22 Ocak 2011 Cumartesi

MEMLEKET HALİ


VAY Kİ   VAYYY!

Burhan  Bursalıoğlu
 
Şu son hafta, Ülkemizdeki olaylar ayyuka çıktı. Birbirleriyle ilgili  değil, ama  tek odakltan kaynaklandığı  malüm.
İnanın çok üzülüyorum. Türkiye Cumhuriyeti bu hallere mi düşecekti?   Ordu, yargı, mahalli idareler, Devlet daireleri, okullar ve halkımız  kaygılı, kuşkulu, üzgün ve ümitsiz.
Son olayların birkaçını hatırlayalım.

  DOST  GÖRÜNEN  DÜŞMANLARIMIZ

27 Aralık 2010 tarihinde blogumda,  Yunanistan Milli Eğitimindeki okullarda okutulan tarih kitapları konuları içinde, Türk Milletinin kendilerine barbarca davrandıkları,  asıp kestikler  ifadelerin bulunduğunu; bunlar kitaplarında okutulurken, bir tarafta da Başbakanımızla buluştuklarında sarmaş dolaş oldukları, hangisine inanacağımızı, sarmaş dolaşların sahte dostluğun ifadesi  olduğunu belirtmiştim.
T.ERDOĞAN ve  KAROLOS

Birkaç gün önce Ermeni  Cumhurbaşkanı  Serj Sarkisyan’la Yunan Cumhuırbaşkanı Karolos Papulyos Atinada bir araya geldiler.  Her zaman olduğu  gibi yine Türkler hakkında atıp tuttular. Ne işkenceliğimiz, , ne gaspcılığımız, ne cellatlığımız, ne de soykırımcılığımız kaldı.  Beni doğruladılar.
Peki, bizim yöneticilerimiz duymadılar mı yoksa? Sesleri solukları çıkmadı. Demek başka işlerle uğraşıyor, başka planlar yapıyorlardır.
SARKİSYAN


İMAM  POLİSLER

 8 yıldır Ülkemizi yöneten hükümet kendi planlarını zaman zaman uygulamaktadır.  Bana göre, çok uzun iktidarda kalabilmek için bazı kuruluşlara yandaşları doldurmak veya onları etkisiz hale getirmek gerektir. Nedir bunlar? TBMM, Yargı, ordu,  Milli Eğitim,  üniversiteler,  mahalli kollu kuvvetler ve  basın . Bunlar elde edilince, yönetimde istenilen her şey yapılabilir.  Bunlar gerçekleşti mi? Kısmen. 

Yargıyı kendilerine  bağımlı hale getirdiler, Orduyu sindirdiler, emekli ve muvazzaf  general ve  subayları bir yılı aşkın tutuklu tutuyorlar, okullardaki müfredatlarda değişiklik yaptılar,  taraflı öğretmenler ve yöneticiler e görevler verildi, üniversite  rektör ve dekanlar  değiştirilerek, taraflılar göreve getirildi, türban serbest  oldu,  basın baskı altında, , yönetimi tenkit eden yazarlar kovduruldu veya bir bahane bulunarak uzaklaştırıldı, TBMM  de çoğunluk  zaten   iktidarın,  Sıra kollu kuvvetler e  geldi.  İmam okullulara kıyak yapmak için kanun  teklifi hazırlandı. “İmam hatip öğrencileri polis olabilmeli”.
Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu  bu konuda “ İmam hatiplerde okuyan çocuklarımız da bu  ülkenin çocukları. Ben bu kanun teklifini destekliyorum.” Diyor. “Hayır kabul edilemez” diyecek değil ya!.
Polis kolejleri, okulları yeteri kadar mezun vermiyor mu?  Vermiyorsa, okullar açılsın, yeterli öğrenci alınsın. İmam –hatip okullarına giden öğrenciler neden o okulları tercih ediyor? İmam-hatip olmak için. Peki polislik  ne oluyor?  Bize bu iş garip geliyor ama, kanun teklifini verenlere normal geliyor.
Birkaç yıl sonra, karakol komseri,  polis  Hasan’ ı  yanına çağırıp, “Hasan, ….camiin imamı hastalanmış, bugün ezanları sen oku, namazları da kıldır “  Veya    Hacı  Ahmet  efendi rahmetli olmuş, yıka da namazını kıldır” gibi alışmadığımız sahnelerle karşılaşabiliriz.

19  MAYIS  DÖNEMİ  BİTTİ!                                              

  Aralarında, İç İşleri Bakanı Beşir Atalay’ın da bulunduğu, 81 ilin valiler toplantısında Yalova Valisi Dursun Ali Şahin yaptığı konuşmada,  19 Mayıs Spor ve Gençlim Bayram törenlerinin kaldırılmasını önererek, “Bu dönemler artık geçti, Çocukları robot gibi kullanmak hoş değil. Bunlar doğu blokundan ithal edilen şeyler”  diyor. Sayın Atalay orada olmasına rağmen hiçbir tepki ve karşı durma göstermiyor.

Şimdi soruyorum. Bu vali  nerden mezun? Mülkiyeden olamaz. Mülkiyeden yetişen insanlar bu ülkede  şerefle görev yapmışlardır. Onlarla  gurur duyduk.  Yoksa,  bu ve bunun gibi  düşünenler, öğretmenleri tarafından törenlere alınmadılar mı?.
..
İLKÖĞRETİMDE  TÜRBAN

Şanlı Urfa’nın Hilvan ilçesindeki Mustafa Kemal ve Yavuz Sultan Selim İlköğretim okullarında   8 – 12 yaşlarında, 35-40 türbanlı kız öğrenci   okula  alınmadıkları için, veliler okulu basıp Müdürle görüşmek istediler. Müdür görüşmeyi reddedince veliler Milli Eğitim Müdürüne gidip, çocuklarını okula almadıklarını söyleyerek şikayette bulundular.   Müdür, “Kıyafet yönetmeliğine göre hareket ediliyor. Yacağımız bir şey yok. Durumu üst makamlar ilettik” şeklinde  velilere cevap veriyor.

Velinin birisi kızını savunuyor. “ Kızım  inancını yaşıyor.”  Nerede eğitimciler? Kimsenin sesi çıkmıyor.
Ne günlere kaldık, ne durumlara düştük!..

17 Ocak 2011 Pazartesi

İNSANIMIZ

NEDEN - NEDEN

Neden bozulan otobüsün yolcuları bizim otobüsümüze aktarıldığında onlara mültecilermiş gibi bakarız?

* Neden her gördüğümüz haritada hemen Türkiye'yi bulmaya çalışırız? Millet olarak dünyada kaybolma kompleksimiz mi vardir?

* Neden insanlar birbirlerine sarılınca sağa-sola sallanırlar?

* Neden öğrenciler ilköğretimin beşinci sınıfına kadar öğretmene "öğretmenim" diye seslenirken altıncı sınıfta bir anda "hocam" diye seslenmeye başlarlar?

* Neden sınavlarda "4 yanlış bir doğruyu götürür" şeklinde bir uygulama ile ögrenciler cezalandırılırlarda; "4 doğru bil, bir doğru da bizden" şeklinde bir kampanya başlatılıp zekaya ve riske girme cesaretine ödül verilmez?

* Neden insanlar kapalı bir alandan yağmur yağan alana çıkınca kafalarını eğerler? Yağmura duyulan saygıdan mıdır yoksa ondan tirstiğimiz için midir?

* Neden dükkanını kapatıp giden esnaf, kapıya "10 dakika sonra dönücem" yazar, ne zaman gittiğini nasıl anlarız ?

* Televizyona çıkan insanlar neden kendilerini Türkiye'deki bütün insanların izlediğini sanırlar? Örn: Şu anda 70 milyon kişi bizi izliyor...

* Düğünlerde neden "Dom Dom Kurşunu" ile göbek atılmaktadır. "Bir avcı vurdu beni, bin avcı beni yedi" gibi sözler eşliğinde kendinden geçen başka milletler var midir?

* Neden bazı kızlarımız şirin bir hayvancağiz gördüklerinde "inanmıyorum!" derler, inanılmayacak olan nedir?

* Cumartesi ve Pazartesi'nin neden kendi isimleri yoktur?

* Dolmuşlardaki fiyat tarifesinde "en kısa mesafe" neden "indi-bindi" olarak tabir edilir? Önce inilip sonra mı binilir?  Bir terslik yok mudur?

* Bir programı kurarken neden "kabul ediyorum" ya da "kabul etmiyorum" seçenekleri vardir? O kadar parayi bayılıp bir bilgisayar programı satın aldıktan sonra"kabul etmiyorum" seçeneğini işaretleyen bir takım saf kişiler mevcut mudur?

* Bulmacalarda boru sesinin karşılığı neden hep "ti"dir? Bulmacaları hazırlayan arkadaşlar hiç "ti" diye ses çikaran  boru görmüşler midir?

* İpana 7 reklamındaki kıza "Ne zamandan beri ipana 7 kullaniyorsun?" diye soran doktor, ipana 7'nin yeni bir ürün olduğunu ve reklamdan sadece bir kaç gün önce piyasaya çıktığını bilmemekte midir?

* Neden futbol takımı olan Ajax"Ayaks" diye okunur da temizlik ürünü Ajax "Ajaks" diye okunur?

* Neden ilanlarda "doktordan temiz araba" diye yazılır. Hipokrat yemininde  "arabamı temiz kullanacağim" şeklinde bir madde mi vardır?

13 Ocak 2011 Perşembe

YAKIN TARİHİMİZ


SİBİRYA  ESİR  KAMPLARI    
 Burhan  Bursalıoğlu
    
                Son zamanlarda  Dünya devletleri arasında, son yüz yıl  içinde yapılan, doğru ve yanlış olayların tartışmaları yapılmaktadır.  Bu tartışma bizde de olmaktadır.  Tartışılan olaylardan kimi mide bulandırıcı, kimi faydalı, ders alıcı, kimi de  söz konusu edilmesinde gerek olmadığına inananların,  son sözü söyleyerek, tartışmanın yönünü değiştirten konular.
Üç gün önce yazdığım,  Nargin esir kampında,  Türk esirler hakkındaki  gerçeklerden sonra, bugün,  Sibirya’ya götürülen, Türk esirlerin  2 aylık yolculuklarında kendilerine yapılan mezalimleri   konu edeceğim.
Birinci Dünya savaşında değişik cephelerde Ruslara esir düşen Türk askerleri, en talihsiz esirlerdendi. Çünkü, diğer esirlerden farklı olarak Türk esirleri Sibirya’ya  gönderiliyorlardı.

HİKAYELERİ, AMA GERÇEK


 Rus ve Ermeni kuvvetlerinin Doğu Anadolu illerinden  aldıkları, 13 subay ve 350 askerden oluşan bir kafile, Hasankale’den  yaya olarak yola çıkarıldı. Zayıf ve güçsüz esirlerden  yürümekte zorlanan, önce  95, sonra da aynı nedenle 80 kişiyi kurşuna dizdiler. Diğer yerlerden de toplanıp esir edilen asker ve sivillerle birlikte

 50 kişilik  yük  vagonlarına  100 kişiyi balık istifi gibi yerleştirip, Sibirya’nın da en soğuk bölgelerine  gitmek için  hareket ettiler.  İstenilen esir kampına gidene kadar esirlerin yarıdan çoğu yollarda  şehit oldular.  Kapıları kapalı, kilitli olan vagonlara doldurulan esirlerin bir kısmı  açlıktan, bir kısmı hastalıktan, bir kısmı  intihar  ederek, bir kısmı da  zevkten kurşuna dizilerek   şehit oldular. Şehitler kazılan çukurlara atılıyor, kimin nerede, gangi çukurda olduğu da belirtilmiyordu.
Vagonların kapıları açılmadığı için askerler oldukları yerlere ihtiyaç gideriyorlardı.  Bırakın içerdekileri, kokudan vagona dahi yanaşma mümkün olmuyordu. Her taraf   pislik ve sidik içindeydi.
Yollarda verilen şehitler nedeniyle, vagonlardaki esir sayısı da azalıyordu. Bir taraftan da hastalıklar çoğalıyodu. Tren Tiza istasyonuna geldiğinde, içinde  100 esir bulunan iki vagon kör bir ray üzerine bırakıldı. Vagondaki askerler, ilgisizlikten, ac  ve susuzluktan, hastalıktan  hepsi şehit oldular.
Vagonlardaki bu insanlık dışı görüntüler  kayda geçmesin, ileride delil olmasın diye bazı vagonları, içindekilerle birlikte, özellikle Ermeni askerler ateşe verdiler.  Hastalıkları bahane ederek, 500 kadar esir askerimizi  de  soyup,  göz göre göre  donmalarına neden oldular.  
Esir kampında Türkler

Sağ kalıp, Sibirya’nın en soğuk esir kampına götürülen esirler, pislikten, banyo yaptırılmadığı için saçlarında oluşan bitler, soğuktan korunmak için derinin altına saklandıkça kaşıntı yapıyor, kaşıntılara dayanamayan esirlerin  çoğu  , tırnaklarıyla  deriyi yoluyor, kanatıyor ve çığlıklar  atıyor, dengeleri bozuluyor  deliriyorlardı.
Genellikle Ermeni askerlerin yoğun olduğu bölgelere gönderilen esirlerimizi öldürmek onlar için bahane çok ve öldürme de kolay oluyordu.  İntikam ve zevk onları insanlık dışına itiyor ama aldırış etmiyorlardı. Esir pazarları kurarak, Türk esirlerin  sağlamlarını 12, zayıflarını 6  rubleye,   hastaları da bir paket sigaraya  satacak kadar alçalıyorlardı.
Kamp   yaşamı da berbattı. Tahta üzerinde, üst üste  yatırılıyor, ne yatak ne yorgan ve ne de bir battaniye vardı. Zaman zaman üzerlerindeki yazlık giysilerde çıkarılarak, bu halleriyle donmaya bırakılıyorlardı.
Sibirya kamp görüntüsü
 Ortaya konan bir tencerenin başında en az 15 kişi bulunuyordu.
Yaralı askerlerin tedavileri yapılmıyordu, ilaç verilmiyordu. Bazıları hastahanelere  alınsa da, Ermeni doktorların eline düşenin akibeti  ve kurtuluşu şehitlik mertebesi  oluyordu.
Sibirya’ya tesadüfen de olsa, gezmek için de olsa, görevli olarakta gelmiş olsa, Türk esirlerinin  durumunu  gören, onlara yapılan insanlık dışı muamelelere şahit olan batılılar, insanlıklarından utanıyor, gözyaşlarını tutamıyorlardı.
Kısaca, birinci dünya savaşında esir alınan Türk askerlerinden   200 bini, bugün “dostumuz” dediğimiz , boyun büktüğümüz, her dediklerini ikiletmediğimiz devletlere ait   değişik 10 esir kampında, işkence, hastalık, intihar ve donma suretiyle şehit  edilmişlerdir. 
Yaralı esirler

Yıllardır Ermenilerin, tüm Dünya’yı ayağa kaldırarak  “Soy  kıyım, katliam” naralarına karşılık, bizim yöneticilerimiz bu  200 bin askerimizin  neden  hesabını sormaz? 200 bin şehitimiz için, gerçekten   biz suçlu muyuz? Neden sesimiz çıkmıyor?  Bizden 1915 in hesabı soruluyor. Biz de 1914-1918 in  4 yıl içinde esirlerimize yapılan zalimce davranışların, işkencelerin,  hesabını  sorup , onlardan,  insan olduklarını  iddia ediyorlarsa,  ispatını isteyelim. Bütün dünya insanla , insan olmayanların kimler olduğunu anlasın.
Gerçi böyle de olsa kimse bize  inanmaz  ve  oy vermez .  Çünkü, anladığımız anlamda  hiçbir devlet gerçek dost değildir.
İşte Kıbrıs. Kaç devlet Kıbrıs’ı tanımıştır? 

10 Ocak 2011 Pazartesi

YAKIN TARİHİMİZ

NARGİN  ESİR KAMPI
 Burhan Bursalıoğlu

1914-1918 yılları arasında Osmanlı orduları subay ve askeriyle   Dünya’nın dört bir tarafında savaşmak durumunda kalıp, Alman’ların yenilmesi  nedeniyle taraf  olan Osmanlılar da yenilmiş sayıldılar. Bir çok cephedeki askerlerimiz esir alındı. Ne varki bu devletler Uluslar arası esirler anlaşmasını hiçe sayarak, Türk askerlerine yaptıkları işkence, zulüm ve kasitli davranışlar yüzünden 200 000 askerimiz şehit oldu.
NARGİN  ADASI

Çanakkale’den Kafkasya’ya, Arabistan’dan Galiçya’ya, Trakya’dan Afrika’ya kadat uzanan geniş  bir Dünya yüzeyinde  savaşan ve esir alınan askerlerimizle kimse ilgilenmedi.
600 yıllık Osmanlı’ların sonunun  geldiğini  farkeden  yöneticiler, kendilerini kurtarmak için önüne gelenlere mavi boncuk dağıtmaktan, değişik  ülkelerde 10 esir kampında tutulan, kimi işkence, kimi donarak , kimi intihar ederek şehit olan  askerlerimizle  ilgilenmediler. Çok az bir miktarın kaçarak kurtulmuş olmaları dahi, onların korumasız, ilgisiz, başsız ve kimsesiz  olmalarını değiştirmedi. Ta ki Kurtuluş savaşına kadar.
200 000 askerimizin şehit olduğu, Fransa’dan Sibirya’ya, myanmar’dan Malta’ya, Mısır’dan Kafkasya’ya,  Suriye’den Nargin adasına kadar oluşturulan esir kamplarından kaçanların anlattıkları, insanın kanını donduracak cinsden.
Bunlardan şimdilik Nargin adasındaki esir  kampını tanıyalım.
Nargin Hazar Denizi’nde bir ada. 3 kilometre uzunluğunda, 900 dekarlık büyüklüğünde, tatlı suyu ve bitki  örtüsü olmayan, birinci dünya savaşında ağır suçluların tutulduğu hapishane olarak kullanılan bir ada. Ruslar, Sarıkamış harekatınden sonra, adayı Türk esirlerinin tutulacağı kamp haline getirmişler.
Yılanlarıyla da  ünlü bu ada, cehennem adası olarak ta ün yapmış.
ESİRLER TENCEREDEN YEMEK YİYORLAR

Sarıkamış hatekatından sonra, Ermenilerin Rus ordularıyla Erzurum’ a kadar geldikleri  dönemde, kent ve köylerden aldıkları resmi ve sivil halkı esir alıp, bir kısmını Ruslar  Nargin adası kampına götürmüşlerdir. Türk esirlerinin çoğu,  susuzluktan, yılanların zehirlenmesinden ve  KGB nin  (RUS GİZLİ SERVİSİ)  100 yıl geçtikten sonra gün ışığına çıkardığı belgelerden anlaşıldığı gibi”, Rus ve Ermenilerin  bazı esirlerimizi  kurşuna dizmelerinden dolayı  şehit olmuşlardır.
BİR KISIM ESİRLER KURŞUNLANIYOR

ÇOCUKLAR VE YAŞLILAR DA KAMPTA ÖLDÜ
KGB tarafından propaganda amaçlı çekilen kayıtlarda, Nargin adasındaki,  10-15 kişilik gruplar halinde ortada bulunan bir tencereden yemeklerini yiyen, açlık ve ağır kış şartlarına dayanamadıkları için hafızalarını ve sağlıklarını kaybettiği anlaşılan ve sağa sola sallanarak yürüyen esirlerin görüntüleri var.
KAZILARDA ÇIKAN KEMİKLER

Esir düşenlerin çoğunun şehit olduğu bilinen adada çekilen görüntüler arasında, çoğu anne ve babasız kalan bebek ve çocukların toplu halde denize girmeleri de kaydedilmiş. Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez, Nargin Adası’nın bir kısmının tamamen mezarlık olduğunu ve bu mezarlıktan getirdikleri kemikler üzerinde yapılan incelemelerde aralarında Türkler’in de olduğunun ortaya çıktığını belirtmiştir.
1917 de sonbaharında, Kafkas cephesinde  7.  Tayyare bölüğüne atanmış olan pilot Vecihi Bey ( hürkuş)  Kafkasya’da hava savaşında düşüp yaralandı. Uçak Rusların eline geçmesin diye de uçağı yaktı.  Ruslar tarafından esir alına Vecihi Bey Nargin adasına götürüldü.
VECİHİ BEYİN  YARALI VAZİYETTE, RUS'LARIN ZORUYLA ÇEKİLEN RESMİ

Azeri Türklerin yardımları sayesinde,  Vecihi Bey bir arkadaşıyla yüzerek karaya çıkıyor. İkisi beraber yaya Erzurum’a gelerek kurtuluyorlar.
Tüm şehitlerimizi rahmetle, şükranla  ve saygı ile anıyoruz.  Ruhları şad olsun.
DEVAMI: Kafkas ve Sibirya kampları.

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...