17 Kasım 2014 Pazartesi

ATATÜRK'ten




ATATÜRK’ün  BURSA  NUTKU


 

Türk genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, ‘Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır.’ demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.


Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, ‘Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir.’ diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, ‘Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.’ diyecek.

Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, ‘Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.’

İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği!”

 


5 Kasım 2014 Çarşamba

SAĞLIK





ANTİK ÇAĞDA TIBBIN  GELİŞİMİ

Burhan Bursalıoğlu

İnsanlığın başlamasından günümüze kadar tıp gelişim göstermiştir. Her toplum farklı şekillerde tedavi yöntemleri bulmuş, bazı toplumlarsa ilkel tıp bilgilerinde kalmıştır. Aslında insanların hastalıklara karşı dayanıksız olmaları nedeni ile en hızlı gelişen bilim daima tıp bilimidir. Tarih öncesi dönemi incelediğimizde arkeolojik kazılarda ele geçen bilgiler şaşırtıcı derecede tıp ile ilgili çalışmalar ortaya koymaktadır.


Günümüzde ki tıbbın şekillenmesine neden olan çeşitli kavimlere bugün çok şey borçluyuz. İşte, tıbbın gelişmesini sağlayan kavimler ;
Tıp ile ilgili en önemli bilgileri içeren ve ilk el kitabı Ebers papirüsü Mısır’da yapılan kazılarda ortaya çıkmıştır. MÖ:1600’lü yıllarda yazılan bu papirüsler de tıp alanında Mısırlıların ne kadar ilerlediğini göstermektedir. Beyin kıvrımları ile ilgili çizimler, beyin omurilik sıvısı, beyin zarı hakkında detaylı bilgiler bu papirüslerde anlatılmaktadır. Bu kadar hızlı ilerleyen  tıp bilimi zamanla eski gücünü kaybetmiştir.
Antik Yunan döneminde tıp ve hekimlik çok önemli olmuştur. Bu konuda en enteresan konu, askerlere tıp eğitimi verilmesiydi. Çünkü, savaş sırasında oluşan yaralanmalarda onlar birbirlerine ilk yardım yaparlardı. Ayrıca hekim olmadan önce, gymnasion eğitimi alınması gerekiyordu. Bu eğitimde, coğrafya, müzik, felsefe, beden eğitimi dersleri alınıyordu. Hekimlik ünvanı alınmadan önce usta ve ünlü hekimlerin yanında 6 yıl kadar eğitim alma zorunluluğu da vardır.


Antik yunan döneminde Hygieia bir hekimdir. Hijyen kelimesi onunla ortaya çıkmıştır. Tapınaklarda, hamam, terleme, müshil ile iç temizlenmesi gene bu dönemin tıbba hediyesidir. Hastaya bakılan yerlerin havadar ve güneş alan yerlerde olması ve ilk hastaneler gene bu dönemde ortaya çıkmıştır.  Zamanla Roma döneminde hasta yatağa yatırılarak kontrol edilmeye başlanmıştır.



Hititler ve Asurlar gibi Mezopotamya uygarlıklarında tıp çok gerilerde kalmıştır. Büyü ve hurafeler ile, hastalıklar tedavi edilmeye çalışılmıştır. Bu nedenle tıp bilimi en ilkel hali ile kalmıştır. Anadolu’da tıbbın ilerlemesi Türkler ile başlamıştır. Türklerin tıp konusunda detaylı çalışmaları ve hurafelere önem vermemeleri nedeni ile tıp ilminde  ilerleme olmuştur.



Antik çağın en önemli sağlık merkezlerinden olan Bergama’dakiAsklepion aynı zamanda dönemin ünlü hekimlerinin yetiştiği bir tıp okulu vedünyanın ilk psikiyatri hastanesi olarak da tarihe geçmiştir. Radyoaktif özellikleri günümüzde keşfedilmiş şifalı suları yüzyıllardır insanlar tarafından sağlık amaçlı kullanılmış, bu sular şimdi tekrar önem kazanmaya başlamıştır.
 Bergama  da yer alan, dünyanın ilk sağlık merkezlerinden biri olan Asklepion asırlar önce bünyesindeki seçkin hekimler ve müzik, çamur banyoları, su ve spa terapileri, meditasyon, telkin, doğal bitkisel karışımlar, masaj, aromaterapi, özel diyetler gibi günümüzde tekrar popülarite kazanan yöntemlerle hastalara şifa dağıtan bir yerdi.



Asklepion adını Apollon’un oğlu olan ve Sağlık Tanrısı olarak bilinen Asklepios’tan alıyor. Asklepios’un mitolojideki hikâyesi şöyle;

Ölümün girmesinin yasak olduğu, vasiyetnamelerin hiç açılmadığı şehir
Apollon Koronis’e âşık olur, ancak Koronis onun bu aşkına ihanet eder ve karnında Apollon’un çocuğunu taşıdığı halde Arkadialı Iskhys ile evlenir. Apollon bunu duyunca çok öfkelenir ve Koronis ile Iskhys’in yakılarak öldürülmelerini emreder. Koronis’in cesedi yarı yanmışyarı yanmamışken Apollon onu alevlerin arasından çıkarıp karnını yardırır ve halen canlı olan oğlunu alıp, onu yetiştirmesi için bir Kentauros (yarı insan yarı at) olan Khrion’a verir.
Asklepios, hekimliğive hastaları iyi etmenin sırrını kendisini yetiştiren Khrion’dan öğrenir. Böylece, iyi olacaklarından umut kesilen hastaları bile iyileştirmeye başlar ve “Hekimlik Tanrısı” olarak mitolojideki yerini alır.
Asklepios adına yaptırılan sağlık şehirlerinin en ünlüleri Peloponnes’teki Epidavros (Epidauros), Hippokrates’in görev yaptığı Bodrumun karşısındaki  Kos Adası (İstanköy) ve Bergama’daki Asklepion’dur. Tarihçiler tarafından MÖ V. yüzyılın ortalarında Asklepion’un kurulduğu belirtilmektedir.
“Şifalı kutsal su ve çamur banyoları, yararlı otlardan yapılan ilaçların yanı sıra müzik, düzenlenen törenler ve temsiller de tedavi yöntemlerindendi.”



Asklepion’a şifa bulmaya gelenler “propylon” avlusuna alınır, muayene edilir, teşhis konur, iyi olacak gibilerse Asklepion’a girmelerine izin verilirdi. İyileşemeyecek ağır hastalar ve doğum yapacaklar asla içeriye alınmazdı.
Tedavi süreci önce şifalı sularla temizlenerek başlar, iyileşme amacıyla tanrıya dua edilip adak adandıktan sonra uykuya yatılır, görülen rüyanın yorumlanması ve telkin yoluyla tedavi uygulanırdı.
 “Asklepion’da kutsal olduğuna inanılan kaynak suyu halen akmaktadır.”
Asklepion 108 metre rakıma sahip korunaklı bir bölgeye kurulmuştu. Havasının ve suyunun güzel olmasının yanı sıra bölgenin kutsal olduğuna inanılırdı. Viran kapıdan başlayıp Asklepion’u Bergama’ya bağlayan yol “kutsal yol” olarak bilinirdi. Yolun sonundaki anıtsal bir kapı ile Asklepion’a girilir ve “propylon” denilen kutsal alana ulaşılırdı.

 Kutsal kuyunun hemen güney- batısında uyku odaları bulunuyordu. Yıkanıp beyaz giysiler giyen ve adak adayan hastalar uyku odalarına alınır, kendilerine telkinler verilirdi. Asklepion’da ayrıca 3 adet tapınak ve çeşitli tedavilerin uygulandığı bir yapı da bulunmaktaydı.
Asklepion’un hekimleri hastalarına burada çamur banyosu yaptırır, bitkilerden elde ettikleri ilaçları kullanır, ayrıca onların spor ve müzikle uğraşmalarını sağlardı. Bu arada rüyalar yorumlanır, telkin yoluyla onların iyileşmeleri sağlanır, gerektiğinde ameliyat gibi işlemler de yapılırdı.
Antik çağdaki sınırlı tıp bilgisi göz önüne alınırsa, uygulanan tedavinin genelde çok akıllıca yürütüldüğü ve mesleğin yüzünü ağarttığı anlaşılmaktadır. Üç temel öğe; perhizsıcak ve soğuk banyo ile beden hareketleriydi.

Burada sağlığına kavuşanlar ayrılırken, Asklepios Tapınağı’nı ziyaret ederek maddi olanakları doğrultusunda yardım yaparlardı. Ayrıca, iyileşen organlarının küçük birer modelini buraya bırakırlardı. Bu örneklerin pek çoğu Bergama Arkeoloji Müzesi‘ndedir.
Asklepion telkin ve inanç yoluyla iç içe geçmiş tıbbi, cerrahi ve paramedikal tedavileri ile döneminin en önemli sağlık merkezlerinden biri olma ününe kavuşmuş ve bu ünü günümüze kadar ulaşmıştır


28 Ekim 2014 Salı

MİLLİ BAYRAMLAR






CUMHURİYET
Burhan Bursalıoğlu

Bu gün Cumhuriyetimizin 91. Yıl dönümü saat 13 den itibaren başlamıştır.

Çok güçlü ordular tarafından işgal edilmiş bir ülkede, esaret istemeyen, onur ve şerefine sahip çıkan halk ve ona önderlik yapan bir avuç insanın, ciltlere sığmayan inanç ve özgürlük mücadelesi sonucu, yönetimi Cumhuriyet olan modern ve çağdaş bir devlet kurdular. Kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti,  miyadı dolmuş, bitmiş, çökmüş, her tarafı işgal edilmişi, yönetiminin dahi başka devletlerin himayesine girmeyi kabullenen, arzulayan Osmanlı İmparatorluğunun ileri görüşlü, bağımsızlık, milliyetçi, yurtsever sevdalısı birkaç insanın girişiyle kurulmuştur.

Bu duruma nasıl gelindi?

Osmanlı İmparatorluğunun 2. Meşrutiyeti kabul etmesi ülkede istenilen yenilikleri  oluşturmadı. Yönetim ülkeyi gene bildiği gibi yönetmeye devam ederken  1914 de birinci Dünya savaşı patlak verdi.  Savaş Alman ve yandaşlarının yenilgisiyle bitince, Osmanlılar da Almanlarla birlikte olduğu için , savaş kurallarına göre yenik sayılmış ve ülkemiz İtalya, Fransa İngiliz  ve Yunanlılar tarafından işgal edildi.

 Orta Anadolu’da küçük bir bölüm Türklere bırakılmış, İstanbul da galip devletler tarafından işgal edilmiş, Padişah ve hükümet, işgal komutanın emrine girmişlerdi.

Ülke Hiristiyan ordularının hakimiyetinde idi. Her türlü mezalim yapılıyor  ve Türk milletinden intikam almanın her türlüsünü yapmadan çekinmiyorlardı.  Namuslarına halel gelen , onurlu kadın kız ve erkekler intihar yolunu seçiyordu.

Atatürk ve arkadaşları Türk’e yapılan bu haysiyet kırıcı  durum  ve dinin yok olacağı karşısında  sessiz kalamazlardı.

19 Mayıs 1919 da  düşmanlarla  mücadele etmek ,halkı birleştirmek ve tek yumruk olmak için  Samsun’a çıkıyor.

 Merzifon, Amasya ve Sivas’ta yaptığı  görüşme ve organizasyonlardan sonra Erzurum’a geçerek Ulusal kongreyi topluyor. Arkadan Sivas’a giderek orada da yaptığı kongrede aldıkları kararları uygulamak için Ankara’ya geçiyor. 

 Kurtuluş mücadelesinin başlatılması için  23 Nisan 1920 de TBMM Hükümetini kuruyor.

Mahalli çete, gönüllü halk, milis güçlerinin yanın da, silahı elinden alınmış, dağıtılmış orduyu tekrar toplayarak  düzenli ordu haline getirdiği birliklerle, önce 1. Ve 2. İnönü, sonra Sakarya ve son olarak da  Dumlupınar, Başkomutanlık savaşları sonunda Yurdumuz düşmanlardan temizlendi.

Ulu önder Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nı kazandıktan sonra, Devletin  başarılı olabilmesi  için,  çağdaşlaştırmayı amaçlayan birçok  yenilikler düşünmüştür.

Bu yenilikler sosyal, siyasal, kültürel ve tarihî temeller üzerinde. Oluşturmayı planlamıştı.  Bunları  toplu olarak şöyle sıralayabiliriz:
- Millî tarih bilinci,
- Vatan ve millet sevgisi,
- Millî dil,
- Bağımsızlık ve özgürlük,
- Egemenliğin millete ait olması,
- Millî kültürün geliştirilmesi,
- Türk toplumunun çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarılması,
- Türk milletine inanmak ve güvenmek,
- Millî birlik ve beraberlik,
- Ülke bütünlüğü.

Yukarıda saydığımız fikirler 6 temel esas üzerinde  uygulamaya koyulmuş ve bu güne kadar devam etmiştir.

Milliyetçilik:

 Atatürk’ün:  “Her milletin kendine özgü geleneği, kendine özgü adetleri, kendine özgü milli özellikleri vardır. Hiçbir millet aynen diğer bir milletin takipçisi olmamalıdır.” Diye tarif ettiği

MİLLİYETÇİLİK.

 

·    Halkçılık:

·    Atatürk’ün:Bizim görüşümüz  -ki halkçılıktır- kuvvetin, kudretin, egemenliğin idarenin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulundurulmasıdır.”diye terif ettiği

·     HALKÇILIK.

·    İnkılapçılık:

·    Atatürk’ün:Cahillikle, ilkellikle savaş, düşmanla savaşmaktan daha az önemli değildir.”diyerek cahilliğin ne kadar  tehlikeli olduğunu vurguluyor.

 

Laiklik:

Atatürk’ün:Her birey, istediğini düşünmek, istediğine inanmak, seçtiği dinin gereklerini yapmak veya yapmamak hak ve özgürlüğüne sahiptir.”diye vurguladığı

 LAİKLİK.

·     

·    Devletçilik:

·    Atatürk’ün:“Ekonomisi zayıf bir ulus, fakirlik ve sefaletten kurtulamaz.”diyerek ekonomide devletin de katkısını belirttiği

·     DEVLETÇİLİK.

VE

Cumhuriyetçilik:

Atatürk: “Türk milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir.” Diyerek, yeni devletin  şeklinin olacağı

CUMHURİYET.

Bugün Cumhuriyet’imizin 91. Yıldönümünü kutlayacağız.

Atatürk, elinde imkanlar var ken, Kurtuluş savaşını kazanan arkadaşlarının da asla karşı çıkamayacakları

Monarşi
Meşrutiyet
Oligarşi
Demokrasi
Otoriter Yönetim
Totaliter Yönetim
Teokrasi
Teokratik Egemenlik
Komünizm
Nasyonal Sosyalizm (Nazizim)gibi yönetimlerden birini tercih ederek  tek adam olabilirdi. Yani “astığı astık, kestiği kestik” dedirttirecek biri olabilirdi.


Ama Atatürk kendini değil, halkını düşünerek Cumhuriyeti ilan etti,.

Cumhuriyet, millet egemenliğine dayanan ve yöneticilerin belirli süreler için halk tarafından seçildiği idare şeklidir. Bu yönetim şeklinde egemenlik hakkı millete aittir. Millet egemenlik hakkını ve yetkisini seçtiği temsilciler aracılığıyla kullanır.

Cumhuriyet, Türkiye’de çağdaşlaşmanın, yenileşmenin ve de ileriye gitmenin yolunu da açmıştır.

 


Cumhuriyetçilik ilkesine göre;

·         Kişinin hak ve özgürlükleri cumhuriyet yönetimi ile güvence altına alınmıştır.

·         Ülke, halkın seçtiği vekiller tarafından yönetilir.

·         Devlet anayasa ve yasalara göre işler.

Ülkemizin birçok illerinde Cumhuriyet Bayram’ı şenlikleri düzenlenmekte ve bunlar günlerce devam edecektir. Halkımız coşku ile katılacağı bu şenliklerde, Cumhuriyet düşmanlarına, Cumhuriyet sevgisinin ne olduğunu gösterecektir.

Bu gün Ülkemizde geçmişin davulunu çalmaya çalışan, Cumhuriyet’in ve Atatürk’ün oluşturduğu çağdaşlık inkılaplarını yozlaştırmaya çalışanlar bulunmaktadır. Cumhuriyet’i  yıkarak, geçmişin çağ dışı yönetiminin hasretini çeken, beyinleri sulanmış olanlara Cumhuriyet ve Atatürk sevgisinin asla körleştirilemeyeceğini göstereceğiz.

Cumhuriyet’imizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü  saygı, minnet ve şükranla anarken, 91. Yıldönümü tüm Cumhuriyetçi ulusumuza kutlu olsun.

 

17 Ekim 2014 Cuma

DEĞERLİ İNSANLAR



UNUTULMAYACAKSIN  TEKIŞIK
 
 
Burhan Bursalıoğlu

Çalışmaktan ihtiyarlamaya zaman bulamayan” ama gerçekten ihtiyarlanmadan aramızdan ayrılan  bir öğretmenden bahsetmek  istiyorum. Hüseyin Hüsnü TEKIŞIK.

            1928 de, Giresun’un Şebinkarahisar kazasında, orta halli bir ailenin fertleri olan Şaziye Hanım ve İsmail Hakkı Efendi nin evinde bir bayram sevinci, coşkulu bağrışmalar etrafı inletiyordu. Tekışık ailesinin 5. evladı, ileride halkın sevgilisi olacak olan bir çocuk Dünya’ya gözlerini  açıyordu. Bu  Hüseyin Hüsnü Tekışık’tı

         1942 de birincilikle İstiklal ilkokulunu, 1945 de pekiyi derece ile ortaokulu bitirdi. O devirde en çalışkan öğrencileri bağrına basan Öğretmen Okullarından en iyilerden biri olan Sivas öğretmen okuluna girdi. 1948 de, bu okuldan  pekiyi derece ile mezun oldu.

         Nakil formunun “istediğin iller” maddesinde, iller hanesine, “Bayrağımın dalgalandığı her yer “ ibaresini yazan Tekışık, Bingöl ilinin, Karlıova ilçesinin Bahçeköy’üne atandı.

         Sevinç içinde, idealist bir öğretmen olma amacıyla,  bavuluna Atatürk’ün birkaç resmiyle, Nutuk kitabını, bir Türk bayrağı ve birkaç mesleki kitap koyarak Bahçeköy’ün yolunu tuttu.

         Köye varan Tekışık, okulu sordu. Ona  25-30 metre karelik  bir samanlık gösterdiler. Birkaç çocuk duvar dibinde taşların üzerine oturmuş sanki, “biz işte burada eğitim görüyoruz. Yurdumuza buradan mı yetişip görev alacağız “ der gibi, melül melül bakıyorlardı. Tekışık gördüğüne, aslında göremediğine inanamıyordu. Kapı, baca yok;  camsız pencereler, tahta, masa, sıra yok; döşeme toprak “.Burası mı okul” diyordu. Şaşkınlık kısa sürdü. Tekışık kolları sıvayarak işe girişti. Önce taşları dışarı attı.  Köylüden getirttiği meşe sırıklarıyla oturulacak yerler, şeker sandıklarından tahta ve masa, kireç parçalarından da tebeşir yaptı. Bunları yaparken duvara Atatürk’ün resmini, kapısı olmayan girişin önüne bir sırık dikerek ucuna Türk bayrağını asıp  samanlığı okula benzetmeye çalıştı.

         Bahçeköy böylece, “Bayrağının dalgalandığı görev yeri “ olmuştu  idealist öğretmene. Sayın Tekışık, yaratıcılığı, çalışkanlığı, davranışları ve köylüyü eğitim amaçlı geliştirmeye çalışması nedeniyle  çevrenin sevgisini kazandı. Bir sene sonra da evlenip, eşi Ayten  hanımı köye getirdi. Her yönüyle, köylü kadın ve kızlarını eğitmeye çalışan,  becerikli gelini gören köylüler,  Tekışık Ailesine  vazgeçilmez dost oldular.

         Sayın Tekışık, bir taraftan okulu  donatır, gece kursları açar, vatandaşları eğitirken , bir taraftan da, taksitle aldığı daktilo makinesiyle mesleki kitaplar yazmaya başlar. Hüseyin Hüsnü Tekışık yazarlığa burada başlamış oldu.

         Bahçeköy’de çalıştığı 2 yıldan sonra, başarı ve verimli çalışmaları nedeniyle, Karlıova Maarif Memurluğuna  atandı. Ünü Bakanlığa kadar aksetti. Kendisi Bakanlık tarafından   üstün başarılı sayılarak ödüllendirildi.

          1954 yılında topçu teğmen olarak Yedek Subaylık görevine gitti. Askerden sonra, Giresun’un Alucra ilçesinde bir yıl öğretmenlik yaptı.1956 da Gazi Eğitim Enstitüsü pedegoji bölümü giriş sınavını kazandı. Ekonomik sorunlarından dolayı  bu eğitim fırsatını kullanamadı. Ama ME.Bakanlığı kendisini, MEB Genel Müdürlük Mevzuat şubesine atadı. Bu görevde iken 4 mesleki kitap yazdı. Bir yıl sonra, Bakanlıkta, “ kişilere değil de, diplomaya daha çok önem verdiklerini “anlayınca, Gazi Eğitim Enstitüsü Pedegojik bölümü sınavına tekrar girerek kazandı ve Bakanlıktaki görevinden ayrıldı.

         1959 da İlköğretim Müfettişi olarak okulu bitirdiğinde , M.E.Bakanlığınca da Öğretmen okullarına tavsiye edilen  İlköğretim Teşkilat ve İdare Teşkilatı “ adlı kitabını da bitirmişti.

           Sivas’a tayın oldu. 2 yıl burada çalıştıktan sonra, Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel  Müdürlüğü, Eğitim Şube Müdür Yardımcılığına atandı. Buradaki 2 yıllık görev süresi içinde, 222 sayılı İlk Öğretim ve Eğitim Kanunu ile ilgili yönetmeliklerin hazırlanmasında ve 1962 İlkokul Programı taslağının hazırlanıp geliştirilmesinde büyük emekler sarfetti.

         Tekışık, 1963 de bu görevden ayrılarak, 1968 yılına kadar, Ankara İlköğretim Müfettişliğinde kaldı. 27 yıl hizmet ettiği Milli Eğitim görevinden, 1975 tarihinde emekliye ayrıldığı süre içinde  birçok mesleki kitaplar yazdı.                                                                                            1963 de, eşinin adını verdiği Rehber Yayınevi ve daha sonra 1974 de açtığı Tekışık matbaasının başına geçerek yeni mesleki kitaplar, öğrenci ders kitapları ve dergiler çıkarmaya başladı. Buradan kazandığı paraları da,  Hakkari, Van, Siirt, Diyarbakır, Erzincan, Giresun, Samsun, Amasya, Aksaray , İçel, Edirne, Bingöl gibi illerde yaptırdığı  okul, kültür merkezleri, Halk Eğitim Merkezi, Rehberlik araştırma Merkezi, 1997 de Ankara’da 16  derslik okulu da yaparak , hepsini M.E.Bakanlığına bağışladı. Tekışık bu kadarla da yetinmeyip, emekli maaşının üzerine biraz daha koyarak, 50 öğretmen çocuğunu tıpta, 10 öğretmen ve fakir çocuğunu da diğer fakültelerde okumalarını, verdiği karşılıksız  burslarla  sağlamaktaydı.

Sayın H.H.Tekışık Milli Eğitime  “ Üstün hizmetlerinden ötürü”  130 un üzerinde şükran plaketi, 1990 da, Eğitim Hizmet Ödülü, 1993 de M.E. Bakanlığı “çok yönlü hizmet ödülü” nü, Bolu İzzet Baysal Üniversitesi Senatosunun “Fahri Eğitim Doktoru” ünvanını, 1996 da Cumhurbaşkanlığı “Şükran” plaketini, 2003 de Sivas Cumhuriyet Senatosu “Fahri Bilim Doktoru Ünvanı” nı, 2003 de Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi” Toplumsal Fair Play ödülü” nü, 2004 de,Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Prof. Dr. Mustafa Parlar Eğitim ve Araştırma  Vakfının  “Hizmet ödülü” nü, 2005 Ankara Ulusal Eğitim  Derneğinin “Eğitim Onure Ödülü” nü. Almıştır.

         Tekışık, iş ve çalışma hayatının dışında, dost, arkadaş ve   sevenlerine karşı  çok samimi, üzüntü ve sevinçlerine ortak, güler yüzlü,  hoşgörülü kalender, sabırlı, anlayışlı, iyi bir dinleyici ve dinletici, her ortama kolaylıkla uyabilen, mantığına ters düşmüyorsa asla “Hayır “ sözcüğünü kullanmayan, herkese karşı, ama herkese karşı, alçak gönüllü, tevazu sahibi bir karaktere sahipti.

               Tüm  yaşantısını halkına ve öğrencilerine adayan  böyle  bir insanın aile hayatı, aile fertlerine olan  bağımlılığı tartışılır mı?  Başta,  hanımefendi eşi, üç kızı ve damatları, pırlanta gibi beş torunu, onun özel yaşamının ışıklarıydı. Onların üzerine titrer, ayrı kaldıklarında, abartısız, sık sık telefonla durumlarını sorar, bilgi alırdı. Bu  aile fertleri de Hüseyin Beye karşı aynı duygularla bağlıdırlar. Sevginin en üst düzeydeki ulaşılamazlığını  sunarlar.                                                                                                                                                          Aile, sevgi  ve bağlılık  gölünde  yüzerken, Sayın Tekışık 2005 yılında boğulur gibi olur. Kötü bir hastalığa yakalanır. Direnir,  Aile fertlerinin, arkadaşlarının, öğrencilerinin,dost ve halkının sevgi ve dualarıyla  kurtulur. 

            Aslında Sayın Tekışık sağlığına  çok dikkat eden bir insandı. Her sabah  elinde sopasıyla  en az 2 saat yürüyüş yapar, abur cubur yemez,  gıdasına dikkat  ederdi.  Sadece bir şeye dayanamazdı. Çok sevdiği, Gaziantep’li, İlk öğretim Müfettişi  Sayın İzzettin Uzuncan’ ın, yoğurduğu, acılı çiğ köftesine.  Sivas Öğretmen Okulu mezunları olarak her yıl, on günlük süre ile bir araya geldiğimizde, Sayın Uzunca, malzemesiyle gelir, birlikteliğimizin değişmez çeşnisini, soframıza katardı.

         Sayın Tekışık, hastalandığı 2005 yılı hariç, Sivas Öğretmen Okulu Mezunları olarak birlikte olduğumuz 35 yılımızın her seferinde arkadaşlarını yalnız bırakmazdı. Kendisini de eşi sayın Ayten Tekışık Hanımefendi bırakmzadı. Onun  koruyucusu, perisi  rolündeydi. Hiç ayrılmazlardı.

Ne yazık ki Tanrı onları ayırmak mecburiyetinde kaldı.

Nurlar içinde uyusun. Tanrıdan rahmet diliyorum. O’nu asla unutmayacağız.

      
   .

 

 

24 Eylül 2014 Çarşamba

EĞİTİM




ANLAŞILAN  2023  ÜN  SEMBOLÜ  TÜRBAN

Burhan Bursalıoğlu

Ülkemizde  her gün adım,  adım gerilere doğru  gidiyoruz.   Atatürk devrimleri törpüleniyor, demokrasi  ayıklanıyor, eğitim yok  ediliyor, ülke parçalanıyor, sınırlarımız yol geçen hanı oluyor, soyguncular, kaçakçılar cirit atıyor, halk ve Ülkemiz soyuluyor, fakirlik artıyor, alım gücü azalıyor, ekonomik sebepler nedeniyle aile parçalanmaları, aile cinayetleri artıyor, ahlak çöküyor, suç ve suç işleyenler artıyor, adalet yerle yeksan, eğitim  diye bir kavram kalmamış ve sanat yerlerde sürünüyor.

Her yöneticinin  işi din için bir şeyler yapmak. Sanki dinimize karşı çıkanlar, onu yok etmeye çalışan güçler varmış gibi.

Başımızdaki % 45 li yöneticiler, yaptıkları tüm işleri din kisvesi altında yapmaya çalışıyorlar. Her yaptıkları  işten sonra da daha çok batıyorlar. Dinimizi de kendileri gibi batırıyorlar. İnanın, Dinimize olan bağlılık ve saygı 10 sene öncesine kadar daha fazla idi.  Çünkü, “din uğruna” yaptıklarının Dinle hiç ilgisi olmadığı, zaman, zaman ortaya çıktıkça, yerini   bilinçsiz, yanlış kişisel bilgiler olduğu   görülmektedir.

Bir ülkeyi batırmak mı istiyorsun? O halde, ordusuna,  Yargısına ve eğitimine çomak sokacaksın.  Bunların soktukları çomaklar az geldiği için her gün yeni , yeni çomaklar görüyoruz.

Birkaç gün önce bu sayfada, Eğitimimizin  yozlaştırıldığını yazmıştım. Bu yozlaşma az gelmiş gibi yeni bir çirkinlik daha yapıldı. Orta öğretim  kız öğrencilerine türban serbest bırakıldı.

Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, 7 saat süren Bakanlar toplantısından çıkarak basın mensuplarına şöyle söylüyor.” Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okul öğrencilerinin  kılık ve kıyafetlerine dair yönetmeliğin , 4. Maddesinin birinci fıkrasının  e  bendinde yer alan “baş açık” ibaresi ve aynı bendin son cümlesi yürürlükten kaldırılmıştır. Değişikliğin 30 Eylül’den sonraki demokratikleşme paketinde eğitime devam etmek isteyen kız öğrenciler için bir zaruret görüldüğü için yaptığını ifade etti.”

Görülen zaruret nedir? Paketten, türbanın yasak  olduğu ortaöğretime devam edemeyenlere verilecek haklara ters düşmesin diye  mi türban serbest bırakıldı?

Gerekçenin ne kadar cahilce, bilgisizce ve yalanla olduğu ortada.

Yönetmeliğin, adı geçen maddesi aslında şöyle. “  4. MADDENİN E BENDİ:  OKUL İÇİNDE BAŞ AÇIK, SAÇLAR TEMİZ VE BOYASIZ OLARAK BULUNUR, MAKYAJ YAPAMAZ, BIYIK VE SAKAL BIRAKAMAZ…”

Yazık, çok yazık, “çocuğunun başı açık olarak okula göndermek istemediğinden ötürü, Bakanlık çok üzülüyor,  veliye, ” kızının  saçını  kapadım, mazereti kalmadı, şimdi artık  okula  gönder, dininden yoksun kalmasın “  der gibi .

Ayıp, ayıp, hem de çok ayıp. Dünyanın neresinde 11 yaşındaki kızlar türbanlı okula gidiyor? Hem sonra türban Türk geleneği bir örtü müdür? Çok sevdikleri, özlemini duydukları Osmanlılarda türban var mıydı?  Orta Asya’dan itibaren kurulmuş tüm Türk  devletlerinde  türban var mıydı? Yoktu. Çünkü türban Türk baş örtü örtme şekillerinden değildi.  Türban, Yahudi kiliselerine ait bir örtünme biçimidir. Peki, türbanı tavsiye edenlerin Yahudilerle bir ilgisi var mı?
TÜRBANLILARIN  YÖNLENDİRİLME AMACI BU
 

, Atatürk Türkiye’sinde, Milli Eğitimin haline bakın. Türk geleneğinde olmayan, hatta arap geleneklerinde de olmayan  bir örtünme şeklini , önce, özgürlük diyerek  üniversitelere, sonra kamuda çalışanlara şimdi de orta öğretime soktular.  Yıllardan beri söyledikleri 2023 hedefine ulaşma basamaklarından birisini daha uygulamaya koydular. Bu kadarla kalmayacak. Seneye de ilkokullara  uygulanmaya başlanır. Koca sınıflarda, başı açık, türbanlı, peçeli ve çarşaflı kız öğrenciler, diğer tarafta, şalvarlı, cübbeli, takkeli, yüksek sınıflarda sakallı öğrenciler, inançlı ve inançsız öğrenciler,  tahta başında, sakallı,sarıklı eli sopalı bir öğretmen. Beyaz  Tahtada , siyah  renkte Arapça yazılar. İşte size 2023 ün hedeflerinden olan, Milli Eğitimin görüntüsü.

Dahası da var. Okullar kız ve erkek okulları olarak da ayrılacak. Onun da ayakları yapılıyor.
İNANÇLI VE İNANÇSIZLAR MI?

Bu yönetim, okullardaki  müfredat programlarındaki konuların öğretilip öğretilmediğine de aldırış etmiyor Yeter ki tüm okullar İH li olsun. Her okulda din dersleri mecburi olsun. Dindar ve kindar gençlik yaratılsın, ama diplomalı cahil olsunlar.

Bu yönde de başarıya ulaşıyorlar. 18 bin müdürü görevden almak, arkasından türbanı serbest bırakmak planlı bir uygulama idi. Alınan müdürlerin yerleri, taraftarlarla doldurulacak ki, uygulamalarına karşı çıkılmasın.  Atanacak öğretmenlerin de bilgileri öğretmenlikleri değerlendirilmeyecek ki  işlerine gelsin.
ATATÜRKÜN ÜLKESİNDE ÖĞRENCİ KIYAFETİ  

Dün akşam bir yarışma programı vardı. Liseli bir kıza sorulan şu: Telefon ekranındaki tüm rakamların çarpımı nedir?  Kızın cevabı 1 oldu. Yorumda yaparak öğretmenini övüyor. Şöyle yorumluyor.  Her sayının sıfırla çarpımı birdir.  Birin birle de çarpımı birdir Onun için cevabım birdir. Soruyu soran, cevabın yanlış olduğunu  anlayınca, düzeltsin diye bir hatırlatma sorusu soruyor. “Hangi rakam etkisiz rakamdır. Böyle bir rakam vardır değil mi?” Kız “ Evet vardır , etkisiz rakam bir dir” diyerek cevabında ısrar ediyor. Sonuçta  yanlış cevap vermiş oluyor.
YORUMSUZ

Aynı  yarışmada yine orta öğretim öğrencisi olan  kardeşine bir soru soruluyor. “ Ç " ile başlayan illerimiz kaç tanedir?”  Öğrenci, Çanakkale ve Çorumu söyledi. Çankırı’nın da olduğunu ama onun Ankara’nın  ilçesi olduğunu , başka da olmadığını söyledi. Ablası gibi kaybetti.   İşte zamanımızın eğitim sonuçları.

Şunu açıkça ifade edeyim. Ülkemizde Milli Eğitim bitmiştir. Okullar kapılarını sadece din öğretimi  için açılıyor.  Sosyal ve kültürel bilgiler, yöneticilerin umurlarında değil.  Osmanlıların dahi yaşamadıkları, yozlaşmış , kişileştirilmiş bir eğitim uygulanmaktadır.
Umarım kısa zamanda akılları başlarına gelir de, medeni ülkelerdeki görüntülere dönüş yaparlar. Aksi taktirde bu halk, yöneticileri nasıl tepeye çıkarmışsa öyle de indirir. 

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...