“YENİ NESİLLER SİZLERİN ESERİ
OLACAKTIR!”
Türk Edebiyatının mümtaz ismi A. Hamdi Tanpınar, “Yıllarca emek verip eğittiniz bizleri/ Unutmak mümkün mü öğretmenim sizleri” sözleriyle bizlere unutulmaz abide şahsiyetlere, en mukaddes meslek olarak bildiğimiz öğretmenlere işaret ediyorlar.
İnsanı bizler, “yaratılmışların en şereflisi” Yüce Yaratıcının, “Yeryüzündeki halifesi” olarak tarif ederiz. Doğrudan insana yönelen bir hizmet kadar mükemmeli elbette düşünülemez!
Gazi Atatürk, “Muallimler! Yeni nesli, Cumhuriyetin fedakâr öğretmenleri ve eğiticileri, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti sizin maharetiniz ve fedakarlığınız derecesiyle mütenasip bulunacaktır.!”
Yarınlara nasıl bir ayna tutulacağı gerçeğini bugünkü eğitimcilerin/ öğretmenlerin fedakârlığında okuyabiliriz! O sebepledir ki, “Milleti kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden yoksun bir millet, henüz millet namını almak istidadını keşfetmemiştir.”
Elbette ki, hiçbir emek zayi olmaz… Ve hele bütün ömrünü insana, onun yetişmesine adayan öğretmenlerin kutsi emeği bir millet hayatında ilânihaye bıraktığı izlerle devam edecektir.
Batılı bir mütefekkir, “Gençken bilgi ağacını dikelim ki, yaşlandığımız zaman gölgesinde barınacak bir yerimiz olsun” der.
Hz. Ali(kv), “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” Bilginin hükümran olduğu bir ülkeyi düşünün, insanlarının da en hür, en mutlu ve en zengin olduğu bir ülkedir. Tarih, bunun misalleriyle doludur!
Bir söz vardır, “Cahilden korkunuz…” diye!
Terry diyor ki, “Bilgi cesaret verir, cehalet küstahlık”
Güzel amel ve istikametin süsleyeceği bir gelecek elbette ki, Yunusların, Mevlanaların tarifinde kendisini bulduğu aşk üzerine, yürek üzerine, Hakk’a teslimiyet üzerine, ahlak ve itaat üzerine asıl yerini bulur!
İhsan Gündoğdu bir şiirinde; “Meyvedir çocuklar bizim dallarda,/ Senin yavrun, benimde meyvemdir/ Gündoğdu erir ışık vere vere/ Bazen nehir olur bazen bir dere/ Dikeceğim ben bu bayrağı her yere/ Senin yavrun, benim vatan zaferimdir.”
Bizler, vatan bayrağını bilgiyle onun bizlere ikram edeceği marifetle dalgalandıracağız! “Bir şeyi bilmek onu anlamakla olur” Nimetin kadrini/ kıymetini ancak onu anlayanlar bilebilir. Ham yobazdan, kaba softadan, gözü ve gönlü kör olandan, kulağı sağır ve kalbi taş gibi veya ondan daha katı olandan ne merhamet beklenebilir ve nede mukaddes değerlere saygı!
12.yy’da yaşamış büyük bir dilci, edebiyatçı, kelamcı ve müfessir olan Zemahşeri şöyle der; “Karanlık geceleri ben uykusuz geçirirken, sen sabaha kadar uyuyorsun. Ondan sonra bana yetişmek istiyorsun. Ne gezer.”
İnancımız ne diyor, “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?”
“Bilgiyle dirilenler ölmezler…” sözüne de burada geliniz hep birlikte şapka çıkaralım.
Bu ülke insanının iki şeyle mücadelesi olacağına da burada vurgu yapmak istiyorum, “Fakirlik ve cehalet…” Her ikisi de, bütün fenalıkların veya kötülüklerin anası olarak tarif edilir.
Bir dörtlüğümüzde, “Cehaletin taassup kokan/ Evladını gömdüğü o kuma/ Pusatlanır kelimeler/ Kalbe huzur verir okuma” Bizleri kalp huzurundan, okuma gibi edep pınarından koparacak bir çığlığa yüreklerin dayanamayacağını belirtmek isteriz.
Mana ne hazindir ki, günümüz de ilgili veya ilgisiz, seviyeli veya seviyesiz ‘dedikodu…’ olarak da telaffuz edeceğimiz münakaşalar, günümüz toplumunda sanki en etkili bir silah olarak yorumlanır. Gerçekte bu çok yanlıştır. Louis D. Brandeis şöyle der, “Her münakaşanın temelinde birisinin cahilliği yatar”
Çok defa haddi ve hududu aşanlara, ‘edep yahu’ deriz!
Eğitim ve öğretim bizlere hayat okulunun ilk basamağında, ‘edebi…’ tarif eder. Omuzlarımıza da, sevgi halesi içerisinde, ‘emanetleri korumamızı’ sürekli telkin eder.
Aile, Okul, Öğretmen ve Çevre… Bir zincirin birbirinden ayrılma kabul etmeyen halkalarıdır. O halkanın, orkestra şefi olarak da, öğretmeni gördüğümüzü söyleyebiliriz!
Montaigne, “Hedefi olmayan gemiye hiçbir rüzgâr yardım edemez!”
Ne ilkesiz, gayesiz, ülküsüz ve ne de hedefsiz bir eğitim düşünemeyiz. Bir milletin belli hedeflere kilitlenmesi demek, tarihi rüzgârları da beraberinde yakalaması anlamına gelir.
Doğulu bir mütefekkir, “Kendine hâkim olan başkalarına da hâkim olur”
Cahit Külebi, “Çemişgezek’te, Patnos’ta, Malazgirt’te doğanlar/ Malazgirt’e, Çemişgezek’e, Patnos’a gitmezseniz/ Çocuklarınız öksüz kalır, yetim kalır, köylere ışık iletmezseniz”
Aydınlık bir Türkiye, kendi iç dünyasına hakim insanların yaşadığı ve mukaddesleri etrafında halkalanmış bir ideal ülke olarak tanımlanır!
Nesrin bittiği yerde şiir sanatı başlar ya, bizlerde şiirin o efsunlu havasında eğitim ve öğretmenlik mesleğine en güzel çerçeveyi yerleştirmek istedik.
Şairimiz Ceyhun Atuf Kansu, “Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum/ Baharda Polatlı kırlarında açan/ Güz geldi mi Kop Dağına göçen/ Yürükler yaylasında, Toroslarda eğleşen,/ Muş Ovasından, Ağrı eteğinden,/ Gücenmesin bütün yurt bahçelerinden/ Çiçek getirin, örtün beni,/ Eğin türkülerinin içine gömün beni.”
Bir karıncadaki çalışma azmi, bütün çiçeklere konan bal arısının emeğinde kendisini tarif edebileceğimiz en çileli ve en arzulu bir mesleğin yüceliğinde bir Hakk aşığı misali pervane gibi dönen öğretmeni bu kutsi yolda gönlümüzce alkışlamak isteriz!
Bir şiirimizde, “Tuzak olur/ Toprak haki, tuz ak olur/ İlim, hikmet göç etti mi/ Nefis cana tuzak olur” diyorduk. Bu milleti ayakta tutan temel direklerin başında, niyet ve amel istikametinde birlikte buluşacağımız en güçlü dayanak, ‘ilim…’ geliyor!
O ilmi cem eden, okullarımıza armağan ettiğimiz bir dörtlükte ise şöyle diyorduk, “Okul olur,/ Millete ocak, okul olur/ Tüter bacası nefesinden/ İlme’l yakin O/kul olur”
Bir başka dörtlüğümüzde ise, “Oku,/ “ikra” ilk emir oku/ Kelimeler ışıl ışıl/ İlmin sadaktaki oku”
Elbette ki, Haksızlığa hak ister… Sızlayan vicdan hak ister… Işığıyla titrer mum, Aydınlıktan hak ister… Aydınlık Türkiye’nin en fedakar, en çilekeş kadroları olarak tarif edeceğimiz öğretmenler, 24 Kasım Gününüzü bir daha kalbi duygularla kutlarız.
-Alıntı-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder