12 Mayıs 2014 Pazartesi

GÜZEL ÜLKEMİZ






ÖĞÜNMEYİ  HAK EDEN  KENTİMİZ

Burhan  Bursalıoğlu

Balıkesir Necati  Bey Öğretmen Okulu   ve Eğitim Enstitüsü mezunlarının her yıl yaptıkları 3 gece 4 günlük  mutat toplantıları bu yıl, 5 – 8   Mayıs arasında   Eskişehir'de yapıldı.
Geçen yıl  Balıkesir Gönen’de yapılan toplantıya da katılmıştım. Galiba Eskişehir adı , katılanları ikiye katladı.  Yaşları 70 in üzerinde, 155  delikanlı   katıldı.  Bu yazımda sizlere  Eskişehir’in gezilip,  gördüklerimizi  anlatmaya çalışacağım.
Yöneticiler, gezi programı düzenlemelerini  JAN LİMA  adlı turizm şirketine vermişler.
GENÇLİK MERKEZİ

5  MAYIS  2014  PAZARTESİ:

5 Mayıs öğle saatlerinde ANEMON adlı otelde  ağırlanmaya başlandık.  Yerleşme ve dinlenmeden sonra saat: 16 da tur otobüslerine binerek, bir zamanlar hal  binası olarak hizmet veren, sonradan harabeye dönen  binanın restorasyonundan sonra “HALLER GENÇLİK MERKEZİ” adı ile, içinde hediyelik eşya, tatlıcı dükkanları, kafeler, butik mağazaları, büfeler gibi iş yerlerinin  bulunduğu sevimli bir mekan durumuna getirilen  bu yere geldik.
Ortada kurulmuş masalara oturarak, Mazlumlar muhallebicisinin, Turizm şirketinin ikramı olarak, Eskişehir’in su muhallebisini yedik. Kısa alışverişten sonra, Odun pazarı olarak bilinen, şimdi ise birçok etkinliklerin yapıldığı bölgeye gittik.
                                                                                    

Safranbolu evlerine benzer evlerin aralarından yürüyerek, 1525 yılında yapılan, Kurşunlu Camii ve Külliyesinin içinde sergilenen lüle taşı sergisini gezdik.
Akla gelebilecek her şeyin lüle taşı ile yapılması, lüle taşının Eskişehir’ li lerce ne kadar  değerli olduğunu anladık. Bu taş sayesinde Eskişehir  büyük gelirler elde ediyor.

Aynı bölgede ATLIHAN EL SANATLARI ÇARŞISI na gittik. Lüle taşı ve cam  sanatının  icra edildiği atölye ve satış mağazalarını gezdikten sonra, saat 19 civarında otelimize döndük.
Saat 20 de  tanışma kokteyinden sonra,  açık büfe akşam yemeğini de yiyerek istirahata çekildik.

6  MAYIS  2014  SALI:

Salı sabahı kahvaltıdan sonra, saat 9 da tur otobüslerimize binerek , 70  km. mesafedeki Çifteler ilçesine hareklet ettik.

Yoldan, Çifteler Köy Enstitüsü ‘nden 1947  mezunu , emekli  öğretmen İlyas KÜÇÜKCAN ‘ı da alarak, Mahmudiye’de bulunan,  1954 de kapatılan  Çifteler Köy Enstitüsünün bulunduğu, şimdi ise, yapılan yeni binalarla, Yunus Emre Öğretmen Lisesi olarak  görev yapan mekana gittik.
Aynı okuldan mezun İlyas Bey’in Enstitü hakkında verdiği geniş bilgilendirmeden sonra, harap ve viran durumda olan , zamanın öğrencileri tarafından yapılan binaları gezdik. Yüreğimiz acıdı.

 Bir tarih olan o binalar, restore edilerek hizmete açılamaz mıydı?  Türkiye’nin birçok illeri dolaşılarak parça parça toplanan motor aksamlarından elde edilen elektrik, motor malzemeleri, Porsuk çayının bir kolunun üzerinde yapılan  köprü ve suyu verimli hale getirerek el  emeği, göz  nuru ile elde edilen  hububatın öğütülmesi için yapılan değirmen parçaları, sağa sola serpileceği yerde  değerlendirilemez miydi?

Ana Binanın  görüntüsü sağlam.  Ama  Eğitim için kullanılmıyor. Sınıflara ders araç ve gereçler dağınık olarak konmuş.  60-65 yıl önce kullanılan  ders araçları da bir sınıfta sergilenmiş şekilde muhafaza altına alınmış.   Yapılan vefalılık sadece bu.
Köy  Enstitüsü öğrencilerinin  yiyecek  ve  her türlü ihtiyaçları, 100 dekarı bulan tarlalardan ve bahçelerden , besledikleri  hayvanlardan elde ediliyormuş.  Un mamüllerini de yaptıkları fırınlarda  pişiriyorlarmış.

O zamanda,  bataklık durumunda olan 100 dekarlık araziyi, kurutarak orman ve tarla yapmışlar. Yol güzergahında ve  Mahmudiye’ den   Hamidiye’ye kadar uzanan bölgeyi ormanlık haline getirmişler.  Hayvancılık, arıcılık, demircilik, duvarcılık, marangozluk, ciltcilik gibi beceriler elde edilmiş. Sağlık elemanları, yazar, şair, ressam, müzisyen yetiştirilmiş.
Kısaca Çifteler Köy Enstitüsü dışarıya bağımlı kalmamış, aksine dışarıya satış yapmış.

SAKARİBAŞI

Ülkemizin 21 Köy Enstitüsü , her zaman söylediğim gibi, kapatılmamış olsa idi, Türkiye’nin çehresi daha değişik olur, tüm dev letlerin itibarını, saygınlığını kazanırdı. Güçlü ve aranır bir devlet  olurduk.
Bu ziyaretin sonunda, 15 dakikalık mesafedeki, Çifteler'deki  Sakarya nehrinin   doğduğu SAKARİBAŞI denen  mesire yerine gittik.

Burası aynı zamanda, çok partili döneme geçişte, demokrasinin mitinginin ilk yapıldığı yerdir.
Buraya vardığımızda öğle olmuştu.
Mercimek çorbası, salata meşrubat ve kiremitte alabalıktan  oluşan menü,  arkadan  semaverde çay, yorgunluğumuzu bir nebze azalttı.
İkinci  günün yüklü programı bitmemişti.  Yemek sonrası verilen yarım saat dinlenmeden sonra, arabalarımıza binerek, Yazılı kaya köyüne hareket ettik. Hafif yağmurla birlikte köye vardık.

Midas antik kentin girişinde bulunan, yüksekliği  17 m. Eni  16 m. olan  Yazılı kayanın önünde  hatıra  fotoğraflarıi  çekilerek,  İlyas  Beyin  yazılı kayanın tarihçesini   dinledik.  Programda   olan, bir saatlık yürüyüşte, Kırkgöz Oyma Kaya Manastırı, Frig ve Roma Kaya  mezarları, Kral yolu, Hitit Kabartmaları, Büyük ve küçük  sunaklar, bitirilmemiş Yazılı kaya ve  su  sarnıcı merdivenlerini görmeye gidemedik. Çünkü yağmur şiddetlenmişti. Köy girişindeki  kafeye  inerek çaylarımızı yudumladık.
Saat 16 gibi tur otobüslerimize binerek Seyitgazi ilçesine doğru  yola koyulduk. Güzergahımız üzerinde, panoramik olarak  bulunan  Doğanlı Kale ve Gerdek Kaya  Anıt Mezarı ile  Araztesiz Anıtlarını da görerek , yaklaşık 45 dakikada Seyitgazi ilçesine girdik.

Burada bulunan Seyit Battal Gazi Türbesi ile Külliyesine çıktık. İlyas Bey Battal  Gazi’nin geçmiş kahramanlıklarından bilgiler vererek ,Battal  Gazinin  8 metrelik mezarının yanında  bulunan küçük mezarın da Bizans  tekfurunun kızı Elonora olduğunu, ve  hikayesini anlattı.
SEYİT GAZİ İLÇESİ

Battal Gazi Bizans tekfuruna esir düşerek zindana atılıyor. Tekfurun kızı Elonora Battal’a aşık oluyor. Batyal’ı  zindandan kurtararak  birlikte kaçıyorlar. Gel  zaman, git zaman  Battal ölünce, kısaca,  Tekfur kızına çağrı yapıyor.  Elonora, babasının çağrısına. “Gelmiyorum.  Ben de öldüğümde Battal’ın yanına gömüleceğim”  diyor.  Battalın yanındaki mezar Elonora’nın mezarıymış.
Türbede birçok  insanın mezarları bulunuyor. Hepsinin de geçmişi tabelalarla  belirtilmiş.
SEYİT GAZİ TÜRBESİ

Battal Gazi’nin mezarının 8 metre  oluşu birçok insanın dikkatini çektiği gibi, Yunanlı  işgal komutanı merak ederek  , yanına Belediye Başkanını da alarak türbeye geliyor. Battal’ın mezarını görünce “ Bu ne saçmalık, 8 metre uzunluğunda insan olur mu?”  diye tepki gösteriyor. Belediye başkanı. “ Efendim, biz saygı duyduğumuz kahramanarımızın mezarlarını büyük yaparız “ diyor. Komutan “ Ölürsem benim mezarımı da büyük yapın” diyor. Belediye Başkanı hemen cevap  veriyor.  “ Tabi efendim. Sizin mezarınızı  İzmir’e kadar uzatırız.” Diyor.
Akşam olmak üzereydi  Otobüslerimize binerek otelimize doğru yola çıktık.  Böylece ikinci günün sonuna da gelmiş olduk.


ÜÇÜNCÜ GÜNÜN ANLATIMINI  İKİNCİ  YAZIMDA YAPACAĞIM.

1 Mayıs 2014 Perşembe

G Ü N C E L






Y E T T İ   B E  E  E  E  E !

Burhan  Bursalıoğlu

Her gün yeni yeni cinayetler, kadın ve çocuk katliamları hızla artarak, ülke için sorun olmaya başladı.

Failler yakalanıyor, hapishaneye atılıyor, ne kadar ceza yerlerse yesinler, devlet onları halkın parasıyla besleyerek yaşatıyor. Bir şekilde çıkanlar aynen suç işlemeye devam ediyorlar.

Özellikle, çocuk katliamları devam ederken Devletin başında bulunanlarda tık  yok. Esma için ağlayanlar, kendi çocukları için tedbir almaları gerekmez mi?
 Sokak kameraları sayesinde failler yakalanıyor ama bu çare midir?  “Atı alan Üsküdarı  geçti” kten sonra  faili yakalayıp içeri almak görevi  yerine  getirmek demek midir?  

İdam, ceza yasalarına konmadıkça cinayet ve katliamlar devam edecektir. Kısıtlı idam konmalıdır. Bilinçli ve planlı olarak işlenen her türlü  ölümle biten olayların failleri için idam getirilmelidir. Annesini, babasını, kardeşini,  akrabasını, gıcık olduğu insanları   ve kendini  tatmin için çocukları öldürenler için idam kaçınılmazdır. Hem de en kısa  zamanda,  uyuyan  siyasetçilerimiz  uyanıp, harekete geçerek, idam cezasını  yasalaştırmalıdırlar.
Bu arada ailelerin hiç mi hataları yoktur?  Var, evet  çok hataları ve kusurları vardır.

Başbakanımız “Her aile  en az üç çocuk yapmalıdır” diyor da, o çocukların yetişmesi ve  korunması hususunda  bir şey söylemiyor.
Çocuk yapmak kolay da onları büyütmek, yetiştirmek, beslemek ve korumak  zordur. Bir şekilde beslenme için çare bulunuyor ama, korumada hata yapılınca , sonucu ağır ve acı oluyor.
Bir anne, çocuğunu sokağa, parka bırakıyorsa,  gözleri  üzerinde olmalıdır.

Alış verişe giderken,   komşuya giderken, başından savmak için  çocuğu  sokağa, oyuna  göndermek,  ve onun başına gelebilecek   nahoş bir olayın ortağı olmak demektir.
Aileleri  bu konularda  bilgilendirmek gerekmektedir.
Aile Bakanlığı anne  ve  babalara  kurslar  açmalıdır, çeşitli  girişimlerde bulunmalıdır.
Kısaca, çocukların kötü niyetli insanların sunduğu bir liralık çıkolata ile kandırılmalarının önüne geçilmesi gerek ve bunun için de   eğitim şart.

Atatürk’ün  geleceğimizi  emanet   ettiği  çocuklarımızı,, işkence görmüş, eli kolu bağlı,  ağzı  kapalı, kanlar içindeki cesetlerini,  ormanlıklarda, kuyularda çöplüklerde görmek istemiyoruz. Yetti artık.
Bu caniler için İDAM tekrar  ceza maddelerinin arasına girmelidir.
Yetkililer, emekçilerin bayramlarını engelleme için çare arayacaklarına, çocukları kurtarsınlar. 
Tüm halkımızı  bu  konuda  duyarlılığa davet   ediyorum.

BU ARADA TÜM EMEKÇİLERİMİZİN  1  MAYIS BAYRAMLARINI KUTLUYORUM


28 Nisan 2014 Pazartesi

GEZİ ANATOMİSİ




GEZİLERİ  GÜVENDİĞİN  TURLA  YAPACAKSIN

Burhan Bursalıoğlu

26 Nisan 2014 Cumartesi günü, eşim, kayın biraderin eşi,  dostum Mustafa  ve eşiyle birlikte  ETS TUR 'un düzenlediği, Safranbolu gezisine katıldık.
İki  gün süren geziye, Kadıköy,Hasanpaşa otoparkından, , rehberimiz PERİHAN Hanım, kaptanımız MEHMET  ve yardımcı MURAT beylerin yönetiminde, 40 yolcu , son derece lüks otobüs Neoplan ile, saat 8.30 da hareket ettik.
Güzel bir havada  başlayan yolculuğumuz, ikram edilen,otobüs içi sabah kahvaltısı ile, Perihan Hanımın yolcuları tanıştırma ve  Köroğlu tesislerinde verilen ihtiyaç molasından sonra, rahat geçen yolculuğumuz öğle saatinde Safranbolu'da bitti.
Çamaşır hane

Bu arada, rehberimiz olan Perihan Hanımın, gidiş - gelişte, yolda görülebilecek, önemli, dikkat çeken, bina, orman,dere,köprü, yol, dağ,tepe, ev gibi,  her şey hakkında bilgi vermesi,  yolculuğumuzun çok verimli ve uzun yolumuzun kısa geçmesini sağladı.
Safranbolu'nun, özellikle eski Safranbolu'nun, yani, Unesco tarafından koruma altına alınan kısmındaki tarihi konaklarının   önünden geçilerek, geçmişte Bektaşilerin yaşadığı Yörük köyüne gittik
Leyla Gencer'in büstü

Yörük köyü ilk bakışta terk edilmiş köy gibi göründü. Daha içerilere girildikçe, Safranbolu ev özelliğine  hakim olduğunu gördük. Ama yine de köyde birkaç kişiden başkası yoktu.  Evlerin ve konak biçimindeki binaların kapılarının büyük  ve eskiden dış kapılarda kullanılan kilitlere benzer büyük kilitlerin olması ve bazılarında sarkan, bazılarında da kapı kanatlarını birleştirmiş gibi bağlı iplerin olması dikkatimizi çekti.. Bilinçli bir hareketmiş. Kapısında sarkık ip varsa ev sahipleri   "misafir kabul ederler" ip sarkık  değilse,   ev sahiplerinin evde olmadığı veya müsait olmadıkları anlamı  taşıyormuş.
Sipahioğlu konağında tavan ve şrkiller

Yörük köyünde Sipahioğlu Konağı, köy çamaşırhanesini gezdik. Gördüklerimiz ilginçti. Sipahioğlu konağı müze şeklinde donatılmış. Halka açık. Çamaşırhane çalışmıyor. Ama eski araç gereçleriyle özelliğini  muhafaza ediyor. Yörük köyünün  gelmiş geçmiş Ağaları,ermişleri,büyükleri nin resimleri de çamaşırhanenin duvarında çerçeveli olarak asılı şekilde muhafaza altına alınmıştı.
Kaymakamın misafir odası

Issız sokaklardan Sipahioğlu konağına yürüdük. Konağın önünde satıcılar vardı. Yörenin  turistik, bilhassa ahşap eşyalarını  satıyorlardı.  Konağın dış  görüntüsü  ile iç görüntüsü korunmuş. Bir ailede gerekli tüm eşyalar sergilenmişti. Tavan ve duvarlardaki resim, figür ve şekillerinin her birinin bir anlama geldiğini söyleyen konağın görevlisi, konaktaki en küçük bir ayrıntıyı dahi kaçırmadı.
Kaymakamın hamamı

Konaktan çıkarak,otobüsümüzü bıraktığımız park yerine doğru giderken, gözümüze ilişen büstün yanına gittiğimizde, büstün Leyla GENCER e ait olduğunu gördük. Rehberimiz  Perihan hanım konuya açıklık getirdi.
Leyla Gencer'in annesi o köyde büyümüş. Onun anısına o büstü yapmışlar.
Tipik Safranbolu evi

Otobüsümüze binerek öğle yemeği için İmren Lokum Konak Restorana gittik. Yörenin yemeklerinden oluşan, sebzeli erişte çorba, salata, sebzeli dana güveç, etli yaprak sarma, su böreği, safranlı pilav ve safranlı zerde tatlısını afiyetle yedik.
Kaldığımız Bağlar Saray Otel

Lokantanın alt katında bulunan salona geçerek, lokum imalatının slayt gösterisi ve lokumun tarihçesi hakkında bilgiler verildikten sonra da dükkan bölümüne geçerek  lokum alış verişi yapıldı.
Serbest zaman sonunda, bildirilen saatte otobüsümüze binerek, Unesco tarafından birçok kez   ödüllendirilen ve koruma altına alınan eski Safranbolu da bulunan ve Safranbolu'yu kuş bakışı görmeye yarayan HIDIRLIK tepesine çıkıyoruz.
HIDIRLIK Tepesinden Safranbolu

 Burada poz poz resimler çekerek,saat kulesini ,hükümet konağını, Safranbolu'luların uçak alımı için yaptıkları yardımı sembolize eden gerçek uçağın uzakda da olsa resimlerini çektikten, gelen gelin ve damatların poz poz resim çektirdiklerini seyrettikten  sonra Hıdırlık tepesini terk ediyoruz
Güneş saatı

Köprülü Mehmet Paşa camiini gezdik. Avlusundaki güneş saati en çok rağbet gören yapıttı. Daha sonra (Sırayı şaşırabilirim) Cinci han ve hamamı, İzzet Paşa camiini gezdik. Caminin avlusunda İzzet Paşanın mezarı bulunuyor. Daha sonra Kaymakam konağını gezdik. Rehberimiz konak hakkındaki bilgileri verirken, odaların, misafir kabul odası, haremlik odası, selamlık odası, mutfak gibi her odanın bir görevi üstlendiğini belirtti. Banyo odaların içinde, bir kişinin oturarak yıkanabileceği genişlikte. Tuvalet göremedik. Galiba o da bahçede dir.
UÇAK

Konağın bahçesi  çay bahçesi olarak kullanılıyor. Orada safranlı çayımızı içerek çarşı gezmemize devam ettik.
Yemeniciler,demirciler, bakırcılar çarşılarını gezerek akşamı ettik.
Otobüsümüze binerek, yeni Safranbolu da olan Bağlarsaray otelimize gittik. Yerleştikten sonra aynı otelde akşam yemeğini yiyerek  dinlenmeye çekildik.
Rehberimizin sürprizi Nehir kenarı molası

27 Pazar sabahı, kahvaltıdan sonra saat tam 9 da otobüsümüze binerek Amasra'ya doğru yola çıktık.
Arabamız Karadeniz'e doğru yol aldıkça toprak görünmez oluyor, ağaçlar daha sık, daha gür ve daha gösterişli oluyor. Karadeniz her yerde kendini hissettiriyor. Murat beyin içecek  ikramının bardakları elimizde iken, rehberimiz Perihan Hanım sürpriz yaparak, otobüsümüz nehrin geniş kıyısında durdu. İndik, meşrubatlarımız geldi, nehir kıyısında içerek resim kareleri oluşturuldu. Bu arada 3 nolu ETS TUR  arabası da gelerek yolcularını indirdi.
Karadeniz'in tek adası,Amasra adası

Sağımız ve  solumuz da ki ağaçların arasından geçerek, Amasra'nın girişindeki BAKACAK tepesinde durduk.Bizden başka 4 ötobüs daha orada park ederek yolcularını indirmişti. Çok geniş olmayan düzlüğün yamaç bölümünde satıcılar tezgahlarını kurmuş, sebze, kuru sebze, yağ, reçel, turşu el işleri, tahta işleri ve meyve satıyorlar. Sattıkları  her şey normalin  üstünde  fiyatta idi. Bir örnek, Çay tabağından biraz büyük cam tabağına tam 15 adet kara dut koymuşlar. Fiyat 5 lira.
Amasra kalesi surlarında ışıklı ATATÜRK  PORTRESİ

Bu tepenin de bir özelliği varmış.  Fatih Sultan Mehmet bu tepeden Amasra'ya bakarak "  Lala Lala, Çeşm-i Cihan bu mu ola"   (Dünyanın gözü bu mudur ) diyerek hayranlığını dile getirmiş.  Ne yazık ki biz o şerefe nail olamadık. Çünkü, dönüşümüzde dahi dağılmamış yoğun bir sis vardı.

Tepeden  inerek Amasra'ya girdik. Park yerinde otobüsten inerek, yaya olarak  Amasrayı tanımaya başladık. İlk olarak kimilerine  göre Amasra , kimilerine göre zindan kalesi, kimi,lerine göre de Sorma gir kalesi olarak adlandırılan kaleye çıktık. Kale görüntüsü yok. Yüksekte ama surlar yeşilliklerin altında kaybolmuş.
Kaleden inişte,Roma döneminde inşa edilen  KEMERE köprüsü ve Bizanslılar tarafından kilise olarak kullanılan, şimdi ise, Fatih camii adını alan eserlerini  gördükten  sonra büyük limana indik. Sahilde yürüyerek Mavi Yeşil Balık Restorana gittik. Öğle menümüz balıktı. Salatadan sonra tabakta  4 çeşit balık geldi. İsteyen istediğinden yiyor. Garsonlar ellerinde balık dolu tabaklarla gelip bitirenlerin önüne koyuyor. Doyana kadar isteyebilirsin. Yemesi kolay diye ben hep mezgit istedim.
Saat 15 e kadar verilen boş zaman içinde çarşılar ve pazar  gezildi, resimler çekildi. Bu arada BARIŞ AKARSU'yun heykelini gördük. Amasra parkının içine yapmışlar.
Barış Akarsu Heykeli

  Saat 15 de otobüslere binerek, bu kez Devrek Zonguldak Bolu üzerinden dönüşe başladık. Bolu dan sonra yağan yağmur kaptanımız Mehmet Beyi etkilemedi. Zamanında İstanbul'a geldik.
AMASRA DA BÜYÜK LİMAN.

Gemi turu da dahil olarak birkaç kez ETS TUR la gezilere katıldım. Her defasında memnuniyetle vedalaştık.
Bir turun yolcularını memnun eden tur  görevlileridir. Görevli faydalı olamazsa, verimli olamazsa, tur ne kadar reklam yaparsa yapsın  yolcu  ikinci kere o tura asla katılmaz. Bizim memnuniyetimiz tur görevlilerin yolcularına olan davranışlarından dolayıdır.
Bu turda da, başlangıç ve bitim arasında bulunan coğrafi yapılanmaların öz geçmişiyle bilgilendiren, samimi, cana yakın, işinin ehli  rehberimiz bayan Perihan hanıma, soğukkanlı, sabırlı, mesleğini iyi uygulayan, kurallara riayet eden kaptanımız Mehmet Bey e, uzun yolculuğumuzda ve molalarda kahrımızı çeken, zamanlamayı şaşırmadan ikramlarını yapan yardımcı Murat beye teşekkürlerimi sunuyor ve böyle çalışkan, insanları bulunduran ETSTUR u da kutluyorum.

22 Nisan 2014 Salı

ULUSAL BAYRAMLARIMIZ




ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMIMIZIN 94. YILI

Burhan Bursalıoğlu


23 Nisan Ulusal  Egemenlik ve Çocuk bayramının gerçekleşmesini sağlayan TBMM nin kuruluşunun  94. yıl dönümünü kutluyoruz.

Ulu Önder Atatürk'ün bu önemli günü çocuklara armağan etmesi , geleceğin yıldızları, parıltısı ve gerçek aydınlığı oluşturacak olan çocuklara olan  inancındandır.

Bazılarının dediği gibi 23 Nisan "astığını astık, kestiğini kestik" demek değildir.

23 Nisan, unutulmayı, tetrk edilmeyi, hafızalardan, kitaplardan, günlük yaşamımızdan silmeyi hak etmek demek değildir.
23 Nisan, kutlamaları, şenlikleri, gösterileri iptal edilmesini gerektirecek neden aramak kadar basit bir olay değildir.

23 Nisan, milli mücadelenin zafere giden yoludur.
23 Nisan, bitmiş bir ulusun var olmasıdır.
23 Nisan, oksijen çadırında can çekişen bir milletin mücadele gücüne kavuşmasını sağlayan dopinktir.

23 Nisan, Dünya'nın  güçlü ordularına karşı  yapılan sonuçta kazanılan  mücadelenin  güçlü silahıdır.
23 Nisan, Türk Ulusu'nun istiklalini kazanacağı inancına vardığı gündür.

23 Nisan, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş  sembolü ve temel taşıdır.
23 Nisan, 23 Nisan'ı oluşturanların halkına güvendiği tarihtir.
23 Nisan, bağnazlığın, cahilliğin, esaretin, hürafeliğin, karanlığın ve saltanat zincirlerinin parçalandığı tarihtir.

23 Nisan, çağdaş Türkiye'nin  aydınlık yolunun başlangıcıdır.
23 Nisan, özgürlük, bağımsızlık, hürriyet, adalet, demokrasi ve cumhuriyet kavramlarının kazanıldığı ve uygulandığı tarihtir.
23 Nisan, çocukların geleceğine güvenmek ve  onları korumaktır.

23 Nisan, Dünya uluslarının saygı duyduğu, fikirlerini uyguladığı,  MUSTAFA KEMAL PAŞA'nın  Dünya lideri ATATÜRK  olarak  kazanıldığı, unutulmaz bir tarihtir. 

23 Nisan tarihi asla ve asla bu ulusun beyninden silinmeyecektir, silmeye de hiç bir kişi , örgüt, teşkilat ve düşman muvaffak olamayacaktır. Olmasına da asla müsaade etmeyeceğiz.
Türk Ulusu'na  23 Nisan kutlu olsun.













17 Nisan 2014 Perşembe

KÖY ENSTİTÜLERİNİN YILDÖNÜMÜ







KÖY ENSTİTÜLERİ 74 YAŞINDA

Burhan Bursalıoğlu


17 Nisan. Köy Enstitülerinin kuruluşunun 74. Yılı.

“Öğrencisi, öğretmeni, usta öğreticisi ile Köy Enstitülü’ler İsmail Hakkı Tonguç’un önderliğinde bir destan yarattılar. Yarattıkları efsane; yeşeren toprak, yükselen yapı, ışığa dönüşen su, dayanışma, paylaşma, aydınlanma, özgürleşme demekti. Onlarınki yalnızca eğitim değil, bir yaşam biçimiydi. Onlarca yazar sanatçı, bilim insanı ve milyonlarca öğrenci yetiştirdiler.”


Köy Enstitüleri yalnızca öğretmen yetiştiren kuruluşlar olmayıp,bulunduğu çevreyi araştıran, geliştiren ve çevrenin kalkınmasını da üstlenmiş kurumlardı. Çok önemli bir işlevi yerine getirdi. Başka biçimde söylersek Köy Enstitüleri kırsal yörede toplumsal, ekonomik ve kültürel kalkınmayı sağlamak; bu alanda ilgili gerekli elemanları yetiştirmek için kurulan yapılardı.

Kapatıldığı 1954 yılına kadar Köy enstitülerinde
 1308 bayan ve 15,943 erkek toplam 17,341 köy öğretmeni yetişmişti. Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Pakize Türkoğlu,Hatun Birsen Başaran, Ali Dündar, Mehmet Uslu , Dursun Akçam, Ahmet Uysal, Refet Topuz, Mustafa Ozan,Naszif Karaçam ve Recep Bulut gibi, tüm dünyaca tanınan, taktir edilen yazarlarımız ve düşünürlerimiz bu okullardan yetişenlerden bazılarıdır. 





Köy Enstitülerinin Kapatılışı

II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle bir çok ülkede olduğu gibi Türkiye’nin de siyasal yaşamında köklü değişiklikler başladı. Türkiye çok partili döneme geçti. Yabancı sermaye ile işbirliğine, ABD ile ikili ilişkilere girildi. 1946 seçimlerinde Hasan Ali Yücel 5 Ağustos 1946 da kadro dışı kalırken, Tonguç ve ekibi de görevden uzaklaştırıldı. Bu gelişmelerin hedefi, zaten adları çoktan “solcu yuvası”na çıkarılan Köy Enstitülerini yıpratmaktı. Bu yıpratma hareketi öncelikle yeni Bakanlık kadrosu tarafından başlatıldı
 
a) 1946 yılından sonra Enstitülerde varolan iş içinde eğitim anlayışı sistemli bir şekilde değiştirildi ve amacından saptırıldı. 1947 yılından sonra, Enstitülerdeki değişiklikler birbirini izlemeye devam etti. 


Enstitü öğretmenleri, ellerinde bulunan tüm araç ve gereçleri geri vermeye zorlandılar. Okullara tohumluk, bitki ve diğer tarımsal maddelerin verilmesi askıya alındı. Enstitü öğretmenleri, köylerine yerleşmiş üretici öğretmenler iken, yeni değişiklikler sonucunda tümüyle devlet tarafından ödenen bir ücrete mahkum oldular. Bu gelişmelere paralel olarak, Köy Enstitülerine karşı olumsuz tutuma sahip olan yeni Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer öncülüğünde, Enstitülerin temel ilkeleri birer birer ortadan kaldırıldı. Hatta, Enstitü programıyla yetişip son sınıfa gelen toplam, 2000  öğrenci sınıfta bırakılarak  mezun olmaları, yani köylere gitmeleri engellendi. Bunlar ve diğer öğrenciler, Öğretmen okulu programlarına tabi tutuldular.  Köy Enstitülerine öğretmen yetiştiren  Yüksek Köy Enstitüleri  “Benzer başka okullar olduğu gerekçesiyle”1947 yılında  kapatıldı.


 1947 Programı ile bir önceki 1943 Köy Enstitüsü Öğretim Programı değiştirilerek, üretim ve iş ilkesi zedelendi, öğrenciler, Enstitü yönetiminden dışlandı, Enstitülerdeki serbest okuma saatleri kaldırıldı ve birçok kitap yasaklanarak Enstitülerden toplatıldı. 
b) Enstitülerin kapatılma sürecini, 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin işbaşına gelmesi daha da hızlandırdı. Yeni Bakan
 Tevfik İleri ilk iş olarak Enstitüleri, Kız ve Erkek Köy Enstitüleri olarak ayırdı,Kızılçullu, Beşikdüzü Köy Enstitülerini kapattı. 1951 yılında Bayan Wofford başta olmak üzere birçok ABD’li uzman çağrılarak Enstitüleri yıkmaya zemin oluşturacak raporlar hazırlatıldı. 1953 de de tamamen tabelalar indirilerek, öğretmen okulları programları uygulanıp, “Öğretmen okulu “ tabelaları eski tabela yerlerine monte edildi.
KISACA, "İSMET   İNÖNÜ' nün OKULLARI " DENEN KÖY ENSTİTÜLERİ YİNE İSMET İNÖNÜ TARAFINDAN  KAPATILDILAR.



Çok kısa ömürlü olmalarına karşın öğrencisi, öğretmeni, çalışanıyla aydın, özgür üretken, araştırmacı, sorgulayıcı, Atatürk İlke ve İnkilaplarına, Laik Cumhuriyete inanan ve bu yolda yürüyen bireyler, yurttaşlar yetiştiren, bugün dahi birçok ülkeye örnek olabilecek üretime dönük eğitimi öngören strateji uygulayan Köy Enstitüleri;
-Laik eğitimin başlamasında öncülük etmiştir.
-Yüzyıllardır biriken feodal toplumun üretim ve yaşam biçimini ortadan kaldırmaya başlamıştır.
-Feodal toprak rejiminin değişimi, toprak ağalarının, kendilerinin ortadan kaldırılma tehdidini hissetmelerine neden olmuştur.
-Sanat, Edebiyat, Bilim ve teknolojide olumlu beklentiler oluşmuştur.
-Bilimsel ve felsefi alanda laik eğitim başlamıştır.
-Sanayi için eğitilmiş nitelikli iş gücünün oluşmasına yardımcı olmuştur.
-Ataerkil toplumdan çekirdek aile toplumuna dönüş başlangıcı olmuştur.
-Atamızın özlediği demokratik toplum ve kültür için kurumsal alt yapı oluşmasına neden olmuştur.
-Ezbercilikten uzak sorgulayan, analitik düşünen bireyler yetiştiren, demokratik ve üretici eğitimin başlamasına öncülük etmiştir.




Yurt Dışından  Görülen Köy Enstitüleri

Ülkemizde, kendi eğitimcilerimizin yarattığı Enstitülerin değerini anlamayarak - ya da anlayarak –yok etmeye çalışılırken, yabancı eğitimciler, Köy Enstitülerini araştırma konusu yapmış, kurulduğu yıllardan başlayarak Enstitülerin çağdaş eğitime dünya ölçüsünde yenilikler getirdiğini açıklamışlar. Aşağıda yabancı eğitimcilerin Köy Enstitülerine ilişkin görüşlerinde bazılar yer almaktadır:

Ünlü Amerikalı eğitimci
 Dewey, Köy Enstitüleri için, “hayalimdeki okullar Türkiye’de kurulmuştur” demektedir. 

İsviçre’de A. G. Verlag-Bern yayınevinin “
Lexion der Pedagogik” (Pedagoji Ansiklopedisi) adlı yapıtında, “Tonguç, İsmail Hakkı” olarak yer alan 300 kelimelik tanıtımda, Tonguç’un meslek hayatına, çalıştığı kurumlara değinilerek "Türk eğitimine getirdiği katkı, ülkenin gerçeklerine uygun olarak kurduğu Enstitülerden alınan sonuçlar ve Enstitünün özgün" yanları anlatılmaktadır 

Köy Enstitüleri ve Tonguç üzerine araştırma yapan yabancı eğitimcilerden biri de, Amerikalı eğitimciKirby’dir. Yazar, “Türkiye’de Köy Enstitüleri” adlı yapıtını Columbia Üniversitesi’nde doktora tezi olarak hazırlamıştı. Amerikalı eğitimci, “Köy Enstitülerinin Batılı eğitimcilerin fikir ve sistemlerinin bir kopyası olmadığını, bu kurumların Türkiye’nin eğitim arayışlarıyla, politik çıkar gözetilmeden, II. Mahmut’tan bu yana yapılan araştırmaların sonucunda varılan çıkar yolu olduğunu” belirtmektedir. Yazar, aynı zamanda, “ Bu uygulamanın, yalnızca eğitim davasını çözümlemekle kalmayarak Türk toplumu üzerinde hiçbir eğitim kurumunun yapamadığı kadar etkin olduğunu “ vurgulamaktadır 
Hamburg Üniversitesi’nden
 Hausmann Yüzyılımızın Eğitimine Türkiye’nin Katkısı” adlı yazısında Köy Enstitülerini şöyle değerlendirmektedir “Avrupa örneklerine göre yön saptama çabalarını sürdürürken, kendi koşullarına uygun özgün yolu bulmuşlardır. Köyün eğitim yoluyla değiştirilmesi düşüncesinin bütünleştirici öğesi olarak tümü Türk kökenlidir. Bu niteliği ile yüzyılımızın eğitimine Türkiye’nin bir katkısıdır.”

Günümüzde,
 İran, Hindistan, Pakistan, Flippinler, Nikaragua, Tanzanya gibi bazı Asya, Latın Amerikası ve Afrika ülkelerinde, Türkiye’deki Köy Enstitüleri uygulamasından esinlenerek çalışmalar yapılmaktadır. 

Nesli tükenmekte olan Sevgili, tüm Köy Enstitülü öğretmen arkadaşlarımdan, yaşamını yitirmiş olanları saygı ile anıyor, Tanrıdan rahmet diliyorum, Yaşamda olanlara sağlıklı uzun yıllar diliyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum
.

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...