15 Temmuz 2014 Salı

GEZİ




İTALYA  GEZİSİ


DÖRDÜNCÜ  GÜN:  SALI

Burhan Bursalıoğlu

 Kahvaltıdan sonra  otobüsümüzle, Antik Etrüsk  medeniyetinin doğduğu  ve eskiden beri  bağımsız, hatta Roma ve diğer bölgelere karşı açıkça soğuk tavırlar sergileyen  Toskana kentine gittik.
Gelişmeyi simgeleyen, surlarla çevrili  villa ve şatolar, Galileo gibi seçkin bilim adamlarını desteklemiş olan Ronesans’ın önemli  sanat hamilerinden  Mediciler için inşa edilmiş, etkileyici  şatolar ve  villalar, Toskana’nın  tarihi belgeleri niteliğinde görülmektedir.

Toskana gezimiz üç ana ayaklı oldu. Önce’San Gimignano’ya, sonra Pisa ve son olarak da Sıena’ya gittik. Bu  yolculuklarda  bazı köy ve yerleşim yerlerinde molalar vererek, hem ihtiyaç giderildi, hem de yörenin yetiştirdiği yiyecek ve  sembol olarak gördükleri turistik eşya alış verişi yapıldı  

SAN  GİMİGNANO:

12 ve 13. Yüzyıllardan kalma bu kasaba ,Toskana’ın en güzel dağ kasabalarından biridir. Kulelerin oluşturduğu  bir yer. Aynı yüzyıllarda soylu aileler  tarafından inşa edilen şehrin merkezi, Cisterne olarak kabul ediliyor. Meydan alış veriş merkezi. Gezerek alışverişler yapıldı.  Buradaki kuleler, ticaretin getirdiği üstünlüğü ve saygınlığı simgeliyor.  Kulelerin sayısı 70 şi bulmuş. Ancak 14.  Yüzyılda, Floransalı istilacıların hücumuna uğrayan Gimignano’da  kuleler yıkılarak sadece 14 dü ayakta kalabilmiş.

PİSA:

11  ve  13. Yüzyıllar, Pisa İparatorluğunun en parlak dönemi olmuş. Kurduğu güçlü donanma ile Akdeniz de yaptığı ticaretten kazandığı para ile yörenin en zengin kırallığı oldu. Bu gün , hala ayakta duran Duomo,Vaftizhane ve eğik kule gibi muhteşem yapıtlar  o dönemin eserleridir.  1284 de, Cenova’ya yenilen  Pisa  imparatorluğunda çöküş başlamış ve 1406 da Floransaya da yenik düşünce İmparatorluk çökmüş.

PİSA  KULESİ – EĞİK KULE:

Zemini, en dip, minerallerden oluşan kum, üstünde gri mavi kil, daha üstünde de taşlı molozlu, killi  alüvyonlardan oluşan zeminde, 1173 de yapımına başlanan kulenin ikinci katı bitince, kule eğilmeye başlamış. İnşaat durmuş.  Yapılan iki katın yıkılması beklenmiş. 60 yıl beklemişler. Kule yıkılmamış. 60 yıl sonra  3. Kat yapılmış. 15 yıl beklenmiş. 

Her yapılan kattan sonra 10- 15 yıl beklenmiş. Nihayet 177 yılda pisa kulesi tamamlanmış.
En üst kat, eğimin tersi yününde yapılmış. Yıkılmasın diye.
20. yüzyılda , ana akstan  4.5 m. Kayınca 1990 da ziyaret yasaklanmış. 2001 de, kaymanın ters tarafından toprak alınınca, kule o tarafa doğru yaslatılıp yüzde on düzeltilerek dengelenmiş. Daha sonra da ziyarete açılmış.
Kulenin bulunduğu  Miraceli meydanına  “Mucizeler meydanı” da denmektedir.

VAFTİZHANE: 

Mucizeler  meydanında, eğik kulenin  yanında 1152 yılında yapımına başlanan Vaftizhane mali sıkıntılar nedeniyle 100 yıl ara verilmiş ve  nihayet Giovanni  tarafından  1260 da tamamlanmış. İçinde  Yahya’nın heykeli bulunmakta.
Bronzdan yapılan, yarı at, yarı ejderha heykeli burada bulunmaktadır.Giovanni ve Duamonun  fildişi oyma eserleri de burada  sergilenmektedir.
Pisa gezimizde bizi çok duygulatan bir konuyu açıklamak istiyorum.  Eğik kuleye, yani pisa kulesine ve Mucizeler meydanına giderken ana caddede üstü  kapalı  tezgahlarında, çevrenin turistik eşyalarını  satan satıcılar vardı. Otobüsümüzün önündeki ETS TUR  levhasını görünce, sanki   sihirli

 bir el değmiş  veya biri komut verilmiş gibi tüm satıcılar içerden Atatürklü Türk Bayraklarını çıkararak tezgahlarına asıp  Türkiye lehinde slogan atmaya  başladılar. Özellikle söyledikleri  “HER YER TAKSİM, HER YER DİRENİŞ” “ EN BÜYÜK ATATÜRK, BAŞKA BÜYÜK YOK”gibi. Şaşırmıştık. Biz de onları alkışladık. Dönüşte alış veriş yaparak, onları memnun ettik.

SİENA:

Siena, orta çağlardan kalma, dar sokaklı, kısa kısa caddeli bir kent. Buna karşılık, Avrupa’nın en büyük meydanı  kabul edilen Campo meydanı burada.
ÇAN  KULESİ

Toskana ve  Siena, bizdeki  Aşiretlere benzer aşiretler tarafından  yönetiliyor.  Burada 14 aşiret var.  Sadece  sporda ve ortak yarışmalarda rekabet içindeler. Onurlarına çok bağlılar.
PİEZZA  DEL  KAMPO

Aşiretler her yıl iki kez, 2 Temmuz  ve  16  Ağustos’ta Palio adlı  festivallerde at yarışı düzenlerler. Aşiret mensuplarının tüm amacı Palo yarışını kazanmak  . Yukarıda tarihlerini verdiğim festival öncesinde,   kura ile  14 aşiretten  10 aşiret yarış için seçilir. Çıplak atla, Dünyanın en büyük meydanı olan Del  Campoda yarışırlar. Meydan zeminin, taş-tuğla oluşu ve çok keskin  virajları  olduğundan, zaman zaman, virajı alamayan jokey atı ile birlikte bariyerlere çarparak yaralanıyor veya ölebiliyor. 3 turu bir buçuk dakikada almak mecburiyeti var. Onun için yarışçı, zeminin taş, virajların keskin olmasına aldırmaz. Tüm  amacı YARIŞI KAZANMAKTIR.
Binlerce seyircinin izlediği festival  öncesinde, Contrada kilisesinde at binicileri  kutsanır, renkli gösteriler, kostümlü resmi geçitler ve yoğun bahislerin ardından, rakipler arasındaki  yoğun  çekişme ile yarış başlar.
Yarışı kazanan yarışçıya dolayısı ile yarışçının aşiretine  sadece bir flama verilmekte. Aşiret mensupları kazandıkları flamanın kutlanması aylarca sürermiş.
PALAZZO  PUBBLİCO:

Gotik tarzında olup, Belediye sarayı olarak görev yapıyor.  1342 de tamamlanmış. 102 m. Boyunda çan kulesi bulunmaktadır.  B u kule, İtalya’da , orta çağda inşa edilen en yüksek ikinci kuledir.
PİAZZA DEL  CAMPO:

Yukarıda  adı geçen ve yarışların olduğu  meydan  genelde bir Pazar yeri imiş. 1293 yılında Siena’nın  yönetimini elinde bulunduran Dokuzlar Konseyi, büyük bir kent yaratma isteği nedeniyle  kırmızı tuğla kaldırımlı meydanın yapımına 1327 de başlanmış ve 1349 da bitirilmiştir. Meydan, Dokuz konseyin otoritesini yansıtmak için dokuz dilim şeklinde yapılmıştır. Meydanın yapımından sonra,boğa güreşleri ve idamlar yapılmış.
Verilen serbest  dolaşımdan sonra akşam  floransa’daki otelimize dönerek, ertesi günü gideceğimiz Roma’nın düşlerini kurduk.


DEVAM  EDECEK







8 Temmuz 2014 Salı

G E Z İ




İTALYA  GEZİSİ                          ÜÇÜNCÜ  GÜN


Burhan  Bursalıoğlu

Venedik ziyaretimiz bitmişti.  Üçüncü gün, yani Pazartesi gününü sabahı kahvaltıdan sonra saat 9 da  hareket ederek  250 km. yolculuktan sonra Floransa’ya vardık.
İtalya’nın en verimli toprakları olan ve zıraatın  üçte ikisini karşılayan Po Ovasından geçerek , Dante, Petrarca ve Machiavelli gibi yazarların yanında, Batticelli, Michelangelo ve Donatellio gibi usta ressamların, heykeltıraşların yetiştiği kente vardık.
15. yüzyılda, Ronesansın da başlatıldığı kenttir Floransa.
Şehirde önce şehrin merkezi ve odak noktası olan  Doumo’ya uğradık. Buraya  Kadedral veya heykeller meydanı da deniyor. Her tarafta Ronesasın ve daha sonraki zamanlarda yapılan tüm heykeller  burada bulunmakta. Her heykelinde bir hikayesi var.
SİNYORLAR MEYDANI

SANTA  MARİA  DEL  FİORE KATEDRALİ:

1260 yılında mimar  Armolfo di  Cambio tarafından yapımına başlatılmış. Yeşil, beyaz ve pembe renkli Toskana mermerinden, Neo Gotik tarzında olup, 600 yılda ancak tamamlanabilmiş.
414 basamaklı  yukarısında çan kulesi bulunmakta.
Donatello, Mchelangelo’nun bitmemiş pietasını, Katedralin müzesi   olan Museo  Dell ‘opera, Del  Duomo da buradadır.
12. yüzyıldan kalma , Romanesk, San Giovanni vaftizhanesinde klasik sekizgen biçim korunmuş.
Floransa’nın en eski yapısı olan vaftizhanenin rölyeflerle süslenmiş bronz kapılarından güney kapısı 1300 yılında Andrea Pisano tarafından Gotik tarzında  yapılmış. Yukardaki rölyeflerde San Giovanni Battista’nın hayatı, aşağı bölümde ise 8 adet hiristiyan fazileti resmedilmiştir.
Lorenzo Ghiberti tarafından yapılan Kuzey kapısInda, İsa’nın hayatını anlatan sahneler bulunmaktadır.
Doğu kapısı, Michelangelo tarafından Cennetin kapısı olarak adlandırılıyor.

MEDİCİ  SARAYI:

15. yüzyıl tarihli  Plazzo Medici  - Riccardi oldukça görkemli bir bina olup, bugün  Floransa Valilik binası olarak görev yapmaktadır.

SAN LORENZO  KİLİSESİ:

 Medici Sarayının hemen yakınında yer alır. Kilise, Doumo’nun kubbes i üzerinde çalışmaya başlamadan önce Brunelleschi tarafından tasarlanmış.
İçeride atların önündeki zeminde Medici hanedan arması görülüyor.
Kilisenin  hemen yanında, Biblioteca, 1524 yılında  yaptırılmış ve Michelangelo nun tasarladığı merdivenlerle de ünlüymüş.
SABİNE KADINLARININ KAÇIRILIŞI


SİNYORLAR  MEYDANI – PİAZZA DELLA SİGNORİA:

Şehrin sosyal ve kültürel merkezi. 1299 dan beri, belediye sarayının bulunduğu meydan  her zaman canlılığını muhafaza etmekte imiş. Sebebi de,  ünlü Uffizi’nin  bu meydanda olması imiş.
Meydanın  güney ucunda 14. Yüzyıldan kalma Loggia  della Signoria, şehrin kurucularının trübünü olan yapı, daha sonra İsviçreli paralı askerlerin muhafız odası  ıolmuş.  Burada Benveuto  Cellini’nin başyapıtı  Preseus dikkat çekiyor.  Giambologna’nın Sabin kadınlarının kaçırılışı Mediciler tarafından bağışlanmış.
Açık hava galerisinden farksız olan meydanda, girişin solunda Donatello’nun  Floransa Aslanı  Marzocco’nun kopyası bulunmakta, onun yanında, başı kesilen Tiran’ı betimleyen Yudit ve Holofernes bulunmakta. Bandinrlli’nin 16. Yüzyıl Hercules ve Cacus heykeli  bulunmakta.
Barok çeşmenin  yakınlarında yere işlenmiş bir plakada da, Savonarola’ın kazıkta yakıldığı yeri göstermektedir.
DUOMO VE VAFTİZHANE

LOGGİA DEİ  LANZİ:

14. Yüzyılın sonlarında inşa  edilmiştir.  Bugün bir Açıkhava müzesi  durumunda  olup, önceleri toplantı yeri olarak kullanılıyorken daha sonra Küçük Lanzi Cosimo muhafızlarının odası olarak kullanılmış.
Antik ve Ronesans  heykelleri bulunmaktadır. Loggiada  sergilenen en önemli eser,  Benvenuto Cellini tarafından yapılan “PERSEUS’UN Medusa’ nın başını kopardıktan sonra havaya kaldırması”  sahnesidir .  
SANTA  CROCE KİLİSESİ

SANTA CROCE. ( KUTSAL HAÇ KİLİSESİ)

Floransa’nın  eski meydanlarından bulunan kilise 13. Yüzyılın sonuna doğru Armolfo di  Cambio’nun tasarladığı bir yapı olup, Neo-Gotik ön cephesi 1863 yılında  eklenmiştir. Miçhelangelo, Ghiberti, Mach iavelli, Galileo bve Rossini’nin mezarlarına ev sahipliği yapmaktadır.
PONTE VECCHİO  


PONTE  VECCHİO  -ESKİ KÖPRÜ:

14. Yüzyılda tarihlenen ve üzeri kapalı olan köprünün Dünya’da bir başka eşi yokmuş. Köprünün her iki yanında da 16. Yüzyıldan itibaren kuyumcu dükkanları bulunmsaktadır. Bu dükkanlar ilgi ile izlenip alış veriş yapıldı.

Daha sonra verilen serbest zaman sonrasında, yorgun argın otelimize döndük.

DEVAMI  VAR

1 Temmuz 2014 Salı

G E Z İ




 İTALYA  GEZİSİ       2.  GÜN


Burhan Bursalıoğlu

İKİNCİ  GÜN:   VENEDİK:


Sabah kahvaltıdan sonra saat: 9 da otobüsümüzle hareket ederek, 15. Yüzyılda yaşamış ve  Dünya ca aşkları nesilden nesle aktarılmış,  onlar için birçok kitap yazılıp, filmler  çevrilmiş olan Romeo ve Juliet’in doğum yerleri olan Verona’ya gittik.
GARDA  GÖLÜ

Önce Verona  da Gladyötörlerin  MS 30 da tamamlanan arenayı, Erbe ve Signori meydanlarını  gezdik.
Daha sonra  Verona’nın  Veneto bölgesinde bulunan   Juliet’ in evine gittik.
Juliet’in evi  sanki türbe  misali ziyaretcilerin uğrak yeri  idi.  Eve sokmuyorlardı. Ama , Romeo’ nun serenat yaptığı bahçede adım atılacak yer yoktu.  Jüliet’in  Romeo’ya el salladığı, aşk nağmeleri söylediği   balkon çiçeklerle süslenmiş ve bahçede Jüliet’in bir heykeli yapılmıştı. Herkes Jülietin heykeliyle resim çektiriyor ve resim çektirirken Jüliet’in göğüslerini de tutmayı ihmal etmiyorlardı. Bende  geleneğe uyarak   15. Asırda yaşamış bu efsane kızın göğüslerini tutarak poz verdim.
ROCCA  SCALİGERA  KALESİ

Bahçeye  5 metrelik tunel şeklindeki   girişle sağlanıyordu. Sağlı, sollu duvarlar,  ünitsiz aşkların, çocuk isteyenlerin,  ev , arsa vs. isteyenlerin, bizde çaput bağlama yerine onlar,  dilekleri yazılı ve imza  ile yapılıyormuş.  Duvarlar doldukça siliniyor ve boyanarak yeni dileklere zemin oluşturuluyormuş.
Juliet’in evine yakım  bir yerde de Rome’onun  evi varmış. Ama orayı gezmek  yokmuş.
15. asrın aşk  mekanının ziyeretinden sonra, İtalya’nın en büyük gölü olan  Garda  gölünün bulunduğu , aynı zamanda, İtalya’nın tek yaşanacak yeri olarak gördüğüm, kokulu, egzotik bitkiler ve tertemiz havasıyla muhteşem  Simione köyüne gittik.
SİRMİONE DE PARK

Simione’ye giderken içinden geçtiğimiz köylere köy demek haksızlık olur.  Yollar geniş ve asfalt. Sağlı sollu ağaçlar. Özellikle ıhlamur, çam ve  selvi  ağaçları. Selvi ağaçları, zengin ve varlıklı insanların bahçelerini süsleyen ve onlara şekil vererek görüntüsüyle, ailenin varlıklı olduğunu  simgeliyor.  Evler tek ve iki katlı, bahçe içıinde, her taraf yeşillik, bazı evlerin önünde de havuz bulunmaktaydı.
JULİET VE BEN

Simione köyünün ortasından geçen  çok geniş bir asfalt.  Belki 1000 nin üzerinde araba alabilen park yeri. Geniş, yeşilliklerle bezenmiş bahçe içinde  temiz evler. Sokak ve cadde kenarlarında ıhlamur  ve  manolya ağaçları. İtalya’nın gördüğüm illerinde ıhlamur ağaçlarını süs ağacı olarak görüyorlar.  Ihlamurları toplamıyorlar. Sadece , bazı insanlar, galiba bizden öğrendikleri kadarıyla  öksürük grip ve boğaz ağrıları için kullanıyorlarmış.  Ihlamurları toplayıp değerlendirseler, İtalya için iyi bir gelir kaynağı olurdu.
JULİET'İN DUVARINDAN  UMUT BEKLEYENLER

Sirmione köyü turist akınına uğramış.  Park yerleri araçlarla dolu idi.  Her iki dakikada bir polis ekipleri  motosiklet ve arabalarıyla cadde  ve   meydanlarda kendilerini  unutturmamaya  çalışıyorlardı. Ayrıca  can kurtaran araçlar da hazır bekliyorlardı.
SİRMİONE DE YEŞİL BİR SAHA
Dörder, altışar kişilik yöreye mahsus arabalarla  Garda  gölü   kıyısına indik.Göl kıyısı park ve bahçelerde donatılmıştı . Her taraf pırıl pırıl. Sokak ve caddelerde tek bir izmarit ve kağıt parçası görmek mümkün değil.  Diğer kentlerde de olduğu gibi  çöp kutuları sabit, demir döküm, içlerinde kova, üst kısımlarında sigara söndürme yerleri bulunuyor.. Birçok yerde 7 ve 10 metre aralıklarla  konmuşlardı
SİRMİONE'Yİ GEZDİREN MAHALLİ ARAÇ
                                                      
Göl kıyısında çok güzel görüntüler vardı.  Dönüşte yürüdük.  Yol üzerinde sarı boyalı,  Şato gibi  şarkıcı  Mariya  Callaşıın da evini gördük. Cadde kenarlarında, Sirmione köyünün harıtaları ve planları camekan içinde sunuluyordu. Sirmione’de 13. Yüzyıldan kalma  Rocca Scaligerin büyüleyici  kalesi  de ayrı bir güzellik veriyordu Sirmione’ye.
VERANO'DA ARENA

İtalya’da kaldığım  ve gördüklerimin içinde Sirmione yaşanacak yer.  Bana , İtalyada kalabileceğim bir yer bahşetseler, Sirmione’yi tercih ederim. Ama Ülkemizin tabiat şartlarını değişmem. Biraz da çevre temizliğine dikkat edebilsek “Yeme de yanında yat” misali değişmez mekanlarımız olurdu.
JULİET'İN EVİ VE ZİYARETÇİLER


Sirmione ‘deki serbest  zamanımız da bitince, akşam Venedik’deki son gecemizi geçirmek için otelimize döndük.


GELECEK YAZI  3.  GÜN

20 Haziran 2014 Cuma

GEZİ





İTALYA GEZİSİ
Burhan Bursalıoğlu

Bu gün İtalya gezimizin ilk intiba yazısını çıkarıyorum. Ve aynı zamanda  bu gün 13 de çıkacağım, İzmir, Kıbrıs seyahatim sonunda   Bodrum 'a varış zaman alacaktır.  
İtalya gezimizin devamı tefrika şeklinde olacaktır. İkinci yazım, seyahatim nedeniyle  biraz geç yayınlanacaktır. Şimdiden özür dilerim.
İtalya'da çektiğim resimlerimin çokluğu nedeniyle karışık ve isimsiz  yayınlayacağım. Şimdiden özür diliyorum.
İtalya gezimizin sonunda, SONUÇ  bölümünde İtalya'a ait öz eleştirimi yapacağım.

7 Haziran 2014 Cumartesi günü ETS Tur programına katılarak  bir haftalığına İtalya’ya uçtuk.
Bu gezimize , kızım, damadım, eşim ve  kayın biraderimin eşi de refakat ettiler.
Gezimizde, gördüklerimi, duyduklarımı, arada bir yorumlarımı da ekleyerek Sizlerle paylaşmak istiyorum.
Öncelikle, ETS Tur dan başlamak istiyorum. 
Gerek yurt dışı , gerekse yurt içi gezilerimi hep ETS Tur la yaptım.  Hepsinden de memnun  kaldım. Tahsis ettikleri, uçak, gemi, otobüsler güvenilir  ve yeni araçlardı.
Programların iyi uygulanması ve misafirleri memnun etme, hiç kuşkusuz rehberlerin becerisine kalmıştır. Şimdiye kadar katıldığım gezilerde, bize rastlayan tüm rehberlerden memnun kaldım. Onlarsız gezilerin bir anlamı da kalmaz.
Rehberlik yapmak her babayiğidin harcı değildir. Konuşma, hitap, sabır, dürüstlük, anlayış, güler yüzlülük, zaman kavramına riayet ve misafirlerin  dışında kalan tüm muhataplarıyla iyi ilişkiler kurmak, rehberliğin ana unsurlarındandır. Bunlardan birinin eksikliği, hem misafirleri ve hem de rehberi üzmeye yeter.
ETS Tur  rehberlerinden son tanıştığım ve İtalya gezimizi bize sevdiren Davut Bey, herkesin alkışladığı, taktir ettiği ve memnun kaldığı, başarılı bir rehber. Derin bilgisi, her yapının geçmişini, içlerinde yaşamış olanların öyküleri, köprülerin, ağaçların, bitkilerin, kiliselerin, çeşmelerin, meydan ve caddelerin, tarihe geçmiş insanların yaşam öykülerini kendine has üslubuyla  anlatması, anlattıklarını video ile  destekleyip,   uzun otobüs yolculuğumuzu verimli bir hale getirmesi, Davut Beyin, mesleğine bağlılığını ve inanmışlığının kanıtıdır. Programa harfiyen uygulaması, sureye sadık kalması,  her misafiriyle ayrı ayrı ilgilenip, varsa,  sorunlarını çözmek, ciddiyetini göstermektedir.
Kendini kutluyor ve başarılarının devamını  diliyorum.

1.       BİRİNCİ  GÜN: 

Uçağımız saat: 15 de  Milano’nun Bergamo hava alanına indi. Rehberimiz Davut Bey in  yardımlarıyla, pasaport ve bagaj muameleleri yapıldıktan sonra ilk iş saatlerimizi bir saat geri  almak oldu.  İkinci uyarı, yankesicilere karşı uyanık olmamız  gerektiğiydi. Türkiye’de 60 bin, İtalya’da 400 bin yankesici varmış.

37 kişilik grubumuza tahsis edilen son model  MAN marka otobüsle, PO  ovasının yanından yeşillikler arasından Venedik’e doğru yol aldık. Sağımız , solumuz  yeşillikler ve göz alabildiğince düz bir ova. Bu ova tüm İtalya’nın sebze  ve   ekinin üçte ikisini karşıladığı gibi Türkiye’de ki hasılatında üç katını çıkarıyormuş.
118 adacık,  188 kanal  ve 400  köprüsü olan Venedik’e vardık. Otobüsten inmeden  panoramik olarak SAN MARKO BAZİLİKASI, DÜKLER SARAYI, SAAT KULESİ, İŞKENCE KÖPRÜSÜ,  BÜYÜK  KANAL  VE  RİALTO  KÖPRÜSÜ  gösterilerek rehberimiz gerekli izahatı  verdi.

SAN MARKO MEYDANI:  Güvercinleriyle tanınan bir meydan. Zemin mermerlerle döşenmiş. Üzerinde San Marko’nun aslan ve San teodoro’ nun heykelleri bulunan, granit sütunlar İstanbul’dan getirilmiş.

SAN  MARKO  BAZİLASI:  İncili  yazan 4 kişiden biri olan San Marko’nun kemiklerini korumak amacıyla  1063  de  başlayıp 1073  yılında tamamlanmış olup , soğan biçimindeki kubbesi nedeniyle “ Altın Kilise “ ünvanını  kazanmıştır.

ÇAN  KULESİ: ( Campanile) 99 m. Yüksekliğinde ve 10.  Yüzyılda yapılmış. 1902 de yıkılınca tekrar yapmışlar. Bazilikanın şaşalı süslemeleri ile  büyük bir  beğeni yaratmaktadır. Tepesinden bakıldığında Venedik’in muhteşem manzaralarıyla karşılanıyor.

SAAT  KULESİ:  15. Yüzyılda yapılmış. Daha doğrusu öyle tarihlendiriyorlar. Kadran ayıları burç sembollerini betimlemektedirler. Kulenin üst tarafında bulunan ve iki adet büyük bronz insan olan meşhur “Mori’ler”  500  yıldır saati çalmaktadırlar.

AHLAR  KÖPRÜSÜ VE  HAPİSHANE :  Dar ve düzgün koridoru,  17. Yüzyıldan kalma Barok Ahlar köprüsüyle, hapishane dükler sarayını bağlayan bir geçit. Hapishanede bulunan mahkümlar işkence odalarına götürülürken, şehre son kez   bakarak iç çekmelerinden ötürü  bu isim verilmiştir.

BÜYÜK  KANAL:  2 km. uzunluğunda “Patriçilerin “ yaşadığı  200 adet sarayların bir kısmı 12. Bir kısmı da 18  yüzyılda yapılan mermer saraylar bulunmaktadır.

SANTA  MARİA DELLA  SALUTE  KİLİSESİ:  1630 yılında  32  yaşındaki  Baldas Longhena tarafından,  bir milyon kazık üzerine inşa edilmiştir. Ancak  Baldas 1687 yılında öldüğünde kilise hala tamamlanamamıştı.  Kilise, şehrin veba salgınından kurtuluşuna duyulan şükran nedeniyle yapılmıştır.  İnsanlar bu olayı anmak için, her yıl Kasım ayında mumlar  yakarak Büyük kanalın girişinde art arda sıralanmış teknelerden  oluşan köprüyü aşarlar.

GONDOLLAR:  Bir motorla  gondolların bulunduğu dar kanalların yanına gittik.
Gondollar 11.  Yüzyıldan beri Venedik’in bir parçası dır. Dar kanalları aşabilecek ince bir gövde ve alt tarafı  düzdür.  Kürek  gücüne karşı hareket oluşturur. Gondolun daireler çizmesini önlemek için pruvada sola doğru bir kıvrım bulunur.

  İnsanların  zenginliklerini gizlemek için  1562 yılında tüm gondolların siyaha boyanması  kararlaştırılmış. Bu güne kadar da bu emir uygulanmaya devam etmiştir. Ama  her gondolun kendine özgü süsü var. Bazı zamanlarda da, özel günlerde çiçeklerle süslenirmiş. Gondol gezilerinin pahalı olması nedeniyle İtalya halkı pek  itibar göstermemektedir. Turistler rağbet gösteriyor. 

Biz gittiğimizde çok kalabalıktı. Bize ancak 40  dakikada  sıra geldi. 20 dakikada tüm dar kanalları  gezdik. Adam başı 25 yuro aldılar. Yine motorlara binerek  şehir merkezine oradan da  tahsis edilen otelimize gittik.


6 Haziran 2014 Cuma

GÜNCEL




BİR  HAFTALIK  VEDA

7 HAZİRAN  CUMARTESİ SABAHI  EŞİM, KIZIM, DAMADIM VE KAYINBİRADERİMİN EŞİ İLE  BİRLİKTE BİR HAFTALIĞINA  İTALYA' ya GİDECEĞİMDEN  BLOGUM  BİR HAFTA SİZLERDEN UZAK KALACAKTIR. 
DÖNÜŞTE GÖRÜŞMEK ÜZERE HOŞCA KALIN.

4 Haziran 2014 Çarşamba

MİLLİ ŞAİRLERİMİZ




KUVAYİ  MİLLİYE


                                                              SEKİZİNCİ   VE  SONUNCU  BAP


 
26 AĞUSTOS GECESİNDE SAATLAR
İKİ OTUZDAN BEŞ OTUZA KADAR
ve
İZMİR RIHTIMINDAN AKDENİZ'E
BAKAN NEFER
 
 
Saat 2.30.

Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır, 
ne ağaç, ne kuş sesi, 
                  ne toprak kokusu vardır. 
Gündüz güneşin, 
                     gece yıldızların altında kayalardır. 
Ve şimdi gece olduğu için 
ve dünya karanlıkta daha bizim, 
                        daha yakın, 
                                daha küçük kaldığı için 
ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten 
                 evimize, aşkımıza ve kendimize dair 
                                       sesler geldiği için 
kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi 
okşayarak gülümseyen bıyığını 
                seyrediyordu Kocatepe'den 
                        dünyanın en yıldızlı karanlığını. 
Düşman üç saatlik yerdedir 
ve Hıdırlık-tepesi olmasa 
        Afyonkarahisar şehrinin ışıkları gözükecek. 
Küzeydoğuda Güzelim-dağları 
ve dağlarda tek 
                        tek 
                            ateşler yanıyor. 

Ovada Akarçay bir pırıltı halinde 
ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde 
                   şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var : 
Akarçay belki bir akar su, 
                        belki bir ırmak, 
                               belki küçücük bir nehirdir. 
Akarçay Dereboğazı'nda değirmenleri çevirip 
                            ve kılçıksız yılan balıklarıyla 
                                    Yedişehitler kayasının gölgesine girip 
                                                                                   çıkar. 

Ve kocaman çiçekleri eflâtun 
                                       kırmızı 
                                               beyaz 
ve sapları bir, bir buçuk adam boyundaki 
                              haşhaşların arasından akar. 
Ve Afyon önünde 
                       Altıgözler Köprüsü'nün altından 
                                         gündoğuya dönerek 
ve Konya tren hattına rastlayıp yolda 
Büyükçobanlar Köyü'nü solda 
                        ve Kızılkilise'yi sağda bırakıp 
                                                           gider.



Düşündü birdenbire kayalardaki adam 
kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri. 
Kim bilir onlar ne kadar büyük, 
                      ne kadar uzundular? 
Birçoğunun adını bilmiyordu, 
yalnız, Yunan'dan önce ve Seferberlik'ten evvel 
Selimşahlar Çiftliği'nde ırgatlık ederken Manisa'da 
                  geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek.


Dağlarda tek 
                    tek 
                         ateşler yanıyordu. 
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki 
şayak kalpaklı adam 
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden 
        güzel, rahat günlere inanıyordu 
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, 
birdenbire beş adım sağında onu gördü. 
Paşalar onun arkasındaydılar. 
O, saatı sordu. 
Paşalar : «Üç,» dediler. 
Sarışın bir kurda benziyordu. 
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. 
Yürüdü uçurumun başına kadar, 
eğildi, durdu. 
Bıraksalar 
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak 
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak 
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı.


Saat 3.30.

Halimur - Ayvalı hattı üzerinde 
                                 manga mevziindedir.


İzmirli Ali Onbaşı 
(kendisi tornacıdır) 
karanlıkta gözyordamıyla 
         sanki onları bir daha görmiyecekmiş gibi 
              baktı manga efradına birer birer : 
Sağda birinci nefer 
                         sarışındı. 
İkinci esmer. 
Üçüncü kekemeydi 
fakat bölükte 
             yoktu onun üstüne şarkı söyliyen. 
Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı. 
Beşinci, vuracaktı amcasını vuranı 
                           tezkere alıp Urfa'ya girdiği akşam. 
Altıncı, 
inanılmıyacak kadar büyük ayaklı bir adam, 
memlekette toprağını ve tek öküzünü 
ihtıyar bir muhacir karısına bıraktığı için 
kardeşleri onu mahkemeye verdiler 
ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için 
                                       ona «Deli Erzurumlu» derdiler. 

Yedinci, Mehmet oğlu Osman'dı. 
Çanakkale'de, İnönü'nde, Sakarya'da yaralandı 
ve gözünü kırpmadan 
                        daha bir hayli yara alabilir, 
yine de dimdik ayakta kalabilir. 
Sekizinci, 
              İbrahim, 
                           korkmıyacaktı bu kadar 
bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp 
                                 birbirine böyle vurmasalar. 
Ve İzmirli Ali Onbaşı biliyordu ki : 
tavşan korktuğu için kaçmaz 
                       kaçtığı için korkar.

Saat 4.

Ağzıkara - Söğütlüdere mıntıkası. 
On ikinci Piyade Fırkası. 
Gözler karanlıkta, uzakta. 
Eller yakında, makanizmalar üzerinde. 
Herkes yerli yerinde. 
Tabur imamı 
mevzideki biricik silâhsız adam : 
                                   ölülerin adamı, 
kırık bir söğüt dalı dikerek kıbleye doğru, 
durdu boyun büküp 
                            el kavuşturup 
                                                sabah namazına. 
İçi rahattır. 


Cennet, ebedî bir istirahattır. 
Ve yenilseler de, yenseler de âdâyı, 
meydânı gazadan o kendi elleriyle verecektir 
                        Cenâbı rabbülâlemîne şühedâyı.

Saat 4.45.

Sandıklı civarı. 
Köyler. 
Sarkık, siyah bıyıklı süvari, 
çınar dibinde, beygirinin yanında duruyordu. 
Çukurova beygiri 
                      kuyruğunu karanlığa vuruyordu : 
                                      dizkapaklarında kan, 
                                      kantarmasında köpük... 

İkinci Süvari Fırkası'ndan Dördüncü Bölük, 
atları, kılıçları ve insanlarıyla havayı kokluyor. 
Geride, köylerde bir horoz öttü. 
Ve sarkık, siyah bıyıklı süvari 
                     ellerinin tersiyle yüzünü örttü. 
Karşı dağlar ardında, düşman elinde kalan 
                           bir başka horoz vardır : 
baltaibik, sütbeyaz bir Denizli horozu. 
Düşmanlar herhal onu çoktan kesip 
                                   çorbasını yapmışlardır...

Saat beşe on var.

Kırk dakka sonra şafak 
                                 sökecek. 
«Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak». 
Tınaztepe'ye karşı Kömürtepe güneyinde, 
On beşinci Piyade Fırkası'ndan iki ihtiyat zabiti 
ve onların genci, uzunu, 
Darülmuallimin mezunu 
                                  Nurettin Eşfak, 
mavzer tabancasının emniyetiyle oynıyarak 
                                                    konuşuyor : 
        -Bizim İstiklâl Marşı'nda aksıyan bir taraf var, 
        bilmem ki, nasıl anlatsam, 
        Âkif, inanmış adam, 
        fakat onun, ben, 
                 inandıklarının hepsine inanmıyorum. 

        Meselâ, bakın : 
        «Gelecektir sana vaadettiği günler Hakkın.» 
        Hayır, 
        gelecek günler için 
                            gökten âyet inmedi bize. 
        Onu biz, kendimiz 
                           vaadettik kendimize. 
        Bir şarkı istiyorum 
                             zaferden sonrasına dair. 
        «Kim bilir belki yarın...»

Saat beşe beş var.

Dağlar aydınlanıyor. 
Bir yerlerde bir şeyler yanıyor. 
Gün ağardı ağaracak. 
Kokusu tütmeğe başladı : 
                      Anadolu toprağı uyanıyor. 
Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp 
ve pırıltılar görüp 
ve çok uzak 
çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak 
bir müthiş ve mukaddes mâcereda, 
ön safta, en ön sırada, 
şahlanıp ölesi geliyordu insanın.


Topçu evvel mülâzımı Hasan'ın 
                                           yaşı yirmi birdi. 
Kumral başını gökyüzüne çevirdi, 
                                            kalktı ayağa. 
Baktı, yıldızları ağaran muazzam karanlığa. 
Şimdi bir hamlede o kadar büyük, 
                               öyle şöhretli işler yapmak istiyordu ki 
bütün ömrünü ve hâtırasını 
                      ve yedi buçukluk bataryasını 
                                       ağlanacak kadar küçük buluyordu.


Yüzbaşı sordu : 
- Saat kaç? 
- Beş. 
- Yarım saat sonra demek...


98956 tüfek 
ve şoför Ahmet'in üç numrolu kamyonetinden 
yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar, 
bütün âletleriyle 
ve vatan uğrunda, 
yani, toprak ve hürriyet için ölebilmek kabiliyetleriyle 
Birinci ve İkinci ordular 
                            baskına hazırdılar.


Alaca karanlıkta, bir çınar dibinde, 
                                beygirinin yanında duran 
                                sarkık, siyah bıyıklı süvari 
                                kısa çizmeleriyle atladı atına.
 
Nurettin Eşfak 
                baktı saatına : 
- Beş otuz... 
Ve başladı topçu ateşiyle 
                 ve fecirle birlikte büyük taarruz...


Sonra. 
Sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü. 
Bunlar : 
           Karahisar güneyinde 50 
                              ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler.


Sonra. 
Sonra, düşman ordusu kuvâyi külliyesini ihâta ettik 
                                                    Aslıhanlar civarında 
                                                             30 Ağustosa kadar.


Sonra. 
Sonra, 30 Ağustosta düşman kuvâyı külliyesi imha ve esir olundu. 
Esirler arasında General Trikopis : 
Alaturka sopa yemiş bir temiz 
ve sırmaları kopuk frenk uşağı...


Yaralı bir düşman ölüsüne takıldı Nurettin Eşfak'ın ayağı. 
Nurettin dedi ki : «Teselyalı Çoban Mihail,» 
Nurettin dedi ki : «Seni biz değil, 
                            buraya gönderenler öldürdü seni...»


Sonra. 
Sonra, 31 Ağustos günü 
                    ordularımız İzmir'e doğru yürürken 
serseri bir kurşunla vurulan 
                          Deli Erzurumluydu. 
Devrildi. 

Kürek kemikleri altında toprağı duydu. 
Baktı yukarı, 
baktı karşıya. 
Gözler hayretle yandılar : 
önünde, sırtüstü, yan yana yatan postalları 
                            her seferkinden kocamandılar. 
Ve bu postallar daha bir hayli zaman 
üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkasından 
seyredip güneşli gökyüzünü 
ihtiyar bir muhacir karısını düşündüler. 
Sonra... 
Sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerinden 
ve Deli Erzurumlu ölürken kederinden 
                       yüzlerini toprağa döndüler...


Solda, ilerdeydi Ali Onbaşı. 
Kan içindeydi yüzü gözü. 
Bir süvari takımı geçti yanından dörtnala. 
Kaçanı kovalamıyordu yalnız 
                      ulaşmak da istiyordu bir yerlere 
ve sadece kahretmiyor 
                      yaratıyordu da. 
Ve kılıçların, 
                  nalların, 
                             ellerin 
                                      ve gözlerin pırıltısı 
                ardarda çakan aydınlık bir bütündü. 
Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü 
ve şu türküyü duydu : 
        «Dörtnala gelip Uzak Asya'dan 
          Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan 
                                      bu memleket bizim.


          Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak 
          ve ipek bir halıya benziyen toprak, 
                                      bu cehennem, bu cennet bizim.


          Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, 
          yok edin insanın insana kulluğunu, 
                                      bu dâvet bizim...


          Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür 
          ve bir orman gibi kardeşçesine, 
          bu hasret bizim...»>


Sonra. 
Sonra, 9 Eylülde İzmir'e girdik 
ve Kayserili bir nefer 
yanan şehrin kızıltısı içinden gelip 
öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya, 
Güneyden Kuzeye, 
Doğudan Batıya, 
Türk halkıyla beraber 
seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i.


Ve biz de burda bitirdik destanımızı. 
Biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap, 
Türk halkı bağışlasın bizi, 
onlar ki toprakta karınca, 
                                    suda balık, 
                                                    havada kuş kadar 
                                                                  çokturlar; 
korkak, 
            cesur, 
                     câhil, 
                             hakîm 
                                      ve çocukturlar 
ve kahreden 
                 yaratan ki onlardır, 
kitabımızda yalnız onların mâcereları vardır... 
  
  
 



                                                    939 İstanbul Tevkifanesi, 
                                                    940 Çankırı Hapisanesi, 
                                                    941 Bursa Hapisanesi. 
  
  
 




MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...