18 Mayıs 2012 Cuma

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

19 MAYIS' lar  DAİM  OLSUN


Burhan Bursalıoğlu


19. Mayıs. 2012 yılındayız.
Bu tarih bize, Mustafa Kemal ATATÜRK'ün  kellesini koltuğuna alarak, bitirilmiş, parçalanmış, kötü yönetimiyle  yabancı ulusların alay konusu olmuş, dış ülkelere borçlanmış, dış ülkelerin mandası olma düşüncelerin sıkça konuşulduğu, halkının biçare, perişan, suskun yaşam özgürlüğü olmayan, ama, tarih boyunca, hür, başı yukarda,güçlü, saygınlık kazanmış, şerefli ve haysiyetli  bir Ulusu kurtarmak için Samsun' a çıktığı gündür.


Türk Ulusunun kurtuluş mücadelesinin başlangıç tarihi olan 19 Mayıs'lar, Atatürk tarafından gençlerin güçlü, zinde, çalışkan ve zeki olmalarının birinci şartının spor olduğuna inancı nedeniyle, 19 Mayıs'ı gençlere armağan etmiştir. 
Bu nedenle 19 Mayıs'larda, Ulusça, coşkulu, herkese açık, statlarda bayram olarak kutlanıyordu.
İktidarın, bu yıl ki 19 Mayıs Bayramını, statlarda tören olarak yasaklamış, sadece spor gösterileri yapılması doğrultusunda kutlanmasına karar vermiştir. Geçitler yasaklanmış,  Askeri birliklerin ve öğrencilerin statlarda gösteri yapmaları iptal edilmiştir.

Ne yapılacak?.
19 Mayıs'ın bir haftalık  süre içinde kutlanmasına karar verilmiş. Bu süre içinde, Atatürk konuları işlenecek, sportif yarışmalar yapılacak.
Yapılacak yarışmaların listesine şöyle bir göz gezdirdim.
Bakın neler yapılacakmış
wushu
muaythai
wai-kru
tekvando
coapoeira
kata
futsal
tandem
korfbol
judo
kick boks
BUNLARIN NASIL BİR OYUN OLDUĞUNU BİLİYOR MUSUNUZ?  
 Uzak Doğunun oyunları. Biz, Milli bayramımızda Uzak Doğu sporlarının gösterişini yapacağız. Utanç verici.

 Bizim milli sporumuz yok muymuş? Nerede güreşimiz, kılıç kalkanımız, ciritimiz, okçuluğumuz, atıcılığımız, at binmemiz. Nerde bunlar?..
Bu programları yapanlar kimler? Bunlar Uzak Doğu'damı yetişmiş?
 Yazıklar olsun. Ne  durumlara düşürüldük.
Milli bayramımızda, Japon, Çin, Taylan, Vietnam'ın milli sporlarının gösterilerini sergiliyeceğiz.
Seyretmiyorum!..
Geçmişte , şerefle , gururla seyrettiğim  19 Mayıs'ın kasetlerini izler, o günleri yad ederim.

Tüm gençlerimizin ve halkımızın , 19 MAYIS, ATATÜRK' ü  ANMA , GENÇLİK ve SPOR BAYRAMLARINI  KUTLAR, BUNDAN SONRAKİ YILLARDA, KENDİ KÜLTÜRÜMÜZÜN  ETKİNLİKLERİNİ SEYRETME ONURUNA ERİŞMEMİZİ DİLİYORUM. 

13 Mayıs 2012 Pazar

FUTBOL


18. ŞAMPİYONLUK

Burhan Bursalıoğlu      

Sizlerinda yakından takip ettiğiniz, garabetli, acayip, adaletsiz bir Süper Lig geçirdik.
 Şike olayları Türkiye'yi ayağa kaldırdı. Gözaltına alınma, tutuklama dalgaları birbirini kovaladı. Her sporsever şaşkınlık içindeydi. Bazı takımların oyuncuları, bazılarının başkan ve yöneticileri, bazılarının da teknik direktörleri tutuklandı. Fenerbahçe'yi Avrupa şampiyon kulupler  şampiyonasından ihraç ettiler. Yerine Trabzonsporu gönderdiler. Ligin oynanıp oynanamayacağı tartışılırken, "Kel başa şimşir tarak " misali, TFF , sanki her şey normalmiş gibi ligi iki aşamalı duruma getirdi. 34 haftalık lig sonunda ilk 4 takım  "Süper Final " adı altında,  kendi aralarında ikişer maç daha yapacak, aldıkları puanlar, normal 34 maçlık sonunda aldıkları puanların  yarısına ilave edilerek  şampiyon ve diğer sıralama gerçekleşecek. Bunlar tartışılırken,  2011 Ağustos'unda başlaması gereken lig bir ay ertelendi.
Eylülde buruk bir atmosfer  havada başlayan  Süper lig, kayıp zamanı telafi için hafta içinde de maçlar yapılmaya başlandı. Ara tatil kısa sürdü. Milli maçlar da ilave edilince futbolcular çok yorgun bir sezon geçirdiler.

34 haftalık  Süper  lig bitti.
Galatasaray  77
Fenerbahçe   68
Trabzonspor 56
Beşiktaş        55  puanlarla sıralandılar.
İkinci dört takım:
Eskişehirspor  50
İBB                 50
Sivas spor       50
Bursaspor        49  puan almışlardı. Bunlarda kendiaralarında ikişer maç yapıp birinci olan, Süper final oynayan grubun sonuncusuyla karşılaşacak, galip gelen Avrupa liglerinde mücadele edecek.
Yukarıda da görüldüğü gibi Galatasaray Fenerbahçeden 9 puan, Trabzonspordan 21 puan, Beşiktaştan 22 puan ilerde.
Beşiktaş ve Trabzonspor, Süper finalde oynayacağı 6 maçın  altısını da kazanmış olsa şampiyon olmaları mümkün değil. O halde bunlar ancak şampiyon adaylarına çelme  atabilirler. Oynamalarının ne anlamı var.

Galatasaray ve Fenerbahçe durumuna bakarsak yine adaletsiz bir ortam görülmekte. 9 puan fark yarıya bölüneceği için, kazara 2 maç kaybetse şampiyonluk uçacak. Bu adalet mi? Nitekim son Fener maçında yenilmiş olsa, normal ligi 9 puan ara ile bitirmiş olan galatasaray şampiyonluğu kaybetmiş olacaktı. Oyuncular buna izin vermediler. 12 Masyıs 2012 Cumartesi  akşamı yapılan maçta Fenerbahçe ile berabere kalan Galatasaray bi.r puan farkla , 18. şampiyon oldu. Normal liği de şampiyon olarak bitirdiğine göre, bu sezon iki şampiyon olmuş oluyor.
Maç sonundaki rezalet görülmeye değerdi. Tüm Türkiye ve dış ülkelerin spor severleri de bizle birlikte seyrettik. Ağlanacak halimizi. Stadın ışıkları söndü. Fener seyircileri stada girdi, Kopardıkları oturakları polislerin  ve  oyuncuların üzerine fırlatarak, güvenlik güçleri ve futbolcuları soyunma odalarına doğru kovaladılar.

Kupa ve madalya töreni yapılması gerekiyor. Bu törenin de açık havada, sahada olması  gerekirken, TFF Başkanı  Demirören bey, garip, garip olduğu kadar da manasız bir dsüşünceyle, törenin, yani kupa töreninin soyunma odasında yapılmasını ısrarla önerdi. GS yönetici ve oyuncular, törenin sahada olmasında ısrar edince kaybolan zaman 3 saat oldu. Vali, Emniyet Müdürü, TFF Başkanı, Fener ve GS başkan ve yöneticiler bir karar veremedikleri gibi, ışıklar sönük olan stattan da Fener seyircilerini sahadan çıkaramadılar.
Nihayet Başbakan'a müracaat edilmiş ve Onun
arzusuyla törenin sahada yapılması kesinlik kazandı. Hazırlıklar nasıl yapılmışsa, karanlık bir ortamda, alel acele kupa getirildi ve kimin verdiğinin de anlaşılmadığı bir ortamda kupayı GS oyuncuların ellerinde gördük. Madalyalarının da alınıp alınmadığını göremedik.
Futbolumuzun ne hallere geldiğini  maalesef üzüntü ile izledik. Bir törenin,  üç beş kendini bilmez seyircinin sahada olması, onların bir taşkınlık yapabileceği düşünülerek, kupayı, soyunma odasında vermeyi teklif eden ,Türk futbolunun başının  tutumu skandal değilde nedir? Sönük stat ışıklarını yaktıramayan, bir başkanın  dirayeti bu mudur? Töreni soyunma odasında mı, sahada mı yapalım'a  karar veremeyerek, Koca bir Devletin Başbakanına , Vali ve diğer yöneticiler tarafından sorulması, beceriksizliğin igfadesi değil midir?

Bütün bunlara rağmen, 2011-2012 sezonun şampiyonluğunu, art düşünceye sahip kişi ve kurum yöneticilerine inat, zor şartlar altında  edinmiş olan Galatasarayın tüm oyuncularını9, teknik kadroyu, yöneticileri ve taraftarlarını kutluyorum.
Galatasaray bu şampiyonlukla, 18. şampiyonluğuyla, fenerin sayısına yetişmiş oldu. Umarım ileriki iki yılını da şampiyon olursa 4. yıldızı da gtöğüslerine takarlar.
Galatasaray'ın 18 şampiyonluğuna bir bakalım. 


1961-1962

Galatasaray’ın profesyonel lig tarihindeki kazandığı ilk lig şampiyonluğuydu. Gündüz Kılıç’ın teknik direktörlüğünü yaptığı sezonda Galatasaray 38 maçta 23 galibiyet, 7 beraberlik ve 8 mağlubiyet alırken 57 puan toplamıştı.

1962-1963

Yine Gündüz Kılıç’ın teknik direktörlüğünü yaptığı Galatasaray tarihin en uzun lig maratonunda oynadığı 42 maçın 28’ini kazandı. 11 maçta berabere kalan Galatasaray 3 de mağlubiyet aldı. Eleme grubunda 32 puan toplayan Galatasaray final grubunda ise 35 puan toplamayı başarmıştı.

1968-1969

Toma Kaleperoviç’in teknik direktörlüğünü yaptığı bu sezonda Galatasaray üçüncü kez şampiyon oldu. 30 maçta 19 galibiyet, 8 beraberlik ve 3 mağlubiyet alan Galatasaray, 46 puan topladı.

1970-1971

Coşkun Özarı ve Brian Birch’ün çalıştırdığı Galatasaray 30 maçta 17 galibiyet, 8 beraberlik ve 5 mağlubiyet aldı. 42 puan toplayan Galatasaray dördüncü kez şampiyon oldu.

1971-1972

Brian Birch’ün tek yetkili olarak takımın başında bulunduğu bu sezonda Galatasaray 30 maçta bir önceki sezonda olduğu gibi 17 galibiyet, 8 beraberlik, 5 mağlubiyet aldı ve 42 puan topladı. Bu ligdeki beşinci şampiyonluktu.

1972-1973

Bu sezondaki şampiyonluk Galatasaray’ın üstüste kazandığı üçüncü şampiyonluk oldu. Galatasaray 30 maçta 19 galibiyet, 9 beraberlik ve 2 mağlubiyet aldığı bu sezonda 47 puanla şampiyon oldu. Brian Birch de Türkiye’de üstüste 3 şampiyonluk kazanan ilk teknik adam oldu.

1986-1987

14 yıl aradan sonra Jupp Derwall yönetiminde kazanılan bu şampiyonluk Galatasaray’ın profesyonel liglerdeki 7. şampiyonluğuydu. Galatasaray 36 maçta 23 galibiyet, 8 beraberlik 5 de mağlubiyet alırken 54 puan toplamıştı.

1987-1988

Mustafa Denizli’nin teknik direktörlüğü üstlendiği bu sezonda Galatasaray oynadığı 38 maçta 27 galibiyet, 9 beraberlik ve 2 mağlubiyet alırken ilk kez üç puan sisteminin uygulandığı bu sezonda 90 puan toplamıştı.

1992-1993

Karl Heinz Feldkamp’ın teknik direktörlük görevini üstlendiği bu sezonda Galatasaray 66 puanla şampiyon olurken, 20 galibiyet, 6 beraberlik ve 4 mağlubiyet almıştı.

1993-1994

Reinhard Holmann’ın teknik direktörlüğünü yaptığı bu sezonda Galatasaray, 30 maçta 22 galibiyet, 4 beraberlik ve 4 mağlubiyet aldı. 70 puan topladı. Bu şampiyonluk Galatasaray’ın lig tarihinde kazandığı 10. şampiyonluk olacaktı.

1996-1997

Fatih Terim’in teknik direktörlüğü üstlendiği bu sezonda Galatasaray, 34 maçta 25 galibiyet, 7 beraberlik 2 de mağlubiyet aldı. 82 puan toplayan Galatasaray böylece 11. kez şampiyon oluyordu.

1997-1998

34 maçta 23 galibiyet, 6 beraberlik ve 5 mağlubiyet alan Galatasaray, 75 puanla 12. kez şampiyon oldu. Bu sezona damgasını vuran gelişme ise Galatasaray Başkanı Faruk Süren’in “20:45’te şampiyonuz” mesajı olacaktı.

1998-1999

Fatih Terim yönetiminde üstüste üçüncü kez kazanılan bu şampiyonluğa 34 maçta 23 galibiyet, 9 beraberlik, 2 mağlubiyet ile ulaşılırken 78 de puan toplandı.

1999-2000

Üstüste dördüncü kez kazanılan bu şampiyonluk 34 maçta 24 galibiyet, 7 beraberlik ve 3 mağlubiyetle gelmişti. Fatih Terim’in son kez teknik direktörlük görevini üstlendiği bu sezonda aynı zamanda UEFA Kupası da kazanılmıştı.

2001-2002

Mircea Lucescu’nun teknik direktörlük görevini yürüttüğü bu sezonda Galatasaray 15. kez şampiyon olarak üçüncü yıldızı takan ilk takım olacaktı.Galatasaray bu şampiyonluğa 34 maçta 24 galibiyet, 6 beraberlik ve 4 mağlubiyetle ulaşmıştı.

2005-2006

Erik Gerets ile kazanılan bu şampiyonluk Galatasaray tarihindeki 16. şampiyonluk olacaktı. Fenerbahçe’nin son hafta Denizli’de berabere kalmasıyla gelen bu şampiyonluğa 26 galibiyet, 5 beraberlik 3 de mağlubiyetle ulaşıldı. Bu sezonun son maçı olan 3-0’lık Kayserispor maçı ve o maçın bitiminden itibaren 16 dakika süreyle Denizli’deki Fenerbahçe maçının bitmesinin beklenmesi unutulmaz anlar olarak tarihe geçecekti.

2007-2008

Karl Heinz Feldkamp ile başlayıp, sezonun bitmesine 6 hafta kala istifa etmesiyle Cevat Güler'in teknik direktörlüğüyle tamamlanan bu sezonda Galatasaray, sezon boyunca yaşanan birçok çalkantıya rağmen, çoğu ilk kez sarı-kırmızı forma giyen genç oyuncularının inanılmaz performansıyla 17. şampiyonluğa ulaştı. Sezonun 32. haftasında Fenerbahçe'yi yeni transfer Nonda'nın golüyle 1-0 yendikten sonra liderliği de ele geçiren Galatasaray, bu sezon müthiş bir çıkış yapan Sivasspor'u da sahasında 5-3 yenerek liderliğini iyi pekiştirdikten sonra en yakın rakipleri Fenerbahçe, Beşiktaş ve Sivasspor'a 6 puan fark atarak 79 puanla 17. şampiyonluğuna uzandı.

 Ve nihayet
2011-2012
Fatih terim'in teknik direktörlüğünde,  34 maç sonunda 77, süper final sonunda da 48 puan alarak Fenerden 1, Trabzondan ve Beşiktaştan da 15 puan fazla elde ederek şampiyon olmuştur. 

3 Mayıs 2012 Perşembe

23 Nisan bahane

NASILSINIZ?

Burhan Bursalıoğlu                                                                                                  Alıntı

24 Nisan Salı günü saat 13:00 te bir yurttaşımız Dikmen kapısından Meclis  girmek ve ziyaret etmek istemiş...
Ama kapıdaki polisler, yassak hemşerim  demişler...
Neden demişler biliyor musunuz?
Çünkü o yurttaşımızın boynunda, üzerinde Atatürk ün fotoğrafı olan ve Milletin istiklalini, yine milletin azim kararı kurtaracaktı  sözleri bulunan bir fular varmış...
Polise göre, bu fotoğraf ve sözler siyasi simge ymiş ve Meclise  sokulması yasakmış!
O yüzden içeri almamışlar vatandaşımızı...
Ama Meclisteki bazı şeriatçılar, kendi söyleyemediklerini Ulusal Egemenlik ve Çocuk Haftası etkinlikleri kapsamında, küçük çocuklara söyletmeyi alışkanlık haline getirdi.
Kara türbanlı bir kız,şeriata son veren Meclisin kürsüsüne çıkarak, şeriat talebinde bulundu.
Çocuk Meclisi adını taşıyan o oluşumda yer alan öğrencileri, kimin, nasıl seçtiği belli...
Amaçları da...

GÜNÜN SORUSU
Polis bir yurttaşımızı, Üzerinde Atatürk ün resminin ve sözünün bulunduğu bir fular taktığı gerekçesiyle Atatürkün Meclisine sokmadı ama bu olaydan sadece iki gün sonra 17 yaşındaki türbanlı bir kız, Meclis Kürsüsüne çıkıp, Meclis Başkanının gözünün önünde demokrasi nutku attı! Yani Atatürk siyasi simge; kara türban ise demokrasi göstergesi... Sorum size:Yazıyı okuyup bitirdiğiniz şu anda, kendinizi nasıl hissediyorsunuz?


1 Mayıs 2012 Salı

GERÇEKLER




Bir Mayıs İşçi ve Bahar bayramımızın, tüm Türk Emekçilerine kutlu olsun.
Taksim'de yapılacak olan  kutlamaların, eğlence ve bayram havasında, Türk Emekçisine yakışır şekilde geçmesini diliyorum.


AGOP


 Burhan Bursalıoğlu
1915'lerde ve tabii bugün de Türkiye'de pek çok Agop Martayan'lar vardır.  Eğer Türkler Ermenilere soykırım uygulasaydı bu topraklarda bir tek bile Agop Martayan'ın mezarı dahi kalmazdı.
Agop  Dilaçar ( MARTAYAN )

Agop Martayan İsminden de anlaşıldığı üzere bir Ermenidir. 
22 Mayıs 1895'te İstanbul Büyükdere'de ticaretle uğraşan köklü bir Ermeni ailesinin çocuğu olarak doğmuştur. 

Sizlerin, "Osmanlı bize soykırım uyguladı" dediğiniz 1915'te Robert Kolej'i bitirmiştir. 

Neymiş? Demek ki, 
Bir Ermeni 1915'te Robert Kolej'de okuyabiliyormuş. 
Ticaretle uğraşan ailesine yan gözle bakılmıyormuş. 
Üstelik Agop Martayan bir Ermeni olarak Osmanlı ordusunda Birinci Dünya Savaşı'nda,KAFKASLARDA yedek subay olarak görev alır. 

Demek ki yine neymiş: 
Osmanlı o yıllarda bir Ermeni'yi en mahrem noktasında eline silah verip vatan ve bayrağını ona emanet edebiliyormuş.. Soykırım yapan bir millet böyle abukluklar yapar mı?
Hitler, 
Yahudileri orduya alıp subay yaptı mı,  ellerine silah verdi mi?
Doğu cephesinde yani kimi Ermenilerin Osmanlıyı arkadan vurduğu cephede Osmanlı saflarında görev yapan Agop Martayan bu cephenin, ihanet eden soydaşlarının da yardımıyla çözülmesi üzerine Güney Cephesinde görev alır. 
Ve burada Mustafa Kemal Paşa'nın karşısına kötü bir talih olarak "esir" diye çıkartılır.
Uzatmayalım...
Mustafa Kemal Paşa Agop Martayan'a hürriyetini iade eder. Cebine para koyar, eline serbestçe dolaşabileceğini  belirtir bir belge verir. Bu süreçte gelişen ilgi çekici olayları bilmeyenlerin merakını tahrik için atlıyor, sonuca geçiyorum.
Hani biz Mustafa Kemal Paşa'ya "Atatürk" diyoruz ya.. 
İşte bu Agop Martayan, Mustafa Kemal Paşa  için, TBMM  ne "Atatürk" soyadını teklif eden adamdır. 

Agop Martayan, Mustafa Kemal Paşa'ya "Atatürk" dediği için
biz O'na Atatürk diyoruz. 

Çünkü Mustafa Kemal vatanı kurtarıp Cumhuriyeti kurduktan sonra her alanda olduğu gibi Türk dili üzerinde de derinlik ve genişliğine çalışmalara başlar. 

22 Eylül 1932 tarihinde Dolmabahçe Sarayı'nda gerçekleştirilen Türk Dili Konferansı'na Agop Martayan ile birlikte İstepan Gurdikyan ve Kevork Şimşyikyan da uzman olarak davet edilirler. 

Çünkü Agop Martayan devrin en büyük dil alimlerinden biridir. İngilizce, Yunanca, İspanyolca, Latince, Almanca, Rusça ve Bulgarca bildiği gibi, "Türkçe gramer" kitabı da yazmıştır. 

"Türk-Sümer ve Hitit Dilleri Arasındaki İlişkiler" bildirisini Agop bu kurultayda sunar. 

Ve 1934 yılında Atatürk tarafından TDK Başuzmanı olarak atanır. Yabancı sözcüklerin kökünü açmada uzman olduğu için Atatürk tarafından kendisine "Dilaçar" soyadı teklif edilir, 
O da bu soyadı memnunlukla kabul eder. 

"Beni buraya Atatürk getirdi, ölünceye kadar O'na ve Türkçeye layık olmaya çalışacağım" diyen Agop Dilaçar TDK Başuzmanı olarak 45 yıl görev yaptı. Agop Dilaçar, 12 Eylül 1979 da öldüğünde TRT  ölüm haberini Adil Dilaçar olarak yanlış vermişti. Sonradan bunu düzelten TRT  A. Dilaçar olarak verdi. 

Ey, "Türkler Ermenilere soykırım uygulanmıştır" diyen iftiracılar, Agop Martayan'ı bu tezinizde nereye oturtacaksınız?


25 Nisan 2012 Çarşamba

NE DEDİLER ?..





ATATÜRK  İŞTE  BUNUN İÇİN  BÜYÜKTÜR


Burhan Bursalıoğlu

Bugün milenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal ATATÜRK'tür.
  Çünkü O, yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış tek                   liderdir.                                
                                                                Bill Clinton


O'nu sizler layıkıyla taktir edemezsiniz. Büyüklüğünü gereği kadar ölçemezsiniz.
O, yüce bir dağa benzer. Eteğinde yaşayanlar, bu yüceliği fark edemezler. Bu dağın azametini kavrayabilmek için O' na uzaklardan bakmak gerekir.
                                                           Claude Farrere


ATATÜRK  sağ olsaydı, dünyanın görüntüsü bugünden çok başka olurdu. Keşke sağ olsaydı da, biz O büyük adamın izinden gidebilseydik.
                                                               Winstoon  Chirchill


Benim üzüntüm, bu adamla tanışmak hususundaki şiddetli arzumun  gerçeklşeşmesine artık imkan kalmamış olmasıdır.
                                                              Franklin  D. Roosevelt


Ben şimdiye kadar on beş hükümdar ve cumhurbaşkanı ile özel ve resmi konuşmalar yaptım. Bu geceki kadar ezildiğimi hatırlamıyorum. Mustafa Kemal'de büyük bir ruh kudretinin esrarı var.
                                                        Sir Charles  Townshend


ATATÜRK'ün askerlik tarafına hayret etmiyorum. Her meslekte deha sahibi insanlar vardır, buna şaşılmaz. Fakat İsviçre Medeni Kanunu'nu kabul etmek ve Türkiye de yürürlüğe koymak!  bu adeta dehanın da üstünde bir şey. İşte buna hayranım.
                                                           Edouard  Herriot


Askerlik dehasıyla, insanlık idealini  O' nun kadar nefsinde birleştirmiş bir adam tanımıyorum. Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim.
                                                         General Douglas  Mc Arthur


Kahramanlıklarını göz önüne aldığımda, özetle diyebilirim ki, tarihte ülkesi için, Mustafa Kemal ATATÜRK'ten daha büyük  işler başarmış hiç kimse yoktuır.
                                                          Tarquin  Olivier


Mustafa Kemal  sosyalist değil, fakat görülüyor ki iyi bir teşkilatçı, yüksek anlayışlı ve iyi düşünceli, akıllı bir lider.
                                                               Lenin


ATATÜRK, yalnızca tüm zamanların en iyi komutanlarından biri değil, aynı zamanda siyaset kuramının büyük filozoflarından biridir.
                                                          Jorge Blanco  Villalta


MUSTAFA KEMAL: bir millet, bütün vasıtalarından mahrum edilse dahi, kendini kurtaracak vasıtaları yaratabileceğini ispat eden adamdır.
                                                                Adolf  Hitler


ATATÜRK  tarihin Türk ulusuna ve insanlığa bir armağanıdır.
                                                                  Klaus  Liebe


ATATÜRK, bütün insanlık için gerçek bir onur simgesi
                                                                         UNESCO


   























23 Nisan 2012 Pazartesi

YAZA GİRERKEN





BODRUM’DAN  SEVGİLER

Burhan Bursalıoğlu

16 Nisan Pazartesi sabahı, saat 9.30 da, eşim, oğlum, kızım ve kızımın arkadaşı Habibe ile  birlikte İstanbul’dan Bodrum’a doğru hareket ettik.
Yollarda, yemek, çay, alışveriş  yaparak güzel bir gün sonunda, akşam 19 civarında evimize ulaştık.
“Deprem vergileriyle, yol yaptık” deniyor ya,  doğru deniyor. Aslında  “yapılıyor “ denmiş olsa daha samimi olunurdu. Kısım, kısım  düzgün yollar var. Buna karşılık çok berbat ve yeni  yapılmakta olan yollar da var. Sayın Başbakan yolculuğunu hep havadan yaptığı için bozuk yolları  görmüyor. Yamalı yollar  da pek çok. Hiç te yakışmıyor.
Bodrum’un yerleşim yerleri arasındaki yollardan  aşağıda bahsedeceğim. 
öÖ BAHÇEMİZİN ŞU ANKİ DURUMU
Bahçemizde insan boyu otların oluşması, görmek istediklerimizi, merak ettiklerimizi saklıyordu. Buna rağmen akşamın  aydınlığında tek tük açmış güllerim bana gülümsüyorlardı. Armut ağacının büyüklüğüne oranla üzerinde görebildiğim meyvesi oldukça azdı. Narlar henüz çiçek açmamış. Erikte de az meyve görebildim. Kayısı, her yıl olduğu gibi bol meyve vermiş. Ama ne yazık ki, çiçeğine yetişemedik. Büyük , kırmızı, çok tatlı meyvesi olan kayısının içi çürük çıkıyor. Dolayısı ile koca ağaçtan ancak 4-5 adet kayısı yiyebiliyoruz. Çiçekte iken ilaçlamak gerekiyormuş. Bu sene de  yetişemedik. Dut ağacım 3 yaşında olmasına rağmen tüm dallarını yeni, yeni oluşan meyvesiyle dolu gördüm. Sanırım 15-20 gün sonra kara dutumu tadabileceğiz.
Bu sene ilk kez limon, mandalina ve portakalımda  bol çiçek gördüm. Sanırım ilk meyvelerini alacağız.  3 kök zeytin ağaçlarımda da  yeteri kadar çiçek açmış. Ayvada  minik minik  dopdolu  meyvesi var. Çokta güzel yeniyor. Eşim onun reçelini de güzel yapar. Eylül ayında ziyaretimize gelen olursa tattırmaya ücret almam. İki kök asmamın yapraklarını canlı, ve birkaç salkım üzümü çiçeğini de ilk kez verdiğini görerek, bu sene meyvelerden şanslı olduğumu düşünüyorum.
Kaktüslerimin dışında bir çok çiçeklerimin kuruduğunu gördüm 
Ertesi sabah, köşedeki yeni dünya ağacını üzeri meyve ile kaynıyor gördüm. Sabah, sabah , sararmış, olgunlardan birkaç tane kopararak çeşni yaptık. Ondan sonraki günlerde de her sabah yeteri kadar meyvesini yiyoruz.
Temizlikçi kızlar ot ları temizliyorlar.
İnsan boyu otların temizlenmesi için  adam tutalım mı, tutmayalım mı diye düşünürken, öğleye doğru, yönetimin, otlardan arındırma ve temizlik amaçlı tutmuş olduğu 6 bayan işçinin çalışacakları yer de bizim caddeymiş.  Tesadüfe bak ki, aradığımız ayağımıza gelmişti. Cadde de bizden başka gelen yoktu. İşçıleri hemen  alarak, birini ön bahçeye, ikisini yan bahçeye diğer ikisini de üst bahçeye ve birini de arka bahçeye sokarak temizliğe başladılar.  Yaklaşık 4 saatte ot temizliği bitti. Ne3 var ne yok ortaya çıktı.  Kuruduğunu zannettiğim bazı çiçeklerin de hala canlı olduğunu gördüm..
Bahçe temizliği yapılırken, bir telefonla gelen hanıma da evin temizliği görevini vererek,  masa, sandalye gibi bahçe malzemelerini de biz yerleştirip, kahvaltı ve yemek ortamını hazırladık.
Çarşamba günü şiddetli yağmur başladı. Havada soğudu. Ama yinede dışarı işlerimizi yapmaya koyulduk.   
Market işini hallettikten sonra, Habibe hanıma bir yazlık  almak için  sitemizin emlakçı Nermin Hanıma uğradık. Bize bi,r ev gösterdi ve hemen almaya karar vererek sözleşme yapıldı. Böylece Habibe hanımı  Bank- Ev li yapmış olduk.  O da bizimle boşuna gelmemiş oldu.
Bütün kışın şiddetli yağışlarına karşı evimiz hiç bir4 zarar görmedi. Sadece telefon çalışmadı. Sitemizin telefon tamir görevlisini çağırarak, dış hatlardan oluşan arızayı gidererek hem telefonumuz hem de internetimiz açılmış oldu.
Pembe gülümün kokusu da  enfestir.
Perşembe sabahı  güllerimin, ağaçlarımın ve diğer çiçeklerimin köklerini havalandırmaya başladım. Çarşamba günkü yağmur toprağı yumuşatmıştı. Kolay olur dedim. Bir saatten biraz fazla sürü. Yorulmuştum. Cuma sabahı yataktan kalkamadım. “Sen mi bir saat bel sallarsın ha, sana mı kalmış havalandırmak, boyuna yaşına bakmadan bunları yapar mısın” der gibi sağ kürek kemiğimin etrafının ağrısından kolumu kaldıramaz, sağa sola dönemez oldum. Nefes alamıyor, ağrıdan duramıyorum. Bütün kaslarım taşlaşmıştı sanki. “Ah, of, vay” nidalarıyla kalktım. Kaslar 5 ayda bu kadar hamlar mı? Demek ki hamlar. Ben ki tüm bahçeleri belleyip , sebze ve çiçek eken, budama yapan birisi iken, şu halime bakın!. Görende “ Bu adam felç olmuş “ der.
Neyse , kızım ağrıyan bölgeyi, kas gevşetici mehlemle ovarak biraz rahatlamamı sağladı.
Aynı gün , yani Cuma günü öğleden sonra misafirlerimizi hava alanına götürerek, İstanbul’a uğurladım. Artık Köroğlu Ayvaz kalmıştık.
Sarı gülüm bambaşka
Hava alanı dönüşünde, Ortakent’te çiçekçiye uğrayarak 2 kasa çiçek alıp evimize geldik.
Cumartesi sabahı korkarak kalktım. Kendimi şöyle bir yokladım. İyi idim. Hemen çiçeklerin yerlerini tespit ederek, işe koyulduk. Planı eşim yapıyor ben de uyguluyordum. Öğleye kadar çiçeklerin tümünü  diktikten başka, 12 kök domates, 8 kök te biber fidelerini  diktik. Aynı gün bazı ağaçlara da ilaçlama yapmayı ihmal etmedim.
Bodrum, gerçekten çok güzel. Nereye bakarsan bak deniz veya, bu mevsimde etrafın yemyeşil ve katır tırnaklarının, papatyaların sarı renkleri alabildiğine uzaklara kadar uzuyor. Yazlıkçılar gelmedikleri için de, etraf sessiz ve sakin. Sezona umutla başlayan esnaf kepenklerini açmaya, dükkanında tadilat yapmaya, siteler temizliğe, onarmaya başladılar. Mayıs sonuna kadar bütün inşaat, boya badana işlerin bitmesi  lazım.  
Ana yollar, caddeler bitmiş. Çok da güzel olmuşlar. Ama çirkin olan yerleşim bölgeleri arasındaki, ikinci derecede olan, ana caddelere bağlanan  yollar  çok kötü.
Kaktüsümü beğenmişsinizdir.
Bu yollar, geçen yaz, asfalt ve mıcır karışımıyla yenilenmişti. Aradan 8 ay geçti. Şimdi o yollar köstebek yuvası gibi. Bu yollarda , 6 ayda , arabaların  sağlam yeri kalmaz.
Anlamadığım, (Aslında bir çok şeyi anlamıyoruz ya!) bu yollar ihaleye verildiğinde, bir garanti süre istenmiyor mu?   Kontroller yapılmıyor mu? Görmüyorlar mı?  Bu yollar da mı deprem vergileriyle  yapıldı? Gerçekten yollar sanki deprem görmüş gibiler.
Umarım bu sezonu, sağlıklı ve neşeli geçiririz.
2012 yazı, tüm dostlara, huzur , sağlık ve şans getirsin.
Tüm Ulusumuzun 23 Nisan  Ulusal  Egemenlik ve Çocuk Bayramı Kutlu Olsun


13 Nisan 2012 Cuma

SAĞLIĞIMIZ





ÖZEL HASTANELERDE                                 DÖNEN  DOLAPLAR                                       

Yavuz BAŞAR


Namuslu Hekimlerden Korkunç İtiraflar !
SSK ve Devlet Hastanelerinin yükünü azaltmak ve halkın özel hastane
olanaklarından yararlanmasını sağlamak bahanesiyle yaptığı, özel
hastanelerden hizmet satın almasını sağlayan düzenleme insan hayatını
tehdit eder boyutlara ulaşmış durumda.
İşte Tüyler Ürperten İtiraflar:

SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı'na bağlı hastalar, özel hastanelerde en
kalitesiz malzemelerle ameliyat ediliyor.
Özellikle kalp ameliyatlarında kalitesiz kataterler, iplikler,
stentler, balonlar kullanılıyor. Özel hastanelerin hemen hemen hepsi
katater, idrar sondası gibi tek kullanımlık malzemeleri, aynı kan
grubundaki birkaç hastada tekrar tekrar kullanıyor. Böylece az ve ucuz
malzemeyle çok sayıda hasta ameliyat edilerek 'sürümden' kazanılıyor.
Bir paket programından özel hastane %10 civarında kâr elde ediyorsa,
malzemeleri tekrar tekrar kullanarak ya da kalitesiz malzeme
kullanarak kâr oranını % 35-40'lara çıkarabiliyor.
Ameliyathanelerin durumu içler acısı. İstanbul'daki yaklaşık 26
kalp-damar cerrahisi merkezinin en az 20'sinin ruhsatı uluslararası
standartlara uymadıkları için iptal edilmeli.
Devletin sağlığa ayırdığı % 5'lik bütçenin % 80'i ilaca gidiyor. Ancak
Türkiye'de ilaçla ilgili bir tasarrufa gitmek imkânsız. Çünkü bir anda
karşınızda ciddi devleri bulursunuz. Ayrıca pek çok hekim yazdığı her
reçeteden ilaç şirketi tarafından prim aldığı için, bu sistemi yıkmak
zor. Daha uygun fiyatlı muadili olmasına rağmen ilaç şirketinden para
alan doktor pahalı ilaçları hastaya aldırıyor.
Özel hastanelerde doktorun hastayı kurtarmak için elinden geleni
yapması, hasta cebinden ek para ödemediği sürece imkânsız.
...........her şeye göz yumuluyor. Denetim yapılmıyor; 'göstermelik' yapılan
denetimlerde ise sadece cihazlara, odalara, tuvaletlere bakılıyor.
"İnsanlar Ölsün ki Daha Çok Kazanalım" Diyen Doktorlar
Artık bütün vatandaşlar özel hastanelerden yararlanabiliyor! Özellikle
de yıllardır SSK ve Devlet Hastanesi kuyruklarında sürünen
vatandaşlar, artık en lüks özel hastanelerde ameliyat bile
olabiliyorlar! Bu olanak, sosyal güvencesi olan vatandaşı mutlu
ediyor. Ama hiçbiri, hastanelerde kendileri için en kalitesiz
malzemelerin kullanıldığını bilmiyor.
Bunu bilen, özel hastanelerde bu uygulamalara tanık olan ve hatta
kalitesiz malzemelerle ameliyat yapıp 'vicdan azabı' çeken bazı
hekimler, korkuyor. Hem ameliyat ettikleri hastaların ölmesinden hem
de bu gerçeği kamuoyuyla paylaşmaktan. Çünkü işlerini kaybedebilirler,
bir daha asla hiçbir yerde iş bulamazlar. Dahası yargılanıp mahkum
edilebilirler. Yani bir yanda 'Hipokrat yemini'ne uygun çalışmak
isteyen doktorlar öte yanda daha iyi yaşamak için "Hastalar ölsün ki
daha çok kazanalım." diyen doktorlar. Daha çok kazanma duygusunun
hekim dünyasında ağırlık kazanmış olduğunu belirtiyor namuslu
olanları. Durumdan çok rahatsızlar. Bu nedenle isimlerini vermeden
anlatıyorlar. Bunların kısmen bilindiğini söylüyorlar ve kamuoyunun
bütün yapılanları bilmesini istiyorlar.

İsimlerini vermeyen hekimlerin itirafları arasında en korkuncu ise bir
kere kullanıldıktan sonra kesinlikle çöpe atılması gereken tıbbi
malzemelerin, 'tasarruf' olsun diye aynı kan grubuna sahip hastalarda
tekrar tekrar kullanılıyor olması. Peki, SSK, Emekli Sandığı ya da
Bağ-Kur hastaları neden en kaliteli yerde bile en 'kalitesiz' sağlık
hizmetini alıyorlar?
Cevap çok korkunç ...................... Adının açıklanmasını istemeyen bir hekim şu
bilgiyi veriyor: "15 bin YTL'lik bir kalp ameliyatına, hükümet 5-6 bin
YTL ödüyor. Maliyeti yaklaşık 15 bin YTL olan bir kalp ameliyatının
5-6 bin YTL'ye mal edebilmesi için 5 milyonluk iplik yerine 1
milyonluk iplik kullanılıyor. 2.000 dolarlık ilaç kaplı stent yerine,
damarda sağa sola kayarak kısa sürede kalp krizine yol açabilen 170
dolarlık stentle hasta ameliyat ediliyor. Ödeme gücü olan ise devletin
verdiği paket fiyatın üzerine 5-10 bin YTL eklenip en kaliteli
malzemelerle ameliyat ediliyor."

Ama SSK, Emekli Sandığı ya da Bağ-Kur'dan gelen hastaların çoğu bu
bedeli ödeyemiyor. ...Çok düşük fiyatlara yaptığı paket anlaşmalar ise
özellikle tek kullanımlık malzemelerin artık kullanılmaz hale gelene
kadar tekrar tekrar kullanılmasına yol açıyor. Peki, bunu yapan özel
hastanelerin oranı ne kadar yüksek? "Bunu hepsi yapıyor, ama biz yüzde
90'ı diyelim bari." diyor yine adının saklı kalmasını isteyen bir
cerrah.
Bazı yetkililerden aldığımız bilgilere göre, hastanelerimizdeki tek
sorun kullanılan malzemelerin kalitesizliği değil. Ameliyathanelerin
durumu da içler acısı. Bir kalp-damar cerrahının ağzından çıkan şu
sözler insanı şok ediyor: "İstanbul'da kalp-damar cerrahisinin
yapıldığı yaklaşık 26 merkez var. Ancak bu merkezler ABD'de ya da
Avrupa'da olsalardı, en az 20'sinin ruhsatı iptal edilirdi. Çünkü
hiçbiri ameliyathane şartlarına uygun çalışmıyor."

Paket programdaki bir hastanın 'kaybedilmesi', hastane açısından daha
kârlı olduğu için, hastanın yaşayıp yaşamaması da çok önemsenmiyor.
Bir insanın ölmesi "eks olmak" olarak adlandırılıp sıradan bir şeymiş
gibi karşılanıyor. Devlet ve SSK Hastanelerinde çalışan doktorlar,
bütün bu ölümcül gerçekleri bildikleri halde, daha çok kazanmak için,
hastaları kendilerinin de çalıştıkları özel hastanelere   yönlendiriyorlar.
 Ölen her hasta bu doktorlara daha çok kazandırmış
oluyor. Çünkü bir hasta erken ölürse hastane doktorları; tıbbi
malzeme, ilaç, yoğun bakım gibi masraflara girmeden ve tedavi
süreciyle yorulmadan paket fiyatını cebe indirmiş oluyor. 
 
 
 Alıntıdır
 
 

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...