15 Ocak 2015 Perşembe

ATATÜRK'ten





ATATÜRK' ün devlet İdaresi ve devlet yönetimiyle ilgili sözleri   - 2 -

Burhan Bursalıoğlu


Yapmamıza imkân hasıl olan işleri yapmazsak, tarih bizi tenkit eder. 1928



Benim istediğim sadece memleket işlerinin Büyük Millet Meclisinde açıkça münakaşa edilmesidir. Büyük Millet Meclisinde Türk milletinin gözü önünde açıkça konuşulamayacak hiçbir iş yoktur. 1930


Millet tarafından, millet adına, devleti idareye yetkili kılınanlar için, gerektiği zaman, millete hesap vermek, mecburiyeti, lâubalilik ve keyfî hareketle uzlaşmaz. ( 1930 )


Bizim telâkkimize göre, siyasî kuvvet, millî irade ve egemenlik, milletin bütün halinde müşterek şahsiyetine aittir, birdir. Taksim edilemez, ayrılamaz ve başkasına bırakılamaz. 1930


Artık, bugün demokrasi fikri, daima yükselen bir denizi andırmaktadır. Yirminci asır, birçok müstebit hükümetlerin, bu denizde boğulduğunu görmüştür. 1930


İç siyasette meydana getirdiğimiz güven ve huzur, vatandaşlara verimli çalışmalarında gönül rahatlığı ve güven sağlamıştır. Cumhuriyet kanunlarının ve Cumhuriyet kuvvetlerinin hürmet ve itibarı memleket için esas destek ve yaptırım olduğu bir daha ispatlanmıştır. ( 1931 )



Yaptığını bilen ve hizmet yolunda tedbirlerine inanan idealistler kendimizi eleştiriye açık görmeyi gerekli görüyoruz... Dikkat edilecek nokta olarak gösterdiğim nitelik yalnız laik, cumhuriyetçi, milliyetçi ve samimi olmaktır.        ( 1931 )



Siyasi olarak bağımsızlığını kazanmış bir halkın yaşayış ve geleceğe yöneliş hareketinde ümitlerini beslemek ve kendi kudretine itimat hislerini kuvvetlendirmek için ona canlı bir akımın içinde yaşadığı hissini vermek lazımdır. ( 1931 )

Devlet ve hükûmeti, kendi malı ve koruyucusu tanımak, bir millet için büyük nimet ve şereftir. ( 1936 )



Milletler üzüntü ve keder bilmemelidir. Önderlerin vazifesi, hayatı neşe ve şevkle ( büyük istekle ) karşılamak hususunda milletlerine yol göstermektir.      ( 1937 )



İleri hükümetçiliğin belirgin özelliği, halkı, kudretine olduğu kadar şefkatine de samimiyetle inandırabilmesidir. Büyük, küçük bütün Cumhuriyet memurlarında bu zihniyetin en geniş ölçüde gelişmesine önem vermek, çok yerinde olur... Özel idareler ve belediyeler, büyük kalkınma savaşımızda başarı oranını arttıracak vazifeler almalı ve özellikle hayatın ucuzluğunu sağlayacak, yerine göre tedbirler bulmalı ve yetkilerini tam kullanmalıdırlar. ( 1937 )

Elimizdeki programın ruhu, bizi yalnız bir kısım vatandaşla alâkalı kalmaktan meneder. Biz, büyük Türk Milleti'nin hizmetindeyiz. ( 1937 )



Takip edilen amaçlar hiçbir zaman kişisel olmamalıdır. Geçmiş sistemlere bağlı kalanlar ve geleneklerden sıyrılamayanlar hiçbir zaman modern bir devlet meydana getiremezler. ( 1938 )


9 Ocak 2015 Cuma

ATATÜRK'TEN





Atatürk'ün devlet İdaresi ve devlet yönetimiyle ilgili sözleri


Burhan Bursalıoğlu


Yemin mukaddes bir sözleşme demektir. Namus sahibi olan 

bir kimse verdiği sözden dönmez. 1919


Millete efendilik yoktur. Hizmet etme vardır. Bu millete 

hizmet eden, onun efendisi olur. 1921



Memleket  işlerinde, millet işlerinde, hakikî işlerde duygulara,

hatıra, dostluğa bakılmaz. 1922


Bir hükümet  iyi midir, fena mıdır? Hangi hükümetin iyi veya 

fena olduğunu anlamak için, “Hükümetten gaye nedir?” bunu 

düşünmek lâzımdır. Hükümetin iki hedefi vardır. Biri milletin 

korunması, ikincisi milletin refahını temin etmek. Bu iki şeyi 

temin eden hükümet  iyi, edemeyen fenadır. 1923


Bu memlekette çalışmak isteyenler, bu memleketi idare 

etmek isteyenler memleketin içine girmeli, bu milletle aynı 

şartlar içinde yaşamalı ki ne yapmak lâzım geleceğini ciddi 

surette hissedebilsinler. 1923


Memleket dayanışma isteyen bir birliğe muhtaçtır. Alelâde 

politikacılıkla milleti parçalamak, hıyanettir. 1925



Milleti, aklımızın ermediği, yapmak kudret ve kabiliyetini 

kendimizde görmediğimiz hususlar hakkında kandırarak 

geçici teveccühler elde etmeye tenezzül etmeyiz. Millete, adi 

politikacılar gibi yalancı vaadlerde bulunmaktan nefret 

ederiz. 1925

İnsanlar daima yüksek, temiz ve mukaddes hedeflere 
yürümelidirler. Bu hareket şeklidir ki insan olanın vicdanını,
dimağını ve bütün insanî kavramını tatmin eder. Bu şekilde yürüyenler, ne kadar büyük fedakârlık yaparlarsa, yükselirler ve bu hareket şekli mutlaka açık olur. 1926


Çünkü alnı açık, dimağı açık, kalb ve vicdanı açık insanlar 

tarafından idare olunabilen toplumlar ancak bu manada 

hareketlerin izleyicisi olabilirler. Fikirlerini, duygularını ve 

teşebbüslerini gizli tutanlar, gizli vasıtalar uygulamaya 

girişenler mutlaka utanma ve sıkılmayı gerektiren, akıl ve 

mantığın haricinde hareket edenler olabilirler. Bu gibi işlere 

girişenlerin sonu er geç acıdır. 1926


Milletvekili olarak vazife ve sorumluluk mevkiinde beraber çalışacağımız arkadaşlarımızın geçen tecrübelerden de yararlanarak vazifelerini eksiksiz yapacaklarını ve özellikle milletvekilliğinin her tür düşünceden daha önemli bir millet vekaleti olduğunu ve bunun resmi ve özel hayatta bile bir çok manevi ve belirli külfetleri bulunduğunu gözönünden uzak tutmayacaklarını kuvvetle ümit ederim. ( 1927 )


Bizim yüzümüz, her zaman temiz, pâk idi ve daima temiz ve 

pâk kalacaktır. Yüzü çirkin, vicdanı çirkinliklerle dolu olanlar, 

bizim vatanseverce, vicdanlıca ve namusluca hareketlerimizi 

küçük ve çirkin ihtirasları yüzünden, çirkin göstermeye 

kalkışanlardır. ( 1927 )


İnsaf ve merhamet dilenmekle millet işleri, devlet işleri 

görülemez; millet ve devlet şeref ve bağımsızlığı temin 

edilemez. 1927


İnsaf ve merhamet dilenmek gibi bir prensip yoktur. Türk 

milleti, Türkiye’nin gelecek çocukları, bunu bir an hatırdan 

çıkarmamalıdırlar. 1927



DEVAM  EDECEK





26 Aralık 2014 Cuma

HİKAYE





B İ R   H İ K A Y E



Küçük bir oğlan çocuğu Tanrı ile karşılaşmak istiyordu. Tanrının çok uzaklarda yaşadığını ve önünde uzun bir yolun olduğunu biliyordu. Böylelikle sırt çantasını çörek ve meyve suyu kutularıyla doldurup yola koyuldu. Evinden üç apartman ileride yaşlı bir adama rastladı.


,Yaşlı Adam parkta oturmuş güvercinlere yem veriyordu. 
Çocuk adamın ......yanına oturup sırt çantasını açtı. Tam meyve suyundan bir yudum içecekti ki adamın acıkmış olabileceğini fark etti.


 Çantasından bir çörek alıp adama Verdi. Adam hoşnut bir şekilde çöreği Kabul etti ve çocuğa gülümsedi. Adamın gülümsemesi o kadar muhteşemdi ki çocuk bunu tekrar görmek istedi. Adama meyve suyu uzattı. Adam çocuğa tekrar gülümseyerek karşılık Verdi. Çocuk mest olmuştu! Bütün gün öylece oturup çörek yediler, gülümsediler; tek bir sözcük bile konuşmadılar.
Hava kararmaya başlayınca, çocuk NE kadar yorgun olduğunu fark etti. Ayağa kalkıp bir iki adım yürümüştü ki geri döndü, adama doğru koşup ona sımsıkı sarıldı. Adamsa çocuğa yaşamındaki en güzel gülümsemeyle karşılık Verdi.


Kısa bir süre sonra çocuk evine varıp kapıyı açtı. Çocuğun yüzündeki mutluluğu gören annesi çok şaşırdı. "Seni bu kadar mutlu edecek NE yaptın bugün?" diye sordu annesi. 


"Tanrı ile yemek yedim,"diye yanıt Verdi çocuk. Annesi daha bir yanıt veremeden devam etti çocuk. "Biliyor musun? Tanrı, gördüğüm en güzel gülümsemeye sahip!"
Öte yandan, yine çocuk gibi mutluluktan ışıl ışıl olan yaşlı Adam evine döner. Adamın oğlu babasının yüzündeki huzuru görünce şaşırır.


"Baba, seni bu kadar mutlu edecek NE yaptın bugün?" 
Adamın yanıtı şu oldu: "Parkta Tanrı ile çörek yedim." Oğlu daha bir yanıt veremeden de devam etti: "Biliyor musun, beklediğimden çok daha genç." 

Çoğu kez bir insanın tüm yaşamını değiştirebilecek bir dokunuşun,
Bir gülümsemenin, güzel bir sözün, kulak verip dinlemenin,
içten bir iltifatın ya DA gösterilen en küçük bir ilginin NE denli güçlü olabileceğinin farkında değiliz.

Karşılaştığımız her insan yaşamımıza belli bir neden için, belli bir süre için ya DA
ömür boyu bizimle kalmak için girer.:)))))


 Hepsini de sevgiyle kucaklayın.....:)))

 
Ben......Zorsa Başarırım...bilirsiniz!!!
Sadece..... İmkansızsa  Biraz Zaman Alacaktır...:)))
Yaşam dediğimiz bu yolculukta; payımıza düşen herşeyin
bizleri tatmin etmesi dileğiyle... :))

 SEVGİYLE  KALIN
RÜYA 







22 Aralık 2014 Pazartesi

ÖNEMLİ GÜNLER


ŞEHİT  KUBİLAY  OLAYI


Burhan Bursalıoğlu

Mustafa Fehmi Kubilay, 1930 yılında Menemen'de yedek subay  olarak askerlik görevini yapmaktaydı. 23 Aralık 1930 sabahı , bundan 84 yıl önce, Menemen'de meydana gelen olaylar sonucu  Kubilay şehit edilmiştir.
Olayın gelişimi:
Şeyh Esat’ın Manisa’da Nakşibendi tarikatını yaymakla görevlendirdiği Laz İbrahim tarafından yönlendirilen, Manisa tarafından gelen çember sakallı, sarıklı ve cüppeli dördü silahlı 6 kişi, 23 Aralık 1930'da sabah namazından sonra camiden aldıkları Yeşil Sancağı yola dikerek silah zoruyla etraflarına adam toplamaya çalışırlar. Elebaşılar arasında, Giritli Derviş Mehmet, Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet Emin, Nalıncı Hasan, Küçük Hasan vardı. Derviş Mehmet camide namaz kılanlara kendini "Mehdi" olarak tanıttı ve dini korumaya geldiklerini söyledi].
Arkalarında 70 bin kişilik Halife ordusu olduğunu, öğle saatlerine kadar şeriat bayrağı altında toplanmayanların kılıçtan geçirileceğini söylediler. Camideki yeşil bayrağı alıp uzun bir sopaya taktılar ve Menemen şehir meydanında kazdıkları bir çukura diktiler. Bayrağın çevresinde dönmeye, tekbir getirmeye, zikretmeye ve "şapka giyen kafirdir! Yakında yine şeriata dönülecektir." diyerek bir isyan hareketi başlatmak isterler. Bayrağın altından halktan bazı kişileri (bir fabrikada çalışan Hayimoğlu Jozef de dahil) geçirdiler. Kasabaya halife ordusunun geleceği iddiası halkı korkuttu.
Olayların ilçedeki askeri birlikte duyulmasıyla, bir bilgiye göre; alay komutanı, yedek subay Kubilay'ı olay yerine gönderdi.

Kubilay bu hareketi bastırmak için bir manga askerle olay yerine geldi. Askerlerin yanından ayrılarak tek başına onların arasına girip teslim olmalarını istedi. Onlardan biri ateş ederek Kubilay’ı yaraladı. Karşıdan bunu gören askerler ateş açtılar. Fakat tüfeklerinde öldürücü etkisi olmayan manevra fişekleri vardır. Derviş Mehmet "bana kurşun işlemiyor” diyerek halkı kandırmaya çalıştı.
Kubilay yaralı halde cami avlusuna sığındıysa da, Derviş Mehmet ve arkadaşları peşi sıra geldiler. Derviş Mehmet, çantasını açıp testere ağızlı bağ bıçağını çıkardı ve yaralı Asteğmen Kubilay'ın başını kesti.
Kesik başı yeşil bayrağın sopasına iple bağlandı. Olay yerine yetişen Bekçi Hasan ateş edip gruptan birini yaraladı. Ancak açılan ateş sonucu o da öldürüldü. Arkadaşının yardımına koşan Bekçi Şevki de açılan ateş sonucu öldü.
Bu aşamada askeri birlik yetişir. Komutan "Teslim olun!" diye bağırır. Ancak olay çatışmaya dönüşür ve askeri birlik ateş eder. Göstericilerden Derviş Mehmet de dahil bazıları ölürken, bazıları kaçar. Daha sonra hepsi birden yakalanır.

Kubilay üzerine düşen yasal görevi, asayişi sağlamak amacıyla, devlet adına Menemen Belediye alanında yobazların karşısına dikildi
 O, görevini en iyi biçimde yapmak için oradaydı. Bu uğurda da canını verdi. Devrim tarihinde adı, devrim şehidi olarak yer aldı.

Şehit Öğretmen Kubilay’a Allahtan rahmet, ailesine ve Türk Milletine de baş sağlığı diliyorum.


31 Aralık 1930 günü Menemen ilçesi ile Manisa ve Balıkesir’in merkez ilçelerinde 1 Ocak 1931’den itibaren 1 ay süre ile Fahrettin Altay komutasında sıkıyönetim ilan edilmiş ve 1. Kolordu Komutan Vekili General Mustafa Muğlalı başkanlığında bir Divanı Harp kurulmuştur. 7 Ocak 1931′de bu kez İzmir’de yine Mustafa Kemal Paşa başkanlığında ikinci bir toplantı yapıldı. Olaya doğrudan veya dolaylı katılan 105 sanık (anayasayı cebren tağyir, eyleme iştirak, azmettirme veya Mehdi Mehmedin Mehdiliği için harekete geçtiğini bildikleri halde zamanında Hükümete haber vermedikleri ve tekkelerin seddinden sonra ayini tarikat icra ettikleri suçlamalarıyla) 15 Ocak 1931′den itibaren Divanı Harp’te yargılanmaya başlandı, 24 Ocak 1931 günü iddianame okundu ve 29 Ocak 1931 günü mahkeme 36 (ölmüş olan bir sanık ile 37) kişinin idama mahkum edilmesine, 40 kişinin sorumsuzluğu nedeniyle salıverilmesine, 27 sanığın beraatine, 41 kişiye çeşitli hapis cezaları verilmesine hükmetti ve karar Meclis’in onayına sunuldu. İdam hükümlülerinin 6′sının yaşı küçük olduğundan, onların ölüm cezaları ağır hapse çevrildi. T.B.M.M. Adalet Divanı ayrıca iki idamlığın cezasını 2 yıl hapse çevirdi.
Kalan 28 sanık, 3 Şubat 1931 gecesi Menemen’de idam edildi. Bazıları Kubilay’ın başının kesildiği yerde asıldı. Mahkumlardan biri idam sehpasının önünden kaçabildi. İki hafta sonra yakalandı ve ertesi gün idam edildi. Olayın hemen ardından Menemen’de devrim şehidi iki bekçi ve Kubilay adına anıt dikildi. Anıtın üzerinde şöyle yazar:
“İnandılar, dövüştüler, öldüler. Bıraktıkları emanetin bekçisiyiz.”
Sıkıyönetim, 28 Şubat 1931’de Manisa ve Balıkesir’den, 8 Mart 1931′de de Menemen’den kaldırıldı.

Cezalar
İdam edilenler:

 Manisa’dan kahveci çırağı Mustafa.terzi Talat.topçu Hüseyin,tatlıcı Mustafa Hüseyin,eskici Hüseyin Ali, Himmetoğlu Süleyman,Kahya Ahmetoğlu İsmail,Mutaf Süleyman,Manifaturacı Osman,Hafız Cemal,Tabur İmamı İlyas Hoca,Alipaşazade Ragıp Bey,Şeyh Hafız Ahmet,Giritli İbrahimoğlu İsmail, Koca Mustafa,Hacı İsmail,Hacı İsmailoğlu Hüseyin,Göriceli Abdülkerim,Yukarıcumalı Ramiz,Çıtaklı Molla Süleyman,Hayimoğlu Jozef (İdam) (“Şeriat isterük” diye bağıranların arasına karışmış bir Yahudi vatandaş.),Ali Omanoğlu Memet,Arnavut Yusufoğlu Kâmil,Kerimoğlu İbrahim,Selimoğlu Boşnak Abbas,Şeyh Ahmet Muhtar,Esat’ın oğlu Memet Ali,Manisa Hastanesi imamlığından mütekait Laz İbrahim Hoca Emrullah oğlu Memet.
İdam hükmünde olup ceza alanlar:
Nalıncı Hasan (24) sene hapis (20) yaşında
Çoban Ramazan (24) sene hapis (20) yaşında
Giritli Küçük Hasan (24) sene hapis (17) yaşında
Harputlu Ömeroğlu Memet (24) sene hapis (65) i mütecaviz
Laz Memet Ali Hoca (24) sene hapis (65) i mütecaviz
Erbilli Şeyh Esat (24) sene hapis (65)i mütecaviz
Hapis ve Ağır Hapis Cezalarına Mahkûm Edilenler:
Selâhattin oğlu Naşit (15 sene ağır hapis)
Yakupoğlu Ali (15 sene ağır hapis)
Muhittinoğlu Ali Koç (15 sene ağır hapis)
Hasanoğlu Ahmet (15 sene ağır hapis)
Neciboğlu Mevlût (15 sene ağır hapis)
Ragıboğlu Osman (15 sene ağır hapis)
Mümtazoğlu Haşim 65 yaşını mütecaviz olduğundan 12,5 sene ağır hapis
14 kişiye 3′er sene hapis
20 kişiye 1′er sene hapis  cezasına çarptırıldılar.



2 Aralık 2014 Salı

TARİH





D E V R İ M



Avrupa’da, Benito Mussolini “Bizim Akdeniz” diye bağırıp, arkasındaki yığınları hayal dünyasında zevkten havalara zıplatırken, gözü Antalya’da, işaret parmağı Akdeniz’e doğru, İtalyan halkını Roma İmparatorluğunu yeniden kurmak rüyasıyla oyalarken, diğer yanda Adolph Hitler “KAVGAM” diye kitaplar yazıp,  açıkça “ Bana oy verin, iktidara geleyim Avrupa’nın yarısını Almanya’ya katacağım….” Derken, Franko bir başka telden çalıp başka telden oynarken… Sonunda bu çılgın söylemlerin ürünü olarak, 50 milyon insan ölürken, yaralanırken, sakat kalırken Ankara’dan bir ses yükselir;

YURTTA SULH, CİHANDA SULH”

Ama buna rağmen bizim Atatürkofobi hastaları bu sesi duymaz da, diktatör denince gözlerini Atatürk’e  dikerler.
Atatürk devrimine ve yönetimine en çok eleştiri, işte bu yıllardaki bütün dünyayı sarsan krizlerin Türkiye’ye yansımalarını görmezden gelip, insafsızca İnönü ve hükümetlerini eleştiren, sözüm ona aydınlardan, aslına bakarsanız           “Okumuş cahillerden” gelir.
Neden okumuş cahillerdir? Çünkü okuryazar olduklarına göre, olanın bitenin aslında farkındadırlar. Fakat sebep-sonuç ilişkilerini bir türlü, olması gereken şekilde kurgulamazlar. Çünkü bunu yaparlarsa bilirler ki,  ortaya koyacakları tüm eleştiriler , temelsiz ve havada kalacaktır.
İşte böylesi zor günlerden geçilirken bile Atatürk, devrimlerden hız kesmemiştir. 1930 da Türk kadını belediye seçimlerine katılma hakkına kavuşmuş, 1934 te  de, Milletvekili seçme ve seçilme hakkını elde etmiştir. Dünya nelerle boğuşurken, henüz güçsüz ekonomisiyle, bütün bunlardan daha çok etkilenen Türkiye’de ise Atatürk, hiçbir mazerete sığınmadan, halkının siyasal, kültürel, ekonomik kalkınmasını hızlandırabilmek için tüm kaynakları sonuna kadar kullanmaya devam etmektedir.
Kimi  okumuşlar, Atatürk’ün bu çabalarını bile kendi kafalarının erdiği kadarıyla yorumlayıp, hükmü de ona göre verirler.
“Kendisinden reform isteyen mi vardı? Koş diyen mi vardı? Koşmasaydı!”
“  Ne  yaptıysa yukarıdan, tepeden inme yaptı. Halka sordu mu?”
Bunu söyleyenler hemen bilgiç bir havaya da bürünerek şöyle derler;
“Jakoben yönetim!.
“Reform diye bir şeyleri zorla uyguladı. Buna Demokrasi denir mi?”
İnsanlar o gün kabul eder gibi olduklarını, bugün ortamını bulunca işte reddediyorlar Şimdiki tepkiler bundan kaynaklanıyor”.
Bunlara daha başkalarını da eklemek mümkündür  ve ne yazık ki bu çıkışlara, okumuş ama anlamamış, yani sadece okumuş, sadece mektep bitirmiş kişilerin de  katıldığı zaman, zaman  görülür; acı olan da budur.
Oysa şunu göremezler:
Yüzyılların ihmaline uğramış, çağdaş dünyanın çok gerilerinde, yarı sömürge bir toplum olarak kaderine terk edilmiş, “kul” olduğuna inandırılmış, bir insan olarak doğuştan hangi haklara sahip olduğu bilincinden uzak bireylerden oluşan bir toplumu, bulunduğu kör kuyulardan çıkarıp, “evrensel yurttaşlık kimliği “ içerisinde var olan haklara sahip kılabilmek  maksadıyla devrim yapan bir yönetim, bu hedefe varmak için yapacağı hangi reformu, yukarıdan değil de aşağıdan, kime danışarak yapacak, neyin onayını kimden alacak? Neden alacak?... Yeryüzünde böyle bir devrim örneği var mıdır?
Zaten ancak icazet alınarak bir şeyler yapılmak isteniyorsa, ona “devrim” denir mi?Kendisine, o güne kadar bilmediği, tanımadığı haklar verilmek istenen bireylerin bu hakları, belli bir egemen gücün çıkarlarına ters düşecek olursa, ki düşecektir ve  devrim de  zaten o nedenle yapılmaktadır, o egemen güç zaten bu izni verir mi?
Dolayısıyla devrimlerde tüm reformlar zaten bu yüzden ve kimi zaman zorla yapılmaz mı?
Örneğin köleliği  kaldırmaya  karar veren bir yönetim, bunun için gereken yasayı çıkarmadan önce giderde toprak sahiplerinden, köle sahiplerinden izin mi ister?
Toprak reformu planlamasına giren bir yönetim, gidip toprak ağasından izin mi alır? O topraksız köylü için harekete geçip, yasayı çıkarıp, zorla uygulamaz mı?
Bunlara daha pek çok benzer soru eklemek mümkündür.
Nitekim, ABD Başkan Abraham Lincoln’un yaptığı gibi, o zorlama bir savaşa bile yol açabilmiştir. Kuzey- Güney savaşı budur. O köle ancak, devletin bu zorlama gücüyle, yani tepeden inmeci, Jakoben yaklaşımıyla özgürlüğüne kavuşabilmiştir.

Devrimler her zaman Fransız Devriminde  olduğu gibi aşağıdan yukarıya, halktan yönetime doğru  olmaz. Çoğu zaman,  Atatürk Devriminde olduğu gibi yukarıdan aşağıya doğru olur.
Bu  günkü iktidarın sempatizanları, devrimlerin aşağıdan yukarıya doğru olur derken, zamanımızda uygulanan karşı devrimler aşağıdan yukarıya doğru mu oluyor, yoksa geceleri alel acele çıkarılan yasalarla mı oluyor?
Kişi, demokrasinin icabı olarak fikir ve düşüncelerine uygun her hangi bir partiyi, kuruluşu destekleyebilir. Bu, o partinin yanlışlarına iştirak etmek demek değildir. Kendisini celbeden söylemler, yerine getirilmiyorsa, aksi yapılıyorsa, o partiden ayrılmak mantık gereğidir. Bunu yapamıyorsa, ya menfaati vardır , ya da, mantık yürütmekten veya düşünceden yoksundur

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...