fedakârlık her zaman hatırlanmalıdır.

Öküzü ölen arabalara diğer öküze eş olarak arabayı çeken kadınlarımızın fedakârlıklarını bugünkü nesillere nakletmenin de bir görev olduğunu düşünüyorum.

Kastamonulu Halime Çavuş bu kahramanlarımızdan biridir.İnebolu'da, Milli Kuvvetler'e bağlı askeri teşkilat kurulmuştu. Silah,cephane, erzak, giyecek vb. şeyler, İnebolu İskelesi'nden Çankırı'ya, oradan Ankara'ya, cepheye gönderiliyordu. Trabzon'dan vapurla nakliye işleri başlayınca İnebolu yolu, dolayısıyla Kastamonu Ankara'nın bir üssü haline gelmişti. Burada pencere demirlerinden süngü, kasatura, kılıç yapan ustalar bulunduğu gibi, bunlardan bir kısmı da Ankara'ya gönderilmiştir. Kastamonu kadınlarının Silahlı Kuvvetlere çok anlamlı hizmet ve katkıları olmuştur.

Yine Sakarya Savaşı sırasında, kadın mücahitlerimizin nasıl canla başla çalıştıklarını Kurmay Albay Hulusi Atak' tan öğrenmiş oluyoruz:

Sakarya Savaşı'nın başladığı gün, 23 Ağustos 1921 de yaralanan Hulusi Atak'ı geriye, Keskin Hastanesi'ne göndermişlerdir. Ankara'dan Yahşihan'a giden bir dekovile başka yaralılarla birlikte bindirmişler, daha öteye kağnı ile gitmişlerdir. Etraflarından geçmekte olan kağnı kol ve katarlarının çoğunu kadınların idare ettiğinden bahseden Hulusi Atak, "Bu katarların birinden hafif bir çığlık duyduk; bunu müteakip bir duraklama ve telaş eseri görüldü. Bir müddet sonra güzel bir müjde ile karşılaştık. Cephane Kolları'nda bulunan hamile bir kadın, bir erkek evladı doğurmuştu. Bu kadını hastaneye yatırmak üzere geriye çevirmek istediler; fakat yorgunluk ve çektiği ıstıraplarla benzi solmuş olan hasta kadın ,”Cephedeki silahlar” dedi ,”cephane bekliyor; oraya cephane yetiştirmeliyim, geri dönemem” demiştir.

Ali Fuat Cebesoy’ un da Kağnı Kolları ile ilgili, ihtiyar bir mücahit kadınla konuşmasını içeren bir hatırası ise şöyledir: “Hiç unutmam, yine böyle bir yürüyüş esnasında idi; dondurucu bir soğuk vardı. Kağnısının başında duran bir ihtiyar nineye yaklaşmış ve sormuştum: “ Nine üşüyor musun?”Şu cevabı vermişti: “Hayır oğul, üşümüyorum. Düşman, topraklarımıza bastığı günden beri içim yanıyor!” Bu kahraman Türk anasının elini öperken gözpınarlarımda yaşlar tanelenmişti."

İnebolu'dan Kastamonu ve Çankırı yoluyla Ankara'ya harp malzemesi götüren Kağnı Kolları'nda 1921 kışında donanlar da olmuştur; böyle vakalardan en acısı, en ünlüsü, Kastamonu şehrinin kapısı sayılan Kışla önünde, bir kadının (ki o Şerife Bacı' dır) cephane yüklü kağnısı üzerine kapanmış halde donmuş olarak görülmesidir. Şehre girmesi nasip olamayan bu mücahit kadının, şose kenarında, sabaha karşı donduğu anlaşılmıştır. Öküzleri geviş getiren bu kağnı arabasındaki kıymetli yükü korumak için üstüne yorganını örten bu genç kadının bir elinde üvendire, kollarını açarak, yorganın üzerine abanarak kaldığı, vazifeliler tarafından görülmüştür.

Rıfat Çavuş öküzleri koşarken Cemil Çavuş da şehidin üzerindeki karları süpürmüş ve her ikisi de gözyaşları dökerek kollarından ve bacaklarından tutarak kaldırırlarken, yorganın altından birdenbire çığlığı basarak ağlayan bir çocuk sesi işitince şaşırmışlar ve şehit anayı yana çekip hemen yorganı kaldırmışlar. Otlara sarılı top mermileri arasına yerleştirilmiş çulların içinde kundaklı bir kız çocuğunun donmaktan kurtulmuş bir halde bulunduğunu görmüşlerdir. Kuşkusuz Türk kadınının fedakârlıkları birkaç sahifede anlatılamaz. !.."

Sonuç

Bu kutsal mücadelede ciddi ve anlamlı katkıları bulunan kadınlarımızı şükran duygularımızla yâd ederek onların yaptıkları önünde saygı ile eğiliyoruz.



9 Mart 2010 Salı

KURTULUŞ SAVAŞIMIZDAN




GEDİZ  VE  HAMİDİYEHANI  SAVAŞLARI

Burhan Bursalıoğlu

15 Mayıs 1919 da Yunan ordularının İzmir'i işgalinden sonra, Kurtuluş savaşı kaçınılmaz olmuştu. Sadece Yunanlılar değil, İtalyanlar, Fransızlar, İngilizler, Ruslar, ve Ermeniler Osmanlı 'nın topraklarını paylaşmışlardı. Sevr anlaşması nedeniyle kendilerinde işgal hakkı gören bu istilacı devletlerin hadlerini bildirecek, gücü kendinde gören, Baş komutan Atatürk ve Arkadaşlarının Anadoluda başlattıkları Kurtuluş veya İstiklal Savaşının her safhası birer kahramanlıklarla doludur. Halkımızında, bu baş kaldırmayı desteklemesi,  yaşlı, genç, kadın kız birlikte verdikleri destek, Türk Ulusunun özgürlüğünü kazanmasına yardımcı olmuştur.
İstiklal Savaşımızın Küçük bir cephesi olan Gediz cephesindeki savaşı aşağıda okuyacaksınız. 


GEDİZ CEPHESİ

"Umum Kuvvayı Milliye Komutanı" olan Mirliva Ali Fuat Paşa ile Kuvvayı Seyyare Komutanı Çerkez Ethem'in Yunan işgaline karşı 1920 yılı Ekim ayı sonunda yaptıkları harekat.
Taarruz planını Genelkurmay Başkanı Albay İsmet Bey kabul etmese de, Türk kuvvetleri zayiatlar verdikten sonra Gediz'i geri alarak, İzmir'in İşgalinden sonra ilk defa Yunanlıların işgal ettikleri bir bölgeden geri çekilmelerini sağladılar. Harekatın bitiminde Kuvvayi Milliye Komutanlığı lağvedildi ve Umum Kuvva-yı Milliye Komutanı olan Ali Fuat Paşa Moskova Büyükelçiliğine tayin edildi. Yerine kurulan iki komutanlıktan "Batı Cephesi Komutanlığı"na Albay İsmet Bey, "Güney Cephesi Komutanlığı"na ise Refet Paşa tayin edildiler.




Şavaşın Nedenleri
Yunanlılar Bursa üzerinden taarruza geçmişlerdi. Uşak ve Gediz'in 29 Ağustos 1920'de düşmesinden sonra cephenin ele geçirilmesi için planlama çalışmaları yapılmaktaydı. 18 Ekim 1920'de Alayunt tren istasyonunda Ali Fuat Paşa tarafından birlik komutanlarına yapılacak Gediz Taarruzu hareket planları anlatıldı.



Savaşın Başlaması
Emet Milli Müfrezesi ile Milli Kuvvet  taburuna Simav istikametinden takviye gelebilecek düşman kuvvetlerini durdurma görevi verildi. 24 Ekim 1920 de Gediz’e taarruza başlandı ancak Yunanlıların yoğun ateşi sonucunda  Türk  birlikleri Efendi Köprüsü sırtlarına çekildiler. Bu taarruzda 3 subay, 24 er şehit ve 3 subay, 24 er de yaralanmıştı. 25 Ekim 1920 de Yunuslar sırtlarından Yarbay Arif Bey Komutasındaki 11. Tümen düşman kuvvetlerine tekrar taarruza başladı. Kuvve-i Seyyare'nin desteğinin gelmemesi ve karanlığın basması üzerine taarruz durduruldu. Bu çatışmada 9 subay 133 er şehit, 10 subay,168 er yaralı verilmişti. Bu iki taarruz sonucu Gediz’deki 13. Yunan tümeni takviye gelinceye kadar Hamidiyehanı' nın 4 km. gerisine çekilmişti. Yunanlılar bu arada 26 ölü ,68 yaralı vermiştir. 26 Ekim 1920 saat 9:00 da Emet Müfrezesi ve arkadan 61. Tümen Gediz’ e girerek bu bölgede  Türk Kuvvetleri hakimiyetini tesis etmişlerdir.

Hamidiyehanı Muharebesi
Hamidiyehanı gerisindeki Yunan birliklerine Çerkez Ethem komutasındaki Kuvve-i Seyyare ile 190. Alay 27 Ekim 1920 günü öğleden sonra taarruza başlar. İki gün süren şiddetli muharebe sonucunda sayıca üstün Yunan kuvvetleri karşısında Türk kuvvetleri geri çekilmek zorunda kalmıştır. Kuvve-i Seyyare ve 11 ile 61. tümen birliklerinden 5 subay 33 er şehit olmuş, 83 er de yaralanmıştı. Düşman 16 ölü 55 yaralı vermişti. Bu çekilme üzerine 31 Ekim 1920 de Yunan birlikleri tekrar Gediz'e girer. Türk topçu ateşi altında kalan Yunan birlikleri Uşak hattını güçlendirmek üzere tekrar geri çekildiler. 12 Kasım 1920'de 13. Yunan Tümeni Gediz'i boşaltarak Gediz'i  Türk  kuvvetlerine teslim etmek zorunda kalmışlardır. Böylece 24 Ekim'de başlayıp 12 Kasım'da sona eren Gediz muharebelerinde her iki taraf ta önemli zayiatlar verdikten sonra o zamana kadar Batı Anadolu'da önemli bir direniş görmeden işgal bölgesini sürekli genişleten Yunan Ordusu ilk defa işgal ettiği bir bölgeden geri çekilmek zorunda bırakılmıştır.

Ali Fuat Paşa'nın Moskova Büyük Elçiliğine atanması üzerine  Batı Cephesi Komutanlığı, Batı ve Güney cepheleri olarak ikiye ayrıldı. Batı Cephesi Komutanlığı'na Albay İsmet Bey, Güney Cephesi Komutanlığına ise Refet Paşa, 9 kasım 1920'de atandılar.



8 Mart 2010 Pazartesi

GÜNÜN OLAYLARI



Olaylar – 8 MART]


• 1403 - Yıldırım Bayezid vefat etti.

• 1857 - Kadınlar Günü: ABD'de kadın işçilerin 8 Mart 1857'de yaptıkları yürüyüş, Kopenhag'da 1910 yılında toplanan Dünya Kadınlar Kongresi'nde Emekçi Kadınlar Günü olarak belirlendi. 8 Mart, 1975'te BM tarafından Dünya Kadınlar Günü ilan edildi.



• 1921 - İspanya başbakanı Eduardo Dato, Madrid'de parlamento binasından çıkarken Katalan militanlarca öldürüldü.


• 1935 - TBMM 5. dönem kadınlar ilk kez oy kulandı seçimlerinde.

• 1942 - II. Dünya Savaşı: Hollanda, Java adasında Japonlara teslim oldu.

• 1943 - İsmet İnönü 7. TBMM'yi açtı ve yeniden Cumhurbaşkanı seçildi. Şükrü Saraçoğlu Hükümeti kurmakla yeniden görevlendirildi.

• 1948 - Tanımladığı bir deri hastalığı Behçet hastalığı adıyla dünya tıp literatürüne geçen, deri ve zührevi hastalıklar uzmanı Ordinaryüs Prof Dr Hulusi Behçet kalp krizi sonucu İstanbul'da öldü.

• 1952 - Philadelphia'da ilk suni kalp ameliyatı yapıldı.


• 1954 - Devletin siyasal prestijine ve mali gücüne zarar getirdiğine karar verilen ya da kiþilerin özel hayatına tecavüz eden yazılar yazan gazetecilere ağır Cezalar Öngören Basın Kanunu TBMM'den geçti.


• 1955 - Liselerde okutulması Milli Eğitim Bakanlığı'nca kabul edilen bir ders kitabında komünizm propagandası yapılmak istendiği iddiasıyla soruşturma başlatıldı. Astronomi adlı ders kitabında Stalin ve Lenin'in resimlerinin yer aldığı ve bu resimlerin Öğrencinin dikkatini çeksin diye bir meteor resminin ortasına yerleştirildiği tespit edildi. Konunun Ankara'daki ilgili makamlara bildirildiği ve kitabın toplattırılacağı belirtildi.


• 1956 - İzmir'de Demokrat Parti tarafından düzenlenen mitingde konuşan Başbakan Menderes, basını eleştiren bir konuşma yaptı. "Bu gazeteler demokrasi devriminin matbuatı olmak vasfına sahip değildir" dedi. Basını gerçekleri değiştirmek ve DP iktidarını alaşağı etmeyi düşünmekle suçladı.


• 1963 - Suriye'de, bir darbe sonucu Baasçılar ve Nasırcılar iktidarı ele geçirdi. Baasçı subaylar, şubat ayında, Irak'ta da yönetimi ele geçirmiş ve Başbakan Kasım öldürülmüştü.

• 1971 - Balıkesir Necatibey Eğitim Enstitüsü kapatıldı.

• 1971 - Sivas'a bağlı Yıldızeli'nde TİP ilçe Sekreteri öldürüldü.

• 1972 - Demokratik Parti Genel Başkan Yardımcısı Yüksel Menderes, Ankara'da hava gazıyla intihar etti. Başbakan Adnan Menderes'in oğullarından Mutlu Menderes, 1 Mart 1978'de trafik kazasında ölmüştü. 15 Mart 1996'da ise Aydın Menderes, trafik kazası sonucu Felç oldu.




• 1992 - Dünya Kadınlar Günü nedeniyle İstanbul ve Adana'da düzenlenen kutlama yürüyüşlerine polis müdahale etti, bazı kadınlar dövüldü, iki kadın yaralandı, 8 kadın gözaltına alındı.


• 1992 - İstanbul Cumhuriyet Savcılığı özel TV'lerdeki müstehcen yayınları takibe aldı.

• 1996 - Lefkoşa-İstanbul seferini yapan KKTC'ye ait bir yolcu uçağı kaçırılarak önce Sofya'ya ardından da Münih'e indirildi. Uçağı kaçıran kişinin İngiltere'deki sevgilisinin yanına gitmek isteyen Ramazan Aydın isimli bir Türk VATANDAŞI olduğu anlaşıldı. Uçaktaki yolcu ve mürettebatı serbest bırakan Aydın, Alman polisi tarafından tutuklandı.

• 1998 - Karşıyaka Müftüsü Nadir Kuru'nun, İzmir'de Dr Tibet Kızılcan'ın cenaze namazını kıldırırken isteyen hanımlar namaza gelebilir sözleri üzerine kadınlar, erkeklerle saf tutarak cenaze namazı kıldı.


• 2.000-30 yılı aşkın siyasi geçmişinde ilk kez Necmettin Erbakan'a karşı bayrak açılarak, FP'ye genel başkan adayı çıkarıldı. Kayseri Milletvekili Abdullah Gül, adaylığını ilan etti.

• 2003 - İstanbul-Diyarbakır seferini yapan THY'nin RC-100 tipi uçağı, Diyarbakır'a inişi sırasında düştü: 74 kişi öldü, 3 kişi yaralı kurtuldu.



• 2003 - Recep Tayyip Erdoğan, Siirt'te yapılan yenileme seçimlerinde milletvekili seçilerek TBMM'ye girdi.


• 2005 - Çeçen lider Aslan Maşadov, bir çatışmada Rus güvenlik güçlerince öldürüldü.

• 2008 - Hollanda'nın Lahey kentindeki Artistik Buz Pateni Uluslararası Aegon Kupası'nda, bayanlarda Tuğba Karademir 2. oldu ve Türkiye'ye bu spor Dalında tarihte
• ölümler]


• 1403 - Yıldırım Bayezid, Osmanlı padişahı (ö. 1360)

• 1874 - Millard Fillmore, ABD'nin 13. Başkanı (ö. 1800)

• 1925 - Mehmet Seyit Bey Türk siyaset adamı ve yazar (ö. 1873)

• 1930 - William Howard Taft, ABD'nin 27. Başkanı (ö. 1857)

• 1944 - Hüseyin Rahmi Gürpınar, Türk edebiyatçı (ö. 1864)

• 1948 - Hulusi Behçet, Türk doktor (ö. 1889)

• 1959 - Bekir Sıtkı Kunt, Cumhuriyet Dönemi hikayecilerinden.

• 1972 - Yüksel Menderes, Türk siyasetçi (ö. 1930)

• 1977 - Fikret Ürgüp, hikayeci



• 2004 - Ebu Abbas, Filistin Kurtuluş Cephesi lideri (Ö. 1948)


• 2005 - Aslan Maşadov, Çeçen lider (Ö. 1951)

• 2008 - Prof Dr Sadun Aren, eski milletvekili ve Ankara Üniversitesi SBF eski öğretim üyesi.

YILDIRIM BAYEZİT'İN ÖLÜMÜ

Yıldırım Bayezid, Timur'un eline düstükten sonra onunla birlikte Bati Anadolu seferlerinde hazir bulunuyordu. Timur, Cengaver ve bir zamanlar fırtına gibi esmis olan bu esirini gittigi her yere Kendisiyle birlikte götürüyordu. Onbeş gün gibi kısa bir zamanda Izmir'i zapt eden Timur, dönüsünde henüz Osmanlılara bagli bulunan Uluborlu ve Eğridir kalelerini zapt ettirdi. Yıldırım Bayezid, Egridir'in zapti esnasinda hastalanmisti. Bunun üzerine Timur, onu Aksehir'e göndermisti. Tedavisi için de meşhur tabiplerinden İzzeddin Mesud Sirazî ile Celaleddin Arabî'yi göndermisti.



• Yıldırım Han'in tedavisine memur edilen doktorlarin bütün çabalarina ragmen, cevval izzet-i nefis sahibi, Mağrur ve zaferden zafere kosmaya alismis bir Hükümdar olan Yıldırım, maglubiyet ve esarete tahammül edemedi.


• Zaman zaman Timur'la yapilan sohbetlerde Timur'un kendisini serbest birakacagina ve tekrar Osmanlı Devleti'nin basina geçecegine dair söylediği SÖZLERE de inanmayan Yıldırım Boyezid'in, keder ve üzüntüden gelen bu hastalığına çare bulunamadi. Bunun için 14 Saban 805 (9 Mart 14,03) Persembe günü ruhunu teslim edip intikal-i dar-i Beka Eyledi. Oldugu zaman kirk iki yaslarinda oldugu bildirilen Yildirim'in zehir kullanmak suretiyle intihar ettigine dair bilgiler varsa da bunlar gerçeği yansitmamaktadirlar. Zira çagdasi ve Yildirim'i YAKINDAN tanıyan tarihçi İbn Arabsah ile Osmanlı tarihçilerinden Enveri, Sükrüllah, Karamani Mehmet Paşa, Hoca Saadeddin ve Solakzâde gibi kaynaklar ile Timur'un tarihçisi Sabuncuoğlu Akın Yezdî ve Nizameddin Sami kesin olarak intihardan bahs etmezler. Bunlara göre o, nefes darlığı ve hunnaktan olmustur. Solakzâde (Tarih, I, 122) gerçekleri bilmeyen bazi kimselerin tarih yazmaya basladiklarini, cahil oldukları için hakiki sebepleri bilmediklerini söyleyerek bu zehir meselesine söyle temas eder: "Buldugunu yazan ve tarihi zapt etme yolundan azan bazi ozanlar, tarih yazmaya ölçümlenip pek çok farkli kaviller irad etmişlerdir. Bunlar ne saltanatin sanina LAYIK gönüller begenen tabirleri bilirler, ne de cULus tarihleri ve halifelik müddetlerine vâkiftirlar. Padisahlarin ölümlerinin sebepleri beyaninda da güzel layık olmayan sözler yazıp ser'ce cevaz verilmeyen meseleleri o yüce padisahlara isnad edip zehir içti veyahut Timur'un hekimleri zehirlediler diye buhtan ve iftira etmişlerdir "der. Gerçekten onun hastaliklarina esaret zilleti ve keder de eklenince kisa bir süre içinde vefat etmistir. Hükümdarligi 14 sene kadar devam etmistir. Ölümü müteakip cesedi tahnit edilerek Aksehir'de Mahmut Hayranı türbesine konulmustur. Timur, onun vefati üzerine yaninda bulunan ailesine taziyetlerini bildirerek ihsanlarda bulunmustu. Semerkand'a dönerken cesedi oglu Musa Çelebi'ye teslim ederek hükümdarlara yarasir bir merasimle defn edilmesini istemis, Musa Çelebi'ye de BABASININ mülkünde hükümdarlik için kemer, vermiştir de murassa KILIÇ ve yüz. Yıldırım Boyezid'in na'sinin Bursa'da kendisinin insa ettirdigi Cami yanına defnini vasiyet ettiğini söylemeleri üzerine Timur, Yildirim'in tabutunu ve Musa Çelebi'yi Germiyanoglu Yakub Bey'e teslim ederek Bursa'ya gönderdi.







6 Mart 2010 Cumartesi

GÜNÜN OLAYLARI

7 MART OLAYLARI

Burhan Bursalıoğlu

1876 - Alexander Graham Bell, telefon olarak adlandırdığı buluşunun patentini aldı
1911 Meksika Devrimi
1919 - Fransızlar, Kozan'ı işgal etti.
• 1921 - Artvin'in düşman işgalinden kurtuluşu
• 1925 - Şeyh Said'in emrindeki 5000 kişilik bir kuvvet Diyarbakır'a saldırdı.
• 1927 - İstiklal Mahkemeleri'nin görevi sona erdi.
• 1951 - İran Başbakanı General Ali Razmara radikal dinci bir militan tarafından öldürüldü.
• 1952 - Dışişleri Bakanı Fuad Köprülü ve 222 arkadaşı, Anayasa'nın dilini yaşayan dile dönüştürmek için DP Meclis grubu adına bir önerge hazırlayarak Meclis'e sundular. Önergede, değiştirilmesi gereken kelimeler arasında suç, bakanlar kurulu, devrim, ivedilik gibi kelimeler yer alıyordu.
• 1954 - Petrol işletmeciliğini yabancı sermayeye açan Petrol Yasası kabul edildi. Petrol İşleri Genel Müdürlüğü kuruldu.

• 1959 - Yargıtay "Nalıncı Keseri" başlıklı yazı nedeniyle Ulus gazetesi başyazarı Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve yazı işleri müdürü Ülkü Erman hakkında Ankara Toplu Basın Mahkemesi'nin verdiği mahkumiyet kararını bozdu.
• 1960 - Vatan gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman Pulliam davasından aldığı 15 ay 16 günlük hapis cezasını çekmek üzere cezaevine girdi. Yalman 4 gün sonra hastaneye kaldırıldı.
• 1961 - Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay yayımladığı mesajda şöyle dedi. "Namlularını daima temiz ve süngülerini daima parlak tutan ordumuzun her türlü engelleri yok etme azmi ile bugünkü hedefi, demokrasiyi ulusuna teslim etmektir."
• 1963 - Anayasa Mahkemesi, iş Kanunu'ndaki grev yasağını iptal etti.
• 1966 - Erzurum ve Muş’ta meydana gelen depremde 15 kişi öldü, 25 kişi yaralandı, 2.380 ev yıkıldı.

• 1983 - Zonguldak Ereğli Kömür İşletmeleri'nin Kandilli üretim havzasındaki Armutçuk Ocağı'nda meydana gelen patlamada 102 kişi öldü, 86 kişi yaralandı.
• 1983 - Ahmet Necdet Sezer, Yargıtay üyeliğine seçildi.
• 1984 - KKTC bayrağı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Meclisi tarafından onaylandı.
• 1984 - Komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla Gölcük Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yargılanan şair Arif Damar beraat etti.

• 1986 - İstanbul Kandilli Lisesi'nde çıkan yangında, okulun yatakhanesi olarak kullanılan Adile Sultan Sarayı tümüyle yandı. Abdülaziz sarayı 1876'da kızkardeşi Adile Sultan için yaptırmıştı. 1916'da Kandilli Adile Sultan İnas Mekteb-i Sultanisi adıyla okula dönüştürülmüştü. Daha sonra Kandilli Kız Lisesi adını aldı.
• 1988 - DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit, daha önce aldığı başkanlıktan çekilme kararını parti kurultayında gerçekleştirdi ve görevinden ayrıldı. Bülent Ecevit partisinin kongresinde yaptığı konuşmada "Uzun siyasal yaşamımda en iddialı meydan okuyuşum, DSP genel başkanlığından ayrılmamdır" dedi. Ecevit'in yerine genel başkanlığa Necdet Karababa seçildi.
• 1989 - Anayasa Mahkemesi, üniversitelerde dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılmasını serbest bırakan yasayı iptal etti.
• 1990 - Hürriyet gazetesi Yönetim Kurulu üyesi, gazeteci yazar Çetin Emeç ve şoförü Ali Sinan Ercan, uğradıkları silahlı saldırıda yaşamlarını yitirdi. 6 yıl sonra 9 Mart 1996'da Emeç'i vuran İslami Hareket Örgütü sorumlusu İrfan Çağırıcı İstanbul'da yakalandı.

• 1996 - Düşünceye Özgürlük isimli ortak kitapta yer alan yazısında bölücülük yaptığı iddiasıyla yargılanan Yaşar Kemal,1 yıl 8 ay hapse mahkum edildi. Ceza 5 yıl ertelendi.
• 1997 - İskenderun Cezaevi'nden sol görüşlü 28 mahkum tünel kazarak kaçtı, firarilerden 8'I yakalandı.
• 1997 - İstanbul DGM, Avrasya feribotunu kaçıran 9 kişiye 8 yıl 10 ay 20'şer gün hapis cezası verdi.
• 2009 - Diyarbakır'dan kalkan TSK ait helikopter Kayseri civarın düştü. 2 pilot şehit oldu.

Milli Mücadele Döneminde Artvin

1917 Ekiminde Bolşevikler Rusya’da yönetimini ele geçirerek Ramonov hanedanlığını devirince yeni kurulan Sovyet Rusya I. Dünya savaşından çekilerek 18 Aralık 1917’de Artvin ve Şavşat’tan çekildi. Sovyet Rusya 3 Mart1918’de I. Dünya savaşına katılan devletlerle imzalandığı Bresk-Litovsk Anlaşması hükmünce Kars-Ardahan-Batum’u Osmanlıya bıraktı. 15 Kolordunun başında bulun Kazım Karabekir Erzurum-Erzincan-Erivan bölgesine girdi. 18 Haziran 1918’de Osmanlı Hükümeti Gürcistan Milli hükümeti ile anlaşarak Kars-Ardahan-Batum illerinde hak iddia etmelerini engelledi.
I. Dünya savaşından yenik ayrılan Osmanlı Devleti adına 30 Ekim 1918’de Bahriye Nazırı Rauf ORBAY Mondros Ateşkes Anlaşmasını imzaladı. Bu ateşkesten 1 ay sonra 17 Aralık 1918’de İngiltere Batum’u işgal etti. 1878-1918 arası 40 yıl süren Rus işgali sonrası İngiliz işgali başlıyordu. Mondros’un 5.Maddesi gereği işgale karşı direnen Milislerin elinden silahları alındı. İngiliz generali Ravtenson Kazım Karabekir’e çektiği telgraf ile ordusunu terhis etmesini istese de Karabekir bunu kabul etmedi. 19 Mayıs 1919’da Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk Türk yurdunun düşman işgalinin kurtuluşu için Samsun’da ele aldığı meseleyi Havza ve Amasya Genelgeleri ile tutuşturdu. Doğu Anadolu’da 23 Temmuz’da topladığı Erzurum Kongresi ile yöre halkını emperyalist İngilizler ve piyonu Ermenilerin niyetlerine karşı birleştirdi.

1920 başında Gürcistan’da bulunan Gürcü İslamaiyesi adlı cemiyet Batum ve Artvinli Gürcistan’a katarak istiyordu. Bu olayı haber alan Kazım Karabekir olayı önledi. 28 Ocak 1920’de son Osmanlı Mebuslar Meclisinde alınan Misak-ı Milli kararları ile Kars-Ardahan-Batum’da halkoylamasına gidileceği kararı alındı. Bu kararın alınmasının temel nedeni bu topraklarda Türk nüfusunun fazla olmasından kaynaklanıyordu. İngiliz işgal kuvvetlerinin Batum’dan çekilmesi üzerine Gürcistan hükümeti 1 Temmuz 1920’da Batum’u işgal etti. Bu işgal sırasında TBMM’nin Batum Milletvekillerinden M.Edip DİNÇ ve Ahmet Akit Beyler 1129 kişilik Milli olayları ile işgale karşı üstün gayretler sergilemişlerdir. TBMM’nin Eylül-Aralık 1920’de üç ay süren Ermeni savaşında başarılı olması sonrası M.Kemal Gürcü hükümeti ile temaslara başlamıştır.

Artvin’in Kurtuluşu

Gürcistan sefiri Siman MİDİVANI 17 Ocak 1921’de Ankara’ya gelerek itimatnamesini M. Kemal’e iletir. M. Kemal Gürcü sefaretinden derhal işgal ettikleri toprakları boşaltmalarını ister. Sefir geçen günler boyunca TBBM Hükümetini oyalamayı sürdürünce Hariciye Nazırı Bekir Sami Bey Gürcistan’a sert bir nota verdi. 23 Şubat 1921’de TBMM ve Gürcü hükümetleri arasında Batum anlaşması imzalandı.


Bu tarihten itibaren Artvin-Ardanuç-Borçka ve Şavşat’tan Gürcü kuvvetleri çekildi. 45 yıllık esaret sona erdi. Diğer yandan Trabzon’dan Artvin’e kuvvetleri ile hareket eden Miralay Şükrü Bey Oruçlu köyünden Kamil Beyi Kaymakam vekili tayin ederek kendisi Batum’a geçti. 7 Mart 1921’den itibaren Artvin’de Türk bayrağı dalgalanmaya başladı.

GÜNÜN OLAYLARI

6 - MART TARİHLERİNDE OLAN BAZI OLAYLAR

Burhan Bursalıoğlu


* 1714 - İngiliz mühendis Henry Mill daktilo makinesinin patentini aldı.
• 1899 - Bayer, aspirini ticari bir marka olarak kayıt altına aldı.
• 1902 - Real Madrid futbol kulübü kuruldu.
• 1919 - III. Enternasyonal kuruldu.
• 1924 - Türkiye Cumhuriyeti'nin 2. hükümeti İsmet İnönü'nün başbakanlığında kuruldu.
• 1925 - Takriri Sükun Kanunu'na dayanılarak İstanbul'da 6 gazete ve dergi (Tevhidi Efkar, İstiklal, Son Telgraf, Aydınlık, Sebilülreşat ve Orak Çekiç) Bakanlar Kurulu kararıyla kapatıldı.
• 1927 - İstanbul Radyosu yayına başladı.
• 1948 - Anadolu Ajansı'nda 1925'te şirket kurucuları arasında yer alan ve Başyazarı olan ünlü şair, yazar ve gazeteci Kemalettin Kamu, 47 yaşında Ankara'da öldü.
• 1949 - Kadınlığı Koruma ve Sosyal Yardım Cemiyeti kuruldu. Cemiyet, kimsesiz kızlara ve dul kadınlara yardım etme amacını benimsedi.
• 1957 - Afrika'da Altın Kıyısı, Gana adını alarak bağımsızlığını ilan etti.
• 1961 - İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth, Türkiye üzerinden geçerken Ankara'ya uğradı. Esenboğa Havaalanı'nda Devlet ve Hükümet Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel tarafından karşılanan II. Elizabeth, Gürsel ile 40 dakika görüştükten sonra, Türkiye'den ayrıldı
• 1962 - Ekrem Alican Yeni Türkiye Partisi genel başkanlığından istifa etti.
• .
• 1969 - Atatürk'ün yakın arkadaşlarından eski Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, eski Gaziantep Milletvekili Kılıç Ali ve eski Milli Eğitim Bakanı Cemal Hüsnü Taray törenle Yeni Türkiye Partisi'ne girdi. Tevfik Rüştü Aras Atatürk'ün ölümünden buyana ilk defa bir siyasi partiye üye oldu.
• 1970 - İstanbul'da Sultanahmet İktisadi ve Ticaret Akademisi'nde bir konferans veren Amerikalı Profesörün üzerine bir torba un dökülerek başına yumurta atıldı. "Kahrolsun Amerikan Uşakları", "Yankee go home" diye atılan sloganlar sonucu Amerikalı profesör konferansı yarıda bıraktı.
• 1970 - Türkiye Cumhuriyeti 32. hükümeti Süleyman Demirel'in başbakanlığında kuruldu.
• 1972 - TBMM Adalet Komisyonu, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idam cezalarını onayladı.
• 1974 - Hilafetin kaldırılışının 50. yılı dolayısıyla PTT tarafından çıkarılması kararlaştırılılan seri pulların basımı Milli Selamet Partili bakanların önerisi üzerine durduruldu.
• 1974 - İngiltere'de seçimleri İşçi Partisi kazandı. Harold Wilson başbakan oldu.
• 1981 - Yunanistan Ege hava sahasındaki bazı kısıtlamaları kaldırdığını açıkladı.
• 1984 - Askeri Yargıtay Milliyet gazetesi yazarı Metin Toker ile yazı işleri müdürü Doğan Heper hakkında İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından verilen mahkumiyet kararını bozdu.
• 1986 - Basın tarafından "Basına Sansür Yasası" olarak tanımlanan "Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Yasası" TBMM'de kabul edildi.
• 1987 - Erzincan Sıkıyönetim Mahkemesi'nde görülen Espiye Dev-Yol davasında1 sanık ölüm, 20 sanık 2-8 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırıldı.
• 1987 - Türkiye'nin Kuzey Irak'taki PKK kamplarını bombalamasını eleştiren İran ve Libya'yı yanıtlayan Ankara "Harekatın üçüncü bir ülkeyi ilgilendiren bir yönü yok" dedi.
• 1993 - İstanbul'un Kartal ilçesinde bir eve düzenlenen polis baskınında aralarında Dev-Sol'un liderliğini ele geçirmeye çalışan Bedri Yağan'ın da bulunduğu üçü kadın beş kişi öldürüldü. Bedri Yağan, Gülcan Özgür, Hemşireler Derneği İstanbul şubesinin eski başkanı Menekşe Meral ve ev sahibi Rıfat Kasap ile eşi Asiye Fatma Kasap ödürülürken Rıfat ve Asiye çiftinin çocukları 2,5 yaşındaki Özgür ile 6 aylık Sabahat baskından sağ olarak kurtuldu. Bedri Yağan'ın babası oğlunun çatışma sonucu ölmediğini, infaz edildiğini, ölen militanların avukatları da, duvarlarda kurşun izi bulunmadığından, beş kişinin ele geçirilip işkenceyle öldürüldüğünü ileri sürdüler. SHP Merkez Yönetim Kurulu da, olayı yargısız infaz olarak nitelendirdi.
• 1993 - Türkiye'nin 1963'de Ankara Antlaşması'yla başlattığı Avrupa'yla bütünleşme sürecinde bir adım daha atıldı. Avrupa Birliği üyesi 15 ülke ile Türkiye arasında Gümrük Birliği Antlaşması Dışişleri Bakanı Murat Karayalçın tarafından imzalandı.
• 1993 - YDH (Yeni Demokrasi Hareketi) Genel Başkanı Cem Boyner'in, "Ordu demokrasiyi tehtid ediyor" sözleri üzerine hakkında soruşturma başlatıldı.
• 1999 - 6 Mart 1999 Cumartesi günü gece saat 05:45'de Hindistan'da bulunan Senragadha Volkanı püskürdü.
• 2002 - Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Gazeteci-Yazar Çetin Emeç ve Turan Dursun ile İran rejim muhalifi Ali Akbar Gorbani'nin öldürülmesi olaylarının da aralarında bulunduğu birçok saldırıdan sorumlu tutulan İslami Hareket Örgütü'nün İcra Şurası üyesi İrfan Çağırıcı hakkındaki idam cezasını onadı.

6 - MART TARİHİNDE ÖLENLER

• 1920 - Ömer Seyfettin, Türk yazar (d. 1884)
• 1935 - İbnürrefik Ahmet Nuri, Oyun yazarı
• 1948 - Kemalettin Kamu, Şair, yazar ve gazeteci
• 1986 - Egemen Bostancı, gösteri dünyasının önde gelen adlarından.
• 1988 - Mediha Demirkıran, Türk ses sanatçısı
• 1989 - Fecri Ebcioğlu, Türk şarkı sözü yazarı ve şovmen
• 1995 - Nehar Tüblek, Türk karikatürist
• 2005 - Nüzhet İslimyeli, Türk ressam
• 2008 - Nedim Otyam, Türk besteci, yönetmen

4 Mart 2010 Perşembe

T A R İ H T E N B İ R S A Y F A

SARIKAMIŞ FACİASI

Burhan Bursalıoğlu

Tarihimizde, Sarkamış Faciası, bir komutana, Enver Paşa’ya yakışmayacak, yanlış taktik uygulaması neticesinde, düşmanın değil de, kış şartlarının kurşunlarıyla, yaklaşık 90.000 askerimizin donma, ve salgın hastalıklar nedeniyle yok olmuşluğun ibret verici savaşıdır. Yarın, Sarıkamış’ta, Allahuekber Dağlarında, 3. Ordunun yapacağı, Türk Ordusunun Baş Komutanı sıfatını taşıyan Cumhurbaşkanı , Başbakan’ın ve Savunma Bakanının katılmayacağı Kış tatbikatının yapılacağı ve yakın geçmişte anma törenleri yapılan bu elim savaşın kısa hikayesini bulacaksınız

1877-1878 deki 93 harbi Osmanlı Devletinin mağlubiyeti ile neticelenince Batum savaş tazminatı olarak Rusya'ya verilmişti. Sarıkamış, Kars, Ardahan ve Artvin de Berlin Antlaşması ile Rusya'ya terkedilmişti. 1914 yılında dönemin Başkomutan Vekili olan Enver Paşa, evvelce kaybedilen toprakları geri almak amacıyla 19 Aralık tarihinde Sarıkamış Harekatı planlarını kurmaylarına sundu.

Herkesin bildiği, Birinci Dünya Savaşı öncesinde, Türk bayrağı çekilip, Yavuz ve Midilli adı verilen iki Alman gemisi , Karadeniz’deki Rus limanlarını bombardıman etmişti . Rusya da buna karşılık olarak 30 Ekim 1914 tarihinde Türkiye’ye taarruz etti. Rus ordusu, Karadeniz’den Ağrı Dağındaki hudut üzerinden yedi kol hâlindeki saldırısıyla Pasinler’e kadar ilerledi.


Ruslar, 4 Kasım 1914’te Köprüköy önlerine gelmiş bulunuyorlardı. Karaköse Murat suyu cephesinde de aynı surette ilerlediler. 5 Kasım’da Ruslar Türk sınırına taarruz için emir aldılar.

Başkumandan vekili Enver Paşa 4 Kasım tarihli emrinde taarruzu emrediyordu. Bu emir verildiği sırada Doğu Anadolu’da kışın en şiddetli, sert günleri başlamıştı. Nitekim Rus ordusu da taarruz emri almasına rağmen harekete geçemiyordu.

Hasan İzzettin Paşa Üçüncü Ordu’nın fikri olarak, " buralarda ve bu mevsimde taarruzdan yapılamaz" diyordu. Amacı , düşman, ilerlese bile onu, Erzurum Kalesine çarptıktan sonra karşı bir taarruzla Rus birliklerini yok etmekti.
Buna rağmen Türk kuvvetleri Ruslarla Köprüköy savaşları yaptı.

1. Köprüköy Savaşı : 3. Ordumuz ve XI. Kolordu, süvari birlikleri ve kürt aşiret askerleri 6-9 Kasım Köprüköy muharebesiyle Ruslar’ın taarruzunu kırmış ama 18. Piyade Alayı ve 30. Piyade Alayının gerilemesi yüzünden alay kaybetmiştir.

2. Köprüköy Savaşı: 11-12 Kasım'da IX. Kolordu, Ahmet Fevzi Paşanın komutasında, ve XI. Kolordu solunda olmak üzere süvari birliğinin öncülüğünde ilerlemeye başlamıştır. 3. Piyade Alayı, Köprüköy'ü ele geçirmeyi başarmıştır. Azap muharebesini 14-18 Kasım’da kazandı.

Doğu Anadoluyu korumakla görevli, bugünkü gibi Üçüncü Ordu dur. Cephede malzeme ve iaşe çok noksandı. Mesela: Mevcut 6 yıllık iaşesi için 88.000 ton buğday, çavdar ve arpa ihtiyacı olmasına karşın, Ordu ambarında 1.250 ton hububat vardı. kışa girilmiş olduğu için erzakın gereği gibi taşınması, dağıtılması bir hayli güçtü. Bu güçlükte Rusların Karadeniz'deki donanma üstünlüğünün de payı vardı. Ruslar Zonguldak'ı bombalamak için 10 gemiyle denize açıldıklarında, doğuya erzak götürmekle görevli en büyük üç erzak gemisi Bahriahmer, Bezmialem ve Mithatpaşa gemilerine rast gelmiş ve onları da batırmışlardır. Bunun yanında 4.000 tonluk Derne gemisinin yine Ruslar tarafından batırılması da askerin erzaksız kalmasındaki bir diğer önemli etkendir.Üstünde doğru dürüst elbise yok. Ayağında çarık dahi yok. Kış şartlarına dayanacak malzeme yok. Nakil aracı yok. Yok oğlu yok.

Üçüncü Ordu Komutanı, mevsim şartlarını dikkate alıp, ayrıca askerin kaput başta olmak üzere, giyim ve iâşesinin yetersizliğini, top ve süvari atlarının azlığını hesaba katarak, sıcağı sıcağına düşmanı takip etmedi. Köprüköy Meydan Muharebesinin raporlarını alan, yarbaylıktan paşalığa terfi ettirilen Harbiye Nazırı Enver Paşa, Alman kurmay ve generalleriyle Erzurum’a geldi. Enver Paşa, Erzurum ve Köprüköy’de birer taburu teftiş etmişti; ancak ordu birliklerinin tamamı hakkında yeterli bilgiye sahip değildi. Üstelik, ordu kumandanı Hasan İzzet Paşanın, bu mevsimde harekât yapılamayacağı, taarruzun bahara bırakılması tavsiyesine karşılık, onu vazifesinden azletti ve taarruza karar verdi. Üçüncü Ordu Komutanlığı vazifesini de üzerine alan Enver Paşa, 18 Aralık 1914 tarihinde, kıtalara, taarruz emrini verdi.


Taarruza iştirak eden birliklerin büyük bir kısmı, özellikle Arabistan’dan geri çekilen ve Güneydoğu Anadolu’dan sevk edilenler, sıcak iklime alışık olup, teçhizatları yönünden kış şartlarına hazırlıksızdı. Aynı zamanda yorgun.
Üçüncü Ordunun 9, 10, 11. Kolorduları, 24 Aralık 1914 günü -40 derece soğukta Büyük Sarıkamış Çevirme ve Kuşatma Harekâtına başladı. Ayrıca, gerilla harbi yapan yarı resmi Türk çeteleri de, Ardahan’a hareket etti.

Üçüncü Ordudan bazı kıtalar, 24-25 Aralık gecesi, Sarıkamış’a ulaşmayı başardı. Ancak, Allahü Ekber Dağlarını aşarken çetin zorluklar ve kış şartları sebebiyle gerek miktar, gerekse mevcut silahları yönünden çok zayiat ve kayıp verdiler. Allahü Ekber Dağlarını aşabilen Mehmetçiklerden bir kol da, Sarıkamış’ın doğusundaki Selim İstasyonuna vararak demiryolunu tahrip edince, Sarıkamış’taki Rus kolorduları paniğe uğradı. Gayri resmî Türk çeteleri de, 1915 yılı başında Ardahan’a girdi. Rus Kafkas Ordusu Başkumandanı, Üçüncü Ordunun ilerleyişi üzerine; 2-3 Ocak 1915 günlerinde telsiz-telgraf ile müttefikleri Fransa ve İngiltere’ye, günde birkaç defa yalvarırcasına başvurarak:
Telefon konuşmalarını durduran soğuk ve kış, Türk ordusunu engelleyemiyor. İkinci bir cephe açarak, Türk ordularının ilerlemesi durdurulamaz ise, zengin Bakü petrolleri, Osmanlı-Alman ittifakının eline geçecek ve Hindistan yolu onlara açık bulunacaktır!” haberini gönderiyordu.

Ne yazık ki Enver Paşa, planına bir şey i katmamıştı, o da doğa koşullarıydı. Sarıkamış’ın soğuğu çok (–40 derece) sert olurdu. Allahuekber Dağları'nda ki tipi ve bora da hesapta yoktu.

Kış, 3-4 Ocak 1915 gecesi daha da şiddetlendi. Fırtına ile yağan kar, yolları tıkayıp, çadırları yıktı. Arkasından da dondurucu soğuklar bastırınca, 150 000 kişilik ordunun 60 ila 90 000 i donma, dizanteri ve tifo gibi hastalıklarla mahvoldu.. Bu harekâtta Ruslar, 32 000 kayıp verdiler. Rusların yalvararak yardım dilemelerine Enver paşa nın taktiği imdatlarına yetişmiş oldu!

Sarıkamış Harekâtı sonunda, Doğu Anadolu kapıları, Ruslara açıldı. 13 Mayıs 1915’te Ermenilerin işbirliği yaptığı Rus kuvvetleri, önce Van’a, bilâhare Muş ve Bitlis’e girdi. Ermenilerin harp esnasında Ruslara yaptıkları büyük hizmetin karşılığı olarak, bu illerin valilikleri, Ermenilere verildi.

Harpten sonra, Ermeni-Rus işbirliği sonunda, bölge halkına karşı müthiş bir soykırıma girişildi. Van Gölünün ortalarına kayıklarla taşınıp öldürülen, suya dökülen çocuk, kadın, genç ve ihtiyar Türklerin sayısı, kesin olarak tespit edilmemesine rağmen, çok fazladır. Esasen, bu harp sırasında Ermeni Komitacıları, hemen her tarafta isyana hazırlanarak, birçok yerde depolar dolusu silah ve cephane biriktirdiler. Bu silah, teçhizat ve destekle katliam yapıp, Doğu Anadolu’yu harabeye çevirdiler. Bu gece ABD Soykırımla ilgili vereceği kararda, Ermeniler lehine oy verecek olan parlementerler, acaba bu tarihi olaylardan haberdarmıdırlar? Yoksa sadece Türk düşmanlığından mı oy verecektir. Ne tür bir sonuç çıkarsa çıksın, Bizler Ermenilerin yaptığı katliamları unutmayacağız.

Genel kurmay Başkanlığının 1933 yılında yaptığı açıklamalara göre, Osmanlı ordusunun kaybı 109.274 dür. Ne yazık ki bu sayının çoğu, ağır soğuk, kar, fırtına koşulları nedeniyle olmuştur.

Savaştan sonra İstanbul'a dönen Enver Paşa uzun bir süre Sarıkamış Savaşı hakkında hiçbir haber, bildiri, veya yayın yapılmasını engellemiş ve Osmanlı halkı savaşta olup bitenleri uzun yıllardan sonra öğrenebilmiştir. Her şeye rağmen Sarıkamış’ta bu vatan için canlarını hiç düşünmeden feda eden Aziz şehitlerimiz önünde bir kez daha eğiliyoruz. Ruhları şad olsun…

28 Şubat 2010 Pazar

ATATÜRK

ATATÜRK SPORDA DA VAR

Burhan Bursalıoğlu

Atatürk'ün her konuda olduğu gibi, spor konusundaki görüşleri de çağdaş, günümüz şartlarıyla bağdaşan, kalıcı ve geçerli görüşlerdir. Atatürk, emanetinin yücelmesi ve gelişmiş batılı ülkeler düzeyine ulaşabilmesi için genç kuşağın bedenen, ruhen, zihnen, fikren, ahlâken ve ilmen iyi yetiştirilmesi gerektiğine inanmıştır. Bu nedenle Atatürk, gençliğin "beden eğitimi ve spor" faaliyetlerine spor ve sporcuya büyük önem vermiştir. Bu önem Atatürk'ün sporcu kişiliğinden de kaynaklanmaktadır.

Sağlık açısından vazgeçilmez bir unsur olan sporu kendisi de yapmaktaydı. En çok sevdiği spor ise güreşti. Güreşi her yönü ile teşvik ettiği gibi sık sık güreş müsabakalarını da izlemekteydi. Başarılı olan Milli güreşçileri tebrik edip ödüllendirdiği gibi, onların galibiyeti ile heyecanlanır, büyük sevinç duyardı. Özel bir sevgi duyduğu ağır sıklet dünya şampiyonumuz Çoban Mehmet'le bir müsabaka sonrası Florya'daki Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde şakalaşmış ve ona şöyle demişti:
- "Sen herkesi kolayca yeniyorsun Mehmet, seninle güreş tutsak, beni de yenebilir misin?
- Çoban Mehmet'in cevabı ise; "Sizi bütün dünya yenemedi Paşam, ben nasıl yenebilirim?..." şeklindeydi.
Büyük Atatürk, Çoban Mehmet'in bu cevabı karşısında duygulanmış ve kendisini alnından öpmüştü.

Atatürk'ün bizatihi, yaptığı üç spor vardı. Askerlik hayatında başladığı ve ömrünün son yıllarına kadar fırsat buldukça sürdürdüğü binicilik, İstanbul'da geçirdiği yaz tatillerinde devamlı olarak uğraştığı yüzme ve zaman zaman da kürek sporları... Yaz aylarında, Florya Köşkü'nde istirahatta bulunduğu günlerde sandala binerek kürek çekmeden çok hoşlandığı bilinen bir gerçektir. "Denize inmek medeniyetin şiarıdır" der.

1915 yılında, "Osmanlı Genç Dernekleri Genel Müfettişliği" ne atanmasından kısa süre sonra bir rapor hazırlayarak zamanın hükümetine sunar:

* Yeni neslin fikri ve bedeni eğitimi için genç dernekleri ve izcilik ele alınmalıdır.
* Gençler 12 yaşından itibaren esaslar dahilinde yetiştirilmelidir.
* Beden eğitimi okullarda programlı olmalıdır.
* Spor kulüplerinde sağlığın korunması, spor fizyolojisi ele alınmalıdır.
* Spor kulüp başkanları siyasetin dışında kalmalıdır.
* Beden eğitimi ders Saatleri arttırılmalıdır.


"Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı" 1922'de İstanbul'da kurulmuştu. bu ilk spor cemiyetinin ve federasyonlarının yöneticileri Atatürk'ün yarattığı ortamla seçimle belirlenmiş ve demokratik bir şekilde spor örgütlenmelerinin temelleri atılmıştı.
Atatürk o günlerde, " Türk sosyal yapısında spor hareketlerini düzenlemekte görevli olanlar, Türk çocuklarının spor hayatını yükseltmeyi düşünürken sadece gösteriş için herhangi bir yarışmada kazanmak amacıyla bir spor politikası oluşturamazlar. Esas olan, bütün, her yaştaki Türkler için beden terbiyesini sağlamaktır" diyerek, sporda hedefin halkın sağlığı ve toplum sporu olduğunu işaret ederek, günümüzde hâla erişilmek istenen ideal olan "Herkes İçin Spor" hedefini tespit etmiş ve görevlileri bu konuda uyarmıştır.

16 Ocak 1923 tarihli Bakanlar Kurulu toplantısında, "Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı” kamu yararına dernek olarak kabul edilmiş ve böylece ilk kez devlet spora ve sporcuya destek ve yardım elini uzatmıştır. Nitekim, Yeni Türk Devleti'nin bütün kaynak ve imkansızlıklarına rağmen, 1924 Paris Olimpiyatları'na katılma kararı da takdire şayan bir uygulama idi ve kararın altında Atatürk'ün imzası vardı.
Böylece genç Türkiye Cumhuriyeti 1924 Paris Olimpiyat Oyunları ile en büyük spor organizasyonunda ilk kez temsil edilmiş oldu. Türk sporcuları Atletizm, Bisiklet, eskrim, futbol, güreş ve halter dallarında dünyanın en seçkin sporcularıyla yarışmak ve dünya sporunu yakından görüp tanımak imkan ve fırsatını buldular.










1924 yılında yayınlanan köy yasası ile köylerde güreş, cirit ve atıcılık gibi köy oyunlarını özendirici hükümlere yer verilmiştir. 1930 yılında çıkarılan Belediye Yasası, belediyelere "çocuk bahçeleri, spor alanları, yerel ihtiyaçlara uygun stadyumlar yapmak ve işletmek" gibi yükümlülükler getirmiştir.












Milli mücadeleye başlamak, Misak-ı Milli'yi ilan etmek ve Kuvayı Milliye'yi kurmak amacıyla, Samsun'da Anadolu topraklarına Ayak bastığı 19 Mayıs 1919 gününü de TBMM'nin 20 Haziran 1938 tarihinde 3466 sayılı kararı ile "Gençlik ve Spor Bayramı" olarak kabul edilmesini sağlayarak, Türk gençliğine verdiği önemi ortaya koymuştur.

Büyük Atatürk'ün ölümünü takip eden günlerde o zamanlar yalnız Avrupa'nın değil dünyanın en güçlü günlük spor gazetesi olan ve Fransa'da yayınlanan "L'Auto" yayınladığı geniş bir makalede Atatürk'ün spora verdiği büyük önemi uzun uzun överken şu satırlara da yer verdi:











“Dünyada ilk defa beden eğitimini mecburi kılan devlet adamı o oldu. Yalnız Kağıt üzerinde ve nutuklarda değil bunu bilfiil yerine getirdi. Stadyumlar ve çeşitli spor merkezleri tesis ettirdi. Halkevlerinin spor kollarını bizzat denetledi ve milletin mukadderatına hakim olduğu günden itibaren Türkiye'de spor gittikçe artan bir önem ve değer kazandı..."

Atatürk gerçekten dünyada beden eğitimini ülkesinde mecburi kılan ilk devlet adamıydı. Hiç kuşkusuz onun "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" sözü de oluşturduğu genç Türkiye devletinin geleceği için düşündüğü ana esaslardan biriydi. Nitekim daha Cumhuriyetin ilanından önceki günlerde hazırlanan hükümet
programlarında da bunu bulmak ve görmek mümkündür.

Sporun vatanî bir amaç olduğu inancını, Çanakkale Savaşı sırasında yaşadığı bir olaydaki sözlerinden de çıkarabiliyoruz: Keşif görevine çıkan bir Türk askeri, yakaladığı İngiliz askerini gırtlağından tutup Mustafa Kemal Atatürk’ün karşısına getirir. Atatürk, İngiliz askerine,
----Memleketinden kalkıp buralara niçin geldiğini sorduğunda, “Spor için” cevabını alır. Mustafa Kemal Atatürk:
--- “Bizim neferi nasıl buldun?” diye sorar. Esir asker,
--“Spor bilmiyor” diye cevaplar. Bunun üzerine Atatürk,
---“Bana ‘spor nedir?’ diye sorarlarsa vereceğim cevap şudur:
--- Spor, vatan ve milletin yüksek menfaatlerine tecavüz edenleri gırtlağından yakalayıp memleket ve millet hadimlerinin huzuruna getirebilmek kabiyeti maddiyesi ve maneviyesidir” demiştir

18 Ağustos 1923 Tarihli Hükümet Programında Bu Konuda Şu Satırların Yeraldığı Dikkati Çeker.

Özetle, Milli Eğitimin bir görevi de milli ve başarılı sporcuların yetiştirilmesi için malzemenin temini, okulların yapılması ve öğretmenlerin yetiştirilmesi, gereğinde, başarılı sporcu gençlerin yurt dışındaki okullara gönderilmesi, halkın spora teşvik edilmesi, gece okulları açılması, kabiliyetli kişiler için çırak okulları açılması, maddi imkanları olmayanların güvence altına alınmalarıdır.

Nitekim hükümet programında bahsi geçen "Beden eğitimi öğretmeni yetiştirmek amacıyla” "Gazi Terbiye Enstitüsü" adı altında Ankara'da açılan okul hizmete girmişti.
Atatürk Türk sporunun ilk öğreticilerinin yetiştirilmesi konusunda da acele edilmesini istemiştir. Beden Eğitimi öğretmeni yetiştirecek okul tesis edilmeden önde Çapa Muallim Mektebi'nde bir kurs açılmış ve bunun başına da Avrupa'da beden eğitimi öğrenimi yapmış bulunan Selim Sırrı Bey (Tarcan) getirilmişti. Bu arada bayan beden eğitimi öğretmeni yetiştirmek üzere de İsveç'ten iki bayan öğretim üyesi getirtilmiş bunlar da Çapa Muallim Mektebi'ndeki özel kurslarda görev alarak kız öğrencileri yetiştirmişlerdi.

Hükümet programındaki maddeye dayanarak, Vildan Aşir ve Suad Hayri Beyler BedenEğitimi tahsili için Belçika’ya gönderilmişlerdir.
Atatürk'ün Emriyle Kurulan Spor Kulübü
Türk spor tarihinde Atatürk'ün emriyle “Muhafızgücü” adında bir de spor kulübü kurulmuştur. 18 Temmuz 1920 günü Atatürk'ün emriyle kurulan Muhafız Takımı ve bu birliğin başına getirilen Mülazım İsmail Hakkı Bey'in spora olan büyük merakı Atatürk'ün de bu konudaki olumlu görüşleriyle birleşince Muhafız Alayı adını alan birlik 1 Haziran 1923 günü kurulmuştur.
Muhafız gücü Atatürk zamanında spor alanlarındaki büyük başarılarıyla dikkati çekmeye başlamış, futbol, atletizm, binicilik, bisiklet, polo gibi spor dallarında büyük başarılar göstermiş pek çok şampiyonluklar kazanmıştır. Ayrıca bünyesinde birçok ünlü asker sporcu da yetiştirmiştir. Milli takımlarımıza kadar yükselen bu sporcular arasında Askerlik alanında da en yüksek rütbelere erişmiş bulunanlar mevcuttur. Atatürk döneminde Muhafız gücü takımlarının genç sporcuları arasında bugünün nice emekli generalleri mevcuttur.
Bunları neden yazıyorum? Defalarca yazdım, düşüncelerimi dile getirdim, bize öz yetenekler yetiştirmeyi önerdim, ithal sporcular ın bizi tatmin etmediğini, madalya da alsalar, övünç kaynağı olamadıklarını, Kendi gençlerimizin yeteneklerini keşvedemediğimizi, onlara faydalı olamadığımızı, yeteneklileri geliştiremediğimizi, onları koruyamadığımızı, gelecek hazırlıyamadığımızı, Atalarımızdan gelip, zaman zaman başarılı olduğumuz, "Türk gibi kuvvetli" dedirttiğimiz güreş gibi sporlarımızdan da uzaklaştığımızı, atletizmde başarılı olan atletlerimizi, kapris veya kötü yönetimlerimizle yok ettiğimizi, malzeme, imkan ve mekan eksikliğini yazdım durdum.
45 kuruşluk bütçesiyle, devlet kuran Sporcu Atatürk'ün o şartlarda dahi, olimpiyatlara yarışmacı göndermesi, Avrupaya spor adamı yetişsin diye öğrenci göndermesi, alanlar, salonlar, sahalar, okullar açması, öğretmen yetiştirmesini, bizatihi onları denetlemesi, bugünkü yöneticilere ders olsun diye yazıyorum.
Atatürk'ün özlemini çektiği madalyaların alınması için uğraş verilmesi için yazıyorum.
Yönetimiyle, gençliğiyle, kuruluşlarıyla, askeri- siviliyle, iktidarı -muhalefetiyle , erkeği ve kadınıyla destek verip, tüm milletçe , Atalarımıza yakışır her branşta sporcular yetiştirelim diye yazıyorum....

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...