10 Temmuz 2010 Cumartesi

BODRUM'DA GEZİ

BİR SANAT  KÖYÜ
Burhan Bursalıoğlu


Geçen hafta Uyku vadisine gittiğimiz , Ahmet Karslı, Ahmet Sarı,  eş  ve ekleri,  eşim, kızım torunum la birlikte,  dün ,  Cuma günü , saat 14 de buluşarak , Yaka köyüne uzandık.

Ortakent –Yalıkavak yolunu takip ettik. Yaka  köyü  sapağından daha ileri giderek, asırlık çınar ağacının gölgelediği, yıllardır aynı işi yapan  gözlemeciye uğradık. Siparişlerimizi verdik.
 Karşı masada ,gözlemelerini bitirmiş, kalkmakta olan  , İstanbul’un eski valilerinden   Sayın Nevzat Ayaz ve  eşi ile  kızları olduğunu tahmin ettiğim aile  gözümüze ilişti. İstanbul’da, Emirgan İlkoklulu Müdürlüğü yaptığım yıllarda Vali olan Sayın Ayaz’ın , arabaya bilerken yanına gidip, kendimi tanıttım. Sağlığını sordum.  Kendisini dinç ve sağlıklı gördüm. Hafızası da güçlüydü. Emirgan’da  çalışırken, okulum 2. derecede tarihi eser statüsünde idi. Çok yıpranmıştı. Yenilenmesi gerekiyordu. Çok uğraştan sonra dış duvarlar kalarak içini tamamen değiştirmiştik. Sayın Ayaz bu olayı hatırladı. 2 ay  Bodrum’da dinleneceğini söyledi. Fazla meşgul etmeden, iyi  tatiller diledim.

Gözlemeci bayanın getirdiği gözlemelerimizi yedikten sonra, işletmeci bayanın, sabahları  köy kahvaltılarının , öğleleri ev yemeklerinin olduğunu  hatırlatarak, oradan ayrıldık.
Yaka köyü, ana caddeden bir kilometre kadar içerde.
Bizim amacımız köyün içine girmek değildi.. Aslında bir sanat galerisi, sanat köyü haline getirilmiş olan  yeri görmekti. DİBEKLİ HAN.

Gülay ve Cenap  Tezer çiftinin,  Bodrum’un  tabii doğasını acımasızca  betonlaştıran, sosyal yaşantısını yozlaştıran, kişisel çıkarlar uğruna, yeşili yok eden, değişime karşı isyan bayrağını açan, başkaldıran girişimin sembolü haline getirilen Kültür ve Sanat Köyü Dibekli han’ı oluşturmuşlardır.

Dibekli han a vardığımızda, tümü taşlarla örülmüş tesisle karşılaştık. Kimi büyük, kimi geniş odalar, sergi salonları, meydanlarda,  Anadolu’nun değişik yerlerinden getirilmiş el yapımı eserler, her kapının üzerinde, birbirinden güzel renkli motifler.
Her galeri , meydan ve sokaklara da , sanatçıların adı verilmiş.
Saat 16 dolaylarında olduğu için , 13-17 saatleri  arası kapalı olan sergi ve satış içerikli  mağazaları açarak görmemizi sağladılar.
Değerleri çok yüksek olduğunu tahmin ettiğimiz  Anadolu’dan toplanan   eserlerin sergilendiği  müzenin dışında, yine antika  ve çoğu el emeği, göz nuru  harcanarak yapılan  eserlerin satışa sunulduğu  galeriler var.
Yöresel,Ege ve Anadolu mutfağı damak tadını tattıran, Salı Çarşamba ve Perşembe günleri, öğle ve akşam içkili , Cuma,Cumartesi ve Pazar günleri de sabah kahvaltısı ve  içkili akşam servislerinin yapıldığı, haftada bir günü de Türk Sanat Müziği ile canlı müzik yapan  Dibek Sofrası restoranı, pastasından, simitine, kolasından-çayına, kahvesinden  sütüne kadar her tür meşrubatı ve yiyeceği olan , bakımlı, tertemiz kahvehanesi.

İnanın, sayın Tezer çiftinin tüm  imkanlarını  seferber edip, oluşturdukları bu  sanat mabedini  yaparken, bir gelir elde etmeyi asla düşünmediklerini zannediyorum.  Kendilerinin de ifade ettikleri gibi, “Anadolu’da kaybolmakta olan el santları ve yaşantılar “ sloganıyla, “Anadolu’nun 12 000 yıllık  geçmişinin unutulmaması” amaçlanıyordu.

Öteden beri halkın özünden çıkmış, onun alın teri , beyin gücü, el emeği, göz nuru  ve beden  yorgunluğu sonucu oluşan  sanatsal eserlerimizin, teknolojinin, makinenin, hakim olduğu  ortamda, büyüteçle, aranılarak, sanat ve sanatçıların, yaşamlarını sürdürme , onları halkımıza tanıtma, ve eser sahiplerine ekonomik katkı sağlamak, Dibekli hanın  amaçlarının başında gelmektedir.

Dibekli han Kültür ve Sanat Köyü’ nde  bütün yıl etkinlikler olmakta. 1 Ocak’ta başlayıp yıl sonuna kadar  süren   program oldukça yüklü. Hatta şimdiden dahi 2011 yılının programının da  iskeleti yapılmış durumdadır.
Bugün, akşam saat 18 de Fikret Otyam’ın  resim sergisi ve imzalama etkinlikleriyle  başlayacak olan  Temmuz  programı şöyle.

10-22 TEMMUZ  2010:

Orhan Kemal Meydanı          :   Resim sergisi        SEMA YELKENCİOĞLU
Nedim Günsur Sokağı           :    Suluboya resim.   GÜLAY YÜKSEL
Yıldız Kenter Sanat Galerisi :    Resiv ve dokuma  FİKRET-FİLİZ OTYAM
Erdinç Bakla Sanat Galerisi  :    Fotoğraf                FİKRET OTYAM
Orhan Veli Sanat Galerisi.    :    Takı                       NÜKHET ANADOL
24     
25    TEMMUZ – 5 AĞUSTOS  2010   

Orhan Kemal Meydanı         :      Seramik-Heykel      ERDİNÇ BAKLA
Nedim Günsur Sokağı           :      Resim                     YASEMİN DOĞAN
Yıldız Kenter Sanat Galerisi :       Kırkpare                GELENEKSEL      
Erdinç Bakla Sanat galerisi   :       Seramik – Heykel  ERDİNÇ BAKLA
Orhan Veli Sanat galerisi      :       Resim- Heykel       SELİN AKTAN

Bodrum’a yolu düşüm , bu sanat harikası yeri görmeden gidenler çok şeyler  kaybetmiş olurlar.
İlgilenen ve programları takip etmek isteyenler için bu sanat köyünün internet  adresini aşağıda bulabilirler.
Halkımıza, kaybolmakta olan,  geçmişimizin sanatını  yansıtmaya çalışan, başta kurucu Gülay – Cenap Tezer çifti olmak üzere, Uluç Tezer, ve  sanat köyünde, amatörce hizmet gören sayın görevlileri kutluyorum. Yaptıkları hizmetin, bir gün değerlendirileceğini ve  kendilerinin isim vererek ölümsüzleştirdikleri sanatçılar gibi, ölümsüzleştirilileceklerine hiç kuşkum yok.

GSM  : 0532 527 76 49
www.dibeklihan.com

7 Temmuz 2010 Çarşamba

YAKIN TARİHİMİZ

27 MAYIS  1960

Burhan Bursalıoğlu

Bir çok az gelişmiş ülkelerde, sık,sık askeri darbeler olur. Adamın gözü, kaşı hoşuna gitmezse, elindeki kuvvetle iktidarı alaşağı eder, onu da bir başkası beğenmezse yönetimi ele geçirir. Özellikle, Latin Amerika’da ve Afrika’da bu keyfi darbeler çok görülmektedir.
Bazen, bu askeri darbeleri meşru görmek lazım. Keyfi ve kısa ömürlü darbelerin yanında uzun ömürlü darbeler de vardır. Bizde 1960 da yapılan darbe , meşru, ama kısa ömürlüdür. Uzun ömürlülere örnek Libya’yı, Kaddafi’nin yaptığı darbeyi gösterebiliriz.
Bizde ilk darbe 1960 ın 27 Mayıs’ında yapıldı. Talat Aydemir’in iki de teşebbüsü var. 1970 muhtirası ve 1980 darbesi birbirlerini takip etti.

Bu yazımda 27 Mayıs 1960 darbesine nasıl gelindiğini kısaca ele alacağım.

Yukarıda da söylediğim gibi, bazı darbeler meşrudur. Yapılmasında yarar vardır. 1960 darbesi de bana göre gerekli bir darbe idi.

NEDEN?

İkinci Dünya savaşı bitmiş, Türkiye Cumhuriyeti rahatlamıştı. Artık, demokrasinin olmaz olmazı olan çok partili rejime geçebilirdik. Nitekim, 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü: yeni partiler kurma iznini verdi. CHP den kopan bazı üst düzey yöneticiler Demokrat Parti sini kurdular.
1946 seçimlerinde az bir farkla seçimi kaybeden DP. 1950 seçimlerinde ezici çoğunlukla iktidara geldi. CHP ve İsmet İnönü’ün iktidarına son verdi.
Partinin kurucuları ve üst düzey yöneticileri olan Celal Bayar Cumhurbaşkanı, Adnan Menderes Başbakan, Fatin Rüştü Zorlu Maliye bakanı Fuat Köprülü Dış İşleri Bakanı oldu   Bunlar , aslında CHP sinden gelen ve Atatürk’ün de yardımcılığını yapmış sevilen insanlardı.
Atatürk döneminde, Celal Bayar, bir delikanlıya "Ataürk'ü sevmek bir ibadettir" sözü hala söylenmektedir.

DP ilk dört sene ülkeyi iyi idare ettiler. Bunun mükafatı olarak da, 1954 seçimlerinde de büyük başarı gösterip, ezici çoğunluk kazandılar
.

1954 seçimlerinden sonra iktidarı elinde bulunduran DP yöneticileri, başta Başbakan Adnan Menderes, demokratik yönetimden uzaklaşarak, baskı rejimi uygulamaya başladı. Nitekim, şaibeli 1957 seçimlerinde az bir çoğunlukla , iktidarı elinde tutmaya çalıştı.
Ekonomi bozulmaya başladı. 1957 de memurlara yaptığı yüzde yüz zam, hala devam eden enflasyonun başlangıcı oldu.. Zamma kadar aldığım 141 lira maaşım, ay sonuna kadar, sıkıntıya düşmeden rahat yeterken, zamdan sonra aldığım 300 lira ile ayın 20 sini zor getirmeye başladım. Yaşamımda hiçbir değişiklik yapmadan.
Hayat zorlaşmaya başlamıştı… Her şeyin fiatı 3-4 misli artmıştı. Meteliğe kurşun atan bazı yandaş kişiler zengin oldu. Başbakan Adnan Menderesin Her mahallede bir milyoner yaratacağım “ sözü üzerine rüşvet, irtikap, dolandırıcılık arttı. Yandaşlar ve fırsatçılar kısa zamanda milyoner oldular. Yatırımlar azaldı, dışa bağımlılık arttı. Marşhal yardımı adı altında ilkokul öğrencilerine, süt, süt tozu, kuru üzüm verilmeye başlandı. Bu uygulamalardan da nasibini alan aldı.
Bozulan ekonomi memleketin kötü gidişinin tek sebebi değildi. Başta rejim olmak üzere, idareye ve kurumlara olan saygınlık azalmaya başladı. Halk ikiye bölündü. Türkiye radyoları, gece,gündüz, 24 saat devamlı, iktidarın yarattığı “Vatan Cephesi” ne, sözde üye olanların isimlerini okumaya başladı. Öyle ki, ölenlerin adlarının da okunması, sulandırılmışlığın başlıca örneği idi.
Hukuk yok edilmeye, kurumlar küçük düşürülmeye başlandı. Cumhuriyetimizin bekçisi olan silahlı kuvvetlerimiz aşağılanıyor, bizzat Menderes orduyu ben yedek subaylarla idare ederim “ diyecek kadar ileri gitmiştir.

Üniversiteler ayaklanarak, öğrencilerin, uygulamalara karşı, yürüyüş, paneller ve mitingler düzenlemeleri gün geçtikçe çoğaldı. Üniversite profosörlerine “Kara cübbeliler “ diyen Adnan Menderes, İsmet İnönü’nün, Uşak ‘ da taşlanması, Kayseri’de yolu kesilerek uğradığı saldırı ve Topkapı’da uğradığı linç girişimine karşı dahi seyirci kalmıştır.. Aleyhteki tüm olayların gazetelerde yayınlanması yasaklandı. Çeşitli şekillerde Anayasa ihlali yapılıyordu.
Muhalefeti ortadan kaldırmak, tepki gösteren kurumları cezalandırmak için “Tahkikat komisyonları “ kurduruldu. Devrimlerden taviz verilmeye başlandı. Halk, ne kadar çok milyoner yetişiyorsa da, aksine, gittikçe yoksullaşmaya,  yoksullaştıkca da tutucu bir hal almaya başladı. İyileşmeyi, Din de aramaya başladı.
Üniversite gençlerinden ölenler olmaya başladı. Ülkenin her yöresinde, hükümetin davranışlarına karşı tepki toplantıları, nümayişler, mitingler çoğalınca, sıkı yönetim getirildi. Askere de “ Sokak gösterisi yapanlara ateş edin “ diyerek çok tehlikeli talimatlar verildi. 2-3 kişi bir araya gelmeyecek Büst ve heykellere çelenk, çiçek konmayacak,gece sokağa çıkılmayacak, her konuda askere müracaat edilecek. Bunu gibi bir sürü talimat.

Bu arada,babamın bizzat yaşadığı olayı anlatmadan geçemeyeceğim.
1960 yılında babam İstanbul’da, karakol komiseri olarak görev yapıyordu. Sıkı yönetim ilan edilmiş, asker ,polis asayışı birlikte sağlıyorlar. Bu sebepten ötürü, babamın emrine bir cemse ve 20 silahlı asker vermişlerdi. Güzergah olarak da Taksim ve Dolmabahçe arası,Gümüşsuyu tayin edilmişti.. Babam her akşam eve geldiği zaman , o gün olaysız sona erdiği için huzurlu oluyor ve ohhh çekiyordu. Ta ki 19 Mayıs’a kadar.
O gün özel bir emir alıyor. Bayram olması nedeniyle, “Öğrencilerin Taksim abidesine çelenk koyma ihtimaline karşı tedbirli ve dikkatli olunması , grup halinde öğrenci ve vatandaşların Taksim’e çıkmalarına müsaade edilmemesi.

Balonun patlamakta olduğunu sezen babam, öğrencilerle çatışmak istemediği için, oradan uzaklaşmak istedi. Askerin banyo yapmasını sağlamak amacıyla şoföre, Topkapı Askeri kışlasına yönelmesi emrini veriyor. Topkapı’da, ekibi karşılayan subaylara , gerçek amacı açıklayıp,askere de banyo yapma izni verdikten sonra , gençlerin çelenk koyacaklarsa
 koyma saatini  tahmin ederek öğleye doğru geriye dönüyorlar.
Dolmabahçe’den Gümüşsuyu’na çıkarken, önlerini, içinde İstanbul Sıkıyönetim komutanı, yardımcısı, İstanbul Emniyet Müdürü ve bir kişi daha olan askeri cip kesiyor. Hışımla dışarı çıkan komutan babama, nerede olduklarını, çelenk konmasına neden müsaade edildiğini sert ifadelerle sorunca, babam, askerin ihtiyacı olan banyonun yapılması için Topkapı’ya gittiklerini, bundan da pişmanlık duymadığını ifade etse de, gerek komutan gerekse müdür,hiç dinlemiyorlarmış gibi verilecek cezaları sıralıyorlar, görevi ihmalden önce apoletlerini sökeceğim diyen müdüre, apoletleri ben kendi gayretimle hak ettim. Siz takmadınız , buyurun ekibi “ diyerek oradan yaya olarak uzaklaşıyor.

Eve üzgün ama, kararlı geldi. Resmi kıyafetleri çıkararak torbalı bir askıya asıp gardroba yerleştirdi.
Bir taraftan da meslekten istifa dilekçesini hazırlayıp masanın üzerine koydu. Komutanlıktan gelebilecek yazıya göre hareket edecekti.
Nihayet 27 Mayıs sabahı, ihtilal olduğunu öğrendik, tüm mahalle gibi bizde sevindik.
Aynı gün saat: 10.30 civarında bir binbaşı ile alt rütbeli 3 kişi eve gelerek babamı sordular. Babam kendini tanıttı. Binbaşı babama bir zarf uzatarak, en kısa zamanda gereğini rica edip gittiler.
Zarfta, babamın Eminönu Emniyet amirliğine vekalet etmesi, ve hemen göreve gitmesi isteniyordu. Gardroptaki resmi kıyafetler sevinçle giyildi ve yola çıkıldı.
Birkaç ay orada görev yaptıktan sonra, aslı görevine döndü ve 1965 de emekli oldu.

Ülkenin bu durumuna seyirci kalmayan silahlı Kuvvetleri, Orgeneral Cemal Gürsel başkanlığında  27 Mayıs 1960 sabahı, ülke yönetimine el koydu. Tüm yöneticiler, Yassıada ya gönderilerek, mahkeme edildiler. Çeşitli cezalara çarptırıldılar.
Milli Birlik Komitesi ihtilali yaptı ama bir kısmı idarenin devamında, bir kısmı da idareyi sivillere devretme görüşündeydiler. Sivillere devir etmeyi düşünenler erken davranarak, 14 Milli Birlik Üyesini yurt dışına, hükümet müşaviri olarak gönderdiler.

1961 de , 61 Anayasası olarak adlanan Anayasa hazırlanıp, 9 Temmuz 1961 de halk oylamasına sunularak yüzde 61.7 kabul oyuyla yürürlüğe girmiştir. Cemal Gürsel de 4. Cumhurbaşkanı oldu.
15 Ekim 1961 de genel seçim yapıldı ve Adalet Partisi iktidara geldi.
.
Bu olayı neden yazdım.?
Görsel medyanın çeşitli kanallarında, çeşitli bilgi yarışmalarında, yarışmacılara sorulan, yakın tarihimize ait, o kadar kolay sorular bilinmiyor ki, insan , ister istemez suçlu arama , hatta kendimizi suçlama durumuna düşüyoruz.. İnanın ,verilen yanlış, veya bilmiyorum şeklindeki cevaplar karşısında çok üzülüyorum. Eminim,Siz de aynı duyguları yaşıyorsunuz dur.
İşte bu nedenledir ki, zaman, zaman yakın tarihimizin olaylarından, yaşadıklarım ve yaşayanlardan aktararak, gençlere bilgi olsun diye yazacağım. Hatta bu konuda, kendi bilgilerini bana aktarmak isteyen olursa sevinerek blogumda yayınlarım.

5 Temmuz 2010 Pazartesi

HAYVANLAR ALEMİ

HAYVANLAR  DÜNYA'YI   NASIL  GÖRÜYORLAR?
Burhan Bursalıoğlu


Yüzyıllardır insanoğlu kendi dışındaki canlıların nasıl gördüğünü merak etmştir. Yapılan son araştırmalar canlıların görme duyusunun oldukça çeşitli bir yelpazede yer aldığını ortaya koyuyor.

Mesela yusufçuk böceklerinin beyni çok hızlı çalışır fakat görme duyuları bir o kadar yavaştır. Güvercinler ise farklı renk tonlarını en gelişmiş bilgisayar programlarından bile daha detaylı biçimde saptayabilme yeteneğine sahiptir.

İşte size doğruluğu bilimsel olarak da kanıtlanmış yedi hayvan ve bu hayvanların dünyayı nasıl gördüğü...


Atlar

Atlar inanılmaz bir görüş alanına sahipler fakat dürbün görüş alanına sahip oldukları için tam olarak iki göz arasında kalan bölgedeki görüntüyü göremiyorlar. Yani gözleri geniş alandaki bir manzarayı ikiye bölüyor.

Maymunlar

Eski dünya maymunlarının aynı bir insan gibi kırmızı, yeşil ve mavi renklerini algılayabildiği zaten kanıtlanmıştı. Fakat birçok yeni dünya maymunu bu yetiye sahip değil. Hatta bugün bir maymun ailesinin her bir üyesi bile aynı görme algısına sahip değil. Maymunlar içinde tam altı farklı tipte renk körlüğü mevcut. Bu anlamda maymunlar tıpkı insanlara benziyor. Erkek maymunlarda renk körlüğü kadınlara göre daha yaygın.


Kuşlar

Birçok kuş farklı görüyor. Mesela güvercinler milyonlarca farklı renk tonunu algılayabiliyor. Zaten doğada rengi en geniş yelpazede algılayan hayvan türü olarak biliniyorlar. Gözlerinde diğer canlı türlerine göre çok daha fazla renk reseptörü bulunuyor.


Kedi ve köpekler
Kediler ve köpekler güçlü bir görüş algısına sahip değiller. Bu iki canlı türünün koku ve ses algıları görme duyularından daha fazla gelişmiş. Özellikle kediler, köpeklere göre bu konuda daha kötüler. Renk körüdürler. Köpekler zaman zaman sarı ve mavi arasındaki farkı algılayabiliyorlar fakat kediler bunu bile ayrıt edemiyor. Fakat kediler gece görüşü açısından insanlardan bile daha iyi.


Yılanlar

Yılanlar iki sistemli göz algısına sahip. Bu sistemlerden biri renkleri çok daha iyi algılıyor. Dİğer sistem de ısıya dayalı algıya sahip. Bu anlamda gözleri aynı bir infrared detektör gibi işliyor. Yani diğer canlıları ve insanları ısıya dayalı özel bir algıyla seçebiliyorlar.


Sinekler ve böcekler

Parçalara ayrılmış göz yapıları görme algılarını insanlardan farklı kılıyor. Nokta gözlü bu haşerelerin birçok türünün gözlerinde 30 bin civarında lens bulunabiliyor. Mesela yusufçuk böceğinin beyni inanımaz bir hızda işliyor. Fakat gördükleri herşeyi ağır çekimde algılıyorlar.

Renkleri de ayırt edebiliyorlar ama diğer hayvanlar kadar güçlü değil. Görme algıları harekete çok duyarlı. Bu nedenle öldürme konusunda çok atik ve sertler.

1 Temmuz 2010 Perşembe

G E Z İ

UYKU VADİSİ

Burhan Bursalıoğlu

Bodrum deyince akla sadece deniz ve sıcaklık gelmektedir. Oysa ki, Bodrum’un gezilecek, görülecek, piknik yapılacak çok güzel,enfes yerleri var.
Bunlardan biri de Uyku Vadisidir.

Rivayet o ki, Asırlar önce Milas’da  kuyumcuıluk yapanYahudiler yaşarmış.  Bir gün eşkiyalar gelip en büyük kuyumcuyu soyarak kaçmışlar. Görgü tanıklarının ifadeleriyle, zaptiyeler takibe başlamış.. 3 gün sonra vadide, değirmenlerin yanında, eşkiyaları uyurken buluyorlar. O kadar derin uykudalarmış ki dürterek uyanamamışlar. Soğuk suyu dökünce uyanmışlar. Altınlarla birlikte yakalanmışlar. İşte o tarihten itibaren bu yöreye Uyku Vadisi denmiş.

29 Haziran Salı günü, sitemizden, 5 aileli 15 kişi, 4 araba ile , saat 17 de, siteden çıkarak Milas’a doğru hareket ettik. Bodrum-Milas yolunun 30. kilometresinde, Ağaçlıhöyük –Gökçeler sapağından sağa dönüp.rahatsız etmeyen yollardan ve köy içlerinden geçerek, etrafı yer, yer çıplak kayalıklı orman ağaçlarıyla kaplı, vadinin ortasından akan dere boyunca, zeytin, ceviz, çınar ağaçları, değirmen, restorant, bar ve çocuk parkı bulunan hedefimize ulaştık
.
Bol sulu şelale, suyun döndürdüğü değirmen çarkı, kısım, kısım, akıntılı, içinde alabalık yetiştirilen göller, meyve ağaçları, yüzme havuzu, çok uzun bir yürüyüş parkuru, dere boyu yüründüğünde rastlanan sarkıt , dikit ve traventerlerle bezenmiş,İncirli mağaranın kükürtlü, solumaya değer havası Uyku Vadisinin başlıca özellikleri…

Uyku Vadisinin doğal yapısı şaşırtıcı. Aramızda bulunan arkadaşımızx, araştırmacı gazeteci, aynı zamanda doğa araştırmacısı olan Ahmet bey, ortaya bir soru attı.
Burası vadi mi, kanyon mu?” Tartışma sonun da “vadi “ ağırlık kazandı ama, Ahmet bey pek de tatmin olmadı.

Gezme,görme faslı bitince, önce çay servisi yapıldı . Bu arada da yemek siparişlerimizi verdik. Balıktan kavurmaya, testi kebabından köfteye, tavuktan karışık ızgaraya , sebze yemeklerinden et yemeklerine kadar ne istendiyse, karşılığı olan zengin bir mutfak. Böyle bir masaya yakışan da rakı olur. Aksisi hakaret olur. Araba da kullanacağımız için tedbirli davrandık ama, hava okadar etkili ki, rakının tesirini dahi anlamıyorsun.

Saat 21 e kadar çok güzel  vakit geçirdik. Kısaca, gittik, gördük, gezdik, yedik içtik, oksijeni bol havasını aldık ve döndük
Hesap mı soruyorsunuz? 15 kişi, yekün 160 ( Yüz altmış) lira .

28 Haziran 2010 Pazartesi

İLGİNÇLİKLER




VARSA  YAZIN
 Burhan Bursalıoğlu
Öyle anlar oluyor, öyle şeylerle karşılaşıyorsunuz ki bunları tanımlamak zor oluyor. Bildiğiniz  kelimeler yetersiz kalıyor ya da durumu anlatacak kelimenin henüz icat edilmediğini fark
ediyorsunuz. Kendi , kendimize de “amma cahiliz be” diyoruz.
Demet Erel bu tür durumlar için bazı kelimeler üretmiş ve Türkçemize armağan etmiş.

Bu “yeni!” kelimeler aslında komik. Ancak yerli yerine oturduğunda aslında ibretlik. Gelin yeni kelimelere birlikte  bakalım.

* ÇAYYAŞ: Sabahtan akşama kadar çay içen bağımlı kimse. Türkler kahveden çok çayı severler.

* DEKILTE: Görgüsüz, kıro erkeğin ipek gömleğinin önünü derin açarak sergilediği kıllı ve altın kolyeli göğsü. Nedense bazı kadınlar erkekte kıllı göğsü seksi bulurlar.

* HİÇ ÇAMAŞIRI: Varlığı ile yokluğu belli olmayan kadın iç çamaşırı.

* DUŞÜNÜR: Duş alırken gelen ilhamla ülke sorunları, hayatın anlamı veya benzer derin konulara kafa yoran ve özgün fikirler üreten entelektüel ve temiz kimse.

* CİNEKOLOG: “Kızım, senin içine cin girmiş” diyerek kadınların oralarını buralarını elleyen, cinsel tacizde bulunan hoca, üfürükçü,

* KANKAMATİK: Yolsuz kaldığınızda borç para aldığınız yakın arkadaş.

* EFEMDİ: Davranışları ve sözleri kadınsı olacak kadar nazik, yumuşak ve ince erkek.

* İÇERDÖĞER: Her akşam bir yerde içip, eve zil zurna sarhoş gelip karısını, çocuğunu döven hayırsız koca, kötü baba, zayıf karakter.

* SİNİRBAZ: Nasıl olduğunu anlayamadığınız ve çözemediğiniz bir şekilde, sizi her defasında sinirlendirebilen özel kimse.

* HAFIZAPPİNG: Bir şeyi hatırlamaya çalışırken hafızanızda attığınız hızlı tur.

* LAFIZA KAYBI: Söyleyeceğiniz sözü unutmanız.

* KELDİVEN: Saçı olmayan erkeklerin, kafalarını soğuk hava, yağmur gibi dış etkilerden korumak için kullandıkları şapka, peruk gibi gereçler.

* MARKALEMUN: Saç şeklini ve rengini üzerindeki marka giysiye göre değiştiren, dış görünüşüne aşırı önem veren boş ve sığ insan.

* JELOĞLAN: Saçlarına bir kutu jöle sürmeden asla insan içine çıkmayan, görünüşüne fazlasıyla düşkün genç erkek. Derler ki uzun süreli jel kullananlar sonunda “jeltoş” olurlarmış.

* TÖ BE OR NOT TÖ BE: Uzun yıllar yasadışı faaliyetlerle uğraşan kulağı kesik şahsın hapisten çıktıktan sonra, aynı pis işlere bulaşmakla sakin ve namuslu bir hayat yaşamak arasında yapması  gereken zor seçim.

* KEŞPORTACI: Sokağa tezgâh açmış uyuşturucu satıcısı.

* SHOPŞAL: Büyük alışveriş merkezlerine gidip saatlerce aylak aylak dolaşan, mağazaların önünde dakikalarca dikilip boş boş vitrine, içerideki bayan görevlilere bakan işsiz, güçsüz ve alık kimse.


* ŞENFORMASYON: İyi, müjdeli haber.

* TÜKÜRÜKÇE: Konuşurken ağızlarından çok fazla tükürük saçan kişilerin ana lisanı.

* ZIRVANA: Aptallığın en aşmış noktası. Zırvanın zirvesi ve nirvanası. Salaklığın ulaşılabilecek en üst seviyesi.

* TEMBESİL: Çok zeki olmamasının dezavantajını çok çalışarak kapatacağına, bütün gün yan gelip yatan  tembel ve akılsız öğrenci, kimse.

* TINTINAGER: 13-19 yaşlarında boş ve cahil genç.

* NOTLAKÇI: Üniversitede derslere girmeyen, sınavlara başkalarının notlarından fotokopi çekerek hazırlanan beleşçi ve hayta öğrenci.

* KAMPUSIRIK: İş hayatından korktuğu için bütün eğitimi boyunca kampüsün içinde saklanan, bu nedenle de şirketleri ve iş ortamını tanıma fırsatını kaçıran üniversite öğrencisi.

Sizin yeni kelime önerileriniz var mıdır? Varsa anlamlarıyla  yazabilirsiniz

24 Haziran 2010 Perşembe

SON DAKİKA

SEVGİLİ HASTAMIZ ALİ CAN'I BUGÜN ÖĞLE ÜZERİ KAYBETTİK. SEVENLERİNİN BAŞI SAĞOLSUN. İLGİLENENLERE DE TEŞEKKÜR EDİYOR, ARAÇ VE GERECİN DIŞINDA KAMPANYA DEVAM EDİYOR.

KENT TARİHİ



Marmaray projesi için yapılan kazılarda tarihi değiştirecek bir keşfe imza atıldı. Yenikapı’daki çalışmalarda 8.500 yıl öncesine ait 4 iskelet ile ahşap ve seramik eşyalar bulundu. Kazı Başkanı Dr. İsmail Karamut çok heyecanlı… “Bu keşif, İstanbul’un ilk yaşam biriminin 2.700 yıl önce değil, cilalı taş devrinde kurulduğunu gösterir” diyor

Yenikapı’da 4 yıldır devam eden Marmaray ve Metro istasyonları kazılarında İstanbul’un tarihini sil baştan yazdıracak yepyeni bulgulara rastlandı. Tarih ve arkeoloji çevrelerinde büyük heyecan yaratan bulgulara göre İstanbul’un tarihi bilinenin aksine 2.700 değil 8.500 yıl öncesine dayanıyor. Marmaray kapsamında Yenikapı’da yapılan arkeolojik kazılarda bugüne kadar Theodosius Limanı gün yüzüne çıkarılmış 33 gemi, İstanbul’un Bizans Dönemi’nde yapılan en eski suru, Bizans Kilisesi ve binlerce buluntu ortaya çıkarılmıştı. Ancak son yapılan kazılarda hiç hesapta olmayan ve beklenmeyen tarihi bulgulara rastlandı. Theodosius Limanı’nın altındaki katmanda M.Ö. 6.500’lü yıllara ait olduğu tahmin edilen 4 insan iskeleti ile ahşap savunma silahları, ahşap eşyalar ve kano kürekleri bulundu.

İstanbul’un ilk çiftçileri
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü ve Marmaray Kazı Başkanı Dr. İsmail Karamut Yenikapı’daki kazı çalışmalarında 4 yıl içinde 58 bin metrekarelik alanın kazıldığını söyledi: “4 yıl içinde çok önemli tarihi bulgulara, eserlere ulaştık. 33 gemi çıkartıldı. Ancak 2 ay önce hiç birimizin tahmin etmediği bulgularla karşılaştık. Deniz seviyesinin 6 metre aşağısında, Theodosius Limanı katmanı altında 4 insan iskeleti bulundu. Bu iskeletler M.Ö. 6000-6500 yıllarına ait. Bu müthiş bir keşif. Çünkü İstanbul’un tarihinin sil baştan yazılmasını gerektirecek bir durumla karşı karşıyayız! İstanbul’un çevrelerinde neolotik döneme ait bulgulara rastlanılmıştı ancak tarihi yarımada da ilk kez böyle bulguları çıkardık. Kazılarda ahşap eşyalar, savunma silahları da bulduk. Kazı yaptığımız bölge, Likhos deresinin Marmara Denizi’yle buluştuğu nokta. Belli ki bundan 8-8.500 yıl önce o bölgede bir köy vardı ve o köylüler hayvancılık ve tarımla uğraşıyordu.”

fotograf : milliyet
Çatalhöyük’le aynı
Marmaray kazılarıyla birlikte bulunan heyecan verici köy, İstanbul’un ilk yaşam merkezi miydi? Dr. Karamut, “Evet, olabilir” diyor. Peki Marmaray kazılarındaki son buluntuların Neolotik çağa, yani cilalı taş devrine ait olduğundan nasıl emin oldular? İşte Dr. Karamut’un kanıtları: “İnsanların avcılık ve toplayıcılıktan yerleşik hayata ve tarım toplumuna geçtiği dönemde yani Neolitik Çağ’da kullandığı malzemeleri biliyoruz. Yenikapı’da bulunan malzemeler, özellikle de seramik parçaları, buluntuların Neolitik Çağ’a ait olduğunu gösteriyor. Zaten, Anadolu’daki bu çağa ait olan buluntularla da Marmaray kazılarından çıkan bulguları kıyasladık. Kazı ekibimizde bulunan Neolitik Çağ uzmanı Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, Yenikapı’da bulunan seramik parçalarıyla, Çatalhöyük’teki neolitik çağda bulunan seramik parçaları arasında büyük benzerlikler olduğunu tespit etti.”


NEOLİTİK ÇAĞ NEDİR?

Neolitik Çağ (M.Ö 8.000-5.500) ya da diğer adıyla Cilalı Taş Devri’nde önceki devirlere göre daha sert ve daha düzgün taş aletler yapıldı. Topraktan veya kilden yapılan kaplar ateşte pişirildi, bunun sonucunda seramik sanatı başladı. Bu devirdeki insanlar bilgi ve teknikte önceki dönemlere göre oldukça ileri bir düzeye çıktı. İnsanların avcılık ve göçebeliği bırakıp yerleşik düzene geçmesi de bu dönemde başladı. Birbirine yakın aileler topluca bir yerde oturarak köyleri meydana getirdi. Böylece tarihteki ilk köyler kuruldu. Ayrıca insanlar tahıl üretimine de başlayıp, hayvanlar evcilleştirilip, insanlar tüketicilikten üretici duruma geçti. İlk defa ticaret de başladı. Neolitik Devrim, ilk olarak Orta Doğu, Önasya , Uzakdoğu gibi geniş ve düzenli akarsuların yaygın olduğu bölgelerde ortaya çıktı.

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ