7 Haziran 2012 Perşembe

GEZİ




EĞLENCE  ADALARI
 Burhan Bursalıoğlu

Zorlu bir kışın yorgunluğunu çıkarmak, ufukta görülen yakıcı bir yazın öncesinde biraz enerji
depolayalım dedik ve  Yunan adalarını hedef tayın ettik.

31 Mayıs Perşembe günü Bodrum'dan, Eşim ve  eşimin vefat eden ağabeyisinin eşiyle birlikte İzmir'e hareket ettik. Bir gece kuzenlerimde kalarak, 1 Haziran Cuma günü, saat : 18  de  ETS  TUR  un  kiraladığı, aslen Yunan gemisi olan,  AŞK  Gemisi ayarındaki,  AEGEAN  PARADİSE   adli gemiye bindik.

AEGEAN  PARADİSE:

Aegean    Paradise  (Gövdesinde  ETS   yazısı var)  Yunanlı bir armatörun gemisi.  1997 de yapılmış,  174 m. uzunluğunda, 24 m.  genişliğinde, 8 katlı, 327  kabin,  900  yataklı,  310  mürettebatlı, 1274  kişi  kapasiteli, 20 mil  hız yapabilen bir gemi.

Kabinlerde, telefon, televizyon, buzdolabı, kasa, klima, banyo, dolaplar WC  bulunmakta.

Geminin  güvertelerinde , gördükleri  hizmete göre:
 1. güvertede:  Fin hamamı, duşlar, dinlenme alanı, kuaför, güzellik salonu, sağlık  merkezi, asansör.
2. güvertede: resepsiyon,fotoğrafcı,  gemi mağazası, kütüphane,bilgisayar odası ve asansör.

3, güvertede: Restoranlar, oyun salonları, gösteri alanı.

7. güverte: Fitnes odası, şezlonglu havuz,  iki jakuzi,açık hava duşları, havuz bar, güneşlenme alanı  ve panoramik bar ve disko.

 8. güverte:Yürüme parkuru, seyir ve güneşlenme alanları.
Hani bazı insanlar, uçaktan korktukları gibi bazıları da gemiye binmekten korkarlar. onlara tavsiyem. Korkularını yenmek için bu tür bir gemiye bir kere dahi olsa binmeleri.  Korkularının boşuna olduğunu göreceklerdir. Çünkü, geminin durduğunu, hareket ettiğini , gittiğini hissetmeyecektir.  Ancak güverteden, kabin balkonlarından veya camlardn dışarıya  bakarsa geminin hareketini görebilecektir.

HAREKET

Geminin hareketinden önce,  saat: 17.15 de,  4 ayrı  salonda toplanan yolculara  can yeleklerinin giyme provaları yaptırıldı, yeleklerdeki düdük ve ışıkların kullanılıp kullanılmadığı kontrolu yaptırıldı. Saat 17.45 de bitirilen tatbikat  sonrası tam, 18.00 da İzmir limanından hareket ettik.

Hareketten bir saat sonra yemek anonsu yapıldı. 3 ayrı yemek salonu vardı. En büyük salona geçtik.  garsonlar tek kıyafet giymiş ve hepsi de uzak doğulu  idiler, Endonezyalı, koreli,  Kamboçyalı vs.. Bunlarda gemi gibi kiralıkmış. Ama bu konularda eğitim görmüş oldukları açıkca görülüyordu.

Türkçe bilmedikleri için  anlaşmada zaman kaybı oluyordu. Ismarlanan yemekler geç geliyordu. Bu arada garsonlara  Türkçe'yi öğretmeyi de ihmal etmedik. Sonraki kahvaltılarda, "Günaydın", öğle ve akşam yemeklerinde "iyi günler, merhaba, teşekkür ederim. hoşca kalın, nasılsınız, iyiyim gibi sözcükleri söylemeye başladılar. Kızlı erkekli bu garson grubu birkaç tur sonra  lisanımızı öğreneceklerdir.

Her tür kumar aletlerinin bulunduğu salonlar  tıkabasa doluyordu. İnsanlar sanki gezip görmeye değil, kumar oynamaya gelmişlerdi.  Halbuki, 18 saatlık kesintisiz seyahatimizde, Yunan  sanatçının verdiği konser, caz ekibinin 7. kattaki, havuz başı müziği, havuzda  serinleme, kitap okuma,güneşlenme gibi etkinlikler ve imkanlar varken kumar oynamanın bir anlamı yoktu.  Öyle insanlar vardı ki,  bindiği anda, kumarhanenin açıldığı zamandan , dönüşte, kumar aletlerinin kapatıldığı zamana kadar oynayanlar vardı.  Ben ve eşim 15 er dakika,sadece "Bi bakalım nasıl birşey               " sorusuna cevap için  oynadık.


SANTORİNİ ADASI

Cumartesi sabahı, saat 9.30 da adanın açıklarındaydık. Adanın arka kısmında bulunuyorduk.
Gemiden inmeden, güverteden gördüğümüz ada, simsiyah, tepelerde kar yağmış gibi  görünen  beyaz evler  ve   çıkacağımız yerde birkaç bina. 

Liman olmadığı için gemimiz açıkta demir attı. Biraz sonra  tender botlar dedikleri  motorlar geldi ve onlarla karaya çıktık. Çıktığımız bu iskeleye   "Athinios   iskelesi "diyorlar.  Gemiden gördüğümüz binaların bir kısmı   satış dükkanları ve bir kısmı da  motorcuların barınaklarından ibaretmiş
. 
Santorini adası, Kiklad ada grubunun en güneyinde bulunmaktadır. 73 km.2  dir. MÖ. 1500 yıllarında oluşan büyük bir volkanik patlamayla meydana gelmiş. Onun için uzaktan görülen siyah yamaçlar volkanik kayalarmış.  Arkeolojik kalıntıları, güneşin batarken seyredilmesi ve gece hayatı Santori'ye hayat vermektedir.

Deniz seviyesinden 300 metre  yüksekliğinde, tepede bir  falezin üzerine yerleşmiş FİRA  adanın başkenti dir.  Başkent diyoruz ama aslında bir kasabadır. Yine uzaktan gördüğümüz beyaz binalar Fira kasabasının evleri imiş. 1956 da oluşan büyük bir deprem sonucu tüm binalar yıkılmış,  var olanların çoğu yeni inşa edilmiştir.

Athinios iskelesinde bekleyen otobüslerle, kıvrıla kıvrıla,dar , tek arabanın geçebileceği bir yola girdik. Karşıdan gelen bir araba göründüğünde, en geniş taraf hangisine yakınsa,  o araba kenara çekiliyor ve diğeri geçtiğinde yola devam ediyor.  Yarım saatlık bir tırmanıştan sonra  tepeye düzlüğe çıktık. Burada biraz dinlendik.

Düzlükten sonra en uzakta ve kuzeyde bulunan LA  köyüne hareket ettik.

LA'ya gidiş yolu üzerinde üzüm bağları, bahçeler ve eşsiz manzaraları seyrederek köye geliyoruz. Bütün evler bembeyaz,çiçeklerle süslenmiş, yollar mermer taşlarından , parke stili şeklinde döşenmiş ve ter temiz. Mavi kubbeli kiliseler, tam ucda Venedik kalesi. kaleden görünen muhteşem manzarayı seyretmek insanın tüm yorgunluğunu almakta.

Sokaklar çok dar.  Evlerin çoğu birer kat. Bazıları da ikişer kat. Her evin sokağa açılan odalarını dükkan yapmışlar. Lokanta  ve hediyelik eşya satışı için dükkan olarak kullanıyorlar. Merak ettiğim , tek katlı evlerde  ne zaman ve nerede yatmaktadırlar? Çünkü dükkanlar 24 saat açık. Gerçi ailece çalışıyorlar , nöbetleşe dükkanda kalırlar da, nerede yatıyorlar?

La köyünde  alışveriş yaparken bir  büyük dükkanın  tezgahtarlarından  birinin Türkçe bağırdığını duyunca   satıcının yanına giderek , Türk mü olduğunu sordum. Evet cevabını alınca , sohbete baişladım. Hikayesini herkes bilirmiş. 

Adı Aytunç. Turistik gemide çalışıyormuş. Santorini adasına geldiklerinde, Polonyalı olan bir kıza aşık olmuş. Kız burada turizm şirketinde çalışıyormuş. 

Aytunç  gemiden ayrılarak adada kalmış. uzun süren uğraşlardan sonra kızı razı etmiş ve evlenmişler.  Görüştüğümüz dükkanda iş bulmuş ve tezgahtarlığa başlamış.  Kızın annesi Polonya'da olduğu için zaman zaman Polonya'ya gidiyor, bazen de Türkiye'ye geliyorlarmış. Bu ziyaretler çok kısa  sürmekteymiş. Ayrılırken "Türkiye'ye benden selam" diyerek vedalaştık.

PERİSSA  PLAJI

LA köyünde , bize ayrılan zaman  dolunca, otobüslerimize binip , adanın en güzel plajına doğru yola çıktık. 20 dakika sonra plaja vardık.
Bir kısmımız denize girdik,  bir kısmimiz da lokantada  oturmayı tercih ettik.

Çevre, geniş, düzlük bir araziye sahip. Tarla olarak kullanılıyor. Evler daha içerde.

Burada deniz kumu koyu gri. Kuskus iriliğinde.  Ayaklara fazla yapışmıyor. Ve temiz. Deniz sıcak ama çok taşlı ve kaygan.  Deniz faslından sonra  Akropolis adlı  lokantaya  girerek  balık yedik.

Balığı tercih etmemizdeki amaç, etlerin içinde domuz etinin de oluşu kuşkusu.

FİRA  KASABASI

Buradan tekrar otobüsümüze binerek, adanın merkez kasabası olan FİRA ya gittik. Buraya romantik şehir de deniyor. Avrupa'dan, çevre adalardan ve kentlerden , evlenen  kişiler balayını geçirmek için   Fira'ya geliyorlarmış. Onun için  bu kasabaya             " romantik şehir" adını takmışlar.
Fira  gerçekten güzel bir yer. Mavi kubbeli kiliseler, alışveriş dükkanları, lokantalar, eğlence yerleri  katırlarlar  ve   eşekler.

Fira'nın  adanın sırtındaki yerleşim bölgesinden daha yüksek yer yok. Ama adanın en yüksek yeri 567 metre ile Profitis İlias  dağı. Burada İlyas peygamberin manastırı bulunuyor.  Pek gidilmiyor ama yine de 3-4  rahibe bulunuyormuş.  İlyas Manastırının korunmasının gerekçesi, bereketi temsil etmesinden kaynaklanıyormuş. Diğer en büyük kilise Aziz Nikolas kilisesi. Bu da koruyuculuğu temsil ediyormuş.

Bize  ayrılan zaman dolmuştu. Fira'dan sahile, tender botlara binip gemimize gitmek için teleferiğe binmemiz gerekiyor. Başka  iniş ancak çok yüksek ve dik merdivenlerle  sağlanıyor. Teleferik okadar dik iniyor ki, bindiğiniz yerden , inen  vagonu takip etmeniz mümkün değil. Hareket eder etmez birden  bire gözden kayboluyor. Sanki bir çukura düşmüş  oluyor. Bukadar dik. İster istemez bindik. 3 dakikada indik.

Tender botlara binerek gemimize çıktık.

SANTORİNİ ADASININ  İLGİNÇ  ÖZELLİKLERİ:

Santorini adasında su yok. Ada volkanik patlama sonucunda oluştuğu için su çıkmıyor.  Su dışardan temin ediliyor. Eşekler ve katırlar, dar sokaklarda taşıma işlerini hallediyorlar. Burada insandan çok katır ve eşek var.

Susuzluğa rağmen, Santorini'nin şarapları meşhur. Gezdiğimiz yerlerde üzüm bağları  vardı. Bu bağlardaki asmaların özelliği yere yapışık oluşu. Rüzgar çok estiği için büyümeye fırsat bulunmuyormuş. Adada nem çok oluyormuş. Yapısal olarak, bizim topuk taşı dediğimiz süngerimsi  taşlar çokmuş. Okadar ki, yurt dışına ihraç ediliyormuş. Bu taşlar nemi emerek toprağı nemli tutuyormuş. Zamanla ,aşırı ihracat neticesinde nemlenme de azalmış. Hemen karar alarak ihracatı durdurmuşlar.  İşte bu tür nemlenme sonucunda Santorini'nin  yetiştirdiği başlıca ürünleri, üzüm, meyve, zeytindir.

Yollar kaymayan, düzgün, mermer taşlardan oluşmuş. Kaldırım  tipinde döşenmiş. 

Adada 300 den fazla kilise bulunmakta. Normal kiliselerin dışında birde özel kiliseler varmış. Toprağı ve varlığı olan insanlar özel kilise yaptırmak mecburiyetinde imişler. Ve her yıl bir ayın  ve ikram yapılıyormuş. Yani hemen hemen her gün muhakkak bir ayin ve ikramda bulunuluyormuş.

Volkanik kayalardan oluşan adada pek çok mağara bulınmaktaymış. Bazı insanlar bu mağaraları düzeltip ekleyerek butik otel durumuna getirmişler.
Santorini' nin kısaca  özelliğini belirtirsek, kendileri tarafından  şu tespitleri söylemekte haklı oluruz.

Bu adada: İnsandan çok, katır ve eşek var.
Bu adada: Sudan çok şarap var.

Bu adada: Evden çok kilise var.
Bu adada: Ahşaptan çok mermer   var.


MİKONOS  ADASI:

Santorini adasından gemimize saat: 15 de  bindik. 16 da da  mikonos adasına doğru yol almaya başladık. 6 saatlık bir yolculuktan sonra gece saat: 22 de gemimiz liman iskelesine yanaştı. Gece yarısından sonra saat: 2.15 e kadar zamanımız vardı. 2.15 de gemide olmamız söylendi.

Pahalılığından şikayet edilen  Mikonos adası 85 kilometre karedir.Turlos,paradis, agran, Elia plajları meşhurmuş. FolklorDeniz,Arkeoloji ve Kültür müzeleri  gezilecek yerlermiş. Ama biz gece adaya geldiğimiz için bunları göremedik.

Gündüz gözü ile adayı göremeyeceğimiz için üzülüyorduk. Gemi görevlileri "Aslında şanslısınız. Mikonos'un gece hayatını göremeyen gündüzcüler üzülüyor. Sizler şanslısınız" diyerek bizleri iknaya çalışıyorlardı.

Ada pırıl pırıl renkli ışıklarla sanki özel olarak donatılmıştı. Sahildeki lokantalar , barlar, kafeler insan kaynıyordu. Oturma yerine gezmeyi yeğleyerek iç kısımlara doğru yürüyüşe geçtik. Tepelere kadar çıktık. Sokaklar dar olduğu için araba yoktu. Sağlı sollu  lokanta,  bar ve dükkanlar.  Dükkan derken öyle ahım, şahım büyük değil. 5-6 metre karelik odalar. Ne satacaksa duvarları doldurmuşlar. Kapı önüne de koymuşlar, dükkan olmuş.Her yerden gelen   müzik sesi ne kendini kaptıranlar oynuyor, eğleniyor. Palyaçolar çeşitli gösteriler yapıyor ve birbirinden güzel Rum kızları.

Bizim Bodrum'umuz da eğlence yeri, ama itiraf etmeliyim ki, Mikonos  Bodrum'u her yönü ile sollar.
Buram buram romantik kokan Santorini ve özgürlük ve eğlencenin kalbi Mikonos'tan  ayrılma zamanı gelmişti.

Gemimize biner binmez uyumuşuz. Uyandığımızda,hava aydınlanmış, güneş içeriye kadar sızmıştı.

Kahvaltı, ödemeleri yapmak ve valizlerin hazırlanıp görevlilere teslim edilmesi sonrasında üst güverteye çıkarak, Yunan müziği eşliğinde Yunan kızlarının danslarını seyrederek, 13.30 da , enerji toplamış olarak,   İzmir'imize ulaştık.










28 Mayıs 2012 Pazartesi

T A R İ H


19 MAYIS  1919  GÜNÜ

Burhan Bursalıoğlu

Mustafa Kemal’e hayranlığını 1919 yılında Samsun’da görev yapmakta olan bir PTT memuru şöyle özetliyor…

“Hava yağmurlu ve elektrikliydi. O zamanlar paratoner sistemi olmadığı için telleri toprağa vermiştim. Saat gece yarısına yaklaştığı bir anda kapıdaki nöbetçi koşa koşa geldi, bir haber verdi. Mustafa Kemal Paşa geliyor. O sırada, Mustafa Kemal Paşa tek odadan ibaret telgrafhaneye girdi. Ayağa kalktım.

— Buyurun Paşam.
— Derhal Havza ve Amasya ile görüşmem gerekiyor dedi.
— Hava elektrikli, telleri toprağa verdik, sizi görüştüremem!
— Bu, vatanın kurtuluşu ile ilgilidir. Muhakkak görüşeceğim, ya ölürüz, ya vatan kurtulur, dedi.
Ceketin cebinden ipek mendilini çıkarıp maniplenin üzerine koydu. Benim için telleri devreye sokmaktan başka yapacak bir şey kalmamıştı.


  
— Sen ölürsen ben de ölürüm dedi.

  
Elimi bırakması için söylediğim ısrarlı sözlere aldırmadı, elimi uzun süre bırakmadı. Önce Havza’yı aradım. Derhal cevap geldi. Nöbetçi memur, Kemal Paşa’nın adamlarının emir beklediklerini söyledi. Paşa şifreli bir not verdi, yazdım. Gelen şifreli cevaba elimi bırakmadan baktı. Bir kağıda çabucak şifreli bir şeyler yazdı. Havza’ya iletmemi söyledi. Amasya ile de istediği konuşmayı yaptı, sonra;
   

«Oh çok şükür, şimdi vatan kurtuldu.» dedi ve maiyetiyle gitti. Birden aptallaşmıştım. Oturduğum yerden kalkamadım. Mustafa Kemal Paşa hayatını ortaya koyan bir kişiydi. Fes kapmaya, mevki elde etmeye gelmiş biri olamazdı. O bir gerçek vatanseverdi, Atatürk’e hayranlığım yağmurlu bir gecede böyle başladı işte…”*

Onun içindir ki; ilkeleri, düşünceleri, devrimleri çamura bulanmaya gayret gösterilse dahi altın gibidir, hiç değerini kaybetmez yıllardır…

Öyle yüreklidir ki; açtığı yolda yürümekten bir saniye dahi şüpheye düşmeyen askerleri vardır…

Yani; bizler.
Mustafa Kemal’in Askeri olmaktan kıvanç duyanlar…
İlelebet genç kalacak milletin evlatları; ant olsun ki; bizleri çiğnemeden yıkamayacakalar eserini…

Bu kutsal günde Atamızı saygı ile anıyor ve onun tüm askerlerinin Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramını kutluyoruz…

Yeniden1919 Derneği Yönetim Kurulu

BAZI  SİVRİ KAFALILARA

Aradan 93 yıl geçmesine rağmen, İstiklal Savaşımızın olmadığını, bunun uydurma olduğunu söyleyen bazı sivri kafalılara, görsel resimler sunuyorum.
Bu resimler herhalde Afrika'da, Avustralya'da veya Amerika'da çekilmemiştir. Öz be öz Vatanımız olan Anadolu'muzun değişik yörelerinde, oraları işgal eden emperyalist güçlere karşı verilen savaşın resimleridir. 
EĞER BU SAVAŞ OLMASA İDİ, SAVAŞIN VARLIĞINA İNANMAYANLAR, YA DÜNYADA OLMAZ VEYA OLURDU AMA BABASI BİR FRANSIZ, iNGİLİZ VEYA BİR İTALYA ASKERİ  OLMASI  KAÇINILMAZ OLURDU.



























































22 Mayıs 2012 Salı

G Ü N C E L



KENDİ KENDİNE “ GELİN  GÜVEY  OLMAK.”

 Burhan Bursalıoğlu

Hani bir laf vardır; “Kendi kendine gelin güvey olmak”
Günlük yaşamımızda  “ Kendi kendine gelin güvey olan” birçok vatandaşımız, yöneticimiz, kısaca insanımız var.
Bunların bir kısmı, yaşadığımız süreç içinde  yaptıklarıyla dikkat çekiyorlar. Bunlar kendi başlarına birilerine şirin görünmek için veya kendilerini diğerlerinden farklı göstermek için akıllarına gelen, topluma aykırı, gelenek ve göreneklere  ters düşen, davranışlarda, uygulamada bulunmaktadırlar. Yapılanlara tepki gelip rahatsız olunca, pişkinliğe vurup , ya yanlış anlaşıldığını veya  hiç ses çıkarmadan yapılanı geri almayı yeğliyorlar .
Ne zamana kadar? Yaptığı işin , hedefine  varıncaya kadar.
Onlar için  önemli olan kendilerinin de var olduğunu hissettirmeleridir.   Mesaj yerine varana kadardır eylem. Gerisi fasa fiso.  Yeter ki ses getirsin. Veya yorumlar yapılsın tartışılsın.
Zamanımızda, kendi kendine gelin güvey olanların çoğu, bir üst basamağa çıkmaya çalışan yönetici ve alt kademede çalışan üst düzey memurlar,  yönetici ve çalışanlardır. Menfaat ön sıradadır.  Bu tip insanlar, eleştirilmekten, konuşulmaktan asla çekinmezler. Mutlu olurlar. Onlara göre doğrudan vazgeçmek, doğruların tepkisi, kendilerinin  itibarıdır. Böyle düşünürler.  Plan yaparlar. “Ne yapsam, kimi ele alsam, kime çamur atsam, kim ve kimlerle uğraştığımı belirtsem de üslerimin gözüne girsem” diye günlerce düşünür, planlarını hazırlar ve harekete geçerler.

Toplumun sevdiği, saygı duyduğu  Atatürk.
"O halde, Onunla ilgili bir şeyler yapayım"   derler.
Atatürk aleyhine, saçma, ipe sapa gelmez, uydurma  sözler söyleyerek  , karşı  taraftan olduklarını alenen belli  edenler. 
 Bu insanlar aslında söylediklerine, yaptıklarına  kendileri  de inanmazlar. Tepki aldıklarında, kahvelerini yudumlarlarken , kıs kıs da gülerler.
Dedik ya, bu insanların hedeflerinde Atatürk var. Atatürk’ü, bu  milletten soğutmak. O’nu unutturmak. O’nun eserlerini göz önünden uzaklaştırmak; kitaplardan kaldırmak, heykellerini  yok etmek, küçük düşürmek.
Hemen birkaç tane olaya bakalım.

Bazı  illerde, Devlet dairelerde, işgüzar müdürler , dairenin, kuruluşunun internet sitelerinde, ilk sayfalara konmuş olan Atatürk fotoğraflarını kaldırıyorlar. Tepkiyi görünce, uyduruk bir gerekçe ile resimler yerlerine konuyor. Buyurun Size, “Kendi kendine gelin güvey “olan  Mülki amir ve  müdürler.
Ders kitaplarından, Atatürk’ün kimi resimlerini, söylevlerini kaldırıyor, hakkındaki bilgiler, ya yanlış veya çok kısa yazılıyor. Tepki karşısında kısmi düzeltmeler yapılıyor.

Genel Kurmay, Astsubayların özlük  hakları hakkında doğru olmayan haber ve yorumlar hakkında, internet sitesinde, aşağıdaki basın açıklamasını yapıyor  ve o açıklama  siteden kaldırılıyor.
“Kıyaslanmayacak personelin haklarının eşitsizlik  olarak nitelendirilmesi kuruluşların doğasına  aykırıdır.” Denmişti.
THY  Genel Müdürü Temel   Kotil, Atatürk rozetinin takılmaması için koyduğu yasağa uıymayan yardımcı pilot M.G. yı görevden alıyor.
                                                 Afyon Valisi  İrfan Balkanoğlu       
Afyon Valiliği içkiyi yasaklıyor...
İçki yasaklanacaksa tüm Türkiye’de , gerekli mercilerin genelgesi ile topluca yasaklanır. Afyon ayrı , kendi başına  bir eyalet mi, yasalar orada  başka mı uygulanıyor da, Valilik kendi  yetkilerine dayanarak içkiyi yasaklıyor.
24 Nisan’da  Afyon Valiliğinin genelgesinde, özet olarak, “ Kamunun istifadesine açık park, bahçe üzerinde, tesis bulunmayan açık alanlarda,  İl ve ilçe sınırları içerisinde veya meskün mahallerde  , kara yollarında, umuma mahsur yerlerde, park ve bahçelerde, piknik ve ören yeri gibi alanlarda, her çeşit taşıma araçlarının içinde, gar, otogar, meydan, cadde, sokak, tarihi kültürel mekanlarda,  ibadethane, terk edilmiş  yapı, inşaat, banka ATM  leri, köprü altları, mezarlıklar, gezinti yerleri, içerisinde iş yerleri olan 24 saat açık iş hanı, merdiven boşlukları ve boş alanlarında alkollü içeceklerin  içilmesi yasaklanmıştır.”
Yukarıda yasaklanmış olan yerlerde zaten  inanç ve saygı nedeniyle kimse içki içmez. İçkinin de bir içiş  yeri , adabı ve  yordamı  vardır. Yasaklanan yerlerde içki içen ya delidir ya tinerci ya da hapçıdır. O tür içiciler zaten yasak , masak dinlemezler. Nitekim, ilk günde, 25 kişiye,” Kabahatlar “ yasasına göre 169 ar lira ceza kesilmiş.
Diyeceksiniz ki “Bunda ne var”. Haklısınız.  Bunda olan:  “Her Vali bu yasağı koyma yetkisine haiz iken  Afyon’un acelesi mi  varmış?  Gerçi Afyondan başka içki yasağı koyan Kayseri, Ordu Eskişehir ve Bilecik illeri de var. 81 ilden 5 il yasak koyuyor. 
Ordu’nun  Akkise köyünde, geçtiğimiz Cuma günü, Köy imamı Fazıl Şahin, yakasında Atatürk rozeti olan  Yalçın Kılıçkaya adında emekli bir öğretmeni, yakasında bulunan  Atatürk rozeti nedeniyle Cuma Namazında, camiye almıyor.  Rozetle namaz kılınırsa, hem kendinin , hem de cemaatın namazı sayılmaz mış. Uzun münakaşalardan sonra,  namazını  kılmak isteyen öğretmen, rozeti çıkarıp cebine koyunca camiye girebiliyor.
İmamın gerekçesine bakın.”Namaz , namazdan sayılmaz “ mış. Bunları nereden uyduruyorlar?  Bunlar İmam Hatip’ten mezun olmadılar mı? Orada Atatürk düşmanlığı mı aşılıyorlar da bu tür vakalar  hemen hemen her gün karşımıza çıkıyor? İmamın görevi kapıda durup, camiye  gelenler içinde, kafasındaki kriterlere göre adam mı seçmektir.
Sen Allahın Evine nasıl ibadet için adam almazsın?  Sen kimsin?  Sana verilen görev ne ise onu yapmakla  mükellefsin. Kendin başına gelin güvey olmanın  daniskası.”
19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve spor Bayramında yapılan etkinliklerden. Spor bakanlığının , Ankara, Atatürk  Kültür  merkezinde, Spor Bakanlığının standlarında sergilenen yağlı boya resimlerden,  Recep  Tayyip Erdoğan’nın resmi, Atatürk’ün  yağlı boya ile yapılmış resminden daha yukarıda  asılmış.  Halk tepki göstermiş ama  resmi indirmemişler.
Eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çerlik “ Bu ülkenin yurt dışındaki itibarı, pasaportunun gördüğü  itibar kadardır” demiş.
Doğru söylemiş!..
                                                                    Arif  Sağ
Yeşil pasaportlu, eski Milletvekili, sanatçı Arif Sağ, Hollanda’da, Amsterdam hava alanında tutulmuş, sorguya çekilmiş, konser için geldiğini,  gerekli evrakları da gösterdiği halde,  Hollanda polisi Arif Sağ’a inanmamışlar. Bunun üzerine Arif Sağ kızarak Türkiye’ye havaalanından dönüş yapıyor.
İşte Türkiye’nin, Hüseyi n  Çelik’lerin sayesinde ki  itibarı!.. Kendi kendine gelin güvey olup, halkı  aldatmak için bu tur lafları söylerken,  daha dikkatli olunmalıdır.
19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı bitti.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin,  Hükümet Erkanının, gençliğin katılmadığı   Anıtkabir  töreni, Atatürk büst ve heykellerine koydurtulmayan çelenk ve çiçekler, sokaklarda  yapılan yarışlar, kızla erkeğin yaptıkları güreş  bayrama damgasını vuran  olaylardı.
92 yıldır kutlanan, demir perde ülkelerinde  uygulanan törenlermiş. Geçmişteki törenler, disiplinli, ciddi, saygın ve tüm Ulusun bireylerinin katıldığı törenlerdi.  Yeni gösteriler,  Uzakdoğu oyunları, yarışmalar, çelenksiz, çiçeksiz, geçitsiz, laubalice davranışlar ve kızla erkeğin güreş tutabildiği, geniş özgürlüklü bir uygulama.
Bakalım ileriki günlerde başka hangi yenilikleri göreceğiz.!...





18 Mayıs 2012 Cuma

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

19 MAYIS' lar  DAİM  OLSUN


Burhan Bursalıoğlu


19. Mayıs. 2012 yılındayız.
Bu tarih bize, Mustafa Kemal ATATÜRK'ün  kellesini koltuğuna alarak, bitirilmiş, parçalanmış, kötü yönetimiyle  yabancı ulusların alay konusu olmuş, dış ülkelere borçlanmış, dış ülkelerin mandası olma düşüncelerin sıkça konuşulduğu, halkının biçare, perişan, suskun yaşam özgürlüğü olmayan, ama, tarih boyunca, hür, başı yukarda,güçlü, saygınlık kazanmış, şerefli ve haysiyetli  bir Ulusu kurtarmak için Samsun' a çıktığı gündür.


Türk Ulusunun kurtuluş mücadelesinin başlangıç tarihi olan 19 Mayıs'lar, Atatürk tarafından gençlerin güçlü, zinde, çalışkan ve zeki olmalarının birinci şartının spor olduğuna inancı nedeniyle, 19 Mayıs'ı gençlere armağan etmiştir. 
Bu nedenle 19 Mayıs'larda, Ulusça, coşkulu, herkese açık, statlarda bayram olarak kutlanıyordu.
İktidarın, bu yıl ki 19 Mayıs Bayramını, statlarda tören olarak yasaklamış, sadece spor gösterileri yapılması doğrultusunda kutlanmasına karar vermiştir. Geçitler yasaklanmış,  Askeri birliklerin ve öğrencilerin statlarda gösteri yapmaları iptal edilmiştir.

Ne yapılacak?.
19 Mayıs'ın bir haftalık  süre içinde kutlanmasına karar verilmiş. Bu süre içinde, Atatürk konuları işlenecek, sportif yarışmalar yapılacak.
Yapılacak yarışmaların listesine şöyle bir göz gezdirdim.
Bakın neler yapılacakmış
wushu
muaythai
wai-kru
tekvando
coapoeira
kata
futsal
tandem
korfbol
judo
kick boks
BUNLARIN NASIL BİR OYUN OLDUĞUNU BİLİYOR MUSUNUZ?  
 Uzak Doğunun oyunları. Biz, Milli bayramımızda Uzak Doğu sporlarının gösterişini yapacağız. Utanç verici.

 Bizim milli sporumuz yok muymuş? Nerede güreşimiz, kılıç kalkanımız, ciritimiz, okçuluğumuz, atıcılığımız, at binmemiz. Nerde bunlar?..
Bu programları yapanlar kimler? Bunlar Uzak Doğu'damı yetişmiş?
 Yazıklar olsun. Ne  durumlara düşürüldük.
Milli bayramımızda, Japon, Çin, Taylan, Vietnam'ın milli sporlarının gösterilerini sergiliyeceğiz.
Seyretmiyorum!..
Geçmişte , şerefle , gururla seyrettiğim  19 Mayıs'ın kasetlerini izler, o günleri yad ederim.

Tüm gençlerimizin ve halkımızın , 19 MAYIS, ATATÜRK' ü  ANMA , GENÇLİK ve SPOR BAYRAMLARINI  KUTLAR, BUNDAN SONRAKİ YILLARDA, KENDİ KÜLTÜRÜMÜZÜN  ETKİNLİKLERİNİ SEYRETME ONURUNA ERİŞMEMİZİ DİLİYORUM. 

13 Mayıs 2012 Pazar

FUTBOL


18. ŞAMPİYONLUK

Burhan Bursalıoğlu      

Sizlerinda yakından takip ettiğiniz, garabetli, acayip, adaletsiz bir Süper Lig geçirdik.
 Şike olayları Türkiye'yi ayağa kaldırdı. Gözaltına alınma, tutuklama dalgaları birbirini kovaladı. Her sporsever şaşkınlık içindeydi. Bazı takımların oyuncuları, bazılarının başkan ve yöneticileri, bazılarının da teknik direktörleri tutuklandı. Fenerbahçe'yi Avrupa şampiyon kulupler  şampiyonasından ihraç ettiler. Yerine Trabzonsporu gönderdiler. Ligin oynanıp oynanamayacağı tartışılırken, "Kel başa şimşir tarak " misali, TFF , sanki her şey normalmiş gibi ligi iki aşamalı duruma getirdi. 34 haftalık lig sonunda ilk 4 takım  "Süper Final " adı altında,  kendi aralarında ikişer maç daha yapacak, aldıkları puanlar, normal 34 maçlık sonunda aldıkları puanların  yarısına ilave edilerek  şampiyon ve diğer sıralama gerçekleşecek. Bunlar tartışılırken,  2011 Ağustos'unda başlaması gereken lig bir ay ertelendi.
Eylülde buruk bir atmosfer  havada başlayan  Süper lig, kayıp zamanı telafi için hafta içinde de maçlar yapılmaya başlandı. Ara tatil kısa sürdü. Milli maçlar da ilave edilince futbolcular çok yorgun bir sezon geçirdiler.

34 haftalık  Süper  lig bitti.
Galatasaray  77
Fenerbahçe   68
Trabzonspor 56
Beşiktaş        55  puanlarla sıralandılar.
İkinci dört takım:
Eskişehirspor  50
İBB                 50
Sivas spor       50
Bursaspor        49  puan almışlardı. Bunlarda kendiaralarında ikişer maç yapıp birinci olan, Süper final oynayan grubun sonuncusuyla karşılaşacak, galip gelen Avrupa liglerinde mücadele edecek.
Yukarıda da görüldüğü gibi Galatasaray Fenerbahçeden 9 puan, Trabzonspordan 21 puan, Beşiktaştan 22 puan ilerde.
Beşiktaş ve Trabzonspor, Süper finalde oynayacağı 6 maçın  altısını da kazanmış olsa şampiyon olmaları mümkün değil. O halde bunlar ancak şampiyon adaylarına çelme  atabilirler. Oynamalarının ne anlamı var.

Galatasaray ve Fenerbahçe durumuna bakarsak yine adaletsiz bir ortam görülmekte. 9 puan fark yarıya bölüneceği için, kazara 2 maç kaybetse şampiyonluk uçacak. Bu adalet mi? Nitekim son Fener maçında yenilmiş olsa, normal ligi 9 puan ara ile bitirmiş olan galatasaray şampiyonluğu kaybetmiş olacaktı. Oyuncular buna izin vermediler. 12 Masyıs 2012 Cumartesi  akşamı yapılan maçta Fenerbahçe ile berabere kalan Galatasaray bi.r puan farkla , 18. şampiyon oldu. Normal liği de şampiyon olarak bitirdiğine göre, bu sezon iki şampiyon olmuş oluyor.
Maç sonundaki rezalet görülmeye değerdi. Tüm Türkiye ve dış ülkelerin spor severleri de bizle birlikte seyrettik. Ağlanacak halimizi. Stadın ışıkları söndü. Fener seyircileri stada girdi, Kopardıkları oturakları polislerin  ve  oyuncuların üzerine fırlatarak, güvenlik güçleri ve futbolcuları soyunma odalarına doğru kovaladılar.

Kupa ve madalya töreni yapılması gerekiyor. Bu törenin de açık havada, sahada olması  gerekirken, TFF Başkanı  Demirören bey, garip, garip olduğu kadar da manasız bir dsüşünceyle, törenin, yani kupa töreninin soyunma odasında yapılmasını ısrarla önerdi. GS yönetici ve oyuncular, törenin sahada olmasında ısrar edince kaybolan zaman 3 saat oldu. Vali, Emniyet Müdürü, TFF Başkanı, Fener ve GS başkan ve yöneticiler bir karar veremedikleri gibi, ışıklar sönük olan stattan da Fener seyircilerini sahadan çıkaramadılar.
Nihayet Başbakan'a müracaat edilmiş ve Onun
arzusuyla törenin sahada yapılması kesinlik kazandı. Hazırlıklar nasıl yapılmışsa, karanlık bir ortamda, alel acele kupa getirildi ve kimin verdiğinin de anlaşılmadığı bir ortamda kupayı GS oyuncuların ellerinde gördük. Madalyalarının da alınıp alınmadığını göremedik.
Futbolumuzun ne hallere geldiğini  maalesef üzüntü ile izledik. Bir törenin,  üç beş kendini bilmez seyircinin sahada olması, onların bir taşkınlık yapabileceği düşünülerek, kupayı, soyunma odasında vermeyi teklif eden ,Türk futbolunun başının  tutumu skandal değilde nedir? Sönük stat ışıklarını yaktıramayan, bir başkanın  dirayeti bu mudur? Töreni soyunma odasında mı, sahada mı yapalım'a  karar veremeyerek, Koca bir Devletin Başbakanına , Vali ve diğer yöneticiler tarafından sorulması, beceriksizliğin igfadesi değil midir?

Bütün bunlara rağmen, 2011-2012 sezonun şampiyonluğunu, art düşünceye sahip kişi ve kurum yöneticilerine inat, zor şartlar altında  edinmiş olan Galatasarayın tüm oyuncularını9, teknik kadroyu, yöneticileri ve taraftarlarını kutluyorum.
Galatasaray bu şampiyonlukla, 18. şampiyonluğuyla, fenerin sayısına yetişmiş oldu. Umarım ileriki iki yılını da şampiyon olursa 4. yıldızı da gtöğüslerine takarlar.
Galatasaray'ın 18 şampiyonluğuna bir bakalım. 


1961-1962

Galatasaray’ın profesyonel lig tarihindeki kazandığı ilk lig şampiyonluğuydu. Gündüz Kılıç’ın teknik direktörlüğünü yaptığı sezonda Galatasaray 38 maçta 23 galibiyet, 7 beraberlik ve 8 mağlubiyet alırken 57 puan toplamıştı.

1962-1963

Yine Gündüz Kılıç’ın teknik direktörlüğünü yaptığı Galatasaray tarihin en uzun lig maratonunda oynadığı 42 maçın 28’ini kazandı. 11 maçta berabere kalan Galatasaray 3 de mağlubiyet aldı. Eleme grubunda 32 puan toplayan Galatasaray final grubunda ise 35 puan toplamayı başarmıştı.

1968-1969

Toma Kaleperoviç’in teknik direktörlüğünü yaptığı bu sezonda Galatasaray üçüncü kez şampiyon oldu. 30 maçta 19 galibiyet, 8 beraberlik ve 3 mağlubiyet alan Galatasaray, 46 puan topladı.

1970-1971

Coşkun Özarı ve Brian Birch’ün çalıştırdığı Galatasaray 30 maçta 17 galibiyet, 8 beraberlik ve 5 mağlubiyet aldı. 42 puan toplayan Galatasaray dördüncü kez şampiyon oldu.

1971-1972

Brian Birch’ün tek yetkili olarak takımın başında bulunduğu bu sezonda Galatasaray 30 maçta bir önceki sezonda olduğu gibi 17 galibiyet, 8 beraberlik, 5 mağlubiyet aldı ve 42 puan topladı. Bu ligdeki beşinci şampiyonluktu.

1972-1973

Bu sezondaki şampiyonluk Galatasaray’ın üstüste kazandığı üçüncü şampiyonluk oldu. Galatasaray 30 maçta 19 galibiyet, 9 beraberlik ve 2 mağlubiyet aldığı bu sezonda 47 puanla şampiyon oldu. Brian Birch de Türkiye’de üstüste 3 şampiyonluk kazanan ilk teknik adam oldu.

1986-1987

14 yıl aradan sonra Jupp Derwall yönetiminde kazanılan bu şampiyonluk Galatasaray’ın profesyonel liglerdeki 7. şampiyonluğuydu. Galatasaray 36 maçta 23 galibiyet, 8 beraberlik 5 de mağlubiyet alırken 54 puan toplamıştı.

1987-1988

Mustafa Denizli’nin teknik direktörlüğü üstlendiği bu sezonda Galatasaray oynadığı 38 maçta 27 galibiyet, 9 beraberlik ve 2 mağlubiyet alırken ilk kez üç puan sisteminin uygulandığı bu sezonda 90 puan toplamıştı.

1992-1993

Karl Heinz Feldkamp’ın teknik direktörlük görevini üstlendiği bu sezonda Galatasaray 66 puanla şampiyon olurken, 20 galibiyet, 6 beraberlik ve 4 mağlubiyet almıştı.

1993-1994

Reinhard Holmann’ın teknik direktörlüğünü yaptığı bu sezonda Galatasaray, 30 maçta 22 galibiyet, 4 beraberlik ve 4 mağlubiyet aldı. 70 puan topladı. Bu şampiyonluk Galatasaray’ın lig tarihinde kazandığı 10. şampiyonluk olacaktı.

1996-1997

Fatih Terim’in teknik direktörlüğü üstlendiği bu sezonda Galatasaray, 34 maçta 25 galibiyet, 7 beraberlik 2 de mağlubiyet aldı. 82 puan toplayan Galatasaray böylece 11. kez şampiyon oluyordu.

1997-1998

34 maçta 23 galibiyet, 6 beraberlik ve 5 mağlubiyet alan Galatasaray, 75 puanla 12. kez şampiyon oldu. Bu sezona damgasını vuran gelişme ise Galatasaray Başkanı Faruk Süren’in “20:45’te şampiyonuz” mesajı olacaktı.

1998-1999

Fatih Terim yönetiminde üstüste üçüncü kez kazanılan bu şampiyonluğa 34 maçta 23 galibiyet, 9 beraberlik, 2 mağlubiyet ile ulaşılırken 78 de puan toplandı.

1999-2000

Üstüste dördüncü kez kazanılan bu şampiyonluk 34 maçta 24 galibiyet, 7 beraberlik ve 3 mağlubiyetle gelmişti. Fatih Terim’in son kez teknik direktörlük görevini üstlendiği bu sezonda aynı zamanda UEFA Kupası da kazanılmıştı.

2001-2002

Mircea Lucescu’nun teknik direktörlük görevini yürüttüğü bu sezonda Galatasaray 15. kez şampiyon olarak üçüncü yıldızı takan ilk takım olacaktı.Galatasaray bu şampiyonluğa 34 maçta 24 galibiyet, 6 beraberlik ve 4 mağlubiyetle ulaşmıştı.

2005-2006

Erik Gerets ile kazanılan bu şampiyonluk Galatasaray tarihindeki 16. şampiyonluk olacaktı. Fenerbahçe’nin son hafta Denizli’de berabere kalmasıyla gelen bu şampiyonluğa 26 galibiyet, 5 beraberlik 3 de mağlubiyetle ulaşıldı. Bu sezonun son maçı olan 3-0’lık Kayserispor maçı ve o maçın bitiminden itibaren 16 dakika süreyle Denizli’deki Fenerbahçe maçının bitmesinin beklenmesi unutulmaz anlar olarak tarihe geçecekti.

2007-2008

Karl Heinz Feldkamp ile başlayıp, sezonun bitmesine 6 hafta kala istifa etmesiyle Cevat Güler'in teknik direktörlüğüyle tamamlanan bu sezonda Galatasaray, sezon boyunca yaşanan birçok çalkantıya rağmen, çoğu ilk kez sarı-kırmızı forma giyen genç oyuncularının inanılmaz performansıyla 17. şampiyonluğa ulaştı. Sezonun 32. haftasında Fenerbahçe'yi yeni transfer Nonda'nın golüyle 1-0 yendikten sonra liderliği de ele geçiren Galatasaray, bu sezon müthiş bir çıkış yapan Sivasspor'u da sahasında 5-3 yenerek liderliğini iyi pekiştirdikten sonra en yakın rakipleri Fenerbahçe, Beşiktaş ve Sivasspor'a 6 puan fark atarak 79 puanla 17. şampiyonluğuna uzandı.

 Ve nihayet
2011-2012
Fatih terim'in teknik direktörlüğünde,  34 maç sonunda 77, süper final sonunda da 48 puan alarak Fenerden 1, Trabzondan ve Beşiktaştan da 15 puan fazla elde ederek şampiyon olmuştur. 

3 Mayıs 2012 Perşembe

23 Nisan bahane

NASILSINIZ?

Burhan Bursalıoğlu                                                                                                  Alıntı

24 Nisan Salı günü saat 13:00 te bir yurttaşımız Dikmen kapısından Meclis  girmek ve ziyaret etmek istemiş...
Ama kapıdaki polisler, yassak hemşerim  demişler...
Neden demişler biliyor musunuz?
Çünkü o yurttaşımızın boynunda, üzerinde Atatürk ün fotoğrafı olan ve Milletin istiklalini, yine milletin azim kararı kurtaracaktı  sözleri bulunan bir fular varmış...
Polise göre, bu fotoğraf ve sözler siyasi simge ymiş ve Meclise  sokulması yasakmış!
O yüzden içeri almamışlar vatandaşımızı...
Ama Meclisteki bazı şeriatçılar, kendi söyleyemediklerini Ulusal Egemenlik ve Çocuk Haftası etkinlikleri kapsamında, küçük çocuklara söyletmeyi alışkanlık haline getirdi.
Kara türbanlı bir kız,şeriata son veren Meclisin kürsüsüne çıkarak, şeriat talebinde bulundu.
Çocuk Meclisi adını taşıyan o oluşumda yer alan öğrencileri, kimin, nasıl seçtiği belli...
Amaçları da...

GÜNÜN SORUSU
Polis bir yurttaşımızı, Üzerinde Atatürk ün resminin ve sözünün bulunduğu bir fular taktığı gerekçesiyle Atatürkün Meclisine sokmadı ama bu olaydan sadece iki gün sonra 17 yaşındaki türbanlı bir kız, Meclis Kürsüsüne çıkıp, Meclis Başkanının gözünün önünde demokrasi nutku attı! Yani Atatürk siyasi simge; kara türban ise demokrasi göstergesi... Sorum size:Yazıyı okuyup bitirdiğiniz şu anda, kendinizi nasıl hissediyorsunuz?


1 Mayıs 2012 Salı

GERÇEKLER




Bir Mayıs İşçi ve Bahar bayramımızın, tüm Türk Emekçilerine kutlu olsun.
Taksim'de yapılacak olan  kutlamaların, eğlence ve bayram havasında, Türk Emekçisine yakışır şekilde geçmesini diliyorum.


AGOP


 Burhan Bursalıoğlu
1915'lerde ve tabii bugün de Türkiye'de pek çok Agop Martayan'lar vardır.  Eğer Türkler Ermenilere soykırım uygulasaydı bu topraklarda bir tek bile Agop Martayan'ın mezarı dahi kalmazdı.
Agop  Dilaçar ( MARTAYAN )

Agop Martayan İsminden de anlaşıldığı üzere bir Ermenidir. 
22 Mayıs 1895'te İstanbul Büyükdere'de ticaretle uğraşan köklü bir Ermeni ailesinin çocuğu olarak doğmuştur. 

Sizlerin, "Osmanlı bize soykırım uyguladı" dediğiniz 1915'te Robert Kolej'i bitirmiştir. 

Neymiş? Demek ki, 
Bir Ermeni 1915'te Robert Kolej'de okuyabiliyormuş. 
Ticaretle uğraşan ailesine yan gözle bakılmıyormuş. 
Üstelik Agop Martayan bir Ermeni olarak Osmanlı ordusunda Birinci Dünya Savaşı'nda,KAFKASLARDA yedek subay olarak görev alır. 

Demek ki yine neymiş: 
Osmanlı o yıllarda bir Ermeni'yi en mahrem noktasında eline silah verip vatan ve bayrağını ona emanet edebiliyormuş.. Soykırım yapan bir millet böyle abukluklar yapar mı?
Hitler, 
Yahudileri orduya alıp subay yaptı mı,  ellerine silah verdi mi?
Doğu cephesinde yani kimi Ermenilerin Osmanlıyı arkadan vurduğu cephede Osmanlı saflarında görev yapan Agop Martayan bu cephenin, ihanet eden soydaşlarının da yardımıyla çözülmesi üzerine Güney Cephesinde görev alır. 
Ve burada Mustafa Kemal Paşa'nın karşısına kötü bir talih olarak "esir" diye çıkartılır.
Uzatmayalım...
Mustafa Kemal Paşa Agop Martayan'a hürriyetini iade eder. Cebine para koyar, eline serbestçe dolaşabileceğini  belirtir bir belge verir. Bu süreçte gelişen ilgi çekici olayları bilmeyenlerin merakını tahrik için atlıyor, sonuca geçiyorum.
Hani biz Mustafa Kemal Paşa'ya "Atatürk" diyoruz ya.. 
İşte bu Agop Martayan, Mustafa Kemal Paşa  için, TBMM  ne "Atatürk" soyadını teklif eden adamdır. 

Agop Martayan, Mustafa Kemal Paşa'ya "Atatürk" dediği için
biz O'na Atatürk diyoruz. 

Çünkü Mustafa Kemal vatanı kurtarıp Cumhuriyeti kurduktan sonra her alanda olduğu gibi Türk dili üzerinde de derinlik ve genişliğine çalışmalara başlar. 

22 Eylül 1932 tarihinde Dolmabahçe Sarayı'nda gerçekleştirilen Türk Dili Konferansı'na Agop Martayan ile birlikte İstepan Gurdikyan ve Kevork Şimşyikyan da uzman olarak davet edilirler. 

Çünkü Agop Martayan devrin en büyük dil alimlerinden biridir. İngilizce, Yunanca, İspanyolca, Latince, Almanca, Rusça ve Bulgarca bildiği gibi, "Türkçe gramer" kitabı da yazmıştır. 

"Türk-Sümer ve Hitit Dilleri Arasındaki İlişkiler" bildirisini Agop bu kurultayda sunar. 

Ve 1934 yılında Atatürk tarafından TDK Başuzmanı olarak atanır. Yabancı sözcüklerin kökünü açmada uzman olduğu için Atatürk tarafından kendisine "Dilaçar" soyadı teklif edilir, 
O da bu soyadı memnunlukla kabul eder. 

"Beni buraya Atatürk getirdi, ölünceye kadar O'na ve Türkçeye layık olmaya çalışacağım" diyen Agop Dilaçar TDK Başuzmanı olarak 45 yıl görev yaptı. Agop Dilaçar, 12 Eylül 1979 da öldüğünde TRT  ölüm haberini Adil Dilaçar olarak yanlış vermişti. Sonradan bunu düzelten TRT  A. Dilaçar olarak verdi. 

Ey, "Türkler Ermenilere soykırım uygulanmıştır" diyen iftiracılar, Agop Martayan'ı bu tezinizde nereye oturtacaksınız?


MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...