18 Ocak 2012 Çarşamba

GÜNCEL



 BİRKAÇ  GELİŞME VE  YORUM

 Burhan Bursalıoğlu


Son bir haftadır Ülkemizde birbiriyle alakası olmayan, ama kimisi göz yaşı döktüren , kimisi güldüren, kimisi,  düşündüren , kimisi de “bu duruma nasıl geldik” deyip geçmişin muhasebesine iten olaylar oldu.
Bunlara kısa kısa değinip,   kısa yorumlarla hatırlatmak istiyorum.

İLKER BAŞBUĞ

Türk Silahlı Kuvvetlerinin en tepesinde, iktidarla birlikte kardeş kardeş görev yapan ve 700 bin  nüfuslu Silahlı kuvvetlere  komuta eden emekli, Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ  “kaçar “ gerekçesiyle “         Terörist başı” lakabıyla,  “ İnternet  Andıcı  soruşturması kapsamında tutuklanmasına karar verildi.
Aslında, kanuna göre, Genel Kurmay Başkanları  suç işlemişse Yüce Divanda  yargılanması gerekir. Özel Mahkeme bu isteği de reddetti.
Şimdi düşünelim. 700 bin kişilik silahlı bir  ordunun başında bulunan bir komutan istese her şeyi yapamaz mı?  Kim karşı koyabilir?  60 da, 72 de , 80  de gördük. Kımsenin sesi çıkmadan, gık demeden  bir gecede yönetimi ele geçirdiler. Başbuğ da isteseydi yapardı. Kime karşı? Birbirine saygılı, iyi geçinen   yönetime karşı mı? Acaba bizim bilmediğimiz bazı şeyler mi var ki Başbuğ’u tutukladılar?   Cezayı gerektiren, işlenmiş bir suç varsa kimse cezasız kalmasın.  Milletin hafızasında istifamlara yer vermeyecek şekilde açıklamaların yapılması  gerektiğine inanıyorum.

19  MAYIS

Milli Eğitim Bakanlığı’ nca  19 Mayıs Atatürk’ü Anma , Spor ve Gençlik Bayramı’ nın statlarda yapılmamasına karar verilmişti. Bununla ilgili düşüncelerimi yazmıştım.
Bakanlıktan ve yetkili ağızlardan gerekçeler ileri sürülüyor. Efendim havalar soğuk muş, çocuklar üşür müş, gösteriler okullarda olursa daha çok insan seyredermiş, masraf daha az olurmuş, her okul değişik gösteriler yaparmış, öğrenciler derslerden geri kalıyormuş  gibi.
19 Mayıs gösterilerini lise öğrencileri yapmaktadır.  İlköğretim öğrencilerinin 23 Nisan’da yaptığı gösteri tarihinde, havalar daha soğuk olmasına rağmen, o küçük çocuklar  üşümüyor da, havaların ısındığı bir tarihte en az  17 yaşında olan delikanlılar mı üşüyecek? Statlarda yapılan gösterileri 70 milyon insan televizyonlardan  ve her biri en az 20 bin kişi alan statları dolduran insanlar seyrediyor. Bir okul bahçesine kaç kişi gelir?  Sayın Ömer Dinçer,  Okulda,  kendi  çocuklarının yaptığı gösterilere mi gider, yoksa Ankarada statda yapılan gösterileri mi tercih eder?  rAnlamadığım diğer bir husus ise, neden Ankara stadı gösterilere açık da, diğer illerdekiler yasaklı? Yasaksa her ilinki yasaklanmalı.  Lise öğrencilerinin çoğu zaten okullara gitmiyor. Özellikle son sınıfların hepsi dershanedeler. Bu da ayrı bir soru. Üniversiteye hazırlanan öğrenci dershaneye eksik bilgilerini tamamlamak için gider. Yoksa tüm seneyi dershanede geçirmek için değil. 

RAUF  DENKTAŞ

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı, Mücahit, Kıbrıs  Kahramanı, Vatansever, Büyük Devlet  Adamı, efsane  Rauf Denktaş  13 Ocak 2012 Cumartesi günü vefat etmiştir.
Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yas ilan edildi. Bayraklar 3 gün yarıya indirildi. 
Hayatı mücadele, hapis ve sürgünde geçen Denktaş,  cemaatten  Kıbrıs Türk halkını yarattı.  Londra Konferansı ve ardından, New York’ ta Güvenlik Konseyinde yaptığı bir konuşma nedeniyle dönüşte Kıbrıs’a sokulmadı. O tarihte Kıbrıs’ta  Rum yönetimi vardı.  TOROS kod adlı Rauf Denktaş  1962 yılında Türkiye’ye gelerek  4.5 yıl sürgün hayatı yaşadı. 1967 yılının sonlarına doğru, bir sandalla kaçak olarak  Kıbrıs’a çıkmak isterken yakalanıp 12 gün hapishanede yattı.   Rum yönetimi tarafından tekrar Türkiye’ye iade edilen Denktaş, 1968 de Kıbrıs’a döndü. 1973 de , Cumhurbaşkanı Rum olan yönetim seçimlerinde, Cumhurbaşkanı yardımcısı seçildi.

1974 yılında   Başbakan Bülent Ecevit’ in emriyle yapılan Kıbrıs Barış Harekatı sonucunda, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ( KKTC)  kuruldu ve Denktaş  ilk kurucu Cumhurbaşkanı seçildi.  2005 yılına kadar yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini  kazandı. 2005 yılında yapılan seçimlerde  Mehmet Ali Talat'a  karşı kaybetti ve 2005 de tamamen emekliye ayrıldı.
88 yaşında vefat eden Denktaşın üçü ölü 6 çocuğu var.
Allah Denktaş’ gani gani rahmet etsin, tüm Türk lerin başı sağolsun. Ailesine de sabir diliyorum.

ASLI  NEMUTLU


Milli kayakcımız Aslı Nemutlu Erzurum  Konaklı kayak merkezi tesislerinde antrenman yaparken , kayaklardan birinin ayağından çıkması sonucu düşerek kenarda tahta bariyerlere çarpıp hayatını kaybetti.
Sporla ilgili yazdığım bütün yazılarımda şunu soruyorum: Birçok ülkenin gıpta ettiği, üç tarafı denizle çevrili bir ülkeyiz. Neden  deniz sporlarında ülkeler arası başarıya ulaşamıyoruz?. Kış sporları için dağ ve karımız varken , neden başarılı olamıyoruz.?  Dünyanın bir numarası iken, güreşte neden eski başarılara ulaşamıyoruz? Neden atletizmde madalyalar alamıyoruz? Neden, neden, neden?
Görüyorsunuz,nedenler ortaya tek tek çıkıyor.  Emniyet tedbirleri yeterince alınmıyor.  Sağlık görevlileri yok. Ambulans yok. Tesis yapılıyor,  emniyet ve sağlık  düşünülmüyor. Aslı’nın çarptığı tahta bariyerler, plastik veya ağ olsa idi, bugün Aslı yaşıyor olacaktı. Bu tür vahim olaylar da sporcu yetişmesini engellemektedir.
 Federasyon  bariyerlerin tahta veya demir borulardan olmayacağını bilmiyor mu? Biliyordur muhakkak.  Peki neden yapmadı? Spor Bakanımız bunları kontrol etmiyor mu?  Ambulans olsa idi müdahalede geç kalınır mıydı? Neden bunlar  yapılmıyor? Kulaklarına küpe olsun.
Aslı defnedile 5 gün oldu. Yetkililerden ses çıkmadı. Görevliler hesap vermeliler.
  Savcılarımız bu olayın peşine düşmeliler.

LEFTER  KÜÇÜKANDONYADİS


Fenerbahçenin ve Türkiye’nin  “Ordunaryus” lakaplı Milli futbolcu Lefter Küçükandonyadis ‘i  87 yaşında iken, 13  O cak, C uma günü  kaybettik.
Tüm Fenerbahçelilere, sporseverlere, ailesine başsağlığı ve sabır   diliyorum.

ÇOK  KOMİK


Mudanya Devlet Hastanesi'nde görevli Op. Dr. İlker Şahin, 21 Aralık’ta hastanede Noel Baba kıyafeti giydikten sonra, bazı personelle birlikte, hemşire Aysun Kaya'nın hasta olan küçük kızına evinde moral ziyaretinde bulundu. Hastanede Noel Baba kıyafetiyle dolaştığı için doktor ve 14 hastane personeli hakkında soruşturma açıldığı iddialarının basında yer alması ülke çapında büyük ses getirdi.
Daha sonra, tepkiler üzerine  yapılan  açıklamalarda, işin tatlıya bağlandığı ve İlker Şahin’in görevinde olduğu açıklandı.

 ATATÜRKÇÜLÜK TÜRKİYE’Yİ GERİ BIRAKTI (!)


Birkaç gün önce, Cumhurbaşkanı  Abdullah Gül tarafından,  “Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurulu”  üyeliklerine atama yapılmıştı.  Bu atamalar  Kamu oyunda tepkilere neden olmuş, günlerce gazete sayfalarını işgal etmişti.
Bunlardan birisi de  Prof.Dr. Mümtaz’er Türköne idi.  
Türköne bir müddet sonra istifade ederek, Adana kitap fuarında istifasının nedenini açıkladı.
“Atatürkçülüğün mevcut haliyle Türkiye’i geri bıraktıran, çağ dışı, medeni dünyaya aykırı, bir tür yobazlık olduğunu söylemek, öbür taraftan da Atatürk’e sahip çıkmak sanıyorum Türkiye’nin fikir gündemine girmesi gereken bir ayrımdı. Bunu yaptım. Düşüncemin hedefine ulaştığını düşünüyorum. Bu şekilde bu atama işlevini yerine getirmiş oldum diye düşündüm ve istifa ettim Türkiye Anayasasını yaparsa, herkes nerede olduğunu bilecek, herkes haddini, hududunu bilecek.”
Porf. ve Dr. Olmuş,  Cumhuriyet dönemi çocuğu.  Atatürk İlke ve İnkilaplarının  nimetlerinden istifade ederek okumuş, yetişmiş, aile sahibi olmuş, özgürce yetişip   kariyer sahibi olmuş  bir vatandaş.  Şimdi çıkmış “Atatürkçülük Türkiye’yi geri bıraktı, bu yobazlıktır, çağ dışılıktır” Daha ileri giderek,  “Atatürk’e sahip çıkmanın, Türkiye’nin fikir gündemine girmesin gereken bir ayrım olduğunu ve bunu  başardığını” öğünerek söylüyor. Her fırsatta da “Atatürkçülüğü  hakaret sayan” bir zihniyet sahibi.
Kendisi gibi sakal bırakmak mı, şalvar giymek mi, fes giyip eline 99 luk , yumurta büyüklüğünde taneleri olan tespihle, fes ve sarıkl  sokaklarda gezmek mi, peçeli, çarşaflı, kadın mı erkek mi olduğu belli olmadan  kocasının  10 metre gerisinden gitmek mi,  pancurlardan dışarıyı seyretmek mi, “Boşol” dendiği zaman eşini kapıya bırakmak mı,  dört kadın almak mı,  eşini köle gibi  gören bir zihniyet oluşturmak mı,  Sakallı, eli sopalı, falaka eğitimi mi, elektonik aletlere, TV ye “Gavur icadı “ deyip evine sokmamak mı, yoksa, bir hanedan sülalesine biat edip devleti yönetmek mı dir  medeniyet? Türköne göre bunlar mıdır medeniyet. Eğer bunlarsa, Atatürkçülük, Türkiye’yi geri bırakmak, çağ dışı ve yobazlıktır.
Türköne iyiki Atatürk’ün kurduğu bir kuruluşun yönetiminden  istifa etti.  Oraya, bu tür bir zihniyetin yakışmayacağını herkes taktir eder.
Atatürk’e sahip  çıkılmamasını dolaylı olsa da apaçık söylüyor.  Şunu asla unutmasını istemiyor, kafasının bir köşesine çıkmayacak şekikde çivilesin.
Atatürk sevgisi, Atatürk coşkusu, Atatürk özlemi, Atatürk eser ve emirleri asla, ama asla bu Milletin kalbinden söküp alınamayacaktır.  Hayatını hiçe sayarak bu Ulusu  yoktan var eden Atatürk için,bu Millet  hayatını feda etmeye hazırdır.
 Türköne gibi kişiler, gittikleri karanlık tunelden bir an önce çıkıp Atatürk aydınlığına kavuşmalılar. 


'Yıkın Heykellerimi'

* * *

"Ey milletim,
Ben, Mustafa Kemal'im...
Çağın gerisinde kaldıysa düşüncelerim,
Hâlâ en hakiki mürşit, değilse ilim,
Kurusun damağım, dilim.
Özür dilerim...
Unutun tüm dediklerimi.
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi...


*

Özgürlük hâlâ,
En yüce değer
Değilse eğer...
Prangalı kalsın diyorsanız, köleler...
Unutun tüm dediklerimi.
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi...


*

Yoksa, çağdaş medeniyetin bir anlamı,
Ortaçağa taşımak istiyorsanız zamanı,
Baş tacı edebiliyorsanız
Sanatın içine tüküren adamı...
Unutun tüm dediklerimi.
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi...


*

Yetmediyse acısı, şiddetin, savaşın.
Anlamı kalmadıysa
Yurtta sulh, dünyada barışın.
Eğer varsa ödülü, silahlanmayla yarışın.

Unutun tüm dediklerimi.
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi...


*

Özlediyseniz fesi, peçeyi.
Aydınlığa yeğliyorsanız, kara geceyi.
Hâlâ medet umuyorsanız
Şıhtan, şeyhten, dervişten.
Şifa buluyorsanız,
Muskadan, üfürükçüden...
Unutun tüm dediklerimi.
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi...


*

Eşit olmasın diyorsanız, kadınla erkek...

Kara çarşafa girsin diyorsanız,
Yobazın gazabından ürkerek...
Diyorsanız ki, okumasın Kadınımız, kızımız;

Budur bizim alın yazımız...
Unutun tüm dediklerimi.
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi...


*

Fazla geldiyse size,
Hürriyet, Cumhuriyet...
Özlemini çekiyorsanız,
Saltanatın, sultanın...
Hâlâ önemini anlayamadıysanız,
Millet olmanın...
Kul olun, ümmet kalın,
Fetvasını bekleyin, Şeyhülislamın...
Unutun tüm dediklerimi.
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi.
RAHAT BIRAKIN BENİ..."


S. Apaydın





13 Ocak 2012 Cuma

Milli Bayramlarımız



 19 MAYIS GÖSTERİLERİNE HASRET Mİ KALACAĞIZ?

Burhan Bursalıoğlu

Milli Eğitim Bakanlığı yeni bir  karar almış.  19 Mayıs Atatürk’ü Anma  Gençlik ve spor Bayramı gösterileri,  Ankara hariç tüm illerde, statlarda değil, okullarda  yapılacakmış.
İşte karar:
Artık bu tür güzel gösterilere hasret kalacağız

“Milli Eğitim Bakanlığı Orta Öğretim Genel Müdürlüğü, 81 ilin milli eğitim müdürlüklerine gönderdiği yazı ile 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı törenlerinde, yönetmelikte yer almayan senaryo, değişik renk ve nitelikte gösteri ve fon çalışmaları gibi etkinliklere yer verilmemesini, kutlamaların sadece okullarda yapılmasını ”

Yine şaşırtıcı, gerçekten gündemden düşmeyecek olan bir karar.
Cumhuriyet Bayramı gösterilerinin 2010 da iptal edilmesi, 30 Ağustos Zafer Bayramının , geçiş törenlerini iptal edilmesinden sonra şimdi de bu.
Ya bu  kuleler...

Bu bayramın  anlamı nedir ki, kısıtlanıyor?  

 Birinci Dünya Savaşı'nda yenik sayılan Osmanlı İmparatorluğu'nun, bir yandan egemenliğine son verilirken öbür yandan da Anadolu'nun şehir ve kasabaları birer birer düşman saldırısına uğruyordu.. Türk Ulusuna yakışmayacak bir senaryo oluşmuştu.
Bu senaryoyu içine sindiren de vardı,  isyan eden de vardı. İsyan edenlerden biri de Mustafa Kemal Atatürk’tü.  Mustafa Kemal Atatürk,  devlet olarak egemenliğini yitirmiş, yıpranmış, hatta bitmiş  Osmanlı İmparatorluğunun yerine,  genç, modern, Türk ulusuna yakışır  demokrat, halkın kendi kendini yönetecek,  itibarlı, saygın, daha öncesi yurdumuzun toprak bütünlüğünü korumak amacıyla  Anadolu’ya geçip, bir devlet kurmayı kafasına koymuştu.  Bunun için 19 Mayıs 1919 da , Bandırma vapuruyla Samsun’a çıktı. 
Dünyanın neresinde bu düzen ve görüntü var?

Türk Ulusunun  yaşam başlangıcı, oksijen almaya başlaması, damarlarındaki kanın faaliyete geçerek dolaşmaya başlaması tarihi 19 Mayıs 1919 dur.
19 Mayıs, Mustafa Kemal’in giriştiği iç ve dış  düşmanlarla  savaşın başladığı tarihtir. Mustafa Kemal’in  kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devletinin  temel atma tarihi 19 Mayıs’tır.
Atatürk’ün kurduğu bu genç ve dinamik devletin geleceğinin garantisini gençlere olan güveni nedeniyle, onlara emanet etmiştir. Gençlerin beden ve ruh sağlıklarını koruyacak çalışmalarını, her yıl, gösterilerle halka,  bir bayram şenliği içinde   sunmayı  istemesi nedeniyle 19 Mayıs’ı gençlere “Gençlik ve Spor Bayramı”  olarak armağan etmiştir.
Gençlik , Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü anmak, Onu sonsuza  kadar yaşatmak amacıyla bu bayramın adını “Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı” olarak değiştirmiş ve her gösteri öncesinde  Atatürk’ e olan  bağlılığını ve  verdiği sözü şu and la dile getirmektedit.
Kızlarıomızın gurur veren gösterileri.

Ey Büyük Atam,
Türk gençliği olarak, hürriyetin, bağımsızlığın, egemenliğin, Cumhuriyetin İnkılaplarının yılmaz bekçileriyiz.
Her zaman, her yerde her durumda, Atatürk ilkelerinden ayrılmayacağımıza, çağdaş uygarlığa geçmek için; bütün zorlukları yeneceğimize namus ve şeref sözü verir, kendimizi Büyük Türk Milletine adarız.

Dalgalan , sen de şafaklar gibi ey şanlı Hilal...


Şimdi bu bayramın  gösterileri, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından kısıtlanmaktadır.
Aslında  bu kısıtlama veya alınan karar,   bu güne kadar, yavaş yavaş,  alıştıra alıştıra, kademeli olarak, sabırla, uygulanan bir  planın maddelerinden olsa gerek.
Çünkü, Türk Eğitimine yapılan müdahaleler, Türk kurumlarına yapılan değişiklikler gözden kaçmamaktadır.
İlkokul kitaplarındaki Atatürk resimlerinin  bazılarının kaldırılması, konuların iptal edilmesi, laikliğin tartışmaya açılması, Üniversitelerde türbanın serbest bırakılması, hatta ilk okulların  bazılarında türbanlı öğrencilerin görünmesi,  Kız öğrencilerin kıyafet ve etek uzunluğu ayarlanması, bazı okullardaki idarecilerin, kız ve erkek öğrencilerin bir araya gelmemeleri için yasak koymaları,sonradan  gördükleri tepki nedeniyle kıvırmaları,  Kitaplardaki Atatürk İlke ve İnkilapları konularının kaldırılması,ilkokullardaki Atatürk köşelerinin kaldırılması, Türk Milli Eğitimin Temel İlkelerinden,  Atatürk İlke ve İnkilap metinlerini çıkarılması, Bakanlık da kı  bazı dairelerin kaldırılması, Her sabah okullarda söylenen “Andımız” daki bazı cümlelerin  çıkarılması, 2010 yılında kutlanması gereken Cumhuriyet Bayramı nın, Van depremi bahane edilerek iptal edilmesi, Yine Cumhuriyet Bayramlarında, Harp okulu öğrencilerinin  mutat              “ Atatürk Yürüyüşü” nün iptal edilmesi, 
Seni sevmak ayrıcalıktır.

ATATÜRK” adını taşıyan kurumların başına ve yönetimlerine  getirilen kişilerin çoğunun Atatürk’e antipatisi olanlardan oluşturulduğu, ileride bu yöneticilerin, “Kurumumuzun işlevi bitmiştir. Kaldırılsın” diye önerge veya bu yönde talep edebilme ihtimallerinin olabileceği, İlköğretim okullarına Arapça  öğrenme dersi konması çalışmalarının yapılması,  8 yıl olan mecburi eğitimin,  kademeli olarak  12 yıla çıkarılması, bundan faydalanılarak İmam Hatip Orta okullarının tekrar  açılmalarının sağlanması acaba iyi niyetle yapılması düşünülen uygulamalar mıdır? 
Bingöl ilimizdeki gösterilrden.

19 Mayıs “Atatürk’ü Anma ve Gençlik Spor Bayramı” gösterilerinin statlardan kaldırılması, dar alanda çok az kişilere, okulun kendi bünyesinde  kısıtlı öğrenci sayısıyla  gösteri yapması  kararının gerekçesi de yok.
Bu karar , halkın seyir özgürlüğünü kısıtlamıyor mu? Statlardaki gösterileri binlerce insan rahatça  izliyor, ve yüzlerce öğrenci coşku ile gösterilerini sunuıyordu. Bunlar da özellikle lise öğrencileriydi. İlköğretimdekiler de  anne ve babalarıyla ağabeylerini   gururla  seyretmek için stada gider, kendilerinin de bu gösterilere katılma yaşlarının gelmesini hayal ederlerdi. Şimdi  ise,   bu çocuklara,  senede bir gün dahi    olsa,  bu zevki tatma çok görülüyor.  

Bahriyelilerimizi asla unutmayacağız.

Kim ne kısıtlama getirirse getirsin, kim neyi iptal ederse etsin, kim neyi utturmak için ne yaparsa yapsın,  Atatürk, Gençlerimizin  ve yaşayan tüm Ulusumuzun yüreğindeki sevgi, bileğindeki güç, damarındaki kan, dilindeki marş, beynindeki ışık  olarak, sonsuza dek yaşayacaktır.

6 Ocak 2012 Cuma

SAĞLIĞIMIZ




AİLE  HEKİMLİĞİ NDEN  ARZULANAN  BU MU?

Burhan Bursalıoğlu

Ülkemizin birçok ilinde uygulamaya başlanan aile  hekimliği istenen,  varılması gereken amaca  ulaşıyor mu, yoksa daha da içinden çıkılmaz bir hal mi alıyor?
Hizmet vereceksin, kalite arayacaksın, hedefe varacaksın.  Aile hekimliğinde bunlar gerçekleşti mi? Hayır.  Hizmet veren de  memnun, hizmet alan da memnun olmalıdır.  Aile hekimliği uygulamasında ne hizmet veren, ne de hizmet alan  mutlu değil.
İlk uygulama başlarken Sağlık Bakanlığı Aile hekimlerinin görevlerini  de açıkladı. O açıklama ışığında, görevleri  şöyle  sıralayabiliriz

.
 1. Aile hekimi, aile sağlığı merkezini yönetmek, birlikte çalıştığı ekibi denetlemek, hizmet içi eğitimlerini sağlamak ve Bakanlıkça yürütülen özel sağlık programlarının gerektirdiği kişiye yönelik sağlık hizmetlerini yürütmekle yükümlüdür.
2. Aile hekimi, kendisine kayıtlı kişileri bir bütün olarak ele alıp, kişiye yönelik koruyucu, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerini bir ekip anlayışı  içinde sunar.
3. Çalıştığı  bölgenin sağlık hizmeti planlamasının yapılmasında yerel sağlık idaresi ile işbirliği yapmak,
4. Hekimlik uygulaması sırasında karşılaştığı toplum ve çevre sağlığını ilgilendiren durumları yerel sağlık idaresine bildirmek,
5. Kişiye yönelik rehberlik, sağlığı  geliştirici ve koruyucu hizmetler ile ana-çocuk  ve aile planlaması hizmetlerini vermek, önemli/sık görülen toplum sağlığı  konularında kişilerin periyodik muayenelerini (meme kanseri, rahim kanseri taraması ve benzeri), ruh sağlığı ve yaşlı sağlığı  hizmetlerini yerine getirmek,
6. İlk kayıtta ev ziyareti ile kendisine bağlı kişilerin sağlık durumlarının tespitini yapmak,
7. Çalıştığı mekanda ve gerektiğinde (aile hekiminin ev ziyareti esnasında tespit ettiği evde takibi zorunlu özürlü, yaşlı, yatalak ve benzeri durumdaki kişilere) güvenliği sağlayıcı tedbirlerin alınması kaydı  ile evde veya gezici sağlık hizmetlerinin yürütülmesi sırasında kişiye yönelik birinci basamak koruyucu sağlık, tanı, tedavi, rehabilitasyon ve danışmanlık hizmetlerini vermek,

8. Bakanlıkça belirlenen ve uygulamaya konulan kişiye yönelik özel sağlık programlarını yürütmek,
9. Tanı ve tedavisi yapılamayan hastaları sevk etmek, sevk edilen hastaların geri bildirilen muayene, tetkik, tanı, tedavi ve yatış bilgilerini değerlendirmek, ikinci ve üçüncü basamak tedavi ve rehabilitasyon hizmetleri ile evde bakim hizmetlerinin koordinasyonunu yapmak,
10. Temel laboratuar hizmetlerini vermek veya verilmesini sağlamak,
11. Verdiği hizmetler ile ilgili sağlık kayıtlarını tutmak ve gerekli bildirimleri yapmak,
12. İlk yardım ve acil müdahale hizmetlerini vermek veya verilmesini sağlamak,
13. Gerektiğinde kişiyi kısa süreli gözlem altına alarak tetkik ve tedavisini yapmak,
14. Gerektiğinde aldığı   uzmanlık eğitimi ve bu eğitim sırasında yaptığı  rotasyonlar çerçevesinde hastayı yatırarak tetkik ve tedavisini yapmak,
15. Kronik hastalığı  olan kişilerin gerekli sıklıkta takibini yapmak,
16. Özürlü kişilere yönelik sağlık hizmetlerini yürütmek,
17. Doğum öncesi, doğum sonrası loğusa ve bebeğe beraber izlem yapmak, ile yetkili ve görevlidir.
Görüldüğü gibi, bir aile hekimi, ailenin doktoru değil, sanki başhekim.  Toplum Sağlık Ocağı Merkezinin  girdisi-çıktısı, denetimi yanında,  hasta muayenesi,  takibi, tedavisi ile yükümlü.  Ayrıca, hiçbir kamu görevlisine verilmeyen bir görevde, kiralama malzeme  alımı, hasta kayıt,  abonelikler,  izine çıkarken yerine koyacağı doktoru bulma, binaları bulmak,  teknik donanımlar yapmak, binaların bakımı tadilatı Aile Hekimlerine görev olarak verilmiş ve masrafları da hekimlere yıkılmıştır. Buna karşılık maaşlarında herhangi bir artış da olmamıştır.
Ne imiş, Avrupa ülkelerinde Aile Hekimliği üst düzeyde imiş. Orası Avrupa. Oradaki hekimlere bu  kadar yük yükleniyor mu?  Doktor, binanın onarımıyla mı, tadilat, malzeme tedarikiyle mi,  bina sahibiyle mi, personeliyle mi,  müessesenin yazışma ve idari  işlemleri, hasta muayene, takibi,  rapor ve reçete yazma işlemleriyle, bir telefonla,” rapor vermedi, ilgi göstermedi, hastama gereken bakımı yapmadı” şeklinde şikayet sonucunda , derhal  açılan tahkikatı takip mi etsin, hakaret eden, hayatına kast edenlerle mi  uğraşsı ? Var mı Avrupa’da bunlar?


Bir de ceza puanı olayı var. Bir üstün,  istemediği, gıcık aldığı, işinde yanlışı görülen veya kılıfına uydurulan  veya sistemle ilgili aksaklıkları, problemleri yukarı mercilere ulaştıran, öneride bulunan doktor veya personele  verilen cezadır.
Bu sistem başlatılırken, Aile Hekimlerine verilen görevler daha net ve anlaşılır türdendi. Zamanla içinden çıkılmaz görevler verdiler.  Bunların yanında, artan şikayet, saygısızlık, küfür, şiddet, dövülme, iftira  gibi meslekten soğuma, görevden ayrılma, dost ve arkadaşlarına,  gençlere mesleklerini salık vermemektedirler. Doktorluğun kutsal bir meslek olduğunu herkes bilmekte. Ama gün geçmiyor ki bu meslek erbabı ki şiler sokaklara dökülmesin.
Diyeceksiniz ki,  bu doktorlar yukarıdaki tüm görevleri yapıyorlar mı? Tabii ki hayır.  Yine yukarıda saydığımız, yüklenmiş görevler sebebiyle, bazı gerekli görevleri yapmamaktalar. Mesela evlere gidebiliyorlar mı?  Herhangi bir hastaneye sevk ettiği hastanın  durumunu takip edebiliyor mu? Hasta yakını söylerse bilgi sahibi oluyor. Yatalak, felçli, yürüyemez hastanın evine gidiyor mu. Gitmediği gibi , çağrılmamak için telefon numaralarını da vermemekteler.
Bu kadar görevin yanında Aile hekimlerini haklı buluyorum.
Bakanlığın, iyi niyetle getirdiği sistemin daha iyi yürümesi için, o sistemi ilgilendiren meslek gruplarının, örgütlerinin, derneklerin, uzmanların görüşlerini de alması  gerektir.  Fikir alışverişte bulunulması, sistemin  asıl amaçlarına ve istenilen  seviyeye çıkarılması , kalitenin yükseltilmesine yardımcı olur.
Bu gün için, Aile Hekimliğinden arzulanan  istenilen  her iki tarafı, hekimi ve toplumu memnun etmemektedir. En kısa zamanda  aksaklıklar giderilmelidir.

2 Ocak 2012 Pazartesi

SÖYLEŞİ


EN MUTLU İNSAN

 Burhan Bursalıoğlu


Soru: Dünyanın en mutlu çifti kimlerdir?
Cevap: Adem ile Havva.
Soru: Neden Adem ile Havva?
Cevap: Çünkü:
1- Adem’in de Havva’nın da kaynanası olmadı.
2- Adem de Havva da aldatılmaktan korkmadı.
3-Havva hiçbir zaman kıyafeti ile Adem’i çileden çıkartmadı.
4- Adem:’Arkadaşlarımla maç yapmaya gidiyorum.’ diyemedi.
5- Havva kız arkadaşlarını eve toplayıp akşama kadar dedikodu yapamadı.
6- Adem hiçbir zaman poker partisine gidiyorum deyip, gecenin bir köründe eve sarhoş gelemedi.
7- Adem hiç uzun iş görüsmeleri için yurtdışına gidemedi. Gitse bile gittiği yerde otel odasında kalamadı.
8-Sevgililer Günü’nü unutmaktan doğan kavgalar çıkmadı.
9- Randevulara gecikince trafiği bahane edemediler.
10 – Yüksek gelen faturalar nedeniyle tartışmadılar.
11- Özel günlerinde birbirlerinin sevmedikleri arkadaşlarını davet etme gibi bir ihtimalleri olmadı.
12- Adem hiçbir zaman Havva’ya ‘Sen bu dünyada gördüğüm en güzel kadınsın derken yalan söylemedi.
13- Hiçbir zaman röntgenleyen var mı? diye tedirginiliğe düşmediler.
14- Onlar enflasyon canavarıyla hiç tanışmadılar. Birikimlerini batırıp, alacak bankacılarla da hiç karşılaşmadılar.


15- Onlar mutluydular. Çünkü, ne sayıma gerek vardı, ne de sayılmaya.
16- Hiçbir zaman birbirlerinin yüzüne telefonu kapatamadiıar. Telefonda kavga da etmediler.
17- Hiçbir zaman siyaset-politika konusunda dil, din, ırk tartışmasına girmediler.
18- Hiçbir zaman Havva, ‘Beni en son ne zaman sinemaya götürdün, enson ne zaman dışarıda yemek yedik demedi.
19- ‘Senden başka gül koklarsam namerdim’ lafı da gerçekti ve Havva da bunun doğru olduğuna emindi .

27 Aralık 2011 Salı

YAKIN TARİHİMİZ


CUMHURİYET  ÖNCESİ
İSYANLAR
Burhan Bursalıoğlu

Önceki yazımda, İstiklal Savaşımız süresi içinde, başarıyı baltalamak, kötü durumumuzdan istifade ederek kendi emellerini gerçekleştirmek amacıyla kurulan dernek ve  cemiyetlerden söz etmiştim.
Bu yazımda gerek dernek ve cemiyetlerin çıkardığı, gerek kişisel çekememezlik veya  şahsi menfaatları  nedeniyle  ve gerekse de, ikici şahısların temsil ettikleri  devletlerin temsilcilerinin kışkırtmaları nedeniyle çıkarılan isyanlardan  bahsedeceğim.
Türkiye’de , “bir kurtuluş savaşının yapılmadığını “ söyleyen bazı zihniyet sahiplerine sormak gerek. Padişah Vahdettin Mustafa  Kemal ‘e “   Gel  arkadaş, Osmanlı hanedanı 600 yıl bu ülkeyi yönetti. Artık yorulduk, topluca yurt dışına çıkacağız, sen memleketi istediğin rejimle idare et. “ mi söyledi. Sormak lazım “ Savaş falan olmamışsa isyanlar, ayaklanmalar, süikaslar neden olmuştur acaba?  Bütün dünyanın gözü önünde  yapılan, ve tüm Türk halkının bizzat içinde yaşadığı, kan döktüğü, yedi düvelle boğuştuğu,  ailelerin söndüğü, buna karşı  yeni ve modern bir devletin kurulmuş olduğunu göremeyen gözlerin var olduğuna gerçekten inanmak  hayret verici.

ANZAVUR İSYANI:  

Kurtulyş Savaşının başlamasıyla birlikte, işgal ordu komutanlarınin  kışkırtmaları, Padişah ve taraftarlarının  el altından   yaptıkları  destekler  neticesinde Milli   kuvvetleri  ortadan kaldırmak amacıyla  Hilafet Ordusu adı altında kurulan Kuvva-i  İnzibatiye tarafından  çıkarılan iki aşamalı isyandır. Birinci isyan 1 Ekim 1919 da başlatılıp 25 Kasım 1919 da bitmiş,  ikinci isyan da 16 Şubat 1920 tarihinden 16 Nisan 1920 tarihine kadar sürmüştür.
Anzavur Ahmet,  bulunduğu Çerkez köyünde,  Kuvva-i İnzibatiye nin kışkırtmalarına paralel Milli güçleri kötüleyici konuşmalar yaparak isyan bayrağını açtı.  Pomaklardan Gavur İmam la Şah İsmail, yanlarına   aldıkları  adamlarla birlikte  Anzavura katıldılar.
14. Kolordu kumandanı Yusuf İzzettin Paşa, bütün milis  kuvvetlerinin Balıkesirde toplanmalarını emretti. Anzavur  ve birlikleri   yağmaladığı Biga’dan Susurluk ve Gönene geçmiş, izini takip eden Yusuf İzzettin Paşa,  Anzavuru 16 Nisan 1920 tarihinde Susurluğun  Yahya köyünde sıkıştırarak  bozguna uğratmıştır.. Anzavuır Ahmet önce  Karabigaya oradan da İstanbula kaçarak  kurtulmuştur.

ALİ BATI  İSYANI:

 Ali Batı, Midyat’ta aşiret reisi olup , İngilizlerin kışkıtmasıyla  11 Mayıs. 1919 da isyan çıkarmıştır. Ali Batı’nın asıl amacı Doğuda bir Kürdistan devleti kurmaktı. Ali Batı’nın Nuseybin’e girdiğini  haber alan Mardin’deki   5. Tümenı n  komutanı , 3. Tabur Komutanı Yüzbaşı Yusuf Ziya’yı görevlendirdi. Birliği ile Nuseybin’e giden birlikler,  Ali Batı kuvvetlerini  Karakurt köyü yakınlarında kıstımış, kaçan  Ali Batı’yı  18 Ağustos 1919 da  Medah bölgesinde ölü olarak ele geçirmiştir

BOZKIR İSYANI:

Bozkırlı Zeynel Abidin,  27  Eylül 1919 tarihinde çıkarılan birinci ayaklanmada Konya Valisi, Cemal Bey  ve   İngiliz   papazı ile işbirliği yapmıştır. Aldığı  yardım ve cesaretle Bozkıra girmiş, karşı koyanları öldürmüş, jandarmanın silah ve cephanelerine el koymuştur. Beyşehir’den gelen süvarileri de esir  alan  asiler, Konya’dan yapılan telkin ve konuşmalar nedeniyle dağılmışlardır.
Ama asiler Konya’nın güvenlik altına alınacağını duyan Bozkır’lı Zeynel Abidin başta olmak üzere, Hoca Sabit, Hoca Abdullah ve hoca Abdülhalim ikinci isyanı başlatmışlardır.  Yine Bozkır’ı  ele geçirmişlerdir.  Yarbay Arif Bey kuvvetleriyle asilerin üzerine yürümüş ve Adana yakınlarında 4 Kasım 1919  da  tüm asileri yoketmiştir. Elebaşları kaçarak zaman zaman başka isyanlarda görev almışlardır.

YOZGAT   İSYANI:

 15 Mayıs. 1920 ile, 30 Aralık 1920 tarihleri arasında Hürriyet ve İtilaf Fırkası reisi Çapanoğlu Edip ile kardeşi  Celal   tarafından Yozgat’ta çıkarılan isyandır.
Bu isyan da iki aşamalıdır. Birincisi Yıldızelinde, Erzurumlu Hüseyin, Nazım ve Kara mustafa’nın başını çektiği ayaklanma 30 Aralık 1920 de  Milli Kuvvetlerin  tarafından bastırılmıştır.
İkinci ayaklanma, avukat Zileli Ali, bucak  müdürü Naci ve arkadaşlarıyla  başlatılmış, az bir süre içinde isyan büyümüş ve Yozgat’a kadar uzanmıştır. Milli Hükümet tarafından görevlendirilen Çerkez Ethem, kuvvetleriyle Yozgat’a girerek isyancıları bozguna uğratmış, elebaşlarını yakalayarak idam etmiştir.

AFYON  AYAKLANMASI:

  Yozgat isyanının çıktığı zamanda,  Yunanlıların kışkıtması ve yardımları üzerine “ Din elden gidiyor” propogandası yapan Çopur Musa’nın çıkardığı isyandır. Milli kuvvetlerin karşısında dağılan Çopur un kuvvetlerinin bir kısmı kaçarak canını kurtarmış, bir kısmı da öldürülmüşlerdir. Çopur Musa Yunanlılara kaçmıştır.

ZİLE   AYAKLANMASI:

Mayıs 1920 de  Damat Ferit Paşadan destek alan, Zileli dava vekili Ali Bey,   Eski nahiye müdürü Naci Bey  ve İhsan  Bey 30 atlıyla Zilenin köylerine propoganda  yaparak  kuvvet topladılar.  Hükümet 3 Haziran 1920 de Süvari binbaşı Hilmi Bey’i  birliğiyle birlikte Zile’ye gönderdi. Zile halkının isyancıların yanında olduğunu gören Hilmi Bey Zile’ye girmedi.  Postacı Nazım adindaki memur Ankaraya telgraf çekerek. TBMM tanımadığını  söyleyerek 400 kişilik bir kuvvetle Zile’nin  korumasına geçti.  Ankara hükümetinin Tokat’taki 5. Tümeni Zile’ye gönderdi Ama Zile eşrafının  postacı Naci’ nin yanında olduğunu anlayınca, Sivas ve Erzurum dan takviye birlikleri geldi. Zorlu uğraştan sonra Milli kuvvetler  12  Haziran 1920 de Zile’ye girerek isyanı bastırmiş oldu.
MİLLİ  AŞİRET  İSYANI:
Doğuda bir Kürdistan Devleti kurma amacıyla, İngiliz ve Fransızların kışkırtmaları sonucunda  8 Eylül 1920 de,  başlarında  Milli Aşiret reisi İsmail ile Halil, Bahur, Abdurrahman ve mahmut  ayaklandılar.  24 Ağustos 1920 de büyük bir kuvvetle Viranşehiri alarak, Karakeçi aşiretinden  birçok insanı öldürmüş olmalarına rağmen, milli kuvvetlerle birlik olan Karakeçi aşireti sonunda asileri dağıtmış, bir çoklarını da yoketmişlerdir.

KONYA  AYAKLANMASI:

Bozkır ayaklanmasının elebaşlarından olan Delibaş  Mehmet,  Ankara hükümetini  tanımadığını ilan  ederek, çoğu asker kaçağı  olan  500 kişilik birliğiyle beraber,  2 Ekim 1920 de Konyanın Çumra nahiyesine girdi.  İsyan Koçhisar, Karapınar, Karaman Akşehir ve Alanya’ya kadar yayıldı.  Bütün telsiz hatları kesildi.  Vaziyeti  öğrenen Ankara  yönetimi, Dahiliye Bakanı  Miralay Refet Bele’yi ayaklanmayı bastırmakla görevlendirdi.
6 Ekim 1920 de  Konya’nın kuzey batısında toplanan birliklerin üzerine yürüyen asiler  kayaya çarpmış gibi geriye çekildiler, Milli kuvvetler Konya’ya girdi. Millilere, Demirci Mehmet Efe ile Yarbay Osman Beyin de katılmasıyla isyancılar dağıldı, bir kısmı Isparta’ya cekildi. Demirci Mehmet Efenin 22 Kasım 1920 de  İsparta’ya girmesiyle ayaklanmada bitmiş oldu.

CEMİL  ÇETO  İSYANI:

İngiliz ve Fransızların  yaptıkları yardımlarla, Doğuda bir Kürt devleti kurma amacıyla, 7 Haziran 1920 de  Bahtiyar aşiret reisi  Cemil Çeto ve oğlu tarafından çıkarılan isyandır.  İngiliz ve Fransızların yardımlarına rağmen  kısa zamanda milli kuvvetlere yenilen   Çeto ile oğlu idam edilmişlerdir.

BOLU VE  DÜZCE İSYANI:

13 Nisan 1920 de yine İngilizlerin ve padişahın  yardımlarıyla, İstanbul’da  Kuva-y i  inzibatiye birlikleri, Düzce’de ayaklanma başlattılar. Asiler,başlarında, Berzak Sefer Çerkez Koçi Bey, Maan Ali  ile askeri müfrezeyi  basarak komutanı esir aldılar.  Kısa zamanda  ayaklanma Bolu, Beypazarı Gerede ve Mucur’a  sıçramıştır. Ankara  Hükümet i isyanın bastırılması için Binbaşı Şemsettin ve Kaymakam Arif Bey  kumandasında bir bir4liği görevlendirmiştir.
Milli kuvvetler asilerle yaptığı çatışma sonunda, Bolu, Beypazarıo, Nallıhan, Çarşamba, Mudurnu, Düzce Hendek ve Gerede yi geri almış,  asileri temizlemiş ve elebaşları nı idam etmişlerdir.  İsyanın bastırılış tarihi olan 26 Mayıs 1920 da Milli kuvvetler Yozgat isyanını bastırmak için bölgeden ayrılınca Abaza ve Çerkezler fırsat bilerek  Bolu dağında, Milli kuvvetlşere pusu kurarak bir çok subay ve askeri şehit etmişlerdir. Bunun üzerine takviye gönderilen Milli kuvvetler tekrar bölgeyi ele geçirerek asilere gereken ceza verilmiştir.

ÇERKEZ  ETHEM  AYAKLANMASI:

Yunanlılar İzmir’e çıkınca Çerkez Ethem, Kuvay-i   Seyyare adını verdiği  toplama  süvari  kuvvetlerle  Salihli cephesini kurmuş ve kendini de komutan ilan etmişti. Çerkez Ethem başlarda amacı  Yunan ve istilacı kuvvetlere karşı  gelmekti. Nitekim, Anzavur, Düzce, Adapazarı ve yozgat ayaklanmalarının bastırılmasında büyük roller oynamıştır.
Genel kurmay başkanı olan İsamet İnönü Ethem’in kuvvetlerininm disiplin altına  alınması için emir verince,  bat ı cephesi  emri  yerine getirmek için harekete geçince, Ethem bu duruma karşı çıkarak  TBMM Başkanlığına gönderdiği  telgrafta, “ Bilecik’ten   Ankara’ya giden  Mustafa Kemal’in yanında bulunan İstanbul  Hükümetinin   temsilcilerinin serbest bırakılmasını istedi.  Bunun üzerine Meclis Kuvay-i Seyyare ye karşiı çıkarak Ethem ve kardeşi Tevfik Beylerin Vatana ihanet ettiği   gerekçesiyle  teslim olmalarına ve yakalanmalarına karar verdi. Mecliste mebus olarak bulunan üçüncü kardeş Reşit Bey  meclisin bu kararına tepki  göstererek kardeşlerine katılmıştır.
Üç kardeş, Kuvay-i Seyyarenin tuttuğu Gediz, Kütahya ve Uşakta iken Yunanlılarla görüşmeye başladılar.  1921 in Ocak ayında, İsmet İnönü ve Refet Bele’nin komutasındaki Milli kuvvetler Çerkez Etemin  üzerine çullandı. Ethem kuvvetleri çok zayiat verdi. Birlik küçüldü. Milli kuvvetlerde 1.  Süvari grubunun komutanı olan binbaşı Derviş Bey  Ethemim arkadaşı idi.  Etheme teslim olmasını  arkadaş tavsiyesi olarak söyleyip ikna etmeye çalıştı. Ethem silahları bırakmayı kabul etti ama teslim olmadan Yunanlılara sığındı. Böylece Çerkez Ethem ayaklanması da sona erdi.

KOÇGİRİ  İSYANI:

1920 yıllarında,  Doğuda özellikle  Erzincan ve çevresinde  eşkiyalık geçim kaynağı olmuştu. Eşkiyalığı ortadan kaldırmak için  Zara’dan İmralı’ya gönderilen süvari Alayının  varlığı, eşkiyaları rahatsız etmeye başladı. Bunun üzerine İmralı Bucak Müdürü Haydar’ın  akrabaları, süvari birliğinin buradan çekilmesini sağlamak için, TBMM Başkanlığına, mektup gönderdiler. Bir taraftan da ayaklanma hazırlıklarına giriştiler.  Bağımsız bir kürt devletinin kurulacağı propogandasıyla  işe başlayan asiler, 8 aşiret reislerini de yanlarına alınca şımardı ve TBMM ne  8 Nisan 1921 de  gönderdikleri  mektupta, bölgede bir Kürt vilayeti kurulmasını, Kürt birinin Vali olarak atanmasını da istediler.
 Bu ayaklanmanın bastırılması için merkez ordusu komutanı Nurettin Paşa görevlendirildi. Nurettin Paşa kısa zamanda, Zara, Koçhisar, Kangal, Kemah Muş, Ovacık ve Koçgiri çevresinde, 15 yerde girdiği  çarpışmada eşkıya grupları sindirilmiş,  1921 yılının Mayıs sonunda tamamen asiler temizlenmiş  ve teslim olanların dışında yakalanan 500 asi idam edilmiştir.

KUVAY-İ İNZİBATİYE   ( HALİFE’NİN ORDUSU)

İzmit civarında bulunan  Kuvay-i Milliye İngilizlerin işine gelmiyordu. Boğazların kontrolu Millilerin eline geçer korkusuyla  Padişaha Kuvay-i İnzibatiye adı altında ordu kurdurdular.  İdaresini de saray paşaları  yapıyordu. Bu ordu, Kuvay-i   Milli birliklerinden  sayıca ve cephane bakımından üstündü. Kuvay-i  İnzibatiye  Geyve’ye saldırarak  yalkı Millicilere karşı kışkırtmaya başladılar.
Kuvay-i  Millinin başına gelen  Ali Fuat Paşa  ustaca ve cesurca yönettiği ordusuyla Padişah ordusuna karşı büyük başarı kazanıp, bölgeden uzaklaştırdı.

PONTUS  İSYANI:

1904 yılında kurulan Pontus cemiyeti, İtilaf Devletlerinin, Yunanlıların İzmir’e çıkmalarını desteklemelerinden  ve Anadolu’un  zayıf duruma  düşmesinden  cesaret alarak Kuzey Anadolu’da  harekete geçmişlerdir. İhtiyar, kadın çocuk demiyorlar, katlediyorlardı. 
Samsun,   Ladik, Çarşamba, Terme, Merzifon, Tokat,  Vezirköprü ve Amasya yörelerindeki  Ermenilerle birleşerek büyük ve vahşice, kendilerine yakışır katliamlarda bulunmuşlardır.
Topal Osman çetesiyle Milli  Kuvvetlerle birleşerek  asilerin  üzerine gidip teker teker kentleri ele geçirdi ve asileri ortadan kaldırdı.

 SONUÇ:

 Kurtuluş  Savaşı sonrasında o bölgede bulunan Rumlar  sürülmüş ve Pontus  Devleti kurma hayalleri de Yunanlıların kursağında kalmıştır.
İstiklal Savaşı  öncesi ve sonrasında, yukarıda  yazdığım öneml isyan ve ayaklanmaların dışında da onlarca , münferit, bölgesel küçük küçük ayaklanma ve isyanlar olmuştur
Cumhuriyetten sonra oluşan isyanları yazıma almadım. Çunkü  o isyanlar Cumhuriyetin ilanından , hatta yapılan birçok devrimlerden sonra olmuştur.  Yukarıda aldıklarım ise, yapılan Kurtuluş Savaşını baltalamak, caydırmak , Padişahhı kurtarmak ve manda taraftarlarının isteklerinin gerçekleşmesi  ile işgal edilmiş bir  ülkede bulunan  azınlıkların hayallerinde olan müstakil bir devlet kurmaktı. Onun için Cumhuriyet öncesi   isyanlar, bana göre  daha manidar ve daha tehlikeliydiler.

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...