21 Mayıs 2014 Çarşamba

GÜZEL ÜLKEMİZ


ÖĞÜNMEYİ  HAK  EDEN  KENTİMİZ - 2


Burhan Bursalıoğlu

Eskişehir gezimizin üçüncü  günü :

7 MAYIS  2014  ÇARŞAMBA

 KENTİMİZ
Gezimizin üçüncü  ve son günü, şehir turlarımız vardı.   Saat: 9.15 de otobüslerimize binerek,  Anadolu Üniversitesi  Yunus Emre Kampüsüne gittik.
Gördüğüm üniversiteler içinde  gerçekten hayran kaldığım bir okul. Tıbbın dışında bütün  fakülteleri bünyesinde toplayan  ve  eğitim kadrosu da tam olan  okul geniş bir araziye dağılmış. Her taraf ağaçlık yeşillik ve çiçeklerle donanmış, tertemiz, sakin, öğrencilerin her türlü ihtiyaçlarını karşılayacak  oluşuma sahip.
 Fırınından sinemasına, sağlık kuruluşundan itfaiyeye,  oyun salonlarından yatakhanelere, atölyelerden spor alanlarına, müzik salonlarından  toplantı salonlarına kadar gelişmiş, her ülkenin örnek alacağı bir  üniversite. Ne tekim,Uzak Doğunun bütün devletlerinden temsilciler geliyormuş.
Ulaşım  tramvay  ve otobüslerle sağlanıyor.  Her  lise öğrencisinin, gözünü kapayarak tercih edeceği bu okulu ben de tavsiye ediyorum.

Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Kampüsünden ayrılarak,  Tarihi Odun Pazarı bünyesinde Çağdaş Cam Sanatları müzesini gezdik. Resimlerde de görülebileceği gibi çok çeşitli ve emek isteyen bu sanat eserleri görülmeye değer.  Eserlerin tanıtımını yapan sunucu, her eserin yapımcısı, değeri ve yapılış tarzından bahsedince, gerçekten dışarıdan görüldüğü gibi kolay olmayan bir sanat olduğuna karar verdik.
CAM  SANATI  ESERİ


Cam sanatları müzesinin altında , bizzat Eskişehir Belediye Başkanı Yılmaz  Büyükerşen’in yaptığı Balmumu Heykeller Müzesine indik.
Her Eskişehir’e gidenin, muhakkak görmesi gereken bir müze.  167  tanınmış insanımızın, vücut ölçülerine göre, bire bir  ölçümlerle yapılan  balmumu heykelleri   bölüm,bölüm  ayrılmış. Gerçeklerine tıpa tıp benzeyen heykeller ,  mesleklerine, değerlerine ve sınıflarına göre kısım , kısım  konmuş. 

ATATÜRK VE ÜLKÜNÜN BAL MUMU HEYKELLERİ

 Filaşsız resim çekmek serbest.  Sadece en son bölüme konan Atatürk ve birkaç büyüğümüzün heykellerini  çekmek yasak.  O bölümü, oranın fotoğrafçısına  poz vererek  resim  çektirilebiliyor
VEYSELE  EŞLİK ETTİM


Müzelerden sonra, şehir merkezindeki Köprübaşına  gidiyoruz.  Porsuk çayının etrafını düzelterek, orayı  modern kanal haline getiren Sayın Büyükerşen’e  teşekkür etmemek  mümkün değil. Kanalın üstüne yapılan  köprülerin her birinin rengi değişik. Gençlerin veya  başka insanların buluşma yeri olarak bundan daha güzel adres olamaz.  Örneğin, “mavi  köprüde veya sarı köprüde buluşalım” gibi.

PORSUK ÇAYI VE MAVİ KÖPRÜ

20 dakika süren  tur için botlara bindik. Etraftaki yapıları  ve  güzellikleri seyrederek  adalar gezimizi de bitirmiş olduk.
PORSUK ÇAYI VE YEŞİL KÖPRÜ


Eskişehir’in  M.Ö. ilk kuruluş bölgesi olan  ve halen görülebilen en büyük höyüklerden Şarhöyük ün panoramik görülmesi ve tarihi hakkında bilgi  edinilmesinin ardından, 350 m.lik yapay plajın da yer aldığı Kent Parkına gidiyoruz.

ARTEZYEN SUYLA OLUŞAN  SUNİ  PLAJ

Burada dikkat çeken plajlar ve geniş bir sahayı kaplayan yeşillik alanları.  Artezyen suların oluşturduğu yapay plaj, Eskişehirlilerin deniz ihtiyaçlarını karşılayacak kadar modern  ve  bakımlı.

ARTEZYEN SUYU İLE OLUŞTURULAN PLAJ GÖLÜ

Kent parkı gezimiz sonrasında, Kırım Tatarlarının özel yemeği ve Eskişehir’in de yöresel  yemeği olarak bilinen  ÇİBÖREK,  ayran ve salatadan oluşan  öğle yemeğimizi  yiyerek  Türkiye lokomotif  Makine Fabrikasına gittik. Burada sergilenen ilk Türk  yapımı  DEVRİM arabasını  seyrettik. 
DEVRİM  ARABASI


Tarih 16 Haziran 1961. Türkiye sıkıntılı bir dönemin ardından yeniden yapılanmaya çalışıyor. İhtilal sonrası dönemde bir söylenti ortalıkta dolaşıyor, “Türkler araba yapamaz”… Dönemin iktidarı, 16 Haziran günü Devlet Demiryolları Fabrikaları ve Cer Dairelerinin yönetici ve mühendislerinden 20 tanesini toplantıya çağırıyor. Amaç ise, “Türkler araba yapamaz kanısını ortadan kaldırmak. Ve ilk Türk yapımı Devrim arabasının öyküsü burada başlıyor…

Türklerin, dünyaya bir meydan okuma hikayesidir Devrim arabasının serüveni... Dönemin iktidarı, 29 Ekim kutlamalarına yetişmesi için bir araba siparişi veriyor Eskişehir’e. Aracın adı Devrim. İmkansızı başarmanın nasıl olduğunu gösteriyor Devrim arabası. Çünkü arabanın yapımı için verilen süre çok kısıtlı ve bir kanı var ortada dolaşan: “Türkler araba yapamaz”…
Tüm ülkede üniversiteden, basına; bir avuç sanayiciden politikacıya, sesi duyulabilen kimse ne otomobil ne de motor yapılabileceğine inanıyor, özel sohbetlerde, röportajlarda, film gösterili konferanslarda bu görüş vurgulanıyor.

Ancak inanılmaz bir şey gerçekleşiyor. Ve araba, 28 Ekim 1961 sabahı Türkiye’de yapılan bir otomobil, kaportası pürüzsüz olmasa da, kendi tekerlekleri üzerinde ve yine Türkiye’de yapılan kendi motorunun gücüyle Büyük Millet Meclisi Binası önüne götürülerek Devlet Başkanı Cemal Gürsel Paşa'ya sunulabiliyor…
DEVRİM ARABASI


29 Ekim 1961 günü ise Devrim, Cumhuriyet kutlamalarına katılıyor. Dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel gelmeden tüm hazırlıkları tamamlanan Devrim’in bir tek benzini unutuluyor. Cumhurbaşkanı Gürsel, benzini konulmayan arabanın ön koltuğuna oturuyor. Araç meclisin bahçesinde tur atarken; herkes pek keyifleniyor. Ne de olsa bu kendini kanıtlama savaşı ve bu savaş yine kazanılıyor. Cemal Gürsel, bu arabayı Atatürk’ün de görmesini istiyor ve Devrim’i Anıtkabir’e götürülmesi için talimat veriyor. Ancak benzini unutulan araba henüz 100 metre ilerlemişken duruyor. Devrim'in kıymetli yolcusu, şaşkın bakışlarla süzüyor "devrimin itici gücünü"... Şoför "Benzin bitti" diye boynunu bükünce, Cemal Gürsel durumu şöyle özetliyor: "Batı kafasıyla otomobil yaparız, Doğu kafasıyla ikmali unuturuz."

Devrim  bu talihsizlik sonrasında müzeye konuyor ve böylece de  bu teşebbüs sonlanıyor.
AKVARYUMDA KÖPEK BALIĞI


Arabanın yanından  ayrılarak, Eti Sualtı Dünyasını Çeşitli irili ufaklı balıkların bulunduğu akvaryumu geziyoruz. 

Üst katta bulunan  deniz  ürünlerinden oluşan hediyelik eşya  reyonlarını da gezip, içinde tramvay olan, gerçek ölçülerinde, Kristof Kolomb’un gemisi Santa  Maria'nın, boyu  35 m. olan masal şatosunun, uzay araştırma merkezinin, çocuklara yönelik oyun yerlerinin, kafelerin ve büyük bir gölün  bulunduğu SAZOVA Parkına gidiyoruz.

PARK İÇİNDEKİ TRANVAYI BEKLİYORUZ

Parkı baştan başa turlayan tramvaya binerek, bir kısmımız Santa Maria gemisinin, bir kısmımız da Masal Şatosunda iniyoruz. Üst bölümlere çıkarak parkın kuş bakışı görünüşünü seyrediyoruz.


SAZOVA  PARKININ ŞATODAN GÖRÜNTÜSÜ

 Parkın her tarafında Belediye işçileri çalışıyor. Kimisi budama, kimisi çapa, kimisi temizlik, kimisi sulama ve kimisi de ot biçme işi ile uğraşıyor.

MASAL ŞATOSU

Kafede, turizm acentemizin ikramı olarak, çay,kahve ve meşrubat içerek dinlenme saatimizi geçirdik. Mola sonrası, tekrar tramvaya binerek, çıkış kapısında inip otobüslerimize bindik.

Saat 19 da otele vardık.
Saat  20 de akşam yemeği ,  özel  gala salonunda, set menü, limitsiz içecek eşliğinde yeniyor.
VEDA GECESİ YEMEĞİ


Balıkesir Necati Bey Öğretmen Okulu ve Eğitim Enstitüsü Mezunları toplantısını organize eden arkadaşın teşekkür konuşması ve 2015 yılında İstanbul’da toplanılması kararını açıklayarak 2014 yılı birliktelik sona erdi.

8 MAYIS 2014 PERŞEMBE

Sabah yapılan kahvaltıdan sonra , herkes birbirleriyle vedalaşarak ve 2015 buluşma ümidiyle memleketlerimize dağılıyoruz.

SONUÇ: Başlıktan da anlaşılacağı gibi Eskişehir planlı yapılanma, temizlik, esnafın yaya kaldırımlarını işgal etmemesi, yeşillik alanlarının  çok bol olması, halkın her türlü doğadan istifade etmesi için kaynakların oluşturulması, trafik sorununun kaldırılmış olması, halkının, Türk, Tatar, Boşnak,  Çerkez, Abaza, Bulgar halklarından olmuş olmasına rağmen, aralarındaki uyum ve anlayış bakımından gerçekten  haklı olarak ne kadar iftihar edilse azdır.
 Bir zamanlar, Kayseri Belediye başkanı “ Kayseriye deniz getireceğim” demişti. O getiremedi, ama. Yılmaz Büyükerşen  Eskişehir'e getirdi. Halkın deniz ihtiyacı artezyen suyla oluşturulan plajlarla giderildi.

Eskişehir’i ziyaretimizde en çok üzüldüğüm olay, Çifteler ilçesindeki,  Çifteler Köy Enstitüsü binalarının, harabe vaziyette oluşuydu. Orada  faaliyet gösteren öğretmen Lisesi bulunuyor. Tüm binaların mülkiyeti Milli Eğitim Bakanlığına bağlı. El emeği göz nuru ile, ufacık çocukların yaptığı, aradan 60 – 70  yıl geçmesine rağmen ayakta durabilen bu yapıtlar onarılarak istifade edilebilir. Ama MEB buna yanaşmıyor.

KÖY ENSTITÜSÜ  BİNALARINDAN

Köy Enstitülerinin kaldırılışının Ülkemizin gelişmesine zarar verdiğini her zaman söyler ve yazarım.
KÖY ENSTİTÜSÜ BİNALARINDAN
Bir gazete yazarının dönemin Van milletvekili Kinyas KARTAL ile yaptığı bir röportaj:
Köy Enstitüleri neden kapatıldı ?sorusuna, bakın KİNYAS KARTAL  nasıl cevap veriyor.

"Ben kapattırdım köy enstitülerini. Ben toprak ağasıyım. 200'e yakın köyüm var. Bu köylerdeki halk bana tapar. Ne işi varsa bana sorar."  
"-- Köy enstitüleri komünist yetiştirdiği için mi kapatıldı?
--Hayır. Beni babam Moskova Üniversitesi'nde okuttu komünizmin ne olduğunu ben gayet iyi biliyorum. Köy enstitülerinde komünizmi bilen kimse yoktu.

SOLDAKİ  KİNYAS KARTAL

--Peki, karma eğitimden dolayı mı kapatıldı?
--Hayır. Bu da değil bütün dünyada okullar karma eğitim kız erkek beraber okuyor.
--Peki ya neden?
--Ben kapattırdım köy enstitülerini. Ben toprak ağasıyım. 200'e yakın köyüm var. Bu köylerdeki halk bana tapar. Ne işi varsa bana sorar. Evlenecek, boşanacak, askere gidecek, mahkemesi nesi varsa gelir bana danışırdı. Ama köy enstitüleri açıldıktan sonra 5 köyüme köy enstitüsü mezunu geldi ve bu köylerden artık kimse bana gelip danışmamaya başladı. Ben düşündüm 200 köyümün hepsine köy enstitüsü mezunu gelirse benim ağalığım ne olur, sıfıra düşer! Böyleyse benim harekete geçmem gerekir dedim ve doğudaki bütün ağalara telefon ettim onları topladım. Bir de batıdan buldum Eskişehir'den Emin Sazak.
Sonra Menderes'le pazarlığa gittik. (Yıl 1950 seçimlerin olacağı zaman) Dedik ki köy enstitülerini kapatırsan şu gördüğün doğudaki tüm toprak ağaları ve batıdan Emin Sazak'ın oyları sana. Kapatmazsan oy yok ve Menderes'te 1950'de iktidara gelir gelmez köy enstitülerinin temelini sarsmaya başladı. Demokrat Parti iktidara geldikten sonra 27 Ocak 1954'te çıkarılan kanunla Köy Enstitüleri kapatılarak günümüze ve geleceğe ışık saçacak güneşimiz resmen batırıldı. Köy Enstitüleri kapatılmasaydı, fırsat ve imkân eşitliği sağlanırdı. Ezberleyen öğrenci değil de okuyan, üreten, düşünen öğrenciler başarılı olurdu. Öğrenciler okullarına cep harçlıklarıyla değil emekleriyle "katkı" yaparlardı. Demokrasi sadece kitaplardaki tanımlarda değil yaşamın ta içinde olurdu. Daha nitelikli öğretmenler yetişirdi. Öğrenciler verilenle yetinmez, araştırır, bulur ve tartışırlardı. Boş zamanlarını müzik dinleyerek değil enstrüman çalarak; takım fanatikliği ile değil spor yaparak değerlendirirlerdi. Biz şu an sadece matematik problemlerini hızlı çözen çocuklar yetiştiriyoruz. Hepsi bu. Ötesi yok... "Köy Enstitülerinin bütün günahı omuzlarıma, sevabı başkalarına olsun. O kurumların günahı bile bana yeter." 

Köy Enstitülerin kapattıranın ağzından duyduğumuz yorumlar bunlar. Ötesini siz düşünün.


NOT: Gezi ile ilgili tüm resimler  Facebook sayfamda.

19 Mayıs 2014 Pazartesi

ULUSAL BAYRAMLARIMIZ.






       19 MAYIS  ATATÜRK’Ü  ANMA  GENÇLİK  VE  SPOR  BAYRAMI   OLUŞUMU

Burhan Bursalıoğlu

Bugün Atatürk'ün Samsun'a çıktığının  95. yılı.  Bayram olarak  kutladığımız 76. yıldayız.
 Son yıllara kadar bütün coşku ile kutlanan Bayramımız, son yıllarda, bazen erteleme, bazen iptal, bazen de kısıtlamalar nedeniyle, istenilen şekilde kutlanamadı. 
 Bu seneki kutlamalar da, Soma'da yaşanan felaket nedeniyle, gösteriler iptal edildi. Umarım bundan sonraki yıllarda, tüm bayramlarımız  sekteye uğramadan coşku ile kutlanır.
Tüm Ulusumuzun bu Bayramını kutlarken. bu yazımda 19 Mayıs, Atatürk'ü Anma Gençlik ve spor Bayramımızın nasıl oluştuğu ve geçirdiği evreleri konu alacağım.


1909 da  Berlin’de yapılan,  Olimpiyat toplantısına  Osmanlıları temsilen Selim Sırrı Tarcan gönderilmişti.  Tarcan, toplantı sonunda, İsveç  Kraliyet Askeri Beden Eğitimi ve Jimnastik  Akademisine  girerek, 1911 yılında  Akademiyi   bitirerek  yurda  döndü.
Beden Eğitimi öğretmeni olarak  atandı. Kafasında şekillendirdiği, “ İsveç öğrencileri spor ve jimnastik gösterileri yapıyor da , bizim öğrenciler yapamaz mı” düşüncesini eyleme dönüştürmek için bu atamaya çok sevinmişti.

Tarcan, İsveç’den gelirken de, İsveç’in halk müziğinden seçme parçalar da getirmişti. Bunlardan biri olan  TRE TRALLANDE JANTOR” adlı şarkıyı marş formatına  getirip, bugün dahi  revaçta olan “ DAĞ BAŞINI DUMAN ALMIŞ” marşıyla , beden derslerinde yetiştirdiği  200 öğrencileriyle , 1916 nın 29 Nisan’ında, Kadıköy’deki  İTTİHAT Spor  Kulübünün çayırında,  spor gösterileri yaptırdı. Beyaz gömlek, siyah pantolon ve kırmızı kuşak kıyafeti  ile  önce, İsveç  jimnastik hareketleri, aletli spor hareketleri, koşular ve futbol maçları, halkın büyük taktirini kazandı.

11 Mayıs 1917 de yapılan ikinci spor gösterilerini,  o tarihte İstanbul’da bulunan Mustafa Kemal’de izledi.
1918 gösterilerine, Osmanlılar 2. Dünya Savaşından yenik  çıktığı için izin verilmedi.
Kurtuluş Savaşı sonrasında,  Selim Sırrı Tarcan ile Maarif Vekili  (Milli Eğitim Bakanı ) Mustafa Necati ‘nin önerileri ile ,” Tebiye-i Bedeniye Şenlikleri” adı altında gösterilerin yapılması emredildi.  Ancak,  her ilde değişik tarihlerde gösterilerin yapılması kararlaştırıldı. Örneğin, 10 Mayıs’ta Ankara’da, 11 Mayıs’ta İstanbul’da, 12 Mayıs’ta da İzmir’de  gibi.

1935 tarihinde, Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe yetkilileri  toplanarak,  gösterilerin, “ ATATÜRK SPOR GÜNÜ “ adı altında, Mayıs ayının belli bir gününde  yapılmasını teklif ettiler. B u teklif halk tarafından da benimsendi.
Bir ara Atatürk’e “ doğum tarihi “ sorulmuştu. Atatürk de  “Neden 19 Mayıs olmasın “ demişti. Bu cevap basının da gündeminden düşmedi. Ama ne yazık ki, bazı yönetici ve basının sık sık gündeme getirdiği spor şenlikleri, diğer Milli bayramlar gibi resmi değildi.

Samsun halkınında  19 Mayıs’ı resmi bayram olarak kabulünün  zamanının gelip geçtiğini , Samsun’un 19 Mayıs’larda bayraklarla süslenmesini,   “Halkın, gösterilerin bir bayram şeklinde olup, resmiyet kazanmasının bir göstergesi “olduğu  belirtiliyordu.
 19 Mayıs  1938 de Ankara’da  Atatürk’ün de izlediği spor gösterileri çok muhteşem olmuş. Aynı günün akşamı  Atatürk,  Hatay’ın Türkiye’ye katılması için hazırlanan proje çalışmaları için Mersin’e gidince, hükümet  yetkilileri  nihayet   harekete geçerek, 20 Haziran 1938 de, Meclis, 2739 sayılı,  Bayramlar ve Tatiller Yasasının 2. Maddesine eklenen,   bir fıkra ile 19 Mayıs’ın “ GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI” olarak kutlanması resmileştirilmiş oldu.

Zaman,  zaman bu isim değişti. En son olarak  “ 19 MAYIS  ATATÜR’Ü ANMA, GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI “ olarak kutlanmaya devam ediyor.

12 Mayıs 2014 Pazartesi

GÜZEL ÜLKEMİZ






ÖĞÜNMEYİ  HAK EDEN  KENTİMİZ

Burhan  Bursalıoğlu

Balıkesir Necati  Bey Öğretmen Okulu   ve Eğitim Enstitüsü mezunlarının her yıl yaptıkları 3 gece 4 günlük  mutat toplantıları bu yıl, 5 – 8   Mayıs arasında   Eskişehir'de yapıldı.
Geçen yıl  Balıkesir Gönen’de yapılan toplantıya da katılmıştım. Galiba Eskişehir adı , katılanları ikiye katladı.  Yaşları 70 in üzerinde, 155  delikanlı   katıldı.  Bu yazımda sizlere  Eskişehir’in gezilip,  gördüklerimizi  anlatmaya çalışacağım.
Yöneticiler, gezi programı düzenlemelerini  JAN LİMA  adlı turizm şirketine vermişler.
GENÇLİK MERKEZİ

5  MAYIS  2014  PAZARTESİ:

5 Mayıs öğle saatlerinde ANEMON adlı otelde  ağırlanmaya başlandık.  Yerleşme ve dinlenmeden sonra saat: 16 da tur otobüslerine binerek, bir zamanlar hal  binası olarak hizmet veren, sonradan harabeye dönen  binanın restorasyonundan sonra “HALLER GENÇLİK MERKEZİ” adı ile, içinde hediyelik eşya, tatlıcı dükkanları, kafeler, butik mağazaları, büfeler gibi iş yerlerinin  bulunduğu sevimli bir mekan durumuna getirilen  bu yere geldik.
Ortada kurulmuş masalara oturarak, Mazlumlar muhallebicisinin, Turizm şirketinin ikramı olarak, Eskişehir’in su muhallebisini yedik. Kısa alışverişten sonra, Odun pazarı olarak bilinen, şimdi ise birçok etkinliklerin yapıldığı bölgeye gittik.
                                                                                    

Safranbolu evlerine benzer evlerin aralarından yürüyerek, 1525 yılında yapılan, Kurşunlu Camii ve Külliyesinin içinde sergilenen lüle taşı sergisini gezdik.
Akla gelebilecek her şeyin lüle taşı ile yapılması, lüle taşının Eskişehir’ li lerce ne kadar  değerli olduğunu anladık. Bu taş sayesinde Eskişehir  büyük gelirler elde ediyor.

Aynı bölgede ATLIHAN EL SANATLARI ÇARŞISI na gittik. Lüle taşı ve cam  sanatının  icra edildiği atölye ve satış mağazalarını gezdikten sonra, saat 19 civarında otelimize döndük.
Saat 20 de  tanışma kokteyinden sonra,  açık büfe akşam yemeğini de yiyerek istirahata çekildik.

6  MAYIS  2014  SALI:

Salı sabahı kahvaltıdan sonra, saat 9 da tur otobüslerimize binerek , 70  km. mesafedeki Çifteler ilçesine hareklet ettik.

Yoldan, Çifteler Köy Enstitüsü ‘nden 1947  mezunu , emekli  öğretmen İlyas KÜÇÜKCAN ‘ı da alarak, Mahmudiye’de bulunan,  1954 de kapatılan  Çifteler Köy Enstitüsünün bulunduğu, şimdi ise, yapılan yeni binalarla, Yunus Emre Öğretmen Lisesi olarak  görev yapan mekana gittik.
Aynı okuldan mezun İlyas Bey’in Enstitü hakkında verdiği geniş bilgilendirmeden sonra, harap ve viran durumda olan , zamanın öğrencileri tarafından yapılan binaları gezdik. Yüreğimiz acıdı.

 Bir tarih olan o binalar, restore edilerek hizmete açılamaz mıydı?  Türkiye’nin birçok illeri dolaşılarak parça parça toplanan motor aksamlarından elde edilen elektrik, motor malzemeleri, Porsuk çayının bir kolunun üzerinde yapılan  köprü ve suyu verimli hale getirerek el  emeği, göz  nuru ile elde edilen  hububatın öğütülmesi için yapılan değirmen parçaları, sağa sola serpileceği yerde  değerlendirilemez miydi?

Ana Binanın  görüntüsü sağlam.  Ama  Eğitim için kullanılmıyor. Sınıflara ders araç ve gereçler dağınık olarak konmuş.  60-65 yıl önce kullanılan  ders araçları da bir sınıfta sergilenmiş şekilde muhafaza altına alınmış.   Yapılan vefalılık sadece bu.
Köy  Enstitüsü öğrencilerinin  yiyecek  ve  her türlü ihtiyaçları, 100 dekarı bulan tarlalardan ve bahçelerden , besledikleri  hayvanlardan elde ediliyormuş.  Un mamüllerini de yaptıkları fırınlarda  pişiriyorlarmış.

O zamanda,  bataklık durumunda olan 100 dekarlık araziyi, kurutarak orman ve tarla yapmışlar. Yol güzergahında ve  Mahmudiye’ den   Hamidiye’ye kadar uzanan bölgeyi ormanlık haline getirmişler.  Hayvancılık, arıcılık, demircilik, duvarcılık, marangozluk, ciltcilik gibi beceriler elde edilmiş. Sağlık elemanları, yazar, şair, ressam, müzisyen yetiştirilmiş.
Kısaca Çifteler Köy Enstitüsü dışarıya bağımlı kalmamış, aksine dışarıya satış yapmış.

SAKARİBAŞI

Ülkemizin 21 Köy Enstitüsü , her zaman söylediğim gibi, kapatılmamış olsa idi, Türkiye’nin çehresi daha değişik olur, tüm dev letlerin itibarını, saygınlığını kazanırdı. Güçlü ve aranır bir devlet  olurduk.
Bu ziyaretin sonunda, 15 dakikalık mesafedeki, Çifteler'deki  Sakarya nehrinin   doğduğu SAKARİBAŞI denen  mesire yerine gittik.

Burası aynı zamanda, çok partili döneme geçişte, demokrasinin mitinginin ilk yapıldığı yerdir.
Buraya vardığımızda öğle olmuştu.
Mercimek çorbası, salata meşrubat ve kiremitte alabalıktan  oluşan menü,  arkadan  semaverde çay, yorgunluğumuzu bir nebze azalttı.
İkinci  günün yüklü programı bitmemişti.  Yemek sonrası verilen yarım saat dinlenmeden sonra, arabalarımıza binerek, Yazılı kaya köyüne hareket ettik. Hafif yağmurla birlikte köye vardık.

Midas antik kentin girişinde bulunan, yüksekliği  17 m. Eni  16 m. olan  Yazılı kayanın önünde  hatıra  fotoğraflarıi  çekilerek,  İlyas  Beyin  yazılı kayanın tarihçesini   dinledik.  Programda   olan, bir saatlık yürüyüşte, Kırkgöz Oyma Kaya Manastırı, Frig ve Roma Kaya  mezarları, Kral yolu, Hitit Kabartmaları, Büyük ve küçük  sunaklar, bitirilmemiş Yazılı kaya ve  su  sarnıcı merdivenlerini görmeye gidemedik. Çünkü yağmur şiddetlenmişti. Köy girişindeki  kafeye  inerek çaylarımızı yudumladık.
Saat 16 gibi tur otobüslerimize binerek Seyitgazi ilçesine doğru  yola koyulduk. Güzergahımız üzerinde, panoramik olarak  bulunan  Doğanlı Kale ve Gerdek Kaya  Anıt Mezarı ile  Araztesiz Anıtlarını da görerek , yaklaşık 45 dakikada Seyitgazi ilçesine girdik.

Burada bulunan Seyit Battal Gazi Türbesi ile Külliyesine çıktık. İlyas Bey Battal  Gazi’nin geçmiş kahramanlıklarından bilgiler vererek ,Battal  Gazinin  8 metrelik mezarının yanında  bulunan küçük mezarın da Bizans  tekfurunun kızı Elonora olduğunu, ve  hikayesini anlattı.
SEYİT GAZİ İLÇESİ

Battal Gazi Bizans tekfuruna esir düşerek zindana atılıyor. Tekfurun kızı Elonora Battal’a aşık oluyor. Batyal’ı  zindandan kurtararak  birlikte kaçıyorlar. Gel  zaman, git zaman  Battal ölünce, kısaca,  Tekfur kızına çağrı yapıyor.  Elonora, babasının çağrısına. “Gelmiyorum.  Ben de öldüğümde Battal’ın yanına gömüleceğim”  diyor.  Battalın yanındaki mezar Elonora’nın mezarıymış.
Türbede birçok  insanın mezarları bulunuyor. Hepsinin de geçmişi tabelalarla  belirtilmiş.
SEYİT GAZİ TÜRBESİ

Battal Gazi’nin mezarının 8 metre  oluşu birçok insanın dikkatini çektiği gibi, Yunanlı  işgal komutanı merak ederek  , yanına Belediye Başkanını da alarak türbeye geliyor. Battal’ın mezarını görünce “ Bu ne saçmalık, 8 metre uzunluğunda insan olur mu?”  diye tepki gösteriyor. Belediye başkanı. “ Efendim, biz saygı duyduğumuz kahramanarımızın mezarlarını büyük yaparız “ diyor. Komutan “ Ölürsem benim mezarımı da büyük yapın” diyor. Belediye Başkanı hemen cevap  veriyor.  “ Tabi efendim. Sizin mezarınızı  İzmir’e kadar uzatırız.” Diyor.
Akşam olmak üzereydi  Otobüslerimize binerek otelimize doğru yola çıktık.  Böylece ikinci günün sonuna da gelmiş olduk.


ÜÇÜNCÜ GÜNÜN ANLATIMINI  İKİNCİ  YAZIMDA YAPACAĞIM.

1 Mayıs 2014 Perşembe

G Ü N C E L






Y E T T İ   B E  E  E  E  E !

Burhan  Bursalıoğlu

Her gün yeni yeni cinayetler, kadın ve çocuk katliamları hızla artarak, ülke için sorun olmaya başladı.

Failler yakalanıyor, hapishaneye atılıyor, ne kadar ceza yerlerse yesinler, devlet onları halkın parasıyla besleyerek yaşatıyor. Bir şekilde çıkanlar aynen suç işlemeye devam ediyorlar.

Özellikle, çocuk katliamları devam ederken Devletin başında bulunanlarda tık  yok. Esma için ağlayanlar, kendi çocukları için tedbir almaları gerekmez mi?
 Sokak kameraları sayesinde failler yakalanıyor ama bu çare midir?  “Atı alan Üsküdarı  geçti” kten sonra  faili yakalayıp içeri almak görevi  yerine  getirmek demek midir?  

İdam, ceza yasalarına konmadıkça cinayet ve katliamlar devam edecektir. Kısıtlı idam konmalıdır. Bilinçli ve planlı olarak işlenen her türlü  ölümle biten olayların failleri için idam getirilmelidir. Annesini, babasını, kardeşini,  akrabasını, gıcık olduğu insanları   ve kendini  tatmin için çocukları öldürenler için idam kaçınılmazdır. Hem de en kısa  zamanda,  uyuyan  siyasetçilerimiz  uyanıp, harekete geçerek, idam cezasını  yasalaştırmalıdırlar.
Bu arada ailelerin hiç mi hataları yoktur?  Var, evet  çok hataları ve kusurları vardır.

Başbakanımız “Her aile  en az üç çocuk yapmalıdır” diyor da, o çocukların yetişmesi ve  korunması hususunda  bir şey söylemiyor.
Çocuk yapmak kolay da onları büyütmek, yetiştirmek, beslemek ve korumak  zordur. Bir şekilde beslenme için çare bulunuyor ama, korumada hata yapılınca , sonucu ağır ve acı oluyor.
Bir anne, çocuğunu sokağa, parka bırakıyorsa,  gözleri  üzerinde olmalıdır.

Alış verişe giderken,   komşuya giderken, başından savmak için  çocuğu  sokağa, oyuna  göndermek,  ve onun başına gelebilecek   nahoş bir olayın ortağı olmak demektir.
Aileleri  bu konularda  bilgilendirmek gerekmektedir.
Aile Bakanlığı anne  ve  babalara  kurslar  açmalıdır, çeşitli  girişimlerde bulunmalıdır.
Kısaca, çocukların kötü niyetli insanların sunduğu bir liralık çıkolata ile kandırılmalarının önüne geçilmesi gerek ve bunun için de   eğitim şart.

Atatürk’ün  geleceğimizi  emanet   ettiği  çocuklarımızı,, işkence görmüş, eli kolu bağlı,  ağzı  kapalı, kanlar içindeki cesetlerini,  ormanlıklarda, kuyularda çöplüklerde görmek istemiyoruz. Yetti artık.
Bu caniler için İDAM tekrar  ceza maddelerinin arasına girmelidir.
Yetkililer, emekçilerin bayramlarını engelleme için çare arayacaklarına, çocukları kurtarsınlar. 
Tüm halkımızı  bu  konuda  duyarlılığa davet   ediyorum.

BU ARADA TÜM EMEKÇİLERİMİZİN  1  MAYIS BAYRAMLARINI KUTLUYORUM


28 Nisan 2014 Pazartesi

GEZİ ANATOMİSİ




GEZİLERİ  GÜVENDİĞİN  TURLA  YAPACAKSIN

Burhan Bursalıoğlu

26 Nisan 2014 Cumartesi günü, eşim, kayın biraderin eşi,  dostum Mustafa  ve eşiyle birlikte  ETS TUR 'un düzenlediği, Safranbolu gezisine katıldık.
İki  gün süren geziye, Kadıköy,Hasanpaşa otoparkından, , rehberimiz PERİHAN Hanım, kaptanımız MEHMET  ve yardımcı MURAT beylerin yönetiminde, 40 yolcu , son derece lüks otobüs Neoplan ile, saat 8.30 da hareket ettik.
Güzel bir havada  başlayan yolculuğumuz, ikram edilen,otobüs içi sabah kahvaltısı ile, Perihan Hanımın yolcuları tanıştırma ve  Köroğlu tesislerinde verilen ihtiyaç molasından sonra, rahat geçen yolculuğumuz öğle saatinde Safranbolu'da bitti.
Çamaşır hane

Bu arada, rehberimiz olan Perihan Hanımın, gidiş - gelişte, yolda görülebilecek, önemli, dikkat çeken, bina, orman,dere,köprü, yol, dağ,tepe, ev gibi,  her şey hakkında bilgi vermesi,  yolculuğumuzun çok verimli ve uzun yolumuzun kısa geçmesini sağladı.
Safranbolu'nun, özellikle eski Safranbolu'nun, yani, Unesco tarafından koruma altına alınan kısmındaki tarihi konaklarının   önünden geçilerek, geçmişte Bektaşilerin yaşadığı Yörük köyüne gittik
Leyla Gencer'in büstü

Yörük köyü ilk bakışta terk edilmiş köy gibi göründü. Daha içerilere girildikçe, Safranbolu ev özelliğine  hakim olduğunu gördük. Ama yine de köyde birkaç kişiden başkası yoktu.  Evlerin ve konak biçimindeki binaların kapılarının büyük  ve eskiden dış kapılarda kullanılan kilitlere benzer büyük kilitlerin olması ve bazılarında sarkan, bazılarında da kapı kanatlarını birleştirmiş gibi bağlı iplerin olması dikkatimizi çekti.. Bilinçli bir hareketmiş. Kapısında sarkık ip varsa ev sahipleri   "misafir kabul ederler" ip sarkık  değilse,   ev sahiplerinin evde olmadığı veya müsait olmadıkları anlamı  taşıyormuş.
Sipahioğlu konağında tavan ve şrkiller

Yörük köyünde Sipahioğlu Konağı, köy çamaşırhanesini gezdik. Gördüklerimiz ilginçti. Sipahioğlu konağı müze şeklinde donatılmış. Halka açık. Çamaşırhane çalışmıyor. Ama eski araç gereçleriyle özelliğini  muhafaza ediyor. Yörük köyünün  gelmiş geçmiş Ağaları,ermişleri,büyükleri nin resimleri de çamaşırhanenin duvarında çerçeveli olarak asılı şekilde muhafaza altına alınmıştı.
Kaymakamın misafir odası

Issız sokaklardan Sipahioğlu konağına yürüdük. Konağın önünde satıcılar vardı. Yörenin  turistik, bilhassa ahşap eşyalarını  satıyorlardı.  Konağın dış  görüntüsü  ile iç görüntüsü korunmuş. Bir ailede gerekli tüm eşyalar sergilenmişti. Tavan ve duvarlardaki resim, figür ve şekillerinin her birinin bir anlama geldiğini söyleyen konağın görevlisi, konaktaki en küçük bir ayrıntıyı dahi kaçırmadı.
Kaymakamın hamamı

Konaktan çıkarak,otobüsümüzü bıraktığımız park yerine doğru giderken, gözümüze ilişen büstün yanına gittiğimizde, büstün Leyla GENCER e ait olduğunu gördük. Rehberimiz  Perihan hanım konuya açıklık getirdi.
Leyla Gencer'in annesi o köyde büyümüş. Onun anısına o büstü yapmışlar.
Tipik Safranbolu evi

Otobüsümüze binerek öğle yemeği için İmren Lokum Konak Restorana gittik. Yörenin yemeklerinden oluşan, sebzeli erişte çorba, salata, sebzeli dana güveç, etli yaprak sarma, su böreği, safranlı pilav ve safranlı zerde tatlısını afiyetle yedik.
Kaldığımız Bağlar Saray Otel

Lokantanın alt katında bulunan salona geçerek, lokum imalatının slayt gösterisi ve lokumun tarihçesi hakkında bilgiler verildikten sonra da dükkan bölümüne geçerek  lokum alış verişi yapıldı.
Serbest zaman sonunda, bildirilen saatte otobüsümüze binerek, Unesco tarafından birçok kez   ödüllendirilen ve koruma altına alınan eski Safranbolu da bulunan ve Safranbolu'yu kuş bakışı görmeye yarayan HIDIRLIK tepesine çıkıyoruz.
HIDIRLIK Tepesinden Safranbolu

 Burada poz poz resimler çekerek,saat kulesini ,hükümet konağını, Safranbolu'luların uçak alımı için yaptıkları yardımı sembolize eden gerçek uçağın uzakda da olsa resimlerini çektikten, gelen gelin ve damatların poz poz resim çektirdiklerini seyrettikten  sonra Hıdırlık tepesini terk ediyoruz
Güneş saatı

Köprülü Mehmet Paşa camiini gezdik. Avlusundaki güneş saati en çok rağbet gören yapıttı. Daha sonra (Sırayı şaşırabilirim) Cinci han ve hamamı, İzzet Paşa camiini gezdik. Caminin avlusunda İzzet Paşanın mezarı bulunuyor. Daha sonra Kaymakam konağını gezdik. Rehberimiz konak hakkındaki bilgileri verirken, odaların, misafir kabul odası, haremlik odası, selamlık odası, mutfak gibi her odanın bir görevi üstlendiğini belirtti. Banyo odaların içinde, bir kişinin oturarak yıkanabileceği genişlikte. Tuvalet göremedik. Galiba o da bahçede dir.
UÇAK

Konağın bahçesi  çay bahçesi olarak kullanılıyor. Orada safranlı çayımızı içerek çarşı gezmemize devam ettik.
Yemeniciler,demirciler, bakırcılar çarşılarını gezerek akşamı ettik.
Otobüsümüze binerek, yeni Safranbolu da olan Bağlarsaray otelimize gittik. Yerleştikten sonra aynı otelde akşam yemeğini yiyerek  dinlenmeye çekildik.
Rehberimizin sürprizi Nehir kenarı molası

27 Pazar sabahı, kahvaltıdan sonra saat tam 9 da otobüsümüze binerek Amasra'ya doğru yola çıktık.
Arabamız Karadeniz'e doğru yol aldıkça toprak görünmez oluyor, ağaçlar daha sık, daha gür ve daha gösterişli oluyor. Karadeniz her yerde kendini hissettiriyor. Murat beyin içecek  ikramının bardakları elimizde iken, rehberimiz Perihan Hanım sürpriz yaparak, otobüsümüz nehrin geniş kıyısında durdu. İndik, meşrubatlarımız geldi, nehir kıyısında içerek resim kareleri oluşturuldu. Bu arada 3 nolu ETS TUR  arabası da gelerek yolcularını indirdi.
Karadeniz'in tek adası,Amasra adası

Sağımız ve  solumuz da ki ağaçların arasından geçerek, Amasra'nın girişindeki BAKACAK tepesinde durduk.Bizden başka 4 ötobüs daha orada park ederek yolcularını indirmişti. Çok geniş olmayan düzlüğün yamaç bölümünde satıcılar tezgahlarını kurmuş, sebze, kuru sebze, yağ, reçel, turşu el işleri, tahta işleri ve meyve satıyorlar. Sattıkları  her şey normalin  üstünde  fiyatta idi. Bir örnek, Çay tabağından biraz büyük cam tabağına tam 15 adet kara dut koymuşlar. Fiyat 5 lira.
Amasra kalesi surlarında ışıklı ATATÜRK  PORTRESİ

Bu tepenin de bir özelliği varmış.  Fatih Sultan Mehmet bu tepeden Amasra'ya bakarak "  Lala Lala, Çeşm-i Cihan bu mu ola"   (Dünyanın gözü bu mudur ) diyerek hayranlığını dile getirmiş.  Ne yazık ki biz o şerefe nail olamadık. Çünkü, dönüşümüzde dahi dağılmamış yoğun bir sis vardı.

Tepeden  inerek Amasra'ya girdik. Park yerinde otobüsten inerek, yaya olarak  Amasrayı tanımaya başladık. İlk olarak kimilerine  göre Amasra , kimilerine göre zindan kalesi, kimi,lerine göre de Sorma gir kalesi olarak adlandırılan kaleye çıktık. Kale görüntüsü yok. Yüksekte ama surlar yeşilliklerin altında kaybolmuş.
Kaleden inişte,Roma döneminde inşa edilen  KEMERE köprüsü ve Bizanslılar tarafından kilise olarak kullanılan, şimdi ise, Fatih camii adını alan eserlerini  gördükten  sonra büyük limana indik. Sahilde yürüyerek Mavi Yeşil Balık Restorana gittik. Öğle menümüz balıktı. Salatadan sonra tabakta  4 çeşit balık geldi. İsteyen istediğinden yiyor. Garsonlar ellerinde balık dolu tabaklarla gelip bitirenlerin önüne koyuyor. Doyana kadar isteyebilirsin. Yemesi kolay diye ben hep mezgit istedim.
Saat 15 e kadar verilen boş zaman içinde çarşılar ve pazar  gezildi, resimler çekildi. Bu arada BARIŞ AKARSU'yun heykelini gördük. Amasra parkının içine yapmışlar.
Barış Akarsu Heykeli

  Saat 15 de otobüslere binerek, bu kez Devrek Zonguldak Bolu üzerinden dönüşe başladık. Bolu dan sonra yağan yağmur kaptanımız Mehmet Beyi etkilemedi. Zamanında İstanbul'a geldik.
AMASRA DA BÜYÜK LİMAN.

Gemi turu da dahil olarak birkaç kez ETS TUR la gezilere katıldım. Her defasında memnuniyetle vedalaştık.
Bir turun yolcularını memnun eden tur  görevlileridir. Görevli faydalı olamazsa, verimli olamazsa, tur ne kadar reklam yaparsa yapsın  yolcu  ikinci kere o tura asla katılmaz. Bizim memnuniyetimiz tur görevlilerin yolcularına olan davranışlarından dolayıdır.
Bu turda da, başlangıç ve bitim arasında bulunan coğrafi yapılanmaların öz geçmişiyle bilgilendiren, samimi, cana yakın, işinin ehli  rehberimiz bayan Perihan hanıma, soğukkanlı, sabırlı, mesleğini iyi uygulayan, kurallara riayet eden kaptanımız Mehmet Bey e, uzun yolculuğumuzda ve molalarda kahrımızı çeken, zamanlamayı şaşırmadan ikramlarını yapan yardımcı Murat beye teşekkürlerimi sunuyor ve böyle çalışkan, insanları bulunduran ETSTUR u da kutluyorum.

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...