29 Nisan 2010 Perşembe

GÜNCEL

İDAM  CEZASI

Burhan Bursalıoğlu

Bir toplumda, fertlerin uyması için bazı kurallar, yasalar konur. Bunu koyarken de, bir kişinin özgürlük sınırı diğerinin özgürlük sınırına kadar olduğu hesaba katılır. Bu düzenlemelerden sonra bir kişi diğerinin sınırını aşarsa, özgürlüğüne tecavüz sayılır. Bu da suçtur.


Toplumdaki fertlerin hepsi aynı karakterde, aynı ruhta, aynı düşüncede ve aynı davranışta değillerdir. Birinin hoşlandığına bir diğeri aşırı tepki gösterebilir. Birinin sevdiğini diğeri sevmeyebilir, hatta nefret edebilir ve hatta yaşamasıni dahi fazlalık olarak görebilir. Bunun gibi birçok ayrılıklar, farklılıklar vardır.

İşte bunları yasa tasnif eder, topluma zararlı olan, kaygılandıran, huzur bozan, bir diğerinin özgürlük sınırını aşanlar için cezalar oluşturur. Çünkü o davranışlar hukuken suç olarak yasada yer alır.

Bu cezaların en ağırı da idamdır. Biraz daha hafifi müebbettir.

Biliyorsunuz, AB nin koymuş olduğu bazı kriterler vardır. AB ye girmek isteyen devletlerin bu kriterlerin hepsine uyma zorundadırlar. Bunlardan biri de , yasalarında idam cezası olanlar , yasadan bu cezayı kaldırma mecburiyetine tutulmasıdır.

1984 yılında cezann uygulanması 5218 nolu yasayla durdurulmuştur. 26 Haziran 2003 tarihinde de Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin Mecliste kabulu va imzasından sonra , tamamen idam yasadan kaldırılmıştır. Böylece toplumda işlenen en kötü suçun cezası hafifletilerek müebbete çevrilmiştir.

1961 yilindan itibaren AB ye girmek isteyen Türkiye, yasalarda birçok değişiklikler yaptı, yapmaya da devam ediyor.

Şimdiye kadar neler değişti, neler değişecek, bunlara değinmeyeceğim. Toplum için bir karar alınacaksa, bunun getirisiyle götürüsü bir kefeye konup farklılıklar tespit edilir. Ona göre hareket edilir. Bizde bu yapılmadı. Direkt Avrupa’nın isteğine uyuldu.

1984 tarihinden sonra cinayetlerin çoğaldığı bir gerçek.” .”Nasıl olsa ucunda ölüm yok. Girerim, bir af çıkar çıkarım, Şunu öbür dünyaya göndereyim, Devlet , nasıl olsa içerde bana bakacak diyenler çok.

İdamın kaldırılması, bu insanlara tekrar suç işleme fırsatı vermiyor mu? Mağdur olan kişilerin ve yakınlarının intikam hırslarını körüklemiyor mu? Bu kişiye, içerde, bir başkasını daha öldürme fırtsatı vermiyor mu? Bu kişilere, içerdeki hafif suçlu insanlara karşı efelenme, baskı kurma fırsatı vermiyor mu? Devlete yük olmuyorlar mı? İdamın caydırıcılığına inanmıyorlar mı?

İdamın kaldırılışı yıllar oldu. Acaba, yetkili kurullar, cinayetlerin daha da çoğaldığını farkında değiller mi? Bunun için tedbir düşünmüyorlar mı?

Özellikle son aylarda işlenen seri cinayetler için neler yapılıyor? Faili yakalayıp içeri atmak adalet mi?

Son üç dört gündür İzmir’deki seri cinayetlerde, keyfi olarak, tanimadığı üç genç kızı öldürdü. 5 ve 6, yı da öldürecekken farkediliyor, Bodruma giderrek sevgilisini de öldürecekken yakalanıyor. Ne olacak şimdi? Müebbet verilecek, Af yasası çıkana kadar yatacak. Ölene veya çıkana kadar Devlet, onun gag dediğinde yemek, gug dediğinde suyunu verecek. Olan kime oluyopr? Suçsuz 3 genç kız ve onlarca ailesine.

Şunu, açıkca ve gönülden teklif ediyorum. Tüm basın, Resmi ve özel kurumlar, Sivil Toplum Örgütlerinin destekleriyle, yetkili kimlerse, “İdam cezasının tekrar yasaya konması” kampanyası başlatılmalıdır. İddiam şu ki, Bu Milletin artık tahammülü kalmadı. Hergün işlenen cinayetlerle, kurban giden masum insanların ölüm haberlerinden usandı. Faillerin, içerde de olsa keyf çatmasına esef ederek, “Bu mu adalet” diye isyan aşamasına geldi. Diyorum ki, Bu toplumun %95 i, belki de tamamı, bu kampanyaya “evet” diyecektir. Meclis te, sonuca göre gereğini yapmalıdır. Her şeyi ile taklidini yaptığımız, Dünya’nın en medeni ulusuna ve idaresine sahip ABD dahi çeşitli ölüm cezaları tatbik ediliyor. ABD bu yönünü neden almıyoruz?

Varsın AB ye girmeyelim. 50 yıl oldu almadılar. 50 yıl daha bekleme tahammülümüz olmayacak. Zaten AB de 10 yıla kalmaz dağılır.

28 Nisan 2010 Çarşamba

T E M İ Z L İ K

Sirkenin inanılmaz marifetleri...


Sirke başlı başına bir mucize.. Hem ilaç hem de mükemmel bir temizlik aracı. Peki sirke nerelerde ve nasıl kullanılır?

Sağlık bakımından bir ilaç, temizlik bakımından da çok faydalı olan sirke ve özellikle elma sirkesinin evinizde nerelerde kullanabileceğinizi biliyor musunuz?

Bilgisayar ve çevre birimleri temizler: Bilgisayarınız, yazıcınız, faks makineniz ve diğer ev ofis araçlarını tozdan uzak tutarsanız daha iyi çalışacaktır. Temizliğe başlamadan önce tüm ekipmanların kapalı olduğundan emin olun. Bir kaba eşit miktarlarda su ve sirke koyun. Temiz bir bezi bu karışımın içinde nemlendirin, asla sprey şişesi kullanmayın. Silmeye başlayın. Klavyenizin tuşları gibi dar yerleri silmek için ise elinizde birkaç pamuk tomarı bulundurun.

Bilgisayarınızın faresini temizler: Eski model toplu farenizi temizlemek için yarı yarıya sirke-su karışımı kullanın. Öncelikle, topu farenin altından çıkarın. Karışıma batırarak nemlendirdiğiniz bezi sıktıktan sonra topu temizleyin ve fare üzerindeki parmak izlerini ve kirleri çıkarmak için farenin kendisini de silin. Topun yuvasını temizlemek için bir parça nemlendirilmiş pamuk kullanın, topu yerine takmadan önce birkaç saat kurumasını bekleyin.

Duman kokusunu giderir: Eğer eti pişirirken yaktıysanız ya da evinizde ard arda sigara içiliyorsa, kokunun en yoğun olduğu dörtte üçünü sirke ya da elma sirkesiyle doldurduğunu bir kase koyarak duman kokusunu giderebilirsiniz. Koku evinizin tümüne dağıldıysa farklı odalarda birkaç kase kullanabilirsiniz. Koku bir günden daha kısa sürede çıkacaktır.

Küf lekesini yok eder: Küf lekelerini çıkarmak için sirkeye başvurun. Sirkeyi ilave havalandırma olmaksızın güvenle kullanabilir ve her yüzeye uygulayabilirsiniz. Sirkeyi banyonun demirbaş eşyalarında, fayanslarda, mobilyalarda, boyalı yüzeylerde, plastik perdelerde ve buna benzer birçok yüzeyde kullanabilirsiniz. Hafif lekeler için, sirkeyi eşit miktarda suyla seyreltin.

Krom ve paslanmaz çeliği temizler: Evinizdeki krom ve paslanmaz çeliği temizlemek için, sprey şişesine koyduğunuz seyreltilmiş sirkeyle ve yumuşak bir bezle parlatabilirsiniz.

Gümüşlerinizi parlatır: Gümüş bilezik, yüzük ve diğer takılarınızın yanında evdeki gümüş eşyalarınızın yeni gibi parlaması için yarım bardak sirke ve 2 yemek kaşığı karbonat karıştırdığınız suyun içinde 2-3 saat bekletin. Sonra soğuk suyun altında durulayın ve yumuşak bir bezle kurutun.

Tükenmez kalem lekelerini siler: Tükenmez kalem lekesi olan yere kumaş ya da sünger kullanarak biraz sirke bastırın. Leke çıkana kadar bu işlemi tekrarlayın.

Yapıştırıcıları, fiyat etiketlerini çıkarır: Çocuğunuzun mobilyanıza ya da duvarınıza yapıştırdığı etiketileri çıkarmak için, kenarlarına ve köşelerine biraz sirkeyi emdirin ve dikkatlice kredi kartı ya da plastik telefon kartıyla kazıyın. Cam, plastik gibi yüzeylerdeki fiyat etiketlerini çıkarmak için üzerine biraz daha fazla sirke dökün, birkaç dakika bekleyin ve temiz bir kumaşla çıkarın.

Makasınızı parlatır: Makasınız kirlendiğinde ve yapışkan olduğunda yıkamak için su kullanmayın. Bunun yerine makasınızın keskin kısmını sirkeye batırılmış bir bezle temizleyin ve sonra kurutun.

Kokan tuvaletinizi tazeler: Öncelikle banyonuzdaki eşyaları dışarı çıkarın, sonra duvarları, tavanı ve zemini, 4 litre suya karıştıracağınız 1 fincan sirke ve 1 fincan amonyak ve ¼ fincan karbonat ile yıkayın. Tuvaletin kapısını açık bırakın ve eşyalarınızı içeriye yerleştirmeden önce içerinin kurumasına izin verin.

Halılarınızı eski haline getirir: Eğer halılarınız eskimiş ve kirli görünüyorsa, eskisi gibi parlak ve canlı görünmeleri için 4 litre suyun için 1 fincan sirke kattığınız suya çalı süpürgeyi daldırın ve bununla halınızı süpürün. Halınızın ucundaki rengi atmış iplikler de ışıldayacak ve bu solüsyonu durulamanıza gerek yok.

Halıdaki lekeleri çıkarır : Hafif lekeler için yarım fincan sirke içinde 2 çorba kaşığı tuzu eritin, bu suyla lekeli yeri ovalayın, kurumasını bekleyip, elektrik süpürgesiyle süpürün.

Daha büyük ve koyu lekeler için, karışıma 2 çorba kaşığı boraks ekleyin ve aynı şekilde temizleyin.

Daha inatçı ve halının içine işlemiş kir ve lekeler için, 1 yemek kaşığı sirke ile bir yemek kaşığı mısır nişastasından macun yapın ve kuru biz bez kullanarak lekenin içine iyice ovalayarak yedirin ve 2 gün bu şekilde bekleyin, sonra süpürün.

Leke çıkarıcı sprey hazırlamak için , şişeyi 5 ölçü su ve 1 ölçü sirkeyle doldurun. İkinci bir şişeyi de 1 ölçü köpüksüz amonyak ve 5 ölçü suyla doldurun. Lekeye bu karışımı yedirin. Birkaç dakika bekleyin sonra temiz, kuru bir bezle kurutun. Leke çıkana kadar bunu tekrar edin.

Mum lekesini yok eder: Romantik bir gecenin ışıltısı olan mumlar, ahşap mobilyalarınızda genellikle leke bırakır. Bu lekeyi çıkarırken, lekeyi yumuşatmak için fön makinesini en sıcak ayarına getirin ve kağıt havluyla kurutabildiğiniz kadar kurutun. Sonra, eşit miktardaki su-sirke karışımına batırılmış kumaş ile ovalayın. Yumuşak ve emici bir bezle kurulayın.

Mobilyalardaki su lekesini çıkarır: Ahşap mobilyalar üzerine bırakılan ıslak bardakların bıraktığı beyaz halkaları çıkarmak için eşit oranda sirke, zeytinyağını karıştırın ve bu karışımı yumuşak bir bezle lekeye uygulayın. Parlatmak için ise başka temiz ve yumuşak bez kullanın.

Buzdolabınızı temizler: Kapının sızdırmaz contası ve sebze-meyve gözleri de dahil buzdolabınızın içini ve dışını temizlemek için eşit miktarlarda su ve sirkeyi karıştırın. Küf oluşumunu önlemek için, iç kapıları ve içteki gözleri bez üzerine sirke dökerek silin. Ayrıca, buzdolabınızın üzerinde birikmiş toz ve kirleri silmek için seyreltilmiş sirke kullanabilirsiniz.

Mikrodalga fırınınızı buharla temizler: İçi ¼ fincan sirke ve 1 fincan suyla dolu cam kaseyi fırının içine yerleştirin ve en yüksek ısıda 5 dakika bekleyin. Kase soğuduğunda, bir kumaş ya da süngeri bu sıvıya batırın ve iç yüzeydeki lekeleri temizleyin.

Kesme tahtasını mikroplardan temizler: Her kullanımdan sonra, tahtaları doğrudan sirkeyle silip temizleyebilirsiniz. Sirkenin içindeki asetik asit, E.coli, Salmonella, and Staphylococcus gibi zararlı mikroplara karşı iyi bir dezenfektandır. Asla su ve bulaşık deterjanı kullanmayın. Çünkü, bu tahtanın liflerini zayıflatır.

Bulaşık makinenizi yıkayabilirsiniz: Bulaşık makinenizin performansını yüksek düzeyde tutmak ve sabun tabakası oluşumunu yok etmek için, ünitenin altına seyreltilmiş 1 fincan sirke dökün ya da üstteki rafa bir kasenin içine sirke koyun. Sonra bulaşık makinenizi bulaşık ya da detarjan koymadan tam devir çalıştırın. Özellikle suyunuz sertse, bunu ayda bir tekrarlayın. Ancak, bu işlemi uygulamadan önce bulaşık makinenizin kullanım klavuzuna bir göz atın.

Porselen, kristal ve cam eşyalarınızı temizler: Cam eşyalarınızı parlatmak için durulama suyuna sirke ekleyebilirsiniz. Cam eşyalarınızı her gün parlaması için, bulaşık makinenizin durulama devrine ¼ fincan sirke ekleyin.

Kristal eşyalarınızı parlatmak için bulaşık makinenizi durulama suyuna 2 yemek kaşığı sirke ekleyin. Sonra, bunları 3 ölçü su ve 1 ölçü sirke ile hazırladığınız su ile durulayın ve açık havada kurutun.

Fincanlardan çay, kahve lekelerini çıkarır: Bunun için, eşit miktarda sirke ve tuzla ovalamayı deneyin, sonra bunları ılık suyun altında durulayın.

Su ısıtıcınızı (kettle) temizlemek için: Makinenizde biriken kireç ve mineral kalıntılarını temizlemek için, 3 fincan sirkeyi 5 dakika süreyle iyice kaynatın ve sirkeyi gece boyunca içinde bırakın. Ertesi gün soğuk suyla durulayın.

Kızartma sonrası temizlik yapar: Kızartma işini bitirdiğinizde ocağın üstüne, duvarlara sıçrayan yağ damlacıklarını temizlemek için, bunları seyreltilmiş sirkeye batırılmış sünger ile silebilirsiniz. Durulamak için soğuk suyla ıslatılmış başka bir sünger kullanın, sonra da yumuşak bir bezle kurutun.

Kızartma tavanızı korur: Kızartma tavanızda 10 dakika boyunca 2 fincan sirke kaynatmak, birkaç ay boyunca yiyeceklerinizin yapışmasını önler.

Mutfağınızın havasını temizler: Mutfağınıza dün pişirdiğiniz yemeğin kokusu sindiyse, 1 fincan suya yarım fincan sirke karıştırın. Ve karışım buharlaşana kadar kaynatın.

Yumurtanızı daha iyi haşlamanıza yardım eder: Yumurta haşladığınız suya litre başına 2 yemek kaşığı sirke ekleyerek, yumurtanızın çatlamasını önleyebilir ve kabuğunun daha kolay soyulmasını sağlayabilirsiniz.

Sebze ve meyvelerinizi temizler: Meyve ve sebzelerinizi yemeden önce, gizli kirleri, tarım ilaçlarını ve hatta küçük böcekleri yok etmek için, 4 litre soğuk suyun içine 4 yemek kaşığı elma sirkesi koyun, sebze ve meyvelerinizi bunun içinde durulayın.

Elinizdeki kokuları çıkarır: Yemek hazırladıktan sonra ellerinize sinen soğan, sarımsak ve balık kokusunu çıkarmak çok zordur. Sebzelerinizi dilimlemeden ya da balıkları temizlemeden önce biraz saf sirkeyle ellerinizi ovalamanız işe yarayacaktır.

Boğaz ağrısını hafifletir: 3 şekilde boğaz ağrısına iyi gelir ;

Nefesinizi tazeler: Soğanlı ya da sarımsaklı bir yemekten sonra nefesinizin kısa sürede güzel kokmasının ve tazelenmesinin yolu, bir bardak ılık suyun içine 2 yemek kaşığı elma sirkesi ve 1 çay kaşığı tuzu eritip bununla ağzınızı durulamaktır.

Boğazınız öksürükten dolayı tahriş olduysa ya da konuşmaktan ve şarkı söylemekten dolayı ağrıyorsa, bir bardak ılık suda 1 yemek kaşığı elma sirkesiyle 1 çay kaşığı tuzu eritin ve bununla günde birkaç kez gargara yapın.

Boğazınız grip ya da soğuk algınlığından dolayı ağrıyorsa, bir ¼ elma sirkesi ile ¼ balı karıştırın ve 4 saatte bir, 1 yemek kaşığı yutun.

Öksürük ve boğaz ağrısını hafifletmek için, yarım fincan sirke, yarım fincan su, 4 çay kaşığı bal ile 1 çay kaşığı acı sosu karıştırın. Günde 4-5 kez, 1 yemek kaşığı için. Birini özellikle yatmadan önce için. 1 yaşın altındaki bebeklerinize bal vermemeniz gerektiğini unutmayın.

26 Nisan 2010 Pazartesi

G E Z İ

23 NİSAN’DAN FAYDALANDIM


Burhan Bursalıoğlu

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’ni geride bıraktık.

Devlet ve özel okullar kimisi okullarda, kimisi de çeşitli açık ve kapalı yerlerde törenler,  gösteriler düzenledi.
 Çocuklar günlerdir bayram ve gösterileri için heyecanlı hazırlık içindeydiler. Tabii biz de bu arada aynı hevecanı duyuyorduk.

.Şevval’in okulu Ata Koleji, Profilo alış veriş merkezindeki İstanbul Tiyatro salonunda hazırladığı gösteriyi sunmayı planlamıştı. Şevval de, çeşitli yörelerden derlenen folklor gösterisinde görev almıştı.

 23 Nisan sabahı erken kalktık. Ufak bir kahvaltı, itinalı hazırlık ve yola düştük. Salon hınca hınc doluydu. Herkes çocuklarını seyre gelmişti, Saat tam 11 de gösteri perdesi açıldı. Biri erkek iki öğrenci programı taktim için görevli olarak , bitene kadar sahnede idiler.

Saygı ve İstiklal marşından sonra, koro çeşitli şarkılar sundular. Daha sonra Türkçe ve İngilizce olarak 23 Nisan’ ın anlamını iki öğrenci anlattılar.

 Trakya yöresinden halk oyunları; İngilizce olarak, yabancı basında Atatürk; dersimiz 23 Nisan draması; horon,; Fransızca olarak Atatürk'ten vecizeler; Michael Jackson’un dansından bir grup öğrencinin gösterileri; 23 Nisan Çiçekleri dramasıİ İngilizce şiirler; kalabalık öğrenci grubundan karete gösterisi; bale ve şiirden sonra, son gösteri folklordu.

 20 kişilik ekibin iyi hazırlanmış olduğu, oyunlarının seyirciye zevk verdiği, son finalde Şevvalin bir erkekle kişisel gösterileri, haklı olarak bol bol alkış aldılar.
 Program bittikten sonra eve döndük.
Havan ın güzel olması, biryerlere gitme, gezme isteğimizi kabartıyordu. Şevval ve annesi yorgun olduklarını söyleyince, eşimle birlikte, bir ziyarete yapmaya karar verdik.
 Bayan öğretmen arkadşlarımdan Gönül , Üsküdar, Bağlarbaşında, bir ay önce restorant, daha doğrusu kebap salonu açmıştı. Oraya şans dilemeye gitmek için, Yeniköy’den dolmuş motoruna bindik.
Hava güzel olduğu için denizde çırpıntı dahi yoktu. Sadece, boğazdan geçen şilep ve gemilerin oluşturduğu dalgalar motora çarparak patlıyordu. 20 dakika sonra Beykoz’a çıktık. Beykozda, 15 F otobüsüne binerek, yoğun trafik kuyruğuna girdik.

 Boğazın, Anadolu yakasında, sıra ile, Paşabahçe, burunbahçe, Çubuklu, Kanlıca, Körfez, Dolaybağ, Anadolu Hisarı, Spor Akedemisi, Küçük Su, Kandilli, Vanıköy, Subay evleri, Kuleli, Çengelköy, Havuzbaşı, Yalıyolu, Beylerbeyi ve Çayırbaşı bölgelerinden geçerek Altunizade’ye geldik. Bir durak sonra Bağlarbaşında indik.

 Allame sokağından aşağıya doğru yürüyerek, 32/ B yi bulduk.
Haberli olan Gönül Hanım bizi kapıda karşıladı. Tabela dikkatimi çekti. “Gönül Çelen”.
 Çok şirin, güzel, tertemiz. Yemek   masaları,   lekesiz, pırıl pırıl örtüler ve  masa üstü malzemelerle döşenmiş.  İki katlı , bahçeli bir yer. Fırın ve mutfak bölümlerini dolaştık.
 Ev yemekleri, döner, kebap pide ve lahmacun çeşitleri yapılıyor. Siparişimizi verdik.
 Gönül, kendini işe alıştırmaya çalışıyor. Bilmediği ama çok istediği bir iş. Gönül tam olarak mutlu değil. Kaygılı. İşe gözü kara olarak girmiş ama “acaba, yanlış mı yaptım” sorusunu da kendine sormuyor değil. İlerisi için ümitli.
 Babası yardımcı oluyor. Ustası var, bir taraftan da motorlu eleman görüşmeleri yapıyor. Paket servis işine girmek için. Yaz içinde birkaç günlük tatil de düşünüyor. Bodrum’a davet ettik. Hatta Gap’ı da düşünüyor. Kendisine “ Bu dükkan senin Gap’ın. Gapı daha sonra düşün.” Dedim. Gülüştük.

 Siparişlerimiz geldi. Tıkabasa yiyip, çayımızı içtik. Vakit te geç olmuştu. Vedalaştık. Üsküdar’a doğru yürüyerek , yediklerimizin hazmedilmesine karar verdik.
 İskele uzaktı, yokuş aşağı olduğu için inmeye başladık. Sağda solda alış veriş mağazaları, insan kalabalığı, yolun sağında ve solunda park etmiş arabalar. 40 dakikada Üsküdar’a indik.
 Üsküdar’dan, Beşiktaş dolmuş motorlarına binerek Beşiktaşa çıktık. İskele yanındaki otobüs terminalinde 15 dakika bekleyerek 40/B Beşiktaş- Sarıyer otobüsüne bindik. Vaktin geç olması nedeniyle trafik akışı normaldi. 20.15 de Yeniköy’e indik.

Eve gelerek, bu günün değerlendirmesini yaptım.
 Geçmiş yılların ve çalıştığım yılların 23 Nisan’larını düşündüm. Genel olarak hava yağışlı, soğuk, rüzgarlı geçerdi. Çoğu Bayramları, ya başka güne erteler veya okul içinde yapardık. Çocuklar üşür, veliler hırka , kazak, bir çeşit örtülerle çocukları soğuktan korurlardı. Kimse de bayramdan bir şey anlamazdı. O günün heyecanı ertelenen güne devredilirdi.
 Bu yıl hava çok güzel ve herkesin yüzünde mutluluk ifadesi vardı. Biz de mutluyduk
Şevval’in başarısı, birbirinden uzak noktalara giderek, küçük devri-alem yapmış olmamız mutluluğumuza yetiyordu. Yeniköy-Mecidiyeköy, Mecidiyeköy- Yeniköy, Yeniköy- Beykoz, Beykoz- Bağlarbaşı, Bağlarbaşı-Üsküdar, Üsküdar- Beşiktaş, Beşiktaş- Yeniköy. Şimdi diyorsunuz ki “Bukadar yol katedildi mi? “ Edildi. Sadece, (Yeniköy-Mecidiyeköy ve Mecidiyeköy- Yeniköy) güzergahı hariç , toplu taşıma araçlarıyla.
 Sizlerin de güzel geziler yapmanız dileğiyle, nice 23 Nisan’lar diliyorum.

NOT- Resimler, Ata Kolejinin gösterisinde ve GÖNÜL ÇELEN de çektiklerimdir. Şevval'in gösterisini  videoya aldığım için resim olarak bulunmuyor.

23 Nisan 2010 Cuma

23 Nisan 2010 Ulusal Egemenlik ve çocuk Bayramı'nın, tüm Ulusumuza hayırlı ve uğurlu olmasını, TBMMeclisimizin, 90 yıl önceki Meclisimiz gibi, kararlı, azimli, adil, Ulus çıkarlarını, ve "Egemenlik Kayıtsız Şartsız Ulusundur" düsturlarının, ilke olarak unutulmamasını dilerim.

22 Nisan 2010 Perşembe

TARİHİMİZDEN

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ


Burhan Bursalıoğlu


1919 un 19 Matıs’ında, Kurtuluş Savaşiını başlatan Mustafa Kemal Atatürk Ankara’ya gelir. Savaşın kazanılması için, bir meclisin ve bir hükümete ihtiyaç olduığuna inanarak, gereken girişimlere başlar. Son Osmanlı Mebuslar Meclisi'nin kapatılması ve İstanbul'un işgali üzerine, Türk Milletine yayınladığı beyannamede:

“ Yedi yüz senelik Osmanlı Devleti'nin hayat ve hakimiyetinin sona erdiğini, Türk Milletinin medeni kabiliyetini, hayat ve istiklal hakkını ve bütün istikbalini korumaya çağırıldığını” bildiriyordu.

Artık memleketi yönetecek bir makam kalmamıştı.Bunun için de Ankara'da milletin seçeceği temsilcilerinden oluşan, tam yetkiye sahip bir meclis gerekiyordu. Mustafa Kemal tüm birimlere, meclisi oluşturacak olan halk temsilcilerinin seçilerek Ankara’ya gönderilmesini, bir genelgeyle bildirildi. Ayrıca Osmanlı Mebusan Meclisinde iken dağıtılan vekillerin de aynı haklarla,kurulacak mecliste yer alacaklarını, tüm haklara sahip olduklarını bildirdi.

Mustafa Kemal Meclisin açılışı için hazırlıklarla meşgulken bir taraftan da İstanbul Hükümeti ve Anadolu'daki İtilaf Devletleri kuvvetleriyle mücadele ediyordu. Önce, elindeki kuvvetleri toplayarak, elle tutulur birlikler oluşturdu. Afyon ve Eskişehir’de bulunan İngiliz birliklerinin buraları terk etmesine mecbur bıraktı.

Türkiye Büyük Mille Meclisinin açılması , binanın hazırlanması için tüm Ankara halkı imece usulu , el birliği ile çalıştılar. Açık olan çatının kapatılması için, Ulucanlarda ilk okul için getirtilen Marsilye kiremitleri, vatandaşın kucağında meclis binasına getirtirildi. Bunlar yetmedi, halk kendi evlerinin çatılarından söktükleri kiremitlerle binanın çatısı kapatıldı. Okulların sınıflarında bulunan sıralar getirilerek toplantı salonuna kondu. Marangozlar ellerinde tahta, çivi, keser be testereyle gelerek kürsü yaptılar.

Milletin bağrından çıkan milletvekilleri, akıllı, kültürlü, vatan ve yurt sevgisdiyle dolu bağımsızlığına tutkuyla bağlı insanlardan oluşmaktaydı.

Kimisi işgal altındaki İstanbul'dan, kimisi sürgüne gönderildikleri Malta'dan, kimisi düşman güçlerinin kontrolündeki vatan topraklarından zorlu yolculuklar sonunda Ankara’ya ulaştılar.

23 Nisan 1920 Cuma günü, başlarında Mustafa Kemal olmak üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri Hacı Bayram Camiinde öğle namazı kıldıktan sonra, hep birlikte merasimle Meclis binasına gelinmiş, orada Vatan ve Milletin selameti ve bağımsızlığı için dua edilmişti. Meclisin en yaşlı üyesi olan Sinop Mebusu Şerif Bey Meclis Başkanlığına getirilmiş, böylece Türkiye Büyük Millet Meclisi açılarak vazifesine başlamıştı.

Mecliste ilk sözü alan , Ankara Mebusu Mustafa Kemal Mondros Ateşkesinden o güne kadarki , Türk Milletinin geçirdiği mücadele safhalarını anlatarak demiştir ki:

"Hayat demek mücadele, müsademe demektir. Hayatta muvaffakiyet, mutlaka mücadelede muvaffakiyetle mümkündür. Bu da manen ve maddeten kuvvete, kudrete istinat eden bir keyfiyettir."

Aynı gün Meclise verdiği önergede:

1-Hükümet kurmak zorunludur.

2-Geçici kaydıyla bir hükümet başkanlığı tanımak doğru değildir.

3-Milli iradenin temsilcisi Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir.

4-Memlekette Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin üstünde hiç bir kuvvet yoktur.

5-Kanun yapmak, kanunları yürütmek Büyük Millet Meclisi'nin hakkıdır.

6-Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ayrılan bir heyet hükümet işlerini görecek, Meclis Başkanı bu heyetin de başkanı olacaktır.

Meclis bu önergeyi aynen kabul etti. Böylece Türkiye Büyük Millet Meclisi bir "Kurucu Meclis" karakterini almış ve yeni bir rejimin temelleri atılmıştı. Osmanlı Mebuslar Meclisi'nden gelen milletvekillerinden birçoğu meclisin adının TBMM. Değil, Osmanlı Mebuslar Meclisinin bir devamı olmasını istiyorlardı. Reddedildi.

Başkan seçimi de mecliste tartışma konusu oldu. Bir heyet Mustafa Kemal'e ordunun başına dönmesini, başkan seçilmemesini önerdi. Bu öneri Mustafa Kemal tarafından kabul edilmedi. Meclis , muhalefete rağmen çoğunlukla Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Mustafa Kemal'I seçti (24 Nisan 1920). Mustafa Kemal'in Başkanlığında ilk Bakanlar Kurulu kuruldu (3 Mayıs 1920). Bu hükümete; Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti denildi.

Milletimizin tarih yolculuğundaki en zor imtihanını geçiren Meclis, kurtuluşa kadar kesintisiz toplanma kararı alarak kimi zaman gaz lambası, kimi zaman mum ışığı altında sabahlara kadar çalışmıştır.

Tüm olumsuz şartlara ve imkansızlıklara rağmen zaferin kazanılacağına olan inanç nedeniyle, zafere ulaşmanın yolu tüm yetkilerin tek elde bulunmasına inanan Mustafa Kemal, meclise verdiği önerge ile, “zafere kadar, Meclisin tüm yetkilerini geçici süre için kendisine verilmesini istedi. Her ne kadar, karşiı çıkanlar olduysa da, oy çokluğu ile yetkiler verildi.

TBMM. görev süresi içerisinde 338 kanun ve 389 karar çıkarmıştır.



Meclis, kapalı oturumlarda çok hararetli tartışmalara sahne olmuştur. Ama, açık oturumlarda birlik ve beraberliğin örneklerini vermiştir. Ulu Atatürk, üstün dehasıyla Meclis'teki çeşitli düşüncede olan millet vekillerini bağımsızlık ve vatanın kurtarılması söz konusu olunca bir araya getirmeyi başarmıştır. Aksi taktirde ne çalışma olur, ne de Vatan kurtulurdu.

Bugün bizler bu Vatan topraklarında yaşıyorsak bunu, Meclis'te hayat bulan milli iradeye ve milli mücadeleyi yürüten kahramanlara borçluyuz.

Meclisimizin hayat bulduğu 23 Nisan, cesaret ve kahramanlıklarla dolu Milli Mücadele'nin Önderi Mustafa Kemal Atatürk tarafından geleceğimizin teminatı çocuklarımıza bayram olarak armağan edilmiştir.

23 Nisan’ların çocuk bayramı olarak armağan edilmesinin bir de hikayesi vardır.

23 Nisan 1920 den sonra, Merclis o günün Ulusal Egemenlik Bayramı olarak kutlanmasına karar verir. Karardan bir yıl sonra, 23 Nisan günü yaklaşırken, bütün Anklara Egemenlik Bayramını en güzel şekilde kutlamak için yoğun bir hazırlığa girer. Koşuşturmaların başında da, yeni kurulan Öğretmen Okulu mezunları Derneği gelmektedir. Öğretmenler, kutlamaların coşku içinde geçmesi için, kız- erkek ayırımı yapmadan tüm öğrencilerin bir tören alanında toplanması gerektiğini düşünmektedirler. Bunun için o günkü Zıraat Okulunun yanındaki meydanı çam dallarıyla süsleyerek, tüm erkek ve kız okullarına çağrı gönderip, kutlamaya katılmalarını isterler. Zamanın Ankara Valisi ve Milli Eğitişm Müdürü, öğretmenlerin bu kutlama çağrısından hiç hoşlanmaz. Okulları dolaşıp, kızlı erkekli bir kutlamanın yapılmayacağını, bu tür kutlamaya kimsenin katılmayacağını, katılan öğretmenler hakkında tahkikat açtıracağını, hatta işten çıkartılacaklarını söylerler. Karşılaştıkları bu durum, öğretmen okulu mezun öğretmenleri çok üzer. Kendi aralarında toplanıp, ne yapabileceklerini düşünürler. Sonunda bu durumu Mustafa Kemal’e duyurmaya karar verirler. Kutlamalara çok az bir zaman kaldığı için, Mustafa Kemal’e hep yakın olmuş Yunus Nadi’den yardım isterler. Aracılık yapmayı kabul eden Yunus Nadı, hemen Mustafa Kemal’e gidip, yaşananları tek tek anlatır. Y.Nadi’yi dinleyen M.Kemal kısa bir suskunluktan sonra, “Öğretmenler haklı” der ve ekler: “ Bu bayram, bütün çocuklar tarafından kutlanmalı.. Söyleyin, kutlamalara ben de katılacağım “ Vali ve Milli Eğitim Müdürü Mustafa Kemal’in tavrını öğrenince, bütün okulların kutlamalara katılmalarının serbest olduğunu duyurmak zorunda kalırlar. 1921 yılının 23 Nisan günü, Zıraat okulunun önündeki meydan, kız, erkek bütün öğrenciler tarafından doldurulur Sevinç çığlıkları göklere yükselmektedir. Konuşmalar yapılır, şiirler okunur. Kutlamalar coşkuyla devam ederken, M.Kemal de alana gelir. Herkesi selamladıktan sonra, okunan şiirleri dinler. Sonunda kürsüye çıkıp, kısa bir konuşma yapar. “…. Bu bayramın adı Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olsun” diyerek bitirir.

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı 1935 de çıkarılan “Ulusal Bayramlar “ yasasıyla resmiyet kazanmıştır.

23 Nisan, bugün her ülkeden çocukların sevgi ve dostluk duygularıyla kaynaştığı evrensel bir bayram haline gelmiştir.

Çocuklarımız, ülkemizin gelişmesi ve demokrasimizin güçlenmesi için birlik ve beraberlik içerisinde çalışarak kendilerine bırakılan bu muazzam mirasa layık olacaklar.

Çocuklarımızın ve Milletimizin 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı en içten dileklerimle kutluyorum.

Başta Meclisimizin ilk Başkanı, Milli Mücadelemizin Önderi Aziz Atatürk olmak üzere kahraman milletvekillerimizi şükran ve minnetle anıyorum.






20 Nisan 2010 Salı

G E Z İ

TURİZM MERKEZİ KİLYOS


Burhan Bursalıoğlu
18 Nisan Pazar günü, İstanbul’da, hava sıcaklığı biraz düşük ama, güneşin aydınlık ve ısıtma enerjisini boşa çıkarmayalım, gezelim diyeyerek, arkadaşım Ahmet Karslı ve eşini Göztepeden, Yeniköy’deki evimize çağırdık. Torunum Şevval’i de yanımıza alarak eşim de dahil 5 kişilik bir grupla, güzel ve açık günü değerlendirmek, karar verdiğimiz Kilyos’ a doğru yola çıkıp, uyanan tabiatın, yeşeren çevrenin saçtığı kokusunu içimize çekmek için, yola çıktık.

Bahçeköy ve Belgrat ormanlarının içinden, baharın kokusunu soluyarak Zekeriya köyü sapağından köy içine girdik. Burası köy değil, bir kasaba havasında. Her taraf villa tipi sitelerle dolmuş. Etraf tertemiz, yollar asfalt, bahçeler çiçek ve çimlerle bezenmiş. Bu güzellikler arasından geçerek Kilyos’a ulaştık.

15 senedir Kilyos’a gitmiyordum. Merkezde fazla bir değişiklik görmedim. Ama etrafta, birbirinden güzel , 2-3 katlı yalı tipi siteler oluşturulmuş. Çoğunun da boş olduğu görülüyordu. Hepsi kışlık olarak yapılmış, ama görüntüye göre yazlık olarak kullanılıyorlar.

Arabamızı park ederek, şöyle bir etrafı görelim dedik. Sahilde, müfettişmişiz gibi etrafı tetkike başladık. Sahil çok bakımsızdı. Taşlar, çöpler toplanmamıştı. Sahile yakın , insanların yüzme yapacağı yerde batan bir geminin iskeletinin görüntüsü çok çirkindi. Kilyos gibi, özellikle İstanbul’un temiz deniz plajının kumsalı geniş ve müşteriye rahat, tehlikesiz şekilde hizmet vermesi gerekirken, kumsaldan çalınarak 1.5 metre yüksekliğinde ve kumsala paralel, boydan boya beton setin neden yapıldığını anlayamadık. Görünüşe göre, Kilyos yaza henüz hazır değil.

Sahildeki kısa gezimizden sonra, dinlenme çayı için çay bahçesine çıktık. Çay bahçesi yüksekte olduğu için, çirkin görüntülü kumsal, batan geminin iskeleti, açıkta, boğaza girmek için bekleyen 20-30 civarında yük gemileri kuş bakışı görünüyorlardı.

Çaydan sonra etrafı gezmeye çıktık. İlk hedef kale idi. Kalenin girişine vardığımızda, iki nöbetçi askerle karşılaştık. Kale içine askeri birlik yerleşmiş. Onun için içeriye giremedik.

“Kilyos kalesi Cenevizliler tarafından yapılmış. Giriş kapısının üzerinde 2. Mahmut’ un tuğrası, her iki yanında da iki top, karşısında 1460 tarihini taşıyan çevre gövdesi 5-6 metre olan çınar ağacı bulunuyormuş. Kalenin burçlarında da, Almanların verdiği Krup Kamalı, çelik topları ve ayrıca etrafta da 8 adet daha top bulunmaktaymış.” Bu bilgileri internetten aldım.

Kilyos, tatil yapacak olan, turistlere ve misafirleri için tam bir tatil cenneti. Hepsi, denizi gören 5 yıldızlı oteller, ihtişamlarıyla, güzellikleriyle, plajların aksine, yaza hazır olduklarını haykırıyorlar.

Kilyos, bir turistin her türlü ihtiyacını karşılayacak alış-veriş mekanlarına sahip. Onun için buraya gelen bir turist pişmanlık duymaz, geri gitmez, başka bir yer aramaz. Çevreyi dolaşmamız biterek arabamızın yanına gelirken, vitrininde mısır ekmeğini gördüğümüz bir fırına girerek, simit büyüklüğünde olan mısır ekmeklernden aldık. Serde Karadeniz’lilik var ya, karadeniz yiyeceğini görünce

dayanamıyoruz. Fırının önünde, beşimiz, kurabiye, kek yer gibi onları bitirdik. Dönüş yolunda, kısa sürelerle uğradığımız ve her biri birbirinden güzel Uskumru, Kısırkaya ve Zekeriya köylerindeki değişimleri ve daha önce bozkır havasında olan yerlerin yeşillenip yüzlerce seranın kurulduğunu gördük. Yol boyunca yazlık ve kışlık yapılan yüzlerce siteler, Sarıyer çevresine çok yatırım yapıldığının işareti idi.

Aynı yollarla ve aynı güzellikler arasından geçerek, gezimizi tamamladık.

17 Nisan 2010 Cumartesi

EĞİTİM

KÖY ENSTİTÜLERİ 70 YAŞINDA
Burhan Bursalıoğlu

17 Nisan. Köy Enstitülerinin kuruluşunun 70. Yılı. Milli Eğitimin birçok kurumlarında anma toplantıları, paneller, münazaralar yapılıyordur. Köy Enstitüleri kapatılacak kadar kötü ise, bu toplantılar neden yapılır bilinmez. Kapatılmasına sevinen insanlar bile kürsüye çıkar stayişle ,Enstitülerin ülkeye kazandırdığı faydalardan dem vururlar. Sanki bir mecburiyetmiş gibi. Ama faydalı olduklarına inanan ben gibilerin sözleri, yazıları gerçeği yansıtma bakımından değerlidirler.
Ben, bu yazımda,herkesin bildiği kuruluşundan bahsetmeyeceğim. Köy Enstitülerin çalışma, ve kapatılma nedenleri ile , bazı Avrupa devletleri eğitimcilerinin görüşlerini huzurunuza getireceğim.

Köy Enstitülerinden yetişen Öğretmenler, köylülere hem örgün eğitim, hem de okuma yazma ve temel bilgileri kazandırıyor, hem de modern ve ilmi tarım tekniklerini öğretiyordu. Kitaba deftere dayalı öğretim yerine iş için, iş içinde eğitim ilkesi tatbik ediliyordu. Her köy enstitüsünün kendisine ait tarlaları, bağları, arı kovanları, besi hayvanları, atelyeleri, araç-gereçleri, atları, arabaları vardı.
Ders ve konuları.
Genellikle:
a)Güzel sanatlar (Kız ve erkek öğrenciler için), b) Yapıcılık ( Erkek öğrenciler için), c) Maden işleri ( Erkek öğrenciler için) d) Hayvan bakımı (Kız ve erkek öğrenciler için), e) Kümes hayvancılığı (Kız ve erkek öğrenciler için), f) Tarla ve bahçe ziraati (Kız ve erkek öğrenciler için), g) Zirai İşletme. Kız ve Erkek öğrenciler için) ayrılır ve her konu ile ,ilgili kol görevlileri vardı.

Derslerin %50 bölümü temel örgün eğitim konularını içeriyordu. Geri kalanı ise uygulamalı eğitimdi.

1940-1946 aralığında köy enstitülerinde 15,000 dönüm tarla tarıma elverişli hale getirilmiş ve üretim yapılmıştı. Aynı dönemde 750,000 yeni fidan dikilmişti. Oluşturulan bağların miktarı ise 1,200 dönümdü. Ayrıca 150 büyük inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santralı, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km. Yol yapılmıştı. Sulama kanalları oluşturularak enstitü öğrencilerinin uygulmalı eğitim gördüğü çiftliklere sulama suyu öğrenciler tarafından getirilmişti.

“Öğrencisi, öğretmeni, usta öğreticisi ile Köy Enstitülü’ler İsmail Hakkı Tonguç’un önderliğinde bir destan yarattılar. Yarattıkları efsane; yeşeren toprak, yükselen yapı, ışığa dönüşen su, dayanışma, paylaşma, aydınlanma, özgürleşme demekti. Onlarınki yalnızca eğitim değil, bir yaşam biçimiydi. Onlarca yazar sanatçı, bilim insanı ve milyonlarca öğrenci yetiştirdiler.”

Köy Enstitüleri yalnızca öğretmen yetiştiren kuruluşlar olmayıp,bulunduğu çevreyi araştıran, geliştiren ve çevrenin kalkınmasını da üstlenmiş kurumlardı. Çok önemli bir işlevi yerine getirdi. Başka biçimde söylersek Köy Enstitüleri kırsal yörede toplumsal, ekonomik ve kültürel kalkınmayı sağlamak; bu alanda ilgili gerekli elemanları yetiştirmek için kurulan yapılardı.

Kapatıldığı 1954 yılına kadar Köy enstitülerinde 1308 bayan ve 15,943 erkek toplam 17,341 köy öğretmeni yetişmişti. Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Pakize Türkoğlu, Hatun Birsen Başaran, Ali Dündar, Mehmet Uslu , Dursun Akçam, Ahmet Uysal, Refet Topuz, Mustafa Ozan, Naszif Karaçam ve Recep Bulut gibi, tüm dünyaca tanınan, taktir edilen yazarlarımız ve düşünürlerimiz bu okullardan yetişenlerden bazılarıdır.

Ülkemizin bağımsızlığını yitirmesine karşı durdular. Halkla bütünleştiler, verdikleri emeklerin büyüklüğü nedeniyle unutulmadılar, unutturulmadılar. Unutulmayacaklardır.

Köy Enstitülerinin programları akademik, teknik ve tarım okullarının programlarından tamamen farklıydı. Enstitüler yıl boyunca açıktı ve öğrenciler 45 günlük bir tatile sırayla giderlerdi. Ancak tatilde bile öğrencilerin Enstitü ile ilgili sorumlulukları vardı. Öğrencilerden tatil dönüşünde köylerinden topladıkları bitki ve hayvan türleri örneklerini, el zanaatı işlerini, halk türküleri örneklerini Enstitüye getirmeleri istenirdi. Bunun yanı sıra öğrencilerden, köyleri konusunda bilgi toplamaları ve Enstitüyü köylerinde temsil etmeleri de tenbih edilirdi
Aşağıda Köy Enstitülerinde uygulanan öğretim programları kısaca tanıyalım.

1943 Öğretim Programı

1. Öğrenim süresi beş yıl olan Enstitülerde bu sürenin 114 haftası “kültür dersleri”ne, 58 haftası “ziraat dersleri ve çalışmalarına, 58 haftası “teknik dersler ve çalışmaları”na ayrılır.
2. Enstitüler haftalık, aylık, mevsimlik çalışma planlarını, kendi özelliklerine, işlerinin durumuna, öğrencilerinin düzeyine ve sayısına, öğretmenlerinin özelliklerine, iş araçlarının çeşitliliğine, iş alanlarının genişliğine, hayvanlarının cins ve sayısına göre düzenlerlerdi.

3. Enstitüler, öğretim ve uygulama çalışmalarını; ”kültür”, “tarım”, ve ”teknik” alanlarla ilgili dersleri yarım gün, tam gün veya hafta esasına göre düzenlemekte serbesttiler.

4. Bina, yol, köprü yapımı veya su arkı açılması veya bitirilmesi yahut ekin yapılması veya hasat kaldırılması gibi önemli işler çıktığı zaman bütün çalışmalar o iş üzerinde yoğunlaştırılır. Önceden planlanan ders ve uygulama kayıplarının uygun bir zamanda telafisi yoluna gidilirdi.

1947 programı: " İş içinde eğitim” felsefesine dayalı bir öğretim yaklaşımından mümkün olduğu kadar uzaklaşıldığı, Enstitülerde uygulama çalışmalarının sayısının azaltılarak kuramsal çalışmalara ağırlık verildiği, böylece klasik eğitim anlayışına geçiş yapıldığı söylenebilir.

1953 Öğretim Programı

Köy Enstitülerinde uygulanan üçüncü program, İlköğretmen Okullarını kapsayan ortak bir programdır. Bu nedenle 1953 programı “Öğretmen Okulları ve Köy Enstitüsü Programı” olarak adlandırılmaktadır. Köy Enstitülerinde 1950-51 öğretim yılında karma eğitime son verildiği için 1953 Öğretim Programında Erkek Köy Enstitüleri ile Kız Köy Enstitüleri için iki ayrı ders dağıtım çizelgesi düzenlendiği görülmektedir Bu programla aynı zamanda İlköğretmen Okulları ile birlikte Köy Enstitülerinde yabancı dil öğretimine de son verilmiştir


Enstitülerde Günlük Yaşam

Genel olarak tüm Enstitü şafak sökerken ya da saat altıda kalkardı. Yıkanma ve giyinmeden sonra öğrencilerin ve öğretmenlerin tümü topluca bedeneğitimi hareketlerine katılırdı. Daha sonra çoğu kez bu etkinlik bir halk dansı ile son bulurdu.
Kahvaltıdan sonra öğrenciler, günlük çalışmalar başlamadan önce, bir saat kadar boş bırakılırlardı. Bu süre içinde yatakhane ve derslikler temizlenir, havalandırılırdı. Nöbetle görevlendirilen öğrenci, çamaşırları çamaşırcılara götürür. Elektrik, hoparlör bulunan yerlerde haberler, müzik, ya da Enstitünün programı yayınlanırdı
Saat 8:30’da toplanılarak yoklama ve günlük işlerin dağıtımı yapılırdı. Bu arada küme başı, teftiş yapar gibi, öğrencilerin giysilerini gözden geçirirdi. Hasta olanlar revire, elleri, tırnakları kirli olanlar temizlenmeye yollanırdı. Olağanüstü bir durum olmadıkça, öğrenciler öğretmenleriyle birlikte, marşlar söyleyerek dersliklere, işliklere, tarlalara dağılırlardı..
Öğle yemeğinden sonraki çalışmalar her okulun kendine has programı uygulanırdı. Öğrencilerin yapacakları yönetim işleri, derslerde olmayacakları zamanlara göre ayarlanmıştı. Derslerin yapıldığı zamana denk gelen görevler, bir öğrenciye verilirdi. Bu öğrenci nöbet görevi yapar ve o günkü ders konularından da sorumlu tutulurdu. Enstitülerde, spor, müzik çalışmaları, bireysel çalışmalar, yazın ve sahne etkinlikleri, öğleden sonra ile akşam yemeği arasındaki kümelerin tartışmalı okuma toplantıları yapılırdı. Bu ”küme” toplantıları, alışagelmiş “ders çalışma” etkinliğinden çok farklıydı. Burada önemli bir yapıt yüksek sesle okunur, tartışılır, sorular sorulur, günün konuları üzerinde düşünce alış verişi yapılırdı .
Akşam yemeğinden sonra bir ”ders çalışma“ süresi verilirdi. Etüt dediğimiz bu süre genellikle saat 21.30, bazı okullarda da 22.00’de sona ererdi. Yönetici öğrenci ve öğretmenler tüm öğrencileri yatırırlar, uyudukları kontrol edilir ve genel olarak bir öğrenci yangın vb. gibi tehlikelere karşı nöbetçi kalırdı.

Enstitünün haftalık programı: Cumartesi günü saat 12.00’de hafta sonu tatili başlardı. Bayrak töreninden sonra genel bir toplantı yapılır, nöbetçi ekip görevi yeni ekibe devreder ve bu ekip, tüm okulun temizliğini yaptırır ve kontrollerini yaparak, aksayan yönleri gidertmeye çalışırlardı.

Köy Enstitülerinin Kapatılışı

II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle bir çok ülkede olduğu gibi Türkiye’nin de siyasal yaşamında köklü değişiklikler başladı. Türkiye çok partili döneme geçti. Yabancı sermaye ile işbirliğine, ABD ile ikili ilişkilere girildi. 1946 seçimlerinde Hasan Ali Yücel 5 Ağustos 1946 da kadro dışı kalırken, Tonguç ve ekibi de görevden uzaklaştırıldı. Bu gelişmelerin hedefi, zaten adları çoktan “solcu yuvası”na çıkarılan Köy Enstitülerini yıpratmaktı. Bu yıpratma hareketi öncelikle yeni Bakanlık kadrosu tarafından başlatıldı

a) 1946 yılından sonra Enstitülerde varolan iş içinde eğitim anlayışı sistemli bir şekilde değiştirildi ve amacından saptırıldı. 1947 yılından sonra, Enstitülerdeki değişiklikler birbirini izlemeye devam etti. Enstitü öğretmenleri, ellerinde bulunan tüm araç ve gereçleri geri vermeye zorlandılar. Okullara tohumluk, bitki ve diğer tarımsal maddelerin verilmesi askıya alındı. Enstitü öğretmenleri, köylerine yerleşmiş üretici öğretmenler iken, yeni değişiklikler sonucunda tümüyle devlet tarafından ödenen bir ücrete mahkum oldular. Bu gelişmelere paralel olarak, Köy Enstitülerine karşı olumsuz tutuma sahip olan yeni Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer öncülüğünde, Enstitülerin temel ilkeleri birer birer ortadan kaldırıldı. Hatta, Enstitü programıyla yetişip son sınıfa gelen toplam, 2000  öğrenci sınıfta bırakılarak  mezun olmaları, yani köylere gitmeleri engellendi. Bunlar ve diğer öğrenciler, Öğretmen okulu programlarına tabi tutuldular.  Köy Enstitülerine öğretmen yetiştiren  Yüksek Köy Enstitüleri  “Benzer başka okullar olduğu gerekçesiyle”1947 yılında  kapatıldı. 1947 Programı ile bir önceki 1943 Köy Enstitüsü Öğretim Programı değiştirilerek, üretim ve iş ilkesi zedelendi, öğrenciler, Enstitü yönetiminden dışlandı, Enstitülerdeki serbest okuma saatleri kaldırıldı ve birçok kitap yasaklanarak Enstitülerden toplatıldı.
b) Enstitülerin kapatılma sürecini, 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin işbaşına gelmesi daha da hızlandırdı. Yeni Bakan Tevfik İleri ilk iş olarak Enstitüleri, Kız ve Erkek Köy Enstitüleri olarak ayırdı, Kızılçullu, Beşikdüzü Köy Enstitülerini kapattı. 1951 yılında Bayan Wofford başta olmak üzere birçok ABD’li uzman çağrılarak Enstitüleri yıkmaya zemin oluşturacak raporlar hazırlatıldı. 1953 de de tamamen tabelalar indirilerek, öğretmen okulları programları uygulanıp, “Öğretmen okulu “ tabelaları eski tabela yerlerine monte edildi.
KISACA, "İSMET   İNÖNÜ' nün OKULLARI " DENEN KÖY ENSTİTÜLERİ YİNE İSMET İNÖNÜ TARAFINDAN  KAPATILDILAR.

Çok kısa ömürlü olmalarına karşın öğrencisi, öğretmeni, çalışanıyla aydın, özgür üretken, araştırmacı, sorgulayıcı, Atatürk İlke ve İnkilaplarına, Laik Cumhuriyete inanan ve bu yolda yürüyen bireyler, yurttaşlar yetiştiren, bugün dahi birçok ülkeye örnek olabilecek üretime dönük eğitimi öngören strateji uygulayan Köy Enstitüleri;
-Laik eğitimin başlamasında öncülük etmiştir.
-Yüzyıllardır biriken feodal toplumun üretim ve yaşam biçimini ortadan kaldırmaya başlamıştır.
-Feodal toprak rejiminin değişimi, toprak ağalarının, kendilerinin ortadan kaldırılma tehdidini hissetmelerine neden olmuştur.
-Sanat, Edebiyat, Bilim ve teknolojide olumlu beklentiler oluşmuştur.
-Bilimsel ve felsefi alanda laik eğitim başlamıştır.
-Sanayi için eğitilmiş nitelikli iş gücünün oluşmasına yardımcı olmuştur.
-Ataerkil toplumdan çekirdek aile toplumuna dönüş başlangıcı olmuştur.
-Atamızın özlediği demokratik toplum ve kültür için kurumsal alt yapı oluşmasına neden olmuştur.
-Ezbercilikten uzak sorgulayan, analitik düşünen bireyler yetiştiren, demokratik ve üretici eğitimin başlamasına öncülük etmiştir.

Yurt Dışından  Görülen Köy Enstitüleri

Ülkemizde, kendi eğitimcilerimizin yarattığı Enstitülerin değerini anlamayarak - ya da anlayarak –yok etmeye çalışılırken, yabancı eğitimciler, Köy Enstitülerini araştırma konusu yapmış, kurulduğu yıllardan başlayarak Enstitülerin çağdaş eğitime dünya ölçüsünde yenilikler getirdiğini açıklamışlar. Aşağıda yabancı eğitimcilerin Köy Enstitülerine ilişkin görüşlerinde bazılar yer almaktadır:

Ünlü Amerikalı eğitimci Dewey, Köy Enstitüleri için, “hayalimdeki okullar Türkiye’de kurulmuştur” demektedir.

İsviçre’de A. G. Verlag-Bern yayınevinin “Lexion der Pedagogik” (Pedagoji Ansiklopedisi) adlı yapıtında, “Tonguç, İsmail Hakkı” olarak yer alan 300 kelimelik tanıtımda, Tonguç’un meslek hayatına, çalıştığı kurumlara değinilerek "Türk eğitimine getirdiği katkı, ülkenin gerçeklerine uygun olarak kurduğu Enstitülerden alınan sonuçlar ve Enstitünün özgün" yanları anlatılmaktadır
Köy Enstitüleri ve Tonguç üzerine araştırma yapan yabancı eğitimcilerden biri de, Amerikalı eğitimci Kirby’dir. Yazar, “Türkiye’de Köy Enstitüleri” adlı yapıtını Columbia Üniversitesi’nde doktora tezi olarak hazırlamıştı. Amerikalı eğitimci, “Köy Enstitülerinin Batılı eğitimcilerin fikir ve sistemlerinin bir kopyası olmadığını, bu kurumların Türkiye’nin eğitim arayışlarıyla, politik çıkar gözetilmeden, II. Mahmut’tan bu yana yapılan araştırmaların sonucunda varılan çıkar yolu olduğunu” belirtmektedir. Yazar, aynı zamanda, “ Bu uygulamanın, yalnızca eğitim davasını çözümlemekle kalmayarak Türk toplumu üzerinde hiçbir eğitim kurumunun yapamadığı kadar etkin olduğunu “ vurgulamaktadır
Hamburg Üniversitesi’nden Hausmann Yüzyılımızın Eğitimine Türkiye’nin Katkısı” adlı yazısında Köy Enstitülerini şöyle değerlendirmektedir “Avrupa örneklerine göre yön saptama çabalarını sürdürürken, kendi koşullarına uygun özgün yolu bulmuşlardır. Köyün eğitim yoluyla değiştirilmesi düşüncesinin bütünleştirici öğesi olarak tümü Türk kökenlidir. Bu niteliği ile yüzyılımızın eğitimine Türkiye’nin bir katkısıdır.”

Günümüzde, İran, Hindistan, Pakistan, Flippinler, Nikaragua, Tanzanya gibi bazı Asya, Latın Amerikası ve Afrika ülkelerinde, Türkiye’deki Köy Enstitüleri uygulamasından esinlenerek çalışmalar yapılmaktadır.

SONUÇ:

Eğer bu okullar kapatılmış olmasalardı bugün;

-Gidilmemiş köy, okulsuz çocuk, işlenmemiş tarla, aç ve açık insan, fabrikaları kapanmış, Avrupada yabancılara çalışmak için kuyruğa giren işçilerimiz olmayacaktı. Töre cinayetleri, intiharlar, boşalmış köyler, PKK sorunu olmayacaktı. Kapalı- açık sorunu olmayacaktı. Banka kapılarında bayılan insanlar olmayacaktı; iş bulma kurumlarının kapıları aşınmıyacaktı. Köyler boşalıp, kentlerin varoşlarında, sefil bir yaşam sürmeyeceklerdi. Tarım, zıraat, hayvancılık, bu günkü ağlanacak duruma gelmeyip, bunları dışardan ithal durumuna düşmeyip, milyonlarca dolarımızı dışarı kaptırmıyacaktık. Değil dış borcumuzun olması, dış ülkelerden alacağımız dövizler için ikinci bir Maliye Baskanlığı açma mecbuıriyetinde kalabilirdik.

Ne yazık ki, biz bu şansı kaybettik.


Eğer, Köy Enstitülerini kapatmasaydık, eğitime siyaseti karıştırmasaydık, işlenen çorak toprağı sahipsiz bırakmasaydık, her şeyi Devletten beklemeseydik, şimdiye kadar çoktaaaaan çağ atlardık.

Nesli tükenmekte olan Sevgili, tüm Köy Enstitülü öğretmen arkadaşlarımdan, yaşamını yitirmiş olanları saygı ile anıyor, Tanrıdan rahmet diliyorum, Yaşamda olanlara sağlıklı uzun yıllar diliyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.



MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...