3 Şubat 2011 Perşembe

İSTİKLAL SAVAŞI

KURTULUŞ  SAVAŞINDA  KAHRAMAN  TÜRK  KADINLARI
Burhan Bursalıoğlu


Yıkılan ve dağılan bir toplumdan yeni bir devletin oluşturulmasında verilen milli mücadele sırasında, Türk kadınının da kahramanlıkları  destanlaştı.
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919 da Anadolu’ya çıkarak başlattığı kurtuluş harekatı içinde yer alan binlerce kadın, Cumhuriyetin  atılan temelinde en büyük pay sahipleri oldular.
İşgal altındaki Anadolu’da başlatılan Milli Mücadele de binlerce kadın cephe gerisinde büyük bir çaba harcarken, çok sayıda kadınımız da silahlı mücadeleye katılarak, Dünya’ya örnek olacak kahramanlıklar gösterdi.
Milli Mücadeleye hazırlık günlerinde kadınlar tarafından kurulan “Asri Kadınlar Cemiyeti” ile Sivas’ta kurulan “Anadolu Kadınları Müdafaai Vatan Cemiyeti” unutulmayanlar arasında yer aldı.
Milli Mücadeledeki binlerce isimsiz  kadın kahramanların yanı sıra, isimleri halen  belleklerde olan kahramanlarımızdan bazılarını, zaman zaman bu asayfalarda bulacaksınız.
10.03.2010 tarihindek blog umda “Savaşçı Kadınlarımız” başlığı altında birçok kadınımızın hikayelerini yazmıştım. Çok uzun olan ve tek seferde yayınladığım için okumakta  sıkılanlar olabileceğini düşünerek, bugün başladığım yazı serisinde tek tek veya ikişer ikişer Kahraman  Kadınlarımızın hikayelerini YAYINLAYACAĞIM.

Nezahat onbaşı

Nezahet Onbaşı`nın hikayesi aslında Çanakkale Savaşı günlerine kadar uzanıyor. Savaş yıllarında annesi Hadiye Hanım daha 24 yaşındayken ince hastalığın (verem) kurbanı olur. O günlerde İstanbul işgal altındadır, küçük kızın babası Albay Hafız Halit Bey ise cepheden cepheye koşmaktadır. Hafız Halit Bey bir müddet sonra komutasındaki 70. Alay ile Anadolu`daki Milli Mücadele saflarına katılma kararı alır. Tabii kızını da yanında götürmek zorunda kalır. Böylece kader Küçük Nezahet`i daha 9 yaşındayken cephelerle tanıştırır.
At sırtında geçen ilk günün gecesinde donma tehlikesi atlatır. El bebek gül bebek büyüyeceği bir dönemde öksüz kalmıştır çünkü. Hafız Halit Bey küçük kızını kimseye emanet edemeyeceğini düşünerek adeta cephelerde büyütür. Küçük Nezahet, askerlerden at binmeyi, silah tutmayı öğrenir. Tam üç sene cephelerde bilfiil babasının katıldığı her muharebeye katılır. 70. Alay`ın simgesi olur
Nezahat Onbaşı, babasıyla birlikte, Geyve Savaşı, Konya İsyanı, Birinci ve İkinci İnönü Savaşları ile Sakarya ve Gediz Muharebelerinde yer almış ve gösterdiği kahramanlıklarla 70. alayın simgesi olmuş,alay kızlı alay diye anılmış hatta Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa’nın dahi dikkatini çekmiştir.
Türk ordusunun Yunan saldırısı karşısında zor duruma düştüğü Gediz Muharebesi, yaklaşık 600 kişilik alayı ile Albay Halit’e sıkıntılı anlar yaşattığı ve umudunu tükettiği bir noktada küçük kızı Nezahat atıyla askerlerin önünü keserek babasının imdadına koşmuştur.
Küçük Nezahat, cephe gerisine kaçmaya çalışan askerlerin karşısına, vatan sevgisiyle dolu büyük yüreğiyle adeta duvar gibi dikilmiş ve bir çocuktan beklenmeyecek muhteşemlikteki şu müthiş sözü haykırmıştır: "Ben babamın yanına ölmeye gidiyorum, siz nereye gidiyorsunuz?" Atın üstündeki küçük kız, askerlerin yüzüne, “vatan sevgisini ve şehadeti” tokat gibi indirince beyninden vurulmuşa dönen Mehmetçiğin hepsi geri dönmüş ve çoğu o muharebede şehit düşmüştür. Ama küçük Nezahat, bu büyük imtihanı kazanmıştır. O artık elinde oyuncakla askerlerin arasında gezinen bir kız çocuğu değil, 70. alayın “Nezahat Onbaşı”sıdır.
Küçük Nezahet`in birbirinden ilginç anıları da var tabii ki. Padişah yanlısı Kuvvay-ı İnzibatiye askerleri Albay Hafız Halit`in sorumlu olduğu alayın Anadolu`daki Milli Mücadele Orduları`na katılmasını (1919) istemez. İşte küçük Nezahet o çatışmalarda bir askerin yanı başında şehit oluşuna şahit olur. Yüreğini sarsan bu anıyı çocuklarına sık sık anlatır.
İlk asker elbisesini 1920`de giyer. Erlerin kullanılmayan kıyafetlerinden minik kıza bir haki elbise dikilir.
Nezahet Hanım Milli Mücadele`ye katılışının ilk safhalarına ait anılarını Tarih ve Coğrafya Dünyası Mecmuası`na şöyle anlatmış:
`Gelinkondu Köyü`nde kurduğumuz karargah benim için yeni bir hayata başlangıç teşkil etti. Artık talim devresini bitirmiş, acemilikten kurtulmuş, muallem bir asker olmuştum. Cephelerde sükunet olduğu için çadırda babamın hizmetine bakıyordum. Babamın elbiselerini temizliyor, söküklerini dikiyordum.
Bir akşam üstüydü. Çadırın önünde oturmuş, babamın ceketindeki sökükleri dikiyordum. Birden silah çatırdıları duyuldu. Bütün bölükler silah başı yaptılar, ileriye keşif kuvvetleri gönderildi. Babam da hazırlıklarını bitirerek yanıma geldi:
- Haydi, dedi; benimle gel.
-Nereye gidiyoruz?
-Askerlikte sual sorulmaz. Verilen emirler yapılır.
-İyi ama ben asker miyim?
-Şu dakikadan itibaren askersin.
Hiçbir cevap hayatımda bu derece beni sevindirmemişti. Demek ki babam beni artık asker olarak kabul ediyordu. İçimde sevinç bulutları dalgalana dalgalana hazırlıklarımı bitirdim, bölüklerin toplandıkları yere doğru koştum. Silah sesleri hala duyuluyordu.
Bölükler emir aldıktan sonra yürüyüş koluna geçtik. Birkaç saat sonra, keşif bölüğü döndü. Yanlarında çopurlu poturlu ve silahlı bir sürü insan vardı. Bunlar çetelermiş. Reisleri de Gavur Ali diye anılan biri. Biraz evvel silah atanların bunlar olduğu anlaşılmıştı. Meğer bu adamlar bir köy civarından geçerlerken hep böyle yaparlarmış. Gavur Ali`yi babamın yanına getirdiler. Babam sordu:
-Kimsiniz siz? Bu silah sesleri nedir?
-Ben Gavur Ali; biz de sizdeniz. Baskın yapmak için cephanemiz kalmadı. Bize cephane verin.
-Ya duyduğumuz silah sesleri neydi?
-Köy kenarından geçiyordum, bizimkiler aşka geldi.
-Ben, keyif için mermi yakanlara cephane vermem. Bir tek kurşunun bile bugün için kıymeti vardır.
Çeteciler babamın bu sözlerinden memnun olmadılar, homurdana homurdana uzaklaştılar. Sonradan öğrendiğime göre bu çetelerin çoğu Milli Mücadelemize hizmet etmişler. Fakat bir kısmı da köyleri basıp talan etmişler.


ÇERKES ETHEM SİLAH HEDİYE ETTİ
Gelinkondu Köyü`nden şafakla beraber ayrıldık. Geyve istikametine doğru ilerliyorduk. Ben, atımla babamın yanında gidiyordum. İkinci karargahımızı Geyve Akhisarı`nda kurduk. Burada benim için çok mühim yeni bir hadise oldu; bölüklerimizden biri, zararlı faaliyette bulunan çetecilere karşı gönderilmişti. Bir haylilerlemiş olan bu bölüğe bir emir götürülmesi gerekiyordu. Bu iş için iki atlı hazırlandı. Babama beni de bu atlılarla göndermesi için yalvardım, razı oldu.
İki atlı ile birlikte karargahtan yel gibi uzaklaştık. Tarlalardan geçerken başka bir atlı grubun bize doğru geldiğini gördük. Askerlerden biri bu grubu tanıyormuş.
-Bursa grubu, diye bağırdı. Ben:
-Ne yapacağız şimdi? Diye sordum.
-Hiç, dediler; Kuvayı Milliyecidir. Bizimle birliktir. Bir şey yapmazlar.
Atlı grup bize yaklaşınca önlerindeki adam attan indi. Doğru bana yürüdü ve atımın yularını tutarak sordu:
-Sen kimsin küçük?
-Nezahet.
-Baban kim senin?
Yanımdaki asker cevap verdi:
-Bizim kumandanımız Halit Beyin kızıdır bu.
Çete Reisi beni okşadı:
-Sen, dedi; iyi bir asker olacaksın ama birşeyin noksan.
Üstüme başıma göz gezdirdim; herşeyim tamamdı.
-Benim hiçbir şeyim eksik değil.
-İyi düşün bakalım küçük.
-Herşeyim tamam benim.
-O halde nasıl harp edeceksin?
Silahsız olduğumu ima etmek istediğini anladım.
-Bana göre silah yok ki...
Güldü:
-Ben sana silah bulurum.
Sonra adamlarından birini çağırdı. Ver şu silahını, dedi. Adam omuzundan çıkardığı silahı reise verdi. O da bu silahı bana uzatarak:
-Al bakalım küçük, dedi; işte şimdi tam asker oldun.
Görüştüğüm ve bana silah hediye eden bu çete reisinin Çerkes Ethem olduğunu sonradan öğrendim. O zamana kadar hiç böyle küçük silah görmemiştim. Meğer bu Yunanlılardan alınmış bir filinta imiş. Çok sevinmiştim; aylarca hasretini çektiği oyuncağa kavuşan çocuk gibiydim....
(Nezahet Onbaşı`nın bu silahını daha sonra babası Hafız Halit alır. Kendini yaralayabileceği düşüncesiyle mermilerini boşaltır. Nezahet onbaşı aylarca sırtında bu filintayla cephelerde gezer.

Nezahat Onbaşı’nın kahramanlık hikâyesi, Cumhuriyet'in ilânından hemen sonra 30 Ocak 1921'de, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin en hararetli tartışmalarından birine konu olacaktır.
Bir milletvekili Meclis Başkanlığı’na Nezahat Onbaşı'ya istiklal madalyası verilmesini teklif etmiştir. Küçük Nezahat, Fransız İhtilali'nin simge ismi 16 yaşındaki Jan Dark (Jeanna D'Arc) ile özdeşleştirilmiştir. Bolu mebusu Tunalı Hilmi Bey, istiklal madalyasının da ötesinde Nezahat Onbaşı'nın asker yapılmasını, tuğgeneral rütbesiyle ödüllendirilip, “Paşa Hanım” olmasını önermiştir.Sonunda, Emin Bey’in teklifi gereği minik kızın istiklal madalyası ile onurlandırılmasına karar verilmiştir. Böylece Nezahat Onbaşı, TBMM’nin istiklal madalyası ile ödüllendirdiği “ilk çocuk” olma unvanını elde etmiştir. Ne var ki babası Albay Hafız Halit (Uzel) Bey ve kendisi defalarca başvurmalarına rağmen maalesef istiklal madalyasını Meclis’ten almayı bir türlü başaramamışlardır. Bunun yerine Nezahat Onbaşı bir çeyizlik hediye ile taltif olunmuş, fakat o da tıpkı istiklal madalyası kararı gibi gerçeğe dönüşmemiştir. Yaşının küçük olması sebebiyle Cumhuriyet’in kadın kahramanları listesine bile çok sonraları girecektir.
Bundan 65 yıl sonra bir gazetecinin konuyu gündeme getirmesiyle dönemin TBMM Başkanı Necmettin Karaduman tarafından kendisine takdir beratı verilmiştir. Nezahat Onbaşı, 6 Temmuz 1986'da Dolmabahçe Sarayı'nda sessiz sedasız bir törenle şükran plaketini aldığında tam 78 yaşında idi. 6 yıl sonra da madalyasını göremeden hayata gözlerini kapayacaktı.
SON İSTEĞİ TÜRK BAYRAĞINA SARILMAKTI
İstanbul Özel Saint-Joseph Fransız Lisesi Felsefe öğretmeni küçük kızı Oya Baysel ise tek bir isteğini yerine getiremediklerini dile getiriyor: "Onun son dakikasına kadar hep yanında olduk. Tek isteği var yapamadığımız. Öldüğümde Türk bayrağına sarın demişti. Bir takım asker geldi, cenaze törenine. Ama tabutuna al bayrağı koyamadık. O günün telaşıyla birileri Bayrak Kanunu var deyip engellemişti. Biz de unuttuk."
 24 Eylül 1993'te GATA'da vefat eder. Ve eşinin yanına Karacaahmet Mezarlığı'na defnedili

31 Ocak 2011 Pazartesi

GÜNCEL



 AĞLANACAK  HALDEYİZ

İBRETLİK  ARAŞTIRMA!

Burhan  Bursalıoğlu

Bir öğretmen olarak, Ülkemizin insanlarına yeteri kadar bilgi verdiğimizi, en azından  yaşadığımız Ülkemizin  doğal halinin, idare sistemimizin  organlarını, hangi dalda olursa olsun ün yapmış insanları , bizleri Dünya  devletlerini  istilasından kurtarmış olan Türk büyüklerini  öğrettiğimizi zannediyordum. Vatandaşın, kendini kanıtlaması, karşılaştığı problemlerini kendisinin çözmesi, hakkını nasıl, nerede kimden arayacağını, kişiliğini, saygıyı, sevgiyi, Demokrasiyi, laikliği, dinimizi, tarihimizi, coğrafyamızı öğrettiğimizi zannediyordum.
Atatürk’ün  bizlere  emanet  ettiği  gençliği  yetiştirmemiz için canla başla çalıştığımızı  zannediyordum. Atamızın gençliğe yaptığı  hitabındaki hususları öğrettiğimizi zannediyordum.
Yanılmışım…  Biz hiç bir şey öğretememişiz. Boşuna uğraşmışız.
“Bu yargıya nasıl vardım* Bilmem Star  televizyonunun 19 haberlerini  izliyor musunuz?  Bazı akşamlar, haberler sonunda, muhabir Osman Terkan, halkın arasında dolaşarak, o gün için sormayı tasarladığı soruları soruyor, aldığı cevapları da yayınlıyor. Birkaç akşam izlediğim için yukarıdaki yargıya vardım.
Aslında , yıllardır süren çeşitli yarışma programlarında alınan cevaplar karşısında şoke olurdum. Ama bu kadar geniş bir kitleyi kaplayacağını tahmin edemediğim için, yarışmalarda, yanlış, ipe sapa gelmez,  saçma sapan cevap  verenleri   münferit olarak  addediyordum. Star ın bu son  kamu bilgisine sunulan sorulara alınan cevapları duyunca komaya girdim.
Aklımda kaldığı kadar sorulara   verilen  cevapları aşağıya bilgilerinize sunuyorum.

OSMAN  TERKAN


Soru: Mehmet Haberal kimdir?
Cevaplar:  Haberle ilgili spiker;Gazeteci; Bakan;  Yorumcu; Komutan, yazar, hakim… Bu gibi yanlış cevapları alan  Osman Terkan  cevapla ilgili ek sorular soruyor. Örneğin, -Hangi komutan, hangi televizyonun, hangi partnin gibi.
Soru. TBMM  de kaç senatör , kaç milletvekili var?
Cevaplar:   360 milletvekili, 20 kadar senatör, Tayyip Erdoğan senatör;  600 Milletvekili, bilmiyorum;  galiba 1000 kişi kadar;  2 kişi senatör yok dedi.
Soru:  Son günlerde adı çok söylenen Wikileaks  kimdir?
Cevaplar:  Beşiktaşın yeni transferi. Çok iyi oyunu. Tanıyorum tabi. Çizgi film kahramanı; ilaç adı; bir hastalık; giyim markası; Sabun markası;  kestane cinsi, Manisada yetişir orta boydur; bilgisayar profösörü;  eşofman markası; Basketbolcu
Soru:  Cumhurbaşkanımız kimdir? İlk Cumhurbaşkanı kimdir?
Cevaplar  : Abdullah Gülü tanımayanlar, Tayyip Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı olduğunu söyleyenler, Süleyman Demirel’in ilk Cumhurbaşkanı olduğunu, Ahmet Necdet Sezeri tanımayanların çoğunlukta olduğu, Atatürk’ün ilk Cumhurbaşkanı olduğunu sadece bir kişinin bildiğini,  başka bir gün Cumhurbaşkanımız kimdir? diye sorduğunda, Tayyip Erdoğan,  Mehmet Ali Şahin, Faruk Çelik,  Bülent Arınç , ve birkaç  kişi de  Abdullah Gül dedi.
Soru:  Bunları tanıyor musunuz? ( elinde yedi oyuncunun  ve birde AKP li Egemen Bağış’ın fotoğrafını gösterdi)
Cevaplar:  Yedi oyuncuyu bildiler, Egemeni   tanıyamadılar.  Galiba İstanbul Masalı dizisinde oynuyordu,  tanıyamadım bu adamı, bir dizi de oynuyordu, çok oynasın da tanıyalım abi.
Elinde Akp li Burhan Kuzu ile CHP li  Süheyl Batu8m’ un resmini göstererek.   
Soru: Bunları tanıyor musun?
Cevaplar: ( Burhan Kuzu ‘yu göstererek) Bunu  Tanımıyorum, Türk malı dizisinde Abiyenin kocası, dizi oyuncusu. Süheyl Batum için. Nejat Uygur’ un oğlu,  Artist. ( Cevaplara göre hangi oyunda onadıkları da soruldu.


Soru: TBMM  grubu olan kaç parti var?
Cevaplar:Otuzun üzerinde , 50-60, 28, 10 5  diyenlerin yanında bir kişi de,  sadece AKP var  cevabına karşılık  gazeteci : ( Peki MHP- CHP- DBP   yok mu?)    Onlarda varmı
Osman Terkan elinde, Aleks ,Arda ve Emre’ nin resimleri yanında, Hüsamettin Cindoruk, Devlet Bahçeli, Kemal Kılıçdaroğlu Selahattin Demirtaş  gibi siyasilerin resimlerini göstererek –
Bunlar kim? Diye sordu.
Pek çoğu futbolcuları tanıdı.: Cindoruk’u göstererek – Bu eski Fenerbahçeli Lefter.  Cindoruk’u göstererek _ Bu Demirel. Bahçeli için Cumhurbaşkanı, Kemal Kılıçdaroğlu için Başbakan,  diyenler.
Soru: 12 Eylül de yapılan referandum niçin yapıldı ? 
Cevaplar:  Askeri düzeni yıkmak için, Soru: Türkiye’de askeri düzen var mı?  Cevap:  Bilmiyorum. Bana  birileri var dedi bende EVET oyu kullandım. Diğerleri: Cumhurbaşkanı için; ben referandumu anlamadım EVET dedim; Türkiye iyi olsun diye  oy kullandım;  vallahi bilmiyorum , baktım herkes evet diyor , bende öyle kullandım. (Bir çokları da bilmeden kullandıklarını, bazıları da kullanmadıklarını söyledi.
Sopru: Türkiye’de kaş il var?
C evaplar: 67, 87, 90, 100.  Çok.
Soru: Milli  Marşımız nedir?   
Cevaplar: Türküm doğruyum mu?,  Kimse bilemedi.
Soru:  İstiklal marşımızın ilk dörtlüğünü oku: 
Okuyan olmadı.  Kimi yanlış okudu, kimide hiç bilemedi.
Soru:  İstiklal Marşımızın sözlerini, kim yazdı:
Birçokları bilemadi, birisi Atatürk, birisi de Fatih Sultan Mehmet dedi.
Soru:  Hükümette bulunan 5 Bakanın isimlerini sayması istendi. Hiçbiri sayamadı. 2-3 isim sayanlar da birkaç tane idi.
Soru: “Ulusal Bayramlarımız hangileridir “diye  soruldu. İçlerinde liselilerin de olduğu kişilerin çoğu Kurban ve Ramazan bayramını söylediler.  Birçoğu 19 Mayıs’ta ne olduğunu bilemedi. Bazıları 19 Mayıs’ta Cumhuriyetin kurulduğunu, 29 Ekim’de spor bayramı yaptığımızı, 23 Nisan da  Cumhuriyetin ilan edildiğini, 10 Kasım’ın Ulusal Bayram olduğunu, 29 Ağustos’un kurtuluş bayramı olduğunu söyledi.
Soru : Türkiye AB  üyesi midir?
Cevaplar: Soruya muhatap olanların  tamamına yakını  EVET”  cevabıı verdi. Birkaç yıl önce, geçen sene girdik diyenlere, “Değişen ne oldu?” ek sorusuna karşı “İyi değişiklikler oldu,” bir kişi de Eminönü meydanının   çok güzel olduğunu söyledi.


Daha pek çok sorular soruldu, hepsine de yukarıda verdiğim örnekler gibi cevaplar verildi.
Şimdi düşünüyorum da, Bu insanlar bizi yönetecek kişilere oy veriyor. Bilinçli olsa gam yemeyeceğim. Bilinçsizce, başkalarınca yönlendirilerek, verdiği oyun Ülkeye yarar veya zarar getireceğini bilmeden oy verecek. Oy  verdiği  insanlar da Türkiye Cumhuriyeti Devletini idare edecek!  
Başka söz söylemeye gerek varmı? Biraz da sizler düşünün. Belki bu halkı aydınlatma hususunda bir çare bulursunuz!

27 Ocak 2011 Perşembe

OSMANLILAR' DAN

OSMANLIDA HAREM
 
Burhan Bursalıoğlu


Bugüne kadar harem hakkında çok şey söylendi, çok şey yazıldı, çizildi. Son olarakda Muhteşem Yüzyıl  dizisi, Kanuni Sultan Süleyman’ın  haremi nin ön plana çıkarılması, dikkati” Harem”  olgusuna çevirdi. Hatta, kitapçılardan Osmanlı tarihi romanlarının hızla tüketildiği haberini alıyoruz. Oysa zihnimizde oluşturulan harem imajı gerçeğinden çok farklıydı. 

, Harem diye yıllarca Batılı oryantalistlerin, yazarların, diplomatların fantezilerini okuduk. Hiç giremedikleri padişahın evini kendi hayalleri ile süsleyen bu yazar-çizer takımı bizlerin hareme bakışını yüzyıllardır etkilerken buna bir de “resmi” çarpıtma eklendi. 


Bugüne kadar harem, Batı'nın bildiği değil; öyle olmasını istediği, büyülü, egzotik bir kurum olarak karşımıza çıktı. Yani hayal mahsulü, belgelere dayanmayan bir yer. Belgelere dayanması çok zor; çünkü paşidahın özel evi olan hareme hiç bir yabancının alınması mümkün değildi. Bu nedenle bugün bile harem diye, Doğu'ya seyahat eden Avrupalı seyyahların, diplomatların fantezileri ile karşı karşıyayız.

Türkiye'nin yetiştirdiği ve bütün dünyada tarihçilerin piri olarak kabul edilen Prof. Dr. Halil İnalcık da Batılılar'ın harem hakkındaki tasvirlerini "hayal ve fantezilerle dolu" olarak tavsif ediyor.


HAREMl YÖNETENLER

Haremin başı valde sultandır. Padişahın annesidir. Valde sultan haremi "Ustalar ve Kalfalar" aracılığı ile yönetir. Valde sultan ile hükumet arasın da "Kızlar Ağası" veya "Darüssaaı Ağası" vardır.


Ak veya kara harem ağaları ve harem kapısını bekleyen Bab us Saaı Ağası da Kızlar Ağası'na bağlıdır. Haremde hizmet gören ustaların  listesi şöyledir: "Hazinedar usta, çeşnigir usta, çamaşır usta, ibrikdar usta vekil usta, kethüda kadın, saray usta, Kanber usta, hastalar ustası, ebe, sütnine, dadı.

Haremde ayrıca, bulundukları dairelerin işlerini gören kalfalar vardır. Haremi teşkil eden bütün kadınlar gibi onlar da cariyelikten gelmedir; ancak ustalara oranla daha yüksek mevki sahibidirler.

Harem konusunda en fazla spekülasyon yapılan husus cariye meselesidir. Cariyelerin hepsini aynı statüde, yani hepsini 'cinsel obje' olmaktan başka bir şekilde görmeyen bir bakış açısıyla irdelenen Osmanlı Harem'inde cariye sayısı hep abartılı söyleniyor.

Meşhur tarihçimiz Prof. Dr. Halil İnalcık'a göre "Osmanlı toplumunda cariye sadece "cinsel obje" olarak görülmemiştir. Hali vakti yerinde olan herkesin bir veya birkaç cariye sahibi olduğunu kadı miras listelerinden öğreniyoruz. Ailenin bir ferdi gözü ile bakılan cariyelerin, ev hizmetlerinde olduğu gibi ekonomik hayatta da önemli yeri vardı.

HAREMIN KURALLARI

Haremin kurallarını padişahlar bile bozamıyordu. Sıkı kuralları bakımından 'kadınlar manastırı'na benzettiği harem için İnalcık şöyle konuşuyor: "Gelen cariye bu örgüt içinde sıkı bir disiplin altında uzun bir eğitimden geçirildikten sonra padişaha taktim edilebilir. Harem örgütünü ve kurallarını İslam hukuku ve hanedan siyaseti belirlemekteydi. Bunun yanında ikinci faktör Osmanlıkul sistemidir. Bu sistem Osmanlı merkeziyetçi devlet sisteminin temel kurumudur. Enderunda ve birun dış hizmetlerde padişaha mutlak biçimde bağlı görevliler yetiştirmek için her türlü aile kavim ve kabile bağlarından kopmuş kul ve cariyeleri kullanmak sisternin esasıdır. Harem cariye örgütü, kul sisteminin tamamlayıcısıdır. Cariyelerin çoğunluğu saraydan çıkarılarak beylere ve vezirlere zevce olarak verilirdi. Böylece vali ve kumandanların saray dışındaki vilayetlerde yerli aile ve hanedanlarla akrabalık kurmaları önlenmiş oluyordu. Bu gibi yerel ilişkilerin merkeziyetçi mutlak idare için tehlikeleri meydandadır."


Saraya yeni alınan esir kıza acemi deniyor. Bu ilk zamanlarında kendine Müslümanlık ve Türk İslam adetleri ve adabı, ibadet vb. dini malumatlar, dikiş-nakış, hanendelik, sazendelik, hikaye anlatma sanatı gibi sanatlar öğretilirdi. Böylece yetişen acemi, cariyeliğe yükselirdi.. Cariyeler, iki geniş odada yan yana yatarlar, her beş kızın arasında yaşlı bir kadın yer alırdı. Gedikli doğrudan doğruya padişah hizmetine verilir, onun haremde yemek, çamaşır ve benzeri hizmetlerine bakardı. Hünkarın yatağına aldığı gedikli 'ikbal' veya haseki adıyla anılırdı. Bunlardan padişahın gözdesi olan haseki, padişahın kadını olurdu. Kadınefendiler, başkadın, ikinci kadın diye sıralanırdı. Padişahın zevcesi sayılan kadına bir daire ayrılırdı ve yüksek gündelik tayin edilirdi. Çocuk doğuran haseki ayrıcalık kazanırdı. Bu sistem içinde her cariyenin belli bir maaşı ve giysisi vardı.


 
MEKTEBI HAREM

 Cariyelerin  çoğu zaman günlerini okumakla geçirdikleri sanılıyor. Okumanın yanında yetenekli cariyelerin bazı müzik aletlerini çalmayı, şarkı söylemeyi, oyun oynamayı öğrendikleri de kesindir. Bunların dışında cariyeler, dikiş dikmesini, oya yapmasını, örgü örmesini de iyi biliyorlardı. Bunları, bu gün onlardan bize kalan eşyalardan ve elbiselerden görüp anlayabiliyoruz. Bu sebeble harem bir kültür okulu ve nezaket yuvası olarak karşımıza çıkmaktadır. Eski saraylılar, acemilere 'Sarayda terbiye olmayan hiç bir yerde terbiye olamaz, burası terbiye mektebidir' diye korkuturlarmış."


ÇIPLAK RESiMLER, UYDURMA!

Haremle ilgili sık sık yayınlanan çıplak resimlerin aslı esası yoktur. Batılı yazar ve çizerlerin fantezilerden ibaret olduğu çeşitli araştırmalar tarafından ifade ediliyor. Seyyah ve ressamIarın bizler hakkında verdikleri hükümlerin, yaptıkları resimleri yazdıkları kitapların gerçekleri asla yansıtmamaktadır.

25 Ocak 2011 Salı

HİKAYE



                            
 
 Piliç olayı  


Olay: Bir piliç, bir yolda karşıdan karşıya geçer.

Soru: Piliç neden karşıdan karşıya geçti?
Ve cevaplar:
 
 Eflatun: İyiliği için geçti; çünkü gerçek öteki taraftadır.
 
 Aristo: Karşıdan karşıya geçmek pilicin doğasıdır.
 
 Marx: Geçmesi tarihsel olarak kaçınılmazdı.
 
 Freud: Pilicin karşıya geçmesiyle ilgilenmeniz, sizdeki güçlü bir güvensizlik duygusunu ele vermektedir.

Einstein: Pilicin yolun karşısına geçmesi, ya da yolun pilicin ayakları altında yer değiştirmesi, sizin bakış açınıza bağlıdır ve tamamen izafidir.

Bill Clinton: Anayasa üzerine yemin ederim ki, bu piliçle aramda hiçbir şey geçmemiştir.

Bush: BM kararlarına rağmen, pilicin yolun diğer tarafına geçmesi, demokrasiye, özgürlüğe, adalete uymamakta ve bizim açımızdan bir tehdit oluşturmaktadır. Bu durum, o yolu bizim, çoktan bombalamış olmamız gerektiğini göstermektedir.

Süleyman Demirel: Piliç geçmişse geçmiş, geçmemişse geçmemiştir.

Turgut Özal: Benim pilicim işini bilir.

Bülent Ecevit: Bilmiyorum, Rahşan'a sormam lâzım.

Tansu Çiller: Bu memleket için karşıdan karşıya geçen piliç de bizimdir; onu ezip geçen traktör de bizimdir.

A. Necdet Sezer: Karşıya geçtiği nokta kamusal alansa, başörtüyle geçemez.

Tayyip Erdoğan: Bence o piliç, Kuzu'ya atılan o yumurtaların anasıdır. Arkasında şer güçleri vardır. Karşıya kendisi geçmemiş, geçirilmiştir.

Ve Türk erkeği: Piliç sarışın mı, esmer mi? 



MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...