28 Nisan 2014 Pazartesi

GEZİ ANATOMİSİ




GEZİLERİ  GÜVENDİĞİN  TURLA  YAPACAKSIN

Burhan Bursalıoğlu

26 Nisan 2014 Cumartesi günü, eşim, kayın biraderin eşi,  dostum Mustafa  ve eşiyle birlikte  ETS TUR 'un düzenlediği, Safranbolu gezisine katıldık.
İki  gün süren geziye, Kadıköy,Hasanpaşa otoparkından, , rehberimiz PERİHAN Hanım, kaptanımız MEHMET  ve yardımcı MURAT beylerin yönetiminde, 40 yolcu , son derece lüks otobüs Neoplan ile, saat 8.30 da hareket ettik.
Güzel bir havada  başlayan yolculuğumuz, ikram edilen,otobüs içi sabah kahvaltısı ile, Perihan Hanımın yolcuları tanıştırma ve  Köroğlu tesislerinde verilen ihtiyaç molasından sonra, rahat geçen yolculuğumuz öğle saatinde Safranbolu'da bitti.
Çamaşır hane

Bu arada, rehberimiz olan Perihan Hanımın, gidiş - gelişte, yolda görülebilecek, önemli, dikkat çeken, bina, orman,dere,köprü, yol, dağ,tepe, ev gibi,  her şey hakkında bilgi vermesi,  yolculuğumuzun çok verimli ve uzun yolumuzun kısa geçmesini sağladı.
Safranbolu'nun, özellikle eski Safranbolu'nun, yani, Unesco tarafından koruma altına alınan kısmındaki tarihi konaklarının   önünden geçilerek, geçmişte Bektaşilerin yaşadığı Yörük köyüne gittik
Leyla Gencer'in büstü

Yörük köyü ilk bakışta terk edilmiş köy gibi göründü. Daha içerilere girildikçe, Safranbolu ev özelliğine  hakim olduğunu gördük. Ama yine de köyde birkaç kişiden başkası yoktu.  Evlerin ve konak biçimindeki binaların kapılarının büyük  ve eskiden dış kapılarda kullanılan kilitlere benzer büyük kilitlerin olması ve bazılarında sarkan, bazılarında da kapı kanatlarını birleştirmiş gibi bağlı iplerin olması dikkatimizi çekti.. Bilinçli bir hareketmiş. Kapısında sarkık ip varsa ev sahipleri   "misafir kabul ederler" ip sarkık  değilse,   ev sahiplerinin evde olmadığı veya müsait olmadıkları anlamı  taşıyormuş.
Sipahioğlu konağında tavan ve şrkiller

Yörük köyünde Sipahioğlu Konağı, köy çamaşırhanesini gezdik. Gördüklerimiz ilginçti. Sipahioğlu konağı müze şeklinde donatılmış. Halka açık. Çamaşırhane çalışmıyor. Ama eski araç gereçleriyle özelliğini  muhafaza ediyor. Yörük köyünün  gelmiş geçmiş Ağaları,ermişleri,büyükleri nin resimleri de çamaşırhanenin duvarında çerçeveli olarak asılı şekilde muhafaza altına alınmıştı.
Kaymakamın misafir odası

Issız sokaklardan Sipahioğlu konağına yürüdük. Konağın önünde satıcılar vardı. Yörenin  turistik, bilhassa ahşap eşyalarını  satıyorlardı.  Konağın dış  görüntüsü  ile iç görüntüsü korunmuş. Bir ailede gerekli tüm eşyalar sergilenmişti. Tavan ve duvarlardaki resim, figür ve şekillerinin her birinin bir anlama geldiğini söyleyen konağın görevlisi, konaktaki en küçük bir ayrıntıyı dahi kaçırmadı.
Kaymakamın hamamı

Konaktan çıkarak,otobüsümüzü bıraktığımız park yerine doğru giderken, gözümüze ilişen büstün yanına gittiğimizde, büstün Leyla GENCER e ait olduğunu gördük. Rehberimiz  Perihan hanım konuya açıklık getirdi.
Leyla Gencer'in annesi o köyde büyümüş. Onun anısına o büstü yapmışlar.
Tipik Safranbolu evi

Otobüsümüze binerek öğle yemeği için İmren Lokum Konak Restorana gittik. Yörenin yemeklerinden oluşan, sebzeli erişte çorba, salata, sebzeli dana güveç, etli yaprak sarma, su böreği, safranlı pilav ve safranlı zerde tatlısını afiyetle yedik.
Kaldığımız Bağlar Saray Otel

Lokantanın alt katında bulunan salona geçerek, lokum imalatının slayt gösterisi ve lokumun tarihçesi hakkında bilgiler verildikten sonra da dükkan bölümüne geçerek  lokum alış verişi yapıldı.
Serbest zaman sonunda, bildirilen saatte otobüsümüze binerek, Unesco tarafından birçok kez   ödüllendirilen ve koruma altına alınan eski Safranbolu da bulunan ve Safranbolu'yu kuş bakışı görmeye yarayan HIDIRLIK tepesine çıkıyoruz.
HIDIRLIK Tepesinden Safranbolu

 Burada poz poz resimler çekerek,saat kulesini ,hükümet konağını, Safranbolu'luların uçak alımı için yaptıkları yardımı sembolize eden gerçek uçağın uzakda da olsa resimlerini çektikten, gelen gelin ve damatların poz poz resim çektirdiklerini seyrettikten  sonra Hıdırlık tepesini terk ediyoruz
Güneş saatı

Köprülü Mehmet Paşa camiini gezdik. Avlusundaki güneş saati en çok rağbet gören yapıttı. Daha sonra (Sırayı şaşırabilirim) Cinci han ve hamamı, İzzet Paşa camiini gezdik. Caminin avlusunda İzzet Paşanın mezarı bulunuyor. Daha sonra Kaymakam konağını gezdik. Rehberimiz konak hakkındaki bilgileri verirken, odaların, misafir kabul odası, haremlik odası, selamlık odası, mutfak gibi her odanın bir görevi üstlendiğini belirtti. Banyo odaların içinde, bir kişinin oturarak yıkanabileceği genişlikte. Tuvalet göremedik. Galiba o da bahçede dir.
UÇAK

Konağın bahçesi  çay bahçesi olarak kullanılıyor. Orada safranlı çayımızı içerek çarşı gezmemize devam ettik.
Yemeniciler,demirciler, bakırcılar çarşılarını gezerek akşamı ettik.
Otobüsümüze binerek, yeni Safranbolu da olan Bağlarsaray otelimize gittik. Yerleştikten sonra aynı otelde akşam yemeğini yiyerek  dinlenmeye çekildik.
Rehberimizin sürprizi Nehir kenarı molası

27 Pazar sabahı, kahvaltıdan sonra saat tam 9 da otobüsümüze binerek Amasra'ya doğru yola çıktık.
Arabamız Karadeniz'e doğru yol aldıkça toprak görünmez oluyor, ağaçlar daha sık, daha gür ve daha gösterişli oluyor. Karadeniz her yerde kendini hissettiriyor. Murat beyin içecek  ikramının bardakları elimizde iken, rehberimiz Perihan Hanım sürpriz yaparak, otobüsümüz nehrin geniş kıyısında durdu. İndik, meşrubatlarımız geldi, nehir kıyısında içerek resim kareleri oluşturuldu. Bu arada 3 nolu ETS TUR  arabası da gelerek yolcularını indirdi.
Karadeniz'in tek adası,Amasra adası

Sağımız ve  solumuz da ki ağaçların arasından geçerek, Amasra'nın girişindeki BAKACAK tepesinde durduk.Bizden başka 4 ötobüs daha orada park ederek yolcularını indirmişti. Çok geniş olmayan düzlüğün yamaç bölümünde satıcılar tezgahlarını kurmuş, sebze, kuru sebze, yağ, reçel, turşu el işleri, tahta işleri ve meyve satıyorlar. Sattıkları  her şey normalin  üstünde  fiyatta idi. Bir örnek, Çay tabağından biraz büyük cam tabağına tam 15 adet kara dut koymuşlar. Fiyat 5 lira.
Amasra kalesi surlarında ışıklı ATATÜRK  PORTRESİ

Bu tepenin de bir özelliği varmış.  Fatih Sultan Mehmet bu tepeden Amasra'ya bakarak "  Lala Lala, Çeşm-i Cihan bu mu ola"   (Dünyanın gözü bu mudur ) diyerek hayranlığını dile getirmiş.  Ne yazık ki biz o şerefe nail olamadık. Çünkü, dönüşümüzde dahi dağılmamış yoğun bir sis vardı.

Tepeden  inerek Amasra'ya girdik. Park yerinde otobüsten inerek, yaya olarak  Amasrayı tanımaya başladık. İlk olarak kimilerine  göre Amasra , kimilerine göre zindan kalesi, kimi,lerine göre de Sorma gir kalesi olarak adlandırılan kaleye çıktık. Kale görüntüsü yok. Yüksekte ama surlar yeşilliklerin altında kaybolmuş.
Kaleden inişte,Roma döneminde inşa edilen  KEMERE köprüsü ve Bizanslılar tarafından kilise olarak kullanılan, şimdi ise, Fatih camii adını alan eserlerini  gördükten  sonra büyük limana indik. Sahilde yürüyerek Mavi Yeşil Balık Restorana gittik. Öğle menümüz balıktı. Salatadan sonra tabakta  4 çeşit balık geldi. İsteyen istediğinden yiyor. Garsonlar ellerinde balık dolu tabaklarla gelip bitirenlerin önüne koyuyor. Doyana kadar isteyebilirsin. Yemesi kolay diye ben hep mezgit istedim.
Saat 15 e kadar verilen boş zaman içinde çarşılar ve pazar  gezildi, resimler çekildi. Bu arada BARIŞ AKARSU'yun heykelini gördük. Amasra parkının içine yapmışlar.
Barış Akarsu Heykeli

  Saat 15 de otobüslere binerek, bu kez Devrek Zonguldak Bolu üzerinden dönüşe başladık. Bolu dan sonra yağan yağmur kaptanımız Mehmet Beyi etkilemedi. Zamanında İstanbul'a geldik.
AMASRA DA BÜYÜK LİMAN.

Gemi turu da dahil olarak birkaç kez ETS TUR la gezilere katıldım. Her defasında memnuniyetle vedalaştık.
Bir turun yolcularını memnun eden tur  görevlileridir. Görevli faydalı olamazsa, verimli olamazsa, tur ne kadar reklam yaparsa yapsın  yolcu  ikinci kere o tura asla katılmaz. Bizim memnuniyetimiz tur görevlilerin yolcularına olan davranışlarından dolayıdır.
Bu turda da, başlangıç ve bitim arasında bulunan coğrafi yapılanmaların öz geçmişiyle bilgilendiren, samimi, cana yakın, işinin ehli  rehberimiz bayan Perihan hanıma, soğukkanlı, sabırlı, mesleğini iyi uygulayan, kurallara riayet eden kaptanımız Mehmet Bey e, uzun yolculuğumuzda ve molalarda kahrımızı çeken, zamanlamayı şaşırmadan ikramlarını yapan yardımcı Murat beye teşekkürlerimi sunuyor ve böyle çalışkan, insanları bulunduran ETSTUR u da kutluyorum.

22 Nisan 2014 Salı

ULUSAL BAYRAMLARIMIZ




ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMIMIZIN 94. YILI

Burhan Bursalıoğlu


23 Nisan Ulusal  Egemenlik ve Çocuk bayramının gerçekleşmesini sağlayan TBMM nin kuruluşunun  94. yıl dönümünü kutluyoruz.

Ulu Önder Atatürk'ün bu önemli günü çocuklara armağan etmesi , geleceğin yıldızları, parıltısı ve gerçek aydınlığı oluşturacak olan çocuklara olan  inancındandır.

Bazılarının dediği gibi 23 Nisan "astığını astık, kestiğini kestik" demek değildir.

23 Nisan, unutulmayı, tetrk edilmeyi, hafızalardan, kitaplardan, günlük yaşamımızdan silmeyi hak etmek demek değildir.
23 Nisan, kutlamaları, şenlikleri, gösterileri iptal edilmesini gerektirecek neden aramak kadar basit bir olay değildir.

23 Nisan, milli mücadelenin zafere giden yoludur.
23 Nisan, bitmiş bir ulusun var olmasıdır.
23 Nisan, oksijen çadırında can çekişen bir milletin mücadele gücüne kavuşmasını sağlayan dopinktir.

23 Nisan, Dünya'nın  güçlü ordularına karşı  yapılan sonuçta kazanılan  mücadelenin  güçlü silahıdır.
23 Nisan, Türk Ulusu'nun istiklalini kazanacağı inancına vardığı gündür.

23 Nisan, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş  sembolü ve temel taşıdır.
23 Nisan, 23 Nisan'ı oluşturanların halkına güvendiği tarihtir.
23 Nisan, bağnazlığın, cahilliğin, esaretin, hürafeliğin, karanlığın ve saltanat zincirlerinin parçalandığı tarihtir.

23 Nisan, çağdaş Türkiye'nin  aydınlık yolunun başlangıcıdır.
23 Nisan, özgürlük, bağımsızlık, hürriyet, adalet, demokrasi ve cumhuriyet kavramlarının kazanıldığı ve uygulandığı tarihtir.
23 Nisan, çocukların geleceğine güvenmek ve  onları korumaktır.

23 Nisan, Dünya uluslarının saygı duyduğu, fikirlerini uyguladığı,  MUSTAFA KEMAL PAŞA'nın  Dünya lideri ATATÜRK  olarak  kazanıldığı, unutulmaz bir tarihtir. 

23 Nisan tarihi asla ve asla bu ulusun beyninden silinmeyecektir, silmeye de hiç bir kişi , örgüt, teşkilat ve düşman muvaffak olamayacaktır. Olmasına da asla müsaade etmeyeceğiz.
Türk Ulusu'na  23 Nisan kutlu olsun.













17 Nisan 2014 Perşembe

KÖY ENSTİTÜLERİNİN YILDÖNÜMÜ







KÖY ENSTİTÜLERİ 74 YAŞINDA

Burhan Bursalıoğlu


17 Nisan. Köy Enstitülerinin kuruluşunun 74. Yılı.

“Öğrencisi, öğretmeni, usta öğreticisi ile Köy Enstitülü’ler İsmail Hakkı Tonguç’un önderliğinde bir destan yarattılar. Yarattıkları efsane; yeşeren toprak, yükselen yapı, ışığa dönüşen su, dayanışma, paylaşma, aydınlanma, özgürleşme demekti. Onlarınki yalnızca eğitim değil, bir yaşam biçimiydi. Onlarca yazar sanatçı, bilim insanı ve milyonlarca öğrenci yetiştirdiler.”


Köy Enstitüleri yalnızca öğretmen yetiştiren kuruluşlar olmayıp,bulunduğu çevreyi araştıran, geliştiren ve çevrenin kalkınmasını da üstlenmiş kurumlardı. Çok önemli bir işlevi yerine getirdi. Başka biçimde söylersek Köy Enstitüleri kırsal yörede toplumsal, ekonomik ve kültürel kalkınmayı sağlamak; bu alanda ilgili gerekli elemanları yetiştirmek için kurulan yapılardı.

Kapatıldığı 1954 yılına kadar Köy enstitülerinde
 1308 bayan ve 15,943 erkek toplam 17,341 köy öğretmeni yetişmişti. Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Pakize Türkoğlu,Hatun Birsen Başaran, Ali Dündar, Mehmet Uslu , Dursun Akçam, Ahmet Uysal, Refet Topuz, Mustafa Ozan,Naszif Karaçam ve Recep Bulut gibi, tüm dünyaca tanınan, taktir edilen yazarlarımız ve düşünürlerimiz bu okullardan yetişenlerden bazılarıdır. 





Köy Enstitülerinin Kapatılışı

II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle bir çok ülkede olduğu gibi Türkiye’nin de siyasal yaşamında köklü değişiklikler başladı. Türkiye çok partili döneme geçti. Yabancı sermaye ile işbirliğine, ABD ile ikili ilişkilere girildi. 1946 seçimlerinde Hasan Ali Yücel 5 Ağustos 1946 da kadro dışı kalırken, Tonguç ve ekibi de görevden uzaklaştırıldı. Bu gelişmelerin hedefi, zaten adları çoktan “solcu yuvası”na çıkarılan Köy Enstitülerini yıpratmaktı. Bu yıpratma hareketi öncelikle yeni Bakanlık kadrosu tarafından başlatıldı
 
a) 1946 yılından sonra Enstitülerde varolan iş içinde eğitim anlayışı sistemli bir şekilde değiştirildi ve amacından saptırıldı. 1947 yılından sonra, Enstitülerdeki değişiklikler birbirini izlemeye devam etti. 


Enstitü öğretmenleri, ellerinde bulunan tüm araç ve gereçleri geri vermeye zorlandılar. Okullara tohumluk, bitki ve diğer tarımsal maddelerin verilmesi askıya alındı. Enstitü öğretmenleri, köylerine yerleşmiş üretici öğretmenler iken, yeni değişiklikler sonucunda tümüyle devlet tarafından ödenen bir ücrete mahkum oldular. Bu gelişmelere paralel olarak, Köy Enstitülerine karşı olumsuz tutuma sahip olan yeni Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer öncülüğünde, Enstitülerin temel ilkeleri birer birer ortadan kaldırıldı. Hatta, Enstitü programıyla yetişip son sınıfa gelen toplam, 2000  öğrenci sınıfta bırakılarak  mezun olmaları, yani köylere gitmeleri engellendi. Bunlar ve diğer öğrenciler, Öğretmen okulu programlarına tabi tutuldular.  Köy Enstitülerine öğretmen yetiştiren  Yüksek Köy Enstitüleri  “Benzer başka okullar olduğu gerekçesiyle”1947 yılında  kapatıldı.


 1947 Programı ile bir önceki 1943 Köy Enstitüsü Öğretim Programı değiştirilerek, üretim ve iş ilkesi zedelendi, öğrenciler, Enstitü yönetiminden dışlandı, Enstitülerdeki serbest okuma saatleri kaldırıldı ve birçok kitap yasaklanarak Enstitülerden toplatıldı. 
b) Enstitülerin kapatılma sürecini, 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin işbaşına gelmesi daha da hızlandırdı. Yeni Bakan
 Tevfik İleri ilk iş olarak Enstitüleri, Kız ve Erkek Köy Enstitüleri olarak ayırdı,Kızılçullu, Beşikdüzü Köy Enstitülerini kapattı. 1951 yılında Bayan Wofford başta olmak üzere birçok ABD’li uzman çağrılarak Enstitüleri yıkmaya zemin oluşturacak raporlar hazırlatıldı. 1953 de de tamamen tabelalar indirilerek, öğretmen okulları programları uygulanıp, “Öğretmen okulu “ tabelaları eski tabela yerlerine monte edildi.
KISACA, "İSMET   İNÖNÜ' nün OKULLARI " DENEN KÖY ENSTİTÜLERİ YİNE İSMET İNÖNÜ TARAFINDAN  KAPATILDILAR.



Çok kısa ömürlü olmalarına karşın öğrencisi, öğretmeni, çalışanıyla aydın, özgür üretken, araştırmacı, sorgulayıcı, Atatürk İlke ve İnkilaplarına, Laik Cumhuriyete inanan ve bu yolda yürüyen bireyler, yurttaşlar yetiştiren, bugün dahi birçok ülkeye örnek olabilecek üretime dönük eğitimi öngören strateji uygulayan Köy Enstitüleri;
-Laik eğitimin başlamasında öncülük etmiştir.
-Yüzyıllardır biriken feodal toplumun üretim ve yaşam biçimini ortadan kaldırmaya başlamıştır.
-Feodal toprak rejiminin değişimi, toprak ağalarının, kendilerinin ortadan kaldırılma tehdidini hissetmelerine neden olmuştur.
-Sanat, Edebiyat, Bilim ve teknolojide olumlu beklentiler oluşmuştur.
-Bilimsel ve felsefi alanda laik eğitim başlamıştır.
-Sanayi için eğitilmiş nitelikli iş gücünün oluşmasına yardımcı olmuştur.
-Ataerkil toplumdan çekirdek aile toplumuna dönüş başlangıcı olmuştur.
-Atamızın özlediği demokratik toplum ve kültür için kurumsal alt yapı oluşmasına neden olmuştur.
-Ezbercilikten uzak sorgulayan, analitik düşünen bireyler yetiştiren, demokratik ve üretici eğitimin başlamasına öncülük etmiştir.




Yurt Dışından  Görülen Köy Enstitüleri

Ülkemizde, kendi eğitimcilerimizin yarattığı Enstitülerin değerini anlamayarak - ya da anlayarak –yok etmeye çalışılırken, yabancı eğitimciler, Köy Enstitülerini araştırma konusu yapmış, kurulduğu yıllardan başlayarak Enstitülerin çağdaş eğitime dünya ölçüsünde yenilikler getirdiğini açıklamışlar. Aşağıda yabancı eğitimcilerin Köy Enstitülerine ilişkin görüşlerinde bazılar yer almaktadır:

Ünlü Amerikalı eğitimci
 Dewey, Köy Enstitüleri için, “hayalimdeki okullar Türkiye’de kurulmuştur” demektedir. 

İsviçre’de A. G. Verlag-Bern yayınevinin “
Lexion der Pedagogik” (Pedagoji Ansiklopedisi) adlı yapıtında, “Tonguç, İsmail Hakkı” olarak yer alan 300 kelimelik tanıtımda, Tonguç’un meslek hayatına, çalıştığı kurumlara değinilerek "Türk eğitimine getirdiği katkı, ülkenin gerçeklerine uygun olarak kurduğu Enstitülerden alınan sonuçlar ve Enstitünün özgün" yanları anlatılmaktadır 

Köy Enstitüleri ve Tonguç üzerine araştırma yapan yabancı eğitimcilerden biri de, Amerikalı eğitimciKirby’dir. Yazar, “Türkiye’de Köy Enstitüleri” adlı yapıtını Columbia Üniversitesi’nde doktora tezi olarak hazırlamıştı. Amerikalı eğitimci, “Köy Enstitülerinin Batılı eğitimcilerin fikir ve sistemlerinin bir kopyası olmadığını, bu kurumların Türkiye’nin eğitim arayışlarıyla, politik çıkar gözetilmeden, II. Mahmut’tan bu yana yapılan araştırmaların sonucunda varılan çıkar yolu olduğunu” belirtmektedir. Yazar, aynı zamanda, “ Bu uygulamanın, yalnızca eğitim davasını çözümlemekle kalmayarak Türk toplumu üzerinde hiçbir eğitim kurumunun yapamadığı kadar etkin olduğunu “ vurgulamaktadır 
Hamburg Üniversitesi’nden
 Hausmann Yüzyılımızın Eğitimine Türkiye’nin Katkısı” adlı yazısında Köy Enstitülerini şöyle değerlendirmektedir “Avrupa örneklerine göre yön saptama çabalarını sürdürürken, kendi koşullarına uygun özgün yolu bulmuşlardır. Köyün eğitim yoluyla değiştirilmesi düşüncesinin bütünleştirici öğesi olarak tümü Türk kökenlidir. Bu niteliği ile yüzyılımızın eğitimine Türkiye’nin bir katkısıdır.”

Günümüzde,
 İran, Hindistan, Pakistan, Flippinler, Nikaragua, Tanzanya gibi bazı Asya, Latın Amerikası ve Afrika ülkelerinde, Türkiye’deki Köy Enstitüleri uygulamasından esinlenerek çalışmalar yapılmaktadır. 

Nesli tükenmekte olan Sevgili, tüm Köy Enstitülü öğretmen arkadaşlarımdan, yaşamını yitirmiş olanları saygı ile anıyor, Tanrıdan rahmet diliyorum, Yaşamda olanlara sağlıklı uzun yıllar diliyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum
.

24 Mart 2014 Pazartesi

MİLLİ ŞAİRLERİMİZ






KUVAYİ  MİLLİYE


                                                                                    4. ve 5. BAP

Değerli okurlarım, 26 Mart Çarşamba günü sabahı oyumuzu kullanmamız için eşimle birlikte Bodruma gidiyoruz. 10 gün kadar sonra geleceğiz. Bu süre zarfında görüşemeyeceğiz.    HOŞCA KALIN.                                                                          
4.  BAP


NURETTİN EŞFAK'IN BİR MEKTUBU
ve
BİR ŞİİRİ
 
 


Kardeşim, 
sana bu mektubu Ankara'da Kuyulu kahvede yazıyorum. 
Hep aynı Anadolu havalarını çalıyor gramofon 
                     kocaman bir boru çiçeğine benzeyen ağzıyla, 
Dışarda yağmur... 
Mektepten istifa ettim. 
Cepheye gidiyorum ihtiyat zabitliğiyle. 
Çocuklarımıza Türkçe okutmak, 
öğretmek, sevdirmek onlara 
              dünyanın en diri, en taze dillerinden birini, 
                                                       kendi dillerini, 
                                                                güzel şey, 
                                                                  büyük şey. 


Fakat bu dilin insanları için çakmak çalmak cehpede 
                                                            daha büyük 
                                                            daha güzel.


Biliyorum : 
            iş bölümünden bahsedeceksin. 
Fakat, Ankara'da çocuklara ders vermek, 
bozkırda ateş hattına girmek 
                                       haksız ve hazin 
                                                 bir iş bölümü. 


Öyle günlerde yaşıyoruz ki 
ben bir iş yapabildim diyebilmek için : 
hep alnının ortasında duyacaksın ölümü.


Bak, tam sana bunları yazarken 
asker geçiyor sokaktan ; 
yağmurda harap postallarının meşinini ıslatarak 
Meclis'in önüne doğru iniyorlar, 
                        İstasyona gidecekler. 
Ve türkü  söylerken, her nedense her zaman yaptığı gibi, 
                   sesini incelterek marş okuyor genç Türk köylüsü : 


                          «Ankara'nın taşına bak, 
                            gözlerimin yaşına bak...»


Yüzleri mühim, dalgın ve yorgun. 
Tıraşları uzamış biraz. 
Elleri büyük ve esmer. 
Elâ gözlüler, kara gözlüler, mavi gözlüler.


Yine birdenbire Yunus Emre geldi aklıma. 
Başka türlü anlıyorum ben Yunus'u : 
Bence onda bütün bir devir dile gelmiş Türk köylüsü : 
                                      öte dünyaya dair değil, 
                                          bu dünyaya dair kaygılarıyla...

NAZIM HİKMET-ANNESİ CELİLE* KIZ KARDEŞİ  SAMİYE



Bir şiir yazdım, 
garip bir şiir, 
«Türk Köylüsü» diye. 
Bir tuhaf mı oluyor böyle günlerde şiir yazmak? 
Her ne hâl ise, hoşça kal, gözlerinden öperim.


  
                                                          Kardeşin 
                                                      Nurettin Eşfak 
  
 


BEŞİNCİ BAP
 


920'NİN 16 MARTI
ve
MANASTIRLI HAMDİ EFENDİ
ve
REŞADİYELİ VELİ OĞLU MEMET'İN HİKÂYESİ
 
  
 

«Bu hamiyetli ve cesur, Manastırlı Hamdi Efendi olmasaydı, İstanbul felâketinden kim bilir haber almak için ne kadar intizarlar içinde kalacaktık. İstanbul'da bulunan nâzır, mebus, kumandan, teşkilâtımız mensupları içinden bir zat çıkıp vaktiyle bize haber vermeği düşünmemiş olduğu anlaşılıyor. Demek ki cümlesini heyecan ve helecan kaplamıştı. Bir ucu Ankara'da bulunan telin İstanbul'da bulunan ucuna yanaşamayacak kadar şaşkın bir hale gelmiş olduklarına bilmem ki hükmetmek caiz olur mu?»

(Nutuk, s. 295, Devlet Basımevi, İstanbul 1938)
 

NAZIM HİKMET ve ORHAN KEMAL
 

920'nin 16 Martı. 
Öğleden evvel 
saat onda 
makina başında şöyle bir telgraf aldı Ankara'daki :


    «Der-aliye 16/3/1920. 
      İngilizler bastı bu sabah 
              Şehzadebaşı'ndaki Muzika karakolunu. 
      Müsademe edildi. 
      İşgal altına alıyorlar İstanbul'u şimdi. 
      Berâyi malûmat arzolunur. 
                                            Manastırlı Hamdi.»




920'nin 16 Martı. 
Harbiye Nezareti telgrafhanesi buldu Ankara'yı : 
    «Etrafta dolaşıyor İngiliz askerleri. 
      Şimdi işte 
      İngiliz askerleri giriyorlar nezarete. 
      İşte giriyorlar içeri. 
      Nizamiye kapısına. 
      Teli kes. 
      İngilizler burdadır.»


920'nin 16 Martı. 
Manastırlı Hamdi Efendi 
               buldu Ankara'dakini tekrar :


    «Paşa hazretleri, 
      Harbiye telgrafhanesini de işgal etti İngiliz bahriye askeri 
      Tophane'yi de işgal ediyorlar bir taraftan, 
      bir taraftan da zırhlılardan asker ihraç olunuyor. 
      Vaziyet vehamet kesbediyor efendim. 
      Paşa hazretleri, 
      Emri devletlerine muntazırım.


                                                16 Mart 1920 
                                                    Hamdi» 
 


920'nin 16 Martı. 
Durumu bir daha tekrar etti Hamdi Efendi :


    «Sabah bizim asker uykuda iken 
      İngiliz bahriye efradı karakolu işgal etmekte iken 
      askerlerimiz uykudan şaşkın kalkınca müsademe başlıyor. 
      Neticede bizden altı şehit, on beş mecruh olup 
      İngilizler zırhlıları rıhtıma yanaştırıp 
      Beyoğlu ve Tophane'yi işgal edip. 
      İşte Beyoğlu telgrafhanesi de yok. 
      İşte Beyoğlu telgraf memurları geldiler. 
      Kovmuşlar. 

      Burası da işgal olunacaktır bir saata kadar. 
      Şimdi haber aldım efendim.»


920'nin 16 Martı 
uykuda kesti kâfir üçümüzü, 
kurşuna dizdi kâfir ikimizi. 
İngiliz'in hepsi değil domuzu 
Sabaha karşı aldı canımızı.


920'nin 16 Martı 
basıldı Vezneciler'de karargâh. 
Uyan be tosunum uyan. 
Üçümüzü uykuda kesti kâfir, 
üçümüz : Abdullah çavuş, Şarkışla'dan Osman, 
                                bir de Zileli Abdülkadir.


920'nin 16 Martı 
Bozdoğan Kemeri'nde 
kurşuna dizdi kâfir ikimizi. 
Ahmet oğlu Nasuh arkadaşımın adı, 
Reşadiyeli Veli oğlu Memet benimkisi.




920'nin 16 Martı 
uykuda kesti kâfir üçümüzü. 
Soktu Osman'ın karnına kasaturayı, 
bastı göğsüne kâfirin dizi. 
Dört çocuk babasıydı Abdullah çavuş. 
Doymadı dünyasına Abdülkadir. 
Üçümüzü uykuda kesti kâfir, 
kurşuna dizdi ikimizi.


920'nin 16 Mart sabahı, 
karakolun karşısında 
          bırakmadım elimden silâhı, 
          yere serdim iki İngiliz'i. 
Senin ırzını kurtardım İstanbul'um, 
Sana can feda çakır gözlü gülüm.


Üçümüzü uykuda kesti kâfir, 
kurşuna dizdi ikimizi. 
Şimdi üçümüz : 
Abdullah ve Osman ve Abdülkadir, 
taşları yan yana yatar Eyüp'te. 
Arama, bulamazsın ikimizin kabrini, 
belki maşrıkta, belki mağripte, 
biz de bilemeyiz yerini. 
 



Uykuda kestiler üçümüzü, 
kurşuna dizdiler ikimizi, 
Ahmet oğlu Nasuh arkadaşımın adı, 
Reşadiyeli Veli oğlu Memet benimkisi. 
Bir de altıncımız var, 
kara kaytan bıyıklı bir şehit, 
son mekânı şöyle dursun, 
              adını da bilen yok... 
  
   

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...