8 Mayıs 2010 Cumartesi

G Ü N C E L

GÜZEL BİR KAÇ SAAT


Burhan Bursalıoğlu

Sivas Öğretmen Okulu mezunu olup, askerlikte teskere bırakarak Hava Albayı, pilot Şeref Uğuriş'ten 4.5.2010 tarihinde bir telefon alarak, 5 Mayıs Çarşamba günü saat 17.30 da Osmanoğlu kliniğinde olmamı istedi. Önce korktum. Şeref Bey e bir şey oldu da beni yanına mı çağırıyor diye düşündüm. Telefondaki ifademden anlamış olacak ki, nedeni söylemeden, endişe etmememi, gelince anlatacağını söyleyerek rahatlattı.

5 Mayıs 2010 Çarşamba günü saat 17.30 da Osmanoğlu Kliniğinin kapısına geldiğimde Şeref beni kapıda bekliyordu. Sevinmiştim. Şeref ayakta ve sağlam görünüyordu. Sarıldık, öpüştük. Birlikte Kliniğin sahibi Prf. Dr. Salih Osm anoğlu’nun makam odasına girdik. Odada 7-8 insan vardı. Hepsinin yüzleri tanıdık geldi. Ama adlarını hatırlıyamıyordum. Daha doğrusu bilmiyordum. İçeri girince hepsi güler yüzle ayağa kalktılar. Ellerini uzatarak “hoş geldiniz” derken, Şeref Bey de beni onlara, onlarıda bana tanıştırdı. Hepsi de Prof. Dr.
                              Şeref Uğuriş ve  Nevzat Atlı
Bu arada içeri yenileri girip çıkıyor. Şeref Beye “ Buraya gelişimizin nedenini açıklar mısın “ diye sordum. Bana  "– Sen Türk Sanat Müziğini seversin. Küçük bir konser var, dinleriz “ dedi. Kısa bir süre sonra  Prof.Dr. Nevzat Atlı kapıdan içeri girdi. Kısa boylu, güleç yüzlü, alçak gönüllü, herkesin elini sıktı. Nevzat Atlı gibi birisi burada ise konser seyre ve dinlemeye değer diye düşündüm. Hep birlikte kalkarak  klinik içinde , geniş bir koridora konan koltuk ve sandalyelere oturduk. Birkaç bayan ve gerisi, genellikle klinikte çalışan doktorlardan oluşan 50-60 yaşlı kişi idik.

Bir görevlinin kısa bir açış konuşması sonucu, Nevzat Atlı’yı mikrofona davet etti. Nevzat Atlı, gelenlere teşekkür ederek, talebeleri olduğunu ve doçent diye taktim ettiği 3 genç kızı sahneye davet etti. Solist olarak Sinem Özden, kanun çalan Gözde Çolakoğlu ve kemençe çalan Ayşe Gül Kostak’ı tekrar tanıttı.

Bu 3 güzel kız gerçekten bize kısa ama muhteşem bir konser verdiler.

Kanun taksiminden sonra, Hacı Arif Bey’in Segah, Olmaz ilaç sine-i sad pareme şarkısıyla başlayan konser, Sadettin Kaynak’ın Ayrılık yaman kelime şarkısıyla devam etti. Kemençe ile kısa bir taksim ve Rast peşrevinden sonra  

               Hacı Faik Bey’in rast şarkısı Nihansın dideden den sonra kanun taksimi ve Nihavente geçişle, ilk nihavent şarkı,Zeki Duygulunun Ayrıldı gönül şimdi, Neveser Kökdeş’in nihavent şarkısı ,Hüsranla gönül hep inler, Avni Anıl’ın nihavent şarkısı, Bir kere bakanlar unutur derdi, günahı,  ilk kez duyduğum Akşamın süzme deniz renginden sonra, son olarak Erol Sayan’ın Nihavent şarkısı Kalbe dolan o ilk bakış’ la konseri bitirdiler.
                           Prof. Dr. Salih Osmanoğlu ve Nevzat Atlı
Solist olarak şarkıları söyleyen Sinem Özden’e hayran oldum. Müthiş bir ses. En az 3 oktavlık ses. Temiz, berrak ve net. İnanın, yozlaştırılmaya çalışılan, ne idüğü bilinmeyen, uyduruk şarkı türlerinin gündemi işgal etmesinden duyduğum kaygılarım gitti. Türk Sanat Müziğini seven, icra eden, hangi kaynaktan yetişirlerse yetişsinler, bu genç kızları görünce gururlandım. Gelecekten endişe etmeye gerek olmadığını anladım. Biz, Türk Sanat Müziğinin nağmeleriyle büyüdük. Kanımızda onun rengi, ruhumuzda onun besini, beynimizde onun şavkı var. Vazgeçmek mümkün mü?

Prof. Dr. Salih Osmanoğlu, 3 güzel doçent sanatçıya birer plaket ve hediyelerini verdikten sonra yan salona geçildi.

Çok çeşitli olarak hazırlanmış, açık büfe yiyeceklerinden tadarak, akşam yemek sırasını geçiştirdik. Sayın Osmanoğlu’na, Sayın Nevzat Atlı'ya teşekkür ederek dağıldık.

Bu arada, sevgili artkadaşım Şeref Uğuriş, memleketi olan İneboludan getirdiği  gül reçeli ile tahin helvasını vererek, Şevval'e vermemi istedi.

Şeref Uğuriş, geçen sene bu tarihlerde, eşi olan İngilizce   öğretmeni Perihan Uğuriş’i    kaybetti. Şeref hala olayın etkisinden kurtulamamış. Kendisini bitkin, ama yaşama tutunma azmi içinde gördüm. Nüktedan, neşeli, azimli, samimi ve güleryüzlü Şeref durulmuştu. 17 yıldır beslediği, çıtçıt adlı, kanij cinsi köpeğinin, perihan hanımı arayışına çok üzüldüğünü söylüyor.

Tanrıdan Şerf Bey’e sabır, sağlık, ve eski neşesine kavuşmasını, Perihan Hanıma da Allahtan gani gani rahmet diliyorum.

7 Mayıs 2010 Cuma

ATATÜRK

Atatürk ve Hz.Muhammed, Bilinmeyen Gerçek!!!


(Can Ataklı 09.08.2008 Tarihli Yazısı)

Pazartesi akşamı Avrasya Televizyonu' nda Lale Şıvgın'ın sunduğu 'Beyin Fırtınası' programına katılmıştım biliyorsunuz.

Programın diğer konukları Nevzat Yalçıntaş ile Erol Manisalı idi.

Nevzat Yalçıntaş program sırasında Atatürk'le ilgili küçük bir anekdota yer vererek 'Suudiler 1926 yılında sınırları içinde tüm mezarlıkları yıkıyorlardı. Atatürk sıranın Hazreti Muhammed'in kabrine geldiğini öğrenince bir telgraf çekerek, 'Eğer bir tek taşına bile dokunursanız ordumu aşağı gönderirim' demişti. Bunun üzerine Suudiler Hazreti Muhammed'in kabrine dokunamamıştı. Ama bu telgraf yok edildi' dedi.

Programın ana konusu kapatma davası olduğu için bu konu fazla uzun sürmedi.

Programdan sonra Lale Şıvgın, yayının yapıldığı Doğatepe tesislerinde bizlere birer çorba ikram etti. Bundan yararlanarak Yalçıntaş'a 'Hocam programda anlattığınız olayın ayrıntılarını söyleyebilir misiniz?' diye sordum.

1981 yılında 12 Eylül askeri yönetimi Atatürk'ün 100. doğum yılı nedeniyle kapsamlı bir program hazırlamış. Prof. Yalçıntaş o dönemde İlim Kurulu'nun başına getirilmiş. Amaç Atatürk'le ilgili çeşitli kaynaklardan arşiv araştırması yapmak ve 'bilinmeyen Atatürk'ü' ortaya çıkarmakmış.

Yalçıntaş, 'Dışişlerinde Münir Bey vardı.(Soyadını hatırlayamadı) İyi bir araştırmacı ve arşivciydi. Ona Dışişleri Bakanlığı arşivlerinin araştırılması görevi verilmişti' diyerek anlatmaya başladı.

Sonra da sürdürdü: 'Bir gün Münir Bey aradı. Çok ilginç bir belge bulduğunu, bunu getirip göstermesi gerektiğini söyledi. O sırada benim çalıştığım başbakanlık binası ile dışişleri binası aynı yerde. Hemen atlayıp geldi. Çok heyecanlıydı.'

Prof. Yalçıntaş, Münir Bey'in gösterdiği belgeye baktığında çok şaşırdığını belirterek şöyle devam etti:

'Belge bir telgraf metniydi. Henüz yeni kurulan Suudi devletinin kralına gönderilmişti. Telgrafta 'Hazreti Muhammed'in mezarının yıkılacağını derin üzüntü içinde öğrendim. Bu kutsal emanete asla dokunamazsınız. Bir tek taşının bile zarar gördüğünü duyarsam orduyu aşağıya gönderirim' anlamına gelen cümleler vardı.'

Yalçıntaş, burada Hazreti Muhammed'in mezarı ile ilgili kısa bir detay anlattı. İngiliz işgali sırasında komutan olan Fahrettin Paşa'nın kabri terk etmemek için uzun süre direndiğini, aç kaldıklarını bu nedenle çekirge yiyerek beslendiklerini, sonunda İngilizler'in hiçbir şekilde dokunmamaları kaydıyla Hazreti Muhammed'in mezarını terk ettiklerini ancak kutsal emanetleri de yanlarına aldıklarını söyledi.

Şimdi gelelim belgenin bulunmasından sonraki gelişmelere, çünkü vahim ve ilginç olan bu:

Nevzat Yalçıntaş'ın anlattığına göre Münir Bey belgeyi önce bir üst amirine götürüyor. Belge oradan daha yukarı taşınıyor. Sonunda müsteşara oradan da Bakan İlter Türkmen'e geliyor. Tabii Evren Başkanlığı'ndaki Milli Güvenlik Konseyi'nin de haberi oluyor. Sorun şu: Bu belge ne yapılacak?

Dönemin Atatürkçü komutanları ve onların emrindeki bürokrasi bu belgenin açıklanmasını istemiyor. Ancak belge de ortaya çıkmış bir kere. Sonunda o dönemde yazılan ve şimdi kitapçılarda tek nüshası bile kalmayan bir Atatürk kitabının içine, hiçbir anons yapılmadan konuyor. Kısacası konu adeta kapatılıyor, sadece o tuğla gibi kalın kitabı sonuna kadar okuyanların dikkatini çekecek biçimde 'zevahiri kurtarmak' adına konuyor.

Peki bu belge şimdi nerede? Kimin koruması altında? Bu da bilinmiyor.

Bilinen tek şey, Atatürk'ün İslam aleminin peygamberi Hazreti Muhammed'in mezarının ortadan kaldırılmasını önlemesi herkesten saklanıyor.

Hazreti Muhammed Mescidi Nebevi'de yatıyor

Hazreti Muhammed 571 yılında doğdu 632 yılında vefat etti. Peygamberimiz Medine'de oturduğu evde toprağa verildi. Bu mezar bugün dünyanın en büyük camisi olan Mescidi Nebevi'nin içinde.

Mescidi Nebevi, Hazreti Muhammed'in Mekke'den Medine'ye göç etmesinden sonra ilk namaz kıldığı yer. Hazreti Muhammed, Medine'de oturduğu evin hemen yanına kentin ilk mescidini inşa ettirmişti. Bu mescit geçen yıllar içinde defalarca yenilendi. Bugün 600 bin kişinin aynı anda namaz kılabildiği Mescidi Nebevi'nin korumasını çok uzun yıllar Osmanlı askeri yapmıştı.

Arabistan'da mezar adeti yoktur. Ölüler herhangi bir yerde toprağa verilir, üzerine belirleyici bir şey konmaz. Bu nedenle sadece Hazreti Muhammed'in mezar yeri ile ilgili bilgi vardır. O'nun dışındaki İslam büyüklerinin mezarlarının yeri bilinmez. Bir süre önce Hazreti Muhammed'in annesine ait olduğu ileri sürülen bir mezar ortaya çıkarılmıştı. Ancak Suudi yönetimi bu mezarı da ortadan kaldırmış ve yerine otopark yapmıştı.

Atatürk'ün müdahalesi olmasa Suudiler, Mescidi Nebevi'nin hemen dibindeki Hazreti Muhammed'in mezarını da tamamen ortadan kaldıracaktı. Nitekim Hazreti Muhammed'le aynı yere defnedildikleri bilinen Sahabe'nin önde gelen isimlerinin mezar yerleri bugün dümdüzdür.

Nevzat Yalçıntaş'la sohbetimiz sırasında 'Bir gün Yaşar Nuri Öztürk Bey aradı. Benim bu anlattığımı duymuş, belgeye nasıl ulaşabileceğini sordu' dedi. Ben de 'Belgeyi bulmuş mu?' diye sorunca 'Onu bilemiyorum, ama galiba bir kitabına koymuş ben okuyamadım' dedi.

Bunun üzerine önceki gün Yaşar Nuri Öztürk'ü aradım. Öztürk, Yalçıntaş'ın anlattıklarını doğrulayarak, 'Ancak bunu henüz bir kitabıma koymadım. Araştırmayı aşağı yukarı tamamladım, Gazi Mustafa Kemal ve İslam isimli çok kapsamlı bir kitap hazırlıyorum, bunun bitmesi üç yılı alır. Konu bu kitapta yer alacak' dedi.

Milletvekili olduğu sırada bu belgeye ulaşmak için çok çalıştığını söyleyen Öztürk, 'Belge Dışişleri Bakanlığı arşivlerinde. Milletvekili sıfatımla bu arşivlerde çalışmak için bakan Ali Babacan'a başvurdum, ama bana izin vermedi' diye konuştu. Öztürk'e 'Peki hocam, böyle bir belgenin açıklanmasını neden istemiyorlar? ' diye sordum. Öztürk'ün cevabı çok ilginç oldu.

Şöyle dedi: 'Atatürk'ü din ve İslam dışı göstermek isteyenler elbette bu belgeden rahatsız olacaklardır. Bu nedenle dini siyasete alet edenler emperyalistlerle iş birliği bile yapabiliyor.Dincilerle İslamı reddedenler bu noktada birleşebiliyor.

6 Mayıs 2010 Perşembe

EĞLENCE

ACEMİ  TİRYAKİLERE  USTALARINDAN  ÖĞÜTLER

(Tiryaki  ifadeleri )

Racon 1:

Rakı sofrasında senden yaşça büyük ehlikeyfe saygıyı kusur etmemek için kadehini onun kadehinin altına tokuşturacaksın.

Racon 2:

Yaşça senden büyük kişi kadehini kaldırmadan rakı kadehi sofradan kalkmaz.

Racon 3:

Kadehe önce rakı, sonra su, sonra buz konur. Sıra bozulursa anason kadehin üstüne çıkar, rakının tadı kaçar.

Racon 4:

Yeni seri'yi kadehe çevire çevire dökmeli ki o ilk hasat anasonun kokusu etrafa yayılsın.

Racon 5:

Her rakı içilmez, her muhabbet çekilmez, her sofrada demlenilmez.

Racon 6:

Semaverin üstündeki çaydanlıkta demlenilen çay gibi ağır ağır, sindire sindire demlenilir.

Racon 7:

Adabıyla içenler, rakıyı özenle hazırlanmış az miktarda mezeyle içerler.

Racon 8:

Rakı insan seçer,kadeh seçer ve içenden "adap" ister.

Racon 9:

Rakı adabına, erkânına, zamanına, mekânına göre içilirse şifadır.

Racon 10:

Rakı sadece " İçmesini Bilenle " içilmelidir. Aksi halde keyif eziyete, sefa cefaya dönüşür.

Racon 11:

Racon gereği sofranın en genci sakilik yapar. ( kadehleri doldurur ) Büyüklere sakilik yaptırılmaz.

Racon 12:

Mezenin hası muhabbettir.

Racon 13:

Müzik olacak, meze olacak, muhabbet olacak, sebep olacak.

Racon 14:

Sofrada hep aynı konuda kalınmaz, konu sık sık değişir. Her konudan küçük lezzetler alınır, hiçbir konu fazla uzatılmaz.

Racon 15:

Rakıya başlamadan önce su katılmamış bol zeytinyağlı cacık yenilmesi tavsiye edilir.

Racon 16:

Yudum araları uzun tutulur, rakı fondip yapılmaz.

Racon 17:

Rakı sofralarının tarzı çilingir sofrası, ölçüsü bir karafa yani iki duble rakıdır.

Racon 18:

Rakıyı iyi tanımayan rezil, yeterince tanıyan vezir olur.

Racon 19:

Meze hiçbir zaman karın doyuracak yiyeceklerden değil. Karın doyurmak ayrı bir zevktir.

Racon 20:

Musiki ruhun, rakı muhabbetin gıdasıdır.

Racon 21:

Durman gereken zamanı bileceksin, rakı masasından kalkınca yalpalamayacaksın.

Racon 22:

Rakı masasında başka alkollü içecekler içilmez.

Racon 23:

Rakı masasına avuç içiyle yada yumrukla vurulmaz. Saygıda kusur edilmez.

Racon 24:

Rakı kadehi boş durmaz. Masadan kalkarken bile kadehin dibinde biraz bırakılır.

Racon 25:

Şişede kalan rakı, son damlasına kadar eşit paylaştırılır.

Racon 26:

Rakı masasından zorda kalmadıkça kalkılmaz. Masada uzun uzun telefonla konuşulmaz.

Racon 27:

Rakıya musuki eserler tat katar.

Racon 28:

Rakı incecik rakı kadehinde, yoksa çay bardağında içilir.



2 Mayıs 2010 Pazar

G Ü N C E L


İDAM CEZASI İLE İLGİLİ YAZILI REPORTAJ

Burhan Bursalıoğlu

Sevgili blok okuyucularım. 29 Nisan 2010 tarihinde blogumda “İdam Cezası” başlığı altında yazdığım yazıma, her yazıma gönderdiği olumlu , destekleyici ve bilgilendirici yorumları gibi, Ankara Barosuna kayıtlı Avukat Sayın Mehmet Bilgehan Merki’den  yeni bir yorum aldım.

Bunun üzerine, kendisinin de onayladığı, reportaj şeklinde yaptığımız , İdam Cezasının geriye alınması,cezaların uygulanması konulu yazışmayı aşağıda bilgilerinize sunuyorum.

Değerli görüşleri için Sayın Mehmet Bilgehan Merki’ye Sizler adına teşekkür ediyorum.


MBM“ ----Sevgili hocam,


Tartıştığınız, en azından tartışmaya açtığınız konu bence önemli ve güncel. Ne yazık ki bir hukukçu olarak, idam cezası tartışmalarında düşüncem bu cezanın kaldırılmasının ülkemize bir yarar sağlamadığı yönünde.

BB----- Neden?

MBM-----AB dayatmasıyla, hukuksal olgunluğa erişmemiş toplumumuza, apo sebebiyle dayatılmış olan idam cezasının kaldırılmasının ne yazık ki hukuksal yada insani yönden bir katkısı olmadı.

BB----Yazımda belirtttiğim, idam cezasının kaldırılması,cinayetlerin artmasına, verilen cezaların yetersiz oluşunu mu söylüyorsunuz?

MBM---- Seçim kaygılarıyla dilediğince genel ya da özel af çıkaran parlementodan ya da cezanın şu kadarı bu kadarı gibi infaz kesitileri yapan usül hukuk nedeniyle ne yazık ki verilen cezaların hiçbir caydırıcılığı olmuyor.
Yaşarsak görürüz, 44 kez ağırlaştırılmış müebbet cezası alan Mardinli köylüler, 10-15 sene sonra aramızda dolaşırlar. Verilen cezanın hiçbir indirime tabi olmadan günü gününe infazı olgunluğuna ulaşmadığımız takdirde katillerle koyun koyuna yaşayan bir toplum olmaya devam edeceğiz.

BB-----Sayın Bilgehan, tüm düşüncelerine imzamı atıyorum. Bir hukukçu olarak, bugünkü iktidar veya bundan sonraki herhangi bir koalisyon hükümetleri idam cezasını geri alır mı?


MBM-----Bunu şu anda imkansız görüyorum. AB'nin baskısı altındaki iktidarın böyle bir geri dönüşü uygulayabileceğini tahmin etmiyorum.

BB---- İptal için mualefet, acaba bir girişimde bulunur mu? Siz, Ankara'da olduğunuz için her konuda meclisten taşan yorumlardan haberdarsınızdır. Aydınlatırsanız sevinirim.

MBM----- Her ne kadar kamuoyu baskısının artması halinde tribüne oynayabilecek bazı milletvekillerinin bir girişimi olabilir. Ancak akp iktidarının bu tür bir manevra yapabilme ihtimalini %1 bile görmüyorum. zira bu dönüşümde ona ilk ayakbağı apo olacak. Ceza hukukunda genel ilke aleyhe kanun değişikliğinin geriye yürümemesidir. Yani olmaz olmaz deyip idam geri getirilse dahi, kanundan önceki suçların ve hükümlerin hiçbirisinde idama dönüşüm olmaz. Ancak çıkış tarihinden itibaren verilecek cezalarda uygulanabilir. Bu halde dahi, eski suçluların beslenmeye devam etmesi dahi, kamu vicdanını rahatlatmayacaktır.

BB--- Haklısınız. Verilen cezalar da zamanla kırpılıp kuşa dönüşüyor. Veya af çıkıyor, bir bakıyorsunuz cani dışarda. Nasıl bir tedbir düşünürsünüz.?

MBM------Öncelikle iki ilkenin, yani;


1- Meclisin af yetkisinin kaldırılması, kullanımının çok zorlaştırılması ya da anayasa hükmü ile yasaklanması,


2- Ceza usül kanununda da, mahkemenin kararından sonra hiçbir infaz indirimin uygulamaya konmaması, kararda verilen cezanın son gününe kadar çektirilmesi esasının değiştirilemez bir hüküm olarak getirilmesi gerekir.

BB----Peki ya bu dedikleriniz olmazsa.

MBM-----Bizim gibi hukuk olgunluğuna erişmemiş toplumlarda ne yazık ki yukarıdaki mekanizmaların derhal işleme konması, ölenin öldüğüyle kalması, suç işleyenim kader mahkümu kabul edilmesi ve zamanla kendisine karşı sempatiyle bakılır hale gelmesi ne yazık ki cezaların işlevselliğini azaltıyor, caydırıcı niteliğini ortadan kaldırıyor.

BB----Örnek verebilir misiniz?

MBM----Örneğin bugün gazetede bir haber var. 14 sene önce kız arkadaşını okulda öldüren adam akli dengesi yerinde değildir raporu ile ceza almayıp akıl hastanesine yatırılmış, 10 yıllık tedaviden sonra 5 yıllıkta uzaktan kontrol edilmiş, sonuçta bu Ağustos ayında son raporu olumlu çıkarsa aramıza normal bir insan gibi karışacak.
 Şimdi bu olayda kamu vicdanı yatıştırlabilir mi? Ben bunu bir hukukçu olarak kabul edemiyorum. Sizlere nasıl doğru diyebilirim. Sonuçta işlem hukuka uygun. Ancak hakkaniyete uygun değil.
Çağdaş toplumlarda hukukilik hakkaniyete uygun olmakla eş anlamlıdır. Hukuk terazisinin dengede durmasının anlamı da budur. Hukuk ve hakkaniyet kefeleri dengede olacak.

BB-----Teşekkür ederim. Umarım söylediğiniz tedbirler alınır da her gün basında okuduğumuz, TV lerde gördüğümüz vahşice işlenmiş cinayetlerin görüntülerini unuturuz.









29 Nisan 2010 Perşembe

GÜNCEL

İDAM  CEZASI

Burhan Bursalıoğlu

Bir toplumda, fertlerin uyması için bazı kurallar, yasalar konur. Bunu koyarken de, bir kişinin özgürlük sınırı diğerinin özgürlük sınırına kadar olduğu hesaba katılır. Bu düzenlemelerden sonra bir kişi diğerinin sınırını aşarsa, özgürlüğüne tecavüz sayılır. Bu da suçtur.


Toplumdaki fertlerin hepsi aynı karakterde, aynı ruhta, aynı düşüncede ve aynı davranışta değillerdir. Birinin hoşlandığına bir diğeri aşırı tepki gösterebilir. Birinin sevdiğini diğeri sevmeyebilir, hatta nefret edebilir ve hatta yaşamasıni dahi fazlalık olarak görebilir. Bunun gibi birçok ayrılıklar, farklılıklar vardır.

İşte bunları yasa tasnif eder, topluma zararlı olan, kaygılandıran, huzur bozan, bir diğerinin özgürlük sınırını aşanlar için cezalar oluşturur. Çünkü o davranışlar hukuken suç olarak yasada yer alır.

Bu cezaların en ağırı da idamdır. Biraz daha hafifi müebbettir.

Biliyorsunuz, AB nin koymuş olduğu bazı kriterler vardır. AB ye girmek isteyen devletlerin bu kriterlerin hepsine uyma zorundadırlar. Bunlardan biri de , yasalarında idam cezası olanlar , yasadan bu cezayı kaldırma mecburiyetine tutulmasıdır.

1984 yılında cezann uygulanması 5218 nolu yasayla durdurulmuştur. 26 Haziran 2003 tarihinde de Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin Mecliste kabulu va imzasından sonra , tamamen idam yasadan kaldırılmıştır. Böylece toplumda işlenen en kötü suçun cezası hafifletilerek müebbete çevrilmiştir.

1961 yilindan itibaren AB ye girmek isteyen Türkiye, yasalarda birçok değişiklikler yaptı, yapmaya da devam ediyor.

Şimdiye kadar neler değişti, neler değişecek, bunlara değinmeyeceğim. Toplum için bir karar alınacaksa, bunun getirisiyle götürüsü bir kefeye konup farklılıklar tespit edilir. Ona göre hareket edilir. Bizde bu yapılmadı. Direkt Avrupa’nın isteğine uyuldu.

1984 tarihinden sonra cinayetlerin çoğaldığı bir gerçek.” .”Nasıl olsa ucunda ölüm yok. Girerim, bir af çıkar çıkarım, Şunu öbür dünyaya göndereyim, Devlet , nasıl olsa içerde bana bakacak diyenler çok.

İdamın kaldırılması, bu insanlara tekrar suç işleme fırsatı vermiyor mu? Mağdur olan kişilerin ve yakınlarının intikam hırslarını körüklemiyor mu? Bu kişiye, içerde, bir başkasını daha öldürme fırtsatı vermiyor mu? Bu kişilere, içerdeki hafif suçlu insanlara karşı efelenme, baskı kurma fırsatı vermiyor mu? Devlete yük olmuyorlar mı? İdamın caydırıcılığına inanmıyorlar mı?

İdamın kaldırılışı yıllar oldu. Acaba, yetkili kurullar, cinayetlerin daha da çoğaldığını farkında değiller mi? Bunun için tedbir düşünmüyorlar mı?

Özellikle son aylarda işlenen seri cinayetler için neler yapılıyor? Faili yakalayıp içeri atmak adalet mi?

Son üç dört gündür İzmir’deki seri cinayetlerde, keyfi olarak, tanimadığı üç genç kızı öldürdü. 5 ve 6, yı da öldürecekken farkediliyor, Bodruma giderrek sevgilisini de öldürecekken yakalanıyor. Ne olacak şimdi? Müebbet verilecek, Af yasası çıkana kadar yatacak. Ölene veya çıkana kadar Devlet, onun gag dediğinde yemek, gug dediğinde suyunu verecek. Olan kime oluyopr? Suçsuz 3 genç kız ve onlarca ailesine.

Şunu, açıkca ve gönülden teklif ediyorum. Tüm basın, Resmi ve özel kurumlar, Sivil Toplum Örgütlerinin destekleriyle, yetkili kimlerse, “İdam cezasının tekrar yasaya konması” kampanyası başlatılmalıdır. İddiam şu ki, Bu Milletin artık tahammülü kalmadı. Hergün işlenen cinayetlerle, kurban giden masum insanların ölüm haberlerinden usandı. Faillerin, içerde de olsa keyf çatmasına esef ederek, “Bu mu adalet” diye isyan aşamasına geldi. Diyorum ki, Bu toplumun %95 i, belki de tamamı, bu kampanyaya “evet” diyecektir. Meclis te, sonuca göre gereğini yapmalıdır. Her şeyi ile taklidini yaptığımız, Dünya’nın en medeni ulusuna ve idaresine sahip ABD dahi çeşitli ölüm cezaları tatbik ediliyor. ABD bu yönünü neden almıyoruz?

Varsın AB ye girmeyelim. 50 yıl oldu almadılar. 50 yıl daha bekleme tahammülümüz olmayacak. Zaten AB de 10 yıla kalmaz dağılır.

28 Nisan 2010 Çarşamba

T E M İ Z L İ K

Sirkenin inanılmaz marifetleri...


Sirke başlı başına bir mucize.. Hem ilaç hem de mükemmel bir temizlik aracı. Peki sirke nerelerde ve nasıl kullanılır?

Sağlık bakımından bir ilaç, temizlik bakımından da çok faydalı olan sirke ve özellikle elma sirkesinin evinizde nerelerde kullanabileceğinizi biliyor musunuz?

Bilgisayar ve çevre birimleri temizler: Bilgisayarınız, yazıcınız, faks makineniz ve diğer ev ofis araçlarını tozdan uzak tutarsanız daha iyi çalışacaktır. Temizliğe başlamadan önce tüm ekipmanların kapalı olduğundan emin olun. Bir kaba eşit miktarlarda su ve sirke koyun. Temiz bir bezi bu karışımın içinde nemlendirin, asla sprey şişesi kullanmayın. Silmeye başlayın. Klavyenizin tuşları gibi dar yerleri silmek için ise elinizde birkaç pamuk tomarı bulundurun.

Bilgisayarınızın faresini temizler: Eski model toplu farenizi temizlemek için yarı yarıya sirke-su karışımı kullanın. Öncelikle, topu farenin altından çıkarın. Karışıma batırarak nemlendirdiğiniz bezi sıktıktan sonra topu temizleyin ve fare üzerindeki parmak izlerini ve kirleri çıkarmak için farenin kendisini de silin. Topun yuvasını temizlemek için bir parça nemlendirilmiş pamuk kullanın, topu yerine takmadan önce birkaç saat kurumasını bekleyin.

Duman kokusunu giderir: Eğer eti pişirirken yaktıysanız ya da evinizde ard arda sigara içiliyorsa, kokunun en yoğun olduğu dörtte üçünü sirke ya da elma sirkesiyle doldurduğunu bir kase koyarak duman kokusunu giderebilirsiniz. Koku evinizin tümüne dağıldıysa farklı odalarda birkaç kase kullanabilirsiniz. Koku bir günden daha kısa sürede çıkacaktır.

Küf lekesini yok eder: Küf lekelerini çıkarmak için sirkeye başvurun. Sirkeyi ilave havalandırma olmaksızın güvenle kullanabilir ve her yüzeye uygulayabilirsiniz. Sirkeyi banyonun demirbaş eşyalarında, fayanslarda, mobilyalarda, boyalı yüzeylerde, plastik perdelerde ve buna benzer birçok yüzeyde kullanabilirsiniz. Hafif lekeler için, sirkeyi eşit miktarda suyla seyreltin.

Krom ve paslanmaz çeliği temizler: Evinizdeki krom ve paslanmaz çeliği temizlemek için, sprey şişesine koyduğunuz seyreltilmiş sirkeyle ve yumuşak bir bezle parlatabilirsiniz.

Gümüşlerinizi parlatır: Gümüş bilezik, yüzük ve diğer takılarınızın yanında evdeki gümüş eşyalarınızın yeni gibi parlaması için yarım bardak sirke ve 2 yemek kaşığı karbonat karıştırdığınız suyun içinde 2-3 saat bekletin. Sonra soğuk suyun altında durulayın ve yumuşak bir bezle kurutun.

Tükenmez kalem lekelerini siler: Tükenmez kalem lekesi olan yere kumaş ya da sünger kullanarak biraz sirke bastırın. Leke çıkana kadar bu işlemi tekrarlayın.

Yapıştırıcıları, fiyat etiketlerini çıkarır: Çocuğunuzun mobilyanıza ya da duvarınıza yapıştırdığı etiketileri çıkarmak için, kenarlarına ve köşelerine biraz sirkeyi emdirin ve dikkatlice kredi kartı ya da plastik telefon kartıyla kazıyın. Cam, plastik gibi yüzeylerdeki fiyat etiketlerini çıkarmak için üzerine biraz daha fazla sirke dökün, birkaç dakika bekleyin ve temiz bir kumaşla çıkarın.

Makasınızı parlatır: Makasınız kirlendiğinde ve yapışkan olduğunda yıkamak için su kullanmayın. Bunun yerine makasınızın keskin kısmını sirkeye batırılmış bir bezle temizleyin ve sonra kurutun.

Kokan tuvaletinizi tazeler: Öncelikle banyonuzdaki eşyaları dışarı çıkarın, sonra duvarları, tavanı ve zemini, 4 litre suya karıştıracağınız 1 fincan sirke ve 1 fincan amonyak ve ¼ fincan karbonat ile yıkayın. Tuvaletin kapısını açık bırakın ve eşyalarınızı içeriye yerleştirmeden önce içerinin kurumasına izin verin.

Halılarınızı eski haline getirir: Eğer halılarınız eskimiş ve kirli görünüyorsa, eskisi gibi parlak ve canlı görünmeleri için 4 litre suyun için 1 fincan sirke kattığınız suya çalı süpürgeyi daldırın ve bununla halınızı süpürün. Halınızın ucundaki rengi atmış iplikler de ışıldayacak ve bu solüsyonu durulamanıza gerek yok.

Halıdaki lekeleri çıkarır : Hafif lekeler için yarım fincan sirke içinde 2 çorba kaşığı tuzu eritin, bu suyla lekeli yeri ovalayın, kurumasını bekleyip, elektrik süpürgesiyle süpürün.

Daha büyük ve koyu lekeler için, karışıma 2 çorba kaşığı boraks ekleyin ve aynı şekilde temizleyin.

Daha inatçı ve halının içine işlemiş kir ve lekeler için, 1 yemek kaşığı sirke ile bir yemek kaşığı mısır nişastasından macun yapın ve kuru biz bez kullanarak lekenin içine iyice ovalayarak yedirin ve 2 gün bu şekilde bekleyin, sonra süpürün.

Leke çıkarıcı sprey hazırlamak için , şişeyi 5 ölçü su ve 1 ölçü sirkeyle doldurun. İkinci bir şişeyi de 1 ölçü köpüksüz amonyak ve 5 ölçü suyla doldurun. Lekeye bu karışımı yedirin. Birkaç dakika bekleyin sonra temiz, kuru bir bezle kurutun. Leke çıkana kadar bunu tekrar edin.

Mum lekesini yok eder: Romantik bir gecenin ışıltısı olan mumlar, ahşap mobilyalarınızda genellikle leke bırakır. Bu lekeyi çıkarırken, lekeyi yumuşatmak için fön makinesini en sıcak ayarına getirin ve kağıt havluyla kurutabildiğiniz kadar kurutun. Sonra, eşit miktardaki su-sirke karışımına batırılmış kumaş ile ovalayın. Yumuşak ve emici bir bezle kurulayın.

Mobilyalardaki su lekesini çıkarır: Ahşap mobilyalar üzerine bırakılan ıslak bardakların bıraktığı beyaz halkaları çıkarmak için eşit oranda sirke, zeytinyağını karıştırın ve bu karışımı yumuşak bir bezle lekeye uygulayın. Parlatmak için ise başka temiz ve yumuşak bez kullanın.

Buzdolabınızı temizler: Kapının sızdırmaz contası ve sebze-meyve gözleri de dahil buzdolabınızın içini ve dışını temizlemek için eşit miktarlarda su ve sirkeyi karıştırın. Küf oluşumunu önlemek için, iç kapıları ve içteki gözleri bez üzerine sirke dökerek silin. Ayrıca, buzdolabınızın üzerinde birikmiş toz ve kirleri silmek için seyreltilmiş sirke kullanabilirsiniz.

Mikrodalga fırınınızı buharla temizler: İçi ¼ fincan sirke ve 1 fincan suyla dolu cam kaseyi fırının içine yerleştirin ve en yüksek ısıda 5 dakika bekleyin. Kase soğuduğunda, bir kumaş ya da süngeri bu sıvıya batırın ve iç yüzeydeki lekeleri temizleyin.

Kesme tahtasını mikroplardan temizler: Her kullanımdan sonra, tahtaları doğrudan sirkeyle silip temizleyebilirsiniz. Sirkenin içindeki asetik asit, E.coli, Salmonella, and Staphylococcus gibi zararlı mikroplara karşı iyi bir dezenfektandır. Asla su ve bulaşık deterjanı kullanmayın. Çünkü, bu tahtanın liflerini zayıflatır.

Bulaşık makinenizi yıkayabilirsiniz: Bulaşık makinenizin performansını yüksek düzeyde tutmak ve sabun tabakası oluşumunu yok etmek için, ünitenin altına seyreltilmiş 1 fincan sirke dökün ya da üstteki rafa bir kasenin içine sirke koyun. Sonra bulaşık makinenizi bulaşık ya da detarjan koymadan tam devir çalıştırın. Özellikle suyunuz sertse, bunu ayda bir tekrarlayın. Ancak, bu işlemi uygulamadan önce bulaşık makinenizin kullanım klavuzuna bir göz atın.

Porselen, kristal ve cam eşyalarınızı temizler: Cam eşyalarınızı parlatmak için durulama suyuna sirke ekleyebilirsiniz. Cam eşyalarınızı her gün parlaması için, bulaşık makinenizin durulama devrine ¼ fincan sirke ekleyin.

Kristal eşyalarınızı parlatmak için bulaşık makinenizi durulama suyuna 2 yemek kaşığı sirke ekleyin. Sonra, bunları 3 ölçü su ve 1 ölçü sirke ile hazırladığınız su ile durulayın ve açık havada kurutun.

Fincanlardan çay, kahve lekelerini çıkarır: Bunun için, eşit miktarda sirke ve tuzla ovalamayı deneyin, sonra bunları ılık suyun altında durulayın.

Su ısıtıcınızı (kettle) temizlemek için: Makinenizde biriken kireç ve mineral kalıntılarını temizlemek için, 3 fincan sirkeyi 5 dakika süreyle iyice kaynatın ve sirkeyi gece boyunca içinde bırakın. Ertesi gün soğuk suyla durulayın.

Kızartma sonrası temizlik yapar: Kızartma işini bitirdiğinizde ocağın üstüne, duvarlara sıçrayan yağ damlacıklarını temizlemek için, bunları seyreltilmiş sirkeye batırılmış sünger ile silebilirsiniz. Durulamak için soğuk suyla ıslatılmış başka bir sünger kullanın, sonra da yumuşak bir bezle kurutun.

Kızartma tavanızı korur: Kızartma tavanızda 10 dakika boyunca 2 fincan sirke kaynatmak, birkaç ay boyunca yiyeceklerinizin yapışmasını önler.

Mutfağınızın havasını temizler: Mutfağınıza dün pişirdiğiniz yemeğin kokusu sindiyse, 1 fincan suya yarım fincan sirke karıştırın. Ve karışım buharlaşana kadar kaynatın.

Yumurtanızı daha iyi haşlamanıza yardım eder: Yumurta haşladığınız suya litre başına 2 yemek kaşığı sirke ekleyerek, yumurtanızın çatlamasını önleyebilir ve kabuğunun daha kolay soyulmasını sağlayabilirsiniz.

Sebze ve meyvelerinizi temizler: Meyve ve sebzelerinizi yemeden önce, gizli kirleri, tarım ilaçlarını ve hatta küçük böcekleri yok etmek için, 4 litre soğuk suyun içine 4 yemek kaşığı elma sirkesi koyun, sebze ve meyvelerinizi bunun içinde durulayın.

Elinizdeki kokuları çıkarır: Yemek hazırladıktan sonra ellerinize sinen soğan, sarımsak ve balık kokusunu çıkarmak çok zordur. Sebzelerinizi dilimlemeden ya da balıkları temizlemeden önce biraz saf sirkeyle ellerinizi ovalamanız işe yarayacaktır.

Boğaz ağrısını hafifletir: 3 şekilde boğaz ağrısına iyi gelir ;

Nefesinizi tazeler: Soğanlı ya da sarımsaklı bir yemekten sonra nefesinizin kısa sürede güzel kokmasının ve tazelenmesinin yolu, bir bardak ılık suyun içine 2 yemek kaşığı elma sirkesi ve 1 çay kaşığı tuzu eritip bununla ağzınızı durulamaktır.

Boğazınız öksürükten dolayı tahriş olduysa ya da konuşmaktan ve şarkı söylemekten dolayı ağrıyorsa, bir bardak ılık suda 1 yemek kaşığı elma sirkesiyle 1 çay kaşığı tuzu eritin ve bununla günde birkaç kez gargara yapın.

Boğazınız grip ya da soğuk algınlığından dolayı ağrıyorsa, bir ¼ elma sirkesi ile ¼ balı karıştırın ve 4 saatte bir, 1 yemek kaşığı yutun.

Öksürük ve boğaz ağrısını hafifletmek için, yarım fincan sirke, yarım fincan su, 4 çay kaşığı bal ile 1 çay kaşığı acı sosu karıştırın. Günde 4-5 kez, 1 yemek kaşığı için. Birini özellikle yatmadan önce için. 1 yaşın altındaki bebeklerinize bal vermemeniz gerektiğini unutmayın.

26 Nisan 2010 Pazartesi

G E Z İ

23 NİSAN’DAN FAYDALANDIM


Burhan Bursalıoğlu

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’ni geride bıraktık.

Devlet ve özel okullar kimisi okullarda, kimisi de çeşitli açık ve kapalı yerlerde törenler,  gösteriler düzenledi.
 Çocuklar günlerdir bayram ve gösterileri için heyecanlı hazırlık içindeydiler. Tabii biz de bu arada aynı hevecanı duyuyorduk.

.Şevval’in okulu Ata Koleji, Profilo alış veriş merkezindeki İstanbul Tiyatro salonunda hazırladığı gösteriyi sunmayı planlamıştı. Şevval de, çeşitli yörelerden derlenen folklor gösterisinde görev almıştı.

 23 Nisan sabahı erken kalktık. Ufak bir kahvaltı, itinalı hazırlık ve yola düştük. Salon hınca hınc doluydu. Herkes çocuklarını seyre gelmişti, Saat tam 11 de gösteri perdesi açıldı. Biri erkek iki öğrenci programı taktim için görevli olarak , bitene kadar sahnede idiler.

Saygı ve İstiklal marşından sonra, koro çeşitli şarkılar sundular. Daha sonra Türkçe ve İngilizce olarak 23 Nisan’ ın anlamını iki öğrenci anlattılar.

 Trakya yöresinden halk oyunları; İngilizce olarak, yabancı basında Atatürk; dersimiz 23 Nisan draması; horon,; Fransızca olarak Atatürk'ten vecizeler; Michael Jackson’un dansından bir grup öğrencinin gösterileri; 23 Nisan Çiçekleri dramasıİ İngilizce şiirler; kalabalık öğrenci grubundan karete gösterisi; bale ve şiirden sonra, son gösteri folklordu.

 20 kişilik ekibin iyi hazırlanmış olduğu, oyunlarının seyirciye zevk verdiği, son finalde Şevvalin bir erkekle kişisel gösterileri, haklı olarak bol bol alkış aldılar.
 Program bittikten sonra eve döndük.
Havan ın güzel olması, biryerlere gitme, gezme isteğimizi kabartıyordu. Şevval ve annesi yorgun olduklarını söyleyince, eşimle birlikte, bir ziyarete yapmaya karar verdik.
 Bayan öğretmen arkadşlarımdan Gönül , Üsküdar, Bağlarbaşında, bir ay önce restorant, daha doğrusu kebap salonu açmıştı. Oraya şans dilemeye gitmek için, Yeniköy’den dolmuş motoruna bindik.
Hava güzel olduğu için denizde çırpıntı dahi yoktu. Sadece, boğazdan geçen şilep ve gemilerin oluşturduğu dalgalar motora çarparak patlıyordu. 20 dakika sonra Beykoz’a çıktık. Beykozda, 15 F otobüsüne binerek, yoğun trafik kuyruğuna girdik.

 Boğazın, Anadolu yakasında, sıra ile, Paşabahçe, burunbahçe, Çubuklu, Kanlıca, Körfez, Dolaybağ, Anadolu Hisarı, Spor Akedemisi, Küçük Su, Kandilli, Vanıköy, Subay evleri, Kuleli, Çengelköy, Havuzbaşı, Yalıyolu, Beylerbeyi ve Çayırbaşı bölgelerinden geçerek Altunizade’ye geldik. Bir durak sonra Bağlarbaşında indik.

 Allame sokağından aşağıya doğru yürüyerek, 32/ B yi bulduk.
Haberli olan Gönül Hanım bizi kapıda karşıladı. Tabela dikkatimi çekti. “Gönül Çelen”.
 Çok şirin, güzel, tertemiz. Yemek   masaları,   lekesiz, pırıl pırıl örtüler ve  masa üstü malzemelerle döşenmiş.  İki katlı , bahçeli bir yer. Fırın ve mutfak bölümlerini dolaştık.
 Ev yemekleri, döner, kebap pide ve lahmacun çeşitleri yapılıyor. Siparişimizi verdik.
 Gönül, kendini işe alıştırmaya çalışıyor. Bilmediği ama çok istediği bir iş. Gönül tam olarak mutlu değil. Kaygılı. İşe gözü kara olarak girmiş ama “acaba, yanlış mı yaptım” sorusunu da kendine sormuyor değil. İlerisi için ümitli.
 Babası yardımcı oluyor. Ustası var, bir taraftan da motorlu eleman görüşmeleri yapıyor. Paket servis işine girmek için. Yaz içinde birkaç günlük tatil de düşünüyor. Bodrum’a davet ettik. Hatta Gap’ı da düşünüyor. Kendisine “ Bu dükkan senin Gap’ın. Gapı daha sonra düşün.” Dedim. Gülüştük.

 Siparişlerimiz geldi. Tıkabasa yiyip, çayımızı içtik. Vakit te geç olmuştu. Vedalaştık. Üsküdar’a doğru yürüyerek , yediklerimizin hazmedilmesine karar verdik.
 İskele uzaktı, yokuş aşağı olduğu için inmeye başladık. Sağda solda alış veriş mağazaları, insan kalabalığı, yolun sağında ve solunda park etmiş arabalar. 40 dakikada Üsküdar’a indik.
 Üsküdar’dan, Beşiktaş dolmuş motorlarına binerek Beşiktaşa çıktık. İskele yanındaki otobüs terminalinde 15 dakika bekleyerek 40/B Beşiktaş- Sarıyer otobüsüne bindik. Vaktin geç olması nedeniyle trafik akışı normaldi. 20.15 de Yeniköy’e indik.

Eve gelerek, bu günün değerlendirmesini yaptım.
 Geçmiş yılların ve çalıştığım yılların 23 Nisan’larını düşündüm. Genel olarak hava yağışlı, soğuk, rüzgarlı geçerdi. Çoğu Bayramları, ya başka güne erteler veya okul içinde yapardık. Çocuklar üşür, veliler hırka , kazak, bir çeşit örtülerle çocukları soğuktan korurlardı. Kimse de bayramdan bir şey anlamazdı. O günün heyecanı ertelenen güne devredilirdi.
 Bu yıl hava çok güzel ve herkesin yüzünde mutluluk ifadesi vardı. Biz de mutluyduk
Şevval’in başarısı, birbirinden uzak noktalara giderek, küçük devri-alem yapmış olmamız mutluluğumuza yetiyordu. Yeniköy-Mecidiyeköy, Mecidiyeköy- Yeniköy, Yeniköy- Beykoz, Beykoz- Bağlarbaşı, Bağlarbaşı-Üsküdar, Üsküdar- Beşiktaş, Beşiktaş- Yeniköy. Şimdi diyorsunuz ki “Bukadar yol katedildi mi? “ Edildi. Sadece, (Yeniköy-Mecidiyeköy ve Mecidiyeköy- Yeniköy) güzergahı hariç , toplu taşıma araçlarıyla.
 Sizlerin de güzel geziler yapmanız dileğiyle, nice 23 Nisan’lar diliyorum.

NOT- Resimler, Ata Kolejinin gösterisinde ve GÖNÜL ÇELEN de çektiklerimdir. Şevval'in gösterisini  videoya aldığım için resim olarak bulunmuyor.

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...