25 Ekim 2012 Perşembe

BAYRAMLARIMIZ


KURBAN  BAYRAMIMIZ

Burhan Bursalıoğlu

Bugün Dini Bayramlarımızdan ikincisi olan Kurban Bayramını kutlamaya başladık.
İslam Alemi'nin  coşkuyla  kutladığı iki Bayramımız var. Bu yıl birincisi olan Ramazan Bayramını, her nekadar, terörün ve trafik canavarının  verdiği maddi ve ölümlü zararları olmuşsa da, ve her nekadar, bazı insanlarımızın, Bayramı evinde dost ve akrabaları ile geçirme yerine, soluğu deniz kenarında almışsalar da, yine de örf ve adetlerimize uyguna yakın bir şekilde geçirdik.
Aradan 2 ay gibi bir zaman geçti ve Kurban Bayramımıza kavuştuk. Bu iki  Bayram arasında terörün doruğa tırmanmış olması, onlarca şehit ailelerinin  feryatları, sel sularının yaptığı maddi ve manevi kayıpları, değişen okul yönetmeliklerin halkımızda oluşturduğu tedirginlik, adli yargılamaların devamı,  inanın ne geçmiş bayramın izlerinin  bıraktığı olumlu yönlerinin  zevkini çıkarmak, ne de, bu bayramı karşılama hazırlığı yapma gibi,geçmiş  zamanlardaki gibi bir seviç ve heyecan içinde olamadık.
İki ay önceki olumsuzluklar fazlası ile hala devam ediyor. Üstelik, kesilecek kurbanların yeri ve acemi kasapların işkence ile kesecekleri kurbanların görüntüleri de ayrı bir üzüntü.
Etrafıma bakıyorum. Hiç kimsede özel bir hazırlık yok.  Bir heyecan, bir hareket, alışveriş yok. İmkanları olan Güney illerine  veya yurt dışına gitmektedirler.  Sanki insanlar bayramı yalnız geçirme taraftarı gibi.  Aile, dost, akraba, arkadaşları ile  birlikte bayramı geçirmek yerine, mekan değiştirmeyi tercih eder durumdalar. Oturup, bayram ziyaretçilerini bekleme yerine, denize girmeyi, özgürce dolaşabileceği,  görmediği ülkeleri gezmek onlar için Bayramdan kaçmak gibi değil midir. Ben öyle algılıyorum.

Peki, bayram dan uzaklaşan ailelerin , yetişmekte olan çocuklarına, bayramın kutsallığı, bayram sevinci, bayramın gelenekleri, örf ve adetleri nasıl öğretilecektir. Yaklaşan Bayram  heyecenı, çocuklara alınacak hediyelerin zevki nasıl tattırılacaktır? O çocukların sevinci ve gelecek bayramları dört gözle bekleme duyguları nasıl aşılanacaktır.?
Benim çocukluğumda, yaz kış olsun, bayram hangi mevsime rastlarsa rastlasın, önce ev temizliği yapılırdı. Boya, badana ve tamirat ön şarttı.  Ramazan Bayramında   tatlılar,çocuklara elbise, ayakkabı gibi hediyeler alınır, onları yastığımızın altında saklardık.   Bayramlaşmaya gelecek olan çocuklar için mendil ve bozuk para ,şeker alınırdı. Tepsi, tepsi tatlılar hazırlanırdı. Kurban Bayramında aynı hazırlıklar yapılır, ayrıca kurbanlıklar alınır, en az bir hafta o hayvan bakılır, boynuna kurdale takılırdı. Çocuklar onu gezdirirdi.

Bayram namazından sonra herkes bayramlaşır, evde çocuklar yeni giysilerini  giyer,   büyüklerimizden  başlayarak bayramlarını ellerini öperek kutlar, harçlığımızı alır, yakın ve mahallemizdeki evleri ziyaret ederdik.  Dargınlar barışır, düşmanlar dost olurdu.  Zamanımızda yozlaşma görüyorum. Aynı apartmanda, karşı karşıya oturanlar birbirine ziyarette dahi bulunmuyorlar. Merhaba bile demiyorlar.  Bu durum Sosyologlar tarafından enine boyuna incelenip  durum raporu çıkarılarak nereden nereye indiğimizi göstermeliler.

Bu bayramın bir başka üzücü yönü de kurbanlıkların kesildikten sonra birakılan atıklar. Geçmiş yıllarda gördüğümüz çirkin manzaralar, umarın bu bayram sonrasında görmeyiz. Belediyelerimizin alacağı önlemler ve bu önlemlere uymayı görev addeden  kurban kesicilerinin davranışları sonucunda dünyamıza karşı gülünç duruma düşmeyiz.
Tüm halkımızın,  bütün olumsuzluklar yanında. Kurban Bayramını, mutlu , sağlıklı, üzüntüsüz, doğal afetsiz, terörden uzak geçirmelerini diliyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum. 















 

12 Ekim 2012 Cuma

SÖO BİRLİKTELİĞİ




SÖO MEZUNLARI TOPLANTISI İYİ GEÇMEDİ.

Burhan BURSALIOĞLU

29 Eylül sabahı Bodrum'dan3 araba ve eşlerimizle birlikte 9 Sivas Öğretmen Okulu Mezunu
arkadaşlarımla Kuşadası- Davutlar'da bulunan Egerie Bach tatil köyüne doğru yola çıktık. 2 saat sonra tatil köyüne vardık.

34. buluşmada arkadaşlarımızla karşılaşma heyecanını beklerken, karşımıza Rus ve Bulgar turistleri çıktı. Burası Rus ve Bulgar turistlere hitap ediyormuş. Duvarlardaki uyarı yazıları ve levhalar Bulgarca ve Rusça.

Bizden önce gelen ve bizden sonra gelen arkadaşlarımızla sarmaş dolaş olduktan sonra,odalarımızın anahtarlarını saat: 15 den sonra verdiler. Bir kısım turistlerin boşalttığı odaların temizliği için bekletilmişiz.
TURİSTİK  TESİS
 
Genel olarak, yabancılara hizmet veren bu tatil köyü sanki kendi haline bırakılmış, bakımsız,kullanılacak araç gereçler in bir kısmı bozuk,kırıl ,boyasız,çatlak veya çalışmaz durumda idi. 34. yılımıza kadar gittiğimiz hiçbir yerde bu kadar bakımsız,terkedilmiş hiçbir turistik tesis görmedik. Yemekhane çok geniş. Açık ve kapalı bülümleri var. Ama hizmet sıfır. Açık büfe, çeşitli yemekler,çeşitli salata ve tatlılar. İlk günden barsakları bozulanlar,hastalananlar son güne kadar devam etti. Su bardakları,çay bardakları ve çay kaşıkları plastikten,ekmekler bütün olarak masaya konmuş yanında da bir ekmek bıçağı, herkes ihtiyacı kadarını keserek alıyor. Şikayetlerimizin sonucunda sadece çay bardakları kulplu porselenlerle değiştirildi.
BİSİKLET VE YÜRÜYÜŞ PARKURU

Çevre bakımı sıfır. Bütün çiçekler solmuş,kuruyan yapraklar temizlenmemiş,çöpler köpekler tarafından dağıtılmış, kısaca hoş olmayan görüntüler. Mücadele yapılamadığından da sivrisinekler pek çoktu. İlk günden itibaren sineklere yem olduk.

Sonradan öğrendik ki, Bu tesis Zıraat Bankası tarafından 49 yıllığına kiraya verilmiş. Kiracı birkaç sene tesisi kullanmış ve geçen yıl da bir başkasına nasıl satmışsa satmış. Yeni alanlar tesisi yıkıp büyük bir otel yapacaklarmış. Netekim 9. günümüzde birileri geldi, kurban kestiler, çıkacağımız gün, daha tesis boşaltılmadan, 20-30 işçi ve dozerler gelerek yıkıma başlandı. Akşam için uçak bekleyen, otobüs saatini bekleyen oradaki arkadaşlarımızdan öğrendiğimiz kadarıyla, yataklar, televizyonlar, masa sandalyeler toplanmış ve yıkım da tamamlanmak üzereymiş. 

Ertesi sabah  Pazar günü, yani 30 Eylül , saat 07 de kalkarak sahilde yürüyüşe başladım. 10 kilometrelik ,3 metre genişliğinde yürüyüş ve 3 metre genişliğinde de bisiklet parkuru yapılmış. Yürüyüş parkuru  ile deniz arasındaki ince ve sarı kumdan oluşan kumsal, her tarafta 50-60 metre  genişliğinde. Parke taşlardan döşenen yürüyüş ve bisiklet parkurundan sonra 70-80 metre yeşil alan bırakılmış. Yeşil alandan sonra  site evleri.  Tüm site evleri  denize dik şekilde planlanmış. Bütün  evler denizi görüyor. Güzel bir planlama ile yerleşim alanı oluşmuş. Ne yazık ki, sitelere ait olan yeşil alanlar çok temiz, belediyeye ait olan bölgeler ise çöp yığını. Ana caddelerin kaldırımları, ağaçların altları da çöplük. Belediyenin sanki temizlik birimi yok.

Hakkı ÇAĞLAR, Metin GÜVENÇ, Ben, H.H.Tekışık,İzzettin UZUNCAve İlhami Erdağı

Tesisin en olumlu çalışması, her sabah oda bakıcı kadınların gelip temizlik yapması, etrafı ve yatakları düzeltmeleri, pikelerle değişik duruşlarda kuğu modelleri yapmaları. Onlardan herkes memnundu.

Yarı açık, Pegasus adı verilen oyun bölümünde hiçbir oyun aleti yoktu. Buna karşılık su, çay,neskafe ücretsiz ve devamlı idi. Birçok arkadaş dışardan oyun kağıdı, okey takımı aldılar, denizden arta kalan vakitlerini oyun oynayarak geçirdiler.

Tesisin bütün olumsuzluklarına karşı kendi imkanlarımızla geziler oluşturduk. Tekne ile koy gezileri, Meryem Ana, Efes, Selçuk, güzelce gezilerinin yanında, Yunanistan' ın Sisam adası gezisi gibi.

35 arkadaş birleşerek yakında bulunan müzikli gazino da 2 gece yemekli eğlence düzenledik.
BEKLENMEYEN KAYIPLARIMIZ
 
Bu arada, 2 günlüğüne, Ankara dan Hüseyin Hüsnü Tekışık, Cemil Mıhçı ve İzmir'den İzzettin Uzunca geldiler. 2. eğlence gecemizde 1945 ve 1948 mezunları bu efsane öğretmenlerimiz de aramızdaydı.

BEDRİYE SAĞLAMER 

                                                              İSMAİL  GÜLAMBER

Gelenler gelmeyenleri merak ederken,İzmirde ikamet eden, her toplantımıza eşiyle iştirak eden Sivas Öğretmen Okulu 1953 mezunu, 1933 Diyarbakır doğumlu İsmail Gülamber arkadaşımızı ve iki gün sonra da, yine İzmir'de ikamet eden 1951 SÖO mezunu Sivas 1932 doğumlu Bedriye Sağlameri' kaybettiğimizin haberi neşemizi alıp götürmüştü. Bedriye ve İsmail arkadaşlarımıza Allahtan rahmet diliyorum. Aile, dost  ve SÖO mezunlarına da başsağlığı, kalanlara da uzun ömürler diliyorum.

Üzüntümüz   bukadarla da kalmadı.

34. buluşma organizesini arkadaşımız Turgut Terzioğlu yapmıştı. Turgut titiz bir insandı. Olumsuzlukları asgari.ye indirmrk için çabalayıp dururdu. Bu arada Sivas Öğretmen Okulunun açılışının 100. yılına rastlayan 2014 yılı için bir kitap hazırlama girişimini başlatmıştı. Birlikteliğimizin dokuzuncu günü, sabah 8.30 da Meryem ana ve efes gezilerine katılacaklarını yolcu ettikten sonra bana, bilgisayarının tamirde olduğunu, bu nedenle, hazırlayacağı kitap için. Milli Eğitim Bakanlığından, Sivas Öğretmen Okulunun kuruluşundan kapanışına kadar olan süre içinde mezun olanların diploma defteri süretini istediğini, Bakanlık bir sidi gönderdiğini, henüz içinde ne olduğunu bilmediğini, benim bilgisayardan sidiye bakmamızı rica etti. Ben de bilgisayarı alarak Pegasus salonuna getirip sidiyi incelemeye başladık. Turgut , sidide 1950 ile 1968 yuılları arasında mezun olanları gördu ve kızdı. "-Ben yüz yıllık mezunların listesini istedim Bakanlık eksik göndermiş" diyerek üzüntüsünü ifade etti. Ekleyerek" Kışın Sivas'a giderken Bakanlığa uğrar hepsini alırım" dedi. Kendi ve etrafımızda toplanan arkadaşların diploma defterindeki resim ve notlarına bakarak kimin notları daha yüksekmiş şeklinde yorumlar ve gülüşmelerle önemli bir zaman geçirdik. Daha sonra Turgut Terzioğlu arada tavla oynuyor ve arkadaşların problemlerini çözmeye çalışıyordu. Gece yarısı herkes problemsiz odalarına çekildi.

Sabahleyin 6.45 de yürüyüşüme çıktım. 08 de kahvaltımı yaptım. Kalktım, bir arkadaşım telaşla yanıma gelerek, "Turgut'u kaybetmişiz" deyinca şaşırdım. "Haydı canım sana şaka yapmışlar " dedim. Dedim ama telaşlı hali dikkatimi çekti Yemekhanenin .kapalı bölümüne geçtim, hemen hemen herkesin ayakta ve grup oluşturduğunu görüncer "birşeylerin olduğunu " sezinleyip ben de heyecanlandım. Bu sefer beni gören yanıma gelip "Doğru mu' diye olayın yanlış veya doğruluğunu benden öğrenmeye çalıştılar, ama ben de onlar kadar biliyor, üstelik ben olayın bir şaka olabileceğini düşünüyordum. Çünkü dün beraberdik. Herhangi bir rahatsızlığı yoktu. Geziyor, yiyor, içiyordu. Bunun bi.r şaka olabileceğini düşündüm. Herkesteki telaş beni araştırmaya itti. Müessese görevlisi arada bir şakalaştığım bir bayana rastladım. Turgutla ilgili birşey duydun mu dedim. Bana üzüntülü olarak gerçeği anlattı. Gece ona telefon etmişler. Turgut Beyin rahatsızlandığını, Turgut'u Kuşadası hastanesine , göğsünde yanma şikayeti ile götürüldüğünü, orada kardiyoji olmadığını, bu nedenle hastanın Söke Devlet Hastanesine sevkedildiğini, kendisinin de Sökede bulunması nedeniyle ilgilenmesi istendiğini  anlattı.. Hastahaneye gitmiş, müdahale eden doktoru tanıyormuş Ondan bilgi almış. Kalp kontrolünde bir şey çıkmamış. Böbreklere sonda takmışlar, bir damla bile gelmemiş. Böbrekleri çalışmadığını söylemişler. Akciğerlerde su varmış. Nefes almakta güçlük çekiyormuş. Onun için ciğerlere hava vermişler, ama kurtaramamışlar. Bu bilgileri Egerie Bach ın görevlisinden aldım. Gece 2.30 civarında vefat eden Turgut'un İstanbul'daki çocuklarına haber veriliyor ve sabah çocuklar Söke^ye geliyorler. Eşinin durumunu anlatmaya gerek var mı? Perişandı. Saat 11.30 da topluca hastaneye giderek, 12 de cenaze arabasıyla, Turgut'u İstanbul'a uğurladık.Eşi çocukları ve yakınları da diğer özel arabalarla İstanbul'la gittiler. Ertesi Salı günü tatil köyünü terkettik. O gün ikindi namazında Karacaahmet mezarlığındaki camide namazı kılınarak, SÖO Mezunları adına yaptırılan çelenkler eşliğinde Ümraniye, Kocatepe mezarlığına defnedildi.

 TURGUT TERZİOĞLU

34. birlikteliğimizin son dokuzuncu gününde oluşan bu acı olay hepimizi üzdü. O gün sanki bitmeyecekti. Zamanın çabuk geçmesini, br an önce oradan ayrılmamızı istedik. o gün de geldi ve ayrıldık.

Turgut fazla gülen, neşeli bir insan değil di. Buna rağmen çok sakin, sessiz,hoşgörülü, iyi niyetli, yardım sever bir arkadaşımızdı. 1959 yılında Sivas Öğretmen okulundan mezun, 1942 Kemah doğumlu idi.

Turgut Terzioğlu'na Allahtan rahmet,Ailesine , arkadaşlarına, dostlarına ve Sivas Öğretmen Okulu mezunlarına da sabır diliyorum.

 

28 Eylül 2012 Cuma

GÜNCEL


GELENEKSELLEŞEN BERABERLİK DEVAM EDİYOR

34 yıldır ve her yıl 10 gün olmak üzere, aralıksız Sivas Öğretmen Okulu'ndan mezun olan bizlerin, tekrar bir araya gelme vakti geldi.
29 Eylül 2012 tarihinde, 10 gün için, Kuşadası, Davutlar beldesinde bulunan Egerie Bach tatil köyünde Sivas Öğretmen Okulu mezunları olarak, her yıl olduğu gibi, geçmişin anıları, gençlik maceralarımızı dile getireceğiz.
Dünya'nın hiçbir ülkesinde, bukadar uzun süreli  beraberlik uygulanmamaktadır. Bunu uygulamak ancak, dostluk, arkadaşlık sevgisi yanında, Sivas'ın Kabak yazısının suyu ve havasını almış olanlara mahsustur.
 Arkadaşlık sevgisinin ileri aşamasında olan bizlerin bu birlikteliklerimiz, öyle zannediyorum ki, 2 kişi kalana kadar devam edecektir.
Bizim aramıza katılıp, öğretmen-öğrenci mesafesini yok sayan öğretmenlerimizin de varlığı, bu  toplantılarımızı daha çok onurlandırmaktadır.
Ne yazık ki, zaman zaman aramaızdan ayrılıp, Allahın rahmetine kavuşan sevgili öğretmenlerimiz  yavaş yavaş azaldılar. Bu arada arkadaşlarımızdan da, bu dünya'ya veda edenler olmaktadır. Doğanın bir kanunu olan ölümlerin daha yavaş gelmelerini dilerken, bizleri  terkeden öğretmen ve arkadaşlarımıza Allah'tan rahmet,  Hepsinin nur içinde yatmalarını diliyorum.

Bu maksatla, bir müddet blog yazılarıma devam edemeyeceğim. Okurlarımdan özür diliyor,10 Ekim'de buluşmak üzere, saygı ve sevgilerimi sunuyorum

Burhan Bursalıoğlu


SÖO Mezunları bir yemekte.

   

17 Eylül 2012 Pazartesi

EĞİTİM



SORUNLARIYLA GELEN ÖĞRETİM YILI
Burhan Bursalıoğlu

Sevgili okuyucularım. Bugün tüm  yurdun dört bucağında  okulların açıldığı gündür.
 Bu öğretim yılı öyle bir şekilde açıldı ki, bütün sorunlarını da yanında taşıdı. Başta öğretmenler ne yapacaklarını bilmiyor. Veliler kuşku içinde.Okul binaları yetersiz ve sınıflar 60-70  kişilik. Birçok okul binaların tamiratları bitmemiş. Araç gereç eksik veya yok. 60 -66 aylık çocuklara göre lavabolar hazırlanmış değil. Bu çocuklar için öğretmen  seminerleri yapılmadı. Açıkta olan öğretmenlerin geleceği belli değil. Okul idarecileri şaşkın. Ders kitapları tümden değişti ve maalesef Atatürk ve inkilaplar müfredattan kaldırıldı. Atatürk ve silah arkadaşları unutturulmak  için gereken her şey yapılıyor. Seçmeli derslerden  üçü hariç  gerisi göz boyama. Seçmeli derslerden "Hazreti Muhammet'in Hayatı, Kuran ve arapçanın dışındakilerin öğretmenleri yok, dershane yok  seçen öğrenci yok "  ALDATMACASIYLA VELİLER  İLK 3 DERSİN SEÇİMİNE ZORLANMAKTADIR.
EĞİTİMDE BİR KAOSTUR BAŞLADI VE BUNUN NASIL, NE ZAMAN BİTECEĞİ DE BELLİ DEĞİL.
Şu ana kadar 600 ün üzerinde ortaokul İmam hatip okuluna çevrildi.  Yukarıda anlattığım aldatmaca sonunda Ülkemizde  galiba sivil ortaokul ve lise kalmayacaktır.
Bu blokta, bundan böyle Milli Eğitimle ( Eğitimin Millisi kalmadı. Galiba, Ömer Dinçer Eğitimi demek daha isabetli olur)  ilgili gelişmeler zaman içinde, düşüncelerini beyan eden yazar ve düşünürlere yer vereceğim.
Bu gün Sözcü Gazetesinin  yazarlarından  Saygı Öztürk'ün eğitimle ilgili yazısını koyuyorum.
Bu öğretim yılı, öğrencilerimize başarılı geçmesini, öğretmen ve idarecilerimize sabırlar diliyor ve velilerimize de oyuna gelmemelerini  tavsiye ediyorum.


 Haktan, hukuktan söz edenlere bak

Saygı Öztürk

Mil­li Eği­tim Ba­kan­lı­ğı, han­gi ya­sa­da, yö­net­me­lik­te de­ği­şik­lik yap­sa, bu du­rum “re­form” di­ye ya­zı­lı­yor. Da­ha ön­ce de be­lirt­ti­ği­miz gi­bi bir­çok ko­nu­da ba­ka­na yan­lış bil­gi ve­ri­li­yor, ba­kan bun­la­rı doğ­ru bil­giy­miş gi­bi ak­ta­rı­yor. An­la­tı­lan­la­ra eği- ­tim­ci­ler inan­mı­yor, çün­kü işin as­lı­nı bi­li­yorlar.

Ye­ni öğ­re­tim yı­lı­na gi­ri­lir­ken okul­la­ra ders ki­tap­la­rı gön­de­ril­di. 5. sı­nıf di­ye bir sı­nıf ol­ma­ma­sı­na rağ­men mil­yon­lar­ca adet 5. sı­nıf ki­ta­bı okul­la­ra ulaş­tı­rıl­dı. İl­ko­kul bi­rin­ci sı­nıf­la­rın, or­ta­okul 1. sı­nıf­la­rın ders prog­ra­mı de­ğiş­ti­ril­di. Üç ay oyun­la ge­çe­cek. An­cak prog­ram bu­na gö­re de­ğil. Ma­dem okut­ma­ya­cak­sı­nız, ki­ta­bı ni­çin ona gö­re bas­tır­mı­yor, dev­le­ti tril­yon­lar­ca li­ra za­ra­ra uğ­ra­tı­yor­su­nuz?

He­def, AK­P’­li ol­ma­yan­lar…
Ta­lim ve Ter­bi­ye Ku­ru­lu­’nun, ona­yın­dan ge­çen ders ki­ta­bı 5 öğ­re­tim yı­lı oku­tu­lu­yor, bu ki­tap­lar da ya­yın­cı­la­rı­na bü­yük pa­ra­lar ka­zan­dı­rı­yor. İş­te bu yüz­den­dir ki, ders ki­tap­la­rı­nın se­çi­mi son de­re­ce önem­li. Ki­tap se­çi­miy­le il­gi­li id­di­alar da gün­dem­den hiç düş­mez.
Ki­tap in­ce­le­me mer­ke­zin­de 100’ün üze­rin­de öğ­ret­men gö­rev ya­par. Bun­lar ara­sın­da bir­kaç yan­lış ya­pan çı­kı­yor ama ken­di­le­ri­ni eği­ti­me ada­mış, gö­rev­le­ri­ni hak­kıy­la ye­ri­ne ge­ti­ren­ler ço­ğun­luk­ta­dır. Önem­li bir bö­lü­mü­nün, AKP yan­lı­sı öğ­ret­men sen­di­ka­sı­nın üye­si ol­ma­ma­sı Ba­kan­lık için so­run ya­ra­tı­yor. Ba­kan­lık, on­la­rı gön­de­ri­yor, öğ­ret­men­ler mah­ke­me ka­ra­rıy­la dö­nü­yor.

Bu kö­şe­nin okur­la­rı­na, Mil­li Eği­tim Ba­kan­lı­ğı Ders Ki­tap­la­rı ve Eği­tim Araç­la­rı Yö­net­me­li­ği­’nin de­ğiş­ti­ri­le­ce­ği­ni, ki­tap in­ce­le­me­si­nin TÜ­Bİ­TA­K’­a dev­re­dil­mek is­ten­di­ği­ni be­lirt­miş, asıl ama­cın ora­da­ki öğ­ret­men­le­ri gön­der­mek ol­du­ğu­nu da ek­le­miş­tim. Mil­li Eği­tim Ba­kan­lı­ğı­’nın bu öne­ri­si­ni, TÜ­Bİ­TAK hak­lı ge­rek­çe­ler­le ka­bul et­me­di. O za­man, Mil­li Eği­tim Ba­kan­lı­ğı ye­ni ara­yı­şa gir­di. Öy­le bir dü­zen­le­me yap­ma­lıy­dı ki, bu mer­kez­de gö­rev­li öğ­ret­men­ler da­ğı­tıl­ma­lı, ken­di­le­ri­ne ya­kın olan­lar da sı­na­va bi­le gir­me­den yük­sel­til­me­liy­di.

Başkanlığa, AK­P’­den ge­ti­ril­di
Mil­li Eği­tim Ba­kan­lı­ğı yö­net­me­li­ği de­ğiş­tir­di. Ders ki­tap­la­rı­nı in­ce­le­yen ko­mis­yon adı git­ti ye­ri­ni “pa­nel” al­dı. Ko­mis­yon üye­si­nin adı da “pa­ne­list” ol­du. De­ği­şik­li­ğe gö­re, Ta­lim ve Ter­bi­ye Ku­ru­lu Baş­kan­lı­ğı­’n­da bir ve­ri ta­ba­nı oluş­tu­ru­la­cak, Tür­ki­ye ge­ne­lin­de dok­to­ra­sı­nı yap­mış olan­lar­dan 5, öğ­ret­men­ler­den 10 yıl hiz­me­ti olan­la­rın ve­ri ta­ba­nın­dan baş­vu­ru­la­rı alı­na­cak. İh­ti­yaç öl­çü­sün­de öğ­ret­men­ler bir ha­vuz­da top­la­na­cak.

Grup Baş­kan­lı­ğı­’na, AKP Ge­nel Mer­ke­zi­’ n­den gön­de­ri­len Ze­ke­ri­ya Er­be­yi 2008’de getirildi. O gö­re­vi­ni sür­dür­me­ye de­vam ede­cek. Er­be­yi, ve­ri ta­ba­nın­da­ki pa­ne­list­le­rin de­ğer­len­dir­me­si­ni, se­çi­mi­ni, ko­or­di­nas­yo­nu­nu ya­pa­cak.

Baş­vu­ru ya­pı­la­cak ki­tap­lar, 6-8 pa­ne­lis­te elek­tro­nik or­tam­da gön­de­ri­le­cek. On­lar ay­rı ay­rı in­ce­le­ye­cek, ra­por­la­rı­nı ya­za­cak (bu­nun için sü­re ko­nul­ma­sı da unu­tul­muş), Ta­lim ve Ter­bi­ye Baş­kan­lı­ğı­’na gön­de­re­cek. Da­ha son­ra pa­ne­list­ler An­ka­ra­’ya çağ­rı­la­cak, ra­por­la­rı din­le­ne­cek. Pa­ne­list­ler gö­rüş bir­li­ği­ne va­ra­bi­lir­se, ra­por ha­zır­la­nıp ki­tap Ta­lim ve Ter­bi­ye Ku­ru­lu­’na su­nu­la­cak.

Her ders­le il­gi­li in­ce­le­me kri­te­ri be­lir­len­miş. 3 ço­ki­yi, 2 iyi, sı­fır ise “i­yi de­ğil”­miş. Hiçbir sistemde, sı­fı­rı “i­yi de­ğil” di­ye de­ğer­len­di­ren bir kriter var mı aca­ba?

Bu­na “Yan­lı­lık be­ya­nı” de­nir
Pa­ne­list­ler­den “yan­sız” dav­ra­na­cak­la­rı­na da­ir bi­rer be­yan alı­na­cak­mış. Yan­sız dav­ra­na­ca­ğı­nı be­yan et­me­si de­mek, yan­lı ol­du­ğu­nu or­ta­ya ko­yar. Böy­le bir yö­net­me­lik olur mu? Öğ­ret­men­le­rin gö­rev­len­dir­me­le­riy­le, ne za­man oku­ya­cak­la­rı, han­gi dö­nem­ler­de An­ka­ra­’ya çağ­rı­la­cak­la­rı da da­hil hiç­bir ay­rın­tı yok.

Bu­gün ya­kın­ma ko­nu­su olan “kir­li iliş­ki­ler” bu kez Ba­kan­lık bi­na­sın­dan çı­kıp bü­tün il ve il­çe­ler­de­ki öğ­ret­men­le­re, okul­la­ra ya­yı­la­cak. Ya­yı­nev­le­ri, ki­tap­la­rı­na yük­sek pu­an ver­me­si için bu kez “pa­ne­list” pe­şin­de ko­şa­cak. Üs­te­lik, bu dü­zen­le­me, ka­li­te­yi ar­tır­mı­yor, kir­li iliş­ki­le­ri de or­ta­dan kal­dır­mı­yor. Kal­dır­ma­dı­ğı gi­bi da­ha da ge­niş­le­ti­yor.

Mil­li Eği­tim Ba­ka­nı Ömer Din­çer, gö­rev­len­dir­me­le­ri ip­tal et­ti. Bu du­rum­da olan­la­rın gel­dik­le­ri oku­la gön­de­ril­me­le­ri ge­re­ki­yor. An­cak, dev­re­ye ba­kan­lar gir­di. Kur­ta­rıl­mak is­te­ne­ni kur­tar­mak, gön­de­ril­mek is­te­ne­ni de gön­der­mek için ba­kın ne­ler ya­pıl­dı:

Mer­kez Teş­ki­la­tın­da Gö­rev­de Yük­selt­me Yö­net­me­li­ği­’ne gö­re, “e­ği­tim uz­ma­nı” ola­bil­mek için sı­na­va gir­me, sı­nav­da bel­li bir pu­an al­ma şar­tı var­dı. Din­çer, 8 Ey­lü­l’­de yö­net­me­li­ği de­ğiş­tir­di. Öğ­ret­men­le­rin eği­tim uz­ma­nı ola­bil­me­si için sı­na­va gir­me ve bel­li pu­an al­ma şar­tı­nı kal­dır­dı. Ta­lim Ter­bi­ye Ku­ru­lu­’n­da, ge­nel mü­dür­lük­ler­de gö­rev­li öğ­ret­men­le­rin baş­vu­ru­la­rı alı­na­cak, bun­lar sı­na­va gir­me­den “e­ği­tim uz­ma­nı” ola­rak ça­lış­tı­rı­la­cak. Di­ğer­le­ri­ne ise “o­ku­lu­nu­za marş marş” de­ni­le­cek.

Son­ra hak­tan, hu­kuk­tan, ada­let­ten söz ede­cek­si­niz. Sev­sin­ler si­zi…
----


10 Eylül 2012 Pazartesi

EĞİTİM



EĞİTİMDE  4+4+4  ÜN  ALDATMACASI

Burhan Bursalıoğlu

Bugün 10 Eylül. Tüm Türkiye'de İlkokul birinci sınıflar okullarına başlayacaklardır.
4+4+4  sistemi  ile, tüm okullarımız,17 Eylül'de Eğitim ve Öğretime, bir bilinmezlik ve kargaşa ortamında kapılarını açacaklardır.
4+4+4 sistemi öyle bir kargaşa  yaratacak ki, veliler çocuklarını okula gönderdikleri için pişman olacaklar, çocuklar da "okul bu mu, yeni sistem bu mu" diyerek ya okulu terk edecek veya  nefret edecek. Sonuçta bunalıma girecektir.
Özellikle  hazırlanan birinci sınıf müfredat programının tüm içeriği, bir yıl boyunca 2 harf , 10 na kadar sayı saymayı ve bol bol oyundur. 5.5 yaşındaki çocuklar zaten ana okullarında veya ailesinde  daha çok bilgiler elde etmektedir. Hatta ana okullarında okumayı söken ve özel gecelerinde taktim, konuşma ve şiir okuyanlar, yabancı dille monoloğ şarkı söyleyenler de olmaktadır.  Ana okulundaki çocuğu , ilkokula mecburen getir ve  iki harf ile 10 na kadar sayı sayması için bir yıl alıkoy! Bu nasıl bir eğitim sistemi?
Eleştirilecek tarafları o kadar çok ki, bloğumun sayfaları yetmez.
9.Eylül.2012 tarihli Sözcü Gazetesi yazarlarından Saygı ÖZTÜRK'ün  Eğitimde kandırma dönemi başlıklı yazısını aşağıya aynen bilgilerinize sunuyorum. 4+4+4  sisteminin hangi maksatla  uydurulduğunu ve gerek velileri , gerekse öğrencileri nasıl bir oyunla kandırılıp, kendi mecrasına doğru sürüklediklerini okuyacaksınız.
Tüm velilerimize kolay gelsin diyor, öğrencilerimize başarı ve öğretmenlerimize de sabır diliyorum.


EĞİTİMDE  KANDIRMA  DÖNEMİ

Saygı ÖZTÜRK

Milli Eğitim Bakanlığı, okula başlama yaşını geçmişte de gündeme getirmiş, bugün yaşanan tartışmaların benzeri yapılmıştı. Okul çağına gelmemiş çocuklar okullara gönderildi. Uzmanların görüşlerine uyulmamasının beraberinde getirdiği sorunlar hep birlikte yaşandı. Dönemin ilköğretim genel müdürü, izlenen yanlış politikalar nedeniyle görevden alındı. Bakan Dinçer’in de akıbetinin aynı olacağı anlaşılıyor. Eğitime bu kadar zarar veren, öğretmenleri adeta hasım gibi gören, onların eşlerinden ayrı kalmasını sağlayan Bakanın, bu kadar ”ahh” aldıktan sonra kalıcı olması da şaşırtıcı olur.

AKP’nin önceki Milli Eğitim Bakanları Hüseyin Çelik ve Nimet Çubukçu, bürokratlarını dinler, uzmanların görüşünü alır, kararlarını verirlerdi. Oysa, Ömer Dinçer, eğitim uzmanlarının değil, imam hatip derneklerinin istekleri doğrultusunda adımlar atıyor. Dinçer, bütün okulları imam-hatipleştirme yolunda hızla ilerliyor, yaptıklarını eleştirenleri de PKK’lı ilan ediyor. Ayıptır ayıp…

Bütün okullar imam-hatipleştirildi
Okullardan Atatürk’ün, İsmet İnönü’nün adını kaldırıp imam hatibe çevrildi. Bu okullara kayıtları artırmak için her yola başvuruldu. Genel liselerin sayısı azaltıldı, bu okullardaki kontenjan fazlası öğrencilerin imam hatip liselerine gidişlerinin yolu açıldı.

İmam hatip ortaokullarıyla, ortaokullar arasında program yönünden hiçbir farklılık kalmadı. İmam hatip liselerinde Kur’an-ı Kerim, Hz. Muhammed’in Hayatı dersleri zorunlu, diğer ortaokullarda ise seçmeli. Kalan bütün dersler aynı. “Ortaokulda bu dersler seçmeli, isteyen bu dersleri seçer, istemeyen seçmez” denilecektir.

Ancak durum bildiğiniz gibi değil. Kurnazlık burada da devreye girdi. Milli Eğitim Bakanı’nın gözüne girmek isteyen müdürler yapacaklarını yine yaptı. Neler yaptı anlatalım.

Kur’an-ı Kerim’in adı seçmeli
Hemen hepsi Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in bakanlığı döneminde göreve getirilen il milli eğitim müdürleri, okullara “öğrencinin seçmeli dersleri arasında mutlaka Kur’an-ı Kerim bulunsun. Öğrencinin, Kur-an-ı Kerim dersini seçmesini sağlamak için bu derse ilgi olduğunu, diğer derslere yeterli ilgi olmadığından o ders için sınıf açılmayacağını” anlatmaya başladılar.
Elimde bu konuda çok sayıda belge var. Örneği Konya’dan verelim. Okul müdürlükleri, seçmeli dersler arasından eleme yapıyor, okullarından hangi seçmeli derslerin alınabileceğinin listesini çıkarıyor. Öğrencinin adını, soyadını yazıp okul müdürlüğüne vereceği dilekçe hazırlanmış. Okul yönetiminin seçtiği dersler sıralayalım: Kur’an-ı Kerim, Hz.Muhammed’in Hayatı, İşletme, Uluslararası İlişkiler (haftada ikişer saat), Temel Dini Bilgiler, Bilgi Kuramı, Demokrasi ve İnsan Hakları (haftada birer saat).

Öğrencilerin okul türlerine göre seçmeli ders sayısı da farklı. Örneğin Anadolu Ticaret Meslek Lisesi öğrencileri haftada 4 saat seçmeli ders alacak. Okul yönetimi, dilekçede yer alan derslerden hangisinin seçilmesi gerektiğini öğrenci velisine söylüyor. Öyle listedeki gibi istediğin dersi seçmek yok. Okul müdürü diyecektir ki, “Sayın veli, sizin istediğiniz dersin seçmeli olarak okutulabilmesi için en az 10 öğrenci tarafından seçilmesi gerekmektedir. Ancak, bu dersi seçen yok. Yani o ders için sınıf açılmaz. Onun için bizim işaretlediğimiz iki dersi seçin” diyor.

Velinin istediği değil
Veli istediği kadar, “Ben, listedeki seçmeli derslerden çocuğumun ‘Demokrasi ve İnsan Hakları’ ile ‘Uluslararası İlişkiler’ derslerini okumasını istiyorum” derse, okul müdürü, bu derslerden ancak birisini seçebileceğini, diğerinin de Kur’an-ı Kerim dersi olmasını söylüyor.

Açıkçası, hemen tüm okullarda Kur’an-ı Kerim’i seçmeli olmaktan çıkarılıp, “zorunlu seçmeli” hale getirildi. Velilerin “Ben çocuğumun Uluslararası İlişkiler ile Demokrasi ve İnsan Hakları dersini seçmeli olarak okumasını istiyorum. Ama okul yönetimi, seçmeli dersler için veliye ‘seçme’ hakkı tanımıyor, onların istediği derslerini seçmenizi istiyor” dilekçelerini kim dikkate alacak? Veli ne kadar “Bizler Allah’a şükretmesini ve Atatürk’e teşekkür etmesini bilen insanlarız” dese de, değişen bir şey olmuyor. Seçmeli dersin seçimini veli yapıyor. Ancak, gerçek durum hiç öyle değil…

Okullarda mescit istenecek
Yine söylemiştik, imam hatip dışındaki okullarda da Kur’an-ı Kerim dersinde isteyen öğrencinin başını örteceğini ve böylece türbanın liselere, ortaokullara ineceğini. Bu yazdıklarımızı da bakan doğruladı.

Bir şey daha yazıyorum: Hemen her lisede mescit açılacak. Hem de, mescitlerin açılması için dayanak 12 Eylül 1980 tarihinden sonra okullara gönderilen bir genelgeye dayandırılacak. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, eski Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç’ın Din Öğretimi Genel Müdürlüğü döneminde gönderdiği genelgeyi arıyor. Her üniversiteye mutlaka cami yaptırılmasını isteyen başkan, liselere de mescit açılmasını isterse niçin yadırgansın. Hatta, “helal olsun Görmez başkana” denilecektir…
----

5 Eylül 2012 Çarşamba

EDEBİYAT



Güzel Ülkem Canım Türkiyem




Sen karış, karış, adım, adım
 Sahip olduğum Vatanımsın.
 Sen Edirne'den Ardahan'a,
 Bölünmez bir bütünsün.
 Sen namusum,
 Sen şerefim,
 Sen onurum
 Şanlı Türkiye'msin.



 Sen Ankara, İzmir, İstanbul'sun;
 Sen şehitler diyarı Çanakkale'sin,
 Sen efeler diyarı Aydın'sın;
 Sen Mevlana Celalettin- i Rumi'sin.
                                                                                                       Sen,
Hacı Bektaş- i Velisin,
 Sen medeniyetlerin beşiği şanlı Türkiye'sin.

 Sen, Avrupa, sen Asyasın.
 Sen, Diyarbakı,r sen Şanlıurfa'sın.
 Sen Bingö,l sen Erzincan'sın;
 Sen Karacaoğlan, sen Pir Sultan Abdal'sın.
 Sen Aşık Veysel, sen Yunus Emresin;
 Sen Mimar Sinan'ın, şah eseri Selimiye'sin;
 Sen ulu camiler diyarı yeşil Bursa'sın.

 Sen Fatih'in sunduğu nimet,
 Sen Atatürk'ün kurduğu devletsin.
 Sen Gaziantep, Adana, Antalya'sın,
 Sen Sivas, Samsun, Erzurum'sun.
 Sen Sakarya, Trabzon, Dumlupınarsın;
 Sen Necip Fazıl, sen Yaşar Kemalsin.
 Sen Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Romansın.
 Sen Azeri, sen Tatar, sen Kırgız, sen Kıbrıs, sen Gürcü'sün;
 Sen bileği bükülmez şanlı Türkiye'sin.

 Kısacası sen, sayamadığım
 Nice cihan devletlerinin pirisin.
 Sen Erciyes, sen Uludağ, sen Kaçkar'sın.
 Sen en büyük devle,t yeryüzündeki cennetsin.
 Sen yüce TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİSİN.

3 Eylül 2012 Pazartesi






SAYIN MUAZZEZ İLMİYE ÇIĞ'DAN
BAŞBAKAN TAYYİP ERDOĞAN'A MEKTUP

                                                                                                                              ALINTI
Başbakan Recep Tayip Erdoğan Hazretlerine
 
İkide bir “demir ağlarla kim örmüş, hep biz ördük” deyip duruyorsunuz, Atatürk zamanında yapılanları sıfıra indiriyorsunuz. Eğer biraz tarih bilseniz bunu söylemeye utanırdınız, yüzünüz kızarırdı. 
Muazzez İlmiye Çığ
 
O günkü örülen demir ağlar yalnız tren yolları değildi: güçlü eğitim, güçlü ekonomi, güçlü demokrasi , güçlü laiklik temelleri atılmasaydı, ne  siz bu gün o mevkie gelebilirdiniz, ne de gösteriş olarak  başlarını örttürdüğünüz, yüzleri gözleri boyalı eşlerinizi gavur ülkelerine götürüp, gavurların ellerini sıktırabilirdiniz.
 
Özendiğiniz  Müslüman ülkeleri arasında hangisi bizim ülke gibi?
Kendi kıyafetinizi  bile o demir ağlara borçlusunuz.

 
Hazinesinde borçtan başka bir şey olmayan  Osmanlı devleti yıkıntısı üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti, toprağından bir damlasını satmadan, kimselerden borç almadan, bir taraftan Osmanlının, diğer tarafta yenilmediğimiz halde yenilmiş sayıldığımız birinci Cihan savaşı borçlarını öderken,   yapılan işler  yanında sizinkiler çocuk oyuncağı kalır.
 
Okuma yazma, hatta sabun kullanma bilmeyen, verem, sıtma, zührevi hastalıklar, trahom gibi bulaşıcı  hastalıklardan  kahrolan zavallı fakir  bir halk. Devletin geliri bu halkın verdiği vergilerdi. İşte o vergilerle o alay ettiğiniz demir ağlar yapıldı.
 
Kısa zamanda elin parmakları sayımında doktorların özverileriyle hastalıkların önü alınmaya çalışılırken neler yapıldı neler!.
 
Koskoca ülkede bir çimento fabrikası yoktu. O yüzden evler kerpiç denilen çamurla yapılıyordu. Şeker fabrikamız yoktu. Rusya’dan gelen şekerleri bugün gibi hatırlıyorum. Evet şeker fabrikaları, çimento fabrikalar,kâğıt, silah, uçak fabrikası, kumaş fabrikaları kuruldu. Hem de ülkenin batısından doğusuna kadar dağıtıldı bu fabrikalar.
 
Avrupa’dan bize, yenilemekte oldukları fabrikaların eskilerini ucuz fiatla  satmak istediler. Eskiyi almak yine geri kalmışlıktır, diye alınmadı.  Batıda “Atatürk Fabrikaları” diye adlandırılan o fabrikalar tiyatro, spor müzik,  salonları ile bir kültür merkezi, çalışanlara her türlü rahatı sağlayan bir sosyal kurumdu. Ama bu fabrikalarda çalışacak biraz olsun işten anlayan işçimiz, teknisyenimiz, mühendisimiz yok gibiydi. Bunlardan bir kısmı burada bizim insanımızı eğitmek için dışarıdan getirtildi bir kısmı da Rusya’ya eğitilmek üzere gönderildi. İnsanımız o kadar yetenekli idi ki, kısa zamanda gerekli olanları öğrendi ve işleri ele aldı.
 
O yüzden Atatürk,”Türk çalışkandır, zekidir” demiştir. Siz  ise başa geçer geçmez alın teri ve büyük bir özveri ile yapılmış o güzel tesisleri  satıp satıp yediniz yedirdiniz.
 
Ülkenin doğusu ve batısı düşman eliyle yanmış yıkılmıştı. bir taraftan onlar onarılıyor, hastaneler okullar yapılıyor, diğer taraftan Ankara bir başkent olacak şekilde yapılandırılıyordu.
 
Hemen hemen hiç kara yolu yoktu. Onun için Atatürk, Osmanlı devleti zamanında “ne olurdu her vilayet senede bir kilometre yol yapsaydı, 500 yılda beşer yüz kilometre ile şehirler birbirine bağlanacaktı”, demişti.
Olan demir yolları da yabancıların elinde idi.

 
Yalnız o mu daha bir çok kurum yabancılara aitti. Bütün onlar ellerinden alınarak ülkenin malı yapıldı. Onların üzerine 3000 kilometrelik tren yolu yapıldı ki, o zaman şimdiki gibi dağları bir anda oyacak makineler yoktu. Tüneller kazma ile kazıldı. Elde  onları planlayacak hesaplayacak mühendisler yoktu. Hatta trenlerde çalışan makinist gibi memurlar bile hep Rum, Ermeni olduğundan bu konuda çalışacak insanımız da yoktu.
 
Onun için böyle kimseleri yetiştirmek üzere okul açıldı. Tren rayları yapmak için fabrika kuruldu. Şimdi ki gibi ne gerekse dünyanın her yerinden getirilmedi Kilometrelerce kara yolu köprüler yapıldı.
 
Demir ağın bir ayağı olan “çağdaş eğitim” ne kadar önemliydi. Batı araştırmalarda icatlarda almış yürümüştü. Ama biz de  ne doğru dürüst ilk okul, lise ve ne de araştırmalar yapacak üniversite vardı. O yüzden  Osmanlı devleti  geri kalmış ve yıkılmıştı. Okullar açılsa eğitecek kimse yoktu. O yoklukta bir çok alanda eğitim almak üzere Batıya başarılı pek çok gencimiz gönderildi.
 
Onlar daha yetişmeden Hitler’in Yahudi oldukları için işlerinden attığı çok değerli bilim insanlarının bize sığınmak istemeleriyle onlara açılan kapılarımız sonucu büyük bir eğitim atılımı başladı.
 
İstanbul’da Darülfünun denilen okul tam bir üniversite oldu.Hukuk, siyasal Bilgiler, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi gibi fakültelerle Ankara Üniversitesinin temeli atıldı. Gelenlere istedikleri kitaplıklar, laboratuarlar sağlandı. Onların derslerini Türkçeye çevirecek çevirmenler bulundu. Bunların hepsi para ile oluyordu.
 
O paralar, o fakir halkın vergileriyle sağlanıyor, kimseye  para yedirilmiyor, rahmetli Başbakan İnönü “ kimseye bir kuruş yedirmem” diye bar bar bağırıyor, yedirmiyordu. Böylece güçlü bir eğitim temeli atıldı. O yüzden Başbakan hazretleri! istediğiniz dalda uzmanları elinizin altında bulundurabiliyorsunuz.
 
Bundan sonra İmam Hatiplerde yetiştireceğiniz dindar ve kindar  o zavallı gençleriniz, Allah’a dua ederek, yalvararak size yardımcı olurlar. Böylece elinize aldığınız bu güzel ülkeyi ....... toprağa gömerek tarihe kara harflerle geçersiniz.
 
Muazzez İlmiye Çığ
25.8.2012
 

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...