21 Mayıs 2014 Çarşamba

GÜZEL ÜLKEMİZ


ÖĞÜNMEYİ  HAK  EDEN  KENTİMİZ - 2


Burhan Bursalıoğlu

Eskişehir gezimizin üçüncü  günü :

7 MAYIS  2014  ÇARŞAMBA

 KENTİMİZ
Gezimizin üçüncü  ve son günü, şehir turlarımız vardı.   Saat: 9.15 de otobüslerimize binerek,  Anadolu Üniversitesi  Yunus Emre Kampüsüne gittik.
Gördüğüm üniversiteler içinde  gerçekten hayran kaldığım bir okul. Tıbbın dışında bütün  fakülteleri bünyesinde toplayan  ve  eğitim kadrosu da tam olan  okul geniş bir araziye dağılmış. Her taraf ağaçlık yeşillik ve çiçeklerle donanmış, tertemiz, sakin, öğrencilerin her türlü ihtiyaçlarını karşılayacak  oluşuma sahip.
 Fırınından sinemasına, sağlık kuruluşundan itfaiyeye,  oyun salonlarından yatakhanelere, atölyelerden spor alanlarına, müzik salonlarından  toplantı salonlarına kadar gelişmiş, her ülkenin örnek alacağı bir  üniversite. Ne tekim,Uzak Doğunun bütün devletlerinden temsilciler geliyormuş.
Ulaşım  tramvay  ve otobüslerle sağlanıyor.  Her  lise öğrencisinin, gözünü kapayarak tercih edeceği bu okulu ben de tavsiye ediyorum.

Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Kampüsünden ayrılarak,  Tarihi Odun Pazarı bünyesinde Çağdaş Cam Sanatları müzesini gezdik. Resimlerde de görülebileceği gibi çok çeşitli ve emek isteyen bu sanat eserleri görülmeye değer.  Eserlerin tanıtımını yapan sunucu, her eserin yapımcısı, değeri ve yapılış tarzından bahsedince, gerçekten dışarıdan görüldüğü gibi kolay olmayan bir sanat olduğuna karar verdik.
CAM  SANATI  ESERİ


Cam sanatları müzesinin altında , bizzat Eskişehir Belediye Başkanı Yılmaz  Büyükerşen’in yaptığı Balmumu Heykeller Müzesine indik.
Her Eskişehir’e gidenin, muhakkak görmesi gereken bir müze.  167  tanınmış insanımızın, vücut ölçülerine göre, bire bir  ölçümlerle yapılan  balmumu heykelleri   bölüm,bölüm  ayrılmış. Gerçeklerine tıpa tıp benzeyen heykeller ,  mesleklerine, değerlerine ve sınıflarına göre kısım , kısım  konmuş. 

ATATÜRK VE ÜLKÜNÜN BAL MUMU HEYKELLERİ

 Filaşsız resim çekmek serbest.  Sadece en son bölüme konan Atatürk ve birkaç büyüğümüzün heykellerini  çekmek yasak.  O bölümü, oranın fotoğrafçısına  poz vererek  resim  çektirilebiliyor
VEYSELE  EŞLİK ETTİM


Müzelerden sonra, şehir merkezindeki Köprübaşına  gidiyoruz.  Porsuk çayının etrafını düzelterek, orayı  modern kanal haline getiren Sayın Büyükerşen’e  teşekkür etmemek  mümkün değil. Kanalın üstüne yapılan  köprülerin her birinin rengi değişik. Gençlerin veya  başka insanların buluşma yeri olarak bundan daha güzel adres olamaz.  Örneğin, “mavi  köprüde veya sarı köprüde buluşalım” gibi.

PORSUK ÇAYI VE MAVİ KÖPRÜ

20 dakika süren  tur için botlara bindik. Etraftaki yapıları  ve  güzellikleri seyrederek  adalar gezimizi de bitirmiş olduk.
PORSUK ÇAYI VE YEŞİL KÖPRÜ


Eskişehir’in  M.Ö. ilk kuruluş bölgesi olan  ve halen görülebilen en büyük höyüklerden Şarhöyük ün panoramik görülmesi ve tarihi hakkında bilgi  edinilmesinin ardından, 350 m.lik yapay plajın da yer aldığı Kent Parkına gidiyoruz.

ARTEZYEN SUYLA OLUŞAN  SUNİ  PLAJ

Burada dikkat çeken plajlar ve geniş bir sahayı kaplayan yeşillik alanları.  Artezyen suların oluşturduğu yapay plaj, Eskişehirlilerin deniz ihtiyaçlarını karşılayacak kadar modern  ve  bakımlı.

ARTEZYEN SUYU İLE OLUŞTURULAN PLAJ GÖLÜ

Kent parkı gezimiz sonrasında, Kırım Tatarlarının özel yemeği ve Eskişehir’in de yöresel  yemeği olarak bilinen  ÇİBÖREK,  ayran ve salatadan oluşan  öğle yemeğimizi  yiyerek  Türkiye lokomotif  Makine Fabrikasına gittik. Burada sergilenen ilk Türk  yapımı  DEVRİM arabasını  seyrettik. 
DEVRİM  ARABASI


Tarih 16 Haziran 1961. Türkiye sıkıntılı bir dönemin ardından yeniden yapılanmaya çalışıyor. İhtilal sonrası dönemde bir söylenti ortalıkta dolaşıyor, “Türkler araba yapamaz”… Dönemin iktidarı, 16 Haziran günü Devlet Demiryolları Fabrikaları ve Cer Dairelerinin yönetici ve mühendislerinden 20 tanesini toplantıya çağırıyor. Amaç ise, “Türkler araba yapamaz kanısını ortadan kaldırmak. Ve ilk Türk yapımı Devrim arabasının öyküsü burada başlıyor…

Türklerin, dünyaya bir meydan okuma hikayesidir Devrim arabasının serüveni... Dönemin iktidarı, 29 Ekim kutlamalarına yetişmesi için bir araba siparişi veriyor Eskişehir’e. Aracın adı Devrim. İmkansızı başarmanın nasıl olduğunu gösteriyor Devrim arabası. Çünkü arabanın yapımı için verilen süre çok kısıtlı ve bir kanı var ortada dolaşan: “Türkler araba yapamaz”…
Tüm ülkede üniversiteden, basına; bir avuç sanayiciden politikacıya, sesi duyulabilen kimse ne otomobil ne de motor yapılabileceğine inanıyor, özel sohbetlerde, röportajlarda, film gösterili konferanslarda bu görüş vurgulanıyor.

Ancak inanılmaz bir şey gerçekleşiyor. Ve araba, 28 Ekim 1961 sabahı Türkiye’de yapılan bir otomobil, kaportası pürüzsüz olmasa da, kendi tekerlekleri üzerinde ve yine Türkiye’de yapılan kendi motorunun gücüyle Büyük Millet Meclisi Binası önüne götürülerek Devlet Başkanı Cemal Gürsel Paşa'ya sunulabiliyor…
DEVRİM ARABASI


29 Ekim 1961 günü ise Devrim, Cumhuriyet kutlamalarına katılıyor. Dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel gelmeden tüm hazırlıkları tamamlanan Devrim’in bir tek benzini unutuluyor. Cumhurbaşkanı Gürsel, benzini konulmayan arabanın ön koltuğuna oturuyor. Araç meclisin bahçesinde tur atarken; herkes pek keyifleniyor. Ne de olsa bu kendini kanıtlama savaşı ve bu savaş yine kazanılıyor. Cemal Gürsel, bu arabayı Atatürk’ün de görmesini istiyor ve Devrim’i Anıtkabir’e götürülmesi için talimat veriyor. Ancak benzini unutulan araba henüz 100 metre ilerlemişken duruyor. Devrim'in kıymetli yolcusu, şaşkın bakışlarla süzüyor "devrimin itici gücünü"... Şoför "Benzin bitti" diye boynunu bükünce, Cemal Gürsel durumu şöyle özetliyor: "Batı kafasıyla otomobil yaparız, Doğu kafasıyla ikmali unuturuz."

Devrim  bu talihsizlik sonrasında müzeye konuyor ve böylece de  bu teşebbüs sonlanıyor.
AKVARYUMDA KÖPEK BALIĞI


Arabanın yanından  ayrılarak, Eti Sualtı Dünyasını Çeşitli irili ufaklı balıkların bulunduğu akvaryumu geziyoruz. 

Üst katta bulunan  deniz  ürünlerinden oluşan hediyelik eşya  reyonlarını da gezip, içinde tramvay olan, gerçek ölçülerinde, Kristof Kolomb’un gemisi Santa  Maria'nın, boyu  35 m. olan masal şatosunun, uzay araştırma merkezinin, çocuklara yönelik oyun yerlerinin, kafelerin ve büyük bir gölün  bulunduğu SAZOVA Parkına gidiyoruz.

PARK İÇİNDEKİ TRANVAYI BEKLİYORUZ

Parkı baştan başa turlayan tramvaya binerek, bir kısmımız Santa Maria gemisinin, bir kısmımız da Masal Şatosunda iniyoruz. Üst bölümlere çıkarak parkın kuş bakışı görünüşünü seyrediyoruz.


SAZOVA  PARKININ ŞATODAN GÖRÜNTÜSÜ

 Parkın her tarafında Belediye işçileri çalışıyor. Kimisi budama, kimisi çapa, kimisi temizlik, kimisi sulama ve kimisi de ot biçme işi ile uğraşıyor.

MASAL ŞATOSU

Kafede, turizm acentemizin ikramı olarak, çay,kahve ve meşrubat içerek dinlenme saatimizi geçirdik. Mola sonrası, tekrar tramvaya binerek, çıkış kapısında inip otobüslerimize bindik.

Saat 19 da otele vardık.
Saat  20 de akşam yemeği ,  özel  gala salonunda, set menü, limitsiz içecek eşliğinde yeniyor.
VEDA GECESİ YEMEĞİ


Balıkesir Necati Bey Öğretmen Okulu ve Eğitim Enstitüsü Mezunları toplantısını organize eden arkadaşın teşekkür konuşması ve 2015 yılında İstanbul’da toplanılması kararını açıklayarak 2014 yılı birliktelik sona erdi.

8 MAYIS 2014 PERŞEMBE

Sabah yapılan kahvaltıdan sonra , herkes birbirleriyle vedalaşarak ve 2015 buluşma ümidiyle memleketlerimize dağılıyoruz.

SONUÇ: Başlıktan da anlaşılacağı gibi Eskişehir planlı yapılanma, temizlik, esnafın yaya kaldırımlarını işgal etmemesi, yeşillik alanlarının  çok bol olması, halkın her türlü doğadan istifade etmesi için kaynakların oluşturulması, trafik sorununun kaldırılmış olması, halkının, Türk, Tatar, Boşnak,  Çerkez, Abaza, Bulgar halklarından olmuş olmasına rağmen, aralarındaki uyum ve anlayış bakımından gerçekten  haklı olarak ne kadar iftihar edilse azdır.
 Bir zamanlar, Kayseri Belediye başkanı “ Kayseriye deniz getireceğim” demişti. O getiremedi, ama. Yılmaz Büyükerşen  Eskişehir'e getirdi. Halkın deniz ihtiyacı artezyen suyla oluşturulan plajlarla giderildi.

Eskişehir’i ziyaretimizde en çok üzüldüğüm olay, Çifteler ilçesindeki,  Çifteler Köy Enstitüsü binalarının, harabe vaziyette oluşuydu. Orada  faaliyet gösteren öğretmen Lisesi bulunuyor. Tüm binaların mülkiyeti Milli Eğitim Bakanlığına bağlı. El emeği göz nuru ile, ufacık çocukların yaptığı, aradan 60 – 70  yıl geçmesine rağmen ayakta durabilen bu yapıtlar onarılarak istifade edilebilir. Ama MEB buna yanaşmıyor.

KÖY ENSTITÜSÜ  BİNALARINDAN

Köy Enstitülerinin kaldırılışının Ülkemizin gelişmesine zarar verdiğini her zaman söyler ve yazarım.
KÖY ENSTİTÜSÜ BİNALARINDAN
Bir gazete yazarının dönemin Van milletvekili Kinyas KARTAL ile yaptığı bir röportaj:
Köy Enstitüleri neden kapatıldı ?sorusuna, bakın KİNYAS KARTAL  nasıl cevap veriyor.

"Ben kapattırdım köy enstitülerini. Ben toprak ağasıyım. 200'e yakın köyüm var. Bu köylerdeki halk bana tapar. Ne işi varsa bana sorar."  
"-- Köy enstitüleri komünist yetiştirdiği için mi kapatıldı?
--Hayır. Beni babam Moskova Üniversitesi'nde okuttu komünizmin ne olduğunu ben gayet iyi biliyorum. Köy enstitülerinde komünizmi bilen kimse yoktu.

SOLDAKİ  KİNYAS KARTAL

--Peki, karma eğitimden dolayı mı kapatıldı?
--Hayır. Bu da değil bütün dünyada okullar karma eğitim kız erkek beraber okuyor.
--Peki ya neden?
--Ben kapattırdım köy enstitülerini. Ben toprak ağasıyım. 200'e yakın köyüm var. Bu köylerdeki halk bana tapar. Ne işi varsa bana sorar. Evlenecek, boşanacak, askere gidecek, mahkemesi nesi varsa gelir bana danışırdı. Ama köy enstitüleri açıldıktan sonra 5 köyüme köy enstitüsü mezunu geldi ve bu köylerden artık kimse bana gelip danışmamaya başladı. Ben düşündüm 200 köyümün hepsine köy enstitüsü mezunu gelirse benim ağalığım ne olur, sıfıra düşer! Böyleyse benim harekete geçmem gerekir dedim ve doğudaki bütün ağalara telefon ettim onları topladım. Bir de batıdan buldum Eskişehir'den Emin Sazak.
Sonra Menderes'le pazarlığa gittik. (Yıl 1950 seçimlerin olacağı zaman) Dedik ki köy enstitülerini kapatırsan şu gördüğün doğudaki tüm toprak ağaları ve batıdan Emin Sazak'ın oyları sana. Kapatmazsan oy yok ve Menderes'te 1950'de iktidara gelir gelmez köy enstitülerinin temelini sarsmaya başladı. Demokrat Parti iktidara geldikten sonra 27 Ocak 1954'te çıkarılan kanunla Köy Enstitüleri kapatılarak günümüze ve geleceğe ışık saçacak güneşimiz resmen batırıldı. Köy Enstitüleri kapatılmasaydı, fırsat ve imkân eşitliği sağlanırdı. Ezberleyen öğrenci değil de okuyan, üreten, düşünen öğrenciler başarılı olurdu. Öğrenciler okullarına cep harçlıklarıyla değil emekleriyle "katkı" yaparlardı. Demokrasi sadece kitaplardaki tanımlarda değil yaşamın ta içinde olurdu. Daha nitelikli öğretmenler yetişirdi. Öğrenciler verilenle yetinmez, araştırır, bulur ve tartışırlardı. Boş zamanlarını müzik dinleyerek değil enstrüman çalarak; takım fanatikliği ile değil spor yaparak değerlendirirlerdi. Biz şu an sadece matematik problemlerini hızlı çözen çocuklar yetiştiriyoruz. Hepsi bu. Ötesi yok... "Köy Enstitülerinin bütün günahı omuzlarıma, sevabı başkalarına olsun. O kurumların günahı bile bana yeter." 

Köy Enstitülerin kapattıranın ağzından duyduğumuz yorumlar bunlar. Ötesini siz düşünün.


NOT: Gezi ile ilgili tüm resimler  Facebook sayfamda.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ