HER FIRSATTA OKUDUĞUM MÜTHİŞ BİR HAYAT ANALİZİ
ODTU Felsefe Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ahmet İnam ile yapılan bir
söyleşi:
Sevgili hocam, memleketin durumunu nasıl görüyorsunuz?
Feci şekilde kokuşmuş bir şeyler var. Şimdi tabi bu lafı
1500 sene önce Platon da söylüyormuş, 500 sene önce Hamlet de söylüyordu, otuz
yıldır da ben söylüyorum. Hayatımız kokuşuyor, güzel bir söz değil ama böyle.
İnsanların seyrettiği televizyon dizileri kötü, okuduğu
kitaplar kötü,ama benim şikâyetim bunların kötü olduğunu söyleyen insanlardan.
Sürekli şikâyet edene entel diyoruz. Ne kadar çok şikâyet ederseniz o kadar
entelektüel oluyorsunuz.
Oysa Entelektüel mutlu bir adamdır, burada mutlu demek memnun
anlamında değil. Mutludur, yaşanan çirkinlikleri görür fakat bunları kabul
etmez. Çirkinlikleri nasıl düzeltebileceğini düşünür, yolunu yordamını bulur.
Kokuşmuşluk, önce kendimizle olan ilişkimizde başlıyor. Kendimizi çok fazla
değerli gördüğümüzü sanmıyorum. İşin beteri kendimizi adam yerine de
koymuyoruz.
Yemek yemiyor artık çağımız insanı.Tıkınıyor. Yemeğin
tıkınmaya döndüğü, sevişmenin düzüşmeye döndüğü bir çağda yaşıyoruz.
Bütün bunlar yozlaşmış bir hayatı gösteriyor, çünkü ortada
zevk yok. Zevkin hançerlendiği bir yaşam
var.
- Kendimizi nasıl kurtarırız bu
hançerden?
Hazların peşinden koşarak değil tabi. O da hayatımızı
sürdürmek için, sabah sekiz akşam beş çalıştığımız işler kadar kokuşma
belirtisi.
Eğlenmek için yaptığımız şeyler de otomatikleşiyor. Çünkü
şu film seyredilecek deniliyor, herkes o filmi seyrediyor, şu yazar okunacak
diye emir geliyor, herkes o yazara çullanıyor. Fakat herkes o yazardan ne
anlıyor? Mademki farklıyız, herkes o farkı yaşamalı. Ama fark da bize giydirilen
bir şeye dönüşüyor. Beymen'den giyinince farklı oluyorsun. Kendimizden
kaynaklanmıyor. Yani diplomalar, nasıl yaşayacağımız, her şey bize dışarıdan
giydiriliyor. Ama kim giydiriyor derseniz, kimse giydirmiyor aslında, birbirimize
giydiriyoruz. Böyle olunca yaşama sevinci kayboluyor, bu çok büyük bir tehlike.
- Öğrencilerinizin yarısının
anti-depresan kullandığı doğru mu?
Doğrudur. Bizim ODTÜ civarında hayat bir beladır diye
algılanıyor herhalde.
Sürekli şişiriliyor gençler, sen akıllısın diye. Ailelerin de beklentisi büyüyor. Ama küçük
bir başarısızlıkla karşılaştıklarında hemen bunalıma giriyorlar. O kadar el
bebek gül bebek yaşamaya alıştırılmışlar ki, acılara tahammülü olmayan insanlar
yetişmeye başlıyor. Yaralar almaya başlayınca, bir çıkış noktası bulamayınca ya
ilaçlarla tahammül etmeye çalışılıyor ya da savunma mekanizmaları aşırı
gelişiyor.
- Bu durum başarıya koşullanmaktan
mı kaynaklanıyor?
Başarılı olsan, başarının hiçbir ölçütü olmadığı için,
nerede duracağını bilemiyorsun ve başarı dangalağı oluyorsun.
Sürekli önüne havuç konmuş eşek gibi koş Allah koş. İşkolik
oluyorsun.
Başarısız olsan geride durmaya tahammül edemiyorsun. O
yüzden başarı ve başarısızlığın dışında bir hayatı seçmiş olabilirsin, yani
serseri olmak çok daha iyidir bence. Başarısızlık ve büyük beklentiler bir
aradaysa o zaman anti- depresancı oluyorsunuz.
Bunların dışında üçüncü bir yaşamın peşindeyseniz yaratıcı
olmak zorundasınız. Yani dünyaya posta atmış, egemen değerlerin dışında bir
insan olmak gerekir. Dünyaya posta atabilmeniz için de önce kendi
değerlerinizin olması gerekir.
Mutsuzluk bulaşıcı mı?
Pısırık, güvensiz insanların bu kokuşmuşluktan çıkma şansı
yok. Mutsuz ve sinirliysen bol bol sigara içersin ve kısa bir süre sonra
ölürsün. Mutsuzluk uzun sürmez. Trafikte kavga edersin, bir araba sopa yersin.
Sevgilinle sevişemezsin, iktidarsız olursun. Onun için rahat olmak lazım. On
derste rahat olma kitapları şimdi çok satıyor. Orada yazanların tam tersini
yaparsan belki biraz rahatlarsın.
- Hayvan dergisine verdiğiniz
beyanatta: "Bilge dediğin fırlama olur demişsiniz." Bu görüşünüzde
ısrarlı mısınız?
Gayet ısrarlıyım, hatta bu görüşümü daha da ileri götürdüm,
bilge dediğin hem fırlama olur, hem de puşt olur diyorum. Bilge, hayatın bütün
hazlarının ardından koşar ama o hazların hiçbirinin dangalağı olmaz.
Serserilerle konuşur, berduşlarla arkadaşlık eder, bir sürü
dedikodunun farkındadır, magazinleri izler ama bulaşmaz. Günde on beş dakika
televizyon izler ama sonra genellikle evleri iki katlı olduğundan yukarı çıkar,
Mevlana'yı Farsçasından okur, yatmadan
önce iki bardak şarap içer. Bilge adamda
hem sokakta süren hayatı yaşayabilme yeteneği ve gücü vardır hem de o hayatın
dışına çıkabilme cesareti.
Yani bilge insan, hayatın içindedir.
Leman'ı, Penguen'i okuduğu zaman esprileri anlar, mel mel
bakmaz. Yani ben bilgeyim, bu adamlar ne biçim espri yapıyor, çok ayıp
demez. Son çıkan küfürleri bilir. Yeni
küfürler üretir. Yaşamdan tat almayı bilir ama bunu hiçbir zaman ayağa
düşürmez. Ayağıyla yaşadığı yaşamı, yukarı çeker. O küfür ettiği zaman, küfür
onda besmele gibi bir şey olur. Bizde bilge, yerinden kalkmaz, aksakallı, yemek
yemez, çişi gelmez biri olarak bilinir.
Oysa bilge dediğin doğal gaz kuyruğuna girer, sırasını
kapan olursa kavga eder, gerekirse karakolluk olur. Bu tanıma göre bilgelik,
akademisyenlikle pek örtüşmüyor. Akademisyenlik kötü bir iş. Bilgeliğe aykırı,
otuz yıldır millete not veriyorum, kusturucu bir şey, bıktım anasını satayım,
hepinize sıfır diyeceğim bir gün. Ya da hepinize yüz, ne fark eder.
Bilgelikle akademisyenlik arasında bir ilişki olabilir, o
da yaşı 18-20 olanlarla sürekli bir arada olmaktan kaynaklanan bir şey. Bu
avantajı kullanırsanız, yeni kalabilirsiniz.
- Biraz da aşktan konuşalım mı?
Aşkta benim teorim şu; aşk doğuştan hormonlarla ilgilidir
ama aynı zamanda kazanılması, edinilmesi gereken de bir şeydir. Emek ister.
Hormonu iyi salgılayan aşık olduğunu sanabilir, çıldırabilir, azabilir ama aşk
ayrı birşey. Bir sanat, bir güzellik yaratmaktır aşk.
Hıyarların, hamhalat heriflerin işi değildir. Diyelim ki
kızın birini görüyorum, içime bir ateş düşüyor ve aşık oluyorum. Yok, öyle
yağma, böyle beleş bir şey olabilir mi?
Ateş düştükten sonra ne halt yediğine bağlı olarak aşk olur
ya da olmaz. Ateş düştükten sonra o ateşi düşüren kişiye gidip onu söndüreyim
hemen diyorsan, orada aşk yoktur. Ama aşk düştüğünde; kendimizi, hayatı,
yaşadığımız kültürü anlamaya ve dönüştürmeye çalışıyorsak, işte aşk odur. Bize
insan olduğumuzu hatırlatır ve büyük bir
sorumluluk yükler.
Aşık olduğum zaman aklıma şu gelmeli, aşığım, demek ki
yapacak çok iş var. Yani sevgilimle pastanede buluşacağım veya bir arkadaşın
evine gidip yiyişeceğiz. Bu da yapılmalı tabi de yalnız bunu yapıyorsanız aşk
falan yoktur. Yani burada, arkadaşın evine gittik, yiyiştik. Aşka giriş bile
yok burada yiyiş var. Yani aşk, o yemekten aldığımız enerjiyle bir yere bir
ağaç dikebiliyorsak, bir insana yardım edebiliyorsak, farklı kitaplar
okuyabiliyorsak, gereğini yerine getirdiğimiz şeydir.
Aşk eşittir sevgili değil, iki kişilik de değil çok
kişiliktir aşk. Bütün dünyayı düşman belleyip Leyla'yı sevmek değildir.
Leyla'da bütün insanlığı sevmektir.
- Bir entelektüel olarak mutlu
musunuz?
Yalnız kaldığım zaman, genellikle gece ikiyle dört arasında
mutlu olurum. Televizyonu açarım ama seyretmem. Sesini dinlerim, duvarlara
bakıp oyle düşünürüm, belki yazasım gelir bir şeyler karalarım. Uykum gelince,
bu dünya düzelmez arkadaş deyip yatarım. Bugün de kurtaramadık dünyayı ne
yapalım derim.
Hesabi duruş, mutluluğu öldüren şeydir. Örneğin Nıetzsche,
adam hayatı boyunca bunu anlattı.
Ama Nietzsche'yi okuyup karamsar olan adamlar var, onlara
sopayla girişmek istiyorum bazen.
Adam demiş ki, ben bir enerji kaynağıyım. Benim insan gibi
insan olabilmem, içimdekilerin olabildiğince bastırılmadan ortaya cıkabilmesidir. Oysa yaşam buna izin
vermiyor, birbirimizi maskelemek zorunda kalıyoruz. Gerçi Freud medeniyetin
temelinin bu olduğunu söylemiş. Biz de içimizdeki hayvanlığı bastıracağız diye,
içimizdeki insanlığı da bastırmışız. Hala içimizdeki erotik enerjiyle
ilişkimizde sakatlık var.
Erotik yanımız ortaya çıktıktan sonra ayıp bir şey
yaptığımızı düşünüyoruz.
Onun için vatan millet sakarya, ilim aşkı, sanki hiç eros
yokmuş gibi davranıyoruz, dava adamı kalıbına sığınıyoruz. Bütün bu kalıpların
dışında felsefe; çözüm arayanların değil, soru soranların yeridir,
şeytanla
muhabbettir. Ne zaman ki şeytan sizi alt
eder, o zaman insan olduğunuzu anlarsınız
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder