ÖĞÜNMEYİ HAK EDEN KENTİMİZ - 2
Burhan Bursalıoğlu
Eskişehir gezimizin üçüncü günü :
7 MAYIS 2014
ÇARŞAMBA
KENTİMİZ
Gezimizin üçüncü ve son günü, şehir turlarımız vardı. Saat: 9.15 de otobüslerimize binerek, Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Kampüsüne gittik.
Gördüğüm üniversiteler içinde gerçekten hayran kaldığım bir okul. Tıbbın
dışında bütün fakülteleri bünyesinde
toplayan ve eğitim kadrosu da tam olan okul geniş bir araziye dağılmış. Her taraf
ağaçlık yeşillik ve çiçeklerle donanmış, tertemiz, sakin, öğrencilerin her
türlü ihtiyaçlarını karşılayacak oluşuma
sahip.
Fırınından sinemasına, sağlık kuruluşundan itfaiyeye, oyun salonlarından yatakhanelere, atölyelerden
spor alanlarına, müzik salonlarından
toplantı salonlarına kadar gelişmiş, her ülkenin örnek alacağı bir üniversite. Ne tekim,Uzak Doğunun bütün
devletlerinden temsilciler geliyormuş.
Ulaşım tramvay
ve otobüslerle sağlanıyor.
Her lise öğrencisinin, gözünü
kapayarak tercih edeceği bu okulu ben de tavsiye ediyorum.
Anadolu Üniversitesi Yunus Emre
Kampüsünden ayrılarak, Tarihi Odun
Pazarı bünyesinde Çağdaş Cam Sanatları müzesini gezdik. Resimlerde de
görülebileceği gibi çok çeşitli ve emek isteyen bu sanat eserleri görülmeye
değer. Eserlerin tanıtımını yapan
sunucu, her eserin yapımcısı, değeri ve yapılış tarzından bahsedince, gerçekten
dışarıdan görüldüğü gibi kolay olmayan bir sanat olduğuna karar verdik.
CAM SANATI ESERİ |
Cam sanatları müzesinin altında ,
bizzat Eskişehir Belediye Başkanı Yılmaz
Büyükerşen’in yaptığı Balmumu Heykeller Müzesine indik.
Her Eskişehir’e gidenin, muhakkak
görmesi gereken bir müze. 167 tanınmış insanımızın, vücut ölçülerine göre,
bire bir ölçümlerle yapılan balmumu heykelleri bölüm,bölüm ayrılmış. Gerçeklerine tıpa tıp benzeyen
heykeller , mesleklerine, değerlerine ve
sınıflarına göre kısım , kısım konmuş.
ATATÜRK VE ÜLKÜNÜN BAL MUMU HEYKELLERİ |
Filaşsız resim çekmek serbest. Sadece en son bölüme konan Atatürk ve birkaç
büyüğümüzün heykellerini çekmek
yasak. O bölümü, oranın
fotoğrafçısına poz vererek resim
çektirilebiliyor
VEYSELE EŞLİK ETTİM |
Müzelerden sonra, şehir merkezindeki
Köprübaşına gidiyoruz. Porsuk çayının etrafını düzelterek,
orayı modern kanal haline getiren Sayın
Büyükerşen’e teşekkür etmemek mümkün değil. Kanalın üstüne yapılan köprülerin her birinin rengi değişik.
Gençlerin veya başka insanların buluşma
yeri olarak bundan daha güzel adres olamaz.
Örneğin, “mavi köprüde veya sarı
köprüde buluşalım” gibi.
PORSUK ÇAYI VE MAVİ KÖPRÜ |
20 dakika süren tur için botlara bindik. Etraftaki
yapıları ve güzellikleri seyrederek adalar gezimizi de bitirmiş olduk.
PORSUK ÇAYI VE YEŞİL KÖPRÜ |
Eskişehir’in M.Ö. ilk kuruluş bölgesi olan ve halen görülebilen en büyük höyüklerden
Şarhöyük ün panoramik görülmesi ve tarihi hakkında bilgi edinilmesinin ardından, 350 m.lik yapay
plajın da yer aldığı Kent Parkına gidiyoruz.
ARTEZYEN SUYLA OLUŞAN SUNİ PLAJ |
Burada dikkat çeken plajlar ve geniş
bir sahayı kaplayan yeşillik alanları.
Artezyen suların oluşturduğu yapay plaj, Eskişehirlilerin deniz
ihtiyaçlarını karşılayacak kadar modern
ve bakımlı.
ARTEZYEN SUYU İLE OLUŞTURULAN PLAJ GÖLÜ |
Kent parkı gezimiz sonrasında, Kırım
Tatarlarının özel yemeği ve Eskişehir’in de yöresel yemeği olarak bilinen ÇİBÖREK,
ayran ve salatadan oluşan öğle
yemeğimizi yiyerek Türkiye lokomotif Makine Fabrikasına gittik. Burada sergilenen
ilk Türk yapımı DEVRİM arabasını seyrettik.
DEVRİM ARABASI |
Tarih 16 Haziran 1961. Türkiye sıkıntılı
bir dönemin ardından yeniden yapılanmaya çalışıyor. İhtilal sonrası dönemde bir
söylenti ortalıkta dolaşıyor, “Türkler araba yapamaz”… Dönemin
iktidarı, 16 Haziran günü Devlet Demiryolları Fabrikaları ve Cer Dairelerinin
yönetici ve mühendislerinden 20 tanesini toplantıya çağırıyor. Amaç ise, “Türkler
araba yapamaz” kanısını ortadan kaldırmak. Ve ilk Türk yapımı Devrim
arabasının öyküsü burada başlıyor…
Türklerin, dünyaya bir meydan okuma hikayesidir Devrim arabasının serüveni... Dönemin iktidarı, 29 Ekim kutlamalarına yetişmesi için bir araba siparişi veriyor Eskişehir’e. Aracın adı Devrim. İmkansızı başarmanın nasıl olduğunu gösteriyor Devrim arabası. Çünkü arabanın yapımı için verilen süre çok kısıtlı ve bir kanı var ortada dolaşan: “Türkler araba yapamaz”…
Tüm ülkede üniversiteden, basına; bir avuç sanayiciden politikacıya, sesi duyulabilen kimse ne otomobil ne de motor yapılabileceğine inanıyor, özel sohbetlerde, röportajlarda, film gösterili konferanslarda bu görüş vurgulanıyor.
Ancak inanılmaz bir şey gerçekleşiyor. Ve araba, 28 Ekim 1961 sabahı Türkiye’de yapılan bir otomobil, kaportası pürüzsüz olmasa da, kendi tekerlekleri üzerinde ve yine Türkiye’de yapılan kendi motorunun gücüyle Büyük Millet Meclisi Binası önüne götürülerek Devlet Başkanı Cemal Gürsel Paşa'ya sunulabiliyor…
Türklerin, dünyaya bir meydan okuma hikayesidir Devrim arabasının serüveni... Dönemin iktidarı, 29 Ekim kutlamalarına yetişmesi için bir araba siparişi veriyor Eskişehir’e. Aracın adı Devrim. İmkansızı başarmanın nasıl olduğunu gösteriyor Devrim arabası. Çünkü arabanın yapımı için verilen süre çok kısıtlı ve bir kanı var ortada dolaşan: “Türkler araba yapamaz”…
Tüm ülkede üniversiteden, basına; bir avuç sanayiciden politikacıya, sesi duyulabilen kimse ne otomobil ne de motor yapılabileceğine inanıyor, özel sohbetlerde, röportajlarda, film gösterili konferanslarda bu görüş vurgulanıyor.
Ancak inanılmaz bir şey gerçekleşiyor. Ve araba, 28 Ekim 1961 sabahı Türkiye’de yapılan bir otomobil, kaportası pürüzsüz olmasa da, kendi tekerlekleri üzerinde ve yine Türkiye’de yapılan kendi motorunun gücüyle Büyük Millet Meclisi Binası önüne götürülerek Devlet Başkanı Cemal Gürsel Paşa'ya sunulabiliyor…
DEVRİM ARABASI |
29 Ekim 1961 günü ise Devrim, Cumhuriyet kutlamalarına katılıyor. Dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel gelmeden tüm hazırlıkları tamamlanan Devrim’in bir tek benzini unutuluyor. Cumhurbaşkanı Gürsel, benzini konulmayan arabanın ön koltuğuna oturuyor. Araç meclisin bahçesinde tur atarken; herkes pek keyifleniyor. Ne de olsa bu kendini kanıtlama savaşı ve bu savaş yine kazanılıyor. Cemal Gürsel, bu arabayı Atatürk’ün de görmesini istiyor ve Devrim’i Anıtkabir’e götürülmesi için talimat veriyor. Ancak benzini unutulan araba henüz 100 metre ilerlemişken duruyor. Devrim'in kıymetli yolcusu, şaşkın bakışlarla süzüyor "devrimin itici gücünü"... Şoför "Benzin bitti" diye boynunu bükünce, Cemal Gürsel durumu şöyle özetliyor: "Batı kafasıyla otomobil yaparız, Doğu kafasıyla ikmali unuturuz."
Devrim bu talihsizlik
sonrasında müzeye konuyor ve böylece de
bu teşebbüs sonlanıyor.
AKVARYUMDA KÖPEK BALIĞI |
Arabanın yanından ayrılarak,
Eti Sualtı Dünyasını Çeşitli irili ufaklı balıkların bulunduğu
akvaryumu geziyoruz.
Üst katta bulunan
deniz ürünlerinden oluşan
hediyelik eşya reyonlarını da gezip, içinde
tramvay olan, gerçek ölçülerinde, Kristof Kolomb’un gemisi Santa Maria'nın, boyu 35 m. olan masal şatosunun, uzay araştırma
merkezinin, çocuklara yönelik oyun yerlerinin, kafelerin ve büyük bir
gölün bulunduğu SAZOVA Parkına gidiyoruz.
PARK İÇİNDEKİ TRANVAYI BEKLİYORUZ |
Parkı baştan başa turlayan tramvaya binerek, bir kısmımız Santa
Maria gemisinin, bir kısmımız da Masal Şatosunda iniyoruz. Üst bölümlere
çıkarak parkın kuş bakışı görünüşünü seyrediyoruz.
SAZOVA PARKININ ŞATODAN GÖRÜNTÜSÜ |
Parkın her tarafında
Belediye işçileri çalışıyor. Kimisi budama, kimisi çapa, kimisi temizlik,
kimisi sulama ve kimisi de ot biçme işi ile uğraşıyor.
MASAL ŞATOSU |
Kafede, turizm acentemizin ikramı olarak, çay,kahve ve meşrubat
içerek dinlenme saatimizi geçirdik. Mola sonrası, tekrar tramvaya binerek,
çıkış kapısında inip otobüslerimize bindik.
Saat 19 da otele vardık.
Saat 20 de akşam yemeği , özel gala
salonunda, set menü, limitsiz içecek eşliğinde yeniyor.
VEDA GECESİ YEMEĞİ |
Balıkesir Necati Bey Öğretmen Okulu ve Eğitim Enstitüsü
Mezunları toplantısını organize eden arkadaşın teşekkür konuşması ve 2015
yılında İstanbul’da toplanılması kararını açıklayarak 2014 yılı birliktelik
sona erdi.
8 MAYIS 2014 PERŞEMBE
Sabah yapılan kahvaltıdan sonra , herkes birbirleriyle
vedalaşarak ve 2015 buluşma ümidiyle memleketlerimize dağılıyoruz.
SONUÇ:
Başlıktan da anlaşılacağı gibi Eskişehir planlı yapılanma, temizlik, esnafın
yaya kaldırımlarını işgal etmemesi, yeşillik alanlarının çok bol olması, halkın her türlü doğadan
istifade etmesi için kaynakların oluşturulması, trafik sorununun kaldırılmış olması,
halkının, Türk, Tatar, Boşnak, Çerkez,
Abaza, Bulgar halklarından olmuş olmasına rağmen, aralarındaki uyum ve anlayış
bakımından gerçekten haklı olarak ne
kadar iftihar edilse azdır.
Bir
zamanlar, Kayseri Belediye başkanı “ Kayseriye deniz getireceğim” demişti. O
getiremedi, ama. Yılmaz Büyükerşen
Eskişehir'e getirdi. Halkın deniz ihtiyacı artezyen suyla oluşturulan
plajlarla giderildi.
Eskişehir’i ziyaretimizde en çok üzüldüğüm
olay, Çifteler ilçesindeki, Çifteler Köy
Enstitüsü binalarının, harabe vaziyette oluşuydu. Orada faaliyet gösteren öğretmen Lisesi bulunuyor.
Tüm binaların mülkiyeti Milli Eğitim Bakanlığına bağlı. El emeği göz nuru ile,
ufacık çocukların yaptığı, aradan 60 – 70
yıl geçmesine rağmen ayakta durabilen bu yapıtlar onarılarak istifade
edilebilir. Ama MEB buna yanaşmıyor.
KÖY ENSTITÜSÜ BİNALARINDAN |
Köy Enstitülerinin kaldırılışının Ülkemizin
gelişmesine zarar verdiğini her zaman söyler ve yazarım.
KÖY ENSTİTÜSÜ BİNALARINDAN |
Bir gazete yazarının dönemin Van milletvekili Kinyas KARTAL ile yaptığı bir röportaj:
“Köy Enstitüleri neden kapatıldı ?”
sorusuna, bakın KİNYAS KARTAL nasıl cevap veriyor.
"Ben kapattırdım köy enstitülerini. Ben toprak
ağasıyım. 200'e yakın köyüm var. Bu köylerdeki halk bana tapar. Ne işi varsa
bana sorar."
"-- Köy enstitüleri komünist yetiştirdiği için mi kapatıldı?
--Hayır. Beni babam Moskova Üniversitesi'nde okuttu komünizmin ne olduğunu ben
gayet iyi biliyorum. Köy enstitülerinde komünizmi bilen kimse yoktu.
SOLDAKİ KİNYAS KARTAL |
--Peki, karma eğitimden dolayı mı kapatıldı?
--Hayır. Bu da değil bütün dünyada okullar karma eğitim kız erkek
beraber okuyor.
--Peki ya neden?
--Ben kapattırdım köy enstitülerini. Ben toprak ağasıyım. 200'e yakın
köyüm var. Bu köylerdeki halk bana tapar. Ne işi varsa bana sorar. Evlenecek,
boşanacak, askere gidecek, mahkemesi nesi varsa gelir bana danışırdı. Ama köy
enstitüleri açıldıktan sonra 5 köyüme köy enstitüsü mezunu geldi ve bu
köylerden artık kimse bana gelip danışmamaya başladı. Ben düşündüm 200 köyümün
hepsine köy enstitüsü mezunu gelirse benim ağalığım ne olur, sıfıra düşer!
Böyleyse benim harekete geçmem gerekir dedim ve doğudaki bütün ağalara telefon
ettim onları topladım. Bir de batıdan buldum Eskişehir'den Emin Sazak.
Sonra Menderes'le pazarlığa gittik. (Yıl 1950 seçimlerin olacağı zaman)
Dedik ki köy enstitülerini kapatırsan şu gördüğün doğudaki tüm toprak ağaları
ve batıdan Emin Sazak'ın oyları sana. Kapatmazsan oy yok ve Menderes'te 1950'de
iktidara gelir gelmez köy enstitülerinin temelini sarsmaya başladı. Demokrat
Parti iktidara geldikten sonra 27 Ocak 1954'te çıkarılan kanunla Köy
Enstitüleri kapatılarak günümüze ve geleceğe ışık saçacak güneşimiz resmen
batırıldı. Köy Enstitüleri kapatılmasaydı, fırsat ve imkân eşitliği sağlanırdı.
Ezberleyen öğrenci değil de okuyan, üreten, düşünen öğrenciler başarılı olurdu.
Öğrenciler okullarına cep harçlıklarıyla değil emekleriyle "katkı"
yaparlardı. Demokrasi sadece kitaplardaki tanımlarda değil yaşamın ta içinde olurdu.
Daha nitelikli öğretmenler yetişirdi. Öğrenciler verilenle yetinmez, araştırır,
bulur ve tartışırlardı. Boş zamanlarını müzik dinleyerek değil enstrüman
çalarak; takım fanatikliği ile değil spor yaparak değerlendirirlerdi. Biz şu an
sadece matematik problemlerini hızlı çözen çocuklar yetiştiriyoruz. Hepsi bu.
Ötesi yok... "Köy Enstitülerinin bütün günahı omuzlarıma, sevabı
başkalarına olsun. O kurumların günahı bile bana yeter."
Köy Enstitülerin kapattıranın ağzından duyduğumuz yorumlar
bunlar. Ötesini siz düşünün.
NOT: Gezi ile ilgili tüm resimler Facebook sayfamda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder