2 Ocak 2012 Pazartesi

SÖYLEŞİ


EN MUTLU İNSAN

 Burhan Bursalıoğlu


Soru: Dünyanın en mutlu çifti kimlerdir?
Cevap: Adem ile Havva.
Soru: Neden Adem ile Havva?
Cevap: Çünkü:
1- Adem’in de Havva’nın da kaynanası olmadı.
2- Adem de Havva da aldatılmaktan korkmadı.
3-Havva hiçbir zaman kıyafeti ile Adem’i çileden çıkartmadı.
4- Adem:’Arkadaşlarımla maç yapmaya gidiyorum.’ diyemedi.
5- Havva kız arkadaşlarını eve toplayıp akşama kadar dedikodu yapamadı.
6- Adem hiçbir zaman poker partisine gidiyorum deyip, gecenin bir köründe eve sarhoş gelemedi.
7- Adem hiç uzun iş görüsmeleri için yurtdışına gidemedi. Gitse bile gittiği yerde otel odasında kalamadı.
8-Sevgililer Günü’nü unutmaktan doğan kavgalar çıkmadı.
9- Randevulara gecikince trafiği bahane edemediler.
10 – Yüksek gelen faturalar nedeniyle tartışmadılar.
11- Özel günlerinde birbirlerinin sevmedikleri arkadaşlarını davet etme gibi bir ihtimalleri olmadı.
12- Adem hiçbir zaman Havva’ya ‘Sen bu dünyada gördüğüm en güzel kadınsın derken yalan söylemedi.
13- Hiçbir zaman röntgenleyen var mı? diye tedirginiliğe düşmediler.
14- Onlar enflasyon canavarıyla hiç tanışmadılar. Birikimlerini batırıp, alacak bankacılarla da hiç karşılaşmadılar.


15- Onlar mutluydular. Çünkü, ne sayıma gerek vardı, ne de sayılmaya.
16- Hiçbir zaman birbirlerinin yüzüne telefonu kapatamadiıar. Telefonda kavga da etmediler.
17- Hiçbir zaman siyaset-politika konusunda dil, din, ırk tartışmasına girmediler.
18- Hiçbir zaman Havva, ‘Beni en son ne zaman sinemaya götürdün, enson ne zaman dışarıda yemek yedik demedi.
19- ‘Senden başka gül koklarsam namerdim’ lafı da gerçekti ve Havva da bunun doğru olduğuna emindi .

27 Aralık 2011 Salı

YAKIN TARİHİMİZ


CUMHURİYET  ÖNCESİ
İSYANLAR
Burhan Bursalıoğlu

Önceki yazımda, İstiklal Savaşımız süresi içinde, başarıyı baltalamak, kötü durumumuzdan istifade ederek kendi emellerini gerçekleştirmek amacıyla kurulan dernek ve  cemiyetlerden söz etmiştim.
Bu yazımda gerek dernek ve cemiyetlerin çıkardığı, gerek kişisel çekememezlik veya  şahsi menfaatları  nedeniyle  ve gerekse de, ikici şahısların temsil ettikleri  devletlerin temsilcilerinin kışkırtmaları nedeniyle çıkarılan isyanlardan  bahsedeceğim.
Türkiye’de , “bir kurtuluş savaşının yapılmadığını “ söyleyen bazı zihniyet sahiplerine sormak gerek. Padişah Vahdettin Mustafa  Kemal ‘e “   Gel  arkadaş, Osmanlı hanedanı 600 yıl bu ülkeyi yönetti. Artık yorulduk, topluca yurt dışına çıkacağız, sen memleketi istediğin rejimle idare et. “ mi söyledi. Sormak lazım “ Savaş falan olmamışsa isyanlar, ayaklanmalar, süikaslar neden olmuştur acaba?  Bütün dünyanın gözü önünde  yapılan, ve tüm Türk halkının bizzat içinde yaşadığı, kan döktüğü, yedi düvelle boğuştuğu,  ailelerin söndüğü, buna karşı  yeni ve modern bir devletin kurulmuş olduğunu göremeyen gözlerin var olduğuna gerçekten inanmak  hayret verici.

ANZAVUR İSYANI:  

Kurtulyş Savaşının başlamasıyla birlikte, işgal ordu komutanlarınin  kışkırtmaları, Padişah ve taraftarlarının  el altından   yaptıkları  destekler  neticesinde Milli   kuvvetleri  ortadan kaldırmak amacıyla  Hilafet Ordusu adı altında kurulan Kuvva-i  İnzibatiye tarafından  çıkarılan iki aşamalı isyandır. Birinci isyan 1 Ekim 1919 da başlatılıp 25 Kasım 1919 da bitmiş,  ikinci isyan da 16 Şubat 1920 tarihinden 16 Nisan 1920 tarihine kadar sürmüştür.
Anzavur Ahmet,  bulunduğu Çerkez köyünde,  Kuvva-i İnzibatiye nin kışkırtmalarına paralel Milli güçleri kötüleyici konuşmalar yaparak isyan bayrağını açtı.  Pomaklardan Gavur İmam la Şah İsmail, yanlarına   aldıkları  adamlarla birlikte  Anzavura katıldılar.
14. Kolordu kumandanı Yusuf İzzettin Paşa, bütün milis  kuvvetlerinin Balıkesirde toplanmalarını emretti. Anzavur  ve birlikleri   yağmaladığı Biga’dan Susurluk ve Gönene geçmiş, izini takip eden Yusuf İzzettin Paşa,  Anzavuru 16 Nisan 1920 tarihinde Susurluğun  Yahya köyünde sıkıştırarak  bozguna uğratmıştır.. Anzavuır Ahmet önce  Karabigaya oradan da İstanbula kaçarak  kurtulmuştur.

ALİ BATI  İSYANI:

 Ali Batı, Midyat’ta aşiret reisi olup , İngilizlerin kışkıtmasıyla  11 Mayıs. 1919 da isyan çıkarmıştır. Ali Batı’nın asıl amacı Doğuda bir Kürdistan devleti kurmaktı. Ali Batı’nın Nuseybin’e girdiğini  haber alan Mardin’deki   5. Tümenı n  komutanı , 3. Tabur Komutanı Yüzbaşı Yusuf Ziya’yı görevlendirdi. Birliği ile Nuseybin’e giden birlikler,  Ali Batı kuvvetlerini  Karakurt köyü yakınlarında kıstımış, kaçan  Ali Batı’yı  18 Ağustos 1919 da  Medah bölgesinde ölü olarak ele geçirmiştir

BOZKIR İSYANI:

Bozkırlı Zeynel Abidin,  27  Eylül 1919 tarihinde çıkarılan birinci ayaklanmada Konya Valisi, Cemal Bey  ve   İngiliz   papazı ile işbirliği yapmıştır. Aldığı  yardım ve cesaretle Bozkıra girmiş, karşı koyanları öldürmüş, jandarmanın silah ve cephanelerine el koymuştur. Beyşehir’den gelen süvarileri de esir  alan  asiler, Konya’dan yapılan telkin ve konuşmalar nedeniyle dağılmışlardır.
Ama asiler Konya’nın güvenlik altına alınacağını duyan Bozkır’lı Zeynel Abidin başta olmak üzere, Hoca Sabit, Hoca Abdullah ve hoca Abdülhalim ikinci isyanı başlatmışlardır.  Yine Bozkır’ı  ele geçirmişlerdir.  Yarbay Arif Bey kuvvetleriyle asilerin üzerine yürümüş ve Adana yakınlarında 4 Kasım 1919  da  tüm asileri yoketmiştir. Elebaşları kaçarak zaman zaman başka isyanlarda görev almışlardır.

YOZGAT   İSYANI:

 15 Mayıs. 1920 ile, 30 Aralık 1920 tarihleri arasında Hürriyet ve İtilaf Fırkası reisi Çapanoğlu Edip ile kardeşi  Celal   tarafından Yozgat’ta çıkarılan isyandır.
Bu isyan da iki aşamalıdır. Birincisi Yıldızelinde, Erzurumlu Hüseyin, Nazım ve Kara mustafa’nın başını çektiği ayaklanma 30 Aralık 1920 de  Milli Kuvvetlerin  tarafından bastırılmıştır.
İkinci ayaklanma, avukat Zileli Ali, bucak  müdürü Naci ve arkadaşlarıyla  başlatılmış, az bir süre içinde isyan büyümüş ve Yozgat’a kadar uzanmıştır. Milli Hükümet tarafından görevlendirilen Çerkez Ethem, kuvvetleriyle Yozgat’a girerek isyancıları bozguna uğratmış, elebaşlarını yakalayarak idam etmiştir.

AFYON  AYAKLANMASI:

  Yozgat isyanının çıktığı zamanda,  Yunanlıların kışkıtması ve yardımları üzerine “ Din elden gidiyor” propogandası yapan Çopur Musa’nın çıkardığı isyandır. Milli kuvvetlerin karşısında dağılan Çopur un kuvvetlerinin bir kısmı kaçarak canını kurtarmış, bir kısmı da öldürülmüşlerdir. Çopur Musa Yunanlılara kaçmıştır.

ZİLE   AYAKLANMASI:

Mayıs 1920 de  Damat Ferit Paşadan destek alan, Zileli dava vekili Ali Bey,   Eski nahiye müdürü Naci Bey  ve İhsan  Bey 30 atlıyla Zilenin köylerine propoganda  yaparak  kuvvet topladılar.  Hükümet 3 Haziran 1920 de Süvari binbaşı Hilmi Bey’i  birliğiyle birlikte Zile’ye gönderdi. Zile halkının isyancıların yanında olduğunu gören Hilmi Bey Zile’ye girmedi.  Postacı Nazım adindaki memur Ankaraya telgraf çekerek. TBMM tanımadığını  söyleyerek 400 kişilik bir kuvvetle Zile’nin  korumasına geçti.  Ankara hükümetinin Tokat’taki 5. Tümeni Zile’ye gönderdi Ama Zile eşrafının  postacı Naci’ nin yanında olduğunu anlayınca, Sivas ve Erzurum dan takviye birlikleri geldi. Zorlu uğraştan sonra Milli kuvvetler  12  Haziran 1920 de Zile’ye girerek isyanı bastırmiş oldu.
MİLLİ  AŞİRET  İSYANI:
Doğuda bir Kürdistan Devleti kurma amacıyla, İngiliz ve Fransızların kışkırtmaları sonucunda  8 Eylül 1920 de,  başlarında  Milli Aşiret reisi İsmail ile Halil, Bahur, Abdurrahman ve mahmut  ayaklandılar.  24 Ağustos 1920 de büyük bir kuvvetle Viranşehiri alarak, Karakeçi aşiretinden  birçok insanı öldürmüş olmalarına rağmen, milli kuvvetlerle birlik olan Karakeçi aşireti sonunda asileri dağıtmış, bir çoklarını da yoketmişlerdir.

KONYA  AYAKLANMASI:

Bozkır ayaklanmasının elebaşlarından olan Delibaş  Mehmet,  Ankara hükümetini  tanımadığını ilan  ederek, çoğu asker kaçağı  olan  500 kişilik birliğiyle beraber,  2 Ekim 1920 de Konyanın Çumra nahiyesine girdi.  İsyan Koçhisar, Karapınar, Karaman Akşehir ve Alanya’ya kadar yayıldı.  Bütün telsiz hatları kesildi.  Vaziyeti  öğrenen Ankara  yönetimi, Dahiliye Bakanı  Miralay Refet Bele’yi ayaklanmayı bastırmakla görevlendirdi.
6 Ekim 1920 de  Konya’nın kuzey batısında toplanan birliklerin üzerine yürüyen asiler  kayaya çarpmış gibi geriye çekildiler, Milli kuvvetler Konya’ya girdi. Millilere, Demirci Mehmet Efe ile Yarbay Osman Beyin de katılmasıyla isyancılar dağıldı, bir kısmı Isparta’ya cekildi. Demirci Mehmet Efenin 22 Kasım 1920 de  İsparta’ya girmesiyle ayaklanmada bitmiş oldu.

CEMİL  ÇETO  İSYANI:

İngiliz ve Fransızların  yaptıkları yardımlarla, Doğuda bir Kürt devleti kurma amacıyla, 7 Haziran 1920 de  Bahtiyar aşiret reisi  Cemil Çeto ve oğlu tarafından çıkarılan isyandır.  İngiliz ve Fransızların yardımlarına rağmen  kısa zamanda milli kuvvetlere yenilen   Çeto ile oğlu idam edilmişlerdir.

BOLU VE  DÜZCE İSYANI:

13 Nisan 1920 de yine İngilizlerin ve padişahın  yardımlarıyla, İstanbul’da  Kuva-y i  inzibatiye birlikleri, Düzce’de ayaklanma başlattılar. Asiler,başlarında, Berzak Sefer Çerkez Koçi Bey, Maan Ali  ile askeri müfrezeyi  basarak komutanı esir aldılar.  Kısa zamanda  ayaklanma Bolu, Beypazarı Gerede ve Mucur’a  sıçramıştır. Ankara  Hükümet i isyanın bastırılması için Binbaşı Şemsettin ve Kaymakam Arif Bey  kumandasında bir bir4liği görevlendirmiştir.
Milli kuvvetler asilerle yaptığı çatışma sonunda, Bolu, Beypazarıo, Nallıhan, Çarşamba, Mudurnu, Düzce Hendek ve Gerede yi geri almış,  asileri temizlemiş ve elebaşları nı idam etmişlerdir.  İsyanın bastırılış tarihi olan 26 Mayıs 1920 da Milli kuvvetler Yozgat isyanını bastırmak için bölgeden ayrılınca Abaza ve Çerkezler fırsat bilerek  Bolu dağında, Milli kuvvetlşere pusu kurarak bir çok subay ve askeri şehit etmişlerdir. Bunun üzerine takviye gönderilen Milli kuvvetler tekrar bölgeyi ele geçirerek asilere gereken ceza verilmiştir.

ÇERKEZ  ETHEM  AYAKLANMASI:

Yunanlılar İzmir’e çıkınca Çerkez Ethem, Kuvay-i   Seyyare adını verdiği  toplama  süvari  kuvvetlerle  Salihli cephesini kurmuş ve kendini de komutan ilan etmişti. Çerkez Ethem başlarda amacı  Yunan ve istilacı kuvvetlere karşı  gelmekti. Nitekim, Anzavur, Düzce, Adapazarı ve yozgat ayaklanmalarının bastırılmasında büyük roller oynamıştır.
Genel kurmay başkanı olan İsamet İnönü Ethem’in kuvvetlerininm disiplin altına  alınması için emir verince,  bat ı cephesi  emri  yerine getirmek için harekete geçince, Ethem bu duruma karşı çıkarak  TBMM Başkanlığına gönderdiği  telgrafta, “ Bilecik’ten   Ankara’ya giden  Mustafa Kemal’in yanında bulunan İstanbul  Hükümetinin   temsilcilerinin serbest bırakılmasını istedi.  Bunun üzerine Meclis Kuvay-i Seyyare ye karşiı çıkarak Ethem ve kardeşi Tevfik Beylerin Vatana ihanet ettiği   gerekçesiyle  teslim olmalarına ve yakalanmalarına karar verdi. Mecliste mebus olarak bulunan üçüncü kardeş Reşit Bey  meclisin bu kararına tepki  göstererek kardeşlerine katılmıştır.
Üç kardeş, Kuvay-i Seyyarenin tuttuğu Gediz, Kütahya ve Uşakta iken Yunanlılarla görüşmeye başladılar.  1921 in Ocak ayında, İsmet İnönü ve Refet Bele’nin komutasındaki Milli kuvvetler Çerkez Etemin  üzerine çullandı. Ethem kuvvetleri çok zayiat verdi. Birlik küçüldü. Milli kuvvetlerde 1.  Süvari grubunun komutanı olan binbaşı Derviş Bey  Ethemim arkadaşı idi.  Etheme teslim olmasını  arkadaş tavsiyesi olarak söyleyip ikna etmeye çalıştı. Ethem silahları bırakmayı kabul etti ama teslim olmadan Yunanlılara sığındı. Böylece Çerkez Ethem ayaklanması da sona erdi.

KOÇGİRİ  İSYANI:

1920 yıllarında,  Doğuda özellikle  Erzincan ve çevresinde  eşkiyalık geçim kaynağı olmuştu. Eşkiyalığı ortadan kaldırmak için  Zara’dan İmralı’ya gönderilen süvari Alayının  varlığı, eşkiyaları rahatsız etmeye başladı. Bunun üzerine İmralı Bucak Müdürü Haydar’ın  akrabaları, süvari birliğinin buradan çekilmesini sağlamak için, TBMM Başkanlığına, mektup gönderdiler. Bir taraftan da ayaklanma hazırlıklarına giriştiler.  Bağımsız bir kürt devletinin kurulacağı propogandasıyla  işe başlayan asiler, 8 aşiret reislerini de yanlarına alınca şımardı ve TBMM ne  8 Nisan 1921 de  gönderdikleri  mektupta, bölgede bir Kürt vilayeti kurulmasını, Kürt birinin Vali olarak atanmasını da istediler.
 Bu ayaklanmanın bastırılması için merkez ordusu komutanı Nurettin Paşa görevlendirildi. Nurettin Paşa kısa zamanda, Zara, Koçhisar, Kangal, Kemah Muş, Ovacık ve Koçgiri çevresinde, 15 yerde girdiği  çarpışmada eşkıya grupları sindirilmiş,  1921 yılının Mayıs sonunda tamamen asiler temizlenmiş  ve teslim olanların dışında yakalanan 500 asi idam edilmiştir.

KUVAY-İ İNZİBATİYE   ( HALİFE’NİN ORDUSU)

İzmit civarında bulunan  Kuvay-i Milliye İngilizlerin işine gelmiyordu. Boğazların kontrolu Millilerin eline geçer korkusuyla  Padişaha Kuvay-i İnzibatiye adı altında ordu kurdurdular.  İdaresini de saray paşaları  yapıyordu. Bu ordu, Kuvay-i   Milli birliklerinden  sayıca ve cephane bakımından üstündü. Kuvay-i  İnzibatiye  Geyve’ye saldırarak  yalkı Millicilere karşı kışkırtmaya başladılar.
Kuvay-i  Millinin başına gelen  Ali Fuat Paşa  ustaca ve cesurca yönettiği ordusuyla Padişah ordusuna karşı büyük başarı kazanıp, bölgeden uzaklaştırdı.

PONTUS  İSYANI:

1904 yılında kurulan Pontus cemiyeti, İtilaf Devletlerinin, Yunanlıların İzmir’e çıkmalarını desteklemelerinden  ve Anadolu’un  zayıf duruma  düşmesinden  cesaret alarak Kuzey Anadolu’da  harekete geçmişlerdir. İhtiyar, kadın çocuk demiyorlar, katlediyorlardı. 
Samsun,   Ladik, Çarşamba, Terme, Merzifon, Tokat,  Vezirköprü ve Amasya yörelerindeki  Ermenilerle birleşerek büyük ve vahşice, kendilerine yakışır katliamlarda bulunmuşlardır.
Topal Osman çetesiyle Milli  Kuvvetlerle birleşerek  asilerin  üzerine gidip teker teker kentleri ele geçirdi ve asileri ortadan kaldırdı.

 SONUÇ:

 Kurtuluş  Savaşı sonrasında o bölgede bulunan Rumlar  sürülmüş ve Pontus  Devleti kurma hayalleri de Yunanlıların kursağında kalmıştır.
İstiklal Savaşı  öncesi ve sonrasında, yukarıda  yazdığım öneml isyan ve ayaklanmaların dışında da onlarca , münferit, bölgesel küçük küçük ayaklanma ve isyanlar olmuştur
Cumhuriyetten sonra oluşan isyanları yazıma almadım. Çunkü  o isyanlar Cumhuriyetin ilanından , hatta yapılan birçok devrimlerden sonra olmuştur.  Yukarıda aldıklarım ise, yapılan Kurtuluş Savaşını baltalamak, caydırmak , Padişahhı kurtarmak ve manda taraftarlarının isteklerinin gerçekleşmesi  ile işgal edilmiş bir  ülkede bulunan  azınlıkların hayallerinde olan müstakil bir devlet kurmaktı. Onun için Cumhuriyet öncesi   isyanlar, bana göre  daha manidar ve daha tehlikeliydiler.

23 Aralık 2011 Cuma

A N M A

K U B İ L A Y


Burhan Bursalıoğlu


Bugün 23 Aralık, Menemen Olayı ya da Kubilay Olayının 81. yılı.


,
23 Aralık 1930 günü , Cumhuriyet tarihinin ikinci önemli irtica olayı, İzmir'in Menemen ilçesinde, askerliğini yedek subay olarak yapmakta olan öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay'ın , şeriat isteyen bir grup esrarkeş, yobazlar tarafından başı kesilerek öldürülmesiyle başlayan olaylar zincirinin başladığı tarihtir



Olaydan sonra, kurulan İstiklal mahkemelerinde yargılanan faillerin bir kısmı idama, bir kısmı da çeşitli cezalara çarptırılmıştır
Aslında Kozan’da dünyaya gelen ama, Aydında okuyan orada öğretmenlik yapan Devrim Şehidi Kubilay için her yıl anma toplantıları yapılır.
2008 yılında 23 Aralıkta Aydın Atatürkcü Düşünce Derneğinin tertiplediği Yedek Subay Öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay`ın şehit edildiği Menemen Olayının 78`inci yıl dönümü dolayısıyla. toplantıda, konuşanlar arasında Emekli Tarih Öğretmeni A.Zeki Muslu ^nun konuşma özetini aşağıda bilgilerinize sunuyorum.


“…Her 23 Aralık günü derse girdiğim sınıflarda öğrencilere; Atatürk devrimlerini korumak amacıyla gericilerin karşısına yiğitçe dikilen ve bu uğurda gözünü kırpmadan canını veren Kubilay nerelidir, askere alınmadan önce hangi kentimizde öğretmendi? diye sorardım. Öğrenciler tahminde bulunmaya başlarlardı. Biri `Aydın` dediğinde, ona `aferin, bildin` dediğimde öğrencilerden `aaa!...` diye bir hayret sesi yükselirdi.

Kubilay doksan yıl öncesinin Aydın`ın
Kenz-ül İrfan okulunda okudu. Seksen yıl öncesinin Aydın Gazipaşa İlkokulu`nda öğretmenlik yaptı` diyerek anlatmaya başlardım Gözleri iri iri açılır, Aydın`la Kubilay`ı özdeşleştirirlerdi.

Kentler yetiştirdikleri değerlerle öğünür. Öğünmek için yalnız sahiplenmek gerekir. Aydın ili, Aydın kenti nedense Kubilay`ı sahiplenmekten hep kaçındı.
Aydın`da durum böyle de Türkiye de farklı mı? Bu ülkenin geleceği için, Atatürk devrimleri için canını veren bir öğretmenin, bir yedek subayın yılda bir kez parlak törenlerle anılması, yaldızlı fakat içi boş sözlerle hatırlanması ne kadar acı! Kubilay`ı yalnızca bir kesimin sahiplenmesi, bir kesimin yapılanları alaycı bir biçimde dudak bükerek uzaktan bakması ne kadar düşündürücü? Bir ülkenin insanlarının acıda, sevinçte, kıvançta bir olması gerekmez mi? Bizi biz yapan değerleri toplumun bir kesiminin sahiplenmesi bir kesiminin öteki lemesi bölünmeyi getirmez mi?

Yurt kaybetmenin acısını, ancak yurt kaybedenler bilir. Kubilay`ın babası Kazavan Hüseyin, yirminci yüzyılın başlarında Girit`te
Rum baskısı artınca ailesini alarak İzmir`e göç eder. Aile on yıl içersinde İzmir, Adana, Kozan, Aydın, Antalya, İzmir arasında dolaşarak tutunmaya çalışır. 1906 yılında Kozan`da doğan Kubilay, dünyayı Aydın`da tanımaya başlar. Çocukluğu Birinci Dünya savaşının acı günlerinde Aydın Orta Mahallede geçer. Pek çok akrabası halen Aydın`da oturmaktadır.

Kubilay Bursa Öğretmen Okulu`nu bitirince çocukluğunun geçtiği Aydın`a atamasının yapılmasını ister ve Aydın`da öğretmenliğe başlar. Evlenir, düzenli bir yaşama geçeceği sırada da askere alınır.

Kubilay üzerine düşen yasal görevi, asayişi sağlamak amacıyla, devlet adına Menemen Belediye alanında yobazların karşısına dikildi. Olayın, genç cumhuriyetin
Şeyh Sait ayaklanmasından sonra karşılaştığı ikinci irtica olayı olduğunu bilmiyordu. O, görevini en iyi biçimde yapmak için oradaydı. Bu uğurda da canını verdi. Devrim tarihinde adı, devrim şehidi olarak yer aldı.
Hakkında yalan, yanlış, kulaktan dolma kuru bilgiler o günden bu güne tekrarlandı durdu.


Kubilay; bu kentin çayırlarında yaşıtlarıyla top oynadı, güreş tuttu. Bu kentin sokaklarında sevdalandı. Bu kentin göğüne bakarak söyledi ilk aşk şarkılarını. Bu kentin çocuklarına öğretmenlik yaptı. Onlara bildiği en güzel şeyleri anlatmaya çalıştı. Bu kentin sıradan bir evinden dualarla askere uğurlandı. Arkasından `güle, güle git` diye bu kentin suyu döküldü. O gittiği yoldan bir daha geri dönmedi. Ölüm denen acı haberi ulaştı hemşerilerine, öğrencilerine, öğretmen arkadaşlarına. O yılların Aydın`da Kubilay adına ve Aydın halkına yakışan törenler yapılırdı. Sonra bu tutum tavsadı ve
Kubilay Aydın halkı arasında unutulmaya yüz tuttu.


Gelelim bu güne; Üç, beş yobaz, aynı zamanda esrar kullandıkları saptanmış kendini bilmezler, dinsel söylemler kullanarak bir Türk subayının kafasını bedeninden ayıracaklar, siz de bunu görmezlikten geleceksiniz. Hangi dinde olursa olsun bir insan öldürmek günahtır. Tanrının verdiği canı ancak
Tanrı alır. Hiçbir dindar bunu kabullenmez. Katilleri ve canileri de kınar.

DİNDAR İNSANA KİMSENİN SÖZ SÖYLEME HAKKI YOKTUR.


Bu ülkenin insanının `YOBAZI, DİNCİYİ,
DİNDARI` birbirinden ayırt etmesinin zamanı geldi. Dindar insana kimsenin söz söyleme hakkı yoktur. Ortaçağ özlemi çeken yobaz ile devleti din adına yönetmeye kalkan dinciyi ise eleştirmek gerekir.
Dindarların da Kubilay`a sahiplenmesi gerekir. Çünkü bir avuç yobaz, İslam dinini kullanarak hunharca bir cinayet işlemişlerdir. Sizin saf ve temiz duygularla inandığınız dininizi birkaç kendini bilmez bağnaz kendi amaçları için kullanmaya kalkışmıştır.

Dört yıl önce Kubilay`ın, Aydın
Hasanefendi Mahallesinde, Konaklı dershanesi sokağında askere gitmeden önce oturduğu evi bulduk, yetkililere bu evi restore ettirin, koruyun dedik. Bunu yapamazsanız hiç olmazsa kapısına `Devrim şehidi Kubilay bu evde oturmuştur` diye bir tabela çakılmasını önerdik. Sesimizi duyan ya da aldırış eden olmadı.

Yerel yöneticilerimizin Aydın`ı ulusal kimliği içersindeki hak ettiği yere oturtmak zorundalar. Nasıl
Adnan Menderes`e, Mahmut Esat Bozkurt`a, Yörük Ali Efe`ye sahip çıkıyorlarsa, o kadar da Asaf Gökbel`e, Mustafa Fehmi Kubilay`a, Demirci Mehmet Efe`ye, Kıllıoğlu Hüseyin efe`ye de sahip çıkmaları gerekir. Bunların hiç biri öteki değil her biri bizimdir.

Sizler bu gün sahip çıkmazsanız günün birinde mutlaka sahip çıkanlar olacaktır. Gelin bu günden bu onuru yaşayın…”

Şehit Öğretmen Kubilay’a Allahtan rahmet, ailesine ve Türk Milletine de baş sağlığı diliyorum.

20 Aralık 2011 Salı

EĞİTİM

MİLLİ EĞİTİMDE NELER OLUYOR?

Burhan Bursalıoğlu


Milli Eğitimde hiç hoşa gitmeyen uygulamalar, davranışlar olmaktadır.
Artık Milli Eğitimin “Milli” liği kalmadı. Kalmadı ama,” Eğitim Bakanlığını “yalnız telaffuz  etmek te yakışmıyor. Başına bir sözcük gelmesi lazım. “Milli” lik kalmadığına göre, her düşünen insanın , Milli sözcüğünün yerine koyacağı sözcük, bence oraya yakışır.
Cumhuriyet  tarihyinde,  gelmiş gitmiş bütün  iktidarlar Milli Eğitim ve Milli Savunma konularına  dört elle sarılmış, savaşta Milli savunmanın, barışta Milli Eğitimin değerlerini  taktir etmişlerdir.
Atatürk: “En önemli ve verimli vazifelerimiz Miili Eğitim işleridir” derken  Milli Eğitim politikasının     “ bir ulusun , özgür bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatılmasını veya esaret ve sefalete terkedeceğini”  ta 1924 lerde  kulaklarımıza küpe yapmıştı.
 Milli Eğitimimizin, nasıl oluyor da, 9 yılda  yıllık bütçesi %17 den, %6 lara düşüyor?  Yüzde yüz artan Özel Okullar ve bunlara giden  220 bin öğrencilerin 500 bine çıkması,  2120  olan özel dersanelerin 9 yılda 4100 e çıkması, bu dersanelere giden öğrencilerin 600 binden  bir milyon 200 bini aşması Milli Eğitimin iyi yolda olduğunu göstermez. Bilakis, Devlet okullarının yetersizliğini,  öğretmen yokluğunu, (çünkü açılan her özel okul ve özel dersane kaliteli öğretmeni Devlet okulundan çekip almakta)  mevcut öğretmenlerin  çoğunun mesleki bilgilerinin yetersizliği,  sık sık değiştirilen  yönetmelikler, müfredatlar,  çıkarılan ve konan ders konuları, Eğitimin E  sinden anlamayan insanların Bakanlık üst düzey yöneticiliklerine getirilmeleri, çalışan öğretmenlerin ekonomik sorunları, okullardaki disiplinsizlikler, görsel medyanın  yayınlamakta oldukları film ve  dizilerdeki,  öğrenci – öğretmen,  öğretmen – idareci, idareci – veli, öğretmen – veli  ilişkilerindeki  olumsuz yansımalar  Milli Eğitim politikasının  kötüye gitmesine sebep olmaktadırlar.
Geleceğin güvencesi sağlam temellere dayalı bir eğitime, eğitim ise öğretmene dayalıdır “ diyen Atatürk’ ün bu veciz sözüne karşı çıkılıyormuş gibi, her gelen bakan Milli Eğitimin temelini oluşturan taşlardan birini  çıkarıp, binanın çökmesine yardım etmektedir. Adı  üzerinde, Milli Eğitim politikası “Milli “ olmalıdır. Milli’lik gelip geçici, kişilerin oyuncağı değildir. Milli’lik kalıcı olmalıdır. Bakanlığa kim gelirse gelsin, o şahıs Milli Eğitimin konmuş Milli kurallarına, yöntemlerine uymalıdır. Bakan aksini yapar, kendi düşüncelerine göre, ülkenin eğitimini  değiştirmeye, yönlendirmeye çalışır,  Millilikten uzak  bir mecraya sürüklerse o iş yürümez.
Milli Eğitim Bakanlığı tüm bakanlıklardan  daha önemli ve sorumluluğu yüksek bir bakanlıktır. Atatürk dahi      “ Eğer Cumhurbaşkanı olmasam Eğitim Bakanlığını almak isterdim “ diyebilecek kadar değer verilen  bakanlıktır Milli Eğitim.
İş başına gelen bakanlar  neler yapıyorlar?
Atatürk  İlke ve İnkilaplarını kitaplardan çıkartmak “iş yapıyorum” sanmak değildir.  Daireleri birleştirmek, bir kısmını kapatmak, Müsteşardan en küçük memuruna kadar tüm çalışan, işbilirleri havuza gönderip, Eğitimin  E  sinden anlamayanları iş başına getirmek de “iş yapıyorum” görüntüsü  değildir. Arapça okuma ve yazma gibi saçma bir teşebbüsü okullarda ders olarak  okutulmasını  istemek,  sadece "gündem  yaratmak" ve “şirin” görünmekten başka bir şey değildir.   İmam Hatip Okullarında Arapça öğrenimi de yapılıyor. Onlar yetmiyor mu? Yoksa geriye dönüş hazırlığı mıdır bunlar? 
 Eğitim ve Öğretim dönemi içinde “Öğretmen ataması yapmayacağım’ demek de, Milli Eğitime değer verilmediğini göstermektedir. Çeşiti nedenlerden ötürü, sınıfı boş bırakılanın yerine  kim öğrencilere ders verecek? Onların boşlukları nasıl doldurulacak. Yoksa" birleştirilmiş sınıflar" uygulamasına mı  düşünülüyor?    Temel bilgileri olmadan, Eğitim Enstitülerinden ve İlahiyat Fakültelerinden öğretmen olarak yetiştirilen öğretmenleri   ac susuz sokağa bırakmak, öğretmen politikası nın iflası demektir. Bunlar  ekmeğini kazanacakları bir mecraya  yönlendirilmişlerken,  bir ümitle  okulları bitirmişlerken , sevinecekken  göz yaşları arasına terkediliyorlar. Atatürk, değil meslek okullarından mezun  olanların ac bırakılması,  O nun şu sözü  İlk ve orta öğretim mutlaka insanlığın ve medeniyetin gerektirdiği ilmi ve fenni versin, fakat okadar pratik bir şekilde versin ki, çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmaya mahküm olmadığına emin olsun “ hiç mi beyinlere kazınmamıştır.
Bizim zamanımızda, Öğretmen okulundan   mezun olduktan bir ay sonra atandığımız il ve okulumuz belli olurdu. Hemen gider  121 lira maaşla göreve başlardık.   Ek olarak ta 80 lira donatım bedeli verirlerdi. Onunla tüm ihtiyaçlarımız karşılanır,  ay sonunu da rahat getirirdik.
Bu günkü teknolojinin çok çok ilerlediği ortamda,   en fazla  , diplomayı cebine koyduktan 2 gün sonra atanma ili belirlenmiş olmalıydı. Aksine, atanmak için öğretmen aylarca ve senelerce bekliyor, üstelik kuraya giriyor, çıkmayınca  hamallık, işçilik yapıyor veya simit satar duruma getiriliyor.  Neden böyle oluyor?  Mezun öğretmen fazla geliyorsa, öğrencileri başka  mesleklere yönlendirilsinler ki  mağdur olmasınlar.
Kulakları çınlasın, büyük eğitimci H.Hüsnü Tekışık  atama formundaki, “istediğin il” karşısına  “Türk Bayrağı nın dalgalandığı her  yer” demişti.  Artık o devirler çok gerilerde kaldı.
Nerdeeee  o  güzelim  eski günler, nerde? Nerde öğretmene gösterilen itibar, nerde öğretmenin gittiği köyde , köylünün yaptığı sevinç bayramı nerde?  Doğuda köylere atanan öğretmen karla kaplı yolsuz ,ulaşım araçsız yerlerde 6 ay maaş alamazdı. Onu bağırlarına basan köylüler kuş sütüyle  beslerlerdi.  Şimdi ise o insanların torunları, öğretmeni öldürüyorlar.
Dersane ve dersanelere giden öğrenci sayılarının   9  yılda %100 artmış olması düşündürücü değil midir?  Her adım başı özel dersane.  Niye açılmasın ki. Liselerde devam zorunluluğu kalkmış.  Öğrenciye izin veriliyor, dersaneye kayıt ediliyor, eğitimini oradan alıyor.Bir yıl okula uğramayanlar oluyor. O zaman okula ne gerek var? Kapatılsın tüm liseler, İlköğretimden mezun olanlar dersaneye gitsinler, oradan da diplomayı alarak Üniversite sınavlarına girsin. Kazanamayan da verdiği binlece liranın üzerine bir bardak soğuk su içsin.
Türk Milli Eğitim politikası iyiye gitmiyor. Bunun düzeltilmesi  lazım. Sokaklarda ağlayan öğretmen  adayları görmek istemiyoruz.  Yine sokaklarda binlerce işsiz üniversite öğrencileri görmek istemiyoruz. Milli Eğitimin temelinden çıkarılan taşlar yerine konmalıdır.
Öğretmen , Öğretmen okullarından yetişir. Öğretmen okullarının tekrar açılmasını istiyoruz.
Adama  göre iş değil, işe göre adam  görevlendirilmelidir.
Atatürk İlke ve İnkilaplarını sonuna dek  korumak Milli Eğitimin başlıca görevi  olmalıdır.

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...