12 Ekim 2011 Çarşamba

KİŞİSEL  GELİŞME, TOPLUMSAL  GELİŞ !!!


İKİNCİ BÖLÜM 


Ben gayet mutlu ve mes’ ut bir biçimde kişisel olarak gelişmemi sürdürürken, beynimin derinliklerinden gelen bu sesle kitaba bakış açım da acık (!) değişti.
           
Kitabın başka bir bölümünde ise yazar hata yapan bir garsonu hata yaptığını suratına vurmadan kendi istediği siparişi getirmeye ikna etti. Patates kızartması istemiş ama patates püresi gelmiş. Yazar da patates püresini de sevdiğini ama bu seferlik patates kızartması tercih edeceğini söylemiş. Garson da memnuniyetle patates kızartması getirmiş. Ama bence garson hata yaptığını anlamaktan ziyade mutfağa dönerken içinden

-         Herif uçmuş. Biraz önce patates püresi istemişti, şimdi kızartma tercih ederim diyor

ya da

-         Püre suratlı yavşak ! Madem kızartma istiyordun baştan öyle söylesene ! Ne uğraştırıyorsun adamı !

demiştir. Neden mi ? Çünkü o seni sadece patates dediğini anlayacak kadar dinliyor veya tikliyor. Mutfağa gidip

-         Ulan bu herif patates istedi ama kızartma  mıydı yoksa püre mi ?

diye düşünecek, sonra

-         Amaaaaan yanlışsa geri getiririz

diye düşünerekten eline ilk geleni alıp gelmiştir. Ve herhangi bir tepki almadığı için senden sonra ki müşteriye de aynı muameleyi yapacaktır.

Neyse… Yarım bırakmak gibi bir adetim olmadığı için kitabı bitirdim. Ve sonra hem o hem de okumuş olduğum diğer kişisel gelişim kitaplarının üzerlerinde tekrar düşündüm. Verilen örnekleri tekrar gözden geçirdim. Neredeyse hepsi şu şekilde idi:

-         Patronu bana zam vermesi için şöyle ikna ettim !
-         İşçilere şöyle dedi ve istediğini aldı !
-         Kendi bildiğimi yaptım ve mutlu oldum !
-         Sen şöylesin !
-         Sen böylesin !
-         Sen birsin başkası sıfır !
-         Ben bunu yapınca sizce müşteri kimin malını seçti ?
-         Sendikayı nasıl ikna edersin ?

vesaire vesaire… E ne var bunda ne güzel değil mi ?  Değil işte ! Çünkü okuduğum tüm kişisel gelişme taktikleri insanların kendi kısa vade menfaatlerini nasıl kotarabileceği üstüne kurulu. Yani geçenlerde okuduğum bir yazarın bir sözü gibi bunlar kişisel gelişim değil, insanları kafaya alma taktikleri sadece…

Ne insanların yaptıkları hataları ortaya çıkarıp onların düzeltilmesi var.

Ne insanın kendi hatalarını düzeltmesi var. Hata mı yaptın ? E  boş ver, ölüm mü var ucunda ?

Ne yardım, ne hoşgörü, ne sorumluluk…

Hiçbir şey…

Sadece Rabbena hep bana…

Aslında hepsi isimleri üzerinde SADECE kişisel ve SADECE maddi menfaat gelişimi üzerine kurulu. Hadi bilemedin aileye genişler; daha fazla değil.

            Ama bence mühim olan kişisel değil, toplumsal gelişim. Maddi değil, manevi gelişim. Bunun yolları yordamlarına geçmeden önce kendimi kişisel olarak geliştirmeye karar vermeden çok önce okuduğum bir kitapta, kişisel gelişimcilerin en büyük silahları olan herkesle iyi geçin, kötü adam olma tezine karşı kullanılabilecek bir söz okumuştum. Tam olarak olmasa da mealen şöyle idi :

-         Eğer bir insan hakkında herkes iyi konuşuyorsa; o insan ya aşağılık bir dalkavuk ya da karaktersiz biridir !!!

Ne güzel bir söz veya düşünce değil mi ? İnsan herkesle iyi olabilir mi? Herkesin her fikrine katılabilir mi ? Tabii ki hayır ! O halde ? Bence bırakın arada kötü olasın.

            Neden arada kötü olmak lazım biliyor musun ? Eğer dünyada kötü olabiliyorsan, herkesin katılmayacağı, peşinden gitmek istemeyeceği ve hepsinden önemlisi de senin onları korumak uğrunda kötü olacağın, bazı insanlarla ilişkilerini bitireceğin veya en alt seviyeye indireceğin ülkülerin vardır demektir. Bunlar herhangi bir şey olabilir. İnanç, din, vatan, bayrak, milliyet, namus, aile, bilim vs. vs. Ve ancak bu ülkülerde seninle aynı görüşü paylaşan insanlarla iyi olursun. Ama konu sadece o ülkü iken. Ve her konu da, her ülküde kendisi ile iyi geçinebileceğin kaç kişi var biliyor musun ?

            Bir. Sadece bir. Evet kendin. O nedenle her an, her yerde, herkesle iyi olmak gibi bir ülkü peşine düşersen, kendini yukarıda bahsettiğim tiyatroda bulursun. Ve ya sahnede olmanın getirdiği manevi yük ile bir süre sonra mutlaka bir terapist ihtiyacı içerisine girersin, ya da mal olmak zorunda kalırsın.

            Bugünlerde bütün dünyayı etkisi altına almaya başlayan ileri derecede rekabetçi kapitalist düzenin sonucu mu dersin yoksa şehirleşmenin, modernleşmenin sonucu mu dersin bilemem ama son zamanlarda önüne gelenin bir terapist ihtiyacı içerisine girmesinin, bir psikolojik yardım almasının en büyük nedeni bu yukarılarda da bahsettiğim tiyatro zaten. Veya her önüne gelenin yok scuba dalışları, koçluk yardımları, buna benzer kafa dağıtma, ortamdan kaçma çabaları içine girmesinin nedeni de bu. Hatta ve hatta aşırı hale gelmiş olan hayvan sevgisinin de nedeni bu başkasını oynama, herkesden, herşeyden bir beklenti, bir menfaat içinde bulunma durumu. Eskiden insana tapılırdı. Artık sadece ve sadece paraya, mala mülke, mevkiiye tapınılıyor. İnsanlık rayından çıktığı için insanlar sevgi ihtiyaçlarını insanla değil hayvanlarla giderir, insana güven kalmadığı için güven duyma ihtiyacını hayvanlarla karşılayacak hale geldi. Ortalıkta binlerce muhtaç, fakir, aç olduğu bilinirken, onların değil sokak hayvanlarının karnı doyuruluyor. Çünkü işin acı bir gerçeği olarak fakiri ayırmak da mümkün değil. En zengin görünenin borç içinde yüzdüğünü, en muhtaç görünüp ağlayanın ise bok gibi para içinde yüzdüğünü görmek olağan bir olay haline geldi…

Neden arada kötü olmak lazım biliyor musun ? Yukarıda senin bakış açından anlattığımın başka bakış açısı ile incelenmiş şekli ile; senin üzerinden direk veya dolaylı bir menfaati olan birinin o menfaatine giden yolu kesersen eğer sana kötü der. O insan gözünde kötü olursun. O insana kötü diyenlerin gözünde de birden bire iyi oluverirsin. Eskiden kötü olsan bile. Düşmanımın düşmanı benim dostumdur hesabı. Veya tam tersi olarak düşmanımın dostu benim düşmanımdır. Senden ve genel anlamda kimseden bir beklentisi olmayan bir insan için ne yaparsan yap sadece sokaktaki insansındır.

Üniversite yıllarında idi ve yine böyle asıp kestiğim günlerdi. Yıllardır komşumuz olan E… teyze benden bir saksı alıp kendisi için de çiçek ekip büyütmemi istediği bir gün kendisine bunun gayet kolay bir iş olduğunu, neden kendi hatta oğlu varken bana iş buyurduğunu sorduğumda bana

-         Sen bu aralar çok değiştin. Çok pürüz, çekilmez, huysuz herifin teki oldun

dedi. Şu an kim olduğunu tam olarak hatırlamıyorum ama başka bir tanıdık gerçek olduğu için daha fena olarak yorumlanan bir cevap verdi:

-         O değişmedi; sadece bu aralar kendi hayatını yaşamaya başladı, artık siz O’ nu kullanamadığınız için O size terbiyesizleşmiş gibi görünüyor.

Mühim olan toplumsal gelişimdir ve bu uğurda toplum savaşçısı olabilmektir. Toplum savaşçısı kimdir ? Kitabın sonunda da yazacağım ama hemen en basit kavramıyla örnek vereyim; sokakta yürürken önüne çıkan dalı yaprağı bilerek ama sebepsiz yere koparan mahlukata tepki veren insan toplum savaşçısıdır. Veya haksızlığa uğrayana arka çıkan insan toplum savaşçısıdır. Ve yukarıdaki ülkü konusunda yazdığım gibi sadece kendi gibi bir toplum savaşçısının gözünde iyi, muteber insandır. Diğerleri için:

-          Sanane bilader, babanın ağacı mı ?
-          Ay sana mı kaaaaaldı geri zekaaaaaaalı !
-          Sen benim kim olduğumu biliyor musun lan !
-          Ay inaaaaaaaanmıyorum adamın bir yaprak için yaptıklarına bak
-          İnek misin, otla mı besleniyorsun, sana ne kopardıysam ?
-          Ulan yolda manyağın biriyle bir yaprak yüzünden atıştık, herif uçmuş be

dir. Yani kötüdür, işsiz güçsüzdür, çoğu durumda ise delidir. Çünkü yolda yürüyenin kopardığı yaprağa laf etmek gibi deli saçması işlerle uğraşır. Toplum savaşçısı olmaya meyilli veya en azından vicdanlı biri ise, başını öne eğer, acık kızarır ve gider. Bunlarda zaten genelde henüz para kazmaya başlamamış yani hala sosyal zihniyetli, geleceğin toplum savaşçısı adayı onbeş yirmi yaş arası gençlerdir.

            Sen belki inananlardan değilsindir ama dini olaylar da var. Hz. İbrahim ateşe atıldı. Hz. İsa’ yı resmen çarmığa gerdiler. Hz. Muhammed taşlandı. Çünkü toplumsal gelişimi sağlayacak davranışları yerleştirmeye çalışıyorlardı. Neden devrimler genelde kanlı olur veya kansızları uzun soluklu ve aslına bakarsan sonuçta da başarısız olur hiç düşündün mü ? Çünkü toplumun ve düzeninin o anki halinden gaaaaayet memnun olan; toplumun ve düzeninin (veya düzensizliğinin) onlara kazandırdığı şeylerden memnun olan, yani o anki güç ve menfaat sahibi insanlar devrime, yeniliğe karşı çıkar. Sen hiç toplumsal çarpıklığı, düzenli düzensizliği veya düzensiz düzeni en acı şekilde ve günlük yaşantısında her gün yaşayan veya daha doğrusu bu düzenin veya düzensizliğin farkında olan sokaktaki adamın devrime karşı geldiğini gördün mü ? İnsanları cahil cühela bir yığın haline getirip, ondan sonra da fikri gelen herkese

-          Eski köye yeni adet getirme
-          İcat çıkarma başımıza

Sözleri neden denir anıyorsun ?

            Herkesin mutlu olduğu bir toplumda ne mi olur? (acı bir tebessüm ile) Toplumun her ferdi sadece toplumu düşünmediği sürece öyle bir toplum olmaz ki ?

            Konuyu dağıtmayalım. Yani gördüm ki bu kişisel gelişim kitaplarında verilen öğütlerin birçoğu aslında insanların birçoğunun kullandığı ve benim bu kişisel gelişim kitaplarını okumama yani aklen ve ruhen darlanmama neden olan taktikler. Evet resmen tak-tik-ler…

            Şu an araya girmem lazım. Kitap okumak veya bu kitabı yazmak üzere öğlen aralarında yemek yemek yerine yalnız başıma şirkette kalmayı tercih ediyorum

DEVAMI : 14.EKİM.2011 de 

10 Ekim 2011 Pazartesi

EDEBİYAT


1
KİŞİSEL  GELİŞME, TOPLUMSAL  GELİŞ !!!

Sevgili  okuyucularım. Bugün size, yayına başlatacağım bir kitapcığın (Basılmamış)  tamamını tefrika halinde sunacağım. Her tefrika yayında 3 gün kalacaktır
Yazar, adının yazılmasını istemiyor. Aklınıza bir şey gelmesin. Kitapcıkta herhangi bir suç unsuru yok. Yazar konu hakkında yorum istemiyor, soru istemiyor, polemiğe girmek istemiyor. Onun için adının yazılmasını istemiyor.  "Fikirlerimi ister benimsesin, ister benimsemesin" diyor. " ben, kişisel ve toplumsal gelişmede, doğru olduğuna inandığım görüş ve düşüncelerimi söylüyorum." diyor.
Yazar, bakın, kendini ve kitabı neden yazdığını şu cümlelerle anlatırken, konuya da girmiş oluyor.

Burhan Bursalıoğlu

SEBEP 

"Kitaba veya uzun yazıya başlamadan önce şunu yazayım. Ben yazar değilim. Daha önce herhangi bir şey yazmışlığım da yok. En azından gazete yazarlarına yazdığım kendileri ve / veya günlük siyasi olaylarla ilgili eleştirilerden başka başka yayınlanmış bir şeyim yok. Gerçi bu gazetelere gönderdiklerimin sadece bir tanesi yayınlandı ama konumuz o değil zaten. Edebiyat ve sanatla da yakın uzak alakam yoktur. Karşı değilim. Ama anlamam da. Sırf elalem acık da olsun entel zannetsin diye sergiden konsere koşturup, katılan insanların yarısından fazlasının benden de cahil olduğu bir gösteriş yarışına gireceğime evimde otururum daha iyi. Güzel bir şey mi ? Hayır ! Da ben buyum hemşerim. Yukarıdaki satırları niye yazdım ? Aşağıda okuyacağın satırlarda anlatım bozuk, konu karışmış, cümleler depremden çıkmış gibi devrik, paragraflar yerli yersiz olabilir. Şimdiden kusura bakma. Ve iyisi mi sen bir önceki ile alakasını kuramadığın her paragrafı diğerinden bağımsız olarak oku. Gerçi okurken beni değil asıl kendini yargılayacaksın ama ben gene de söyleyeyim."

"Her şey, yani bu kitabı yazmama neden olan her şey aslında 2008 senesi yaz aylarında başladı. Daha doğrusu içimdekiler bu sezonda olan olaylar nedeniyle iyice tetiklendi. 2006 senesinin başlarından beri işlerdeki durgunluk beni felsefe, evren ve doğa, dünya işleri, insan ilişkileri daha doğrusu insan kötülükleri üzerine düşünmeye sevk etti. Asıl önemli olarak da başıma gelen küçücük bir olay etrafımda o ana kadar görmediğim, göremediğim bir sürü çarpıklığın tokat gibi suratıma çarpılmasına neden oldu. Her gün sekiz saatimi -o günlerde başımızda musallat olan ekonomik krizden ötürü biraz da boş olarak- geçirmeye başlamam nedeniyle de bu olaylar benim gözüme daha bir batmaya başlayınca, günlük hayattaki başka şeyler de acayip dokunmaya başladı. Yerlere çöp atan hödüklere laf atmaya başladım. Ters yönden gelenlerin hiç ama hiç taviz vermeden arabamla yollarını kesiyordum (gerçi bu işi taa 20 sene önce üniversite yıllarında da yapardım). Dayak yeme tehlikeleri atlattım. Tabii bu arada benim yaptığım bir hödüklüğü altı yaşında bir kız suratıma öyle bir çarptı ki… Park edecek yer yok diye şirketin önündeki kaldırıma park ederdim bazen. Bir gün o kız geldi.

-         --Bu araba senin mi?
diye sordu.

-       -Evet
dedim.

-         --Senin yüzünden yola iniyoruz, hayatımızı tehlikeye atıyoruz, bana bir şey olursa hoşuna gider mi ?
diye sordu… O gün bugün, uzun bir süre yürümemi gerektirse bile park edecek yer bulana kadar araba ile dolaşıyorum.

OKUMAYA BAŞLADIM 
            Ayrıca kendimi iyice kitap okumaya verdim. Özellikle siyasal, tarihsel ve bilimsel kitaplar okuyordum. Araya dini ve felsefi tuz biber ekince de, neredeyse her ferdinin menfaat uğruna, para uğruna, mevkii uğruna, şan uğruna, şöhret yoluna tüm ruhlarını bile sattığı bu tiyatro sahnesi dünyada yaşamaktan ve özellikle de bu insanlarla ilişkiye girmekten kaçar, hatta korkar oldum.

İçine düştüğüm durumla ilgili psikologlara danışmayı düşündüm. Hala ara sıra düşünüyorum. Ama hep şu nedenle vazgeçiyorum: “Gidecem de ne olacak? Oturtacak karşısına, kimsin, anan kim, baban kim, arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim, neden hoşlanırsın, neden böylesin, boş ver ,kendini düşün, sana ne de, bana ne de, sen birsin başkası sıfır unutma, vs. vs.” Ve tabii arkasından da acele faturasını kesecek. Ve basacak Prozac’ ı beyin şeylemesine uğratacak. E ben bu telkinleri kendime zırt pırt yapıyorum. Telkinle olsa olurdu anasını satayım ama olmuyor işte. Olsa, yani aklımız, beynimiz ve her şeyden önemlisi karakterimiz müsaade etse zaten çoktan o kadar karaktersiz olurduk. Beyin şeylemesine gelince de, papatya, melisa, kantaron ve daha başka yatıştırıcı uyuşturucu ot,  mot  alaraktan beynimi yeterince şey ediyorum zaten.

            Çünkü hayat denen bu tiyatroda kendime yer bulamadım. Sahnede olmayı kendime yediremiyordum. Çünkü eğer sahneye çıkacaksan, herkesin seyrettiği, tanıdığı bir şahsiyet olacaksan; rol yapman lazım. Başkası olacaksın. Ve orta oyunu oynanan o sahnede meydana gelen her olayda, karşına çıkan her farklı kişiye karşı farklı bir insan rolü oynaman gerekli. Hatta bundan kötüsü karşındaki artist de rol yapmakta olduğu için aynı adama karşı bile farklı roller takınmak zorundasın. Bu farklılık da olaya göre değişir.

Ama bir farkı var. Günde sekiz saat uyuduğumuzu varsayarsak, geri kalan tüm vakit bu sahnede geçiyor. Ve bu nedenle de her an çok ama çok dikkatli olman gerekli. Karşındaki artistin ne zaman hangi olayda, kime karşı hangi rolü takındığını da kafanda tutman lazım ki, yarın öbür gün o yavşak (en az senin kadar) sana karşı dalavere çevirmeden önce onun bu oyununu önceden anlayabilesin. Veya hangi davranışların rol, hangilerinin gerçek olduğunu anlayabilesin. Bununla birlikte sen de az yavşak olmadığın için senin bu adama karşı farklı durumlarda çevirdiğin farklı entrikaları da hafızaya atacaksın ki; aynı adamla benzer olayları yaşadığın zaman bir önceki rolünle tutarlı olasın. Aslında en güzeli, kimin senin ne söyleyip düşündüğünü kesinlikle ama kesinlikle kafana takmayacak karakter(sizliğ)e sahipsen canın ne zaman ne ne isterse onu yapacaksın.

            Seyirci olmak ise bambaşka bir dert ! Alık olacaksın. Kendini bile düşünemeyecek kadar mal değneği olacaksın. Böyle olacaksın ki sahnedeki yavşakların senin onları gerçek zannetmen için yaptıkları cümle maymunluğu komedi; itliği, piçliği üstün zeka belirtisi veya daha kötüsü iyilik; numarayı da gerçek sanasın. Emmeye de geleceksin gömmeye de. Mürşid (sahnedekiler) elinde mürid olarak gassal elinde meyit gibi olacaksın ki onlar orana burana pamuk teperken bile sesin çıkmasın. Onların senden her zaman her yerde söyledikleri

-         Meyve veren ağaç taşlanır

veya

-         Tabak sevdiği deriyi yerden yere vurur

sözleri ile avunacaksın. Hatta onlar seni SEVDİKLERİ İÇİN DEĞİL senin meyvelerini toplayıp satabilmek için taşlarken veya seni daha iyi fiyata satabilmek için yerden yere vururken kendini bir  b…  zannedeceksin. Aklına kesinlikle:

-          Ulan bu yavşak beni seviyorsa neden yere vuruyor ki ? Alsın duvarına assın. Niye beni taşlıyor ki, meyve yere düşünce alsın yesin

gibi düşünceler getirmeyeceksin. Evrenin farkında olmayacaksın. Öyle olacaksın ki etrafta dönen hiçbir şey anlamadığın için seni mutsuz edemesin.

Bu da yatmıyordu kafama, karakterime.

Çünkü son zamanlarda okuduğum kitaplardan öğrendiğim en güzel sözdü Sokrat’ a (Socrates) ait olduğu söylenen

-         Sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez !

sözü.

Veya Bekir Coşkun Ağabey’ in değimiyle “Göbeğini Kaşıyan Adam” olmak benim harcım değildi.

            Yavaş yavaş beynimde yer etmeye başlamıştı “Neden tarihin ilk çağlarından beri birçok filozofun neden yalnız takılmayı tercih ettikleri. Ulan ne yapsak da kafayı yemeden idare etsek diye” tırmalayıp dururken bir gün şirkette çalışan arkadaşlardan birinin evde yer kaplıyor diye şirkete getirdiği kişisel gelişim kitapları gördüm rafın birinde…

İnsanları etkileme sanatı…
Dost edinme sanatı…
İş yerinde stresi önleme sanatı…
Egoist Olma sanatı…

Aldım cümlesini. Okumaya başladım. İlk başlarda ne güzel şeyler anlatıyorlardı.

Hayattan bir sürü örnek. Şunu yaptım şöyle oldu, bunu yaptım böyle oldu, artık şununla şöyle iyi geçiniyorum, bununla böyle iyi ahbap oldum şeklinde. Zengin oldum. Bok gibi para kazandım. Çok mutluyum. Hafifledim. Gevşedim. Jöle kıvamına geldim.

            Amaaaa….. Kitaplardan birini okuduğum bir gündü. Yazar geçmiş bir anısını anlatıyor. Firmasının ürettiği motoru; alıcı firma çok ısınması nedeniyle almaktan vazgeçmiş. Üretilen motor standartların üzerinde ısınıyormuş. Standarda göre o motorun sıcaklığı çalıştığı ortamın sıcaklığının en fazla 75 Fahrenayt üzerinde olabilirmiş. Satış yapacağı fabrikanın imalat müdürü

-         Elimizi bile süremiyoruz

demiş. Yazar da

-         E 72 Fahrenhayt olan bir odada, odadan 75 Fahrenhayt daha sıcak olan bir motora tabii ki elini süremezsiniz.

demiş ve bu şahsiyeti ikna etmiş.

            Bu satırları okuduğumda soldan mı kalkmıştım neydim hatırlamıyorum. Veya demek ki belki de okuduklarıma bilinçaltım daha fazla dayanamamıştı. Ama okuduğum bu olayın hemen arkasından beynimin derinlerinden bir ses

-         Öncelikle senin bu lafına inanan ve imalat müdürü olacak mühendisin mühendisliğine verteyim
dedi. Sonra da devam etti:

-         O mevkiye nasıl geldiği belli olmayan o dallamayı İKNA ETMEK adı altında KANDIRACAĞINA fabrikana dönüp patronu ve tasarımcıları standartlara uygun olarak, motorun çalışma ortamının sıcaklığı ne olursa olsun, bu sıcaklığın 75 Fahrenhayttan daha fazla üzerine çıkmayacak şekilde üretilmesi konusunda ikna etmeye çalışsaydın ve hatta bu konunun savaşını verseydin ya… Büzüğün sıkıyorsa tabii ki !!! Belki motoru satamayacaktın ama sahtekar firmanın bundan sonra adam gibi motor üretmesini sağlardın.

DEVAM EDECEK

4 Ekim 2011 Salı

GELENEKSEL

1979 - 2011  SİVAS  ÖĞRETMEN  OKULU  MEZUNLARI  SÜRECİ
Burhan Bursalıoğlu

18 Eylül.01 Ekim tarihleri arasında, Didim Zıraat Bankası Dinlenme kampında, Sivas Öğretmen Okulu Mezunları olarak 180  öğretmen emeklisi arkadaşla buluşmamız sona erdi.
33 yıldır oluşturduğumuz birlikteliğimiz, her zamanki gibi yararlı  ve mutlu geçti.
KAMPIN GİRİŞİ
Geçmiş yıllara göre tek fark, tesisin boş kalan  yerleri, Zıraat Bankası personelince takviye olmasıydı. İlave olarak, gece çorbası da konmuş.
Teferruat anlatmayacağım. Aşağıya koyacağım resimler her şeyi açıkca ifade edecektir.
Her ne kadar seneye de aynı yer düşünülüyorsa da, tesisin satılma şaiyaları her geçen gün fazlalaşmaktadır.
Zaman  bakalım ne gösterir.

BLOKLARDAN BİRİ

GÜNEŞLENME SAHASI

PLAJ GİRİŞİ

SABAH KAHVALTISI HAzırlığı

KAHVALTI HAZIRLIĞI





YEMEKHANENİN BİR BÖLÜMÜ



PLAJ




OYUN  MEKANI




AKŞAM YEMEĞİ




ÖĞLE YEMEPİ




TAVLA PARTİSİ





KAHVALTI HAZIRLIĞI




SON EĞLENCE GECESİ




GENÇLER !  EĞLENİYOR




GENÇLER EĞLENCENİN TADINI ÇIKARIYOR




HAKKI ÇAĞLAR TEPEDEN SEYREDİYOR




mUSTAFA'NIN KANI KAYNIYOR



BİZDE NASİBİMİZİ ALDIK

17 Eylül 2011 Cumartesi

ARA

ZORUNLU  13  GÜNLÜK  AYRILIK

Burhan Bursalıoğlu


Sivas Öğretmen okulundan Mezun olan biz öğretmenlerin, 33 

yıldır, hiç ara vermeden, en az 150  SÖO nun, çeşitli 

dönemlerinden çıkışlı  arkadaşların, değişik kentlerde, 10 

günlük birlikteliğimiz nedeniyle, 18 Eylül 2011 tarihinden, 01 

Ekim.2011 tarihine kadar Didim'de Zıraat Bankası Genel 

Müdürlüğü dinlenme  tesislerinde  olacağım.

Bu nedenle, Blogum o tarihe kadar işlemsiz kalacaktır.

Dönüşte tekrar beraber olma ümidiyle hoşca kalın.

14 Eylül 2011 Çarşamba


3-5 Eylül 2011 tarihinde Sivas Öğ. Ok. Mezunları olarak yapılan toplantıya katılanların listesidir.


Sivas'ta yapılan  Sivas Öğretmen okulu Mezunları toplantısına katılanların listesini aşağıya çıkardım. İlk günü gelenlerin ikinci günü de geleceğini düşündüğüm için listeyi ikinci gün hazırladım. Ama gördüm ki birinci günü gelenlerin bir kısmı  son gün gelmediler. Onun için o arkadaşlar liste dışı kalabilir.
Burhan Bursalıoğlu

H. Hüsnü Tekışık                                 1948
İzzettin Uzunca                                    1948                0532 624 02 32
Burhan Bursalıoğlu                               1956                0534 899 62 62
Yalçın Çolakoğlu                                 1958                0542 471 28 61
Ayhan Şahin                                        1958                0532 441 41 21
Cazip Karakuş                                    1961                0505 388 34 49
İsmail Hakkı Acar                               1965                0543 581 46 95
Ferhat Ay                                            1965                0346 222 25 41
Mehmet Mustafa Polat                        1966
Galip Doğan                                        1966                0506 601 73 59
Sabri Atmaz                                        1966                0555 307 59 61
Bünyamin Kuzu                                   1966                0541 836 18 31
Ali İhsan Asıhan                                  1966                0507 991 57 74
Hacı Osman Işık                                  1967
Besim Cebecioğlu                                1968                0532 233 08 29
Selma Gökşin Yıldız                            1968                0506 488 25 95
Kadriye Şeneser  (Kut)                       1968                0505 503 63 98
Nebahat Olağan                                  1968                0533 499 12 87
Ayhan Bilbay                                       1968                0507 394 26 75
Kemal Arı                                           1968
Gülendam Çolakoğlu                           1968                0505 892 23 56
Hatice  Kıyak                                      1968                0505 853 84 34
Nuri Ertuğ                                           1968                0505 574 17 19
Nevzat Güler                                       1969                0542 747 93 33
Seyfettin Duman                                  1969                0538 608 56 44
Abdullah Çakmak                               1969                0505 825 59 93
Nihat Ünsal                                         1969                0543 686 94 94
Seçkin Çetinkayalı                               1970                0531 790 98 10
Mahmut Özcan                                    1970                0505 216 48 59
Erdem Demirci                                     1970                0505 507 20 29
Dürdane Özcan                                   1970                0532 471 91 45
Mehmet Anulur                                   1970                0535 373 86 10
Ali Mehmet Özdemir                           1970                0538 205 71 63
Bekir Özgünay                                    1970                0542 401 62 56
Hüseyin Mütevellioğlu ( Günaltay)        1970                0505 561 86 75
Nurhayat Kaya Pusat                          1971                0505 274 04 06
İdris Çıldır                                           1972                0542 460 32 01
Asuman Akpınar Tatlısu                       1973                0505 296 69 95
Nebahat  Yalçın Bayram                      1971
Emine Karakoç (Kasap)                      1974                0505 515 35 61
Gülşen Bilgin                                       1974
Mine Ayık  (Elçin)                               1974                0505 684 70 88
Doğan Uyar                                        1974                0505 237 03 11
Ali Çelik                                              1975               
Nesrin Erbıyık                                     1976                0505 296 67 54
Selma Köksan Yıldız                                                   0506 488 25 95
Hulusı Bekki                                       1969                0532 516 63 69
Mehmet Özdal
Cengiz Ayık
Lütfiye Çetinkayalı
Hülya Beki
Sabriye Ertürk
Ahmet Ertürk
Fahrettin Demirezen
Hüseyin Genç
Durmuş Köse
Rahmi Çamdar
Ahmet Eriç
Nadir Özkaynak
Hadi Kasap
 Mahmut Özcan
Mustafa Kuzucu A. Yaşar Şirin

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...