25 Temmuz 2010 Pazar

T E Ş E K K Ü R



Ailemizin büyüğü ve neşe kaynağımız, sevgili Cemal AKÖZ'ün vefatında, camide ve mezarlıkta, üzüntümüze ortak olan, ayrıca, iletişim araçlarıyla taziyelerini bildirerek, dualarını esirgemeyen, akraba, dost, arkadaş ve öğrencilerime  AKÖZ ve BURSALIOĞLU  Aileleri  adına teşekkür ederim.

Burhan BURSALIOĞLU

23 Temmuz 2010 Cuma

ÜZGÜNÜZ

BİR AİLE BÜYÜĞÜMÜZÜ DAHA KAYBETTİK

Muhterem  ve sevgili dünürüm, gelinim Güniz Bursalıoğlu'nun sevgili babası, Oğlum Yüksel'in kayın pederi,  biricik oğlu Enis Aköz'ün babası, Çok sevgili  Semra Aköz'ün eşi, Büyükdere'nin sevilen , sayılan  ağabeyleri  CEMAL AKÖZ'ü 21 Temmuz 2010 Çarşamba günü kaybettik. 
Cenazesi, Kireçburnu mezarlığında Allahın rahmetine tevdi edildi.
Başta biz olmak üzere tüm yakın ve tanıyanların başımız sağolsun. 
Allah, geride kalan eşi, çocukları, akrabaları ve dostlarına uzun ömürler versin.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

S P O R

Bütün millet ve bütün memleket evlatlarını sportmen yapmak için harcanan çabanın önem ve kutsallığı aynı oranda değerli ve önemlidir.   Mustafa Kemal ATATÜRK

ŞİFRELİ   SPOR  


 Burhan Bursalıoğlu

                        Bir konu üzerinde düşüncelerimi söyleyeceğim. Yazımı okuduktan sonra,  “Hadi canım, bu da nereden çıktı. Alan memnun satan memnun “ diyeceğinizi biliyorum. Ama yinede söyleyeceğim.
2010-2011 futbol sezonuna başlamak üzereyiz.
Tüm futbol takımları harıl harıl hazırlık çalışmaları yapıyor ve tüm görsel medya bu hazırlık maçlarından ve transferlerden görüntülü haberler veriyor ve yazıyorlar. Özellikle şu günlerde transfer dedikodularında milyonlarca dolar ve yuro lar uçuşuyor. Neden? Futbol takımları başarılı olsun diye Avrupa’dan futbolcu ithal ediliyor.
Spor demek futbol mu? Başka branşlar yok mu?  Futbolcuya çuvallar dolusu para harcayarak takımlarımızı güçlendiriyoruz. Diğer branşlarda ne yapıyoruz? Hiçbir şey. Çünkü Türk sporcu yetiştirmiyoruz. Teşvik edecek imkan tanımıyoruz. Halbuki her branşta yapılan seçmelere binlerce gencin katılması gerekir.Türk sporuna neden genç sporcular yetişmiyor?  Neden her branşta seçmelere, yarışmalara yüzlerce, binlerce  genç sporcular müracaat etmiyor?  Tek tük yetişenleri de aşağıya doğru çekiyoruz. Sebepler çok. Hem de pek çok. Burada, nedenlerden sadece birine değineceğim. Şifreli TV futbol yayınlarına.
                        Bir zamanlar Cine 5 futbol maçlarını, şifreli yayınlardı. Ücretli olarak Cine 5  de maçları seyrederdik. Sonra, maç satın alma ihalesini kazanan Dijitürk ortaya çıktı. Lig TV  kanalından  maçları şifreli olarak vermeye başladı. Bir yıllık maç seyri kişilere aşağı yukarı 1000 tl  ye mal oluyor. Şimdi de D- Smart ortaya çıktı. TRT -1 in şifresiz vererek seyrettiğimiz 2. 3. lig maçlarını  D-Smart şifreli veriyor. Avrupa maçları dahil, takımların hazırlık maçlarını dahi şifreli olarak veriyor.. Böyle   bir  şey   olur  mu?  Oluyor işte. Peki bunlar nasıl seyredilecek? 300 tl. ye D-Smart disivırı alacaksın, uydu anteni taktıracaksın, maçları izleyeceksin. Sonra ne olacak? 1-2 yıl sonra bir başka kanal ihaleyi alacak, D-Smart ın disivırları elde kalacak. Nitekim, 5 yıllığına yine dijitürk ihaleyi alarak süper liği oradan izleyeceğiz. Tabii şifreli.

                        Şimdi, bu kanallar,  aldıkları bir sürü paraya karşılık, bizlere haftada  en fazla 3 maç izletiyorlar. Dikkat edin sadece 3 futbol maçı. Sanki başka spor branşı yokmuş gibi.
                        Sayın TFF kulüpler adına, açık artırmayla maçları satar. Yayıncı kanal, gelirlerinden bir miktar kulüplere ödeme yapar ve maçları  şifreli olarak abone olan 2-3 yüz bin  kişiye iletir.
                        Şimdi, doğru oturup doğru konuşalım. 60-70 milyon insana seyrettirme imkanı var iken, 200 – 300 bin  kişinin seyretmesi sporumuzu kalkındırır mı? Mümkün değil. Futbolcu yetişir  belki,  ama sporcu  yetişmez.
 Şöyle bir geriye değru uzanalım. Bugüne dek yetişmiş olan tek tük sporcuların hepsi kırsal bölgelerden, köylerden yetişmiştir. Her tarafımız deniz, hangi yüzücümüz, kürekçimiz, tramplencimiz,  dünya çapında , hangi arenada kendini göstermiştir?  Karlı dağlarımızdan hangi kayakçımız, uluslar arası kış olimpiyatlarında  başarılı olmuştur?
 Ata sporumuz güreşteki durumumuz belli. Ulusu sokağa dökecek bir başarımız varmı?. Güreşimizin 50-60 yıllarındaki parlak dönemini yakalayabilmiş miyiz? Nerede binicilik, avcılık, okçuluk, kılıç oyunları, cirit? Bugünün hokeyin atası  sayılan  çögen, beyge, kızbörü , gökbörü gibi değişik oyunlar nerede? Osmanlı döneminde güreşçi yetiştirmek için pehlivan tekkelerı kurulmuştu. Bizde güreş okulları var mı?  Cimnastikçi yetişiyor mu? Rahmetli, Ali Faik Üstünidman’ın, Selim Sırrı Tarcan’nın ruhları   sızlamıyor mu?  Sızlar tabi. Futbol varken gerisini silkele gitsin.
 Bütün kanallarda, spor haberlerinde, futbolun dışında bir spor haberi var mı? Futbolun dışında canlı yayın var mı? Evet futbolu küçümsemiyorum. Oda önemli , çokta seviyorum, ama, diğer sporlardan da söz edilmelidir. Saatlerce futbol yorumları yapılır, kişiler hakkında dedikodu yapılır, hiçbir spor branşından bahsedilmez, adı spor yorumu olur. 

Gençlere, yeni yetişkinlere sporu böyle mi sevdireceğiz? Sevdirmek için ne yapıyoruz? Kapalı ekranların arkasından mı sporu sevdireceğiz. İnsanların seyretme özgürlüğü yok mudur? Yayınlanan  bir haberi duyma ve seyretme özgürlüğüne sahip değil miyiz? Paparazilerin, insanların mahrem hayatına girip çektikleri uygunsuz resimler şifresiz yayınlanıyorsa , onların yaşama özgürlüğüne  müdahale olmuyor mu?” Herkes bunları seyretsin”  demek istenmiyor mu? Ama bir spor yayını  için,  “seyredemezsin” diyerek, seyir ve dinleme özgürlüğü kısıtlanmıyor mu? Bu çelişki olmuyor mu? .
                        Efendim, abonelerden toplanan gelirler olmalı ki, kulüplere para verilebilsin. Diyelim ki, şifreli yayınları 500 bin kişi seyrediyor ve 10-20 de reklam alıyor.Yayını 50-60 milyon insana seyrettirseler, bu durumda, reklamcılar  30-40 reklam vermezler mi. Gelir daha da çoğalmaz mı?
                        Önerim şunlar :
1-     Her kanal istediği branşta  yayınını yapsın,  gelen reklamlardan kulüp veya kuruluşa da bir miktar ödeme yapılsın..
2-     Kanalların, spor saati, spor yorumu adı altında futboldan başka haber ve yorum yapmıyorlarsa, programdaki “spor” sözcüğünü kaldırsın.
3-     Her kanal gerçek spor programı uygulasın da, köy,  kasaba, varoş ve kırsal bölgelerdeki insanlarımıza heyecan gelsin, teşvik edilsin ki,  sporda kitlesel kalkınma yapılsın.
4-     Haber sonrası spor haberlerinde tüm branş haberleri verilsin                                                                                                                      
5-  TC. temsil eden Ulusal bir kanal sadece spor yayını yapsın. Eurospor örnek       alınsın.
   6-  Bu isteklerimin yerine gelmesinin mümkün olmayacağını da biliyorum. Futbolun, bir ticaret metah-ı haline geldiği yerde, galiba hülyalara dalıyorum.


15 Temmuz 2010 Perşembe

EĞİTİM




BU İCRAAT MI, SİYASET OYUNU MU?

Burhan Bursalıoğlu


Bir  ülkenin, halkının eğitimli olması, o ülkedeki okulların çokluğundan ziyade, mevcut okulların kalitesiyle  doğru orantılıdır.
Öğretmeni, aracı gereci olmayan, ulaşımı zor olan, öğrencisi olmayan Üniversiteden mezun olan biri, 10 diploma alsa ne yazar. Bilgi dağarcığı boş olduktan sonra
.
Milli Eğitim Bakanı Sayın  Çubukçu, yeni, yeni Üniversiteler açacağını söylüyor. Bunu neden  gerek görmüş anlayamadım. Mevcut Üniversitelerin, yüksek okulların birçok branşları boş sıralarla dolu. Dolu olan  branşların da  öğretim üyeleri  yetersiz veya yok. Yüksek okullarda okuyan 2 700 000  den fazla  öğrenci var. Mezun olanlar boş geziyor. İş yok, iş sahsı yok,  iş sahası açmak için de çaba yok  Fırsat bulanlar yurt dışına gidiyor. Orada iş imkanları arıyor.
Öğretim üyeleri genellikle merkezi yerlerde toplanmış. Uzak yerlerdeki yüksek okullara, günübirlik uçakla gidip geliyorlar.  Ne kadar faydalı oluyorlar, kendileri daha iyi yorumlarlar. Öğretim üyelerinin sayısal eksikliği nedeniyle, emeklilerle sözleşme yaparak, açık kapatmaya çalışıyorlar. Okul çok, öğretim üyesi az.

Ben Bakan Çubukçu’nun yerinde olsam, öğretim üyesi yetiştirme planı yapar, maaşlarını artırır, mesleği cazip hale getirir, yaşam koşullarını rahatlatır, verimsiz ve boşuna açılan yüksek okulları kapatır, kaliteyi artırmaya çalışırdım. Bütün bunlar için para lazım.  GSYİH  den ayrılan 0.8 oranındaki bütçe ile bunlar olmaz. Olmaz ama yeni üniversiteler açma planları yapılıyor.

Şu bir gerçek. AKP İktidarı  8 yıldır bu ülkeyi yönetiyor.  Ne yazık ki, eğitimde hiçbir varlık gösteremeden sınıfta çakmıştır. Çünkü her uygulamada siyaset ön plana çıkmıştır. Sayın  Çubukçu’nun, yeni üniversiteler açma planları da aynı amaçla  düşünüldüğünü zannediyorum.

Bu yol iyi bir yol değildir. Önce istihdam imkanları sağlanmalı, sonra da ihtiyaca göre öğrenci alınmalı, eksikse yeni yüksek okullar açılmalıdır. Her şey planlı yapılmalı. Oy arzusu, bu ülkeyi seviyorlarsa daha sonra düşünülmelidir.
Sayın Çubukçu  bu sevdadan vazgeçmelidir.

GÜNAHTIR  SAYIN  ŞİMŞEK

 Burhan Bursalıoğlu

Ülkemizi yöneten kişiler, öyle zannediyorum ki, memurların yaşadığı hayatı tahmin dahi
 edemiyorlar. Kendi yaşantıları gibi mi zannediyorlar? Bu insanlar memurluk yapmamış. Memurun bu ülke için ne kadar değerli olduğunu kavrayamıyorlar. Kendilerini ve ülkeyi yaşatanlar, idame ettirenler memurlardır. Memurlar olmasa bu Ülke batar, nefes alamaz. Kaos çıkar, insanlar birbirini parçalarlar.

Bazı kesimlerin 1 gün de olsa yaptıkları iş bırakma, grev gibi eylemler de hayat felç oluyor. Karşı koyan da, destekleyen de oluyor.  Bunun bir de tüm memurların  uyguladıklarını düşünürsek, Ülkenin ne hale geldiğini asla düşünmek istemiyorum. 
   
Hükümette bulunanlar, Bakanlar,genelde siyasiler, bunları düşünemiyorlar mı? Düşünemiyorlar demek. Çünkü memurlara siyah gözlüklerle bakıyorlar. Memurların dinlenme, istirahat hakları yokmuşçasına, ellerindeki imkanları alınıp, başkalarına peşkeş mi çekmeyi planlıyorlar.
Maliye Bakanlığı memurların yaz aylarında, kışın yorgunluğunu çıkarmak için  10 günlük tatillerini yapacakları, memur dinlenme tesislerini 4 Ağustos’ta satışa çıkaracakmış. Pes doğrusu. Memurun malına göz dikme buna denir.

İstanbul, Ankara, Adana, İzmir, Muğla, Antalya ve Bursa’daki sosyal tesisler satılıp, Sayın Bakan Şimşek’in ifadesine göre de elde edilecek olan 152 milyon tl. ekonomiye kazandırılacakmış.
Ekonomiyi bu kadar önemseyen Sayın Şimşek, 6 yıldızlı otellerde yapılan tatiller, alınan lüks arabalar, uçaklar, Dünya’nın her bucağını gezme olanağı  tanınan akrabalar, özel davetlere uçakla gidip gelmeler, keyfi olarak götürülen kişilerin masraflarını  neden görmüyor?   Sayın Şimşek’in gözlükleri  bunları görmemeye, ama  gücü yetenleri görmeye mi ayarlanmış.
Vazgeçin bu sevdadan sayın Şimşek. Üzerinize vebal almayın. Kriz açıklarını kapatmak  uğruna günaha girmeyin. 12 tesisten yaz aylarında istifade eden 30- 40 bin memurun moralini bozmayın. Zaten, ekonomik sıkıntılara karşı mücadele ederek çalışan  memurun , ucuz tatil yapması Sizi rahatsız etmemeli.
Günahtır, yazıktır.                           

10 Temmuz 2010 Cumartesi

BODRUM'DA GEZİ

BİR SANAT  KÖYÜ
Burhan Bursalıoğlu


Geçen hafta Uyku vadisine gittiğimiz , Ahmet Karslı, Ahmet Sarı,  eş  ve ekleri,  eşim, kızım torunum la birlikte,  dün ,  Cuma günü , saat 14 de buluşarak , Yaka köyüne uzandık.

Ortakent –Yalıkavak yolunu takip ettik. Yaka  köyü  sapağından daha ileri giderek, asırlık çınar ağacının gölgelediği, yıllardır aynı işi yapan  gözlemeciye uğradık. Siparişlerimizi verdik.
 Karşı masada ,gözlemelerini bitirmiş, kalkmakta olan  , İstanbul’un eski valilerinden   Sayın Nevzat Ayaz ve  eşi ile  kızları olduğunu tahmin ettiğim aile  gözümüze ilişti. İstanbul’da, Emirgan İlkoklulu Müdürlüğü yaptığım yıllarda Vali olan Sayın Ayaz’ın , arabaya bilerken yanına gidip, kendimi tanıttım. Sağlığını sordum.  Kendisini dinç ve sağlıklı gördüm. Hafızası da güçlüydü. Emirgan’da  çalışırken, okulum 2. derecede tarihi eser statüsünde idi. Çok yıpranmıştı. Yenilenmesi gerekiyordu. Çok uğraştan sonra dış duvarlar kalarak içini tamamen değiştirmiştik. Sayın Ayaz bu olayı hatırladı. 2 ay  Bodrum’da dinleneceğini söyledi. Fazla meşgul etmeden, iyi  tatiller diledim.

Gözlemeci bayanın getirdiği gözlemelerimizi yedikten sonra, işletmeci bayanın, sabahları  köy kahvaltılarının , öğleleri ev yemeklerinin olduğunu  hatırlatarak, oradan ayrıldık.
Yaka köyü, ana caddeden bir kilometre kadar içerde.
Bizim amacımız köyün içine girmek değildi.. Aslında bir sanat galerisi, sanat köyü haline getirilmiş olan  yeri görmekti. DİBEKLİ HAN.

Gülay ve Cenap  Tezer çiftinin,  Bodrum’un  tabii doğasını acımasızca  betonlaştıran, sosyal yaşantısını yozlaştıran, kişisel çıkarlar uğruna, yeşili yok eden, değişime karşı isyan bayrağını açan, başkaldıran girişimin sembolü haline getirilen Kültür ve Sanat Köyü Dibekli han’ı oluşturmuşlardır.

Dibekli han a vardığımızda, tümü taşlarla örülmüş tesisle karşılaştık. Kimi büyük, kimi geniş odalar, sergi salonları, meydanlarda,  Anadolu’nun değişik yerlerinden getirilmiş el yapımı eserler, her kapının üzerinde, birbirinden güzel renkli motifler.
Her galeri , meydan ve sokaklara da , sanatçıların adı verilmiş.
Saat 16 dolaylarında olduğu için , 13-17 saatleri  arası kapalı olan sergi ve satış içerikli  mağazaları açarak görmemizi sağladılar.
Değerleri çok yüksek olduğunu tahmin ettiğimiz  Anadolu’dan toplanan   eserlerin sergilendiği  müzenin dışında, yine antika  ve çoğu el emeği, göz nuru  harcanarak yapılan  eserlerin satışa sunulduğu  galeriler var.
Yöresel,Ege ve Anadolu mutfağı damak tadını tattıran, Salı Çarşamba ve Perşembe günleri, öğle ve akşam içkili , Cuma,Cumartesi ve Pazar günleri de sabah kahvaltısı ve  içkili akşam servislerinin yapıldığı, haftada bir günü de Türk Sanat Müziği ile canlı müzik yapan  Dibek Sofrası restoranı, pastasından, simitine, kolasından-çayına, kahvesinden  sütüne kadar her tür meşrubatı ve yiyeceği olan , bakımlı, tertemiz kahvehanesi.

İnanın, sayın Tezer çiftinin tüm  imkanlarını  seferber edip, oluşturdukları bu  sanat mabedini  yaparken, bir gelir elde etmeyi asla düşünmediklerini zannediyorum.  Kendilerinin de ifade ettikleri gibi, “Anadolu’da kaybolmakta olan el santları ve yaşantılar “ sloganıyla, “Anadolu’nun 12 000 yıllık  geçmişinin unutulmaması” amaçlanıyordu.

Öteden beri halkın özünden çıkmış, onun alın teri , beyin gücü, el emeği, göz nuru  ve beden  yorgunluğu sonucu oluşan  sanatsal eserlerimizin, teknolojinin, makinenin, hakim olduğu  ortamda, büyüteçle, aranılarak, sanat ve sanatçıların, yaşamlarını sürdürme , onları halkımıza tanıtma, ve eser sahiplerine ekonomik katkı sağlamak, Dibekli hanın  amaçlarının başında gelmektedir.

Dibekli han Kültür ve Sanat Köyü’ nde  bütün yıl etkinlikler olmakta. 1 Ocak’ta başlayıp yıl sonuna kadar  süren   program oldukça yüklü. Hatta şimdiden dahi 2011 yılının programının da  iskeleti yapılmış durumdadır.
Bugün, akşam saat 18 de Fikret Otyam’ın  resim sergisi ve imzalama etkinlikleriyle  başlayacak olan  Temmuz  programı şöyle.

10-22 TEMMUZ  2010:

Orhan Kemal Meydanı          :   Resim sergisi        SEMA YELKENCİOĞLU
Nedim Günsur Sokağı           :    Suluboya resim.   GÜLAY YÜKSEL
Yıldız Kenter Sanat Galerisi :    Resiv ve dokuma  FİKRET-FİLİZ OTYAM
Erdinç Bakla Sanat Galerisi  :    Fotoğraf                FİKRET OTYAM
Orhan Veli Sanat Galerisi.    :    Takı                       NÜKHET ANADOL
24     
25    TEMMUZ – 5 AĞUSTOS  2010   

Orhan Kemal Meydanı         :      Seramik-Heykel      ERDİNÇ BAKLA
Nedim Günsur Sokağı           :      Resim                     YASEMİN DOĞAN
Yıldız Kenter Sanat Galerisi :       Kırkpare                GELENEKSEL      
Erdinç Bakla Sanat galerisi   :       Seramik – Heykel  ERDİNÇ BAKLA
Orhan Veli Sanat galerisi      :       Resim- Heykel       SELİN AKTAN

Bodrum’a yolu düşüm , bu sanat harikası yeri görmeden gidenler çok şeyler  kaybetmiş olurlar.
İlgilenen ve programları takip etmek isteyenler için bu sanat köyünün internet  adresini aşağıda bulabilirler.
Halkımıza, kaybolmakta olan,  geçmişimizin sanatını  yansıtmaya çalışan, başta kurucu Gülay – Cenap Tezer çifti olmak üzere, Uluç Tezer, ve  sanat köyünde, amatörce hizmet gören sayın görevlileri kutluyorum. Yaptıkları hizmetin, bir gün değerlendirileceğini ve  kendilerinin isim vererek ölümsüzleştirdikleri sanatçılar gibi, ölümsüzleştirilileceklerine hiç kuşkum yok.

GSM  : 0532 527 76 49
www.dibeklihan.com

7 Temmuz 2010 Çarşamba

YAKIN TARİHİMİZ

27 MAYIS  1960

Burhan Bursalıoğlu

Bir çok az gelişmiş ülkelerde, sık,sık askeri darbeler olur. Adamın gözü, kaşı hoşuna gitmezse, elindeki kuvvetle iktidarı alaşağı eder, onu da bir başkası beğenmezse yönetimi ele geçirir. Özellikle, Latin Amerika’da ve Afrika’da bu keyfi darbeler çok görülmektedir.
Bazen, bu askeri darbeleri meşru görmek lazım. Keyfi ve kısa ömürlü darbelerin yanında uzun ömürlü darbeler de vardır. Bizde 1960 da yapılan darbe , meşru, ama kısa ömürlüdür. Uzun ömürlülere örnek Libya’yı, Kaddafi’nin yaptığı darbeyi gösterebiliriz.
Bizde ilk darbe 1960 ın 27 Mayıs’ında yapıldı. Talat Aydemir’in iki de teşebbüsü var. 1970 muhtirası ve 1980 darbesi birbirlerini takip etti.

Bu yazımda 27 Mayıs 1960 darbesine nasıl gelindiğini kısaca ele alacağım.

Yukarıda da söylediğim gibi, bazı darbeler meşrudur. Yapılmasında yarar vardır. 1960 darbesi de bana göre gerekli bir darbe idi.

NEDEN?

İkinci Dünya savaşı bitmiş, Türkiye Cumhuriyeti rahatlamıştı. Artık, demokrasinin olmaz olmazı olan çok partili rejime geçebilirdik. Nitekim, 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü: yeni partiler kurma iznini verdi. CHP den kopan bazı üst düzey yöneticiler Demokrat Parti sini kurdular.
1946 seçimlerinde az bir farkla seçimi kaybeden DP. 1950 seçimlerinde ezici çoğunlukla iktidara geldi. CHP ve İsmet İnönü’ün iktidarına son verdi.
Partinin kurucuları ve üst düzey yöneticileri olan Celal Bayar Cumhurbaşkanı, Adnan Menderes Başbakan, Fatin Rüştü Zorlu Maliye bakanı Fuat Köprülü Dış İşleri Bakanı oldu   Bunlar , aslında CHP sinden gelen ve Atatürk’ün de yardımcılığını yapmış sevilen insanlardı.
Atatürk döneminde, Celal Bayar, bir delikanlıya "Ataürk'ü sevmek bir ibadettir" sözü hala söylenmektedir.

DP ilk dört sene ülkeyi iyi idare ettiler. Bunun mükafatı olarak da, 1954 seçimlerinde de büyük başarı gösterip, ezici çoğunluk kazandılar
.

1954 seçimlerinden sonra iktidarı elinde bulunduran DP yöneticileri, başta Başbakan Adnan Menderes, demokratik yönetimden uzaklaşarak, baskı rejimi uygulamaya başladı. Nitekim, şaibeli 1957 seçimlerinde az bir çoğunlukla , iktidarı elinde tutmaya çalıştı.
Ekonomi bozulmaya başladı. 1957 de memurlara yaptığı yüzde yüz zam, hala devam eden enflasyonun başlangıcı oldu.. Zamma kadar aldığım 141 lira maaşım, ay sonuna kadar, sıkıntıya düşmeden rahat yeterken, zamdan sonra aldığım 300 lira ile ayın 20 sini zor getirmeye başladım. Yaşamımda hiçbir değişiklik yapmadan.
Hayat zorlaşmaya başlamıştı… Her şeyin fiatı 3-4 misli artmıştı. Meteliğe kurşun atan bazı yandaş kişiler zengin oldu. Başbakan Adnan Menderesin Her mahallede bir milyoner yaratacağım “ sözü üzerine rüşvet, irtikap, dolandırıcılık arttı. Yandaşlar ve fırsatçılar kısa zamanda milyoner oldular. Yatırımlar azaldı, dışa bağımlılık arttı. Marşhal yardımı adı altında ilkokul öğrencilerine, süt, süt tozu, kuru üzüm verilmeye başlandı. Bu uygulamalardan da nasibini alan aldı.
Bozulan ekonomi memleketin kötü gidişinin tek sebebi değildi. Başta rejim olmak üzere, idareye ve kurumlara olan saygınlık azalmaya başladı. Halk ikiye bölündü. Türkiye radyoları, gece,gündüz, 24 saat devamlı, iktidarın yarattığı “Vatan Cephesi” ne, sözde üye olanların isimlerini okumaya başladı. Öyle ki, ölenlerin adlarının da okunması, sulandırılmışlığın başlıca örneği idi.
Hukuk yok edilmeye, kurumlar küçük düşürülmeye başlandı. Cumhuriyetimizin bekçisi olan silahlı kuvvetlerimiz aşağılanıyor, bizzat Menderes orduyu ben yedek subaylarla idare ederim “ diyecek kadar ileri gitmiştir.

Üniversiteler ayaklanarak, öğrencilerin, uygulamalara karşı, yürüyüş, paneller ve mitingler düzenlemeleri gün geçtikçe çoğaldı. Üniversite profosörlerine “Kara cübbeliler “ diyen Adnan Menderes, İsmet İnönü’nün, Uşak ‘ da taşlanması, Kayseri’de yolu kesilerek uğradığı saldırı ve Topkapı’da uğradığı linç girişimine karşı dahi seyirci kalmıştır.. Aleyhteki tüm olayların gazetelerde yayınlanması yasaklandı. Çeşitli şekillerde Anayasa ihlali yapılıyordu.
Muhalefeti ortadan kaldırmak, tepki gösteren kurumları cezalandırmak için “Tahkikat komisyonları “ kurduruldu. Devrimlerden taviz verilmeye başlandı. Halk, ne kadar çok milyoner yetişiyorsa da, aksine, gittikçe yoksullaşmaya,  yoksullaştıkca da tutucu bir hal almaya başladı. İyileşmeyi, Din de aramaya başladı.
Üniversite gençlerinden ölenler olmaya başladı. Ülkenin her yöresinde, hükümetin davranışlarına karşı tepki toplantıları, nümayişler, mitingler çoğalınca, sıkı yönetim getirildi. Askere de “ Sokak gösterisi yapanlara ateş edin “ diyerek çok tehlikeli talimatlar verildi. 2-3 kişi bir araya gelmeyecek Büst ve heykellere çelenk, çiçek konmayacak,gece sokağa çıkılmayacak, her konuda askere müracaat edilecek. Bunu gibi bir sürü talimat.

Bu arada,babamın bizzat yaşadığı olayı anlatmadan geçemeyeceğim.
1960 yılında babam İstanbul’da, karakol komiseri olarak görev yapıyordu. Sıkı yönetim ilan edilmiş, asker ,polis asayışı birlikte sağlıyorlar. Bu sebepten ötürü, babamın emrine bir cemse ve 20 silahlı asker vermişlerdi. Güzergah olarak da Taksim ve Dolmabahçe arası,Gümüşsuyu tayin edilmişti.. Babam her akşam eve geldiği zaman , o gün olaysız sona erdiği için huzurlu oluyor ve ohhh çekiyordu. Ta ki 19 Mayıs’a kadar.
O gün özel bir emir alıyor. Bayram olması nedeniyle, “Öğrencilerin Taksim abidesine çelenk koyma ihtimaline karşı tedbirli ve dikkatli olunması , grup halinde öğrenci ve vatandaşların Taksim’e çıkmalarına müsaade edilmemesi.

Balonun patlamakta olduğunu sezen babam, öğrencilerle çatışmak istemediği için, oradan uzaklaşmak istedi. Askerin banyo yapmasını sağlamak amacıyla şoföre, Topkapı Askeri kışlasına yönelmesi emrini veriyor. Topkapı’da, ekibi karşılayan subaylara , gerçek amacı açıklayıp,askere de banyo yapma izni verdikten sonra , gençlerin çelenk koyacaklarsa
 koyma saatini  tahmin ederek öğleye doğru geriye dönüyorlar.
Dolmabahçe’den Gümüşsuyu’na çıkarken, önlerini, içinde İstanbul Sıkıyönetim komutanı, yardımcısı, İstanbul Emniyet Müdürü ve bir kişi daha olan askeri cip kesiyor. Hışımla dışarı çıkan komutan babama, nerede olduklarını, çelenk konmasına neden müsaade edildiğini sert ifadelerle sorunca, babam, askerin ihtiyacı olan banyonun yapılması için Topkapı’ya gittiklerini, bundan da pişmanlık duymadığını ifade etse de, gerek komutan gerekse müdür,hiç dinlemiyorlarmış gibi verilecek cezaları sıralıyorlar, görevi ihmalden önce apoletlerini sökeceğim diyen müdüre, apoletleri ben kendi gayretimle hak ettim. Siz takmadınız , buyurun ekibi “ diyerek oradan yaya olarak uzaklaşıyor.

Eve üzgün ama, kararlı geldi. Resmi kıyafetleri çıkararak torbalı bir askıya asıp gardroba yerleştirdi.
Bir taraftan da meslekten istifa dilekçesini hazırlayıp masanın üzerine koydu. Komutanlıktan gelebilecek yazıya göre hareket edecekti.
Nihayet 27 Mayıs sabahı, ihtilal olduğunu öğrendik, tüm mahalle gibi bizde sevindik.
Aynı gün saat: 10.30 civarında bir binbaşı ile alt rütbeli 3 kişi eve gelerek babamı sordular. Babam kendini tanıttı. Binbaşı babama bir zarf uzatarak, en kısa zamanda gereğini rica edip gittiler.
Zarfta, babamın Eminönu Emniyet amirliğine vekalet etmesi, ve hemen göreve gitmesi isteniyordu. Gardroptaki resmi kıyafetler sevinçle giyildi ve yola çıkıldı.
Birkaç ay orada görev yaptıktan sonra, aslı görevine döndü ve 1965 de emekli oldu.

Ülkenin bu durumuna seyirci kalmayan silahlı Kuvvetleri, Orgeneral Cemal Gürsel başkanlığında  27 Mayıs 1960 sabahı, ülke yönetimine el koydu. Tüm yöneticiler, Yassıada ya gönderilerek, mahkeme edildiler. Çeşitli cezalara çarptırıldılar.
Milli Birlik Komitesi ihtilali yaptı ama bir kısmı idarenin devamında, bir kısmı da idareyi sivillere devretme görüşündeydiler. Sivillere devir etmeyi düşünenler erken davranarak, 14 Milli Birlik Üyesini yurt dışına, hükümet müşaviri olarak gönderdiler.

1961 de , 61 Anayasası olarak adlanan Anayasa hazırlanıp, 9 Temmuz 1961 de halk oylamasına sunularak yüzde 61.7 kabul oyuyla yürürlüğe girmiştir. Cemal Gürsel de 4. Cumhurbaşkanı oldu.
15 Ekim 1961 de genel seçim yapıldı ve Adalet Partisi iktidara geldi.
.
Bu olayı neden yazdım.?
Görsel medyanın çeşitli kanallarında, çeşitli bilgi yarışmalarında, yarışmacılara sorulan, yakın tarihimize ait, o kadar kolay sorular bilinmiyor ki, insan , ister istemez suçlu arama , hatta kendimizi suçlama durumuna düşüyoruz.. İnanın ,verilen yanlış, veya bilmiyorum şeklindeki cevaplar karşısında çok üzülüyorum. Eminim,Siz de aynı duyguları yaşıyorsunuz dur.
İşte bu nedenledir ki, zaman, zaman yakın tarihimizin olaylarından, yaşadıklarım ve yaşayanlardan aktararak, gençlere bilgi olsun diye yazacağım. Hatta bu konuda, kendi bilgilerini bana aktarmak isteyen olursa sevinerek blogumda yayınlarım.

5 Temmuz 2010 Pazartesi

HAYVANLAR ALEMİ

HAYVANLAR  DÜNYA'YI   NASIL  GÖRÜYORLAR?
Burhan Bursalıoğlu


Yüzyıllardır insanoğlu kendi dışındaki canlıların nasıl gördüğünü merak etmştir. Yapılan son araştırmalar canlıların görme duyusunun oldukça çeşitli bir yelpazede yer aldığını ortaya koyuyor.

Mesela yusufçuk böceklerinin beyni çok hızlı çalışır fakat görme duyuları bir o kadar yavaştır. Güvercinler ise farklı renk tonlarını en gelişmiş bilgisayar programlarından bile daha detaylı biçimde saptayabilme yeteneğine sahiptir.

İşte size doğruluğu bilimsel olarak da kanıtlanmış yedi hayvan ve bu hayvanların dünyayı nasıl gördüğü...


Atlar

Atlar inanılmaz bir görüş alanına sahipler fakat dürbün görüş alanına sahip oldukları için tam olarak iki göz arasında kalan bölgedeki görüntüyü göremiyorlar. Yani gözleri geniş alandaki bir manzarayı ikiye bölüyor.

Maymunlar

Eski dünya maymunlarının aynı bir insan gibi kırmızı, yeşil ve mavi renklerini algılayabildiği zaten kanıtlanmıştı. Fakat birçok yeni dünya maymunu bu yetiye sahip değil. Hatta bugün bir maymun ailesinin her bir üyesi bile aynı görme algısına sahip değil. Maymunlar içinde tam altı farklı tipte renk körlüğü mevcut. Bu anlamda maymunlar tıpkı insanlara benziyor. Erkek maymunlarda renk körlüğü kadınlara göre daha yaygın.


Kuşlar

Birçok kuş farklı görüyor. Mesela güvercinler milyonlarca farklı renk tonunu algılayabiliyor. Zaten doğada rengi en geniş yelpazede algılayan hayvan türü olarak biliniyorlar. Gözlerinde diğer canlı türlerine göre çok daha fazla renk reseptörü bulunuyor.


Kedi ve köpekler
Kediler ve köpekler güçlü bir görüş algısına sahip değiller. Bu iki canlı türünün koku ve ses algıları görme duyularından daha fazla gelişmiş. Özellikle kediler, köpeklere göre bu konuda daha kötüler. Renk körüdürler. Köpekler zaman zaman sarı ve mavi arasındaki farkı algılayabiliyorlar fakat kediler bunu bile ayrıt edemiyor. Fakat kediler gece görüşü açısından insanlardan bile daha iyi.


Yılanlar

Yılanlar iki sistemli göz algısına sahip. Bu sistemlerden biri renkleri çok daha iyi algılıyor. Dİğer sistem de ısıya dayalı algıya sahip. Bu anlamda gözleri aynı bir infrared detektör gibi işliyor. Yani diğer canlıları ve insanları ısıya dayalı özel bir algıyla seçebiliyorlar.


Sinekler ve böcekler

Parçalara ayrılmış göz yapıları görme algılarını insanlardan farklı kılıyor. Nokta gözlü bu haşerelerin birçok türünün gözlerinde 30 bin civarında lens bulunabiliyor. Mesela yusufçuk böceğinin beyni inanımaz bir hızda işliyor. Fakat gördükleri herşeyi ağır çekimde algılıyorlar.

Renkleri de ayırt edebiliyorlar ama diğer hayvanlar kadar güçlü değil. Görme algıları harekete çok duyarlı. Bu nedenle öldürme konusunda çok atik ve sertler.

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...