6 Mart 2010 Cumartesi
GÜNÜN OLAYLARI
Burhan Bursalıoğlu
* 1714 - İngiliz mühendis Henry Mill daktilo makinesinin patentini aldı.
• 1899 - Bayer, aspirini ticari bir marka olarak kayıt altına aldı.
• 1902 - Real Madrid futbol kulübü kuruldu.
• 1919 - III. Enternasyonal kuruldu.
• 1924 - Türkiye Cumhuriyeti'nin 2. hükümeti İsmet İnönü'nün başbakanlığında kuruldu.
• 1925 - Takriri Sükun Kanunu'na dayanılarak İstanbul'da 6 gazete ve dergi (Tevhidi Efkar, İstiklal, Son Telgraf, Aydınlık, Sebilülreşat ve Orak Çekiç) Bakanlar Kurulu kararıyla kapatıldı.
• 1927 - İstanbul Radyosu yayına başladı.
• 1948 - Anadolu Ajansı'nda 1925'te şirket kurucuları arasında yer alan ve Başyazarı olan ünlü şair, yazar ve gazeteci Kemalettin Kamu, 47 yaşında Ankara'da öldü.
• 1949 - Kadınlığı Koruma ve Sosyal Yardım Cemiyeti kuruldu. Cemiyet, kimsesiz kızlara ve dul kadınlara yardım etme amacını benimsedi.
• 1957 - Afrika'da Altın Kıyısı, Gana adını alarak bağımsızlığını ilan etti.
• 1961 - İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth, Türkiye üzerinden geçerken Ankara'ya uğradı. Esenboğa Havaalanı'nda Devlet ve Hükümet Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel tarafından karşılanan II. Elizabeth, Gürsel ile 40 dakika görüştükten sonra, Türkiye'den ayrıldı
• 1962 - Ekrem Alican Yeni Türkiye Partisi genel başkanlığından istifa etti.
• .
• 1969 - Atatürk'ün yakın arkadaşlarından eski Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, eski Gaziantep Milletvekili Kılıç Ali ve eski Milli Eğitim Bakanı Cemal Hüsnü Taray törenle Yeni Türkiye Partisi'ne girdi. Tevfik Rüştü Aras Atatürk'ün ölümünden buyana ilk defa bir siyasi partiye üye oldu.
• 1970 - İstanbul'da Sultanahmet İktisadi ve Ticaret Akademisi'nde bir konferans veren Amerikalı Profesörün üzerine bir torba un dökülerek başına yumurta atıldı. "Kahrolsun Amerikan Uşakları", "Yankee go home" diye atılan sloganlar sonucu Amerikalı profesör konferansı yarıda bıraktı.
• 1970 - Türkiye Cumhuriyeti 32. hükümeti Süleyman Demirel'in başbakanlığında kuruldu.
• 1972 - TBMM Adalet Komisyonu, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idam cezalarını onayladı.
• 1974 - Hilafetin kaldırılışının 50. yılı dolayısıyla PTT tarafından çıkarılması kararlaştırılılan seri pulların basımı Milli Selamet Partili bakanların önerisi üzerine durduruldu.
• 1974 - İngiltere'de seçimleri İşçi Partisi kazandı. Harold Wilson başbakan oldu.
• 1981 - Yunanistan Ege hava sahasındaki bazı kısıtlamaları kaldırdığını açıkladı.
• 1984 - Askeri Yargıtay Milliyet gazetesi yazarı Metin Toker ile yazı işleri müdürü Doğan Heper hakkında İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından verilen mahkumiyet kararını bozdu.
• 1986 - Basın tarafından "Basına Sansür Yasası" olarak tanımlanan "Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Yasası" TBMM'de kabul edildi.
• 1987 - Erzincan Sıkıyönetim Mahkemesi'nde görülen Espiye Dev-Yol davasında1 sanık ölüm, 20 sanık 2-8 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırıldı.
• 1987 - Türkiye'nin Kuzey Irak'taki PKK kamplarını bombalamasını eleştiren İran ve Libya'yı yanıtlayan Ankara "Harekatın üçüncü bir ülkeyi ilgilendiren bir yönü yok" dedi.
• 1993 - İstanbul'un Kartal ilçesinde bir eve düzenlenen polis baskınında aralarında Dev-Sol'un liderliğini ele geçirmeye çalışan Bedri Yağan'ın da bulunduğu üçü kadın beş kişi öldürüldü. Bedri Yağan, Gülcan Özgür, Hemşireler Derneği İstanbul şubesinin eski başkanı Menekşe Meral ve ev sahibi Rıfat Kasap ile eşi Asiye Fatma Kasap ödürülürken Rıfat ve Asiye çiftinin çocukları 2,5 yaşındaki Özgür ile 6 aylık Sabahat baskından sağ olarak kurtuldu. Bedri Yağan'ın babası oğlunun çatışma sonucu ölmediğini, infaz edildiğini, ölen militanların avukatları da, duvarlarda kurşun izi bulunmadığından, beş kişinin ele geçirilip işkenceyle öldürüldüğünü ileri sürdüler. SHP Merkez Yönetim Kurulu da, olayı yargısız infaz olarak nitelendirdi.
• 1993 - Türkiye'nin 1963'de Ankara Antlaşması'yla başlattığı Avrupa'yla bütünleşme sürecinde bir adım daha atıldı. Avrupa Birliği üyesi 15 ülke ile Türkiye arasında Gümrük Birliği Antlaşması Dışişleri Bakanı Murat Karayalçın tarafından imzalandı.
• 1993 - YDH (Yeni Demokrasi Hareketi) Genel Başkanı Cem Boyner'in, "Ordu demokrasiyi tehtid ediyor" sözleri üzerine hakkında soruşturma başlatıldı.
• 1999 - 6 Mart 1999 Cumartesi günü gece saat 05:45'de Hindistan'da bulunan Senragadha Volkanı püskürdü.
• 2002 - Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Gazeteci-Yazar Çetin Emeç ve Turan Dursun ile İran rejim muhalifi Ali Akbar Gorbani'nin öldürülmesi olaylarının da aralarında bulunduğu birçok saldırıdan sorumlu tutulan İslami Hareket Örgütü'nün İcra Şurası üyesi İrfan Çağırıcı hakkındaki idam cezasını onadı.
6 - MART TARİHİNDE ÖLENLER
• 1920 - Ömer Seyfettin, Türk yazar (d. 1884)
• 1935 - İbnürrefik Ahmet Nuri, Oyun yazarı
• 1948 - Kemalettin Kamu, Şair, yazar ve gazeteci
• 1986 - Egemen Bostancı, gösteri dünyasının önde gelen adlarından.
• 1988 - Mediha Demirkıran, Türk ses sanatçısı
• 1989 - Fecri Ebcioğlu, Türk şarkı sözü yazarı ve şovmen
• 1995 - Nehar Tüblek, Türk karikatürist
• 2005 - Nüzhet İslimyeli, Türk ressam
• 2008 - Nedim Otyam, Türk besteci, yönetmen
4 Mart 2010 Perşembe
T A R İ H T E N B İ R S A Y F A
Burhan Bursalıoğlu
Tarihimizde, Sarkamış Faciası, bir komutana, Enver Paşa’ya yakışmayacak, yanlış taktik uygulaması neticesinde, düşmanın değil de, kış şartlarının kurşunlarıyla, yaklaşık 90.000 askerimizin donma, ve salgın hastalıklar nedeniyle yok olmuşluğun ibret verici savaşıdır. Yarın, Sarıkamış’ta, Allahuekber Dağlarında, 3. Ordunun yapacağı, Türk Ordusunun Baş Komutanı sıfatını taşıyan Cumhurbaşkanı , Başbakan’ın ve Savunma Bakanının katılmayacağı Kış tatbikatının yapılacağı ve yakın geçmişte anma törenleri yapılan bu elim savaşın kısa hikayesini bulacaksınız
1877-1878 deki 93 harbi Osmanlı Devletinin mağlubiyeti ile neticelenince Batum savaş tazminatı olarak Rusya'ya verilmişti. Sarıkamış, Kars, Ardahan ve Artvin de Berlin Antlaşması ile Rusya'ya terkedilmişti. 1914 yılında dönemin Başkomutan Vekili olan Enver Paşa, evvelce kaybedilen toprakları geri almak amacıyla 19 Aralık tarihinde Sarıkamış Harekatı planlarını kurmaylarına sundu.
Herkesin bildiği, Birinci Dünya Savaşı öncesinde, Türk bayrağı çekilip, Yavuz ve Midilli adı verilen iki Alman gemisi , Karadeniz’deki Rus limanlarını bombardıman etmişti . Rusya da buna karşılık olarak 30 Ekim 1914 tarihinde Türkiye’ye taarruz etti. Rus ordusu, Karadeniz’den Ağrı Dağındaki hudut üzerinden yedi kol hâlindeki saldırısıyla Pasinler’e kadar ilerledi.
Ruslar, 4 Kasım 1914’te Köprüköy önlerine gelmiş bulunuyorlardı. Karaköse Murat suyu cephesinde de aynı surette ilerlediler. 5 Kasım’da Ruslar Türk sınırına taarruz için emir aldılar.
Başkumandan vekili Enver Paşa 4 Kasım tarihli emrinde taarruzu emrediyordu. Bu emir verildiği sırada Doğu Anadolu’da kışın en şiddetli, sert günleri başlamıştı. Nitekim Rus ordusu da taarruz emri almasına rağmen harekete geçemiyordu.
Hasan İzzettin Paşa Üçüncü Ordu’nın fikri olarak, " buralarda ve bu mevsimde taarruzdan yapılamaz" diyordu. Amacı , düşman, ilerlese bile onu, Erzurum Kalesine çarptıktan sonra karşı bir taarruzla Rus birliklerini yok etmekti.
Buna rağmen Türk kuvvetleri Ruslarla Köprüköy savaşları yaptı.
1. Köprüköy Savaşı : 3. Ordumuz ve XI. Kolordu, süvari birlikleri ve kürt aşiret askerleri 6-9 Kasım Köprüköy muharebesiyle Ruslar’ın taarruzunu kırmış ama 18. Piyade Alayı ve 30. Piyade Alayının gerilemesi yüzünden alay kaybetmiştir.
2. Köprüköy Savaşı: 11-12 Kasım'da IX. Kolordu, Ahmet Fevzi Paşanın komutasında, ve XI. Kolordu solunda olmak üzere süvari birliğinin öncülüğünde ilerlemeye başlamıştır. 3. Piyade Alayı, Köprüköy'ü ele geçirmeyi başarmıştır. Azap muharebesini 14-18 Kasım’da kazandı.
Doğu Anadoluyu korumakla görevli, bugünkü gibi Üçüncü Ordu dur. Cephede malzeme ve iaşe çok noksandı. Mesela: Mevcut 6 yıllık iaşesi için 88.000 ton buğday, çavdar ve arpa ihtiyacı olmasına karşın, Ordu ambarında 1.250 ton hububat vardı. kışa girilmiş olduğu için erzakın gereği gibi taşınması, dağıtılması bir hayli güçtü. Bu güçlükte Rusların Karadeniz'deki donanma üstünlüğünün de payı vardı. Ruslar Zonguldak'ı bombalamak için 10 gemiyle denize açıldıklarında, doğuya erzak götürmekle görevli en büyük üç erzak gemisi Bahriahmer, Bezmialem ve Mithatpaşa gemilerine rast gelmiş ve onları da batırmışlardır. Bunun yanında 4.000 tonluk Derne gemisinin yine Ruslar tarafından batırılması da askerin erzaksız kalmasındaki bir diğer önemli etkendir.Üstünde doğru dürüst elbise yok. Ayağında çarık dahi yok. Kış şartlarına dayanacak malzeme yok. Nakil aracı yok. Yok oğlu yok.
Üçüncü Ordu Komutanı, mevsim şartlarını dikkate alıp, ayrıca askerin kaput başta olmak üzere, giyim ve iâşesinin yetersizliğini, top ve süvari atlarının azlığını hesaba katarak, sıcağı sıcağına düşmanı takip etmedi. Köprüköy Meydan Muharebesinin raporlarını alan, yarbaylıktan paşalığa terfi ettirilen Harbiye Nazırı Enver Paşa, Alman kurmay ve generalleriyle Erzurum’a geldi. Enver Paşa, Erzurum ve Köprüköy’de birer taburu teftiş etmişti; ancak ordu birliklerinin tamamı hakkında yeterli bilgiye sahip değildi. Üstelik, ordu kumandanı Hasan İzzet Paşanın, bu mevsimde harekât yapılamayacağı, taarruzun bahara bırakılması tavsiyesine karşılık, onu vazifesinden azletti ve taarruza karar verdi. Üçüncü Ordu Komutanlığı vazifesini de üzerine alan Enver Paşa, 18 Aralık 1914 tarihinde, kıtalara, taarruz emrini verdi.
Taarruza iştirak eden birliklerin büyük bir kısmı, özellikle Arabistan’dan geri çekilen ve Güneydoğu Anadolu’dan sevk edilenler, sıcak iklime alışık olup, teçhizatları yönünden kış şartlarına hazırlıksızdı. Aynı zamanda yorgun.
Üçüncü Ordunun 9, 10, 11. Kolorduları, 24 Aralık 1914 günü -40 derece soğukta Büyük Sarıkamış Çevirme ve Kuşatma Harekâtına başladı. Ayrıca, gerilla harbi yapan yarı resmi Türk çeteleri de, Ardahan’a hareket etti.
Üçüncü Ordudan bazı kıtalar, 24-25 Aralık gecesi, Sarıkamış’a ulaşmayı başardı. Ancak, Allahü Ekber Dağlarını aşarken çetin zorluklar ve kış şartları sebebiyle gerek miktar, gerekse mevcut silahları yönünden çok zayiat ve kayıp verdiler. Allahü Ekber Dağlarını aşabilen Mehmetçiklerden bir kol da, Sarıkamış’ın doğusundaki Selim İstasyonuna vararak demiryolunu tahrip edince, Sarıkamış’taki Rus kolorduları paniğe uğradı. Gayri resmî Türk çeteleri de, 1915 yılı başında Ardahan’a girdi. Rus Kafkas Ordusu Başkumandanı, Üçüncü Ordunun ilerleyişi üzerine; 2-3 Ocak 1915 günlerinde telsiz-telgraf ile müttefikleri Fransa ve İngiltere’ye, günde birkaç defa yalvarırcasına başvurarak:
“Telefon konuşmalarını durduran soğuk ve kış, Türk ordusunu engelleyemiyor. İkinci bir cephe açarak, Türk ordularının ilerlemesi durdurulamaz ise, zengin Bakü petrolleri, Osmanlı-Alman ittifakının eline geçecek ve Hindistan yolu onlara açık bulunacaktır!” haberini gönderiyordu.
Ne yazık ki Enver Paşa, planına bir şey i katmamıştı, o da doğa koşullarıydı. Sarıkamış’ın soğuğu çok (–40 derece) sert olurdu. Allahuekber Dağları'nda ki tipi ve bora da hesapta yoktu.
Kış, 3-4 Ocak 1915 gecesi daha da şiddetlendi. Fırtına ile yağan kar, yolları tıkayıp, çadırları yıktı. Arkasından da dondurucu soğuklar bastırınca, 150 000 kişilik ordunun 60 ila 90 000 i donma, dizanteri ve tifo gibi hastalıklarla mahvoldu.. Bu harekâtta Ruslar, 32 000 kayıp verdiler. Rusların yalvararak yardım dilemelerine Enver paşa nın taktiği imdatlarına yetişmiş oldu!
Sarıkamış Harekâtı sonunda, Doğu Anadolu kapıları, Ruslara açıldı. 13 Mayıs 1915’te Ermenilerin işbirliği yaptığı Rus kuvvetleri, önce Van’a, bilâhare Muş ve Bitlis’e girdi. Ermenilerin harp esnasında Ruslara yaptıkları büyük hizmetin karşılığı olarak, bu illerin valilikleri, Ermenilere verildi.
Harpten sonra, Ermeni-Rus işbirliği sonunda, bölge halkına karşı müthiş bir soykırıma girişildi. Van Gölünün ortalarına kayıklarla taşınıp öldürülen, suya dökülen çocuk, kadın, genç ve ihtiyar Türklerin sayısı, kesin olarak tespit edilmemesine rağmen, çok fazladır. Esasen, bu harp sırasında Ermeni Komitacıları, hemen her tarafta isyana hazırlanarak, birçok yerde depolar dolusu silah ve cephane biriktirdiler. Bu silah, teçhizat ve destekle katliam yapıp, Doğu Anadolu’yu harabeye çevirdiler. Bu gece ABD Soykırımla ilgili vereceği kararda, Ermeniler lehine oy verecek olan parlementerler, acaba bu tarihi olaylardan haberdarmıdırlar? Yoksa sadece Türk düşmanlığından mı oy verecektir. Ne tür bir sonuç çıkarsa çıksın, Bizler Ermenilerin yaptığı katliamları unutmayacağız.
Genel kurmay Başkanlığının 1933 yılında yaptığı açıklamalara göre, Osmanlı ordusunun kaybı 109.274 dür. Ne yazık ki bu sayının çoğu, ağır soğuk, kar, fırtına koşulları nedeniyle olmuştur.
Savaştan sonra İstanbul'a dönen Enver Paşa uzun bir süre Sarıkamış Savaşı hakkında hiçbir haber, bildiri, veya yayın yapılmasını engellemiş ve Osmanlı halkı savaşta olup bitenleri uzun yıllardan sonra öğrenebilmiştir. Her şeye rağmen Sarıkamış’ta bu vatan için canlarını hiç düşünmeden feda eden Aziz şehitlerimiz önünde bir kez daha eğiliyoruz. Ruhları şad olsun…
28 Şubat 2010 Pazar
ATATÜRK
Burhan Bursalıoğlu
Atatürk'ün her konuda olduğu gibi, spor konusundaki görüşleri de çağdaş, günümüz şartlarıyla bağdaşan, kalıcı ve geçerli görüşlerdir. Atatürk, emanetinin yücelmesi ve gelişmiş batılı ülkeler düzeyine ulaşabilmesi için genç kuşağın bedenen, ruhen, zihnen, fikren, ahlâken ve ilmen iyi yetiştirilmesi gerektiğine inanmıştır. Bu nedenle Atatürk, gençliğin "beden eğitimi ve spor" faaliyetlerine spor ve sporcuya büyük önem vermiştir. Bu önem Atatürk'ün sporcu kişiliğinden de kaynaklanmaktadır.
Sağlık açısından vazgeçilmez bir unsur olan sporu kendisi de yapmaktaydı. En çok sevdiği spor ise güreşti. Güreşi her yönü ile teşvik ettiği gibi sık sık güreş müsabakalarını da izlemekteydi. Başarılı olan Milli güreşçileri tebrik edip ödüllendirdiği gibi, onların galibiyeti ile heyecanlanır, büyük sevinç duyardı. Özel bir sevgi duyduğu ağır sıklet dünya şampiyonumuz Çoban Mehmet'le bir müsabaka sonrası Florya'daki Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde şakalaşmış ve ona şöyle demişti:
- "Sen herkesi kolayca yeniyorsun Mehmet, seninle güreş tutsak, beni de yenebilir misin?
- Çoban Mehmet'in cevabı ise; "Sizi bütün dünya yenemedi Paşam, ben nasıl yenebilirim?..." şeklindeydi.
Büyük Atatürk, Çoban Mehmet'in bu cevabı karşısında duygulanmış ve kendisini alnından öpmüştü.
* Yeni neslin fikri ve bedeni eğitimi için genç dernekleri ve izcilik ele alınmalıdır.
* Gençler 12 yaşından itibaren esaslar dahilinde yetiştirilmelidir.
* Beden eğitimi okullarda programlı olmalıdır.
* Spor kulüplerinde sağlığın korunması, spor fizyolojisi ele alınmalıdır.
* Spor kulüp başkanları siyasetin dışında kalmalıdır.
* Beden eğitimi ders Saatleri arttırılmalıdır.
"Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı" 1922'de İstanbul'da kurulmuştu. bu ilk spor cemiyetinin ve federasyonlarının yöneticileri Atatürk'ün yarattığı ortamla seçimle belirlenmiş ve demokratik bir şekilde spor örgütlenmelerinin temelleri atılmıştı.
16 Ocak 1923 tarihli Bakanlar Kurulu toplantısında, "Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı” kamu yararına dernek olarak kabul edilmiş ve böylece ilk kez devlet spora ve sporcuya destek ve yardım elini uzatmıştır. Nitekim, Yeni Türk Devleti'nin bütün kaynak ve imkansızlıklarına rağmen, 1924 Paris Olimpiyatları'na katılma kararı da takdire şayan bir uygulama idi ve kararın altında Atatürk'ün imzası vardı.
Böylece genç Türkiye Cumhuriyeti 1924 Paris Olimpiyat Oyunları ile en büyük spor organizasyonunda ilk kez temsil edilmiş oldu. Türk sporcuları Atletizm, Bisiklet, eskrim, futbol, güreş ve halter dallarında dünyanın en seçkin sporcularıyla yarışmak ve dünya sporunu yakından görüp tanımak imkan ve fırsatını buldular.
Büyük Atatürk'ün ölümünü takip eden günlerde o zamanlar yalnız Avrupa'nın değil dünyanın en güçlü günlük spor gazetesi olan ve Fransa'da yayınlanan "L'Auto" yayınladığı geniş bir makalede Atatürk'ün spora verdiği büyük önemi uzun uzun överken şu satırlara da yer verdi:
Atatürk gerçekten dünyada beden eğitimini ülkesinde mecburi kılan ilk devlet adamıydı. Hiç kuşkusuz onun "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" sözü de oluşturduğu genç Türkiye devletinin geleceği için düşündüğü ana esaslardan biriydi. Nitekim daha Cumhuriyetin ilanından önceki günlerde hazırlanan hükümet
Sporun vatanî bir amaç olduğu inancını, Çanakkale Savaşı sırasında yaşadığı bir olaydaki sözlerinden de çıkarabiliyoruz: Keşif görevine çıkan bir Türk askeri, yakaladığı İngiliz askerini gırtlağından tutup Mustafa Kemal Atatürk’ün karşısına getirir. Atatürk, İngiliz askerine,
Özetle, Milli Eğitimin bir görevi de milli ve başarılı sporcuların yetiştirilmesi için malzemenin temini, okulların yapılması ve öğretmenlerin yetiştirilmesi, gereğinde, başarılı sporcu gençlerin yurt dışındaki okullara gönderilmesi, halkın spora teşvik edilmesi, gece okulları açılması, kabiliyetli kişiler için çırak okulları açılması, maddi imkanları olmayanların güvence altına alınmalarıdır.
Nitekim hükümet programında bahsi geçen "Beden eğitimi öğretmeni yetiştirmek amacıyla” "Gazi Terbiye Enstitüsü" adı altında Ankara'da açılan okul hizmete girmişti.
Atatürk Türk sporunun ilk öğreticilerinin yetiştirilmesi konusunda da acele edilmesini istemiştir. Beden Eğitimi öğretmeni yetiştirecek okul tesis edilmeden önde Çapa Muallim Mektebi'nde bir kurs açılmış ve bunun başına da Avrupa'da beden eğitimi öğrenimi yapmış bulunan Selim Sırrı Bey (Tarcan) getirilmişti. Bu arada bayan beden eğitimi öğretmeni yetiştirmek üzere de İsveç'ten iki bayan öğretim üyesi getirtilmiş bunlar da Çapa Muallim Mektebi'ndeki özel kurslarda görev alarak kız öğrencileri yetiştirmişlerdi.
Hükümet programındaki maddeye dayanarak, Vildan Aşir ve Suad Hayri Beyler BedenEğitimi tahsili için Belçika’ya gönderilmişlerdir.
26 Şubat 2010 Cuma
S A Ğ L I K
SAĞLIK PAYLARI
Burhan Bursalıoğlu
Biz emekliler, çoğumuz aldığımız üç aylıklarımızın ne kadar olduğunu bilmeyiz. Devlet ne verirse “maaşımız o kadardır” der geçeriz. Zamlar söz konusu olunca da, kaba taslak bir hesap yapar, çıkan sonuca dudak büker, ümitlerimizi gelecek yıla bırakırız.
Bazen benim yaptığım gibi, arada bir internete girerek, Sosyal Güvenlik Kurumu ( SGK ) sitesinden Emekli Sandığındaki sayfaya girerek birşeyler öğrenilebiliyor.
Yazılı ve sözlü medyada yaygarası yapılan enflasyon karşılığı verilecek ek ödemeden eser göremedim. Doğal karşıladım, hiç şaşmadım. Alıştık artık. Kürsülerden müjde verir gibi, böbürlene böbürlene söylenen vaadler söylendiği yerde kalmış. Kimbilir belki bütçede karşılığı yoktur. Belkide,” bu çilekeş emeklim saygılıdır, bana zaman tanır, itiraz etmez, onlar alışkandır” deyip , fark için ayrılan parayı duvar kağıtları için harcamış olabilirler. Kim bilir, belkide enflasyon farkının çok gülünç bir meblağ olduğu için “ayıptır, görünmesin “ diye maaşın içine atmış olabilirler. Her ne ise, Devlet paramızı yemez…
Belkide verecektirde zaman bulamıyordur.
2010 Ocak maaşımdan, ilaç ve muayene katkı payı olarak 131 lira 25 kuruş kesilmiş. Dökümlere baktım, 106 lira 98 kuruş, 28 Ekim 2009 tarihinde, Bodrum Devlet Hastanesinde yaptırdığım ultrason muayenesi karşılığı kesilmiş. 24 lira 27 kuruş da, 10 Ağustos, 01 Eylül,
18 Eylül 2009 tarihlerinde aldığım, hepsinin raporlu olduğu ilaç reçeteleri karşılığı kesilmiş. Her reçete karşılığı eczacı bizden 3 lira alıyor. Muayene katkı payı diyor. Ayrıca, sandığın verilmesini istediği ilacın farklısı olunca, fark ücreti de alıyorlar. Bu nedir? Anlamadım.
Kasım, Aralık 2009 ve Ocak 2010 aylarında yaptırdığım, peryodik kontrollerimde, Nisan 2010 maaşımdan yapılacak kesintileri de merak ediyorum.
23 Şubat 2010 Salı
A T A T Ü R K
AŞAĞIDAKİ YAZIYI BİR ORTAOKUL ÖĞRENCİSİ, OKULUNUN DUVAR GAZETESİNE
YAZMIŞ.
İNANILMAZ GÜZEL VE FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI
İYİ DE YAPMIŞ.
İLETELİM LÜTFEN...
Bu ülkede yasayan her insanin bağımsızlığını ve demokrasisini
borçlu olduğu insan:
Gençliğinde kot pantolon giyememiş.
Sevgilisinin elinden tutup
hasılat rekorları kıran bir sinema filmine gidememiş...
Padişah ona Trablusgarp Cephesi'nde görev verdiğinde,
lüks uçak şirketinin, first class koltuğunda viskisini yudumlayarak görev yerine gidememiş...
Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej
eşliğinde Mercedes'lerle gezememiş Anadolu'yu...
Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 Mayıs'ta Samsun'a ayak basan ayağında spor ayakkabısı ya da kovboy çizmesi yokmuş....
Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp moral veren mini etekli ponpon kızlar da yokmuş...
Tarih kitaplarına bakılırsa, Yunan'lıları İzmir'den denize
döktükten sonra
timsah yürüyüşü de yapmamışlar...
Ülkesinde yapacağı devrimleri, unutmamak için not
alacağı bir cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast girişiminde bulunacakları
da cep telefonundan öğrenememiş!
Atatürk için üzülüyorum. Dağ gibi adam, bir radyo programına faks
çekemeden, İsmet Pasa için Safiye Ayla'dan bir istek parçası isteyemeden gitti ..
Lozan Zaferi'nden sonra veya Cumhuriyet'in ilanından sonra
arabaya atlayıp sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda tur atamadı
Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı.
Atatürk'e acıyorum...
Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir
dönemde dünyaya gel,
sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini
getir.
Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip, içip rock yapmak,
babasının mersedesini alıp şöyle bir Emirgan turu çekmek dururken...
Bunları yapmadı Atatürk....
Keyif çatmadı...
Yan gelip yatmadı...
Vatan topraklarını satmadı...
Tüm hayatini ülkesinin kurtuluşuna ve uygarlaşmasına harcadı...
İŞTE ONUN İÇİN BÜYÜK ADAMDI ATATÜRK. HER FIRSAT ELİNDE VARDI.
BU MİLLETİN BAĞIMSIZLIĞINI İSTEDİ.
BÜTÜN SUÇU
2 KADEH RAKI İÇMEKTİ
O KADAR.....
22 Şubat 2010 Pazartesi
G E Z İ
Burhan Bursalıoğlu
20 Şubat 2010 Cumartesi günü, arkadaşım Ahmet Karslı ile sözleşerek, eşlerimizle birlikte, Beykoz yöresinde gezelim dedik.
Hava güneşsiz, bulutlu,puslu ama yağmursuz, lodos ve sıcaklık 14 derece. Kış ortasında bu sıcaklığı bulmak şans eseri.
Saat 11.45 de Yeniköy’den, Yeniköy-Beykoz dolmuş motoruyla Beykoz’a geçtik. Arabasıyla Göztepe’den, eşiyle gelen Ahmet Beyle buluşup Akbaba köyü istikametine doğru yola koyulduk.
Beykoz’a 5 km. uzaklıkta bulunan Akbaba köyünü 45 yıldır görmüyordum. Rahmetli babamın Beykoz’da görev yaptığı yıllarda sık sık Beykoz’a gider, Akbaba ‘daki, Kaymakdonduran mesire yerinde piknik yapardık. Hatırlayabildiğim yerler çok değişmiş. Tektük tek katlı evler kaybolmuş. Her taraf binalarla dolmuş. Yeşillikler azalmış, ceviz ağaçları azalmış. Çarpık bir kentleşme olmuş.
Fatih Sultan Mehmet’in askerlerinden Akbaba Mehmet efendi’nin kurduğu bu köyde, Ahmet Mithat Efendi’nin çiftliği, Molakof Hasan Paşa’nın konağı, bir hamam, bir çeşme ve Canfeda Hatun Camii vardı. Bu tarihi eserler hala durmakta.
Etraftaki yeşillikler arasından, muhteşem manzaraları seyrede seyrede, Beykoz’ a 15 km. mesafedeki Anadolu Kavağı’na geldik.
Sahilde bol miktarda balık lokantaları bulunmaktadır. Yaz aylarında ve hafta sonlarında tüm masalar doludur.
İlk bakışta Yoros kalesi, doğanın amansız afetine terkedilmiş, bakımsız ve harabe bir tarihi eser. Yaklaştıkça, tahmini 1500-1600 yıllık kalenin muhteşem kalın duvarlarının bu zamana kadar nasıl dayandığını, nasıl yapıldığını hayretler içinde düşünmeden edemiyorsunuz. Ama yinede duvarlardaki tehlikeli çatlakların oluşması gözardı edilmiş. Her an bir kazanın olması muhtemeldir.
YOROS Kalesinin kesin yapılış tarihi bilinmemektedir. Doğü Roma İmparatorluğu zamanında yapıldığı, sonradan da Cenevizliler tarafından alındiğı söylenmekte. Duvarlardaki Yunanca yazılar,kalenin Romalılarca yapıldığı savını kuvvetlendirmektedir.
Kale içinde 25 evlik bir mahalle barınıyormuş.
Bu tür tarihi eserler, vakıfların himayesindedir. YOROS ta tanıtıcı bir levhası dahi yok. Bakım sıfır. Çıkış yolu kenarında bulunan birkaç turistik kafeler kaleye canlılık getirmektedir.
YOROS ‘ tan ayrılarak Riva’ya doğru hareketlendik.
Yollar otoban gibi. Genişlemiş, asfaltlanmış. Şile yolu tamamlanmış. Herhalde 3. Köprü için yollar ayarlanıyordur.
Riva’nın diğer bir özelliği de TFF. Burada 3 futbol sahası ve tesisleri bulunmasıdır. Genellikle Milli Takım burada kamp yapar.
Yeşillikler arasından, Tokat köyünün içinden geçerek, günün yüztutmuş aydınlığın karanlığa dönüşüne başladığı saatte Beykoz’a vardık. Vedalaştık ve yine motorla Yeniköy iskelesine çıktık.
Yarım güne sığdırdığımız bu kısa anlamlı gezimiz, kışın mahmurluğundan kurtulmamıza yaradı. Bu nedenle, bizi yönlendiren değerli arkadaşım Ahmet Karslı ve eşi Nursel Hanıma teşekkür ediyorum
20 Şubat 2010 Cumartesi
T A R İ H
Burhan Bursalıoğlu
Yıl, 1915.
Çanakkale'de kan gövdeyi götürüyor.
"Geçerim" diye saldıran emperyalistlerin insan kaybı, 200 bini aşmış...
"Geç de görelim" diyen dedelerimizin kaybı ise, 250 binin üstünde....
Mermiler havada çarpışıyor.
Cesetler toplanamayacak kadar çok...
Bu inanılmaz kıyıma rağmen, İngiliz Hükümeti durumdan memnun.
Çünkü gerçeği bilmiyor.
Çanakkale'deki İngiliz cephe komutanı, "Vaziyet gayet iyi... Bugün yarın geçeriz" raporları gönderiyor devamlı...
O sırada genç bir gazeteci var orada.
Avustralyalı.
Melbourne Age Gazetesi'nin muhabiri.
Görüyor ki, durum kel...
Hadise, hiç de İngiliz komutanın anlattığı gibi değil.
Türkler kafaya koymuş...
Kuru ekmek yiyor, bulursa üzüm hoşafı içiyor, şakır şakır ölüyor....
Ama geçirmiyor.
Avustralyalı olduğu için özellikle dikkatini çeken bir konu daha var.
İngiliz komutanlar, karargâhta klasik müzik eşliğinde viski yudumlarken, Anzaklar patır patır gidiyor. En son iki tabur Anzak
gönderiyorlar bir bölgeye... Türklerin, iki taburu yok etmesi iki saat bile sürmüyor.
Üstelik, müthiş bir sansür var.
Yazdığı haberler, İngiliz yetkililer tarafından engelleniyor.
Bakıyor ki, olacak gibi değil...
Sarılıyor kaleme, tüm gerçekleri tek tek anlattığı, 8 bin kelimeden oluşan, "Gelibolu Mektubu"nu yazıyor.
Özeti şu: "Çanakkale geçilemez... Hemen çekilin."
Ve bu mektubu, sansürden kurtulmak için Avustralya Başbakanı'na "elden" ulaştırıyor.
Avustralya Başbakanı mektubu okuyor, gözlerine inanamıyor ve acilen, yine "elden", İngiltere Başbakanı'na ulaştırıyor..
İngiltere Başbakanı mektubu okuyor, Savaş Kabinesi'ni topluyor,orada bir daha yüksek sesle okuyor...
Gizlice araştırılıyor.
Mektup doğru.
Hatta az bile yazılmış.
Cephedeki İngiliz komutanın, kendi poposunu kurtarmak için palavra attığı anlaşılıyor.
Ve karar veriliyor.
Komutan görevden alınıyor.
Emperyalistler, Çanakkale'den çekiliyor.
Yazdığı mektupla savaşın sona ermesini sağlayan genç gazeteci, Avustralya'da "kahraman" gibi karşılanıyor.
"Sir" ünvanı veriliyor.
E tabii kapılar açılıyor...
Savaşa "muhabir" olarak giden gazeteci, savaştan sonra "gazete sahibi" oluyor.
Yıl, 1952.
Bir tane oğlu var...
1931 Avustralya doğumlu Rupert Murdoch
Babasının gazetesinin başına geçiyor.
Çalışıyor, çalışıyor, çalışıyor.
Avustralya'ya sığmıyor...
ABD'ye, Avrupa'ya el atıyor.
Dünya medya imparatoru.
75 televizyon kanalı...
175 gazetesi var.
TV kanallarıyla 600 milyon izleyiciye, gazeteleriyle 11 milyon okuyucuya hitap ediyor.
9 Nisan, 2003 tarihinde Murdoch’un News Corp.şirketi ile GM, DIRECTV dahil Hughes Electronics'in %34'ü, PanAmSat'ın %80'i dahil toplam $ 6.6 milyar dolar bir bedel karşılığı bir alışverişe imza attılar. 19 aralık, 2003 günü FCC ve adalet bakanlığı alışverişi onayladılar.
Nihayet, dördüncü denemesinde Murdoch ABD'nin DBS pazarında bir pay edinebilmiş oldu. İngiltere'deki BSkyB, italya'daki Sky Italia, Asya'daki STAR TV, ve güney amerika'daki Sky Latin America, Avustralya'daki FOXTEL ve Japonya'daki Sky PefectTV! ile birlikte global bir DBS kralı oldu.
RUPERT MURDOCH uyduda seyrettiğimiz veya emuyla çözmeye çalıştığımız bir çok digital platformun sahibi.Hotbird uydusunda bir çok kanalda parmağı var.
Yatırım yaptığı yerler: Asya, Pasifik, İngiltere, Amerika, Avusturalya ve Avrupa'nın birçok ülkesi.
-
Che'nin Çantasından Çıkan NUTUK Küba Devrimi’nin öncülerinden ve Fidel Castro’nun yoldaşı Arjantinli devrimci doktor Che Guevara, 196...
-
CUMHURİYET GECEMİZ Burhan BURSALIOĞLU 2013 yaz sezonumuz anlamlı ve coşkulu bir gece ile noktalandı. Cumhuriyet’...