29 Aralık 2009 Salı

Y E N İ Y I L


Ömür Bankasının Hayat Şubesindeki 2010 Nolu


Hesabınıza:


Her Günü Mutluluk, Neşe, Saadet, Bol Şans ve


Sağlık Dolu,


Gıcır Gıcır 365 Gün Yatırılmıştır.

Bu Yeni Kredinizi,

Aileniz, Eş Dost ve Arkadaşlarınızla Birlikte,

İhtimamla Harcamanızı Dilerim.

Burhan BURSALIOĞLU




























27 Aralık 2009 Pazar

TARİH









1922 DE İKİ KÜRT KÖKENLİ MİLLETVEKİLİ


Burhan Bursalıoğlu



Henüz Cumhuriyet kurulmamış, Kurtuluş savaşı yeni bitmiş, 11 Ekim 1922 de, saat sabahın 6 sında , Mudanya Ateşkes antlaşması imzalandı.

TBMM. Antlaşma gereği Doğu Trakya’yı teslim alacak olan birliğin komutanlığını Refet Paşa’ya vererek, Trakya’daki halkın nabzını kolluyor, öte yandan da, yapılacak olan Lozan Konferansı çalışmalarına başlarken, acilen Saltanatın kaldırılmasına çalışılıyor... Zorla da olsa Saltanat kaldırıldı. Bir bayram havasında, coşkuyla Doğu Trakya da teslim alındı.

Türk Devletinin geleceğini tayin edecek olan Lozan Konferansı delegeleri seçilip baş murahhaslığa Dış İşleri Bakanı İsmet İnönü atandı.

Konferansa gidecek olan heyetin, hangi konularla sağlıklı karar almak için mücadele edeceklerini tespite başlandı.. Hükümet liste halinde konular İsmet İnönü’ye verildi., Sonra sıra TBMM vekillerini aydınlatmaya geldi..

3 Kasım 1922 Cuma günü, saat 14 de, Dr. Adnan Adıvar’ın başkanlığında, Cuma namazından sonra TBMM toplandı.
Gündemde, Lozan’da ele alınacak ve bize kabul ettirilmeye çalışılacak, müttefiklerin olası konuları vardı.

İsmet İnönü kürsüye gelerek, yaptığı açıklamalardan sonra “ Misak-i Milli “ ye sadık kalacağını belirtti.

Diğer önemli konu “Azınlıklar” konusuydu. Azınlıklar konusu içine Kürt sorunu da giriyordu. Çünkü, Başta İngilizler olmak üzere, zaman, zaman Ermeni Suriye ve Yunanlılar, Kurtuluş savaşı intikamını almak için, Doğu meselesi, Türk – Kürt anlaşmazlığı yaratarak, Anadolu’yu ikiye bölme girişimleri yapıyorlardı. Zaman içinde bunda da muvaffak oldular..

Mecliste Doğu Anadolu ve Kürt sorunu ele alındı. Misak-i milli Sınırlarımızdan taviz verilemeyeceğini, Anadolu’nun bölünmesine müsaade edilmeyeceğini, gerekirse silaha baş vurulacağı belirtildi.

Kürt meselesi konusunda Milletvekilleri söz aldılar.

Konuşmacıların içinde en çok dikkati çeken Dersim Millet Vekili Diyap Ağa ve Bitlis Millet Vekili Yusuf Ziya Beydi. Bunların konuşmaları merakla bekleniyordu. Çünkü ikisi de Kürt vatandaşıydı

İlk söze Diyap Ağa başladı. 1831 doğumlu ve Meclise 90 yaşındayken gelen Diyap Ağanın yaptığı kısa konuşmayı, 1931 yılında bir gazeteciyle yaptığı röportajda, sorulan soru üzerine Kendi ağzından dinleyelim:

“Aha bizim memleket ahalisi Kürt müş, orada bir Kürt Hükümeti kuracaklarmış, bunu duyunca kızdım kürsüye çıkıverdim. Gene sustular: “Lâilaheillâh Muhammedürresullâllah” dedim. “Gerek Şafiî, gerek Hambelî, gerek Hanefî hepimizin kıblesi birdir. Meclisimiz, kulübümüz, dinimiz, milletimiz birdir. Bizim içimizde ayrılık, gayrılık yoktur. Biz Kürt değil, biz Türk’üz. Hepimiz kardeşiz. Hepiniz Lâilaheillâh demişsiniz. Şimdiden sonra mı, ayrı bir din, ayrı bir millet olacağız?.Biz birbirimizle iftihar ederiz. İşte bu kadar..” “dedim, el çırptılar, İsmet Paşa ayakta kürsünün yanına gelmiş, sakalımın dibine yaklaşmıştı. O da coştu, o da el vurdu”

Diğer konuşmacı, Bitlis Vekili, Yusuf Ziya Beydi, (1925 de idam edildi.)
Avrupalılar aldatıcı sözlerle bizi birbirimizden ayırmaya çalışıyorlar. (Bugünkü gibi) Ben Kürt oğlu Kürdüm. Bir Kürt Milletvekili olarak sizi temin ederim ki, Kürtler yalnız büyük ağabeyleri Türklerin saadet ve selametini istiyorlar. Biz Kürtler, Avrupa’nın Sevr paçavrası ile verdiği bütün hakları, hukukları ayaklarımızın altında çiğnedik ve bütün manasıyla, bize hak tanımak isteyenlere geri verdik. Türklerle birlikte kanımızı döktük. Ayrılmak istemedik ve istemeyiz Delege kurulumuz, Lozan’da, azınlıklar söz konusu edildiği zaman, Kürtlerin hiçbir isteği olmadığını söylesin. Kerkük’ü, Süleymaniye’yi ve Musul’u unutmasınlar. "

Ayrıca, Diyarbakır, Siirt, Van,Genç,Bitlis Muş ve Mardin Milletvekilleri ortak açıklamalarında.
“Türk – Kürt tek kitledir. Kürtler hiçbir vakit Türk camiasından ayrılamaz…” dediler.

90 sene önceki, iki Kürt Milletvekili vatandaşımız, Avrupalıların, Türkiye üzerine oynadıkları oyunları, Türk – Kürt çekişmesi yaratarak bizleri birbirimize düşürme oyunlarını anlamışlar da, bugün dağa çıkan ve onları destekleyen bir avuç insanın, hala bu işin bir aldatmaca ve oyun olduğunu anlayamadıklarına şaşıyorum.
.

25 Aralık 2009 Cuma

B İ L G İ

Lütfen Çıktısını alıp gözönünde bir yere asın, işe yarayabilir...
1) Gözlüğünüzün vidası çok çabuk çıkıyorsa vidayı takmadan önce, vidanın gireceği deliğe renksiz oje damlatın. Vidayı öyle takın >
2) Satın aldığınız ayakkabılar ayağınızı sıkıyor ise onları bir kaç dakika buhara tutun >
3) Makasınızı bilemek istiyorsanız, zımpara kağıdı kesin. >
4) Halıdaki sigara yanıklarından, yanık yerler üzerinde zımpara kağıdı ile dairesel hareketler yaparak kurtulabilirsiniz >
5) Mobilyaların yerlerini değiştirdiğinizde halıların üzerinde iz bırakır. Bu izleri yok etmek için izlerin üzerine bir parça buz koyun ve erimesini bekleyin. Daha sonra üzerinde elektrik süpürgesini gezdirin. İzden eser kalmadığını göreceksiniz >
6) Fermuarlı giyeceklerinizi çamaşır makinesine koymadan önce kapalı olup olmadığını kontrol edin. Açıksa zedelenebilirler . >
7) Üst üste koyduğunuz bardaklar yapışıp çıkmıyorsa bir leğenin içerisine koyun Üstteki bardağın içerisine buz koyup leğenin içerisine yavaş, yavaş sıcak su koyun. Bardakların kolayca çıktığını göreceksiniz. >
8) Satın aldığınız plastik ve cam eşyaların üzerine* yapıştırılan etiketlerden kurtulmak için etiketin üzerine yemeklik margarin sürün ve 15 dakika bekletin. Bir bez ile ovalayıp yıkayın Üzerinde hiç bir leke ve çizilme oluşmayacaktır. >
9) Ütü yapmayı kolaylaştırmak ve süreyi azaltmak için ütü masasının kılıfının altına alüminyum folyo koyun. Sıcağı geri yansıtacağından ütü yapmak daha kolay olacaktır.
10) Bez pabuçların temizlenmesi sorun oluyor ise pabuçları bir yastık kılıfının içerisine koyun. Kılıfın ağzını kapayın ve çamaşır makinesinde yıkayın. Yeni gibi olacaklardır. >
11) Buz kalıplarınızı su ile doldurmadan önce bölmelere portakal,limon ve dilediğiniz meyve parçacıkları yerleştirirseniz dekoratif buzlar elde etmiş olursunuz. >
12) Eğer ayaklarınız çok ısınıp şişiyorsa onları saatlerce sıcak suda bekletmeyin, aksine kolonya ile ovalayın. Bilekleriniz ve ayaklarınız şişmeyecektir >
13) Eğer ayaklarınız çok hassas ise, sıcak havalarda şikayetleriniz artıyorsa, her sabah bir kaç damla zeytinyağı ile ovalayın >
14) Pamuklu giysilerinizin çekmemesi için ilk yıkamada bir gece soğuk suyun içerisinde bekletin, sonra yıkayın, çekmeyeceklerdir. >
15) Dirsek ve topuklarınızın sertleşmesini istemiyorsanız, bir dilim limon ile ovun. Böylece yumuşacık olacaklardır. >
16) Yeni bir tava satın aldığınızda ilk önce içinde bir miktar sirke kaynatın. Bu işlem ilerde kızartmalarınızın tavaya yapışmasını önleyecektir. >
17) Cevizle dost olun. İçindeki yağ beyin hücreleri için çok yararlıdır. Kan sekerini düşürdüğü için şeker hastalarına da uzmanlar tarafından tavsiye edilir >
18) Duvarınıza çivi çakacağınız zaman işaretlediğiniz yerin üzerine çapraz bant yapıştırın. Çiviyi öyle çakın. Böylece duvarın alçısını çatlatmamış olacaksınız. >
19) Kızartma yağını bir kaç kez kullanabilirsiniz. Kullanılır durumda olup olmadığını anlamak için kızgın yağın içerisine bir dilim ekmek atin. Ekmekte kara lekeler oluşmuyorsa kullanabilirsiniz. > 20) Cevizlerin kabuklarını kolayca açabilmek için onları bir gece tuzlu suyun içerisinde bekletin. Böylece içleri de dağılmayacaktır. >
21) Unlarınızın böceklenmemesi için, un kavanozunun içerisine bir adet defne yaprağı koyun. > 22) Fırında patates yapmadan önce , 10-15 dakika haşlayın ve çatal ile delin. Daha kolay pişecektir. >
23) Büyük miktarda patatesiniz var ise torbanın içerisine bir adet elma koyun. 8 hafta boyunca filizlenmesini ve büzüşmesini önler. >
24) Kullanılmış limon kabuklarını rendeleyip seker ile karıştırın. Kavanozun içerisinde buzdolabında uzun bir süre saklayabilirsiniz. Böylece pasta yaparken elinizin altında hazır bulunur. >
25) Kabarık bir omlet yapmak istiyorsanız, bir çorba kaşığı suyun içerisine bir çay kaşığı mısır unu karıştırın. Hazırladığınız karışımı yumurtaya ilave edin. Böylece kabarık bir omlet yapmış olacaksınız. >
26) Sarımsaklarınızı her zaman elinizin altında hazır bulundurmak istiyorsanız kabuklarını soyduktan sonra bir kavanoza doldurup üzerine zeytinyağı koyarak muhafaza edebilirsiniz. Ayrıca bu yağ. yemeklerinize, salatalarınıza ayrı bir lezzet katacaktır. >
27) Peyniri kolay rendelemek için, 15 dakika buzlukta bekletin >
28) Bisküvileriniz yumuşamışsa onları birkaç dakika fırınlayın. >
29) Çekmeceleri içini boşaltmadan temizlemek istiyorsanız,elektrik süpürgesinin ucuna ince bir çorap geçirin. >
30) Fırında tavuk kızartacağınız zaman üzerine koyduğunuz baharatlardan içine de koyun. Böylece daha lezzetli olur. >
31) Domates salçanız çok eksi ise içerisine bir havuç rendeleyin. Havuç, salçanızı (sosunuzu) tatlandıracaktır. >
32) Mantarların daha lezzetli olması için pişirmeden önce üzerlerine biraz tuz ve limon suyu koyun, 5 dakika bekletin. Daha sonra pişirin. >
33) Fırında tavuk kızartacağınız zaman bir limonu ikiye bölün, yarışını tavuğun üzerine bastırarak iyice sürün. Diğer yarısını ise tavuğun içerisine yerleştirin. tavuğunuz nar gibi kızaracaktır. >
34) 2 Çorba kaşığı yoğurdu, sulandırılmış 1 çorba kaşığı salçayı ve birazda zeytinyağını derin bir kabin içerisinde karıştırın.Fırına koymadan önce tavuğun her tarafına sürün. Çok daha lezzetli olacaktır. >
35) Hazırladığınız kekin ortasına malzeme koyacağınız zaman bıçak ile kesmenize gerek yok. Dikiş ipliğini kekin etrafına gerip dikkatlice çektiğiniz zaman düzgün bir şekilde kesildiğini göreceksiniz.* >
36) Hazırladığınız kekin, fırında pişirirken çökmemesi için hamuru kalıbı ile birlikte fırına koymadan önce 20 dakika kadar dinlendirin. >
37) Pişirdiğiniz sebzelerin renklerini kaybetmemesi için bir kesme seker yada limon suyu koyun. 38) Hazırladığınız omletin tavaya yapışmaması için, önce tavayı ocağa koyup iyice ısıtın sonra yağı döküp kızdırın. Daha sonra karışımı tavaya alın ve ocağın altını kisin. >
39) Kesilmiş ve açık havada kalmış soğan zararlıdır .Kullanmadığınız soğan parçalarını saklamayın. >
40) Çok miktarda alkollü ve alkolsüz kokteyller hazırladığınızda onlardan bir miktarını buz kaplarına yerleştirin. Kokteyllerin içerisine bunları kullanın Böylece sulanıp tatlarını kaybetmeyeceklerdir >
41) Kuru soğanları kese kağıdına sardıktan sonra buzdolabının sebze bölümünde muhafaza ederseniz çürüyüp bozulmasını önlemiş olursunuz. >
42) Kızarttığınız tavuğun tekrar ısıttığınızda lezzetini kaybetmesini istemiyorsanız tavuk parçalarını bir süzgece koyun.Tencerenin içerisinde su kaynatın ve süzgeci üzerine oturtun.Buharda ısıtılan tavuk lezzetinde hiçbir şey kaybetmeyecektir. >
43) Satın aldığınız kiviler çok sert ve ham ise bir gece boyunca plastik bir torba içerisinde elma ve armut ile saklayın. >
44) Evde pasta yaparken kullandığınız meyve şekerlemelerinin dibe çökmesini istemiyorsanız hazırladığınız hamura bir miktar *mısır unu ilave edin. Meyveler pişerken suları yoğunlaşır ve dibe çökmezler.* >
45) Kek kalıbınızın içine hamurunuzu dökmeden önce ortasına bir şerit alüminyum folyo koyun. Böylece kekinizi pişirdikten sonra kolayca çıkartabilirsiniz. >
46) Soğan, sarımsak kesmeden önce parmaklarınıza limon suyu sürerseniz , istemediğiniz kokulardan kurtulmuş olursunuz. >
47) Kızartma kokularının bütün eve yayılmaması için yağın içerisine bir iki dal maydanoz atın. > 48) Lambalarınızın üzerine kullanmadığınız kokularınızdan veya biraz vanilya sürerseniz, lambalarınızı yaktığınızda mis gibi koku yayılacaktır.( Fazla sürmeyin.)

24 Aralık 2009 Perşembe

B İ L G İ

TÜRKİYE'DEKİ 2010 YILI RESMİ TATİL GÜNLERİ
Belki işinize yarar

BURHAN BURSALIOĞLU

YILBAŞI 1 GÜNÜ OCAK CUMA

ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI 1 GÜN 23 NİSAN CUMA

ATATÜRK'Ü ANMA GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI 1 GÜN 19 MAYIS ÇARŞAMBA

ZAFER BAYRAMI 1 GÜN 30 AĞUSTOS PAZARTESİ

RAMAZAN BAYRAMI AREFESİ 1/2 GÜN 08 EYLÜL ÇARŞAMBA

RAMAZAN BAYRAMI 1. GÜN 09 EYLÜL PERŞEMBE
RAMAZAN BAYRAMI 2. GÜN 10 EYLÜL CUMA
RAMAZAN BAYRAMI 3. GÜN 11 EYLÜL CUMARTESİ

CUMHURİYET BAYRAMI 1,5 GÜN 28 EKİM 29 EKİM PERŞEMBE – CUMA

KURBAN BAYRAMI AREFESİ 1/2 GÜN 15 KASIM PAZARTESİ


KURBAN BAYRAMI 1. GÜN 16 KASIM SALI
KURBAN BAYRAMI 2. GÜN 17 KASIM ÇARŞAMBA
KURBAN BAYRAMI 3. GÜN 18 KASIM PERŞEMBE
KURBAN BAYRAMI 4. GÜN 19 KASIM CUMA

23 Aralık 2009 Çarşamba

A N M A



K U B İ L A Y


Burhan Bursalıoğlu


Bugün 23 Aralık, Menemen Olayı ya da Kubilay Olayının 79. yılı.


,
23 Aralık 1930 günü , Cumhuriyet tarihinin ikinci önemli irtica olayı, İzmir'in Menemen ilçesinde, askerliğini yedek subay olarak yapmakta olan öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay'ın , şeriat isteyen bir grup esrarkeş, yobazlar tarafından başı kesilerek öldürülmesiyle başlayan olaylar zincirinin başladığı tarihtir

Olaydan sonra, kurulan İstiklal mahkemelerinde yargılanan faillerin bir kısmı idama, bir kısmı da çeşitli cezalara çarptırılmıştır
Aslında Kozan’da dünyaya gelen ama, Aydında okuyan orada öğretmenlik yapan Devrim Şehidi Kubilay için her yıl anma toplantıları yapılır.
2008 yılında 23 Aralıkta Aydın Atatürkcü Düşünce Derneğinin tertiplediği Yedek Subay Öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay`ın şehit edildiği Menemen Olayının 78`inci yıl dönümü dolayısıyla. toplantıda, konuşanlar arasında Emekli Tarih Öğretmeni A.Zeki Muslu ^nun konuşma özetini aşağıda bilgilerinize sunuyorum.


“…Her 23 Aralık günü derse girdiğim sınıflarda öğrencilere; Atatürk devrimlerini korumak amacıyla gericilerin karşısına yiğitçe dikilen ve bu uğurda gözünü kırpmadan canını veren Kubilay nerelidir, askere alınmadan önce hangi kentimizde öğretmendi? diye sorardım. Öğrenciler tahminde bulunmaya başlarlardı. Biri `Aydın` dediğinde, ona `aferin, bildin` dediğimde öğrencilerden `aaa!...` diye bir hayret sesi yükselirdi.


Kubilay doksan yıl öncesinin Aydın`ın
Kenz-ül İrfan okulunda okudu. Seksen yıl öncesinin Aydın Gazipaşa İlkokulu`nda öğretmenlik yaptı` diyerek anlatmaya başlardım Gözleri iri iri açılır, Aydın`la Kubilay`ı özdeşleştirirlerdi.

Kentler yetiştirdikleri değerlerle öğünür. Öğünmek için yalnız sahiplenmek gerekir. Aydın ili, Aydın kenti nedense Kubilay`ı sahiplenmekten hep kaçındı.
Aydın`da durum böyle de Türkiye de farklı mı? Bu ülkenin geleceği için, Atatürk devrimleri için canını veren bir öğretmenin, bir yedek subayın yılda bir kez parlak törenlerle anılması, yaldızlı fakat içi boş sözlerle hatırlanması ne kadar acı! Kubilay`ı yalnızca bir kesimin sahiplenmesi, bir kesimin yapılanları alaycı bir biçimde dudak bükerek uzaktan bakması ne kadar düşündürücü? Bir ülkenin insanlarının acıda, sevinçte, kıvançta bir olması gerekmez mi? Bizi biz yapan değerleri toplumun bir kesiminin sahiplenmesi bir kesiminin öteki lemesi bölünmeyi getirmez mi?


Yurt kaybetmenin acısını, ancak yurt kaybedenler bilir. Kubilay`ın babası Kazavan Hüseyin, yirminci yüzyılın başlarında Girit`te
Rum baskısı artınca ailesini alarak İzmir`e göç eder. Aile on yıl içersinde İzmir, Adana, Kozan, Aydın, Antalya, İzmir arasında dolaşarak tutunmaya çalışır. 1906 yılında Kozan`da doğan Kubilay, dünyayı Aydın`da tanımaya başlar. Çocukluğu Birinci Dünya savaşının acı günlerinde Aydın Orta Mahallede geçer. Pek çok akrabası halen Aydın`da oturmaktadır.

Kubilay Bursa Öğretmen Okulu`nu bitirince çocukluğunun geçtiği Aydın`a atamasının yapılmasını ister ve Aydın`da öğretmenliğe başlar. Evlenir, düzenli bir yaşama geçeceği sırada da askere alınır.


Kubilay üzerine düşen yasal görevi, asayişi sağlamak amacıyla, devlet adına Menemen Belediye alanında yobazların karşısına dikildi. Olayın, genç cumhuriyetin
Şeyh Sait ayaklanmasından sonra karşılaştığı ikinci irtica olayı olduğunu bilmiyordu. O, görevini en iyi biçimde yapmak için oradaydı. Bu uğurda da canını verdi. Devrim tarihinde adı, devrim şehidi olarak yer aldı.
Hakkında yalan, yanlış, kulaktan dolma kuru bilgiler o günden bu güne tekrarlandı durdu.


Kubilay; bu kentin çayırlarında yaşıtlarıyla top oynadı, güreş tuttu. Bu kentin sokaklarında sevdalandı. Bu kentin göğüne bakarak söyledi ilk aşk şarkılarını. Bu kentin çocuklarına öğretmenlik yaptı. Onlara bildiği en güzel şeyleri anlatmaya çalıştı. Bu kentin sıradan bir evinden dualarla askere uğurlandı. Arkasından `güle, güle git` diye bu kentin suyu döküldü. O gittiği yoldan bir daha geri dönmedi. Ölüm denen acı haberi ulaştı hemşerilerine, öğrencilerine, öğretmen arkadaşlarına. O yılların Aydın`da Kubilay adına ve Aydın halkına yakışan törenler yapılırdı. Sonra bu tutum tavsadı ve
Kubilay Aydın halkı arasında unutulmaya yüz tuttu.


Gelelim bu güne; Üç, beş yobaz, aynı zamanda esrar kullandıkları saptanmış kendini bilmezler, dinsel söylemler kullanarak bir Türk subayının kafasını bedeninden ayıracaklar, siz de bunu görmezlikten geleceksiniz. Hangi dinde olursa olsun bir insan öldürmek günahtır. Tanrının verdiği canı ancak
Tanrı alır. Hiçbir dindar bunu kabullenmez. Katilleri ve canileri de kınar.

DİNDAR İNSANA KİMSENİN SÖZ SÖYLEME HAKKI YOKTUR.


Bu ülkenin insanının `YOBAZI, DİNCİYİ,
DİNDARI` birbirinden ayırt etmesinin zamanı geldi. Dindar insana kimsenin söz söyleme hakkı yoktur. Ortaçağ özlemi çeken yobaz ile devleti din adına yönetmeye kalkan dinciyi ise eleştirmek gerekir.
Dindarların da Kubilay`a sahiplenmesi gerekir. Çünkü bir avuç yobaz, İslam dinini kullanarak hunharca bir cinayet işlemişlerdir. Sizin saf ve temiz duygularla inandığınız dininizi birkaç kendini bilmez bağnaz kendi amaçları için kullanmaya kalkışmıştır.

Dört yıl önce Kubilay`ın, Aydın
Hasanefendi Mahallesinde, Konaklı dershanesi sokağında askere gitmeden önce oturduğu evi bulduk, yetkililere bu evi restore ettirin, koruyun dedik. Bunu yapamazsanız hiç olmazsa kapısına `Devrim şehidi Kubilay bu evde oturmuştur` diye bir tabela çakılmasını önerdik. Sesimizi duyan ya da aldırış eden olmadı.

Yerel yöneticilerimizin Aydın`ı ulusal kimliği içersindeki hak ettiği yere oturtmak zorundalar. Nasıl
Adnan Menderes`e, Mahmut Esat Bozkurt`a, Yörük Ali Efe`ye sahip çıkıyorlarsa, o kadar da Asaf Gökbel`e, Mustafa Fehmi Kubilay`a, Demirci Mehmet Efe`ye, Kıllıoğlu Hüseyin efe`ye de sahip çıkmaları gerekir. Bunların hiç biri öteki değil her biri bizimdir.

Sizler bu gün sahip çıkmazsanız günün birinde mutlaka sahip çıkanlar olacaktır. Gelin bu günden bu onuru yaşayın…”

Şehit Öğretmen Kubilay’a Allahtan rahmet, ailesine ve Türk Milletine de baş sağlığı diliyorum.

20 Aralık 2009 Pazar

G Ü N C E L

ZOR SORULAR .

Hangi Kürt kardeşimiz mimar, mühendis olmak istedi de, onlar teknik üniversiteye sokulmadı?
Hangi Kürt kardeşimiz ülkenin herhangi bir yerinde mağaza, dükkan, kebapçı açtı da ona izin verilmedi?
Hangi Kürt kardeşimiz şarkı-türkü okuyup kaset çıkartıp film yaptı da onun önü kesildi? Hangi Kürt kardeşimiz Akdeniz'de, Ege'de 5 yıldızlı otel-motel yapmak istedi de ona teşvik verilmedi ?
Hangi Kürt kardeşimiz banka kurmak istedi de ona izin verilmedi?
Hangi Kürt kardeşimiz herhangi bir partiden milletvekili adayı oldu da ona seçilme imkanı tanınmadı?
Hangi Kürt kardeşimiz turizm-seyahat acentaları kurdu da ona ruhsat verilmedi?
Hangi Kürt kardeşimiz askerliği tercih etti de Ordu'da yükselmesinin önü kesildi?
Hangi Kürt kardeşimiz geçmişte senato başkanı oldu da ona itiraz eden oldu?
Hangi Kürt kardeşimizin bu ülkeye cumhurbaşkanı olmasının önü kesik?
Hangi Kürt kardeşimizin Türkiye 1. Ligi'nde futbol oynamasının önünde engel var?
Hangi Kürt kardeşimize kredi verilmedi, hangisine doktor bakmadı, hangisine mektep kapısı kapatıldı?
Hangi Kürt kardeşimize bu ülkenin İstanbul'unun, Ankara'sının, Antalya'sının, Mersin'inin, İzmir'inin kapıları kapalı?
Hangi Kürt kardeşimize yurtdışına çıkmak istediğinde pasaport verilmiyor?
Ama o Kürt kardeşlerin yaşadığı yerlerde, 25 yıldır gelene kurşun sıkıldı, gidene kurşun sıkıldı...
KİM HASMANE OLDU?
Henüz 3 aylık asker olana da mermi yağdırıldı, terhisine 2 ay kalana da kurşun yağdırıldı... Mayınlı tuzaklar ne kol bıraktı ne bacak!
Yüzlerce iş makinesine benzin dökülüp yakıldı, binalar kundaklandı, mektepler öğretmenleriyle bombalandı...
Fırsat geldiğinde tek asker de katledildi, 30 asker de kurşuna dizildi...
Yine de şehit ve gazi anneleri bağırlarına taş bastılar, kan davası gütmediler.
Türkiye'nin hiçbir köyünde kasabasında Kürt kardeşlerimize karşı hasmane bir tutum ve davranış içine girmediler.
Bütün bunlar bir açılım değilse ne?
Biriler bize bunun dışındaki açılımın ne olduğunu arı, net, duru, temiz biçimde anlatsa da bilsek! Bilelim... Çünkü Türk vatandaşı zaten bağrını, gönlünü açmamış mı bu ülkede yaşayan herkese? Daha
başka açılım ne ola ki?

-Alıntı -

18 Aralık 2009 Cuma

G Ü N C E L




















NAZIM HİKMET'in KÜRTLER HAKKINDAKİ YAZDIĞI MEKTUP

Burhan Bursalıoğlu

Gazetelere baktığımda, TV yi tıkladığımda, sokakta, kahvede, parkta, dükkanda, hamamda her yerde, insanlarımızın olduğu her yerde, aile içinde evde ve arabada konuşulan, tartışılan tek konu Kürt meselesi, Kürt açılımı, terör, olaylar ve şehitler.

30 yıl öncesine kadar kardeş kardeş yaşarken Kürt halkının yüzde 17 sine ne oldu da sonu hüsran olabilecek bir maceraya atıldılar?

Aslında, nedeni herkes tarafından bilinen, sonucunun da tahmin edilen bu maceranın teferruatına girmeyeceğim.. Size bugün bir mektup yayınlayacağım.

Sarbonne Üniversitesi, Kürt Dili Profesörü aynı zamanda. Paris Kürt Enstitüsü Başkanı da olan Kamuran Ali Bedirhan’ın tüm eserlerini, Paris Kürt Enstitüsüne bağışladığını biliyoruz. İşte o eserlerin arasından bir mektup çıktı.
Mektup, Kamuran Ali Bedirhan’ a hitaben yazılmıştı.
Yazan ise, Uluslar arası Türk Şairi Nazım Hikmet Ran
Tarih: 1961

Bakın, Nazım, Kürtler hakkında neler söylüyor.

Kökleri, yüzyılların derinliklerine dalan tarihiyle, kültürüyle Kürtlerin önemli çoğunluğu Anadolu’ nun bir parçasında yaşar. Anadolu’nun öbür parçasında yaşayan Türk Milletini Kürt milleti kardeş sayar. bütün imparatorluklar gibi, halkların zindanı olan Osmanlı İmparatorluğu'nda, Türk ve Kürt derebeylerinin, Osmanlı İmparatorluk idaresinin ağır zincirlerine vurulmuşlardır
Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra ise her iki Millet, emperyalizme karşı tek bir cephe kurup çarpışmişlardır.
Anadolu Milli Kurtuluş Hareketi yalnız Türkler için değil, Kürtler için de tarihlerinin en şerefli sayfalarından biridir. O dövüş yıllarının, -sonradan Türk idarecilerince yasak edilen- en unutulmaz türkülerinden biri “ Vurun Kürt uşağı namus günüdür” diye başlar.
Anadolu’da yaşayan Türklerle Kürtlerin arasına nifak sokmak isteyen, gerici , sömürücü, karanlık kuvvetler, emperyalizmle el ele vererek halklarımızı daha kolayca ezmek istiyorlar.
Kürt ve Türk Halklarının bahtiyarlığa, insanca yaşamaya varmak için derebeylerine, kara kuvvetlerine, şehir ve köy ağalarına, gericilere, ırkçılara, milletlerin varlıklarını ve milli haklarını inkar edenlere, halkları birbirine düşürüp sırtlarından rahatça geçinenlere, emperyalizmin uşaklarına karşı yürüttükleri yeni milli kurtuluş savaşının zaferi Kürt ve Türk halklarının elbirliğiyle kazanılır. Ancak böyle bir elbirliğiyle kardeş iki millet hürriyete, milli ve insani haklarına kavuşabilir….
Sadece Nazım Hikmet Ran, Kürtler hakkında böyle düşünmüyor. Tüm Türk Halkı da aynı duygular içindedir. Ne yazık ki Emperyalizmin kucağına düşen çok azınlıktaki maceraperestler, Türk düşmanlığı yaratmakta ve Anavatanlarına ihanet eder durumdadırlar.
Umarım kısa zamanda bu yanlışlıklarından vaz geçerler de, eskiden olduğu gibi kardeş kardeş yaşamayı sürdürürüz.

14 Aralık 2009 Pazartesi

BİLİM DÜNYASI

Bilim Adamından Şok Teori: Ölüm Yok!


ABD'li bilim adamı Robert Lanza yayınladığı bir hipotez ile ölümün aslında var olmadığını iddia etti.
Lanza'nın bilim dünyasını ikiye bölen şok iddiasını dayandırdığı nokta ise bilim ve felsefeyi buluşturuyor.Lanza, ölümün insanlar için bir yok oluş değil, sınırsız sayıda Evren içerisinde bir diğerine geçiş olarak tanımlıyor. Bu geçiş senaryolarının hiç birinde ise bugün anladığımız anlamda bir ölüm gerçekleşmiyor sadece enerji şekil değiştiriyor.Lanza, insan bedeninin zaman içerisinde işlevini yitiriyor olmasının "Ben kimim?" diye sorma becerisini gösteren yanımız ile aynı şey olmadığını iddia ediyor. Lanza'ya göre insan beyninde bulunan enerji kaynağı, bedenin ölümü ile birlikte yok olmuyor.

Doğadan enerjinin asla ölmediği veya yok edilemediği gerçeğinden yola çıkan Lanza, bu enerjinin bizi biz yapan en önemli öğe olduğunu ve bedenin ölümünden sonra varlığını sürdürdüğünü iddia ediyor.Zaman ve uzay kavramlarının aslında bizim bazı şeyleri tanımlayabilmek için uydurduğumuz kavramlar olduğunu da söyleyen Lanza, bahsettiği ölümsüzlüğün bizim anladığımız anlamdaki zaman içerisinde bir son olmadığını, bu zaman kavramı dışında var olmaya devam etmek olduğunu da söylüyor.

Daha fazlası için http://www.chip.com.tr/?ver=4506 sitesini ziyaret edebilirsiniz

11 Aralık 2009 Cuma

G Ü N C E L

Finlandiya eski Sağlık Bakanı Dr. Rauni Kilde’den domuz gribi hakkında çok cesur açıklama.

Domuz gribi aşısının bir aldatmaca olduğunu itiraf eden Dr. Kilde, “Bu aşı ile mümkün olduğunca dünya nüfusunun çoğu öldürülmek isteniyor” dedi.

Bu düşüncenin eski ABD Başkanlarından Henry Kissinger’e ait olduğunu söyleyen Dr. Kilde, 14-15 Mayıs 2009 tarihinde yapılan Bilderberg toplantısında bu kararın alındığını belirtti.

Dr. Kilde, bir televizyona yaptığı açıklamasında, “ABD, hiçbir maddi kayıp yaşamadan hatta milyarlarca dolar kazanarak dünya nüfusunu üçte iki oranında azaltmayı hedeflemektedir” diye konuştu.

Dünya Sağlık Örgütü’ne domuz gribinin ölümcül bir salgın olduğu yönünde beyanda bulunması için baskı yaptıklarını belirten Rauni Kilde, “Böylece aşıyı tercihli değil zorunlu yapmak istiyorlardı. Özellikle hamile kadınların ve çocukların ilk önce aşı ile zorunlu tutulması gelecek nesilleri hedeflediğini göstermektedir” açıklamasında bulundu.
Finlandiya hükümetinin sınıflandırmayı kabul etmediğini ve hastalığın derecesini normal hastalık olarak gösterdiğini ifade eden Kilde sözlerini şöyle sürdürdü; “Hiç kimse aşının bir yıl, beş yıl ya da 20 yıl sonra ne gibi etkilerinin olacağını bilmiyor: Mutlak kısırlık mı? Kanser mi? Ya da ölümcül herhangi bir hastalık mı?” Dr. Rauni Kilde, “Amerikan yönetimi ileride bundan dolayı doğacak herhangi bir sıkıntıdan dolayı ilaç şirketlerine bir sorumluluk yüklenmemesi için şimdiden önlemini aldı ve onları tüm sorumluluklardan muaf tuttu. Bu bile işin ciddiyetini göstermeye yeter” dedi.

9 Aralık 2009 Çarşamba

S A Ğ L I K

MSG NEDİR?...

MSG adında bir yiyecek katkı maddesi var.

MONO SODYUM GLUTAMAT

Yiyeceklere katıldığında, o yiyeceğin tadının beyin tarafından güzel

Olarak algılanmasını sağlıyor. Tatlı, tuzlu, acı fark etmiyor.

Hangi yiyeceğe katılırsa lezzetliymiş gibi geliyor. O yüzden gıda

üreticilerinin bir çoğu MSG'yi karlı olduğu için kullanıyorlar.

MSG ZARARLI MI ?

Buna okuduktan sonra siz karar verin.

Bu madde Nörotoksin. Sinir hücrelerine zarar veriyor. Merkezi sinir
sistemi tahribatı ve buna bağlı olarak ALZHEİMER, PARKİNSON, HUNTİNGTON hastalıkları, SARA (Epilepsi) Retinal dejenerasyon (Göz retina tabakası hasarı) Yağ birikimi, doyma mekanizmasında bozukluk, obezite. Büyüme hormonu baskılanması. Pankreas hasarı, insülinde artış, ve buna bağlı diyabet.

Böbrek ve karaciğerde ciddi hasarlar. Bu madde hamilelerde plasenta bariyerini geçebiliyor, anne karnındaki bebek de aynı tahribatlara maruz kalıyor.

Özellikle çocuklarımızın hatta büyüklerin de çok severek yediği

CİPS'lerde çok kullanılmakta. Hazır köfte harçları, Et suyu tabletleri, Hazır çorbalar, Dondurmalar, renkli yoğurtlar ve benzeri bir çok üründe var.

Şimdi diyeceksiniz ki, Madem bunca zararı var, neden kullanıyorlar?.

Küreselleşen dünyada, ticaret de küreselleşti. Küresel ticaret devleri insaf, merhamet gibi duygularla asla çalışmaz. Onların amacı çok kar etmek, çok daha büyümektir.

Bu mamuller, al benisi olan renklerde ve janjanlı ambalajlarda sunulur.

Televizyon, gazete ve duvar reklamlarında onlara sıkça rastlarsınız.

Sadece maddesel tadıyla değil, görsel yollar ile de beyinlerimize
kazınır adeta..

Olumsuz etkileri de cabası. bu mamulleri üretenler !....

Kendi ürettiklerini asla yemezler, içmezler. Onların gıdaları organik
ve doğaldır.

Son zamanlarda organik tarım yapan çok güçlü özel şirketler türedi,
burada itina ile yetiştirilen ürünleri semt pazarlarında göreniniz var mı?

Ben henüz rastlamadım.

Gelelim genel sağlık boyutuna;

Son 25 yıla dikkatle göz atacak olursak, çocuk yaşta diyaliz cihazına
bağlı yaşamaya mahkum edilenler, çok küçük yaşta şeker hastalığı ile tanışan çocuklar, obez çocuklar, asabi çocuklar, 9-10 yaşında buluğ çağına girenler, çeşitli nedenlerle engelli doğanlar ve bu sayının ülke nüfusunun % 12'sine çıkması ve benzerleri.

Ve sizlerinde aklınıza gelebilen yeni hastalıklar. Hastalıkları
üretenler, ilaçlarını da ihmal etmediler.

Bu da madalyonun diğer karlı yüzüdür. Karbondioksitli meşrubatlardan, sakıncalı hazır gıdalara varana kadar bir çok yerde çeşitli uyarılar yazıldı, çizildi. Durumun ciddiyetini anlayabilenimiz var mı?

Bu sorunun cevabı, tüketim miktarıdır.

Şimdiki eğitim sistemimiz endüstri, tarım, genel kültür alanında
yetersiz kaldığından, yeni nesiller tehlikenin farkında değildirler.

Emperyalist devletler, egemen olmak istedikleri toplumun eğitimli
olmasını istemezler.

Onlar için önemli olan kendi halkları ve elde edeceği yeni sömürü
kaynaklarıdır.

Her yıl eskiyen, yaşam kaynakları azalan, küresel ısınma ile kuraklık
tehlikesi yaklaşan bir dünyada, Küresel güç olan emperyalist devletlerin acımasızlığının arttığı bir dünyada,

Dengelerin ve haritaların değiştirilmek istendiği bir dünyada
yaşadığımızı asla unutmamalıyız.

Dünyanın en güzel coğrafyasında yaşadığımızı da asla unutmamalıyız.

Gelin bu güzelim yurdumuza hep beraber sahip çıkalım.

YARIN ÇOK GEÇ OLMADAN !.....

6 Aralık 2009 Pazar

K Ü L T Ü R

BİLMEMİZ GEREKENLER


1 Nisan şakasının kökeni nedir?

1564 yılında Fransa kralı IX Charles, yıl başlangıcını Ocak ayının birinci gününe aldı. Daha önce Avrupada yaygın olan yıl başlangıcı Mart 25 idi. O zamanki iletişim şartlarında IXCharles'in bu kararı fazla yayılamadı. Duyanlar ise protesto amacıyla eski adetlerine devam ettiler.1 Nisan'da partiler düzenlediler. Diğerleri ise onları Nisan aptalları olarak nitelendirdiler.1 Nisan'a bütün aptalların günü adını verdiler. Bu günde diğerlerine sürpriz hediyeler verdiler, yapılmayacak partilere davet ettiler, gerçek olmayan haberler ürettiler. Yıllar sonra Ocak ayının yılın ilk ayı olmasına alışılınca, Fransızlar 1 Nisan gününü kendi kültürlerinin parçası görerek devam ettirdiler. Oradan da bütün dünyaya yayıldı.

İnsanlar niçin içki kadehlerini tokuştururlar?

Bu konuda iki ayrı açıklama vardır.

1) İnsanların beş duyusunu tatmin amacıyla şarap kadehini sofrada çın sesiyle tokuşturmak. Şarabın rengi, görme; diliyle tat alma; burunla koklamak eliyle dokunma ve çın sesiyle işitme. Şarap bütün duyguları tatmin eder anlamını taşır.

2)Antik çağlarda bir insanın düşmanını yemeğe davet edip,ona zehirli içki sunması doğal sayılıyordu. Ev sahibi içkinin zehirsiz olduğunu kanıtlamak için kendi içkisini havaya kaldırır ve misafirin içkisinden bir yudumun kendi kadehine dökülmesini isterdi.Sonra aynı anda içkilerini içerlerdi. Misafir böyle durumda ev sahibine güvenini göstermek için kadehini ev sahibinin yukarı kaldırdığı kadehe hafifçe vurur, çın sesiyle içkiyi denemeye gerek olmadığını gösterirdi.

Çinliler yiyeceklerini niçin çubukla yerler?

Çinlilerin yemek yeme alışkanlıklarının yiyeceklerini çok küçük parçalar halinde yemelerinden çubuk kullandıkları anlaşılıyor. Çinde eskiden yalnızca zenginler masada otururlardı.Halkın çoğunluğu tabakları ellerinde yemek yerlerdi. Bir elleriyle tabaklarını tutar, ötekielleriyle çubuk kullanarak beslenirlerdi. Hızla artan nüfus yüzünden yiyecek sıkıntısı çeken Çinliler önlerindeki yiyeceği küçük parçalar halinde çoğaltarak yiyorlardı. O zamanlar ağaç sıkıntısı nedeniyle de tahta kullanımı kısıtlıydı. Masa kullanımı bu yüzden çok zordu. Çubuklar fildişinden ve kemikten yapılırdı.

Dünyanın en çok söylenen şarkısı hangisidir?

Bu şarkı"Happy birthday to you" dur. Şarkının asıl kaynağı Amerika'lı iki kız kardeşe aittir.Orijinal adı " Good Morning to All" yani " hepinize günaydın"dır. Daha sonra güftesi değiştirilerek bütün Dünya'ya yayılmıştır. Fakat telif hakkı kardeşlere aittir, onlardan sonra da Warner/chappel müzik şirketine geçmiştir. Müzik ticari amaçlı kullanıldığı zaman şirkete ödeme yapma zorunluluğu vardır.

Yapıştırıcılar nasıl yapıştırıyor?

Yapıştırıcıların sağladığı yapışma olayı aslında kimyasal bir reaksiyondan başka bir şey değildir. Günümüzde imalatçılar yapıştırıcıları sentetik malzemeler kullanarak yaparlar. Yapışma olayında benzer veya ayrı malzemeden iki madde, bir de yapışkan gerekir. Burada en önemli görev yapıştırıcıdadır.Yapıştırıcının moleküllerinin diğer iki madde molekülleri ile birleşme eğilimi gösterir bir yapıda olması gerekmektedir.

Mezara niçin çiçek konulur?

İlk olarak Mısır Firavunu Tutamkamon'nun milattan önce 1346 da öldüğünde mezarının çiçekten taçlarla kaplandığı saptanmıştır. Kuzey Avrupada ise M.Ö 2000 yıllara kadar mezara çiçek konduğu belirlenmiştir. O zamanlarda bu çiçeklerin amacı iyi ruhları çekme, kötü ruhları kovma amacıylaydı. Sonradan ise asıl amaç cesetler çürürken çıkan kokuyu kamufle etmektir. Servi ağacı da bu nedenle mazarlıklarda kullanılır. Ağacın yaprakları rüzgarı önler, kendine özgü ferah kokusu vardır. Cenaze törenlerinde siyah giyinmenin amacı da mezarlıklarda hayalletlerden sakınmak amacı taşımaktadır.

Satrançta şah niçin o kadar pasiftir?

Çünkü şah koruma altındadır. Zaten satrançta amaç şahı almaktır. O yüzden bütün taşlar onu korumakla görevlidir. Vezir ise başkumandan gibi şaha yardım eder. İleri geri, çapraz her yöne gidebilir. Batıda vezire Kraliçe adı verilmiştir. Bununla Kraliçe'nin Kralın en büyük desteği olduğunu işaret etmektir. Satranç 6. yüzyılda Hindular tarafından oynanmaya başlanmış, oradan Dünya'ya yayılmıştır.

İnsan korkunca niçin dişleri birbirine vurur?

Bir insan büyük bir tehlike veya korku verici olayla karşılaşınca vücudu otomatikman savunmaya geçer. Diğer canlılarda olduğu gibi dişler ve çene savunmanın ana mekanizmalarıdır. İşte bu nedenle, ilk insanlardan gelen kalıtımsal yapıdan dolayı önce çene ve dişler harekete geçer. Çenedeki kaslar titrer, bu da sanki dişler birbirine vuruyormuş gibi görüntü verir.

Akıl İle Zeka Arasında Fark Nedir?

Akıl, yalanla gerçeği, doğru ile yanlışı ayırabilme, bir konuda düşünce yürütebilme ve görüş bildirme yeteneğidir. İnsan olgunlaştıkça aklı gelişir. Zeka ise bir olayı önce anlama, ilişkileri kavrama, yargılama ve açıklayarak çözme yeteneğidir. Genel olarak 12 yaşına kadar gelişir, 20 yaşına kadar sürer sonra sabit kalır. Zeka bir insanın her türlü olay karşısında aynı yeteneği gösterebileceği anlamına gelmez. Bir besteci müzik yapıtını aklıyla değil zekasıyla yaratır. Fakat en basit matematik problemini çözemeyebilir. Sonuç olarak zeka, ruhsal olaylara, algı ve hafıza yeteneğine, tutkulara, eğilimlere göre farlılıklar gösterir. Akıl somut olarak ölçülemez, zeka IQ denilen testle ölçülebilir.

Dolunay insan davranışlarını etkiler mi?

İnsanlar arasında bu inanç oldukça yaygındır. Eskilerin Ay'ın dönemlerine bağladıkları boş bir inancın günümüze uzanan bir varsayımıdır. Bilim adamlarının yaptıkları bütün çalışmalar bu görüşün boş olduğunu kanıtlamıştır. Ay, dünyadaki okyanusların gel-git denilen suların alçalması ve yükselmesi olayı üzerinde doğrudan etkisi vardır. Vücudumuzdaki suyun oranı , okyanuslardaki su miktarıyla kıyaslanamaz. Yani Ay'ın çekim gücü insanı etkileseydi yalnız dolunayda değil her gün olması gerekirdi. Dolunayda ayın parlaklığı da pek önemli bir etken değildir. Çünkü gönderdiği ışık miktarı Güneş'in gönderdiğinin 600 binde biri kadardır.

Niçin gözyaşı dökeriz?

Dünya'daki canlılardan sadece insan ruhsal nedenlerle ağlar. İnsanı farklı kılan bu durum şüphesiz yaşam tarihindeki evrimin bir sonucudur. Aslında gözlerimize sürekli gözyaşı koruma amaçlı olarak salgılanmaktadır. Fakat ağlama ruhsal bir boşalmadır. Bu konuyu ilk inceleyen Darwin'dir. Daha sonra yapılan deneyler sonucu görüldü ki, soğan doğrarken akan gözyaşlarının kimyasal yapıları farklıdır. Ruhsal gözyaşları daha çok protein içermektedir. Fakat henüz bu farkın nedeni açıklanamamıştır.

Üç yaşından daha önce olanları için hatırlamıyoruz?

Bilim adamları geçmiş deneyimlerimizi saklayan hafızamızın beynimizde anı veya öykü şeklinde organize olduğunu ileri sürüyorlar. Üç yaşından küçükler bu şekilde iletişim kurma yeteneğine sahip değiller.Öykü ve anılarını anlatamıyorlar. Yer ve karakter kavramlarını anlamıyorlar. Üç yaşından küçükler düzgün konuşabildikleri, anlayış, seziş ve hafıza yeteneklerine sahip oldukları halde tüm olanları bir bütün olarak şekillendiremiyor, öyküye dönüştüremiyorlar.Hafızamız ne yaptığını ne yapıldığını 3-4 yaşlarında kaydetmeye başlıyor.

Yumurtanın niçin bir tarafı yuvarlak, diğer tarafı sivridir?

Eğerköşeli olsalardı kenarları dayanıklılık bakımından çok zayıf olurdu. En dayanıklı geometrik şekil küredir, ama bu şekildeki yumurta yuvarlanacak olursa nerede duracağı belli olmaz. Yumurta yuvarlanınca düz gitmez. İnce tarafı üstünde dairesel bir yol çizer. Başladığı yere yakın bir noktada durur. Yani düz bir yerde kaybolması olanaksızdır. Yumurta, tavuğun yumurta kanalı da küre şeklindedir. İlerlemesi sırasında arkada kalan dairesel kasların büzüşerek hem yumurtayı ileri iterler hem de bu kısmına baskı yaparak konik biçimini sağlarlar. Yumurtanın şeklinin nedeni de budur. Sürüngenlerde bu düzenek olmadığından yumurtaları küresel biçimdedir.

Develerin hörgüçlerinde ne var?

Genelde hörgüçlerinde su olduğu ve uzun yolculuklarında bu suyu kullandıkları söylenir ama doğru değildir. Develerin hörgüçlerinde 30-35 kg kadar yağ bulunur. Yiyecek bulamadıkları zaman bu enerjiyle hareketlerini sağlarlar. Ayrıca, yağ çöl sıcağına karşı koruma görevi de yapar. Develer suya az gereksinim duyarlar. Burun mukozaları insana göre 100 kat daha büyüktür. Soluk alırken havadaki nemin üçte ikisini kazanabilirler. Su kaybını da dokularından kaybederler, kandaki su etkilenmez.

4 Aralık 2009 Cuma

E Ğ İ T İ M

ÖĞRETMENİN İŞİ - 2 -


100. Teneffüslerde ve öğlen aralarında çocukların sorunlarını dinleyecek, varsa anlamadıkları ya da çözemedikleri derslerin sorularını cevaplayacak.
101. Evde yazılı okuyacak, çalışma kâğıdı, performans -proje ödevi hazırlayacak.
102. Tüm bu okul işlerinden zaman kalırsa kendine, evine varsa eşine ve çocuğuna zaman ayıracak.
103. Okul idarecilerinin yapamadığı e-okul, ilsis vb. işleri yapacak
104. Sınıfını boyamak için boyacılık yapacak.
105. Okul idaresinin velilerden toplaması gerektiği paraları toplayacak.
106. Bir çocuğun burnu kanasa çocuğun başında hastanede refakatçi olacak.
107. Gerektiğinde sınıfını temizleyecek.
108 köy okullarının sobaları yakılır.
109 tuvaletler her hafta düzenli olarak temizlenir.
110. Bozulan sandalye, masa idareciye bildirilir, o ilgilenmezse hizmetliye oda benim işim değil dedikten sonra tamiri yapılır.
111. Okul önlerinde trafik kazalarını engellemek için gönüllü trafik memuru olunur,
112. Okul önlerine gelen it, çakal ve uğursuz takımı okulun huzurunu bozmasın diye okul müdürüne bildirilir, nöbetçi öğretmen değil misin ilgilen dedikten sonra çocuklarla konuşulup uzaklaştırılır.
113. Çocuğunu azarladı diye öğretmeni tehdit eden veliden korumak üzere diğer öğretmen arkadaşla mesai çıkışında durağa kadar beraber gidilir. Bir gün yanında gitmezsin velinin öğretmene saldırdığını duyarsın hastanede ziyaretine gidersin.
114. Yukarıdaki madde başından geçen öğretmenin hiç suçu olmadığı halde ceza alabilirim korkusuyla ne öğrenciye ne de veliye hiç bir şey yapamadığını duyar sinirden isyan edersin.
115. Okulun zaten olmayan eğitim öğretim araçları için çevrede çalışma yapılır,
116. On Dokuz Mayıs, Yirmi Üç Nisan, Yirmi Dokuz Ekimlere öğrenci çalıştırırsın.
117. Bayramlara öğrenci çalıştırmak için dersten bir saat erken gelirsin MEB'nın haberi bile olmaz ama bayram günü okula gelmiyorsun diye (ne demek oluyorsa) ek dersin kesilir sinirden küplere binersin.
118. Okuma bayramı düzenlersin.
119. Okul Aile Birliği çalışmalarına katılırsın.
120. Bölge zümre öğretmenler kuruluna katılırsın.
121. Sosyal etkinlikler kuruluna katılırsın bütün özel günlerin kutlamalarında çalışırsın.
122. Okulun elektrik tesisatında sorun olduğu zaman çözüm bulur tornavidayı eline alırsın.
123. Elektrikler kesilir, veli öğrenciyi almaya gelmez çocuğu evine kadar götürürsün, anneyi evde bulamaz komşuları arar sonunda bir komşuda konken partisinde bulursun. Veli çocuğu almayı unuttuğunu söyler tımarhaneye bir adım daha yaklaştığını hissedersin.
124. Öğrenci kütüklerine bilgileri girersin, aynı bilgileri e okula, öğrenci tanıtma kartına ve ruhsal dosyalara da girdiğin için öğrencinin ev adresine kadar her şeyini ezberlemiş olursun.
125. Veli toplantıları yaparsın veliler toplantıya katılmadığı gibi akşamı gelir benim çocuğun durumu nasıl öğretmen bey der anlatırsın.
126. Okul gezileri düzenlersin, piknik düzenlersin, yılsonu partisi düzenlersin, pilav gününü ayarlarsın, sonunda kendini Ahmet San zannetmeye başlarsın.
127. Önemli günler ve haftalarda okul ses düzenini ayarlarsın. İşleri ileri götürür dizüstü bilgisayarınla müzik parçalarının çalınmasını sağlar kendini dj zannedersin. Hatta daha da ileri götürüp düğünlere ton maister olarak katılırsın.
128. Okul bahçesine fidan diker sulanmasını sağlarsın.
129. Öğrenci doğum günlerini ezberler zamanı gelince kutlarsın.
130. Okul ve sınıf duvarlarını çok dikkatli kullanırsın nitekim hazırlaman gereken pano vs.ler var olan duvar büyüklüğünden fazladır.
131. Okulun tamirat tadilat işlerini ME üstlenmediği için iş başa düşmüştür eşe dosta haber salar, firmalarla görüşüp sonunda askerler ve belediye sayesinde halledilmesini sağlarsın.
132. Çalışmayan bütün okul araç gerecinden haberdarolur nasıl çalıştırılabileceği üzerine düşünürsün.
133. Tam yastığa başını koyarsın ki bugün Meltem'in babasının öldüğü haberi aklına gelir iki gözün iki çeşme ağlarsın.
134. Bir öğretmen, bir dolap ve kırk üç öğrenci küçük bir sınıfa nasıl sığar bilmecesini çözmen için tam bir yılın vardır her türlü kombinasyonu dener sonunda çözümün olmadığını fark edersin ama yapacak bir şey yoktur.
135. Öğrencinin defterine yazdırdığın ödevi veliler de bilsin diye okul kapısına da asarsın akşam tam televizyonda eğlence seyrederken telefonda kaba bir ses "Haaa ögretmen hoca çocuğun ödevi ne ola?" sorunsalıyla karşı karşıya kalırsın bir de ona ödevi anlatırsın.
136. Çocuklara verdiğin ödevleri derste kontrol edersin.
137. Ödevini yapamayan ya da yanlış yapan öğrenciyle teneffüslerde ödev yaparsın.
138. Çocuklara en güzel hikâye kitaplarını en ucuza almak için kırtasiye kırtasiye dolaşırsın.
139. Okula gelen müfettişlere takla atar sınıfının ne kadar çalışkan olduğunu anlatmaya çalışırsın.
140. Sen teneffüste öğretmenler odasında otururken sınıfa giren veli öğrenciyi alır götürür. Her yere telefon açar sonunda ne olmuş ki cevabını alırsın.
141. Öğrencilerin dersi anlayamayacağını düşünüp ek materyaller ve çalışmalar hazırlarsın.
142. Yapamayan ve bireyselleştirilmiş eğitim programına sahip öğrenciler için farklı çalışmalar yapmaya çalışırsın.
143. Okula gelen sinemanın, tiyatronun biletlerini satar bilumum satıcıların uğrak mekânı halini alırsın.
144. Çocuklarının sınıfta çekilen fotoğrafları için veli ile satıcı arasında arabulucu görevi yapar ikisi beşe olmaz mı hocam sorusuna çare aramaya çalışırsın.
145. Karnı, başı ve bilumum organları ağrıyan öğrenciler için eve telefon açar gelip çocuğu almasını istersin.
146. Beslenme saatinde öğrencilerin beslenmelerini yapmaya yardımcı olur, sütlerini açar, meyvelerini soyar, dökülenleri temizlersin.
147. Burnu akan öğrencinin burnunu temizlersin.
148. Okula yeni gelen öğrenciyle bahçeye çıkar oyunlar oynarsın.
149. Beden eğitimi derslerinde beşinci sınıf öğrencisine koşu yarışı yaparsın. Yenilirsen yaşlandığını artık kabul etmeye başlarsın.
150. Birinci sınıf öğrencileri teneffüslerde amca şu çocuk bana "dıt dıt dıt dıt dıt." dedi der sen de ona hem nasıl söylenmesi gerektiğini, seninde bir öğretmen olduğunu anlatmaya çalışır, çocuğu rahatsız edeni bulup cezalandırırsın.
151. Öğrencilere yazılı, sunu, değerlendirme testi, konu testi, ünite değerlendirmesi hazırlamak için saatlerini harcarsın bir de bunların değerlendirilmesi vardır.
152. Deprem, yangın tatbikatı yaparsın, gerçek zannedip korkan öğrencileri sakinleştirirsin.
153. Bayramlar, önemli günler ve haftaların yapılabilmesi için okula izin dilekçesi yazar, olup bitenlerin tutanaklarını tutarsın.
154. Civcivleri doğuran, inekleri ağıldan çıkaran MEB tarafından basılıp TTKB tarafından değerlendirilen kitapların yaptığı hataları düzeltmek için raporlar hazırlar öğrenciler bunların hatalarını anlatırsın.
155. İki satır harf yazmakla sözcükleri birer kez yazmakla okuma yazma öğrenileceğini zanneden okuma yazma öğren(em)iyorum kitabıyla çocuklara okuma yazma öğretmeye çalışacaksın.
156. "tulete tittem" (tuvalete gideceğim) diyen çocuğun okuma yazma öğrenemeyeceğini daha kalemi bile tutamadığını söylediğin halde veli bu konuda ısrarlı olacak mecburen okulda tutacaksın. Ancak okuma yazma öğrenemediğinde yine sen suçlu olacaksın.
157. Kurallara uymayan bir çocuğa müdahalede bulunacaksın çocuk öğretmen beni dövdü diyecek. Soruşturmalarda derdini anlatmaya çalışmayacaksın.
158. Yurdumun daha polisinin giremediği yerlerinde askerin tek başına dolaşamayacağı dağlarında tek başına görev yapacaksın.
159. Üç yüz bin kişilik öğretmen içinde bir tanesi öğrenci dövdüğü için dayakçı öğretmenler olarak anılacaksın. Bunu kimseye anlatamayacaksın.
160. Teneffüslerde tam sohbet ortasında öğretmenler odasına gelen öğrencinin kanayan yerlerini pansuman edeceksin.
161. Okuyan öğrencilere kırmızı kurdele dağıtacaksın. Alamayanlar ağlayacak neden alamadığını anlatacaksın.
162. Yazı defteri, kitabı, resim defteri, boyaları ve bilumum malzemesi olmayan öğrenciyle ders yapmaya çalışacaksın.
163. Okulun ilk haftası okula gelen öğrencilerinden ağlayanlara kendinin sevdirmeye çalışacaksın.
164. Sınıfının daima temiz olmasını sağlayacaksın.
165. Öğrencilerin sınıfa getirebileceği malzemelerle deneyler tasarlayacaksın.
166. Malzeme getirmeyen öğrenciye farklı çalışmalar bulacaksın.
167. Sabah öğrencilerden önce okulda olup sobayı yakacaksın.
167. Sabah öğrencilerden önce okulda olup sobayı yakacaksın.
168. Karlı havalarda ayakları ıslanan ve lastik ayakkabıları içinde donma tehlikesi yaşayan öğrencilerinizin ayakkabı ve çoraplarını çıkarıp, sobanın yanında kurutup, tekrar giymelerini sağlayacaksın. (1. sınıf olunca çok daha fazla için burkularak)
169. Her teneffüs bir yerlerini inciten kanatan öğrencilerinize pansuman yapacaksın
170. Bu kadar olumsuz koşullarda işinizi en iyi şekilde yapmaya çalışırken gelen müfettişlerin duvardaki panoların neden simetrik olmadığını sorduğunda estağfurullah çekerek cevap vermek.
171. Aslında idarenin yapması gereken 4-8. sınıfa kadar öğrenci notları, aldıkları belgeler elektronik ortama aktarılacak,
172. Bir dönemde kaç kitap okuduğu e-okula yazılacak,
173. Bilgisayar kullanmasını bilmeyen müdür yardımcılarına derse girmeyip yardım edilecek,
174. Okul çıkışlarında etüt yapılacak,
175. Hafta sonu kursa girilecek,
176. Her dönemin başında ve sonunda zümre öğretmenler tarafından müfredatı değerlendirme raporu yazılacak ama bu raporlar bir tek Allahın kulu tarafından adam gibi okunmayacak, öğretmenler müfredatla ilgili aynı sıkıntıları yaşamaya devam edecek...
177. Okul sitesini yapacaksın. (Bazıları gönüllü yaptı vazifemiz olmamasına rağmen.)
178. Olmadı üstüne İl,İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü sitesini yapmaya çalış...

BİR DE BİZ ÖĞRETMENLER , "ÇOK YORULUYORUZ " DERİZ.
ŞUNCACIK İŞ YAPMAKLA HİÇ İNSAN YORULUR MU?????

S O N

30 Kasım 2009 Pazartesi

E Ğ İ T İ M

ÖĞRETMENİN İŞİ


Öğretmenlerin ne iş yaptığını bilmeyen haber sitesi editörlerine rehber....Eğitimci Bir Okurumuzun Yazısı...

BİZ ÖĞRETMENLERE NE GÜZEL İŞİNİZ VAR BOL TATİLİNİZ VAR, YATA YATA PARA KAZANIYORSUNUZ DİYENLER HAKLI. AŞAĞIDA ÖĞRETMENLERİN YAPTIKLARI İŞLERİ OKUYUNCA ÖĞRETMENLİĞİN GAYET BASİT BİR MESLEK OLDUĞUNU SİZ DE GÖRECEKSİNİZ.ŞAYET

OKUMAYA DAYANABİLİRSENİZ:

1- Toplantılara katılınacak,
2- Yıllık plan yapılacak
3- Günlük plan yapılacak
4- OGYE çalışmasına katılınacak
5-TKY çalışmalarında bulunulacak
6- Nöbet tutulacak
7- Sınıflar düzenlenip panolar hazırlanacak
8- Toplantılar hafta sonları veya ders saatleri dışında yapılacak
9- Kurumların açtığı sınavlara ucuz iş gücü olarak gidilecek,
10- Seçimlerde zorunlu olarak sandık başkanı olunacak
11- Envai çeşit tören, kutlama vb. programa katılınacak.
12- Her hafta tüm öğrenciler için ve tüm derslerde değerlendirme formları doldurulacak.
13- Kişisel dosyalar her dönem sonunda doldurulacak.
14- Öğrenci tanıma fişleri doldurulacak.
15- Portfolyo dosyalarına hiçbir çalışma getirmeyen öğrencilere çalışmalarını getirmeleri için yalvarılacak.
16- Öğretmenliği öğretmenlerden iyi bilen velilere dert anlatılacak.
17- Sosyal kulüp çalışmaları ve toplantıları yapılacak.
18- Rehberlik çalışmaları, anketleri yapılacak ve raporları tutulacak
19- Ders işlemek yerine internetteki ve kitaplardaki bilgileri bize okuyarak "bak okuyan toplumuz" imajı veren insanların zorunlu seminerlerine katılınacak.
20- Pansiyonda nöbet esnasında öğrencilerin yemek etüt, uyku, banyo, hastalık, can sıkıntısı, aileden ayrılık sendromu, koğuş ve oda düzeni durumlarına bire-bir müdahil olunacak.

21- Sınırsız sorumluluk, öğrenci takılıp düştüğünde polise ifade verilecek. Hiçbir dayanağı olmaksızın dayakçı öğretmen olmakla suçlanılacak.
22- Öğrencilere çalışma kâğıdı hazırlanacak
23- Öğrencilere yarın ne gibi etkinlikler yaptırabilirim diye düşünülecek
24- Velilerle görüşülecek
25- Teneffüslerde çocukların şikâyetleri dinlenecek
26- Panolara asılan şeyler belli aralıklarla dosyalanacak
27- Her hafta rehberlik ve sosyal etkinlikler dersi için tutanak tutulacak
28- Toplum hizmeti için zaman yaratılacak
29- 40 dk içinde yüz kere öğretmenim diyen bücürlere efendim denilecek
30- Kavga edenler ayırt edilecek, kafası gözü yarılanlara pansuman yapılacak,
31- Değerlendirme testleri hazırlanacak
32- Değerlendirme testleri evde değerlendirilecek,
33- Üstüne saldıran veliler ikna edilecek,
34- Bilgi yarışmalarına öğrenci hazırlanacak,
35- Öğrencilerin evlerine gidilip hal hatırı sorulacak,
36- Saha çalışması yapıp okula gelmeyen öğrencileri toplayacak ve okula getirecek,
37- Temizlik, spor, fotokopi, demirbaş, sabun, tuvalet kağıdı için para toplanılacak,
38- Taşımalı öğrencileri sabah servisten inerken sayıp kontrol edilecek,
39- Öğle yemeğinde listeden çağırıp sıraya koyulacak,
40- Okul çıkışı öğrenciler servislerine bindirilecek.
41- Belirli Gün ve Haftalarla ilgili program hazırlanacak,
42- Öğrencilere katılım için yalvarılacak,
43- Belirli günler ile ilgili pano hazırlanacak,
44- Panolar için yazı ve şiirler, bulunacak ya da kontrol edilecek.
45- Veliler okulda bilgilendirilip, eğitilecek
46- Kanuni hak olan sevk ve izin istenirken mahcup, hafif ve ince bir sesle rica edilecek ve sevk dersin olmadığı bir zamana denk getirilecek, hasta hasta derslere girilecek, bazı yerlerde muayene saati sevke yazdırılacak (diğer çalışanlara da mesai dışında mı sevk alın deniliyor acaba).
47- Veli toplantıları yapılacak.
48- Okul aile birliği toplantılarına katılınıp velilerin kahırları dinlenecek.
49- Her dönem ve gerektiğinde zümre toplantıları yapılıp tutanak hazırlanacak.
50- Yeni müfredat konusunda veliler bilgilendirilecek.
51- Gözlem dosyaları tutulacak
52- Etkinlik yaptırılacak(yapmayanlara bir şey yapılmayacak)

53- Sınıf başkanı, kitaplık görevlisi, temizlik başkanı seçilip görevlerini yapıp yapmadıkları günlük olarak takip edilecek.
54- Hizmetlilere ya da idareye bildirilen temizlik, tamirat ve görüşler bu kişiler tarafından dikkate alınmayacak.
55- Gelen giden evrak defteri doldurulacak
56- Laboratuar düzenlenecek, temizlenecek
57- Müdür ve müdür yardımcılarının yapmak istemedikleri görevler yapılacak
58- Çocukların elbise, saç, tırnak temizliği ile ilgilenilecek.
59- Deneyler, gözlemler, etkinlikler için hazırlık yapılacak.
60- Beslenme saatinde beslenme yaptırılacak.
61- Başarısızlığın sebebi araştırılacak.
62- Mahallede kavga edenlerin aileleri okulda dinlenecek.
63- Müdür Beye hesap verilecek.
65- Dersi boş olan, derslerine branş öğretmenleri giren (özellikle sınıf öğretmenleri) öğretmenler, ''İşlerim var şu boş sınıfa derse giriver'' diyen idarecilerin derslerine girilecek.
66- Birilerine ek ders ücreti verebilmek için açılan seminer, hizmet içi eğitim vb. şeylere gerçekten ihtiyacı olup olmadığını bilmeden, sormadan zorunlu olarak ders saatleri dışında katılmak zorunda kalınacak.
67- Sorumluluğu çok yüksek olan nöbetçilikler yapılacak.
68- Son zamanlarda artık iyice raydan çıkan eğitim sisteminde öğretmenlikten çok dadılık yapılacak.
69- Müdür ve müdür yardımcılarının imalı ve iğneli sözlerine kulak asılmayacak, duymazlıktan gelinecek.
70- Spor parası toplanacak.
71- Yakacak ve ihtiyaçlar için aidat toplanacak hatta vermeleri için yalvarılacak
72- Onur kurulu ve disiplin kurulu toplantılarına katılınacak
73- Nöbet günü ve diğer günler öğrencilerin kılık kıyafet kontrolü yapılacak
74- Nöbet defterine gelmeyen öğretmen yazılacak ve sınıf defteri imzalanacak.
75- Zaman zaman öğrenci çantalarına arama yapılacak
76- Okula getirilmesi yasak olan eşyalar için tutanak tutulacak ve bu eşyalar ailelerine teslim edilecek.
77- Aidat toplanacak hatta vermeleri için yalvarılacak
78- Nöbetlerde mıntıka temizliği yaptırılacak.
79- Ünitelendirilmiş Yıllık Plan Yapılan Açıklamalar
80- İş Günü Takvimi
81- Ünite Süre Çizelgesi
82- Yıllık Çalışma Programı
83- Haftalık Ders Programı
84- Ünite Çalışma Dosyası
85- Sınıf Ders Defteri
86- Deney defteri Raporu
87- Gezi Planı
88- Öğrenci Kişisel Robşayanı
89- Öğretmen Not Defteri
90- Kitaplık ve Defteri
91- Çevre İncelemesi
92- Tebliğler Dergisi Fihristi
93- Sınıf Demirbaş Listesi
94- Ders Dışı Etkinlik Dosyası
95- Yazılı Kağıt ve Cevapları
96- Ödev Listesi-Ödevler
97- Dershane Araçları
98- Koordinasyon Kurulu Kararı
a. Cümle Listesi
b. Metin Defteri
c. Metinler
d. Kontrol Tablosu
99- ?????????????????????

DEVAM EDECEK

25 Kasım 2009 Çarşamba

ÖĞRETMEN

“YENİ NESİLLER SİZLERİN ESERİ
OLACAKTIR!”

Türk Edebiyatının mümtaz ismi A. Hamdi Tanpınar, “Yıllarca emek verip eğittiniz bizleri/ Unutmak mümkün mü öğretmenim sizleri” sözleriyle bizlere unutulmaz abide şahsiyetlere, en mukaddes meslek olarak bildiğimiz öğretmenlere işaret ediyorlar.
İnsanı bizler, “yaratılmışların en şereflisi” Yüce Yaratıcının, “Yeryüzündeki halifesi” olarak tarif ederiz. Doğrudan insana yönelen bir hizmet kadar mükemmeli elbette düşünülemez!
Gazi Atatürk, “Muallimler! Yeni nesli, Cumhuriyetin fedakâr öğretmenleri ve eğiticileri, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti sizin maharetiniz ve fedakarlığınız derecesiyle mütenasip bulunacaktır.!”
Yarınlara nasıl bir ayna tutulacağı gerçeğini bugünkü eğitimcilerin/ öğretmenlerin fedakârlığında okuyabiliriz! O sebepledir ki, “Milleti kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden yoksun bir millet, henüz millet namını almak istidadını keşfetmemiştir.”
Elbette ki, hiçbir emek zayi olmaz… Ve hele bütün ömrünü insana, onun yetişmesine adayan öğretmenlerin kutsi emeği bir millet hayatında ilânihaye bıraktığı izlerle devam edecektir.
Batılı bir mütefekkir, “Gençken bilgi ağacını dikelim ki, yaşlandığımız zaman gölgesinde barınacak bir yerimiz olsun” der.
Hz. Ali(kv), “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” Bilginin hükümran olduğu bir ülkeyi düşünün, insanlarının da en hür, en mutlu ve en zengin olduğu bir ülkedir. Tarih, bunun misalleriyle doludur!
Bir söz vardır, “Cahilden korkunuz…” diye!
Terry diyor ki, “Bilgi cesaret verir, cehalet küstahlık”
Güzel amel ve istikametin süsleyeceği bir gelecek elbette ki, Yunusların, Mevlanaların tarifinde kendisini bulduğu aşk üzerine, yürek üzerine, Hakk’a teslimiyet üzerine, ahlak ve itaat üzerine asıl yerini bulur!
İhsan Gündoğdu bir şiirinde; “Meyvedir çocuklar bizim dallarda,/ Senin yavrun, benimde meyvemdir/ Gündoğdu erir ışık vere vere/ Bazen nehir olur bazen bir dere/ Dikeceğim ben bu bayrağı her yere/ Senin yavrun, benim vatan zaferimdir.”
Bizler, vatan bayrağını bilgiyle onun bizlere ikram edeceği marifetle dalgalandıracağız! “Bir şeyi bilmek onu anlamakla olur” Nimetin kadrini/ kıymetini ancak onu anlayanlar bilebilir. Ham yobazdan, kaba softadan, gözü ve gönlü kör olandan, kulağı sağır ve kalbi taş gibi veya ondan daha katı olandan ne merhamet beklenebilir ve nede mukaddes değerlere saygı!
12.yy’da yaşamış büyük bir dilci, edebiyatçı, kelamcı ve müfessir olan Zemahşeri şöyle der; “Karanlık geceleri ben uykusuz geçirirken, sen sabaha kadar uyuyorsun. Ondan sonra bana yetişmek istiyorsun. Ne gezer.”
İnancımız ne diyor, “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?”
Bilgiyle dirilenler ölmezler…” sözüne de burada geliniz hep birlikte şapka çıkaralım.
Bu ülke insanının iki şeyle mücadelesi olacağına da burada vurgu yapmak istiyorum, “Fakirlik ve cehalet…” Her ikisi de, bütün fenalıkların veya kötülüklerin anası olarak tarif edilir.
Bir dörtlüğümüzde, “Cehaletin taassup kokan/ Evladını gömdüğü o kuma/ Pusatlanır kelimeler/ Kalbe huzur verir okuma” Bizleri kalp huzurundan, okuma gibi edep pınarından koparacak bir çığlığa yüreklerin dayanamayacağını belirtmek isteriz.
Mana ne hazindir ki, günümüz de ilgili veya ilgisiz, seviyeli veya seviyesiz ‘dedikodu…’ olarak da telaffuz edeceğimiz münakaşalar, günümüz toplumunda sanki en etkili bir silah olarak yorumlanır. Gerçekte bu çok yanlıştır. Louis D. Brandeis şöyle der, “Her münakaşanın temelinde birisinin cahilliği yatar”
Çok defa haddi ve hududu aşanlara, ‘edep yahu’ deriz!
Eğitim ve öğretim bizlere hayat okulunun ilk basamağında, ‘edebi…’ tarif eder. Omuzlarımıza da, sevgi halesi içerisinde, ‘emanetleri korumamızı’ sürekli telkin eder.
Aile, Okul, Öğretmen ve Çevre… Bir zincirin birbirinden ayrılma kabul etmeyen halkalarıdır. O halkanın, orkestra şefi olarak da, öğretmeni gördüğümüzü söyleyebiliriz!
Montaigne, “Hedefi olmayan gemiye hiçbir rüzgâr yardım edemez!”
Ne ilkesiz, gayesiz, ülküsüz ve ne de hedefsiz bir eğitim düşünemeyiz. Bir milletin belli hedeflere kilitlenmesi demek, tarihi rüzgârları da beraberinde yakalaması anlamına gelir.
Doğulu bir mütefekkir, “Kendine hâkim olan başkalarına da hâkim olur”
Cahit Külebi, “Çemişgezek’te, Patnos’ta, Malazgirt’te doğanlar/ Malazgirt’e, Çemişgezek’e, Patnos’a gitmezseniz/ Çocuklarınız öksüz kalır, yetim kalır, köylere ışık iletmezseniz”
Aydınlık bir Türkiye, kendi iç dünyasına hakim insanların yaşadığı ve mukaddesleri etrafında halkalanmış bir ideal ülke olarak tanımlanır!
Nesrin bittiği yerde şiir sanatı başlar ya, bizlerde şiirin o efsunlu havasında eğitim ve öğretmenlik mesleğine en güzel çerçeveyi yerleştirmek istedik.
Şairimiz Ceyhun Atuf Kansu, “Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum/ Baharda Polatlı kırlarında açan/ Güz geldi mi Kop Dağına göçen/ Yürükler yaylasında, Toroslarda eğleşen,/ Muş Ovasından, Ağrı eteğinden,/ Gücenmesin bütün yurt bahçelerinden/ Çiçek getirin, örtün beni,/ Eğin türkülerinin içine gömün beni.”
Bir karıncadaki çalışma azmi, bütün çiçeklere konan bal arısının emeğinde kendisini tarif edebileceğimiz en çileli ve en arzulu bir mesleğin yüceliğinde bir Hakk aşığı misali pervane gibi dönen öğretmeni bu kutsi yolda gönlümüzce alkışlamak isteriz!
Bir şiirimizde, “Tuzak olur/ Toprak haki, tuz ak olur/ İlim, hikmet göç etti mi/ Nefis cana tuzak olur” diyorduk. Bu milleti ayakta tutan temel direklerin başında, niyet ve amel istikametinde birlikte buluşacağımız en güçlü dayanak, ‘ilim…’ geliyor!
O ilmi cem eden, okullarımıza armağan ettiğimiz bir dörtlükte ise şöyle diyorduk, “Okul olur,/ Millete ocak, okul olur/ Tüter bacası nefesinden/ İlme’l yakin O/kul olur”
Bir başka dörtlüğümüzde ise, “Oku,/ “ikra” ilk emir oku/ Kelimeler ışıl ışıl/ İlmin sadaktaki oku”
Elbette ki, Haksızlığa hak ister… Sızlayan vicdan hak ister… Işığıyla titrer mum, Aydınlıktan hak ister… Aydınlık Türkiye’nin en fedakar, en çilekeş kadroları olarak tarif edeceğimiz öğretmenler, 24 Kasım Gününüzü bir daha kalbi duygularla kutlarız.

-Alıntı-

19 Kasım 2009 Perşembe

ATATÜRK SERİSİ - 12 -








ZÜBEYDE HANIMIN AKRABALARI İÇİN YAPTIĞI SENET


Burhan BURSALIOĞLU

Mustafa Kemal Atatürk’ün Annesi Zübeyde Hanım, Kurtuluş Savaşı döneminde, 28 Ekim.1921 tarihinde, yaşamayan akrabalarının ruhları için, her Kadir gecesinde dua edilmesini arzulayarak, Darüşşafaka Cemiyetiyle anlaşma yapmıştır.
Eski yazı ile hazırlanan, zamanın parasıyla 20 bin kuruşluk bağış senedi Türkçeleştirilmiş hali ile aşağıdadır.

“ Hicri 1340 senesi, Rebiülevvel ayının 27. Pazartesi gününe rastlayan, Rumi 1337 yılı Ekim ayının 28. günü Darüşşafaka’da, Ankara Hükümeti Büyük Millet Meclisi Reisi ve Anadolu Kuva-yı Milliye Başkumandanı Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin valideleri Zübeyde ve halaları Emine Hanımlar ile Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye (İslami Eğitim Cemiyeti ) Müdürü Cemil, Darüşşafaka Müdürü Ali Kami ve Dişişleri Bakanlığı Selanik Konsolosluğu memurlarından Cemal Beyler hazır bulundular.
Zübeyde Hanımefendi, her sene, Ramazan ayının Kadir gecesinde , Darüşşafaka öğrencileri tarafından Kur’anın hatmedilmesiyle sevapları önce Peygamber Efendimiz Hazretlerinin mübarek ruhlarına, daha sonra Peygamberimizin Ehlibeyt’ine, enbiyalara, ilk dört Halifeye, Evliyalara, bütün muminlere, şehitlerin temiz ruhlarına ve Zübeyde Hanımefendi’nin pederleri Feyzullah Efendi, valideleri Ayşe Hanım, ilk eşi Ali, sonraki eşi Ragıp ve kardeşi Hüseyin Efendiler ile, teyzeleri Fatma, büyük valideleri Emetullah, anneanneleri Emine, Kayınvalideleri Ayşe, Görümceleri Hatice, kızları İsmet ve Naciye, manevi kızları Rabia Hanımlar ile küçük oğulları Ömer ve Ahmed’in ruhlarına gönderilmesi şartıyla, Allah için, sevabına 20 bin kuruşu, İslami Eğitim Cemiyeti tarafından işletilmesi şartıyla teberru ettiler.
Elde edilecek gelirden, yılda bir defa öğrencilere mevsim meyveleri dağıtılacak ve bağışın gerekleri, Darüşşafaka’da müdürlük yapacak olan kişiler tarafından yerine getirilecektir.
Söz konusu bağış makbuzu mukabilinde teslim edilmiş, Darüşşafaka Müdürü Ali Kami Bey bağışın şartlarını kabul etmiş, durum İslami Eğitim Cemiyeti ile Darüşşafaka’nın defterlerine aynen kaydedilmiş ve Zübeyde Hanımefendi Hazretlerine de bu belge verilmiştir. 28 Ekim 1921


Darüşşafaka Müdürü Ali Kami.
Mustafa Kemal Paşa’nın Validesi Zübeyde.
Şahitler: Dişişleri Bakanlığı Selanik Konsolosluğu memurlarından Cemal.
İslami Eğitim Cemiyet’i Müdürü Cemil.
Özel deftere kaydolması, diğer senetlerle ve mahkeme kararları ile beraber kasada saklanması için muhasebeye. 21 Aralık.1921

Bu senette de ifade edildiği gibi, Atatürk’ün o tarihlerde hayatta olmayan bir manevi kız kardeşi ile, çocukken ölen 2 kız kardeşi ve 2 de erkek kardeşi daha varmış. Bu arada kardeşi Makbule Atadan sağ olduğu için senette yer almamıştır.


Bu senet karşısında, Zübeyde Hanım için çirkin iftiralar atanların yüzleri kızarmayacak mıdır? Yaptıkları ayıptan utanmayacaklar mıdır?



15 Kasım 2009 Pazar

B İ L G İ

SEVGİLİ GENÇLER


Gelenek haline getirmeye çalıştığımız Emirgan İlkokulu Mezunları toplantısını bu yıl, 22 Kasım Pazar günü, saat: 12 de, Baltalimanı, OBA RESTORAN da yapılacaktır.
Toplantıyı ilginç hale getirmek amacıyla yemekli yapılması düşünüldü. Fazla aşırıya kaçmadan, menüde, Çorba, mevsim salatası, ana yemek ( Piliç sarma ) tatlı, meşrubat, sınırsız olarak da, suı, çay, neskafe, filtreli kahve bulunmakta olup, kişi başı, 20+ KDV liradır.
Emirgan İlkokulu Mezunlarının ve Öğretmenlerinin toplantılarının devamlı olmasının sağlanması isteniyorsa, ciddi olarak ele alınması gerekmektedir.
Emirgan havasını teneffüs etmiş, çayını, suyunu içmiş, Emirgan İlk okulunun, üstün bilgi, dağarcığına sahip öğretmenlerinden feyz almış, çevresine örnek teşkil etmiş, herkesin taktirini kazanmış mezunlarımızın üzerlerine düşen sorumluluğun bilincinde olduklarını ve davaya sahip çıkacaklarını umuyor, 22 Kasım’da OBA da görüşmek umuduyla gözlerinizden öperim.

NOT: Müessesenin hazoırlık yapabilmesi için, sayıyı tespit amacıyla, kaç kişi ile geleceğinizi, lütfen, tüm iletişim araçlarını kullanarak, adreslerime not düşmenizi rica ediyorum.

Burhan Bursalıoğlu

www.burhansev.com
burhansev@gmail.com
burhanbursalioglu@yahoo.com.tr
bubu@doru.net.tr
Facebook: Burhan Bursalıoğlu Can
Tel: 0532 685 80 56
0534 899 62 62
0212 262 31 64

11 Kasım 2009 Çarşamba

ATATÜRK SERİSİ - 11



Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fikirlerini inkâr edenler ve beni yerenler çıkabilir. Hatta bunlar, benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir. Fakat, ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidirler ki bu fikirler, Hint'ten, Mısır'dan döner dolaşır gene gelir, verimli neticeleri kalpleri doldurur.


GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK.

10 Kasım 2009 Salı

ATATÜRK SERİSİ - 10


10 KASIM ‘ LAR
Burhan BURSALIOĞLU


10 Kasım, Ulu önder Atatürk’ümüzün aramızdan ayrılışının 71. yıl dönümü.
Her yıl merasimler yapılır. Bayraklar iner, sirenler çalar, saygı duruşu yapılır, konuşmacılar, yaptıklarını, yapacaklarını anlatırlar, toz pembe bir Türkiye’de yaşadıklarımızı söylerler. Ziyaret defterlerine, “muasır medeniyet seviyesine çıktığımızı “yazarlar. Yazarlar ve söylerler de hiç bir zaman gerçekleri ve etrafımızı saran dış , ve içimizdeki tehlikelerden söz etmezler.
Atatürk’ün bize emanet ettiği, binlerce şehidimizin kanlarıyla sınırları çizilmiş Vatanımızın kimler tarafından tehdit edildiğini, kimler tarafından yok edilmeye çalışıldığını, Demokratik, laik, sosyal bir hukuk Devleti olan Cumhuriyetin bu özelliklerini tersine çevirmeye çalışanları söylemezler. Çünkü, o mihraklardan korkuyoruz. Onlara karşı gelecek cesaretimiz yok.İçe dönmüşüz. İçimizdeki bölücülerle, kem düşünenlerle, Atatürk Türkiye’sini yok etmeye çalışanlarla uğraşıyoruz.
Nerden nereye nasıl, hangi badirelerden geçtik ve geçiyoruz? Şöyle bir gerilere doğru gidelim.

Atatürk 1938 de öldü. 1939 da 2. Dünya savaşı çıktı. 6 yıl sürdü. Biz Atatürk’ün “ Yurtta sulh, Cihanda sulh “özlü sözüne sadık kalarak savaşa katılmadık, tarafsız kaldık. Ama bizi saflarına çekmek isteyen, çeşitli imkanlar bağışlama sözü vererek beynimize giren taraflara boyun eğmedik. Aksi olsaydı, 1920 lerde başaramadıklarını 1946 da başaracaklardı. Türkiye Cumhuriyeti’ni, mirası bölüşür gibi bölüşeceklerdi.

Savaş bitti 1950 lere gelindi. Birleşmiş milletler ve Nato örgütleri kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin iktidarı değişmiş, Yeni yöneticiler, bu örgütlere Türkiye’yi sokarak, bir yerde bağımlı duruma düştük. 1951 de ABD saldırgan ve işgalci alışkanlığı nedeniyle, Kuzey Kore’nin Güney Kore ile olan anlaşmazlığı nedenini bahane ederek, Güney Kore’nin yanında Kuzey Kore’ye saldırdı. ABD yanına Nato askeri birliklerini de çağırdı. Bizde , mecburen birlik gönderdik ve 3-4 sene süren bu savaşta, binlerce şehidi Kore’de bıraktık.

1950-1960 yılları arasında ,iktidarda bulunanlar, dış güçlerin oyununa gelerek içte bölücülük başladı. Kargaşa çıkarıldı. 6-7 Eylül olayları oldu. Halkı ikiye bölme oyunları oluşturuldu. Üniversite öğrencileri ile polis, halk ile asker karşı karşıya getirildi. Bütün bunlar dış güçlerin Türkiye’yi yok etme planlarıydı. Ama Ordumuz tehlikeyi sezince, 27 Mayıs 1960 da idareyi ele aldı. Böylece, olası bir iç savaş ve oyuna son verdi.

Askeri idareden sonra oluşan sivil hükümetler, boş durmayan , yeni, yeni planlar peşinde koşan Avrupa’lıların oyunlarına gelerek, her isteklerine boyun eğmeye başladılar. AB yaygarasına tav olarak, her istenilen yerine getirildi. Antlaşmalar yapıldı, imzalar atıldı. Bilindiği gibi, AB nin koyduğu kriterler nedeniyle birçok yasalarımız değişti, gelenek ve göreneklerimizden tavizler vermeye başladık. Tekliflerini harfiyen yerine getirdikçe azdılar ve o kadar ileri gidildi ki, Türk Ulusunun biricik Atasının , resmi dairelerde ve okullardaki resimlerinin kaldırılması, ve yine, Atatürk’ün, “ Ne mutlu Türküm diyene “ sözünün bölücülüğü ifade ettiğini, bunu okullarda söyletilmemesi gerektiğini, ordu gücünün azaltılmasını istediler. Bunlar yetmiyormuş gibi, bölücü odakları, bu sefer, bizi içten yıkmak amacıyla, Türk ve Kürt uluslarını karşı karşıya getirmeyi planlayarak, Kürtleri kışkırtıp silahlandırdı ve 30 seneyi aşkın bir süredir iç savaşı körükleyerek her iki taraftan binlerce zayiat verilmesine neden oldular ve olmaya da devam ediyorlar.
Avrupa’ lıların, 1920 ler deki mağlubiyetlerinin intikamını sürdürme planlarını, ne yazık ki bizim yöneticilerimiz anlamıyor ve ya anlamak istemedikleri sürece, bu gerilla iç savaşın daha ne kadar süreceği bilinmemektedir.

Tabii bu işin uzaması ABD ve AB ni de sabırsız ettiği için , şimdi de bir “Açılım “ çıkardılar, ve bunun sonunda Türkiye’yi iki ye bölme umutları başladı.

Şunu açıkça söyleyeyim. Sokaktaki vatandaş dış odakların bu oyunlarını anlıyor, ama maalesef iktidardaki yöneticiler uyumaktalar. Zaman içinde sağ, sol, ilerici, gerici, dinci, laik, Atatürkçü , yobaz, komünist, kapitalist, Ermeni, soykırım ve şimdi de Kürt, Türk gibi bölücülük kavramlarıyla halkımızı bölmeye çalışıyorlar. Ülkemiz bu kavramlar nedeniyle çok zarar gördü. Ama yıkamadılar. Dimdik ayaktayız Onlar vazgeçecekler mı? Hayır kim bilir amaçlarına ulaşmak için daha neler yapacaklardır.?

Atatürk temelleri sağlam o kadar güçlü bir devlet kurdu ki, bütün dünya birleşip yıkmaya çalıştığı halde yıkılmıyoruz, tıkılmayacağız da.
Tüm dileğim, içerde, Atamızın ifadesiyle “iktidara sahip olanlar, gaflet, delalet ve hatta hiyanet içinde “ olmazlar.

Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm kurumlarıyla, Atatürk ilke ve inkilaplarının korunması, yaşatılması ve muasır medeniyetler seviyesine çıkartılması, bunları yaparken de asla boyun eğmemesi, Türk gençlerinin görevidir. Bu görevi de, hayatı pahasına yapacağı umudunu asla kaybetmedim.

Sevgili Ata’mız rahat uyusun.

Cumhuriyet’i emanet ettiği Türk Gençliği, O’ nu asla mahçup etmiyecektir..

,

2 Kasım 2009 Pazartesi

GÜNCEL









Konu: Mezarına bir tas suyu Dökenin de, anasını, avradını…(alıntı)

Bu memleket için göğüslerini siper eden gazilere, 65 yaş üstü maaş alan yaşlılara, ve şehit eşlerinin aldığı maaşlara zam yapıldı.
Yapılan son zamlarla birlikte 65 yaş maaşına 2, Şehit Ailelerine 6, gazi maaşlarına ise sadece 8 lira zam geldi.

Gaziler ile vatani hizmet tertibinden aylık alanlar ve muhtaç, güçsüz ve kimsesiz vatandaşlara ödenen 65 yaş aylığında maaş göstergeleri yeni yılda da değişmeyecek. Buna göre, gaziler, vatani hizmet tertibi ve 65 yaş aylığı alanların maaşları, maaş katsayılarına paralel 1 Ocak'ta yüzde 2,5 oranında artacak.

Aşağıda Hükümetin çoook büyük ve yüksek olarak ödediği maaş listesi görülmektedir...

MAAŞ GRUPLARI MEVCUT MAAŞ OCAK 2010 MAAŞI
Gaziler 327,8 TL 336,0 TL
Dul eşleri 245,9 TL 252,0 TL
Vatani hizmet-tertibi kendileri 327,8 TL 336,0 TL
Vatani hizmet-dul eşler 262,3 TL 268,8 TL
Vatani hizmet-diğer yakınlar 182,4 TL 187,0 TL
65 yaş aylığı alanlar 90,3 TL 92,6 TL

Bu çerçevede, İstiklal Savaşı, Kore ve Kıbrıs Gazilerinin halen 327,8 lira olan aylık maaşı, 1 Ocak'ta 336 liraya çıkacak. Vatan için şehit olan Mehmetçiklerin dul eşlerine de yeni yılda 252 lira aylık ödenecek.

Vergi iadesi yerine getirilen ek ödeme ile birlikte gazi maaşı 352,8 liraya, dul eşin maaşı ise 264,6 liraya yükselecek.

Eveeeet…. Şimdi gelelim bu zamları uygun gören milletin vekilleri olması gerekir iken kendilerinin vekilleri olan ve milletin menfaatlerini ön plana almaları lazım ilen kendi şahsı ve çıkarlarını ön plana alan vekillerin maaş durumuna bir göz atalım.(Aşağıdaki maaşlar bugünün para birimi üzerindendir.)

2002 seçimlerinden önce milletvekillerinin maaşları 2.250.-TL idi. Seçimlerden sonra bir hokus fokus, maaşlar birden bire 4.600.-TL oluverdi.(Yani bir gece de).

Peki bu bir gecelik artış memurlara yansıdı mı? Yansıdı. Ne kadar yansıdı? 550.-TL olan maaşlar 613.-TL’ye yükseldi.

Gelelim günümüze;
Önce memur maaşlarına göz atalım isterseniz. 2009 yılı memur maaşları ortalama olarak 1.118.-TL’dir.

Peki, milletin menfaatlerini ön plana almaları gereken vekillerin 2009 yılı maaşları ne kadar biliyor musunuz? Özlük hakları hariç 9.895.-TL…

Aldıkları maaşın bu kadar olduğunu sanıyorsanız yanıldınız. Yasa gereği 3,5 yılı milletvekili olarak tamamlayan her milletvekili emekli sayılmaktadır.(Bizler emekli olmak için 65 yaşına kadar çalışalım..)
M
illetin menfaatlerini ön plana almaları lazım ilen kendi şahsı ve çıkarlarını ön plana alarak 3,5 yılını dolduran her milletvekili her ay 4.656.-TL emekli maaşı almaktadır.

Benim işçi ve memurum 65 yaşına kadar 30- 40 yıl çalışacak ve emekli olacak, her ay emekli maaşı olarak 600-700 .-TL alacak…..(İçinizden hükümete ettiğiniz dualara..!! aynen katılıyorum.)

Neyse konumuza dönelim.

Milletin diyemiyorum kendilerinin vekilleri olan bu vekiller her ay 9.895.-TL + 4.656.-TL olmak üzere toplam http://www.facebook.com/l/9b901;14.531.-TL maaş almaktadırlar. (Normal maaşlarındaki özlük hakları hariç)..

Evet, ne diyorduk;
" Bu memleket için göğüslerini siper eden gazilere, 65 yaş üstü maaş alan yaşlılara, ve şehit eşlerinin aldığı maaşlara zam yapıldı.

Yapılan son zamlarla birlikte 65 yaş maaşına 2, Şehit Ailelerine 6, gazi maaşlarına ise sadece 8 lira zam geldi……"

Bu yazıyı yazarken Rahmetli Cem Karaca’dan bir şarkı dinliyordum…
“Münkir münafığın soyu,
Yıktı harap etti köyü,
Mezarına bir tas suyu,
Dökenin de, anasını, avradını……”

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...