1 Temmuz 2011 Cuma

S A Ğ L I K


SAĞLIĞIMIZLA İLGİLİ AÇIKLAMALI ÖNERİLER
Burhan Bursalıoğlu
İstanbul Sultangazi’de “KANSERE NEDEN OLAN BESLENME ALIŞKANLIKLARIMIZ” konusunda düzenlediği toplantıda Prof. Dr. Kenan DEMİRKOL’UN konuşmasıni  özet  olarak aşağıya alıyorum.
Özet olmasına rağmen, oldukça da uzun sayılır. Ama çok faydalı bir konuşma. Sabırla okumanızı hatta not almanızı öneriyorum.
Bu yazıyı okuduktan sonra “Amaaaaan bunlar da uygulanır mı?” diyecekler olacaktır. Veya, BU SAATTEN SONRA UYGULASAK  NE FAYDASI OLUR Kİ, BOŞVER “diyecekler de olacaktır.. Ama bir kişi dahi bunların  ciddiyetine inanıp  uygulamaya kalkarsa  bir kazanç olacaktır. Umarım bu sayı çoğalır.
Bana sorabilirsiniz “Hocam siz uyguluyor musunuz?” Tatlıyı çok severim. Şekerim yok. Yağ olarak margarin asla yemem.Gençliğimde  yayıktan çıkan tereyağını çok yerdim. Zeytinyağını yemek içinde yerim.
Maalesef suyu plastik  damacanalardan içiyoruz. Başka  alternatif yok. Sitemizin  suyu  kuyulardan çekip damıtılan sudur. Meyveleri dahi o suyla yıkamıyoruz. Onun için 19 litreli plastik  damacanalardaki suları kullanıyoruz.  Halkın aleyhinde olup zarar görecek  besin kaplarının sakıncalı  oluşunu Sağlık Bakanlığı yasaklamıyorsa yapacak bir şey yok. Gönül ister ki, suyumuzu cam şişelerle evimize getirip onları kullanalım.  Sağlık Bakanının  kulakları çınlasın.

“YAĞ” ve “ŞEKER”
Eğer hayvan merada %100 yeşillikle besleniyorsa, asla başka yabancı gıda almıyorsa, o tereyağı dünyanın en iyi yağıdır. Zeytinyağından da iyidir. Ama marketten satın aldığınız tereyağı ahırda beslenen, pancar küspesi, mısır silajı veya başka tahıllarla beslenen hayvanların yağıdır…
Sizin sağlığınızı korumak için ne yediğinize bakmanız lazım. İşte temel hatalardan biri yağ seçimi.  
 Biz ayçiçek yağı, mısırözü yağı, margarin veya endüstriyel tereyağı yediğimiz sürece hasta olmaya mahkumuz.
Elimizde iki tane yağ var şu anda. Bir, zeytinyağı; iki, %100 mera sütünden yapılmış tereyağı. Peki fındık yağını nereye sokacağız? Bu liste içinde bakın fındık yağının yağ asit içeriği, yani temel yağ bileşimi zeytinyağına çok yakındır. Hasta edici bir yağ değildir. Ama zeytini sıkıyorsun, yağını elde ediyorsun. Fındığı eziyorsun, püre haline getiriyorsun, 80 dereceye ısıtıyorsun, eter katıyorsan, yağını öyle elde ediyorsun. Hangisi tercih edilir? Zeytinyağı tabii ki. Yani fındık yağını eve sokmanın bir alemi yok. Ha zeytinyağının tadına hiç tahammül edemiyorsan o zaman rafine zeytinyağı kullanabilirsin. O da işte fındık yağıyla aynı yöntemle elde edilir. Yani piyasa değeri olmayan, çok koyu, kokulu zeytin yağlar fabrikaya gönderilir. Onlar da 70-80 dereceye ısıtılır; sonra da eter katılır; yağ elde edilir. İlk etapta rafine zeytin yağı elde edilir. Hiç kokusu yoktur, hiç tadı yoktur. Eğer bu rafine zeytin yağına, %5 oranında sızma zeytin yağı katarsanız, o zaman riviera tipi zeytinyağı elde etmiş olursunuz. Hani marketlerde görüyorsunuz ya, o fabrika eseri bir yağdır; ayçiçekle filan karışmış değildir. Saf zeytinyağıdır. Ama neden yoksundur biliyor musunuz? Sızma Zeytinyağında var olan antioksidanlardan yoksundur. Çünkü oksitlenme, yani paslanma bütün bizim hastalıkların temelindeki ana unsurdur.
Nasıl açık havada bırakırsan demiri yağmurda paslanır, ama biz ne yaparız, antipas diye bir boya süreriz paslanmasın diye.

Vücudumuzun da antipasları vardır. Bunlara biz antioksidan diyoruz.

Antioksidanları ağırlıklı olarak sebze-meyvelerden elde ediyoruz. Zeytinyağı antioksidanlardan çok zengindir ve kalp hastalıklarına karşı koruyuculuğu önemli oranda antioksidanlardan dolayı kaynaklanmaktadır. Ama biz onu ısıttığımız zaman, rafine zeytinyağı elde ettiğimiz zaman, bu unsurları geniş ölçüde kaybediyor. O yüzden mümkün mertebe sızma zeytinyağı kullanmalıyız ve çocuklarımıza da bu tadı alıştırmamız lazım.
İkinci temel hatamıza geçmeden birincisi olan yağ seçimini özetlersek, daha Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinin Trabzon bölümünde, hamsinin zeytinyağı ile kızartıldığının tarifi vardır. Sen 500 sene önce bu topraklarda bunu biliyordun. Ama biz, dış etkilerle doğruyu unutturulduk ve yanlışlara sürüklendik. İşte o yanlışlıklar bizi hastalıklara sürüklüyor. Zaten dünyada bir tek Akdeniz yöresinde yetişiyor. Şimdi Arjantin’de, Çin’de zeytin ağacı yetiştirilmeye çalışılıyor. Biz toprağındayız. 5.000 yıldır bu topraklarda zeytinyağı kullanılıyor. Ne olur biraz özümüze geri dönelim.
İkinci büyük hata şeker. Hayatımızda şeker, insanlık tarihi itibarıyla bakarsanız çok yeni bir olgu.
Peki şeker bir besin maddesi midir? Değildir.
Çünkü besin maddesini nasıl tanımlıyoruz? İnsanın bedensel ve ruhsal işlevlerini ve çoğalmak için, yani neslini sürdürmek için gerekli maddelere biz besin maddeleri diyoruz. Şeker, insanın herhangi bir işlevini yerine getirmek için gerekli mi?
Evet. Beyin glikozla çalışıyor.
Omurilik hücreleri glikozla çalışıyor.
Eritrosit dediğimiz alyuvarlar glikozla çalışıyor.
Enerji kaynağı olarak glikozu kullanıyor.
Peki dışarıdan şeker alıp da daha akıllı olan bir insan gördünüz mü?

Hani beyin glikozla çalışıyor ya, şeker yediği için daha akıllı olan bir insan gördünüz mü? Veya sperm, enerji kaynağı olarak früktozu kullanıyor. Meyve yiyip de daha müthiş erkek olanı gördünüz mü? Çünkü;  
insanın gereksinimi olan glikozu da früktozu da vücut kendisi üretiyor.
Dışarıdan asla alınmasına gerek yok.
Dolayısıyla biz şeker yediğimiz zaman tamamen sadece damak zevkimiz için yiyoruz.
Asla hiçbir bedensel ihtiyacımız yok.

O yüzden şekere boş kalori denir. Yani gereksiz yere aldığımız kalori. E bugün bakın şimdi son bir hafta içinde yediklerinize, ne kadar boş kalori aldınız? Çok… Niye?… Hasta olmak için, Sadece hasta olmanıza katkıda bulundu. Bir de son zamanlarda pancardan elde edilen şeker de bir yana bırakıldı; daha ucuz olsun diye mısırdan elde edilen şeker kullanılmaya başlandı. Fruktozdan zengin mısır şurubu. Ne yazık ki, bizim gıda tüzüğümüzde farklı şekerlerin farklı adlandırılması zorunluluğu yok. Şeker şekerdir mantığıyla ister nişasta bazlı şeker yani mısır nişastasından elde edilmiş şeker olsun ister pancar şekeri ister … şekeri olsun hepsinin üstünde şeker yazılması yeterli.
Halbuki mısırdan elde edilen fruktozdan zengin mısır şurubu, aynı miktar kaloride bile olsa normal şekere göre % 46 daha şişmanlatıcı.
 Özellikle karın bölgesi yağlanmasına yol açıyor. Bu bilimsel olarak kanıtlandı.
Dünyanın en saygın üniversitelerinden biri, Amerika’da bir teknik üniversitenin bir öğretim üyesinin sözünü ödünç alarak size söylemek istiyorum  “Yaşadığımız çağ, akademik kapitalizm.” Yani sermaye sahiplerinin akademisyenleri satın alması sonucu, toplumla paylaşmak istediklerini akademisyenlere söylettirdikleri çağdayız.. Yani satılmış insanların çağı. Satılmış bilim insanlarının çağındayız.


Üçüncüsü ise karaciğer yağlanması. Ama ne tür bir yağlanma? Alkolizm dışı bir yağlanma. O yüzden biz buna alkol dışı karaciğer yağlanması deniyor. Ve alkol dışı karaciğer yağlanması, özel tipli bir siroza neden oluyor. Atatürk’ün öldüğü siroz hastalığı var ya. Özel bir tipte siroz hastalığı, kriptojenik siroz deniyor buna. Amerika’da son otuz yıl içinde üç kat artan karaciğer kanserinin de kriptojenik siroz sonucu olduğu belirtiliyor. Yani sonuçta Amerika’da son 30 yılda üç kattan fazla görülen karaciğer kanserinin sebebi mısır şurubudur. Bu, bu kadar açıkken bizim bakanlığımız dün yaptığı açıklamada hiçbir bilimsel kanıt sunulamamıştır diyor. Benim 110 tane bilimsel yayın kullanarak yazdığım, on yedi sayfalık raporu da çiğneyerek bunu yapmış. 17 sayfalık rapor gönderdim onlara. 110 tane de literatür ekledim. Ama neoliberalizmdeki iktidarlar sermayenin iktidarıdır; vatandaşın iktidarı değildir. Yurttaşın iktidarı değildir...
Ne olur çocuklarınızı mısır şurubundan uzak tutun.
Hem şekerden uzak tutun ama özellikle de yani gofret, bisküvi kek dışardan alacağına az şekerli bir keki evde kendin yap.
Yani ambalajlı bir ürün sunmayın çocuklarınıza.


Bugün gıda sanayisinde sadece ve sadece aksi belirtilmediği takdirde mısır şurubu kullanılıyor.
Dondurmalarda o kullanılıyor, hazır aldığınız baklavanın şerbeti bile mısır şurubundan.
 Kartal’da onun fabrikası var Ülker’le Cargill firmalarının ortak kurdukları bir fabrika. Baklava şerbeti bile oradan geliyor.
Çocuklarınıza illa tatlı bir şey yedirecekseniz, ne olur evde kendiniz yapın ve olabildiğince az şekerli yapın.
Çünkü total olarak da şeker zararlı zaten, yani; insanın zarar görmeden günde tüketebileceği şeker miktarı 30 gram dolayındadır.
30 gram, 8 kesme şekeri yapar.

Ama bu şekerin içinde ne yazık ki meyve de var, bal da var, yani siz kahvaltıda bir tatlı kaşığı bal yediyseniz, hakkınız 7 ye düştü. Bu hakkınızı ağırlıklı olarak meyve olarak değerlendirin.
Eğer bugün hiç şeker yememişseniz, bal dahi yememişseniz, çayınıza hiç şeker koymamışsanız, başka hiçbir şeker kaynağı da yoksa, 8 kesme şekerin karşılığı 300 gram portakal veya 300 gram elma veya 400 gram kiraz veya vişne veya 100 gram kadar muz, incir veya üzüm yiyebilirsiniz.
Ama sadece 100 gram. Yani mandalina zamanı koy hanım önüme bir kilo mandalinayı ben bunu yiyeyim bu sağlıklı değil.
Siz sınırsızca sebze yiyebilirsiniz ama meyve sınırlı yemeniz lazım.
Meyvenin fazlası da şişmanlatır. Ve zararlıdır, karaciğer yağlanması yapar…..
Yani meyve tek başına bile hem karaciğer yağlanması, hem karın tipi şişmanlık yapabilir.
Karın tipi şişmanlığın çok özel bir yeri vardır.
Bağırsak çevresindeki iç organların çevresindeki yağlar hormonal etkin yağlardır ve bu hormonal etkin yağlar ne yazık ki kanser oluşumunda da, kalp-damar hastalığı oluşumunda da etkindir.
O yüzden eşit bir şişmanlık, yani kollar bacaklar her taraf eşit ama karın büyümemiş.
Bu şişmanlığa çok itirazım yok.   karın tipi şişmanlık eşittir şeker hastalığı, eşittir kalp hastalığı, eşittir kanser.

O yüzden göbekler inecek. Göbekler inmediği sürece sağlıklı olma şansımız yok.
Göbekleri indirmek içinde şekerden uzak duracağız.
Çünkü en çok karın tipi şişmanlık yapan früktozdur.
Bizim yediğimiz pancar şekerinin de yarısı früktozdur.
Yediğimiz meyvenin şekerinin de yarısı früktozdur.
Biz früktozu azaltmak zorundayız.
Karın tipi şişmanlığı, dolayısıyla kalp hastalığı, kanser, inme gibi hastalıklardan kurtulmak istiyorsak karnımız inecek.
 - Esmer şeker hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Bakın bütün şekerler esmerdir. Üretim aşamasında karamelize olur. O yüzden esmerdir ama yıkandıkça üzerindeki karamel atılır, rafine edildikçe beyazlaşır. Yani senin dediğin esmer şeker, yediğin beyaz şekerin üretimdeki bir önceki aşamasıdır. Sadece ticari bir tuzak. Daha yüksek fiyata satabilmek için ticari bir tuzak……
Şimdi karaciğer yağlanmasının önemli bir bölümü selim seyredebilir. Yani her hangi bir sorun yaratmadan da insan ömrünü bununla sürdürebilir. Ama bir bölümü yine hatalı beslenmenin devam etmesi koşuluyla, yağlı karaciğer iltihabına dönüşebilir.
Alkol dışı yağlı karaciğer iltihaplanmasıdır bu hastalığın adı. Ciddi karaciğer yetersizliği, siroz karaciğer kanseri aşamasıdır.
Bazen yağlı karaciğer iltihabı olmadan da sadece yağlı karaciğer aşamasında da bazı hastalıklar çıkabilir ama yağlı karaciğeriniz varsa iki yol var sizin önünüzde; biri nispeten hayatınızı idame edeceğiniz bir yol öbürü de ölümdür. O yüzden ne yapıp yapıp karaciğer yağlanmasını tedavi ettirmelisiniz. Bunun da temelinde şekeri tümüyle sıfırlamanız geliyor. Ancak iki yıl gibi bir süre içinde toparlayabilirsiniz……
Şeker kesmeyi dile getirdiğimiz zaman karaciğer yağlanması açısından, o zaman nişastayı da kesmemiz lazım.
Çünkü nişasta, daha ağzımızda çiğnendiğinde tükürükle glikoza dönüşür. Şekerdir; yani nişasta da şekerdir.
- Kolesterolün karaciğer yağlanmasıyla bir ilgisi var mı?
- Kolesterol olmazsa hayat olmaz. Bütün hormonlarımızın ham maddesi kolesteroldür. O yüzden zaten anne sütünde kolesterol çok yüksektir. Çocuğun hormonlarının üretilmesi için başlangıçta anneden aldığı kolesterole ihtiyacı vardır.
Kolesterol masum bir maddedir.
Ama oksitlenirse oksikolesterole dönüşür ve damar sertliği yapar.
Peki oksitleyen ne?
Şeker.

Yedikten sonra şeker trigliseride dönüşür. Yağdır o ve o trigliseritten kolesterolü oksitleyerek damar sertliği yapar bir. İki; ayçiçeği yağı, mısır özü yağı veya margarinden elde edilen trans yağ asitleri kolesterolü oksitler ve böylece damar sertliği oluşur.
Üç, yapay yemle beslenen hayvanların sütünde de iç yağı vardır. Damar sertliği yapıcı doymuş yağ asitleri vardır, bunlar kolesterolü oksitler ve hasta eder bizleri. Şimdi hayvanın merada otlarsa ayçiçeği yağı mısırözü yağı margarin kullanmazsan şekeri de azaltırsan senin damar sertliği olma şansın kalmıyor. Kolesterolün ne olursa olsun. Ama bu bilgi kolesterol ilacı üreten Amerikan şirketlerinin işine gelmiyor.
yılda sadece kolesterol ilacı satımından
50 milyar dolar elde ediyorlar.

O yüzden de Amerikan tıbbı bize ne emrediyor? Kolesterol ilacı ver diyor. Bakın gazetelere yansıyan bir gerçek var. Nasıl bizim Sağlık Bakanlığımız bir bilimsel kurul kurdu, Amerika’da da böyle bir bilimsel kurul kuruldu ve “Normal kolesterol düzeyi kaçtır?” sorusuna bilim kurulu yanıt versin istendi. Ve de normalin çok altı bir değer, 200 mü kabul ediliyor normal,150 gibi bir değer ileri sürdüler. Sonradan ortaya çıktı ki bilim kurulunda yer alan 9 öğretim üyesinin dokuzu da ilaç şirketlerinden rüşvet almışlar.
- Hocam kızartmalarda ne tip yağ kullanmak gerekir?
- Kesinlikle zeytinyağı, kesinlikle.
- Peki, zeytinyağının yanma derecesi ayçiçeği yağından yüksek midir?
- 240 derece, ayçiçeği yağından çok daha yüksektir. Tava ısısı normal şartlarda 180 dereceyi çok az aşar. O yüzden rahatlıkla zeytinyağını kullanabilirsiniz ama dumanlaşma derecesi diye teknik jargonda adlandırılır sızma zeytinyağını kullandığınız zaman çok daha düşük derecelerde dumanlanma görürsünüz. O su buharıdır. Su buharıdır ve içindeki bazı organik maddeler yanar, koku maddeleri tat maddeleri yanar. O yüzden o, yağın yandığı anlamında değildir. Ne olur yanılmayın. Yağ yanmıyor. İçindeki bazı koku, renk maddeleri yanıyor. 240 dereceye kadar dayanan bir yağdır……


- Bir dinleyicinin elindeki pet şişeden su içtiğini gören hoca,
- Şimdi içtiğiniz su ile neler elde ettiğinizi de gözden geçirelim ve bu günkü toplantıyı kapatalım.
O polietilen tereftalat maddesinden üretilmiş yani pet şişenin içindeki stalatlar suyun içine karışmış bulunuyor.
Ayrıca o plastiği yumuşatmak için antimon denen bir ağır metal kullanılmıştır o da suyun içine karışıyor dolayısıyla siz hem stalat, hem de antimon içmiş oldunuz şu anda.
Peki, ne yapar bunlar size? Bunlar hormon bozucular diye geçer. Sizin vücudunuzda bir takım hormonal bozukluklar yaratır. Bu hormonal bozuklukların bir bölümü, örnek, östrojen etkisini göstererek 5 yaşında çocukların adet görmesine sebep olur. İki buçuk yaşında bir çocuk getirdiler Lüleburgaz’dan adet görüyor. İki buçuk yaşında. Hamile bir kadın östrojen etki gösteren bir hormonal bozucuyu aldığı zaman, o madde özellikle bu 19 litrelik su bidonlarında onlar polikarbon denen bir plastiktir ve ham madde olarak Bisfenol-A denen bir maddeden üretilir. Bisfenol-A’nın meme kanseri yaptığı 1930 yılından beri bilindiği halde ve 130 tane bilimsel yayın olduğu halde bunun hakkında hala biz o bidonlardan su içmeye mahkum bırakılıyoruz. Bisfenol-A hamile bir kadının karnındaki çocuğun beynindeki cinsiyet ayrım merkezine gittiğinde çocuğun homoseksüel olma olasılığı çok yükseliyor. Meme kanseri riski çok yükseliyor erkekse prostat kanseri riski normal bunla temas etmemiş insana göre 3 kat artıyor.
Yani musluk suyu için Allah aşkına.
- Arıtıcılar hocam?
- Paranız varsa arıtıcı kullanın. Ama paranız yok arıtıcı alamıyorsunuz, musluk suyu için.
Musluk suyu İstanbul’da kullandığınız plastik şişedeki su hangisi olursa olsun 100 kat iyidir.
İSKİ’nın her ay İstanbul’daki bütün su havzalarının sağlık raporları internette yayınlanıyor. Biz geçen sene NTV’de bir su programı yapmıştık ve NTV Yıldız Teknik Üniversitesinde piyasadan topladığı suları bakteriyolojik incelemeye gönderdi. Hepsinde mikrop çıktı. Hepsinde istisnasız. Yani siz sağlıklı olsun, temiz olsun çocuğum mikropsuz su içsin diye mikroplu suyu paranızla içiyorsunuz. Bıraktım vazgeçtim mikroptan, kanser yapıyor.  Almanya’da geçen sene ocak ayında Avrupa birliğinin gıda güvenliği merkezi vardır EFSA ocak 2010a kadar Bisfenol_A’nın sağlık sakıncası olmadığını iddia ediyordu. Ama toplum baskısıyla mayıs ayında biz bu işi araştıracağız dediler ve ekim ayında biberonlarda Bisfenol-A’nın kullanımını yasakladılar. Tamam, da biberonda yasakladın e çocuğuna Bisfenol-A’lı su bidonundan su katmıyor musun mamasını hazırlarken? Isı ve zaman etkisiyle plastiğin defalarca kullanılmasıyla Bisfenol-A’nın suya geçiş oranı çok artıyor. Şimdi su ısınmaz ki diyeceksiniz. Arizona’da yapılan bir çalışmaya göre şehirlerarası su nakli sırasında kamyon içerisindeki su 80 dereceye kadar ısındığı saptanmıştır. 80 dereceye ısınan su o plastikten ne kadar madde çözüyor biliyor musunuz? Sizi de sülalenizi de kanser etmeye yeter. Antalya’da yazın açık havada duran suyun derecesi kaç acaba? Banyo bile yapamazsın o kadar sıcak suyla. Ne olur musluk suyu kullanın. Bırakın şu plastikleri.
- Hocam bazı yiyecekleri plastik poşetlere koyup buzluğa atıyoruz . bu da sakıncalı mı?
- Şimdi bakın naylon folyo polietilen denen bir maddedir ve polietilenin bu güne kadar bir sağlık sakıncası saptanmamıştır. Daha büyük sorun yoğurt kapları. Mesela bazen çay içiyoruz köpük gibi bardaklardan veya uçağa bindiğimizde şeffaf cam gibi çıt diye kırılan plastik bardaklar var hem o polystryne hem köpük gibi olan bardaklar da polystryne onlardan stryne çayımıza geçiyor o da kanser yapıyor.

Şimdi plastik yoğurt kaplarında, ben anlata anlata zannediyorum bazı firmalar artık polipropilen kullanmaya başladı. Kabın altına baktığımız zaman veya yanına baktınız zaman bir üçgen göreceksiniz. Üç oktan oluşan bir üçgen. Bu geri dönüşüm işaretidir. O üçgenin içinde bir sayı yazar. 5 numara polipropilendir altında da zaten PP yazar. Yoğurt alırken artık markaya göre değil kullandığı plastiğe göre tercihinizi yapın. Ben her yoğurt almaya gittiğimde maalesef aynı firma farklı marketlere farklı plastik gönderebiliyor. Daha ucuz marketlere adi plastiklerde, lüks semtlerdeki marketlere daha kaliteli plastikte gönderiyor. Ne acı. Yani ayırım yapıyor.
- Yani hocam üçgenin içinde 5 mi yazması lazım?
- Evet polipropilen
- 1,5 litrelik su şişelerinde 1 yazıyor.
- Evet, işte o PET polietilen tereftalat, kötü, 1 numara kötü. Evde 19 litrelik bidonların altına bakın. Onda da 7 yazar. 7 diğer plastikler anlamına gelir. Diğer plastiklerin içinde 6-7 farklı plastik vardır bunlardan bir tanesi de polikarbondur onun için üçgenin altında PC kısaltması vardır.
Bu günlük de bu kadar…..
Prof. Dr. Kenan DEMİRKOL

27 Haziran 2011 Pazartesi

İNKARI OLMAYAN GERÇEKLER

UNESCO  ve  ATATÜRK


Yıl 1976, UNESCO üyelerine bir öneriyle gelir. Öneri paketindeki bir cümleyi sizlere okumak istiyorum. Diyorki " Bu gün UNESCO'nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal'dir." Öneri nedir ? Öneri ise onun doğumunun yüzüncü yılında, 152 üyesi vardı UNESCO'nun 152 ülkenin devletleri aynı anda kutlasın önerisidir. 

Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler:
"Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?" şeklindeki kinayeli sözlerine, Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler;
" Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterim ki ATATÜRK öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı her ülke her problemimizde çare olarak aramalıyız


Sonra nemi olur? UNESCO tarihinde ilk ve tekdir hiç negatif oy yok, hiç çekimser oy yok 152 ülke şu metne imza atar; hani İsveç delegesi demişti ya "ne yani" diye. O İsveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona gelir ve aynen şunları söyler;
" Ben ATATÜRK'ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor ilk imzayı ben atıyorum" diyecektir.
İşte o muhteşem belgede deniyor ki;
" ATATÜRK KİMDİR; ATATÜRK ULULARARASI ANLAYIŞ, İŞBİRLİĞİ, BARIŞ YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KİŞİ, OLAĞANÜSTÜ DEVRİMLER GERÇEKLEŞTİRMİŞ BİR DEVRİMCİ, SÖMÜRGECİLİK VE YAYILMACILIĞA KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER, İNSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ, BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, DİN, IRK AYIRIMI GÖSTERMEYEN, EŞİ OLMAYAN DEVLET ADAMI, TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU"
Dünya tarihinde hiçbir lider için yazılmamış metine kaleme aldıran Mustafa yı düşünün..

Bir de Can DÜNDAR'in Mustafasını. ....... 


20 Haziran 2011 Pazartesi

TASARIMLAR

ECO - SİKLET

Burhan Bursalıoğlu

Turgutreis Belediye’sinin iki yıldır uyguladığı ECO –SİKLET yarışması, 18-19  Haziran 2011  Cumartesi ve Pazar günü, Turgutreis Marina bitişiğindeki  Barbaros plajında yapıldı.
ECO-SİKLET  deniz araçlarının yarışmasıdır.
MEHMET  DİNÇBERK

2010 da ilki yapılan, genç tasarımcıların yaratıcılığını  teşvik etmek ve  sürdürülebilir, turizme  odaklanmak amacıyla, Turgutreis  Belediyesi’nce düzenlenmiştir.  Bundan böyle de, bu yarışmaların  devamının olacağını  Belediyesi Başkanı  Sayın Mehmet Dinçberk belirttiler.
19 Haziran Pazar günü, daha önce  elemelere girip kazanan 6 yarışmacı tasarımlarıyla birlikte saat 10 da yarışma startı aldılar.


Tasarımlarıyla yaptıkları deniz araçlarını  ikişer kişi ortaklaşa yapmışlar. Ayrıca bir de sponsorları var. Yarışmada bu üç kişi de araçlarını  ayrı ayrı kullandılar.
Yarışmaya katılacak araçların  tasarımcılar tarafından verilen  adları, tasarımcıların ad ve okulları şöyle.
 Aracın  Adı                Tasarımcıların Adı              Okulu

1-Kutsal damacana  Sait Soytürk             İstanbul Üniversitesi
                                Hakan Ayan             İstanbul Üniversitesi
KUTSAL DAMACANA

2-Bağ – Ship            İ. Burak Ercan         Yıldız  Teknik Üniversitesi
                                O. Erdem Pirci         Yıldız  Teknik Üniversitesi
BAG - SHİP

3-Çiroz                    Ş. Erinç Çeliksel     Yıldız Teknik Üniversitesi
                                Doğukan Kandemi  Yıldız Teknik Üniversitesi
ÇİROZ

4-Akvaryum            Ç. Sabri Köksal        İstanbul Üniversitesi            
                                Samet Saip               İstanbul Üniversitesi         
AKVARYUM

5-Deniz Ufosu         Kazım Doku             Yaşar Üniversitesi
                               Aylin Doku               9 Eylül Üniversitesi
DENİZ UFOSU

6-Discycle                Bora Döker             Yeditepe Üniversitesi
                                Ömer Doğan            Doğuş Üniversitesi


Görüldüğü gibi, tasarımcıların tümü Üniversite öğrencisi.

Araçların yapımında kullanılan  malzemeler de enteresan.. Malzeme temiz, dezenfekte olmuş, geri dönüşebilir atık ve hurda  olacak. Metal aksamlı malzemeler revize edilerek kullanılacak. Deri ve kumaşlar, parçalardan dikilerek  yararlı hale getirilecek. Tasarım su sporlarına  uygun ve  insan gücü ile çalışacak Motor, elektrik kullanılmayacak.
Belediye Başkanı Mehmet  Dinçberk basına bilgi veriyor

Tasarımcılar bu şartları uyguladılar.
Kıyıdan 200-300 metre mesafede, yine ilkokul öğrencilerinin hazırladığı süslerle süslenmiş  dubalar konmuştu.. Araçlar, sahilden başlayıp bu dubaları dönüp tekrar sahile gelmeleri bir etap sayıldı. Yarışma 3 etap üzerinden yapıldı.
Sponsor dahil, her  aracın tasarımcılarıyla  birlikte üç kişi takım oluşturmaktadırlar.
Jüri ,  aracın  her turunda  saat tuttu . Aracın 3 turdaki toplam hız zamanını ölçtü. Bu puanlamalarda  kısa zaman kriterlerden biri idi. Diğer kriterler, sarf edilen emek, maliyetin düşük olması, turizme uygun olması ve yarışma öncesi seyircilerin  beğendikleri araçlar için verdikleri oylardı.
Seyirci oy  verme masası

Yarışma, kalabalık bir seyirci önünde yapıldı.
Yarışmaya Discycle , mazereti nedeniyle katılmadı..
KUTSAL DAMACANA:  Bildiğimiz 18 litrelik , plastik damacanaların birleştirilmesinden oluşmuştu.
Yarışın başında  arızalandı. Yedekte sahile çekildi. Onarıldı tekrar yarışa girdi, tekrar arızalanınca, jüri tarafından diskalıfiye oldular.
ÇİROZ ve BAG-SHİP ve tasarımcıları

DENİZ UFOSU:  Çok küçük, ayak pedallı. Hızı çok düşüktü. Diğerleri 3. turu bitirdiğinde, Deniz Ufosu 2. turu dahi bitirememişti.
BAĞ-SHİP: Boru ve  plastik kaplamadan yapılmıştı. Kürekle çalışıyordu. En hızlı  araçtı.
AKVARYUM:  Tamamen ahşaptan yapılmıştı. Kullanıcı yüzükoyun yatarak elleri ile pedalları çeviriyordu. Sürücünün , önündeki cam bölmeden denizin içini görme bölmesi de vardı.
ÇİROZ:   En çok dikkati çekendi. Çok emek verilmişti. Pedallar ayakla çevriliyordu. Hızı da iyi idi. Gösterişi de vardı.
BAG-SHİP  ÜÇÜNCÜLÜK   ÖDÜLLERİNİ ALDI

Yarışmalar sonucu.  Çiroz birinci,  Akvaryum ikinci ve Bağ-ship te üçüncü oldular.
Başta Belediye Başkanı Sayın Mehmet Dinçberk, çatal Ada Sanat, Çevre ve Turizm Derneği temsilcilerinin verdikleri ödül ve sertifikalardan sonra yarışmalar sona erdi.
Akşam, sergiler,spor ve sanat  aktiviteleri, geleneksel yerel yemekleri ve eğlence düzenlendi.
Bütün bunlar Belediye Başkanı Sayın Mehmet Dinçberk tarafından  organize edilmişti.
Mehmet Dinçberk 1951 de Bodrum’da dünyaya  gelmiş. 1984 den 1999 a kadar, üç dönem, Anavatan Partisinden  Turgutreis Belediye Başkanlığını yapmış. 1999 dan 2009 a kadar dinlenmeye çekilmiş. 2009 da CHP den tekrar Belediye  Başkanı seçildi ve bu göreve hala devam etmektedir.
Turgutreis’in  yıllardır çözülemeyen başta su sorunu olmak üzere bir çok sorunu çözdü. Cadde ve sokaklar pırıl pırıl. Esnaf mutlu. Belediye ile ilgili sorunlarda, görevliler, yardımsever, güler yüzlü ve samimiler.
Daha ne olsun? 
BARBAROS  PLAJI
Bence, Turgutreis’te çirkin görünen, caddelere park eden araçlar. Bunun da nedeni garajın olmamayışı.  Bu sorun da giderilirse Turgutreis hakikaten örnek bir  kent olur.
Aslında Turgutreis  kaymakamlık olmaya aday.  Belde lik hafif geliyor.
Sayın Dinçberk’i çalışmalarından ötürü kutluyor, başarılarının devamını diliyorum.

17 Haziran 2011 Cuma

EDEBİ ÖRNEKLER

      HİCİVLİ  FIKRALAR
Burhan Bursalıoğlu

Bilmem,Türk'ler  kadar hazırcevap, düşündürücü, güldürücü, hiciv ve dokundurucu, esprili  başka bir millet var mı acaba?  BAğdatlı RUHİ, NEFİ, ZİYA PAŞA, EŞREF, NAMIK KEMAL, BAKİ, YUSUF KAMİL PAŞA, Şair EŞREF, MEHMET AKİF, TEVFİK FİKRET,  Aşık FİGANİ, İNCİLİ ÇAVUŞ, RIZA TEVFİK BÖLÜKBAŞI, NEYZEN TEVFİK NASRETTİN HOCA, HALİT NİHAT BOZTEPE, İHSAN HAMAMİ, NAZIM HİKMET, CEM YILMAZ, SÜLEYMAN NAZİF  ve  sanal  TEMEL bize hicvin, hazırcevaplığın, esprinin  ustalarından sadece birkaçıdır.

Zaman zaman bu ustaların yaşam ve sanatlarının örneklerinden yayınlayacağım.


Doktorlar kesin olarak içkiyi yasaklarlar Neyzen Tev­fik'e.  O günlerde Peyami Safa ziyaretine gider.
Odanın kö­şesinde büyük bir fıçı şarap görünce şaşırır tabii. Dayanama­yıp sorar,
- Bu ne üstad, hani sen artık içmeyecektin? Neyzen Tevfik istifini bozmaz:
- Ne yaparsın oğul, içmezsem kuvvetten düşüyorum.
- Peki içkinin ne faydası oluyor?
- Olmaz olur mu? Mesela bu fıçı buraya geldiğinde yerinden kaldıramıyordum. Ama şimdi tek elimle bile kaldıra­bilirim!..

Sirkeci Garı'ndaki birahanede oturup demlenen Eşref'e, orada bulunanlardan biri,
- Üstadım, o güzel hicivlerinizin çoğunda isim olmadığı için kime yazıldığını anlayamıyoruz, der.
- Hicivlerim numarasız gözlük gibidir. Her rezile uyabileceği için isim belirtmiyorum!..
Meşhur bir sigara tiryakisi olan Reşat Nuri Güntekin'e
doktor öğüt veriyordu:
- Sigara bir taraftan iyidir, bir taraftan fena...
Güntekin, doktorun sözünü kesti:
- Merak etme doktor, ben sigarayı yalnız bir tarafından içerim.


Bazı büyük adamların doğdukları ya da yaşadıkları evlerin üzerine, onlar öldükten sonra birer yazılı levha koyma adetinden söz ediliyordu.
Florina’lı Nazım, Süleyman Nazif’e sordu:
- Üstad! Ben öldükten sonra kapıma koyacakları levhaya acaba ne yazarlar?
Süleyman Nazif, büyük bir ciddiyetle şu yanıtı verdi:
- Kiralık Ev!..


İkinci Dünya Savaşı'nın ilk günleriydi. Karpiç Lokantası'nda bir politikacı içkinin de etkisiyle coşmuştu:
- Şu Hitler'in, bizim politikacılarımızdan nesi fazla?
Lokantada bulunan Ercüment Ekrem Talû içkisinden bir yudum alıp yanıt verdi:
- Sadece H'si...


Halit Fahri Ozansoy bir ziyafete davet edilmişti. Ertesi gün Ercüment Ekrem Talu'ya rastladı. Talu takıldı arkadaşına,
- Dün gece nerelerdeydin yahu!
- Sorma kardeşim, kendimde değildim.
Talû başını salladı:
- Kim bilir ne rahat etmişsindir!


Cağaloğlu'nda bir yazıya verilecek para konusunda çeşitli yöntemler, ölçütler kullanılır.
Çoğunlukla da yazının sayfa sayısı değil de imzası önemlidir yayıncılar için.
Vakit gazetesinde Hakkı Tank ise satır hesabına göre ödermiş parayı.
Bir gün Ortaç bu durumdan yakınınca, Ömer Seyfettin kıkır kıkır gülmeye başlar:
- Ah cancağızım, satırbaşı yapmaktan anam ağlıyor.

Celal Sahir Erozan, bir dost toplantısında;
- Ben bir dulun ikinci kocası olmak istemem, dedi.
Süleyman Nazıf atıldı hemen:
- Peki birinci kocası mı olmak istersiniz?


Ercüment Ekrem Çamlıca'da geniş bahçeli bir evde oturuyordu. Bir cuma günü Yahya Kemal ziyaretine gitti.
Evi kolayca buldu ama kapıdaki "Köpek vardır, dikkat ediniz" yazılı levhayı görünce irkildi birden:
- Eyvah, dedi. İçeriye ihtiyatla girmek lazım.
Önce kapıdaki çıngırağı çaldı kuvvetlice.
Gelen giden olmayınca ne olur, ne olmaz diye eline irice bir taş alıp tedirgin adımlarla bahçeye girdi.
En ufak çıtırtıya kulak kabartarak, eve doğru yürürken bir tane daha gördü aynı levhadan.
Tedirginliği arttı ama yürümeyi sürdürdü. Ama o da ne?
Bir normal "Köpek vardır dikkat ediniz" levhası daha! ..
Artık adım atacak cesareti kalmamıştı.
-Ercüment!.. Ercüment!.. diye bağırmaya başladı.
Ama sesine ses veren olmadı...
Yahya Kemal cesaretini toplayıp eve kadar yürümekten başka çaresi kalmadığını anladı. İhtiyatı elden bırakmayarak yürümeye başladı.
On beş-yirmi adım sonra evin kapısının önünde buldu kendini.
O sırada da Ercüment Ekrem bahçenin diğer köşesinden çıkageldi. Dostunu görünce sevindi.
- Vay, safa geldin Yahya Kemal!..
- Safa bulduk azizim ama ödüm de patladı.
- Ödün mü patladı? Sebep?.
- Daha ne olsun, her yanda levha asılı. Bağlı mı bari?
- Bağlı mı? Aman Yahyacığım nasıl kıyar da bağlarım?
Ercüment Ekrem, tam da o sırada evin arkasından dolaşıp gelen yumruk kadar fino yavrusunu gösterdi:
- Bak!..
Yahya Kemal köpeği görünce şaşırdı:
- Ay! O levhalar bunun için miydi?
- Değil mi ya, iki gözüm? Zavallı yavrucağızı görmeyip üstüne basarlar diye astım o levhaları!..





14 Haziran 2011 Salı

Ş İ İ R

MEMLEKETİM





Memleketimi seviyorum
Çınarlarında kolan vurdum, hapishanelerinde yattım.
Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı
memleketimin şarkıları ve tütünü gibi.
Memleketim.
Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya, kurşun kubbeler ve fabrika bacaları benim o kendi kendinden bile gizleyerek sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir.
Memleketim.
Memleketim ne kadar geniş,
dolaşmakla bitmez, tükenmez gibi geliyor insana.
Edirne, İzmir, Ulukışla, Maraş, Trabzon, Erzurum.
Erzurum yaylasını yalnız türkülerinden tanıyorum ve güneye pamuk işleyenlere gitmek için Toroslardan bir kerre olsun geçemedim diye utanıyorum.
Memleketim.
Develer, tren, Ford arabaları ve hasta eşekler, kavak söğüt ve kırmızı toprak.
Memleketim.
Çam ormanlarını, en tatlı suları ve dağ başı göllerini seven alabalık ve onun yarım kiloluğu pulsuz, gümüş derisinde kızıltılarla Bolu’nun Abant Gölü’nde yüzer.
Memleketim.
Ankara Ovası’nda keçiler
kumral, ipekli, uzun kürklerin pırıldaması.
Yağlı, ağır fındığı Giresun’un.
Al yanakları mis gibi kokan Amasya elması, zeytin incir kavun ve renk renk salkım salkım üzümler ve sonra karasaban ve sonra kara sığır ve sonra ileri, güzel, iyi her şeyi hayran bir çocuk sevinciyle kabule hazır, çalışkan, namuslu, yiğit insanlarım yarı aç, yarı tok yarı esir...

Nâzım Hikmet:




11 Haziran 2011 Cumartesi

BİZİM TEMEL

SEÇİM  ÖNCESİ  RAHATLAYALIM

Burhan Bursalıoğlu

Genel seçim öncesi tüm Ulusun kafasında seçim sonuçlarını belirleyecek açık hava mitinkleri, TV  açık oturumları, afişler, reklamların yarattığı belirsizlik vardı. Çok şükür bu da bitti. Sonuçlara saatler kala insanlarımız evlerinde heyecanlı bekleyişte kalacaklardırç
Diyorum ki, stres içinde olmanız normal. Ama bu iyi değil. Stresinizi dağıtın. Seçimden uzak durun. Oyunuzu erken kullanıp bol zamanınız olsun. Evde veya dışarda sizi neşelendirecek  meşguliyetler bulun. Rahatlayın.
Bu işte benim de katkım olsun istiyorum.
İnsanlarımızı ençok güldüren sanal da olsa TEMEL fıkralarından bir demeti bloguma koyup görevimi yapayım diyorum.
Mutlu olacağınızı zannediyorum.
Rahat haftasonu  ve seçim sonuçlarının da umduğunuz gibi olmasını  diliyorum.

 TEMEL  FIKRALARI

0 -2 Kere 2 Kac Eder

Temel in oğlu yüzünde üzgün bir ifade ile okuldan gelmiş. Temel durumu
görünce sormuş :
- Ne oldu ?
- Matematik dersinden zayıf aldım.
- Niye ?
- Öğretmen 2 kere 2 kaç eder dedi, bende 6 dedim.
- E oğlum, 2 kere 2 dört eder, hadi bilemedin 5 eder. 6 nerden çıktı?

 - Temel ve Kraliçe Elizabeth

Temel İstanbul a gelmiş, yürüyormuş. Bu arada 5 dakikada bir top atışları duyul-
maktaymış. Merak edip sormuş. "Hemşerim bu top atışları neyin nesi?" diye.
Kraliçe Elizabeth in gelmesi sebebiyle top atisi yapıldığı anlatılmış.
Aradan yârim saat geçmiş ve top atışları halen sürmekteymiş. Temel yine
sormuş bir başkasına "Bu top atışları neden?" diye. Ayni cevabi alınca
söylenmiş: "Ulan, yarim saattir bir kariyi vuramadılar, be!"

 - Temel ve Sevgilileri

Temel in 3 tane sevgilisi vardır. Biri öğretmen, biri doktor, biri de santralcidir.
Fakat öğretmenle evlenmeye karar verir. Bunu bilen arkadaşı sorar "Niye
öğretmen de diğerleri değil?" diye. Temel de ona döner:
-Ula der, bilmez misin doktorlar "bugün git yarin gel" der, santralci de "şu an
meşgul daha sonra tekrar deneyin" der. Ama öğretmen ne der? Hadi bir daha
tekrarlıyalım. ..

 Paraşüt 

Temel Nato da havacı olarak askerliğini yapıyormuş. Komutan askerlere
paraşütle nasıl atlanacağını öğretmiş.
- "Uçaktan atlayınca birinci ipi çekeceksiniz. Paraşüt açılmaz ise ikinci ipi
çekeceksiniz. Yine açılmadı, o zaman Meryem Ana ya dua edeceksiniz. "
Temel uçaktan atlar. Birinci ipi çeker paraşüt açılmaz, ikinci ipi
çeker yine açılmaz. O sırada yere yavaş yavaş süzülen komutanının
yanından geçerken sorar:
- "Komutanım, komutanım.. O karinin adi neydi ?"

- Banka Soygunu

Temel ile Dursun Amerika da yasarlarken paraları bitmiş ve bir banka soymayı
kafalarına koymuşlar. Gece yarısı olmuş, Dursun ve Temel kapıları açıp içeride
kasaları aramaya koyulmuşlar. Temel bir kasa görmüş, açmışlar ve içinden bir
kase muhallebi çıkmış. E bu kadar uğraştık boşa gitmesin demişler ve bunu
Temel afiyetle yemiş. Daha sonra bir kasa daha görmüşler ve onu da açmışlar
bir kase muhallebi daha. Bunu da Dursun yemiş. Tabii ikisi de sasırmış koca
bankada nasıl para olmaz diye ve orayı terk etmişler.
Ertesi gün gazetelerde manşet : "Dünyanın en büyük Sperm Bankası soyuldu!..

- Pilot Temel

Pilot Temel telsize var gücüyle bağırıyordu :- "Ula, sağ motor bozuldu. Düseyrum, düseyrum. Meydey düseyrum. Kule düseyrum."
Kule hemen cevapladi :
- "Mesaj anlaşıldı. Yerinizi bildirin, yerinizi bildirin."
Temel gayet ciddi :
-"Pilot kabini, öndeki sol koltuk, pilot kabini, öndeki sol koltuk."
 
 - Temel Usulü İntihar

Dursun birgün ormanda gidiyormuş. Temeli bir ağaca belinden bağlı şekilde
bulmuş. "Napiyosun Temel" demis Dursun; Temel de "Intihar ediyorum" demiş.
Dursun "Benim bildigim öyle intihar edilmez; o ipi beline diil boynuna
bagliyacaksin" demis. Temel de: onu da denedim; az daha boguluyodum. ..

 - Babanın Sonu

- Babam öldü, demis Temel.
ilyas sormus:
- Neden öldü?
- Apartmanin sekizinci katinin balkonundan düştü.
- Eyvah parçalandi mi?
- Yok, giristeki bakkalin tentesine düsünce oradan havalanip karsi
apartmana yöneldi.
- Apartmana mi çarpti, nasil oldu?
- Yok, karsı apartmanın balkonunda çamaşırlar asili idi.Çamaşır ipine
vurup fabrikanin bahçesine düştü.
- Orada mi öldü?
- Yok, fabrika çelik yay fabrikası, bahçedeki yaylarin üzerine düşüp
havalandi yeniden...
- Peki sonra?
- Sonrasi ne? Baktik ki yere inmiyor, biz de vurduk onu

- Temel, Karisi ve Karisinin Asığı

Temel, bir haftalığına gittiği memleketten, haber vermeden erken dönünce
Karisini evde başka bir erkekle yatakta bulur. Derhal belinde taşıdığı
tabancasına davranan Temel, yatakta yakaladığı adamı alnının ortasından
vurur. Tabancayi tam kendi kafasına doğrultmuşken, karisi haykırarak
üzerine atlar:
- Dur Temel im, kıyma kendine!..
Temel, sinirden titreyerek haykırır:
- Sus kaltak, sıra sana da gelecek!.
.
 - Temel in Arabası

Temel Dursun a arabasının öyküsünü anlatıyordu :
Bir gün otostop yapıyordum ki önümde, bu arabayla, mini etekli
güzel bir bayan durdu ve beni arabasına aldı. Bir süre gittikten
sonra kadın arabayı kuytu bir köseye çekti. Mini eteğini iyice
yukarı çekip, dudaklarını ıslattı ve "Benden ne istersen
alabilirsin" dedi, ben de arabasını aldım.
Dursun : iyi etmişsin Temel, zaten mini etek sana hiç yakışmazdı.

- Evde Kimse Olmayacak

Temel Fadimeye demis ki; "Fadime, bu aksam bize gel. Evde kimse olmayacak."
Fadime aksam gelmiş kapıyı çalmış çalmış kimse açmamış...

 - 2 Katli Otobüs

Bir gün Temel le Dursun 2 katli otobüsle yolculuk ediyomuş. Temel
cep telefonunu çıkartıp alt kattaki Dursun u aramış.
- Orada havalar nasıl Dursun kardeşim?
- Bizim söför uyumuş otobüs kendi kendine gidiyo valla Temelçiğim....
- O dabirsey mi Dursun? Bizim katta söför bile yok. Otobüs kendi
kendine gidiyo...

Aids

Temel birgün ölümcül hastalığa yakalanır. Dursun da yanında refakatçi olarak
kalmaktadır. Temel gelen herkese ben AIDS im der. Dursun artık dayanamaz ve
sonunda sorar :
- Temel sen AIDS falan değilsin neden herkese yalan söylüyorsun?
Temelde:
-Haçen öylede ölücem böylede. En azinda kariyi saglama alalim bari...

 - Tatbikat

Temel ile Dursun bir gün parasüt tatbikatına katılmışlar. Diğer paraşütçüler
gibi onlarında uçaktan atlama sıraları gelmiş ve kendilerini boşluğa
salıvermişler. Temel in paraşütü açılmış ancak Dursun un ki açılmamış.
Dursun Temel e :
- Ula Temel bu meret açılmayı da!..
Temel :
- Ula Tursin yardımcı parasüti aç usagum!..
Dursun yardımcı paraşütü açmaya çalışmış fakat o da açılmamış ve
Dursun Temel e :
- Ula Temel bu merette açilmayi..
Temel :
- Bos ver usagum nasul olsa tatbikattayiz. .
.
- Sinek Bar

Temel İstanbul a ilk kez gelmiş ve Bebek koyunda methedilen sinek bari arayıp
durmuş. En sonunda sinek bari bulmuş ve içeri girmiş. İçkisini içerken kendi
kendine düşünmüş "Ya bu sinekli barın ne özelliği var herkes methetti hiç bir
özelliği yok". İhtiyaçtan tuvalete gittiğinde bir de ne görsün pisuar
altındanmış ve pırıl pırıl parliyormus; "Demek buranin özelligi buymus..." demis.
Geri dönüp içkisini içmiş. Ertesi aksam yine gelmiş. İçkisini bitirince tuvalete
gitmis ki altin pisuvar orada yokmus. Kızgın bir sakilde geri dönmüş. Barmene
çatmış : "Hani buranın altın pisuvari kardeşim bir özelliğiniz vardi o da yok
simdi". Barmen kenarda duran iri yarı adama seslenmiş : "Sadullah abi gel dün
Aksam senin saksafona işeyen adamı buldum".

- 100 Hamsi

Dursun Temel e sormuş :
- Usagim oruçlu oruçlu kaç hamsi yiyebilursun?
Temel : 100 tane yerim valla...
Dursun : Hadi oradan yesen yesen 1 tane yersin geriye kalan 99 hamsiyi
oruçsuz yersin...
Bu espri Temel in acaip hoşuna gitmiş. Yolda Cemal i görmüş ve hemen sormuş
- Uşağım oruçlu oruçlu kaç hamsi yiyebilursun?
Cemal : 50 tane yerim ben...
Temel : Tüh be uşağım 100 deseydun sana müthiş bir espri yapacaktum.. . 

- Arkadaslarimi Geri Getir

Bir Fransız bir İngiliz ve bir de Temel bir gemi kazasından sonra issiz bir adaya
çıkarlar. Ingiliz kumsalda bir lamba bulur. Fransiz bunun Aladdin in sihirli
lambası olabilecegini söyler ve lambayı ovuşturur. Gerçektende lambadan bir
cin çıkar ve konuşmaya baslar :
- Dileyin benden ne dilerseniz.. .
İngiliz : Ben ailemin yanına Ingiltereye gitmek istiyorum...
der. Cin hemen isteğini yerine getirir.
Sıra Fransiza gelir. O da ailesinin yanına Fransaya gitmek ister. Onun isteği de
yerine gelir.
Sıra Temeldedir. Temel biraz düşünür. Cin çabuk olmasını söyler. Temel etrafina
bakar ve cine dileğini söyler :
- Arkadaslarim da gitti ben bu issiz adada yalniz kaldim onun için arkadaşlarımı
hemen geri getirmeni istiyorum" der...

- Boynuzlu Köpek

Temel birgün keçinin boynuna tasma takmış gezdiriyormuş. Arkadaşı Dursun
yolda onu görüp :
- Ula Temel Napiysin ?...
- Ula cörmiymisin Çöpegimi cezdurayrum Dursun kardesim...
- Ula Temel bunun boynuzlari var....
- Valla ben onin özel hayatina karişmayrum. .
.
– Gözlük

Temel uzak doğuya gider. 250$ verip bakınca insanları çıplak gösteren
gözlüklerden alır. Takar bakar çıplak, çıkarır bakar giyinik. Çok hoşuna gider.
İkide bir takıp, çıkarır.
Eve gözünde gözlük gider, bakar Fadime ve sütçü çıplak. Gözlüğü çıkarır bakar
çıplak. Takar bakar yine çıplak. Müthiş canı sıkılır ve Fadimeye der ki :
- Ula Fadime 250$ verdim gözlük aldım ama hemen bozuldu!..

- Hatirla

Temel savaşta yanında 10 arkadaşıyla birlikte düşmana esir düşmüş. İlk gün
işkence sonunda ekipten 5 tanesi bülbül gibi konuşmuş. Ikinci gün 3 kisi daha
dayanamamış itiraf etmiş. Üçüncü gün sonunda bir tek Temel kalmış. Dördüncü
gün işkencenin dozu artmış Temel den çit yok. Besinci gün işkence iyice
ağırlaşmış ama Temel yine ayni. Iki hafta sonra Temel i kaldığı hücrede
izlemeye karar vermişler. Bizim Temel hem kafayı duvara vurmakta hem de
söylenmekteymiş :
-Hatirla...Hatirla. .. Hatirlaaaa.. 

- I am Sorry

Temel bara gitmis. Geçmis bir kenara oturmus, biraz sonra bara bir adam girmis
ve siska uzun boylu bir adamin kafasinin üzerine sise koymus, çekmis silahi
ates etmis sise paramparça... Ates eden adam elini kaldirmis;
- I am Pekosbill...
demis ve çikip gitmis. Daha sonra bara bir baska adam girmis ve yine o siska
adamin kafasinin üzerine konserve kutusu koymus, çekmis silahi ates etmis
kutu paramparça... Ates eden adam elini kaldirmis;
- I am Redkit...
demis ve bardan çikip gitmis...
Temel bunlari seyrettikten sonra dayanamamis, eline bir elma almis ve o siska
adamin kafasinin üzerine elmayi yerlestirmis, çekmis silahi ates etmis ve adami
tam anlinin ortasindan vurmus... Elini kaldirip;
- I am sorry...
demis ve çikip gitmis...

 -İnternetin Temelcesi

Temel, bilisim sektöründe çalisan bir firmaya is basvurusu yapmis. Firma
yetkilileri önce bir bilgi testinden geçmesi gerektigi söylemisler ve ilk soruyu
sormuslar :
-Internet ne demektir ?
Temel düsünmüs, tasinmis ve :
- Ise ciremedum temektur...

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...