20 Nisan 2010 Salı

G E Z İ

TURİZM MERKEZİ KİLYOS


Burhan Bursalıoğlu
18 Nisan Pazar günü, İstanbul’da, hava sıcaklığı biraz düşük ama, güneşin aydınlık ve ısıtma enerjisini boşa çıkarmayalım, gezelim diyeyerek, arkadaşım Ahmet Karslı ve eşini Göztepeden, Yeniköy’deki evimize çağırdık. Torunum Şevval’i de yanımıza alarak eşim de dahil 5 kişilik bir grupla, güzel ve açık günü değerlendirmek, karar verdiğimiz Kilyos’ a doğru yola çıkıp, uyanan tabiatın, yeşeren çevrenin saçtığı kokusunu içimize çekmek için, yola çıktık.

Bahçeköy ve Belgrat ormanlarının içinden, baharın kokusunu soluyarak Zekeriya köyü sapağından köy içine girdik. Burası köy değil, bir kasaba havasında. Her taraf villa tipi sitelerle dolmuş. Etraf tertemiz, yollar asfalt, bahçeler çiçek ve çimlerle bezenmiş. Bu güzellikler arasından geçerek Kilyos’a ulaştık.

15 senedir Kilyos’a gitmiyordum. Merkezde fazla bir değişiklik görmedim. Ama etrafta, birbirinden güzel , 2-3 katlı yalı tipi siteler oluşturulmuş. Çoğunun da boş olduğu görülüyordu. Hepsi kışlık olarak yapılmış, ama görüntüye göre yazlık olarak kullanılıyorlar.

Arabamızı park ederek, şöyle bir etrafı görelim dedik. Sahilde, müfettişmişiz gibi etrafı tetkike başladık. Sahil çok bakımsızdı. Taşlar, çöpler toplanmamıştı. Sahile yakın , insanların yüzme yapacağı yerde batan bir geminin iskeletinin görüntüsü çok çirkindi. Kilyos gibi, özellikle İstanbul’un temiz deniz plajının kumsalı geniş ve müşteriye rahat, tehlikesiz şekilde hizmet vermesi gerekirken, kumsaldan çalınarak 1.5 metre yüksekliğinde ve kumsala paralel, boydan boya beton setin neden yapıldığını anlayamadık. Görünüşe göre, Kilyos yaza henüz hazır değil.

Sahildeki kısa gezimizden sonra, dinlenme çayı için çay bahçesine çıktık. Çay bahçesi yüksekte olduğu için, çirkin görüntülü kumsal, batan geminin iskeleti, açıkta, boğaza girmek için bekleyen 20-30 civarında yük gemileri kuş bakışı görünüyorlardı.

Çaydan sonra etrafı gezmeye çıktık. İlk hedef kale idi. Kalenin girişine vardığımızda, iki nöbetçi askerle karşılaştık. Kale içine askeri birlik yerleşmiş. Onun için içeriye giremedik.

“Kilyos kalesi Cenevizliler tarafından yapılmış. Giriş kapısının üzerinde 2. Mahmut’ un tuğrası, her iki yanında da iki top, karşısında 1460 tarihini taşıyan çevre gövdesi 5-6 metre olan çınar ağacı bulunuyormuş. Kalenin burçlarında da, Almanların verdiği Krup Kamalı, çelik topları ve ayrıca etrafta da 8 adet daha top bulunmaktaymış.” Bu bilgileri internetten aldım.

Kilyos, tatil yapacak olan, turistlere ve misafirleri için tam bir tatil cenneti. Hepsi, denizi gören 5 yıldızlı oteller, ihtişamlarıyla, güzellikleriyle, plajların aksine, yaza hazır olduklarını haykırıyorlar.

Kilyos, bir turistin her türlü ihtiyacını karşılayacak alış-veriş mekanlarına sahip. Onun için buraya gelen bir turist pişmanlık duymaz, geri gitmez, başka bir yer aramaz. Çevreyi dolaşmamız biterek arabamızın yanına gelirken, vitrininde mısır ekmeğini gördüğümüz bir fırına girerek, simit büyüklüğünde olan mısır ekmeklernden aldık. Serde Karadeniz’lilik var ya, karadeniz yiyeceğini görünce

dayanamıyoruz. Fırının önünde, beşimiz, kurabiye, kek yer gibi onları bitirdik. Dönüş yolunda, kısa sürelerle uğradığımız ve her biri birbirinden güzel Uskumru, Kısırkaya ve Zekeriya köylerindeki değişimleri ve daha önce bozkır havasında olan yerlerin yeşillenip yüzlerce seranın kurulduğunu gördük. Yol boyunca yazlık ve kışlık yapılan yüzlerce siteler, Sarıyer çevresine çok yatırım yapıldığının işareti idi.

Aynı yollarla ve aynı güzellikler arasından geçerek, gezimizi tamamladık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ