Atatürk’ün Eşitlik Anlayışı... Atatürk birgün dolmabahçe’den gizlice çikar Topkapı sarayı müzesine gelir. Müzeyi gezmek ister. Kendisini kapıcıya tanıtır, fakat kapıcı: Henüz saat 9 olmadı, memurlar da gelmedi. Atatürk değil, kim olursan ol, bekleyeceksin der. Hiç şüphe yok ki , kapıcı Atatürk'ü tanımamiş ve birden fazla bu sözlere muhatap bulunduğu için, gelenin Atatürk olabileceğine inanmamiştir. Fakat bu anekdotta mühim olan nokta, Atatürk'ün kapıcının sert cevabı karşısında israr etmeyerek, bir kenara çekilip, saatin 9 olmasını ve memurların gelmesini beklemesidir.
Yazılmayan yönleriyle Atatürk, S. Arif Terzioglu sayfa 4
Atatürk'ün bahçe mimarı Mevlüt Baysal anlatıyor: Çankaya Köşkü'nün bahçesini yapıyordum. Bir gün Atatürk, yaveri ve ben bahçede dolaşıyorduk. Çok ihtiyar ve geniş bir ağaç Ata'nın geçeceği yolu kapatıyordu. Ağacın bir yanı dik bir sırt, diğer yanı suyu çekilmiş bir havuzdu. Ata, havuz tarafındaki kısma yaslanarak karşıya geçti. Derhal atıldım:- Emrederseniz derhal keselim Paşam! Bir an yüzüme baktı, sonra: - Yahu, dedi, sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin!
Babalık Duygusu: Düğün, O'nun varlığı ile son sınırına ulaşan bir neşe içinde geçmişti. Ata, ayrılmak üzere ayağa kalkınca kendisini uğurlamak için halk iki sıra diziliverdi. Sevecen bakışlarını sağa sola yönelterek yavaş yavaş ilerlerken bir yerde durakladı, sonra durdu, elini yedi sekiz yaşlarında bir kız çocuğunun başına uzattı.çocuğun arkasında yer alan ve anası ile babası olduğu belli olan çifte yavaşça seslendi: "Öpeyim mi?"Herkesi derinden duygulandıran bu isteği ana babanın nasıl yerinde bir minnetle karşıladıkları kestirilebilir.Atatürk, çocuğu iki eliyle kaldırdı, öptü ve bıraktı. Fakat sahne bununla kapanmış olmadı.Uyanık ve duygulu çocuk: "Ben de öpeyim, ne olursunuz Atatürk, ben de sizi öpeyim." diye direndi.Ata, belki de hiç ummadığı halde kendisine babalık mutluluğu tattıran bu içten davranışı, çocuğu bir daha yerden alarak yüzüne yaklaştırmakla karşıladı.Bilmiyorum, halk bu dokunaklı sahneyi, gözleri yaşlı alkışlayarak kutlu kılarken, o çelik iradeli insanın da iki damla gözyaşını tutamadığını görebilmiş mi idi?
Üç inek hasreti: Korkunç bir kış günü... Atatürk sabaha karşı şu emri verir: "Bu kış kıyamette memleketin ne halde olduğunu görmek isterim.Otomobille görmeye çıkacağız." Bugüne göre, zaten yetersiz, bakımsız olan yollar kapalıydı, buna rağmen hareket edildi. Öndeki askeri araç dahi karlara saplanıyor, Atatürk'ün arabası, zaman , zaman kendisi de inerek, çekiliyordu. Bir tepe aşılıyor ki, tek başına bir köylünün telaşlı, telaşlı koşuştuğu görüldü, çağırttı, sordu:"Bu havada dağ başında ne arıyorsun?""İneğim kayboldu paşam.""Seni kurtlar yer bu havada.""İneğimi yedilerse ko beni de yesinler.""İneğin kaç lira kıymetindeydi?""Eh, elli altmış kağıt ederdi."Gazi, yaverine emretti:"Bu vatandaşa yüz lira verin, bir de otomobile bindirin."Köylü karşı çıktı:"Sana rastlamak benim talihimdir, ama yine de kendi ineğimi ararım. Verdiğin yüz lira ile iki inek alacağım, benimkini de bulursam eder üç... Bu benim düşümdü. Sana rastlayan bahtlı adamın üç ineği olması çok mu?"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder