1 Aralık 2010 Çarşamba

ÖNEMLİ GÜNLER

 24  ve  28  KASIM’  IN   DEĞERLENDİRİLMESİ
Burhan  Bursalıoğlu

24  KASIM  ÖĞRETMENLER  GÜNÜ


24  Kasım Öğretmenler gününü buruk bir heyecanla beklerim.  Senede  bir  gün  kutlanan bu günde, yazarlardan, Milli Eğitimin her kademesinden,  Bakanlıklardan, Hükümetten  öyle güzel altın  sözcükler  gelir ki, bunları duyan yabancı bir vatandaş “Türk öğretmenleri  ne kadar şanslılar. Helal olsun “ der.
Asalında bizde öğretmenlik mesleği, meslekler  içinde hor görülen, en tehlikeli, en sahipsiz, en garip, görev başında en çok özen ve dikkat gösterilen, en çok emek gösterilen, en çok konuşulan, en çok yerden yere vurulan,  buna karşı en çok kıskanılan, istenen, sevilince tam sevilen, garip bir meslektir.
Milli Eğitim öğretmen yetiştirir,  atamak için kurada adı çıkmazsa yıllarca bekletilir. Çıkarsa, bir dağ köyüne gönderirler, ne arayanın, ne de soranın olur. Senede, belki de iki senede bir gelen müfettiş te, bir an önce  gitmek  için kısa bir gözlem yapar ve uzaklaşır. Bunun adı da “teftiş olur.”

Eğer gidilen okul ve çevre  problemli ise kendini olayların içinde bulur, başının derde girmesi  yanında, hayatından da olabilir.
Bekarsa evlenemez, evli ise geçinemez, Hata yapar veya üstleriyle ters düşerse yanmıştır. Dama taşı gibi köyden köye kentten kente, okuldan okula dolaştırırlar. Zayıf iradeli ise, bir sağdan bir soldan çekiştirilir. Emekli olana kadar, sabit bir mekan hasreti çeker. Aileler parçalanır, birleştirilmesi büyük sorun olur.

Öğretmenin  aldığı  maaş  onu  başkalarına boyun eğdirtir.  Şeref ve haysiyetini on paralık ettirir. Boş zamanı değerlendirip, eve maddi katkıda bulunmak amacıyla eğri boyunla, iş verenlerin ayagına gidip iş ister, çoğu kez de  mesleğini gizler. İşe alındığında sevinir mi üzülür mü bilinmez ama karışık duygular içinde olduğu muhakkaktır.  Kafasındaki sorunlardan biri de öğrencilerine   yakalanmamak. Bunun için de  saklanır, kaçar ve görünmez olur.
İşte öğretmenlik böyle garip bir meslek. Bu mesleği böyle garip duruma getiren güçlü odaklar, düşüncelerinden, planlarından, tasarımlarından vaz geçene kadar bu iş böyle devam edecektir.    Çünkü ,  bu,  öğretmenleri ve bu mesleği yücelten Büyük Önderimiz Atatürk’ün sözleri karşısında, kıskançlık krizine girenlerin  intikamı dır. Bunun için, öğretmenlik ve öğretmen perişan durumdadır.
24 Kasım’ları, buruk içinde beklememin nedeni, büyük güç sahiplarinin, siyasi odakların, hacıyatmazların , mangalda kül bırakmıyacak şekilde  öğretmenleri göklere çıkarır gibi nutuk atmalarını  merakla   beklememdir. Söylenenleri de  garip şekilde gülümseyerek geçiştiriyor ve  bu insanların,  görmediği,  tanımadığı,  nasıl yaşadıklarını bilmeyenlerin  ahkam kesmelerine de şaşırıyorum.

Öğretmenin kaderi de böyle sürüp gidecek.
24 Kasım ‘ dan önce, yıllarca müdürlük yapıp, emekli olduğum Emirgan İlköğretim Okulu idareci ve öğretmenleri  tarafından, öğretmenler günü kutlamalarına davet edildim.  Emekli olmuş öğretmen arkadaşlarımında davet edildiğini gittiğimde gördüm. İşte, öğretmeni  gururlandıran,  göz yaşı döktürten bır uygulama. Aradan 20 yıl geçmesine rağmen aranmak çok onur verici bir olay.
24 Kasım’da okula gittim. Öğle saatlerinde  tören başlatıldı. Okul Müdiresi  Emine Hanım, Sarıyer’de yapılan kutlamaya katıldığı için yoktu.
İlk konuşmayı bana verdiler. Günün anlamı hakkında düşündüklerimi  kısaca ifade edip , okul idareci ve öğretmenlerine, bir buket çiçek veren, öğrenci temsilcisine teşekkür  ettikten sonra, öğretmen ve öğrencilerin,  güne uygun konuşma ve şiirler okundu.  Tören sonuna doğru gelen Müdüre  Hanım da kısa bir konuşmayla öğretmenlerin ve bizlerin günümüzü kutlayarak töreni sonlandırdılar. Tören sonunda, Okulun hazırladığı  ikram için odaya geçtik. Orada da sohpete devam ettik. Müdüre Hanımın herkes için hazırladığı  küçük hediyelerini  alarak ,  28 Kasım günü,  okulda  buluşulması düşünülen Emirgan İlkokulu mezunları  için izin isteyip , izini de alıp teşekkür  ettikten sonra  ayrıldık.

28  KASIM  PAZAR


Emirgan İlkokulu mezunları  ve  öğretmenlerinin 5 yıldır sürdürdükleri   birlikte olma  geleneksel  toplantısı  28  Kasım Pazar  günü Emirgan İlköğretm Okulunda  yapıldı.

Okul Müdüresi, zamanımdaki öğretmenler ve mezun ettiğimiz öğrencilerimiz le  50 nin üzerinde bir kalabalık oluşturmuştuk. Bu sene yeni gelenlerin ve bir yıllık hasretlerini giderenlerin sarmaş dolaşları görülecek sahnelerdi.
Bu arada, daha önce çalıştığım Cihangir İlkokulundan öğrencim olup tiyatro oyuncusu olan Konuralp Sunal’ın da gelmiş olması beni çok mutlu etti.

Kısa konuşmam sonunda, okul çalışanlarına, Müdüre Hanıma,  gelenlere teşekkür ettim.
Benden  sonra,  birlikte çalıştığımız öğretmenlerden Ayten Fezikoğlu, Cafer Hergünsel, Müzyel Fazla, Nihal Özcam Hüseyin Bilgin, Yasemin Eroğuz Aysel ve Sunay öğretmenler kısa anılar anlattılar. Daha sonra okul Müdüresi Emine hanım söz alarak, “Bu  tür toplantıların sık sık yapılmasını, arada geziler düzenlenmesi, ziyartetler yapılmasını  arzuladığını  ve okulun tüm mezunlara açık olduğunu, toplantıyı düzenleyenlere de teşekkür  etti.


Müdüre Hanımdan sonra, 35 yıl önce ezberlediği, mezun gençlerden  Tuncay Birdal’ı alkışlarla sahneye davet ederek gür sesiyle şiirini dinledik.
Sohpet ve eğlencemiz ikram odasında da devam etti.


Bu sene tüm gençlerde hissettiğim bir burukluk sezdim. Sebebini de hemen farkettim. Bu yaz aramızdan ayrılan, genç yaşta kaybettiğimiz Tomris Elmaslar’ın üzüntüsü idi. Öğretmen ve öğrencilerin Tomris hakkındaki  düşünceleri dile getirilerek sohpetler  geç saatlere kadar  devam etti.
2011 yılının  20   Kasım’ında tekrar bir araya gelme umuduyla  ayrıldık.
  

25 Kasım 2010 Perşembe

Ş İ İ R

DÜNYANIN
BÜTÜN ÇİÇEKLERİ

"Bana çiçek getirin, dünyanın bütün
çiçeklerini buraya getirin!"

Köy öğretmeni Şefik Sınığ'ın son sözleri.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Bütün çiçekleri getirin buraya
Öğrencilerimi getirin, getirin buraya
Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer
Bütün köy çocuklarını getirin buraya
Son bir ders vereceğim onlara
Son şarkımı söyleyeceğim
Getirin getirin... ve sonra öleceğim.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum
Kaderleri bana benzeyen
Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları
Geniş ovalarda kaybolur kokuları...
Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri
Hepinizi hepinizi istiyorum, gelin görün beni
Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini
Bacımın suladığı fesleğenleri
Köy çiçeklerinin hepsini, hepsini
Avluların pembe entarili hatmisini
Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın.
Aman Isparta güllerini de unutmayın
Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum.
Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum.
Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım
Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden
Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden
Ne güller fışkırır çilelerimden
Kandır, hayattır, emektir, benim güllerim
Korkmadım, korkmuyorum ölümden
Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Baharda Polatlı kırlarında açan
Güz geldi mi Kopdağına göçen
Yörükler yaylasında Toroslarda eğleşen.
Muş ovasından, Ağrı eteğinden
Gücenmesin bütün yurt bahçelerinden
Çiçek getirin, çiçek getirin, örtün beni
Eğin türkülerinin içine gömün beni.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
En güzellerini saymadım çiçeklerin
Çocukları, öğrencilerimi istiyorum.
Yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini
Köy okullarında açan, gizli ve sessiz
O bakımsız, ama kokusu eşsiz çiçek.
Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek
Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Ben mezarsız yaşamayı diliyorum
Ölmemek istiyorum, yaşamak istiyorum.
Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın
Tarümar olmasın istiyorum, perişan olmasın
Beni bilse bilse çiçekler bilir, dostlarım
Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim
Çiçeklerde açar benim gizli arzularım.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Okulun duvarı çöktü altında kaldım
Ama ben dünya üstündeyim, toprakta
Yaz kış bir şey söyleyen sonsuz toprakta
Çile çektim, yalnız kaldım, ama yaşadım
Yurdumun çiçeklenmesi için daima, yaşadım
Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir.
Şimdi sustum, örtün beni, yatırın buraya
Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.



23 Kasım 2010 Salı

ÖNEMLİ GÜNLER


Bütün  Öğretmenlerin,  24  Kasım,  Öğretmenler  Gününü,  Gönülden  Kutluyor,  Ata'mızı  Mahçup  Etmeyecek Azim  ve  Kararlılıkla,  Eriyene  Kadar  Göreve  Devam  Edilmesini  Diliyorum.
Burhan BURSALIOĞLU


22 Kasım 2010 Pazartesi

BAYRAMLARIMIZ

ESKİ  BAYRAMLARI  YAŞATALIM
Burhan Bursalıoğlu
Dört günü bayram, beş günü de bayramın ekleri olan  dokuz günlük tatil de bitti. Emekliler için tatilin bir anlamı zaten yok.  Ama  çalışan ve öğrenciler 9 günlük sürede  dinlenerek kısmen de olsa biraz yorgunluk giderdiler…
Bayramla ek tatilleri  birbirine karıştırmadan değerlendirmek lazım. Bayramda bayramın gereklerini, tatilde ise tatilin sunduğu imkanları değerlendirmek gerektir. Birleştirerek  gerekenler birlikte yapılınca, takma kollu, takma bacaklı vücuta benziyor! 

Zamanımızda insanlar işi bütün olarak ele almakta. Ya bayramın  görevlerini yerine getirmekte ve orada diğer günlerini değerlendirmekte veya  bütünüyle tatile çıkarak,  tatilin imkanlarından istifade etmektedir. Bu tür Aileler bayramın şartlarını yerine getirmemektedirler.
 Bizim ve bizden evvel  yaşayanların  dönemlerinde,  bayramların özel değeri  vardı. Bayramlara değer verilir,  şartlar yerine getirilirdi.  Günler öncesinden  hazırlıklar yapılırdı. Evler temizlenir, badana , boya  yapılır; perdeler, kilimler, halılar yıkanır; tamirler yapılırdı.
Yine günler öncesinde, Ramazan bayramında, tepsi tepsi tatlılar evde yapılır, fırınlarda pişirilerek bayrama hazırlanırdı.  Kurban Bayramında günler hatta haftalar öncesinde kurbanlıklar tedarik edilir, onlar bayram gününe kadar beslenir,  süslenir, hatta çocukların  sevgili arkadaşı olurdu. Kesileceği zaman  kesim yerine çocuklar asla sokulmazdı…
Bayram öncesi  kurban etlerinin kimlere verileceği de bir mesele idi. Mümkün oldukca, çok titizlikle,  fakir, muhtaç isimler tespit edilir, 7 parçaya ayrılan kurbanın bir parçası evde ,  gerisi listedeki  ailelere dağıtılacak şekilde plan yapılırdı.   Çocuklar için paralar hazırlanır, şekerler alınırdı… 

Bayram öncesi mezarlıklar ziyaret edilir, mezarlara çiçek konur, dualar yapılır ve su dökülürdü. Bayramlar aynı zamanda küskünlerin barıştırılması için bir sebepti. “ Bayramda küsülü kalınmaz” inancı hakimdi.
Bayram öncesinden kılık kıyafet durumu da gözden geçirilir;   özellikle  çocuklara yeni  giysiler alınır, onlar  sevindirilirlerdi. Yeni alınan giysiler yatağın baş ucuna konur, çocuklar arada bir gider onları ellerine alarak  kontrol ederlerdi.  Bayram sabahı sabırsızlıkla beklenirdi. Büyüklerin giysileri gözden geçirilir, lekeli  ve kirliler  kuru temizleyiciye gider,  düğmesi, iliği  söküğü gözden geçirilir, ütüler yapılır, askılara asılır,  ayakkabılar boyanır, berbere gidilir,  bayram beklenirdi…

O dönemlerde telefon   ve  vasıtanın çok kıt olmasından dolayı , şimdiki gibi kaçıp turistik yerlere gidilmezdi.  Uzakta bulunan dost ve akrabalara, bayramlarını kutlamak için “bayram tebriği”  gönderilirdi. Bayram için en önemli iletişim aracı kartlardı. Bu tebrik kartları geldiğinde sevinilir ve uzun zaman da saklanırdı. Bu gün ise ortam ve insanlar   okadar değişti ki, 7 yaşında bir çocuğun  dahi sahip olduğu telefon dünyasında, kimi dostlar iki kelam etmeyip telefon mesajıyla kutlama görevini  yerine getiriyor!..

Bayram sabahı tüm erkekler erken kalkıp bayram namazına giderler. Namazdan sonra top atışıyla, bayramın başladığı ilan edilir ve camideki cemaat birbirleriyla bayramlaşırlardı.  Eve geldiklerinde, bol ve çeşitli kahvaltı yiyeceklerle bezenmiş sofraya  otururlar. Neşe ve zevkle geçen  kahvaltı sonrası, hane halkı birbirleriyle bayramlaşır, yeni giysilerini giyen çocuklar el öper ve harçlıklarını alarak diğer büyüklerinin ellerini öpmek için dışarı çıkarlar. Büyükler de giyinir ve misafirleri beklerler. Şayet kendilerinden daha büyük dost ve akraba varsa hep birlikte ziyarete gider, el öper, gönüllerini alırlardı. Bunu yaparlarken de tanıdık, yabancı diye ayırmazlardı.
 Kurban kesilecekse,   erkekler  bahçeye iner, kasapla buluşarak kurbanı keserler.  Dağıtırlar.
Çocukların  bir  kısmı,  topladıkları harçlıklarla bayram yerine gider,  dönme dolaplara salıncaklara, kaykaylara biner, varsa cambazlara, sirke, duvarda yürüyen motorlara, Karagöz Hacivat oyununa gider, bir kısmı paraların birazını kumbaraya atar,  diğerleriyle  bayram yerine giderek, çatapat, mantar alır, oyuncaklara binerlerdi.  

O zamanın sokak satıcılarında da bir asalet vardı. Bayramlıklarını giyer sokağa öyle çıkarlardı. Pamuk helva, macun, elma şekeri, horoz şekeri, sakız, mevsim yaz sa, dondurma, limonata, şira satıcıları, rastladıkları büyüklerin bayramlarını kutlar, satışlarını yaparken de parası eksik veya hiç olmayanlara da güler yüzle sattıklarından verirlerdi.  Bu cömertlik bayram için olurdu.

Bizim zamanımızdaki çocular, ben de dahil olmak üzere, çocukluğumuzu tam olarak yaşadık. Okulumuzdan geri kalmazdık ama oyunumuzdan da  geri kalmazdık. Belki sokak lambası altında, gazlı şinanay ışığı altında ders çalıştık ama, doya doya da çocukluğumuzu yaşadık.  Lüks arabalara binmedik, renkli flimler seyretmedik, uçaklara binmedik, televizyon karşısına geçip elimize kumanda almadık, bilgisayarın tuşlarına dokunarak ders yapmadık,  istediğimiz konuyu maos vasıtasıyla  aramadık;  playstation, psp oynamadık;  her arzuladığımız, istediğimiz olmadı veya alınmadı; özel okullara, kurslara gitmedik,  gitmedik ama çocukluğun gerektiği her şeyi yaşadık.

 Bu günkü çocuklar geçmişin yaşantısını bilmedikleri  için, “ Yaşamınızdan memnun musunuz?”  sorusunu   sorduğumuzda tümünün “Evet “ diyeceğinden şüphem yok. Hatta ve hatta, bu günkü gençler, bayram ziyaretlerine aileleri ile gitmeyip, arkadaşları ile birlikte olmalarını tercih ediyorlar. Bu demektir ki,  yıllar sonra bayramlaşacak insan kalmayacak.

Bu günkü bayramları anlatmaya gerek yok. Hepiniz yaşıyorsunuz.  Aynı apartmanda, bitişik dairelerde, altlı üstlü kat ve dairelerde birbirini tanımayan, selam vermeyen , bayramlaşmayan, kapınızı  açmayan insanlar var.  Bayram görevini  yerine getirmeyip, bayramın sebep olduğu fırsatları kullanmak için yurt dışına ve deniz kenarına gitmeyi tercih eden aileler, ne yazık ki her geçen yıl daha da artmaktadır. Bunları herkes mi yapıyor? Hayır. Bayram vecibelerini yerine getiren, bizim zamanımızın bayramlarını uygulayan ailelerimiz de elbette var.  Ama bunlar da zaman içinde azalma gösterecektir.
Zamanın değiştiğini, insanların değişen ortama uyum sağladığını, sağlamakta olduğunu ben de kabul ediyorum.Kimseyi kınadığım yok. Ama bazı gelenek, göreneklerimizi de değişen zaman içinde  kaybetmeyelim.  Çocuklarımız robot olmasın. Kişiliksiz yetişmesinler. Büyüklerine karşı saygı ve hürmeti,  küçüklerine karşı da sevgiyi, korumayı,  kollamayı  unutmasınlar.  Bayram zevkini tatsınlar.  Elimizden geliyor, becerebiliyorsak, veya öğrenmemiz zor gelmiyorsa, tatlımızı pastahaneden almayı düşünmeyip kendimiz yapalım.  Bayram sevincini, bayram zevkini ailece, toplumca yaşayalım.
 Eski bayramları yaşayalım, yaşatalım.

15 Kasım 2010 Pazartesi

BAYRAMLAR


Normal mevsim değerlerinin haricinde yaşadığımız  bu sıcak günlerde, Kurban bayramını da yaşıyoruz.
Sıcak ve coşku ile  yaşamak istediğmiz Kurban Bayramının Ülkemizin, zenginleşmesine, işsizliğin azalmasına, sağlık sorunlarının yok olmasına, sanayii ve çiftçimizin,  tüm çalışanların, emekli ve dulların, gazilerimizin, öğrencilerimizin, öğretmenlerimizin,   ordu mensuplarımızın, kısaca tüm Ulusumuzun   feraha kavuşmasına, mutlu olmasına, olası üzüntülerin  gitmesine,  partiler arasında kardeşliğin doğmasına vesile olmasını , bayramınızı  sevinç içinde geçirmenizi  diliyor,  sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Burhan  BURSALIOĞLU

12 Kasım 2010 Cuma

M İ Z A H

GELDE  GÜLME

Burhan Bursalıoğlu

Çok yakından tanıdığımız kişilerin zaman zaman yaptıkları hatalar için sizler ne derseniz deyin, beni gülümsetiyor!...

--Bu bir gerçektir. Reel bir durum değildir!.... İBRAHİM  TATLISES

--Sinirlerim,  streslerim  bozuluyor!...   İBRAHİM  TATLISES

--Lütfen, sanatçının motorizasyonunu bozup  demorize etmeyin!...İBRAHİM TATLISES

--Bu  Bodrum’da  en çok kadınlar ve  erkekler  aşık oluyor.  Ben bir türlü aşık olamıyorum vallahi!... İBRAHİM  TATLISES

--Başbakanımız şu anda hasta yatıyor. Çünkü Türkiye için “zalimce”  çalışıyor!...  İBRAHİM  TATLISES

--Bütün belediyeler kendi önünü temizlese, İç işleri Bakanlığına gerek kelmezdı. ARTO

ZEKERİYA  BEYAZ:: --Beni gece yarısı  28  yaşındaki bir kız arıyor. “ Hala genç kızım.  uyuyamıyorum  hocam.” Diye

BEYAZIT ÖZTÜRK:  --Beni de aynı nedenle arıyorlar hocam!...

SATILIK-KELEPİR, BİRİNCİ DERECEDE DEPREM BÖLGESİ OLMASINDAN  ACİLEN SATILIKTIR.

--Sayıları  on bin üzerinde, 7  bin polis  görev yapıyordu!.. REHA  MUHTAR

--Efenim, başınız sağolsun. REHA MUHTAR
( Cinnet geçirip karısını öldüren adama )

--Bu tuneli kaçmak için mi kazdınız?  REHA  MUHTAR

--Ameliyattan sonra uyandığımda karşımda Reha Muhtar’ı gördüm. Cehennemdeyim sandım.

(AHMET ÇAKAR  vurulduğu günü anlatıyor )

--Uğurcuğum, şu pozisyonu bi de yandan görelim, taksana bi bana!.. ERMAN  TOROĞLU

--Hocam, bu pozisyona penaltı diyenler çoğunlukta olduğu gibi, penaltı değil diyenler de çoğunlukta.  ŞANSAL  BÜYÜKA

--Zebraları da gördüm. Hakikaten çok zarif ve iştah açıcı vücutları var.  ERMAN TOROĞLU  Afrika tatilini anlatıyor.

ŞANSAL  BÜYÜKA  -- Ankara spor un duşları akmadığı için gidip Konya Sporlu futbolcularla aynı duşta yıkanmaları fair play adına ne güzel görüntü değil mi Hocam?
ERMAN TOROĞLU  -- Aslında hakemleri de aralarına  alacaklardı…
ŞANSAL BÜYÜKA – Kötü niyet yoksa bir şey olmaz Hocam.

Atatürk  ne demiş. “Yurtta sulh, barışta sulh  NİHAT  DOĞAN

--Bu şarkıyı aşkım Leonardo Di Caprio’ya gönderiyorum. TELEFONDAKİ KIZ.
--İnşallah Leonardo da şu an bizi izliyordur.  FLASH  Tv. VİCEYİ  FERAH

--Şu anda yayınlanan tek haber bülteni bizimki olduğu için Papa mutlaka bizi izliyordur. Buradan Papa’yı İslam’a davet ediyorum.  Sevgili Papa lütfen benimle beraber tekrar edin.” Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü en ne Muhammeden abduhü ve resulühü…"  FLASH Tv  HABER SPİKERİ
-- Sayın BUSH isterse cevap hakkını kullanmak için stüdyomuza gelebilir.  HULKİ CEVİZOĞLU

--İşte Erdoğan  KABİLESİNDEKİ  isimler.  KANAL 7 de BİR ALT YAZI..
( KABİNE  demek istiyor)

n      Defterdarlara  En iyi performansı olanı yılın Defterdarı ve vergi Müdürü seçeceğiz.” Dedim. Tersi olanlar da var. Onları da tersten mükafatlandıracağız. MALİYE ESKİ BAKANI  KEMAL UNAKITAN

--Pantolonları indirdik!Orta reyonda sizi bekliyoruz.  CARREFOURRE é DA BİR ANONS.


KURBAN  BAYRAMINIZI  EN İÇTEN DUYGULARLA  KUTLAR, MUTLU, SAĞLIKLI, KAZASIZ  TATİLLER  DİLERİM.

Burhan BURSALIOĞLU


10 Kasım 2010 Çarşamba

G Ü N C E L

10         KASIM  1938  ÖNCESİ  ve  11  KASIM 


Burhan Bursalıoğlu

Bugün, Ulu Önderimiz, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün  72. ölüm yıl dönümüdür,  Tüm Ulusumuzun başı sağ olsun. 
Bu yazımda Atatürk’ün yaptıkları, kişiliği,yapacakları veya yapamadıklarından bahsetmeyeceğim. 
Her zaman, her yerde, her insanın  değişen ortamlarda , alacakları tedbirler,  destekleyecekleri yahut katılacakları   saflar, kurdukları, uygulayacakları   planlar  vardır. Bu da doğaldır. İşte bu ortamda, 10 Kasım öncesi ile,11 Kasım tarihlerinde, Ankara’da Hükümet ve TBMM ndeki hareketlilikten bahsedeceğim.

Atatürk hasta…Atatürk’ün hastalığı  iyi olacak gibi değil !
Hükümette, mecliste, Türkiye’de Dünya’da kıpırdanmalar var.
Hükümet Atatürk Hükümeti…
Atatürk ölürse, Hükümette değişecek!
Oysa hükümette 10-15 yıl sürekli bakanlık yapmış kimseler var. Bakanlık bu insanların mesleği olmuş!
Örneğin,Tevfik Rüştü Aras. Örneğin , Şükrü Kaya.  Bütün hükümetlerde bakanlıklarını koruyabilmişler…
Çünkü, hem işinin ehli kişiler, hem,Atatürk’ün değer verdiği, çevresinden eksik etmediği insanlardır.
Şimdi, Atatürk ölürse, yerine bir başkası geçerse, bu kişilerin durumları ne olacak?
Meclis ve Hükümet mensupları,gerek, mevkilerini korumak, gerek böyle bir durumda “boş bulunmamak “ için  çevrelerini  sürekli  kolluyorlar.
“Mecliste eğilim kime doğru?
Kimin Atatürk’ün yerine geçme ihtimali var? Benim durumum ne olur? “  Kafalarda bu  sorular
Önceleri Meclis ibresi İsmet Paşa üstünde duruyordu. Fakat İsmet Paşa’nın Cumhurbaşkanı olma ihtimalinden tedirgin kişiler de var. Bunlar, Atatürk’ün yakın çevresini  paylaşan kişiler! Ama kendi çevreleri de boş değil! Belki bu çevreler, kendi yakınlarına, Atatürk’ün yerini dolduracak kişinin “kendileri”  olduğunu sanıp fısıldaşıyorlar.

Atatürk Hükümetlerinin sürekli İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Diş İşleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, bunların başında geliyor. Sürekli tetikte, sürekli “Ne olacak?”  “ Kim gelecek?. “ sorularının cevapsızlığı altında  ezik  kalıyorlar.
Celal Bayar  Başvekil amma, İsmet Paşa’ya rağmen  Başvekil!
Bağışlaması az İsmet Paşa, Atatürk’ün yerine geçerse, Bayar’ın durumu zor!
Bir kere, İsmet Paşa’nın rızası olmadan kabineye girmiş! Daha sonra, Kabinenin ekonomi  politikasını – İsmet paşa’ya rağmen – değiştirmiş!  
Bunu İsmet Paşa bağışlar mı?
Eğer bir hükümetin, Başvekili, İçişleri  Bakanı, Dış işleri Bakanı huzursuzsa  “hükümette huzursuz “ demektir.
Peki ya Meclis?
TBMM de huzursuz!
“Huzursuz”, çünkü Milletvekillerini, gerçi Atatürk seçmiş, listeye almıştır ama CHP Başkan vekili ve Başvekil İsmet İnönü ile CHP Genel sekreteri ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya da alınmalarını  onaylamıştır. Atatürk, arkadaşlarından birinin karşı olduğu adayı listeye almazdı. Bu nedenle Milletvekilleri, bu üç etkili insanla  uyum içinde değilse, hiç olmazsa birisi ile uyum içinde olmaya özen gösterirlerdi.
Bu koşullar altında TBMM ‘de hareket halinde yaşayan üç grup vardı. Ve bunlar uyum içinde varlıklarını sürdürürlerdi.
İsmet İnönü’nün Hükümetten  ayrılması, bu dengeyi bozdu. İsmet Paşa’yı tutanlar arasında bir panik yaşandı.. Bazıları Atatürkçülere yanaştı; bazıları Celal Bayar’la olmayı denediler; bazıları Şükrü  Kaya’nın oltasına düştü. Fakat yine de TBMM de İnönü’yü tutan ve bunda direnen küçük bir grup, Refik Saydam’ın çevresinde kaldı.
Atatürk’ün kaybedilmesi durumunda, Milletvekillerinin  bir yerlerde yuvalanmaları  lazımdı. Herkes kendi çıkarı, yeniden seçilme  nedeniyle  bir gruba  katılması düşüncesi içindeydi. Ellerini çabuk tutmak gerekiyordu.
İsmet İnönü başvekillikten ayrılınca yıldızı sönmeye başlamıştı. Onun için ona pek güvenilmiyordu.
Elini çabuk tutan, hem CHP Genel sekreterliğin yapan, hem, hem İçişleri Bakanı ve hem de Atatürk’ün itibar ettiği yakın arkadaşı Şükrü Kaya idi.
1938 Eylül sonları ve Ekim başlarında meclisin en güçlü grubu Şükrü Kaya grubu idi.
Yeni başvekil Celal Bayar da Şükrü Kaya ile iyi ilişkiler içinde idi.  Meclise tekrar girebilmenin yolu Şükrü Kaya grubuna katılmaktan geçiyordu.
Meclisteki gruplaşma aslında tam olarak da  kesin değildi.  Bugün  A grubunda olan, yarın B grubunda bulunabiliyordu. Çünkü gruplar çıkarlar ve  yakınlıklarla, daha yakın ilgi gördüğü gruplar tercih ediliyordu. Onun için kesin olarak gruplarda bulunanların sayıları  kemikleşmiş olmuyordu.
Atatürk’ün mecliste büyük bir çevresi vardı. Ama , hastalık yüzünden azalarak “yakın çevre” haline dönüştü. Bu çevreden başlıcaları: Celal Bayar, Şükrü Kaya, Tevfik Rüştü Aras, Salih Bozok, Kılıç Ali, Hasan Rıza Soyak, ve birkaç yakını idi. Son haftalarda İnönü çevresi ile de ilişkilerini bozmadan General Kazım Özalp, Atatürk’ün sıcak çevresine girmeyi başarmıştı.
Atatürk  10 Kasım  1938 de ,  saat  9.05 de  vefat etti.
11 Kasım  1938  de TBMM  yeni  Cumhurbaşkanı  seçmek için toplandı.
Atatürk ölmeden mecliste bulunan Milletvekilleri çıkarlarını düşünerek, gruplar oluşturmalarına karşı, 11 Kasım’da ki oylamada, İsmet İnönü’yü oy birliği ile , Türkiye Cumhuriyeti’ nin  ikinci  Cumhurbaşkanı seçmeleri, Vatan sevgisinin, kadirşinaslığın göstergesi olarak algılandı.
İsmet İnönü, Celal Bayar’ı tekrar Başbakan olarak  atadı. Ocak 1939 tarihine kadar birlikte çalıştılar.
Kabinede  iki değişiklik yapıldı.
İç işleri Bakanı Şükrü Kaya’nın yerine Refik Saydam, Dış İşleri Bakanı Tevfik Rüştü
 Aras’ın yerine de Şükrü Saraçoğlu getirildi.











MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...