12 Ağustos 2013 Pazartesi

ŞİİR DÜNYAMIZIN DEĞERLERİ - 9 -





HALİT FAHRİ OZANSOY

 
 
Burhan BURSALIOĞLU
 (Şair Yazar) 1891 yılında İstanbul'da doğdu. 1971'de yine İstanbul'da yaşamını yitirdi. Bakırköy Rüştiyesi ve Galatasaray Lisesi'ni bitirdi. Uzun yıllar Muğla ve İstanbul'da lise öğretmenliği yaptı. Ölümüne kadar Tercüman gazetesinde tiyatro eleştirileri ile edebiyat yazıları yayımlandı. Fecr-i Ai'nin etkisinde kaldığı ilk şiirleri 1912de Rübâb ve Şehbal dergilerinde yayınlandı. Şiirlerini bir süre aruz vezniyle yazdı. Aruza Veda şiiriyle bu kalıbı bıraktı, hecee ölçüsüne ve yalın Türkçeye yöneldi. Yeni Mecmua çevresinde toplanan Hecenin Beş Şairi arasında yer aldı. Nedim adında bir edebiyat dergisi çıkardı. Şiirleri Yarın, Hayat, Aydabir, Yarımay, Çınaraltı, Varlık, Hisar gibi dergilerde yayınlandı. Servet-i Fünun dergisinin yazıişleri müdürlüğünü yaptı. Hüzün yansıtan şiirlerinde daha çok aşk ve kadın temalarını işledi. Şiirin yanısıra yayınlanmış roman ve oyunları ile anı kitapları da var.
Vatan Destanı

O kadar dolu ki toprağın şanla,
Bir değil, sanki bin vatan gibisin.
Yüce dağlarına çöken dumanla
Göklerde yazılı destan gibisin.

Hep böyle bulutlar içinde başın,
Hilâli kucaklar her vatandaşın.
Geçse de asırlar, tazedir yaşın,
O kadar leventsin, fidan gibisin.

Çiçeksin, bayılır kuşlar kokundan,
Her dalın bir yay ki zümrüt okundan
Müjdeler fısıldar Ergenekon'dan:
Bu sese gönülden hayran gibisin.

Ey bütün cihana bedel Türkeli,
Açtığın cenklerin yoktur evveli.
Tarih bir nehir ki coşkundur seli.
Sen ona nisbetle, umman gibisin.

Bir yandan hep böyle taştın, köpürdün,
Bir yandan cefalı bir ömür sürdün,
Fakat ne derece ezildinse dün.
Şimdi gene tunçtan kalkan gibisin.

Bir insan nihayet kemikle ettir,
Bu et, bu kemiğe can hürriyettir.
En büyük hürriyet Cumhuriyettir,
Demek şimdi sen bir cihan gibisin.

Ey ana toprağı, ey Anadolu,
Açıldı önünde terakki yolu.
Hamdolsun her yanın bereket dolu,
Cennette bir yeşil meydan gibisin.

Yeni bir ay ördün al bayrağına,
Girdin en sonunda irfan bağına,
Medeni hayatın nur ırmağına
Ezelden susamış ceylan gibisin.
 
KEMALETTİN  KAMU
 
15 Eylül 1901’de Bayburt’ta doğdu. 6 Mart 1948'de Ankara'da yaşamını yitirdi. İstanbul Darülmuallimini'nde (Erkek Öğretmen Okulu) son sınıf öğrencisi iken Kurtuluş Savaşı'na katılmak amacıyla Ankara'ya geldi. Matbuat ve İstibarat Müdüriyet-i Umumiyesi’nde (bugünkü adıyla Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü) çalıştı. 1923'te İstanbul'a döndü. Erkek Muallim mektebi'ni bitirdi. Anadolu Ajansı’nda çalıştı. 1933’te Paris’e gitti ve siyasal bilgiler okulundan mezun oldu. Rize ve Erzurum'dan milletvekili seçilerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi. Türk Dil Kurumu Terim Kolu Başkanlığı yaptı. Hakimiyet-i Milliye ve Yeni Gün gazetelerinde yazılar yazdı. Atatürk ve İsmet İnönü'nün çeşitli gezilerine katıldı. İlk şiirleri 1919'da Büyük Mecmua'da yayınlandı. Kurtuluş Savaşı sırasındaki şiirleriyle dikkat çekti. Hece ölçüsü kullandığı şiirleriyle Milli edebiyat akımına bağlı bir şair olarak bilinir. İlk şiirlerinde vatan sevgisi, milli mücadele, sonraki şiirlerinde aşk, gurbet, yalnızlık gibi konuları işledi. Şiirleri ölümünden sonra Rifat Necdet Evrimer tarafından "Kemalettin Kamu, Hayatı, Şahsiyeti ve Şiirleri" (1949) adlı kitapta toplandı.
 
BİNGÖL ÇOBANLARI


Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum
Bu dağların eskiden aşinasıdır soyum
Bekçileri gibiyiz ebenced buraların
Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların

Görmediği gün aynı pınardan doldurup testimizi
Kırlara açılırız çıngıraklarımızla
Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski yeni
Kuzular bize söyler yılların geçtiğini
Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek
Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek
Dolaştırıp dururuz aynı daussılayı
Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burda
Bu çamlıkta söylemiş son sözlerini babam
Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu kurda
"Suna"mın başka köye gelin gittiği akşam
Gün biter, sürü yatar ve sararsan bir ayla
Çoban hicranlarını basar bağrına yayla
- Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al -
Diye hıçkırır kaval:
Bir çoban parçasısın, olmasan bile koyun
Daima eğeceksin başkalarına boyun
Hülyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı
Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı
Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an
Mademki kara bahtın adını koydu çoban!
Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden
Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden
Anlattı uzun uzun.
Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun
Nadir duyabildiği taze bir heyecanla
Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla
Bingöl yaylalarının mavi dumanlarına
Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına




GURBETTE RENKLER


Doğuda kırmızı, batıda turunç,
Yanık bir yörüğü andıran bu tunç,
Şu renk aleminde ne yok ki bizden,
Mavi: Marmara'dan, mor: Akdeniz'den!

Yeşil bir köşedir bana Bursa'dan,
Kara: Erciyes'in yarları gibi,
Sarıda güzü var Uzunyayla'nın
Beyaz: Erzurum'un karları gibi.
 

5 Ağustos 2013 Pazartesi

ŞİİR DÜNYAMIZIN DEĞERLERİ - 8 -





ŞÜKRAN  KURDAKUL
 
Burhan Bursalıoğlu

1927 yılında dünyaya gelen Şükran Kurdakul, yazdığı şiirleri ve kaleme aldığı yazıları ile Türk Edebiyatı’nın en önemli isimlerinden biri olmuştur. İstanbul’da doğan Şükran Kurdakul, lise öğrenimi sırasında Türk Ceza Kanunu’nun 142. Maddesi gereğince komünizm propagandası yaptığı nedeniyle bir süre tutuklu kalmıştır. Bu süre içerisinde öğrencisi olduğu İzmir Karşıyaka Lisesi’ndeki öğrenimi de yetkililer tarafından sonlandırılmıştır.

Şükran Kurdakul, 1953’te banka memurluğu görevini icra ederken 142.madde tekrar onun tutuklanmasına neden olmuştur. Bir süre daha tutukluluk hayatı yaşayan Kurdakul, bu iki tutuklanışı ile söz konusu madden tutuklanan yazar ve şairler listesinde yerini almıştır. Şükran Kurdakul, hapishanede yazdığı şiirlerinin bir kısmını 1956 yılında “Giderayak” adlı kitabında yayımlar. Cezaevi sonrasında Kurdakul, bir süre Yeni Gazete, Tan Gazetesi, ve Varlık Yayınevi’nde düzeltmenlik yapar.

1958’e kadar “Yelken” adlı bir dergiyi de yöneten Kurdakul, Ataç Yayınevi’ni kurar. Politik bir duruşa sahip olan Kurdakul, 1964 yılında Türkiye İşçi Partisi’ne üye olur. Tip’te belirli görevlerde bulunur ve aynı yıl “Türk Edebiyatçılar Birliği Genel Sekreterliği” ne seçilerek örgütçü bir edebiyata olan inancını fazlasıyla kanıtlar. 1976’dan sonra Kurdakul, “Türkiye Yazarlar Sendikası” ikinci başkanlığı görevini sürdürmektedir. Ülkenin kaderini değiştiren 12 Eylül 1980 Darbesi gerçekleştiğinde ise Kurdakul 141. Madde nedeniyle tutuklanır. Kurdakul 1988’de “Pen Yazarlar Derneği” kurucuğunu üstlenir ve söz konusu dernekte çeşitli görevlerde bulunur. Örgütsel edebiyatı yaşamı boyunca destekleyen Kurdakul, bir süre de “ Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı” yöneticiliğini yapar. Son olarak 1995’ten sonra Şükran Kurdakul, “Özerk Sanat Konseyi” ve “ Ulusal Sanat Kurulu” gibi iki önemli kuruluşun kuruculuğunu ve birinci başkanlığı görevini yerine getirir. Şükran Kurdakul 15 Aralık 2004 yılında ise hayatını kaybeder.
 
 

DALGIÇ
 
Kendi denizlerimin dalgıcıyım ben
Bir alışkanlığı sürdürür gibiyim belki
Soluğum son aşamalarına geldi
Geçtim durdum bilincin dehlizlerinden.
 
Bahçeler mi yoktu, eski ve yeni
Şarkılar mı, anılara benzer
Gemiler mi yoktu, küsmüş yelkenleri
Gözümün önünde eriyip gittiler.
 
Bilirdim çizgen neresiydi, yol neresi
Dalardım mavilerin güneşle buluştuğu yerden
Hevesleri, coşkuları, sevinçleri
Ben yaratmışım gibi dökerdim içimden.
 
Ne varsa doğayla aradığım uyumda
Çiçeğe durmuş ağaçlar gibi iyimser...
Ve sesinin masalında sevdalı,
Bize özgü sözcükler getirdim koynumda.
 
Kendi denizlerimin dalgıcıyım beni
Bir alışkanlığı sürdürür gibiyim belki
Soluğum son aşamalarına geldi,
Gidiyorum içimdeki sesin peşinden.
 
 
HEYBE
 
Doğumu Antalya'dan getirdim,
Yenikapı'nın bilmediğim bir evinden..
Binbaşım yeni gelmiş cepheden,
Anam en güzel yaşında.
 
Çocukluğu Topkapı'da getirdim,
Tarhana çorbası kokar.
Bir gecesini görsem yetimliğin aynasında
Anıları durdurmak gelir içimden.
 
İlk gençliği İzmir'den getirdim,
Özgürlük sözcüğü yetmez anlatmaya...
Nasıl sığmış avuçlarıma koca dünya,
Kitabın biri insan, biri ben.
 
Denizli'den getirdiğim
Mahpushane işi bir fotoğraf..
Kayar gider belleğimden,
Ne kadar yattım, ne zaman çıktım, ne zaman girdim?
 
Balıkesir'den yüz köyün adamını getirdim
Gözleri hüzün çiçekleridir
Kimi kuşkuyla bakar yüzüme,
Kimi kardeş bilir beni.
 
Kadıköy'den kimi getirdim bilirsiniz,
Yılların eskimeyen şiiri..
Yeni çağlara birlikte yürüdüğüm,
Bilmediğim çağlardan gelen.
 
 
 

29 Temmuz 2013 Pazartesi

ŞİİR DÜNYAMIZIN DEĞERLERİ - 7 -







RIFAT  ILGAZ
 
Burhan Bursalıoğlu
 

Rıfat llgaz, 1940'ların toplumcu-gerçekçi şairlerindendir.

1911 yılında Cide'de doğdu.

Şiir yazmaya ortaokul öğrencilik yıllarında başladı. İlk şiiri 27.07.1927'de, günlük Nazikter gazetesinde yayınlandı. Ayrıca; Açıkgöz (Kastamonu), Güzel İnebolu ve Güzel Tosya gazetelerinde şiirleri ve yazıları yayınlanmaya başladı. Lise yıllarında babasının ölümü nedeniyle ayrıldı. Yatılı olarak Kastamonu Muallim Mektebi'nde öğrenim gördü. 1930 yılında mezun oldu. Altı yıl süreyle Gerede, Akçakoca, Hendek ile Düzce arasında Gümüşova'da ilkokul öğretmenliği yaptı. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsünü 1938'de bitirdi ve Adapazarı Ortaokulu Türkçe Öğretmenliğine atandı. 1939'da İstanbul Karagümrük Ortaokulunda Türkçe Öğretmenliğine başlayan llgaz'ın, yazı ve şiirleri büyük dergilerde yayınlanmaya başladı. 1940'da Gığır, Oluş, Ulus, Güneş, Yücel, Varlık, Hamle ve Yeni İnsanlık dergilerinde şiirleri çıktı ve aynı yıl Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne girdi.

Haşan Tanrıkut, Sabahattin Kudret Aksal, Salah Birsel'le tanıştı. Ömer Faruk Toprak ile 9 Eylül 1942'de Yürüyüş dergisini çıkardılar. Bu dergide Orhan Kemal, Sait Faik, Cahit Irgat, A. Kadir, Nazım Hikmet (İbrahim Sabri) ile birlikte çalıştılar. 1943'de ilk kitabı "Yarenlik"i yayınladı. Şiirleri olağanüstü bir ilgi gördü. Ocak 1944'de "Sınıf" adlı şiir kitabı çıktı. Sıkıyönetim kararı ile toplatıldı. Pertev Naili Boratav "Sınıf" için:"Yeni Türk şiirine inanmayanlara, Rıfat llgaz'ın kitabını okuyup anlamlarını dilemekten başka yapılacak birşey yoktur" diye yazdı.1945'de Gün dergisi çıktı. llgaz bu dergide sekreterdi. Bu dergide yazıları yayınlandı. Aziz Nesin'in Cumartesi dergisine ortak oldu. Seçici kurulda çalıştı. 1946'da Esat Adil, Sabahattin Ali ve Aziz Nesin ile birlikte Gerçek gazetesini çıkardılar. 1946 Ekim ayında Yığın dergisini Esat Adil ve Adil Yağcı ile birlikte çıkardılar.

Öğretmenliğe yeniden döndükten sonra Boğazlayan-Yozgat'a tayini çıktı. Hastalığı nedeniyle Validebağ Sanaturyumunda yattı. Şubat 1947'de Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Mim Uykusuz'un çıkardığı Marko paşa kadrosuna girdi. Sık sık kapatılan bu derginin daha sonraları sorumlu müdürlüğünü üstlendi. Malum Paşa, Merhum Paşa, Hür Marko                                                                                                                                               paşa gibi dergilerin de sık sık adı değişiyordu.
1950'li yıllarda llgaz gazetecilik yapmaya başladı. Sakıncalı olduğundan, gazeteler ve dergiler imzalarına pek yer vermediler. 1952-1960'daTan gazetesinde dizgici-düzeltmen ve röportaj yazarı olarak çalıştı. Turhan Selçuk ve İlhan Selçuk'un çıkardığı Dolmuş dergisinde "Stepne" takma adıyla yazılar yazdı. Hababam Sınıfı, Pijamalılar (Bizim Koğuş), Don Kişot İstanbul'da bu dergide dizi olarak yayınlandı. Hababam Sınıfı'nı da, isminin sakıncalı olması nedeniyle "Stepne" (Yedek Lastik) takma adıyla yazdı. Ocak 1953'de Devam adlı şiir kitabını çıkardı ve bu kitap da toplatıldı.

1961 Anayasası yürürlüğe girdikten sonra kendi adıyla yazı ve şiir yayınlayabilme olanağına kavuşan Rıfat llgaz Demokrat İzmir, Akbaba, Vatan, Yeni Gün, Yeni Ulus gibi yayın organların-da ve kimi edebiyat dergilerinde yazı yazabildi. Sınıf yayınlarını kurdu ve kendi kitaplarını yayınlayabildi. 1970'de Basım Şeref Kartını aldı.

1974'de emekli oldu. Doğum yeri olan Cide'ye yerleşti. 12 Eylül 1980 döneminde gözaltına alındı. 70 yaşında gerekçesiz sorguya çekildi ve gözaltında kaldı. Tutukluluğu sona erince İstanbul'da, oğlu Aydın llgaz ile birlikte ölümüne kadar yaşamaya başladı. Bu olaylar "Kırkyıl Önce Kırk Yıl Sonra" adlı kitabında anlatılır.

Onu hepimiz Hababam Sınıfı'nın yazarı olarak bildik. Kitaplarında; çağdaş, ileri görüşlü, ulusumuzdan yana birlikteliği önerir.

Yıllarca kendisini bizden uzaklaştırmaya çalışan yönetimlerden sonra, demokrasi yolunda ülkemizdeki gelişmeler Rıfat IIgaz adını yeniden yücelttiyse de, Sivas olaylarının acısına dayanamayan duyarlılığı 7 Temmuz 1993 günü aramızdan ayrılmasına neden oldu.

 

KÖRÜZ BİZ

Ne varsa otu ot çiçeği çiçek yapan
Tanyerinden söken umut  ışığı
Sizin olsun çekik gözlü kardeşlerim
Aydınlıklar sizin olsun körüz biz.
Bakmayın gözlerimizde yansıyan yıldızlara
Göremeyiz ateşböceklerini biz körüz
Çakıp sönen deniz fenerlerini uzak kıyılarda
Bir bulut ne zamandır üstümüzde
Yurt genişliğinde bir bulut kurşun ağırlığında
Nilüferler sularımızda açar mevsimsiz
Dolanır ayaklarımıza boğum, boğum
Yapraklarında iri leş sinekleri uçuşa hazır
Göz, göz oyulmuş gözlerimiz biz körüz
Göz çukurlarımızda radarlar fırıl ,fırıl döner
Körüz el yordamıyla yaşıyoruz bu yüzden
Yeni körler peydahlarız uyur uyanır
Ayak altında ezile dursun karınca sürüleri
Ezenlerle bir olmuş yaşıyoruz ne güzel
Çizme onlardan içindeki ayak bizden ne iyi
Körüz biz kör uçuşlara açmışız toprağımızı
Ha düştü ha düşecek çelik gagalardan
Mantar,  mantar açılan tohumlar sıcakta
Gözlerimizi bir pula satıp geçmişiz bir yana
Ölmesini bilenlere yüz çevirmemiz bundan
Körüz göz bebeklerimize mil çekilmiş mil
Acımasız bir namlu şakağımızda soğuk
Tetikte kendi parmağımız yabancının değil.
 
 
KULAĞIMIZ KİRİŞTE

Yaşlılar adına konuşmanın tam zamanı
Kütükte yaşı yetmişlerin arasındayım.
Bir tekerlemenin çağrışımında
İnanıvermeyin işimin bittiğine.
Ne var ki dertlerimiz tasalarımız artıyor,
Yaş ilerledikçe.

Biz yaşlılar türlü nedenlerden
Kuşlarla birlikte uyanmak zorundayız
Saksıdaki  karanfil bakım ister.
Tüm çiçekler, ağaçlar, parklar,
Yollar köprüler bakım ister.
Balıkçı barınağı, barınaktaki gemiler,
Gün doğmadan deniz fenerimiz,
Kıyılarımız, gökyüzü, bulutlar,
Bir uçtan bir uca esen rüzgar,
Bütün gün gözümüz üzerlerinde olmalı.

Bu arada torun torba çocuklarımız
Martılarla birlikte çoğalan...
Onlar da bakım ister kuşkusuz.
Erken de kalksak alaca karanlıkta
Hangi birine yetişebiliriz ki...

Biz yaşlılar için en önemlisi
Kuzeyden esen nemli rüzgarlar,
Karayel de önemli, gündoğrusu da.
Raporlar yazılmalı, hava raporları,
Soğuk sıcak tüm dalgalar, akımlar,
Alçak basınç radyolarda, yüksek basınç,
Güneyden esen yellerle birlikte
Sisli puslu havalarda durulmalı.

Yaşlandıkça azıyor romatizmalarımız,
Bir günümüz bir günümüze uymuyor,
Artıyor ağrılarımız, sızılarımız,
Kapıyı kim vuracak belli olmaz,
Kulağımız kirişte olmalı!
 
 
OĞLUM

Hiç de meraklı değilsin çiçeğe,
Komşunun saksısını sen kuruttun,
Kopardın penceresindeki gülünü.
Bir sonuç mu çıkarayım bundan
Yeşilliğe düşman diye bizim çocuk?
Gelgelselim öyle düşkünsün ki
Göbekli marullarına Yedikule'nin;
Mevsiminde elinden düşmüyor
Elma gibi domatesler;
Tavsan kadar seviyorsun havucu.
Ben de tutkunum senin gibi
Bursa şeftalisine, Ereğli çileğine.
Sanma soyca hoşlanmıyoruz çiçekten
Güle değil,
Gül düşkünlerine bizim hıncımız.
Biz de gördük haşhaş tarlasını,
Gelincik sanmadık.
Ilgaz'larda topladık çiğdemi,
Edirne'nin gülünü Edirne'de.
Engel olmaz bu bilgimiz
Sümbülden çok sevmemize yeşil soğanı.
Yasamak için iştahını arttıracak
Şiirler vereceğim sana,
Ne istersen bulacaksın içinde
Bu toprakla ilgili:
Portakallarını göreceksin Dörtyol'un
Mersin silolarında bitlenen
Altın sarısı buğdayları,
Turfandadır diye el süremediğimiz
Çavuşları, kınalı yapıncakları,
Bağı sorulmadan yenilen
Memleket üzümlerini salkım salkım

OĞLUMA


Ben de düşkündüm oyuna,
Ben de kumları avuçlar
Kazardım tırnaklarımla toprağı,
O zaman da çocuklar oynardı,
Ama benzemiyor bütün oyunlarımız,
Gezdirdim ceplerimde şıkır, şıkır
Deniz kokulu tasları,
En güzellerini topladım
Midye kabuklarının.
Saldım bahar rüzgârına
Uçurtmaların en süslüsünü.
Ne kurulunca koşan tramvaylarım vardı,
Ne çekince giden develerim.
Balıklarımızı tanırdım,
Adlarını bilirdim kuşların;
Seçerdim düdüğünden
Limanımıza uğrayan vapurları.
Bilirdim yanık yüzlü kaptanlarımı
Denizkızı’nın Selametçin;
Ben de ayırırdım onlar kadar
Poyrazı karayelden.
Gemiler tanıdım, çift direkli,
Tutmazsa rüzgârı
Açıklarımızda volta vuran gemiler,
Kızardım, limanımızı hiçe sayan
Paketlere Nemselere;
Dalar da silinen dumanlarına
Düşünürdüm uzak limanları,
Uzak limanların çocuklarını.
Senin de var ufak tefek
Kendine göre bildiklerin;
Çeşitli oyuncakların yoksa da
Bir saniye de tren yapacak kadar
Kibrit kutularını,
Tecrüben var benden fazla.
Benden üstünsün kuskusuz,
Sigaradan top,
Kutusundan tank,
Kâğıtlarından uçak yapmada!

25 Temmuz 2013 Perşembe

ŞİİR DÜNYAMIZIN DEĞERLERİ - 6 -







ORHAN SEYFİ ORHON

 Burhan Bursalıoğlu

 23 Ekim 1890 İstanbul’da doğdu.   22 Ağustos 1972 İstanbul’da vefat etti.

 Hecenin Beş Şairi'nden  biridir.

1914'te Hukuk Fakültesini  bitirdi. Meclis-i Mebusan’ın Kavanin Kalemi’nde memurluk, ardından gazetecilik ve öğretmenlik yaptı. Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul Hükümeti’ni destekleyen 'Aydede' dergisinde çalıştı. 1946’da CHP’den Zonguldak milletvekili seçildi. 1950’de gazeteciliğe döndü. 1960’tan sonra Adalet Partisi ’ne girdi. 1965’te bu partiden İstanbul milletvekili seçildi. 1922-1946 arasında Milliyet, Tasvir-i Efkar, Cumhuriyet, Ulus, Zafer, Havadis gazetelerinde mizah ve köşe yazıları yazdı. Yaşamının son döneminde Son Havadis gazetesinde yazarlık yaptı. İlk şiirleri arkadaşlarıyla birlikte çıkardıkları 'Hıyaban' isimli dergide yayınlandı. 1917’de Yeni Mecmua’da çıkan şiirleriyle adını duyurdu. Türk şiirinde 'Hecenin Beş Şairi' grubundan biri olarak ün kazandı. Yusuf Ziya Ortaç ’la birlikte Papağan, Güneş, Ayda Bir, Çınaraltı dergilerini çıkardı. Şiire Aruzla başladı. 'Fırtına ve Kar' isimli uzun şiirinde bunun başarılı bir örneğini verdi. Daha sonra Milli Edebiyat ve Genç Kalemler akımlarının etkisinde kalarak hece veznine döndü. Hece ile yazdığı şiirlerinde yalın bir dil kullandı. Divan şiiri kalıplarını hece veznine uyarlayarak yazdığı gazel benzeri şiirleri de var. Yirmiden fazla şiiri bestelendi.

 


ANADOLU TOPRAĞI


Senelerce sana hasret taşıyan
Bir gönülle kollarına atılsam.
Ben de, bir gün, kucağında yaşayan
Bahtiyarlar arasına katılsam.

Bu bakımsız, en kuytu bir bucağın
Bence İrem Bağı gibi güzeldir.
Bir yıkılmış evin, harâb ocağın,
Şu heybetli saraylara bedeldir.

Kadîr Mevlam, eğer senden uzakta
Bana takdir eylemişse ölümü;
Rahat etmem bu yabancı toprakta,
Cennette de avutamam gönlümü.

Anladım ki: Sevda, gençlik,şeref, şan...
Asılsızmış şu yalancı dünyada.
Hasretinle yâd ellerde dolaşan
Hızr'ı bulsa yine ermez murâda.

Yalnız senin tatlı esen havanda
Kendi milli gururumu sezerim.
Yalnız senin dağında, ya ovanda
Başım gökte, alnım açık gezerim.

Hürüm derim, eskisinden daha hür,
Zincirinle bağlansa da ayağım.
Şimdikinden daha ferah görünür,
Zindanında olsa bile durağım.

Bir gün olup kucağına ulaşsam,
Gözlerimden döksem sevinç yaşını.
Sancağının gölgesinde dolaşsam,
Öpsem, öpsem toprağını taşını!
 
Çengelköy

Boğazın her yeri bir parça değişmiş şimdi,
Yine Çengelköyü lakin öyle!
Bahçeler, bağlar, ağaçlar, evler...
Yine sessiz, yine sakin öyle!
Elli yıl köyden uzak kalmışken
Tanıdım: İşte benim doğduğum ev!
İşte, en eski mahallem, sokağım!
Geçiyor aynı sokaktan hâlâ
Kendi halinde vakur insanlar...
İşte hiç fasılasız dört mevsim
Köye lezzet dağıtan bostanlar!
İşte tılsımlı o bağlar ki bütün dünyada
Yoktur eşi!
Sonbahar oldu mu dallar eğilir,
Sararır ayvalar altınlaşarak,
Meyve halinde verirler güneşi.
Tanıdım: Çarşının en ihtiyarı
Başı göklerde asırlık çınarı.
Bir tevekkül katıyor manzaraya.
Çekilen eski kayıklar karaya.
Öyle hoş bir yüzü vardır ki köyün,
Bir gören artık unutmaz neresi?
İşte, kış vakti coşup çağlarken,
Yaz gelip kupkuru kalmış deresi!
Tanıdım: Şevk ile erken uyanıp
Gittiğim camii bayramlarda!
Karabaş nesli tükenmiş artık
Kediler damlarda...
Gözlerim daldı yine,
Bir hayal alemine!
Elli yıl önceki tipler geçiyor karşımdan:
Kamil Ağa... göğsü açıktır kış, yaz,
Karda, yağmurda da hep böyle gezer aldırmaz.
Yaşı yetmişse de hâlâ gençtir,
Dağılır, parçalanır göğsüne çarpan yıllar...
Bir avuç taze köpüktür sanki
Şu ağarmış kıllar!
Sami bey... ismi tanınmış hattat.
Bizce İzzetle Yesari'ye de üstün kat kat.
Huyu hırçıncadır amma severiz
"O bizim hattatımızdır" diyerek
Övünür, hem överiz.
Hatemi bey ki Meşihatteydi,
"Molla bey!" derdik ona.
Şıktı, bir parça da hatta züppe!
Başta bir ince sarık, sırtta ipek bir cüppe,
Elde mercan tesbih,
Şal yelek, incecik altın köstek...
Şıktı velhasılı pek!
Komşumuz Miralay Ahmet bey ki:
Unutulmaz daha genç yaşta ölen
O güzeller güzeli Eşi Növber Hanımın iç acısı!
Kerim Ağa... hamlacı, Abdülmecidin hamlacısı.
Anılır ismi, sayar gençler onu,
Boğazın eski kürek şampiyonu!

Her zaman kaşları öfkeyle çatık,
Yüzü hep böyle asık,
İşte en sert baba: Çerkes Ali bey!
Köyde sessiz yapılırken her şey,
İki haylaz çocuğun terbiyesi
Duyulur her gece çığlık, çığlık!

İşte ilk sevgilim, ilk aşkım,
O güzel Naile ki,
Hepimiz gizlice aşıktık ona!
Titreyen perdelerin ardından
Arıyorken biz onun gölgesini,
Ansızın gökten uçan bir yıldız
Gibi bir gün bırakıp gitti bizi!

İşte, gayetle temiz,
İşte, gayetle titiz
Ebe İlhame Hanım!
Severiz, bizleri paylar da yine!
Çünkü biz dünkü çocuklar, hepimiz
Doğmuşuz ellerine!

Elde bir çanta uzaktan görünür,
Köyün en kazık olan, diplomasız
Cerrah Mustafendi!
Evvela çanta gider, sonra peşinden kendi.

İhtiyar Angeli aktar küçücük dükkanda,
Sürme, laden, kına hep ayrı durur bir yanda.
Kutular ayrı, paketler, kavanozlar ayrı.
"Ne arasan bulunur derde devadan gayrı!"

Ve nihayet
Sokağın bekçisi sadık Karabaş!
Bizi bir gördü mü gözler parlar,
Duyulur tatlı, kesik havlamalar.
Köyde herkesle yakından tanışır,
Dili yok, söyleyemez söz amma,
Sallanan kuyruğu dildir konuşur!

İşte rüyası hayalimde kalan Çengelköy!
Elli yıl önceki tipler işte!
İşte bağ semti, Çakaldağ, Maslak...
İşte, İcadiye!
İşte, mehtabı yakından
Bir gümüş ayna gibi
Seyreden Tarlabaşı!
İşte, tarihe bakan gözlerle
Ceneviz devrini görmüş çarşı!
Yine rüyalara dalmış uyuyor,
Küçücük koydaki sessiz yalılar,
Yine herkes tanıyor birbirini,
Yine eş, dost öyle!
Bir benim sade uzaktan gelmiş,
Bir benim sade köyün bilmediği,
Bir benim el sayılan!

Beklerdim bir tanıdık yüz boşuna,
Bekledim boş yere bir dost bakışı,
Bir dost gülüşü...
"Göçtü çoktan!" dediler
Anarak ismini sordumsa kimi!
Daracık, kuytu sokaklarda gezip,
Aradım gençliğimi!

22 Temmuz 2013 Pazartesi

ŞİİR DÜNYAMIZIN DEĞERLERİ - 5 -






FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
Burhan Bursalıoğlu


Büyük Şâir.26 Ağustos 1914 İstanbul’da doğdu. Yarbay Hasan Hüsnü Bey’in oğludur. İlköğrenimini Konya, Kayseri, Adana ve Kozan’da, ortaöğrenimini Tarsus ve Adana ortaokulları ile Kuleli Askerî Lisesi’nde yaptı (1933). HarbOkulu’nu bitirerek (1935) uzun yıllar subaylık yaptı. Onyüzbaşı iken kendi isteği ile ordu`dan ayrıldı. Çalışma Bakanlığı İş Müfettişi olarak sekiz yıl çalıştı (1952-1960). İstanbul’da (Aksaray’da) Kitap Kİtabevi’-ni açtı (1959), yayımcılık yaptı. Türkçe adlı aylık bir dergiyi 43 sayı çıkardı (1960-1964). Kitabevini kapattıktan sonra kendini sadece sanatına verdi.
Fazıl Hüsnü‘nün ilk yazısı (hikâye) ortaokulda öğrenci iken Yeni Adana gazetesinde çıktı (1927). şiir olarak yayımlanan ilk eseri de İstanbul dergisinde yer alan Yavaşlayan ömür’dür(1933). Varlık dergisinde çıkan şiirleri ile tanınmaya başladı. Yayımlanan ilk kitabı da Havaya Çizilen Dünyâ’dır (1935).

Büyük Şair 94 yaşında ( 15 ekim 2008 ) Zatürre tedavisi gördüğü hastanede vefat etmiştir.

 

ANIMSAMALAR-86

Dünya kadar büyük bir günüydü çocukluğumun,
Mektebe ilk gittiğim o altın sabah.
Omuzumda kalmıştı el sıcaklığıyla
Anamın okşarken söylediği bir "Bismillâh"

Muhayyeleme sığmayan beyaz bir bina
Ve kocaman bir bahçe ki oyundan büyük.
Harfler kadar yabancı ve çirkin çocuklar
Renk renk elbise, renk renk göğüslük.

İlk ders bir bayramın son günü gibi soğuktu
Gördük karatahtada, "Hesap" denen karaltıyı,
Ezberletti kendi numarasını hoca, herkese;
Ben de öğrendim iki haneli seksen altı'yı.

Ve paydos gelmedi bir türlü odamıza
Duvardaki levhaları ezberledim, masal gibi.
Deminki çirkin çocukların oldu yavaşca hepsi güzel
Ve o sevgiyle sevdim onları ki sızlatır daima kalbi.

oyunlar ve neş'elerle geçti o gün
Ve tatlı rüyalar gibi bitti mektep.
Bilgimi düşürmeden eve götürmek için
İçimden seksen altı, seksen altı diyordum hep.

Eve gelince kestim defterimden bir güle benzeyen iki rakamı
Dolabıma yapıştırdım yan yana, bir zafer saadetiyle
Ablalarımın göreceği saati bayram gibi bekledim
TatlIydI bu bekleyiş mavi bir arifeden bile.

Fakat şaşırmıştım iki rakamın yerini
Dolap kadar, ev kadar guldü halime ablalarım.
Anlar gibi durdumsa da, anlamadım yer değişse ne olur?
Ki hâlâ para saydıkca o hayreti duyarım.

Ki hâlâ yaşarım bir ayrılıkta o hayreti
Dalarım 86, 68 diye bazen.
Yer değiştirince başka şey olmak ne tuhaf
Ne tuhaf ölümü duymak seksen altıdan!
 
 
 
 
 
 
 
MUSTAFA KEMAL'İN OĞLU

Mustafa Kemal'in oğlu diyorlardı ona.
Sırtını okşamıştı Mustafa Kemal bir sabah erken.


Geçiyordu paşalarla beylerle,
Su içmişti tarlasından şuncağız.
Öbür çocuklardan ayırmıştı kendini artık,
Adını duyuyordu yüreğinde ateşçe,
Soluk alırken, ekmek yerken..


Köyün yetimiydi, ölmüştü babası Çanakkale'de,
Kale gibi tutardı omuzlarında başını.
İnce bacakları altında koca ayakları vardı
Sarıydı, kuruydu bozkırda bir çalı kadar,
On üçündeydi ama, göstermiyordu yaşını.


Bir zaman sonra top sesleri duyuldu uzaklardan,
Al al oldu dağların moru.
Eli silah tutanlar girmişti cephelere bir bir,
Kadınlar, çocuklar, dedeler toplandı cami avlusuna
Sordu cümlesi birbirine ne yapak?


Ansızın düşman askeri görüldü çayırda,
Geldi çattı köye gavurun zoru.
Devrisi gün bir haber ulaştı evlere, samanlıklara
Alanda ismi yazılacakmış herkesin.

O saat bir yangın sardı Mustafa Kemal'in oğlunu,
Kimi Kadir diyecek, kimi Mıstık, kimi Özdemir..
Ankara'dan gelen rüzgarlar önünde,
Ankara'ya uçan şahinlere karşı,
O, ne desin?
O, Mustafa Kemal'in oğlu, nasıl söyler
Adını, bir avuç düşmana?
Mustafa Kemal'in oğlu yenilmez, tutsak olmaz,
Adını vermez süngüler altında,
Kellesini verse bilem.
Hem ağaç ağaçtır; öküz öküzdür,
İsim yakışmalı cana.


Bayrak mıydı ne, kartal kanadı mıydı ne,
Ses verdi göklerden adı.
O yürüyordu, köylünün dehşeti büyüyordu peşinde,
Büyüyordu gövdesi,
Büyüyordu dağ kadar.
Dur diye haykırdılar, namluları çevirip üstüne,
Durmadı...


16 Temmuz 2013 Salı

ŞİİR DÜNYAMIZIN DEĞERLERİ - 4-





BEHÇET NECATİGİL
Burhan Bursalıoğlu

1916 yılında Istanbul'da doğdu, 1970'da Istanbul'da öldü. Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Liselerde ardından Istanbul Eğitim Enstitüsü'nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Orta sınıf insanların başından geçen olayları ev- aile-yakın çevre üçgeni içinde anlatan şiirleriyle tanindi. Şiire bağlılığını hiç dinmeyen bir coşkuyla yaşamının sonuna dek sürdürdü  Çok sayıda radyo oyunu, çevirileri bulunmaktadır. Ayrıca hazırlamış olduğu 'Edebiyatımızda isimler sözlüğü' isimli kitabı ölümünden sonra da sürdürülmekte olup kaynak bir başvuru kitabı olma özelliğini hala korumaktadır. Şiire başladığı dönem, Garip akiminin etkin olduğu bir dönemdir. Yine toplumcu gerçekçi şiir olarak adlandırılan akımın da etkin olduğu bu dönemde söyleyiş özelliği olarak bağımsız kaldığı ve kendi söyleyişini yakaladığı kabul edilmektedir. Şiir üzerine yazmış olduğu yazıları ölümünden sonra 'Bile yazdı' ismiyle kitaplaştırılmıştır.




ATATÜRK Ü DUYMAK


Ulu rüzgarlar esmedikçe
Yaşamak uyumak gibi.
Kişi ne zaman dinç
Dalgalanırsa bayrak bayrak gibi.

Ne var şu dünyada ekmekten daha aziz?
Sürdüğün tarlalara sevginle serpildik,
Ekmek olmak icin önce
Buğday olmak gibi.

Silinir sözlüklerden sen hatıra geldikçe
Cılız sözler: usanmak, yorulmak, durmak gibi.
Kuvvettir yaptıkların her yeni yetişene,
Bir ışık-kaynak gibi.

En yakınlar zamanla fersahlarca uzak gibi;
Bir sen varsın kalacak, bir sen ölümsüz
Daha da yakınsın, daha da sıcak.
Bıraktığın toprak gibi.

Kaç Türk var şu dünyada, bir o kadar susuz:
Hepsinin gönlünde sen, bir pınar bulmak gibi.
Ancak senin havanda sağlıklar, esenlikler;
Olmaya devlet cihanda Atatürk'ü duymak gibi.

 
 
ESKİ SOKAK


Küçük ahşap bir dizi evlerdi
On yıl önce o sokak.
Sonra geniş caddelere çıktık
Apartman - - sizden uzak.

Çocuklar orda büyüdü
Orda okula gitti,
Komşunuzduk ama görüşemedik
Hiç vakit yoktu.
 

Sizdendik, yalnız biraz okumuş,
İki kadın, bir erkek, iki çocuk
Uykulu, acele bir karıkoca
Bizdik geçen önünüzden başları eğik.

Akşamları çanta, file - - yorgun, ağır
Dönerdik eve.
Bir hamal bile tutmaz, cimriler!
Diye düşünürdünüz her halde.

Bilmezdik, siz
(Hiçbir şey paylaşılamazdı)
Çarşılardan neler getirirdiniz
(Herkese kendi telaşı) .

Girer miydi evinize, yer miydi
Turfanda bir meyva, iyi bir besin
Kalın kağıtlarda çöplerimiz - -
Çocuklar görüp imrenmesin!

Açılan kapıyı hemen kapatmak
Karşılıklı gizlemekti bir şeyleri.
Gelip gidenimiz olurdu ya
Gülüşmeler bizden değildi.

Kimi günler evdeydim
Masada kağıtlara kapanarak.
Ne de çok çocuk
Sesleriyle dolardı sokak.


Bir cami avlusunda kuşlarca
Bunun sekiz, onun on - - duyardım.
Ürküp kaçmasınlar, pencereden
Yavaşça bakardım.

Hadi ben çok sigara - - öksürükler
Hele çalışırken.
Ya gece yarısı, göğsü parçalanırdı
O kadın, iki ev öteden.

Bilmezdik kaç nüfus her hane
Duyulurdu sertçe sesi bir kapının:
Bağıran bir erkek boşluğa karşı
Ağlayan bir genç kadın.

Kimdin sen, karşımızdaki ev,
Sarı ampul söner onbire doğru.
Eğilirdim, havasız sokak - -
Camlar kararırdı.

Bitmezdi makinede dikişin,
Kimdin sen, bitişik komşu?
Üç yavrunla kalmışsın
Bir tanıdık söylemişti.

Kimsin sen - - sorsaydım hepinize,
Gelirdi aynı yankı hepinizden:
Sana mı kaldı, işine bak,
Kimsin sen?

Bilinmedi, ne çare, sizdendik,
Yalnız biraz daha iyi yaşamaya özlemli.
Şimdi aynı uzaklık, aynı utanç,
Düşündükçe o sokağı, o evleri.
 
 
EVLER


İnsanlar yüzyıllar yılı evler yaptılar.
İrili ufaklı, birbirinden farklı,
Ahşap evler, kagir evler yaptılar.
Doğup ölenleri oldu, gelip gidenleri oldu,
Evlerin içi devir devir değişti
Evlerin dışı pencere, duvar.

Vurulmuş vurgunların yücelttiği evlerde
Kalbi kara insanlar oturdu.
Gündelik korkuların çökerttiği evlerde
O fıkara insanlar oturdu.





Evlerin çoğu eskidi gitti, tamir edilemedi,
Evlerin çoğu gereği gibi tasvir edilemedi.
Kimi hayata doymuş göründü,
Bazılara zamana uydular.
Evlerin içi oda oda üzüntü,
Evlerin dışı pencere, duvar.

Evlerde saadetler sabunlar gibi köpürdü:
Eve geldi bir tane, nar gibi,
Arttı, eksilmedi.
Evleri felaketler taunlar gibi süpürdü.
Kaderden eski fırtınalar gibi,
Ardı kesilmedi.

Evlerin çoğunda dirlik düzen
Kalan bir hatıra oldu geçmişte.
Gönül almak, hatır saymak arama.
Evlatlar aileye asi işte,
Bir çığ ki kopmuş gider, üzüntüden.
Evlerde nice nice cinayetler işlendi,
Ruhu bile duymadı insanların.
Dört duvar arasında aile sırları,
Bunca çocuk, bunca erkek, bunca kadın,
Gözyaşlarıyla beslendi.

Çocuklar, büyük adam yerine evlerin kiminde:
Çocukları işe koştu kalabalık aileler.
Okul çağının kadersiz yavruları,
Ufacık avuçlardan akşamları akan ter,
Tuz yerine geçti evlerin yemeğinde.

İnananların kaderi besbelli evlere bağlı,
Zengin evler fakirlere çok yüksekten baktılar,
Kendi seviyesinde evler kız verdi, kız aldı.
Bazıları özlediler daha yüksek hayatı,
Çırpındılar daha üste çıkmaya
Evler bırakmadı.

 

Yeni yeni tüterken ocakların dumanı
Kadın en büyük kuvvet erkeğin işinde
Erkekleri kaçtı, kadınları kaçtı
Evler dilsiz şikayet kaçmışların peşinde.

Şu dünyada oturacak o kadar yer yapıldı,
Kulübeler, evler, hanlar, apartmanlar
Bölüşüldü oda oda, bölüşüldü kapı kapı
Ama size hiçbir hisse ayrılmadı
Duvar dipleri, yangın yerleri halkı,
Külhanlarda, sarnıçlarda yatanlar.


 

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...