13 Eylül 2010 Pazartesi

BODRUM'DAN

İYİ  BİR  YAZ  OLMADI

Burhan  Bursalıoğlu


2010 yazı da geldi gidiyor. Geldi gidiyor da, bir çok da iz bırakarak gidiyor.
Şöyle bir düşünüyorum da “ keşke gelmeseydi” diyorum. Getirdiği iyi ve kötünün izlerini iki kefeye koyarak  ölçtüğümde, kötü izlerin bulunduğu kefenin çok ağır bastığını  görüyorum.
Başta, yaz çok sıcak geçiyor. Bahçelerdeki yeşil renkler kahve rengine döndü. Sabah akşam sulamalar da yeterli olmuyor. Çiçekler olması gereken süreden daha az sürede soluyor. O güzelim renk cümbüşlerini seyretme yerine, sarı yaprakları ve yaprakları dökülmüş kuru dalları seyrediyoruz.

Aşırı sıcaklar insanları da etkiliyor. Güneşin yan etkileri  başta ben olmak üzere bir çok insanı rahatsız ediyor. Deniz suyu da  nasibini alıyor. Olmasından daha sıcak. Suya girdiğinde ferahlıyamıyorsun. Hamam suyu gibi..
Yazın, bir başka getirdiği olumsuz ve üzücü  olaylar da vardı.  Buna getirdi mi, götürdü mü demek lazım bilemiyorum. Ama şu bir gerçek ki, sevdiğimiz bazı insanlarımız yazı göremedi.

Önce 18 yaşındaki akrabamız Alican’ı, sonra,  dünürüm sevgili büyüğümüz Cemal Aköz’ü,  bir hafta sonra,  görev yaptığım okuldaki öğretmen arkadaşım, aile dostumuz öğretmen Tomris Elmaslar’ı,  5 gün sonra da   öğretmen arkadaşım Rıfat Hoca’yı, bunun üzüntüsü devam ederken,  6 gün önce de, Sivas Öğretmen Okulundan arkadaşım Sadiye  Özer ve kuzenim Mehmet Altıntop’un kayınvalidesini  kaybettim. Yaz bu dostları aldı götürdü.

Hasta olup hastanelerde yatanlar, ameliyat olanlar, kaza geçiren dost ve arkadaşların durumları da   bizleri üzen yaz  mevsiminin bıraktığı izlerdendi.
Buraya kadar  karamsar bir tablo çizdim. Şimdi, havaya kalkan , hafif olan  kefeye bakalım. Bu kefe, gönlümüze birazcık su serpen kefe. Yanlış anlaşılmasın. Piyangodan, lotodan, totodan ikramiye çıkmadı, bir yerden de miras kalmadı. Üzüntü ve acılarımızda yakın ve uzak dost, akraba, arkadaşlar bizi yalnız bırakmadılar. Sırayla da  olsa çocuklarım, damat, torunlarım ve  gelinlerim  hep yanımızdaydılar. Dostlarımız, arkadaşlarımız da bizi unutmadılar. Ayrıca mesajlarıyla, telefonla, yazışmayla  sevgili öğrencilerim de üzüntümüze ortak oldular.

Bunların dışında, günü birlik ziyaretimize gelen dostlar da bizi çok  mutlu ettiler. Herkese teşekkür ediyorum.
İnsanlar, yalnız kaldıklarında, geçmişin iz bırakan  iyi ve kötü yönlerinin muhasebesini yaparlar. Çoğu kez üzüntülü olaylar tekrarlanır. Ama kalabalık olduğunda teselli olmak, olayları geçici de olsa  hatırlamamak bir nevi mutluluktur.  Onun için, kısa süreli  gelen  misafir de olsa,  gelenleri seviyor, mutlu oluyorum.
Ramazan bayramını Bodrum’da çocuklarımla geçirdim. Okulların açılması ve oy kullanma mecburiyeti nedeniyle, hafta sonu hepsini İstanbul’a yolcu ettik.
Bodrum, Ramazanın yaza rastlaması, halk oylaması nedeniyle , insanlar erken memleketlerine gittiler. Halbuki Eylül ve Ekim ayları, Bodrum’un en güzel mevsimidir. Bundan istifade edemediler. Güneşin yakıcı etkisi  kayboluyor, kalabalığın gürültüsü, trafiğin yoğunluğu gidiyor, sessizlik  içinde sakin yaşam  Eylül ve Ekim aylarının özelliklerindendir. Erken gidenler bu güzelliklerden mahrum kalıyor.
Yaz ayları, Türkiye’nin yegane gündem maddesi, Anayasada değiştirilmesi istenen 26 maddenin Halk oylamasına sunulma propogandasıyla geçti. Yazıldı-çizildi, meydanlarda nutuklar atıldı, bağrış çağrış derken oylama da yapıldı. Dün İslamhaneleri’nde, köy konağı denen camiindeki sandığa giderek oyumuzu kullandık.  (Kaydım Bodrum’da olduğundan) Tüm Türkiye’ de seçmenler de oyunu kullandı  ve EVET ler kazandı. Umarım, Türkiye Cumhuriyeti için hayırlı olur.

2010 yazının dikkatimi çeken diğer bir olayı doğayla ilgili.
Yazlığımızın bahçesinde, meyve türünden,  armut, nar, dut, erik, kayısı, turunç, mandalina, limon ve zeytin ağaçlarım var. Ankara armudu denen kış armudumda, bu yıl oldukça meyve de var. Armutlar da oldukça büyüdüler. Dikkatimi çeken, hayretle seyrettiğim ,  yanında bulunan nar ağacı ile birlikte  çiçek açmaları. Ekteki resimlerde de bu olayı sizinle de paylaşmak istedim.
Acaba diyorum, mevsimlerin, küresel dünyamızda  değişime uğraması, bitkilere de mi sıçradı? Zamansız bu olayın oluşması, doğa dengesinde bir bozulma mı var ? Şimdi bütün dikkatimle bu çiçeklerin meyveye dönüşüp dönüşmeyeceğini takip etmem olacak.

Dünyamız dönüyor ; güneşimiz doğuyor, batıyor;  Ay ımız gecelerimizin ışığı olmaya devam ediyor; yeni, yeni gezegenler bulunuyor; bilinen gezegenlerde hayat emareleri belirleniyor, birçok yanlışların doğru, doğruların yanlış oldukları varsayımları ileri sürülüyor. Bizim bilmediğimiz, değişen Galakside bir şeyler mi oluyor?  Yaşam dengeleri mi değişiyor da bizler algılıyamıyoruz?  Buzulların erimesi, iklimlerin değişmesi, yaşamın üç vazgeçilmez unsurlarından olan, güneş, hava ve su  değişime uğruyor da biz mi farkında olmuyoruz? Bir şeylerin olduğu  kaçınılmaz. Yoksa,   Dünyamızı  taşıyan  öküzün boynuzları sallanmaya başladı da dengeler mi bozuldu?!  Eylül ayında, armudun, narın çiçek açması…………

9 Eylül 2010 Perşembe

ÖNEMLİ GÜNLER

Başta Siz okuyucularım olmak üzere,  tüm Ulusumuzun Şeker Bayramlarını kutlar,mutluluk, esenlik, sağlık ve huzurlu olmanızı içtenlikle diler, saygı ve sevgiler sunarım.
 

7 Eylül 2010 Salı

FIKRALAR


BİRAZ DA  GÜLELİM

Burhan  Bursalıoğlu

SEMER

Amerikalı bir antikacının yolu Türkiye’ye düşmüş, hayvan pazarının birinde geziyormuş. Birden, önünde ihtiyarca bir adamın durduğu, zayıf mi zayıf, hasta bir eşek görmüş; ancak dikkatini çeken, bu zavallı eşeğin üzerinde gördüğü, oldukça eski ve son derece değerli semermiş. Antika kültürü olmayan bu zavallı ihtiyardan semeri son derece ucuza satın alabileceğini düşünerek pazarlığa başlamış. Sıkı bir pazarlıktan sonra, eşeği normal fiyatının 4-5 katına satın almak üzere anlaşmış. Milyonlarca dolar değerinde semeri, 4-5 eşek parasına aldığı için sevinmeye tam başlamışken, ihtiyar oradaki bir çocuğa seslenmiş:
“Oğlum, kalk da ahırdan yeni bir semer getir beyefendi için, bu eski semerle göndermeyelim onu!”
Amerikalı tutuşmuş haliyle:
“Benim için sorun değil, zahmet etmeyin..” filan derken bayağı bir dil dökmüş.
En son bizim ihtiyar dayanamamış:
“Boşuna uğraşma beyim, biz o semerle çok eşekler sattık!”


Hamile

Kadın doktora gittikten sonra eve geldi ve kocasına müjdeyi verdi:
- Hamileyim!
Adam şaşkınlık içerisinde:
- İmkansız!.. Ben hep dikkat ederim…
Emin olmak için doktoru ziyaret etti:
- Anlayamıyorum doktor, dikkat etmiştim.
- Bakın bayım… Bu araba kullanırken dikkat etmeye benzer. Siz dikkat edersiniz ama başkası gelip çarpar!..


Tavuklar

Şehirli tavukla köylü tavuk gezerken, bir vitrinde iri ve beyaz yumurtalar gördüler.
Şehirli, gururla yanındakine döndü:
- Görüyor musun; bunları ben yumurtladım, tanesi 3 liraya satılıyor.
Az ilerdeki vitrinde daha büyük ve sari kabuklu yumurtalar görünce köylü tavuk arkadaşını dürttü:
- Bak bunlar da benim yumurtalarım; 4 liraya satılıyor!
Şehirli tavuk altta kalmadı:
- Valla şekerim istesem ben de böyle büyük yumurtlayabilirim ama bizim horoz bey, on lira için dötünü yırtmaya değmez diyor…


Sadaka
-
Fakire bir sadaka hanımefendi.
- Ağzın leş gibi içki kokuyor, sadaka istemeğe utanmıyor musun? ,
- Bunda utanılacak ne var bayan… Ben sizden sadaka istedim, senin de sadaka diye öpücük verdiğini nerden bilim.
Adamın teki:
_ Benim karım bir melek, deyince Diğeri: derin derin içini çekmiş ve
_ Şanslısın benim ki maalesef hala yaşıyor, diye dertlenmiş.


Bahçıvan

Adamın biri, uzun zamandır iş arıyordu.
Büyük bir köşkün kapısında bahçıvan aranıyor yazısını görünce hemen müracat eder.
Köşkün kahyası, iş arayan adama:
- Eğer hizmetçi kıza da yardım edersen, maaşının dışında yatacak yer de veririz.
Durumdan memnun kalan adam:
- İlk önce görmem lazım.
Köşkün kahyası pencereden geniş bahçeyi göstererek:
- İşte çalışacağın bahçe.
- Bahçeyi değil. Hizmetçiyi gösterin, önce onu bi görüm demiş,

Kaptan

Turistik bir geziye katılan çok güzel bir kızın hatıra defterinden notlar:
- Bu sabah saatlerimi, kaptanla kaptan köşkünde geçirdim.
- Öğleden sonra, kaptan benden pek önemli şey istedi ve vermezsem gece gemiyi batıracağını söyledi.
- Bu gün çok mutluyum dün gece, 1600 kişinin hayatını kurtardım…


Daktilo

Adamın işyeri, evinin alt katındaydı. Çalışırken, canı karısını çekerse çocuklarla haber gönderirdi.
- Anneniz, daktiloyu hazırlasın!
Kadın, kocasının ne istediğini anlar. Hazırlanıp kocasını beklermiş. Bir gün adam gene haber göndermiş.
- Anneniz, daktiloyu hazırlasın!
O gün kadının canı istemediğinden, çocuklara:
- Daktilo bozuk! demiş.
Biraz sonra kadın, fikrini değiştirmiş:
- Babanıza söyleyin. Daktilo çalışmaya başladı. Yukarı gelsin!
Karısının mesajını alan adam:
- Annenize söyleyin. Daktiloya gerek kalmadı. Elle yazdım


Sarışın

Sarışın, yeşil gözlü afet-ü devran Emniyet Müdürlüğünde işe giriş için sınavda imiş.
Sınav görevlisi sormuş;
- 2 kere 2 kaç eder?
- Dört.
- Güzel. Peki Abraham Lincoln’ü kim öldürdü?
- Bilmem….
- O zaman bugün git, evde biraz düşün. Yarın tekrar geleceksin. O zaman cevap verirsin.
Sarışın, yeşil gözlü çıkmış, o arada komşusu aramış.
- Ne oldu senin bu Emniyette iş durumu?
Sarışın heyecanla cevaplamış;
- İşe alındım. Daha ilk günden bir de yıllardır aydınlanmamış bir cinayeti çözme görevi verdiler!..
:-)) :-))


Sarışın öğretmen

Sarışının biri ilkokul öğretmeni olarak staja baslar, çok heveslidir.
Bir gün teneffüs sırasında bütün çocuklar futbol oynarken bir çocuğun oyun alanının sonunda kenarda durduğunu görür. çocuğun iyi olup olmadığını öğrenmek üzere yanına yaklaşır ve çocuk bir sorununun olmadığını söyler.Bir sure sonra sarısın çocuğun yine tek basına aynı yerde durduğunu görür, içi rahat etmez ve tekrar çocuğa yaklaşarak,
-senin arkadasın olmamı ister misin?” diye sorar, çocuk pek hevesli olmamakla birlikte “tamam” der. İlerleme kaydettiğini düşünen sarışın öğretmen “Bütün çocuklar topun pesinde koşturup oynarlarken sen neden burada duruyorsun?” diye sorar.
Afallayan cocuk hayretle cevap verir:
-Çünkü ben kaleciyim!!!”

Sarışın esprileri:  ( SARIŞINLARDAN ÖZÜR DİLİYORUM)

Bir sarışınla evlenmenin avantajı nedir?
engellilere ayrılan yerlere park edebilirsiniz.

- Bir sarışını nasıl boğarsınız?
Suyla dolu küvete bir ayna koyarsınız.

– Sarışın yeşilde niye durmuş?
En sevdiği renkmiş, ondan. -

Sarışınlar neden “11″ rakamını yazamaz?
Hangi 1′i önce yazması gerektiğini bilmediği için.

- Sarışına kazaların 90′inin evde olduğunu söylerseniz ne yapar?
Taşınır.


- Sarışın pizza ısmarlar. Pizzacı sorar: “6 parçaya mı böleyim, 8 parçaya mı? 
” Sarışın “6′ya böl”, der, “sekiz parçayı bitiremem”.
-
- Camdan bir duvara tırmanan sarışın ne yapıyor?
Öbür tarafta ne olduğunu görmek istiyor.

- Sarışının en çok söylediği cümle nedir?
“Ay bilemiyorum…”

- Zeki bir sarışın nedir?
Çelişki.


- Bir sarışının bilgisayarda yazı yazdığı nerden anlaşılır?
Monitöre sürdüğü Tipp-Ex’ten.

- Bir sarışını susturmak için ne yapmalı?
“Ne düşünüyorsun?” diye sormalı.

- Sarışının gözlerinin parlaması için ne yapmalı?
Kulağına fener tutmalı.
-
Sarışınlar neden muz yiyemez?
Fermuarı bulamadıkları için.


- Sarışınlar balığı nasıl öldürürler?
Boğarak.

- Faksın bir sarışın tarafından yollandığını nasıl anlarsınız?
Üstündeki puldan.

- Aynanın karşısında gözlerini kapatmış duran sarışın ne yapıyor?
Uyurken nasıl göründüğüne bakıyor.

- Sarışın neden üçüncüden sonra çocuk yapmamış?
Her dört çocuktan birinin Çinli olduğunu duyduğu için.

5 Eylül 2010 Pazar

ŞİİR BAHÇESİ



ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN ŞİİRLERİ


 
SATILIK ŞİİR 

Ben sersemin biriyim,
Oturmuş senin için aşk siirleri yazıyorum.
Ellerinin beyazlığından,
Gözlerinin güzelliğinden bahsediyorum.
Oysa ki sen bir ettir, ekmektir tutturmuşşun,
gözün dünyayı görmüyor.
Al bu şiiri, götür sat,
para ederse
bir ekmek, yarım kilo pirzola al,
otur zıkkımlan…
             
Ümit Yaşar Oğuzcan


ÇIKMAZ SOKAK 

Bir daha dünyaya gelsem,
Yine seni severdim.
Beni üzesin diye,
Beni deli divane edesin diye.
Biliyorum,
Sen de bir daha dünyaya gelsen,
Yine beni sevmezdin.
Kahrımdan öleyim diye…
          
Ümit Yaşar Oğuzcan



YAĞMUR ALTINDA ÖPÜŞMEK 

Hava kararmıştı,
yağmur yağıyordu,
dudakları sımsıcaktı,
elleri üşüyordu,
bir öptüm,
bir daha öptüm,
kimseler görmedi öpüştüğümüzü,
yağmurdan başka,
iki gözüm çıksın,
şimdi ne zaman yağmur yağsa,
utanıyorum…
      
Ümit Yaşar Oğuzcan


BİL Kİ SENİ SEVİYORUM
Apansız uyanırsan gecenin bir yerinde
Gözlerin uzun uzun karanlığa dalarsa
Bir sıcaklık duyarsan üşüyen ellerinde
Ve saatler gecikmiş zamanları çalarsa
Bil ki seni düşünüyorum.
Bir sabah gün doğarken aç perdelerini bak
Sevinçle balkonuna doluyorsa martılar
Kendini tadılmamış derin hazza bırak
Dökülsün o dudağından en güzel şarkılar
Bil ki seni arıyorum.
Gecelerden bir gece uyanırsan apansız
Uzaklarda elemli garip bir kuş öterse
Ve bir ceylan ağlıyorsa dağlarda yapayalnız
Ve bir gün kabrimde bir sarı çiçek biterse
Bil ki seni seviyorum…
            
Ümit Yaşar Oğuzcan


UNUTMA Kİ
Sen uykusuzluk nedir bilirmisin ?
Tırnaklarınla yaptığını parçaladın mı ?
Gözlerini tavana dikip düşündüğün oldu mu bütün gece
Ve bütün bir gün
Belki gelir ümidiyle
Bekledin mi hiç ?
Gelmeyince seni aramayınca
Ölesine ağladın mı ?
Sonra çekilip en koyusuna yanlızlıkların
Ona ait ne varsa
Bir bir hatırladın mı ?
Sen günden güne erimeyi bilir misin ?
Dev bir ağacın vekarı içinde ölmeyi
Bir teselli aramayı
Issız parklarda tenha sokaklarda
Ve bütün bir şehir uyurken uzaklarda
Deli divane yollara düşüp
Yaşlanmış bir köpek gibi
Eskimiş bir gömlek gibi atılmışlığını
Hissettiğin oldu mu ?
Sevmekten , günler geceler boyunca yürümekten
Elin , ayağın kalbin yoruldu mu ?
Sen yalnızlığın acısını bilir misin ?
Unutulmak bir hançer gibi saplandı mı sırtına ?
İçinde kıskançlığın zehirli çiçekleri açtı mı ?
Bütün gururunu çiğneyip
Sevdiğinin geçtiği yollarda bastığı toprakları
Eğilip öptün mü ?
Sen çaresizlik nedir bilir misin
Sen yokluk nedir gördün mü ?
Yanan başını duvarlara vurup parçalamak
Geldi mi içinden ?
Sen her gün bin defa öldün mü ?
Böyleyim diye ayıplama beni
Birgün kendimi sonsuzluğun koynuna bırakırsam
Yaralı ve yenik bir asker gibi
Darılma ;
Unutma ki
Her seven adsız bir kahramandır
Unutma ki
İnsan sevebildiği kadar insandır …
           
Ümit Yaşar Oğuzcan

2 Eylül 2010 Perşembe

GÜNCEL


T C
BAŞBAKANLIK
Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü

Sayı . B.02.0.PPG. 0 12 -010-069731                                                            12 .AĞU. 2010
   Konu: Devlet Dairelerinde
               Selamlaşma


D E V L E T   B A K A N L I Ğ I N A


İlgi:  12/7/2006  tarihli  ve  26226  sayılı  Resmi Gazete’de yayımlanmış bulunan
2006/18 sayılı genelge.

            Kamu binalarında çalışanların ve hizmet alanların birbirleri arasında beşeri münasebetlerinin başlangıcı olan  selamlaşma  5378  sayılı kanun ile hükme dayanılarak ilgi genelge ile de uygulamaya konulmuştu.
            12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak olan referandum öncesi  kamu oyunda yanlış anlamalara meydan verilmemesi ve vatandaşların tercihlerinin etkilenmemesi amacı ile ilgi genelgede belirtilen devlet dairelerinde selamlaşmaya ait hükümler iptal edilerek 13 Eylül 2010 tarihine kadar aşağıdaki düzenleme yapılmıştır.
            Kamu kurum ve kuruluşlarında gerek kamu çalışanları arasında; gerekse kamu çalışanları ile hizmet alıcılar arasında  “HAYIR lı işler”,  “ HAYIR li günler “  gibi
 selamlaşma kalıpları kullanılmamasına özen  gösterilecektir.

            Ülke gerekleri ve demokrasi ile seçim gerekleri göz önüne alınarak yapılan düzenlemenin ilgili hükümlerine uygun hareket edilmesi için  bakanlıklarca, yerel yönetimlerce, kamu kurum ve kuruluşlarınca  onuna kadar  bildirilmesi gereken önlemlerin alınması tebliğin çalışanların ve halkın görebileceği yerlere asılmasını önemle rica ederim..



İMZA

Recep Tayip  ERDOĞAN
Başbakan


NOT:  Genelge aynen alındığı için, cümle ve ifade düşüklüğü ile imla yanlışları  genelgenin aslına aittir.



            Yukarıda kopyası çıkarılan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı tarafından tüm kamu kurum ve kuruluşlarına, hatta halka duyuru yapılsın diye,  gerekli yerlere asılması için “önemle rica edilen”  genelgenin içeriği, inanın içimi sızlattı.
Müslüman Türk Milletinin, her sabah, dost olsun, yabancı olsun, karşılaştıklarında söyledikleri ilk  sözler, “ hayırlı sabahlar, hayırlı pazarlar, hayırlı alışverişler, hayırlı günler, hayırlı işler” dir. Bir seçim nedeniyle,  yanlış anlamaya neden olmaması,  tercihlerde etkilenmemek için  “HAYIR” sözcüğünün  tüm ekleriyle birlikte söylenmemesi  yasaklanıyor.
Referandumda, eşitlik ilkeleri geçerli  değil midir?  HAYIR ın alternatifi  EVET  değil midir? EVET in söylenmesi neden yasaklanmıyor.?
Bir Devletin Başbakan’ının , evet iyle hayır ıyla  ülke yararına düşünülen  bir tercihin sonucuna etki edecek şekilde müdahale etmesi, Demokrasinin hangi gerekleri içindir?
Bu gün ,  halkının konuşma  aralarında kullanacağı  HAYIR sözcüğünü yasaklayan zihniyet, yarın  tüm imkanlara sahip olduğunda yapacağı dayatmaları hayal  dahi edemiyorum.
Çıkın meydanlara, ne değişecek, ne değişmeyecek, faydası nedir, zararı nedir diye halka anlatın ve halka da, kendi  iradesini kullanma fırsatı verin. Yasaklarla, baskılarla, dayatmalarla bu millet  belki aldanabilir ama asla kandırılamaz.
Bilerek bir yanlışlık yapılmıştır. Hükümet bu yanlışı düzeltmek mecburiyetindedir. Bu genelge geri çekilmelidir. Benim her sabah söylediğim HAYRLI SABAHLAR, HAYIRLI GÜNLER, HAYIRLI  İŞLER i hiç kimse yasaklayamaz!  Çünkü hiç kimsenin haddine değil.  Hele, hele Cumhuriyet ülkesinde, Demokrasinin uygulandığı ülkede, Atatürk’ün kurduğu bir ülkede  böyle bir yasak getiriliyorsa, o ülkede Cumhuriyetten, Demokrasiden söz edilemez. O ülkenin Atatürk tarafından kurulmuş olduğundan da şüphe edilir.
HERKESE HAYIRLI  YARINLAR

Burhan Bursalıoğlu

31 Ağustos 2010 Salı

G Ü N C E L




ANAYASA REFERANDUMUNA  NE  DİYORUZ?



Ulusal Sivil Toplu Kuruluşları Birliği,  İstanbul Barosu  Başkanlığının çalışmasından yararlanılarak  hazırlanmıştır

T.C. ANAYASASI

ANAYASA  BİR  TOPLUM  SÖZLEŞMESİDİR
BİR TOPLUM SÖZLEŞMESİ OLAN  Anayasa değişikliği için olmazsa olmaz olan asgari uzlaşma ortamı sağlanmamıştır.

UZLAŞMA  YOK

İktidar partisi

ANAYASAL  GELENEKLERE

Aykırı  davranmıştır

Bu süreç
KATILIMCILIKTAN
ÇOĞULCULUKTAN
Uzak ve diğer siyasi partilere
Sivil toplum örgütlerine,
Mesleo odalarına kısaca

ULUSUMUZA DAYATMAYA
Dönüşmüştür.


Bu girişimin  İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ, ÖZEL HAYATIN  GİZLİLİĞİ ve ADİL YARGILANMA HAKKI
Gibi en temel hak ve güvencelerin  ihlal edildiği bir iktidar döneminde başlatılmış olması
Kaygılarımızı daha da artırmaktadır

?       ?      ?

TÜRKİYE’DE YARGI BAĞIMSIZLIĞINI GÜÇLENDİRMEK YÖNÜNDE KÖKLÜ REFORMLARA GEREKSİNİM  varken, sadece HSYK  ve  ANAYASA MAHKEMESİ gibi yargının üst kurumlarında yapısal değişikliğe gitmenin bir yargı reformu olarak tanımlanması olanaksızdır.
Siyasi iktidar, özellikle son yıllarda
YARGI BAĞIMSIZLIĞI, KUVVETLER  AYRILIĞI
Ve
HUKUK  DEVLETİ
İlkeleri ile
Bağdaşmayan bir tavır içindedir.
Siyasi iktidarın

YARGIYI KUŞATTIĞI
Ve
Adalet Bakanlığının HSYK  çalişmalarını
Bilinçli olarak engellediği
Kamu oyunca endişeyle izlenmektedir.
İktidar partisince dayatılan Anayasa değişikliğinin  amacı   kendisine ayakbağı olarak gördüğünü ifade ettiği Yüksek Yargı Organlarını tasfiye etmek ve
İKTİDARA BAĞLI BİR YARGI
Yaratmaktır.

Anayasa değişikliği,
Kuvvetler ayrılığı,
Yargı bağımsızlığı ve
Anayasa’nın 2. maddesindeki
CUMHURİYET’İN değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” niteliklerinden olan
HUKUK DEVLETİ İLKESİ  ile
Bağdaşmamaktadır.
Yapılmak istenen
CUMHURİYET’İN TEMEL  NİTELİKLERİNİ
ORTADAN  KALDIRARAK VE ÜLKEYİ
OTORİTER BİR YÖNETİM BİÇİMİNE GÖTÜRECEK OLAN
BİR REJİM
DEĞİŞİKLİĞİDİR.


Dayatılan ANTİDEMOKRATİK UYGULAMALAR KURUMLAŞTIRILMAK İSTENMEKTEDİR.
Ancak bu rejimin adı
DEMOKRASİ OLMAYACAKTIR.
Siyasi iktidar,
Anayasa değişikliği paketi ile
KUVVETLER AYRILIĞI
Sisteminde
KUVVETLER BİRLİĞİ SİSTEMİNE
Geçişi  amaçlanmaktadır.

Böylece bağımsız olması gereken  YARGI, Yasamanın ve yürütmenin, dolayisiyle, SİYASAL İKTİDARIN  denetimine ve güdümüne girecektir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin HUKUK DEVLETİ olma niteliği ortadan kalkacaktır.
 SONUÇ OLARAK
KATILIMCI VE ÇOĞULCU BİR SÜREÇ İÇİNDE GELİŞMEYEN  temel bir  UZLAŞMAYA DAYANMAYAN  ve bu nedenle
MİLLİ İRADEYİ YANSITMAYAN
böyle bir  Anayasa değişikliğinin v e bunuın bir bütün olarak halk oylamasına sunulmasının  12  Eylül Anayasası’nın hazırlanma ve kabul sürecinden  hiçbir farkı yoktur.

Bu şekilde yapılmak istenen bir halkoylaması süreci, gerçek anlamda halkın görüşünün sorulması değil,
Tıpkı 12 Eylül Anayasası gibi bir dayatma ve aldatmaca olacaktır.

SİYASİ  İKTİDAR

1-      ÖZGÜRLÜKLER VE HAKLAR ÜLKESİ YARATMAK İÇİN DEĞİL,  iktidarını daha da güçlendirmek,
2-       YARGI ERKİNİ VESAYET ALTINA ALMAK
3-      .ANTİ DEMOKRATİK ve  BASKICI BİR DÜZEN KURMAK
İstediği için değişiklik istemektedir.

SON  SÖZ

BU DEĞİŞİKLİĞİN GERÇEKLEŞMESİ DURUMUNDA, NE ANAYASA NIN RUIHU ve NE DE DEMOKRASİNİN ADI KALACAKTIR.

Bu TEHLİKELİ GİDİŞE
DUR DEMEK VE yapılmak istenenlerin  KARŞISINDA OLMAK, SAĞDUYULU VE  ÜLKESİNİ SEVEN HER VATANDAŞIN GÖREVİDİR.

ANAYASA  REFERANDUMUNDA  OYUMUZ


H A Y I R
olacaktır

28 Ağustos 2010 Cumartesi

TANITIM


İtalya'da bir Türk köyü - Turkish town in Italy !..

Burhan Bursalıoğlu

323 yıldır Türk gibi yaşıyorlar ama...Türkçe bilmiyorlar, Türkiye'yi görmemişler, ama 323 yıldır Türk gibi yaşıyorlar.

İtalya'nın Moena Köyü'ne bir yeniçerinin gelmesiyle 'Türkleşen La Turchia' köyünün şaşırtıcı öyküsü:

İtalya'nın Moena Köyü'ne sığınan bir Yeniçeri oraya yerleşip, bir de kahraman olunca köyün adı 'La Turchia' diye anılmaya başlamış. Moenalıların
en büyük isteği ise mehter takımını görmek.
İtalya'nın Manzori Dağları'nın eteğindeki 'La Turchia' adıyla da bilinen Moena Köyü, 323 yıldır hoşgörü örneği sergiliyor. Türkçe bilmeyen ama
kendilerini Türk olarak tanıtan Moenalılar, Türkleri bekliyor.

Bu şaşırtıcı öykü tam 323 yıl önce başlar. 2. Viyana kuşatması sonrası bir Osmanlı askeri, İtalya'da küçük bir kasabaya sığınır. Ölmek üzere olan bu Yeniçeri askeri, köylüler tarafından tedavi edilir.
İyileşince de köyden bir kızla evlenir. Kasaba halkının 'Il Turco' adını verdiği asker, o dönem dükalığın halktan istediği haksız vergilere karşı
köyü ayaklandırır ve korur. Kendini ve Türk adetlerini bu yörenin
insanlarına öyle sevdirir ki ölümünden sonra bile bu Türk gelenekleri
yaşatılır.

323 YILLIK EFSANE

Yaz aylarında nüfusu 2 bin 600, kışın ise 14 bine çıkan İtalya'da Manzori
Dağları'nın eteğindeki Moena Köyü, 323 yıldır hoşgörünün en güzel örneğini
sergiliyor. Halk arasında kahraman ilan edilen Yeniçeri askerinin büstünün
de bulunduğu Moena'ya halk 'La Turchia' adını verir. Bir Türk'e inanan ve asırlardır bunu koruyabilen Moenalılar, "Moena'daki bizim Türkiye mizde doğduk," diyorlar, ama tek kelime bile Türkçe bilmiyorlar. Hiçbiri Türkiye'ye gelmemiş.

Sokaklarında İtalyan değil, Türk bayrakları dalgalanıyor. Kitaplardan ve
televizyonlardan gördükleri kadar Türkiye'yi takip etmeye çalışıyorlar. Kahraman olarak gördükleri yeniçeri anısına her yıl ağustos ayının ilk haftası düzenlenen 'Moena Türk Festivali'nde belediye başkanı dahil herkes
Türk gibi giyiniyor, yeniçeri kıyafetli askerler ortalıkta dolaşıyor. Festivalde, topluluğun en yaşlısı 'Sultan' oluyor ve 'Il Turco'yu temsil
ediyor. Yeniçeri askerinin büstünün de bulunduğu meydanda festival iki gün
sürüyor.

BAŞLIK PARASI İSTİYORLAR

Moenalılar, Türk örf ve adetlerini öyle benimsemiş ki kız istemeye giden
aile başlık parası bile veriyor. Bunun adına da 'töre' diyorlar. Köyden
dışarıya gelin giderken 'Alabastia' adlı bir tören düzenleniyor.

Bu törende,
gelinin dışarıya çıkabilmesi için sultanların izni gerekiyor. İzin
toplantısı kız köyden çıkarken yapılıyor. Köyün büyükleri sultan, geri
kalanlar ise bir Türk gibi giyiniyor.

323 yıldır etkisinde kaldıkları bir Türk'ün kendilerinde bıraktığı etkileri evlerinde bile görmenin mümkün
olduğunu söyleyen Moena Belediye Başkanı Riccardo Franceschetti, "Il Turco'ya dayanan geçmişimize ilişkin kesin bir şey söyleyemeyiz, çünkü bu
konuda yapılmış bilimsel bir çalışma yok. Dedelerimizin babalarımıza
anlattığı Il Turco efsanesini bizler de çocuklarımıza inançla aktarıyoruz. Bu festival bizim için çok önemlidir, Türkler gelip buradaki küçük
Türkiye'yi görmeli. Kabul etmeliyiz ki aramızda çok güçlü bir bağ var. Bu festivalle bu bağı güçlendirmek istiyoruz.

Böylece birbirimizi daha çok ziyaret edebiliriz, bu festival aramızda yeni
bağlar kurabilir. Bu tür birlikteliklerle kültürel etkileşime gidebilir, tecrübe değişimi yapabiliriz. Bu platform üzerinde adet ve örflerimizde
senteze ulaşabiliriz," diyor.

Türkiye'nin tarihinin İtalyan tarihi gibi çok zengin olduğunu anlatan
Belediye Başkanı Franceschetti, "Türkiye'yi hiç görmedik. Çok güzel bir yer olmalı.
Türk Kültür ve Turizm Bakanı'nı önümüzdeki yıl festivale davet ediyoruz. Türk ordusunun askeri mehteran bölüğü olduğunu biliyoruz ve onları da
festivalimize bekliyoruz. Türk ordusunun mehter takımının katılımıyla
festivalimiz gelecek yıl çok daha anlamlı olacaktır." Galacenova Kültür ve
Sanat Projesi kapsamında Moena Türk Festivali'ne giden küratör Nuri Kaya ve
ekiptekiler Emre Çelik, Reyhan Ekşi, Arda Kuba festival kapsamında açtıkları
Yeniçeri Fotoğraf Sergisi'yle Moenalılardan büyük ilgi gördü. Böylesi bir
ilgi karşısında şaşkınlığa uğradıklarını söyleyen Kaya, "Daha önce bu bölgeye hiçbir Türk ekibi gitmemiş. Bizi sevinçle karşıladılar.

Türk kültürüne ait lokum gibi çeşitli hediyeleri ve Kültür Bakanlığı'ndan temin edilen tanıtım filmi ile broşürleri sergiledik. Dileğimiz Genelkurmay
Başkanlığı'na bağlı mehteran bölüğünün de bu bölgeye gitmesi. Çünkü
kendilerini Türk gibi gören Moenalılar, bu mehteran bölüğünü kasabalarında görmeyi çok istiyor," diyor.

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ