21 Eylül 2010 Salı

E Ğ İ T İ M

YENİ EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI HAYIRLI  VE  BAŞARILI  OLSUN.


 Burhan  Bursalıoğlu

Dün tüm ilk ve orta öğretim okulları açıldı.

Özellikle 14 milyon öğrencilerimize başarılar ve kazasız belasız  bir yıl geçirmelerini diliyorum.
2010-2011 öğretim yılı  problemleriyle, eksikleriyle başladı
Büyük kentlerde, Vali, Milli eğitim Müdür ve diğer erkan, çok popüler bir okulda tören yaparlar ve  eğitimin öneminden bahsederler, öğretmenlerin mum olduğundan bahsederler, velilere tavsiyelerde bulunurlar, çocuklara başarılar dilerler, kimini öper kimine ufak tefek hediyeler verirler. Bu toplantılar, dört dörtlük okullarda yaparlar. Diğer okullardaki eksik öğretmenden, eksik sıra, tahta,  olmayan  ders malzemelerinden, yapılamamış badana boyadan,, olmayan  yardımcı personelden bahsetmezler.
Bu tür toplantılar kimseyi mutlu etmediği gibi, bugün olduğu gibide bayılan , sıkılan çocuk ve velileri zorla dinletmeye çalışırlar.
Bence, okul Müdürünün 2 dakikalık, günün önemini ve okula başlamanın değerini kapsayan konuşması yeterlidir.
Okullar açıldı. Kimi okullarda öğrenciler üst üste. İlave dershaneye ihtiyacı olan okullarda  hiçbir hareket  yopk. Kimi okullarda öğretmen yok. Bakanlık 70 bin öğretmeni atayacağını söylüyor ama, ortada atanan öğretmen yok. Yıl içinde belki  olur.
Çok önemli olan kitap basımı tamamlanmamış. Kitapçılarda kitap bulunmuyor. Ya gelmemiş, yahutta bitmiş oluyor. Bunun hesabını Bakanlığın yapması ve ona göre her kitabın tespit edilen sayısı kadar  bastırmaları lazımdır.
Kıyafet sorunu da yaşanmakta. İdarenin yönlendirdiği  mağazadan almak mecburiyeti var. Birinci sınıfa başlayan bir öğrenciye alınan bir numara büyük giysi yi  o çocuk en az 3 yıl giyer. Ama ne yazık ki Sayın Bakanın  kıyafetlere olan saplantısı nedeniyle her yıl yeni bir kıyafet tavsiye sinde bulunmaktadır.
Her yıl olduğu gibi, bu yıl da yönetmeliklerde, yasalarda yeni yeni kararlar, uygulamalar, ders konularında değişiklikler ve ders saatlarında da azalma veya yükselme olmakta, sınavtürlerinde değişiklikler olmaktadır.
İlk önce bu sene ilk ve ortaöğretim ders saatlarında yapılan değişikliklere bir göz atalım.

Edinilen bilgiye göre, İlköğretim Genel Müdürlüğü ile Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın koordineli çalışmaları sonucunda hazırlanan "İlköğretim Okulu Haftalık Ders Çizelgesi" gelecek eğitim-öğretim yılı olan 2010-2011 öğretim yılında, ilköğretim okullarının, haftalık zorunlu ders saati sayısı toplamı 1., 2. ve 3. sınıflarda 25’e, ilköğretim 4. ve 5. sınıflarda ise 26 ders saatine indirildi.
Buna ilave olarak ilköğretim 1., 2. ve 3. sınıflarda 5, ilköğretim 4. ve 5. sınıflarında 4 ders saati "Serbest Etkinlikler" yapılacak.
İlköğretim 6., 7. ve 8. sınıflarda ise seçmeli ders saati sayısı ile birlikte haftalık ders saati sayısı toplamı 30 olacak.
Düzenlemeyle haftalık ders saati sayısı ilköğretim 1-3. sınıf Türkçe derslerinde 12’den 11’e, 1-3. sınıf Hayat Bilgisi derslerinde 5’ten 4’e, 4-5. sınıf Fen ve Teknoloji derslerinde 4’den 3’e, 8. sınıf T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinde 3’den 2’ye indirildi.

İlköğretim 6-8. sınıf Beden Eğitimi dersleri ise 1’den 2’ye çıkarıldı.

Bakanlık, İlköğretim 1-5. sınıflarda "Rehberlik ve Sosyal Etkinlikler" dersi için ayrılan haftalık 1 ders saatini kaldırdı.
Haftalık ders saatinden indirilen dersler, önemli dersler.  Türkçe dersi, Hayat Bilgisi, Fen ve Teknoloji, İnkilap Tarihi ve Atatürkçülük deslerinin, haftalık ders sayıları indirildi.  Bu dersler en önemli kültür,etkinlik ve yaşamımızda her zaman karşımıza çıkacak olan konuları kapsayan derslerdir. Bunlarda azaltma yerine çoğaltmak lazımdır. Bu dersleri çocuklar zaten yavaş ve zor öğrenmekteler. Görsel Basında yapılan yarışmalarda, gençlerin  verdikleri ve veremedikleri cevaplar içler acısı. Maalesef , diplomalı cahiller yetiştiriliyor. Hele, hele 1990 dan sonra  Eğitimdeki karmaşa, yetiştirilemeyen öğretmen, üniversitelerden mezun, hiçbir fonksiyonu olmayan insanları okullara öğretmen olarak atamaları, eğitim ve Öğretim kalitesini de sıfıra indirmiştir. Şimdi bunlar yetmiyormuş gibi ders saatları indiriliyor. Serbest etkinlik saatları fazlalaştı. Bu saatlarda ne yapılacağı açıklanmıyor. Acaba ne yapılacak.?

Vatandaşlık ve Demokrasi Eğitimi" dersi 2010-2011 öğretim yılında ilköğretim 8. sınıfta "seçmeli", 2011-2012 öğretim yılından itibaren de aynı sınıfta "zorunlu" ders olarak okutulacak.

İlköğretim 4-5. sınıflarda okutulmakta olan "Trafik Güvenliği" derslerinin öğretim programları birleştirilerek 2012–2013 öğretim yılından itibaren sadece 5. sınıfta haftada 1 ders saatinde uygulanacak ve 4. sınıfta bu dersten boşalan 1 ders saatinde de "Serbest Etkinlikler" yapılacak.

Buna göre, genel liselerde ve Anadolu liselerinde halen uygulanmakta olan "Fen Bilimleri", "Sosyal Bilimler", "Türkçe- Matematik" ve "Yabancı Dil" alanları kaldırıldı.

Ders grupları, "ortak dersler" ve "seçmeli dersler" olarak belirlendi.

FEN LİSELERİNİN DERS SAATİ SAYISI ARTTI

Anadolu liselerinde de yapılan yeni düzenlemelerle, haftalık ders saati sayısı toplamı, hazırlık sınıfı olan Anadolu liselerinde 37’den 35’e, hazırlık sınıfı olmayan liselerde ise 40’dan 35’e indirildi.

Anadolu liselerinde 9. sınıfta 10 saat olan Yabancı Dil Dersi’nin saati 6 saate indirildi. Daha önce 10. sınıftan itibaren okutulmaya başlanan 2. Yabancı Dil Dersi’nin 9. sınıftan başlaması için bu sınıfa da 2 saat 2. Yabancı Dil Dersi kondu.

Fen liselerinde alan dersleri, "ortak dersler" bölümüne alındı. Bu liselerin yönetmeliği gereğince Fen derslerinin ağırlığının, toplam ders ağırlığının en az yüzde 50’si olması gerektiği için 12. sınıfta Fizik, Kimya ve Biyoloji derslerinin haftalık ders saati sayısı da 4’ten 5’e çıkarıldı.

Fen liselerinde 9. sınıfta yabancı dil dersinin haftalık ders saati sayısı 8’den 7’ye indirildi. Bu liselerin 9-12. sınıflarına ilk defa haftada 2’şer saat olmak üzere 2. Yabancı Dil Dersi konuldu.

Fen liselerinin haftalık ders saati sayısı toplamı 36’dan 37’ye çıkarıldı.
Sosyal Bilimler Liseleri’nin 10. sınıfında Matematik Dersi’nin haftalık ders saati sayısı 4’den 3’e, 11-12. sınıflarındaki Matematik Dersi’nin haftalık ders saati sayısı 5’den 3’e indirildi. Bu liselerin 9-12. sınıflarına haftada 2’şer saat olmak üzere ayrı Geometri Dersi konuldu.

Orta öğretim  okullarında yapılan değişikliklerin iyi ve kötü yönlerini ele almıyacağım. Yorumları size bırakıyorum.
Yorum yaparken, öğrencilerin başarılı olup olamıyacaklarını düşünmenizi tavsiye ediyorum.

20 Eylül 2010 Pazartesi

G Ü N C E L


20  E Y L Ü L

Burhan  Bursalıoğlu

20 Eylül yakın geçmişin 3 önemli olayına damgasını vurmuş bir tarihtir.


1.  OLAY:

Haltercimiz Naim Süleymanoğlu’nun 20 Eylül 1988 tarihinde Seul olimpiyatlarında 6  olimpıyat rekoru kırmıştır.

Naim Süleymenoğlu:

23 Ocak 1967’de, Mestanlı, Bulgaristan’da dünyaya gelen Naum Shalamanov, haltere 10 yaşındayken başladı. 1982’de, Brezilya'da düzenlenen Dünya Gençler Halter Şampiyonası’nda, 52 kiloda iki altın madalya alarak şampiyon olan Süleymanoğlu, 16 yaşında, rekor kırarak yine şampiyon oldu. Böylece halter tarihinde en genç dünya rekorunu kıran halterci ünvanını aldı. 

1983 - 1986 yılları arasında gençlerde 13, büyüklerde 50 olmak üzere tam 62 rekor kıran ve yine bu dönemde Dünya ve Avrupa Şampiyonaları’nda, 52, 56 ve 60 kilolarda şampiyonluklar yaşayan Süleymanoğlu, 1984, 1985 ve 1986'da dünyada, yılın haltercisi seçildi. 1984 Los Angles Olimpiyatları'na, Bulgaristan'ın da Sovyetler Birliği’nin yanında boykota katılması nedeniyle katılamayan Süleymanoğlu, ülkesindeki baskılardan kurtulmak için, 1986 senesinde, Melbourne, Avustralya’da düzenlenen Dünya Halter Şampiyonası'nda bir süre ortadan kaybolan ve daha sonra 11 Aralık’ta ortaya çıktığında, Türk Büyükelçiliği’ne sığınarak, Türkiye'de yaşama, ve Türk Milli Takımı adına karşılaşmalara çıkma telebinde bulunan sporcu, talebinin kabul edilmesinin ardından, Naim Süleymanoğlu adını aldı.

Türkiye'ye ilticasında ve getirilmesinde rol oynayan Turgut Özal, 16 Aralık’ta ülkemize gelen Naim Süleymanoğlu’nu kucaklayarak basına ve halka tanıttı
. 20 Aralık 1987’de, Naim Süleymanoğlu, Cumhuriyet Halter Turnuvası'nda dünya rekoru kırdı.
1988'de, Avrupa Halter Şampiyonası'na Türkiye adına katılan ve üç altın madalyanın sahibi olan ve 60 kiloda, koparmada 150 kg kaldırarak dünya rekoru kıran Süleymanoğlu, o sene 7 Aralık’ta, Beyaz Saray'da Başkan Ronald Reagan ve eşi tarafından kabul edildi. Aynı sene, 20 Eylül’de  Seul Olimpiyatları'na Türkiye adına katılabilmesi için Türk hükümetince Bulgaristan'a 1 milyon dolar ödenerek gerekli izin alındı.
Bu olimpiyatlarda Süleymanoğlu, 60 kg koparmada sırasıyla, 145 kg, 150.5 kg, 152.5 kg, silkmede 175 kg, 188,5 kg, 190 kg, toplamda da 320 kg, 339 kg, 342.5 kg kaldırarak, 9 dünya ve 6 olimpiyat rekoru kırarak, Türkiye olimpiyatlar tarihinde, güreş dışında ilk altın madalya kazandıran sporcu olarak adını Türk spor tarihine yazdırdı.
1992 Barcelona Olimpiyatları'nda, rakiplerine karşı ezici üstünlük sağlayarak, yurda altın madalyayla dönen Naim Süleymanoğlu, yine o sene, Uluslararası Halter Basın Komisyonu tarafından “Dünyanın En İyi Sporcusu” seçildi. 1993 Dünya Şampiyonasında, 3 altın madalya kazanmasının yanı sıra, 2 de dünya rekoru kıran halterci, 1994'te Bulgaristan'da yapılan, Avrupa Halter Şampiyonası'nda da, sadece üç kaldırış yaparak, üç dünya rekoru kırdı.

İstanbul'da yapılan Dünya Halter Şampiyonası'nda, ilk kez Türk seyircisi önüne çıkan ve bu şampiyonada sakat olmasına rağmen, 3 dünya rekoru kırarak, üç altın madalya kazanan Süleymanoğlu, bu performansıyla, en güçlü sporcu ünvanı kazandı. 1995’te, Avrupa Halter Şampiyonası’nda, yine sakat olmasına karşın, 1 altın ve 2 gümüş madalya kazanarak, Türk Milli Halter Takımı’nın birinci olmasında önemli katkılarda bulunmuş oldu.
Çin'de yapılan Dünya Şampiyonasın’a da sakat çıkarak, 3 altın madalya kazanan Süleymanoğlu, 1996’da, Amerika’da düzenlenen Atlanta Olimpiyatları'nda, 64 kiloda 4 dünya rekoru kırarak, 3. kez olimpiyatlarda madalya kazanmasıyla tarihe geçen sporcu, Sidney Olimpiyatları’nda, sakatlığının devam etmesi ve ağrıları nedeniyle başarı gösteremedi.
Kariyeri boyunca, olimpiyatlardan kazandığı 3 Altın Madalyası, 7 Dünya Şampiyonluğu ve 6 Avrupa Şampiyonluğu vardır. 46 kere dünya rekoru kıran Süleymanoğlu, 2000 senesinin 7 - 9 Aralık günleri arasında, Atina'da toplanan, Uluslararası Halter Federasyonu Kongresi’nde astbaşkanlığa seçildi.

2. OLAY:

20 Eylül 1980  DE AMİRAL BÜLENT ULUSU BAŞBAKANLIĞA  ATANDI.

Bülend Ulusu 1921 yılında İstanbul’da doğmuştur. 1 Mayıs 1940 tarihinde girdiği Deniz Harp Okulu'ndan 15 Ekim 1941 tarihinde asteğmen rütbesi ile mezun olmuştur. Mezuniyetinin ardından, muhriplerde branş subaylığı, bölüm amirliği ve çeşitli karargâh görevlerinde bulunmuştur. 1955 yılında Deniz Harp Akademisi’nden mezun olmuştur. Daha sonra sırasıyla TCG Gaziantep Komutanlığı, çeşitli karargah görevleri ve II. Muharip Filotilla Komodorluğu görevininin ardından 1964 yılında tuğamiralliğe terfi etmiştir.
Bu rütbede Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Daire Başkanlığı, mayın filosu komutan vekilliği görevlerinde bulunmuş ve 1967 yılında tümamiralliğe terfi etmiştir.

Tümamiral olarak Harp Filosu Komutanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Başkanlığı görevlerinde bulunmuştur. 1970 yılında koramiralliğe terfi etmiştir. Koramiral olarak Kuzey Deniz Saha Komutanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığı ve Donanma Komutanlığı görevlerini deruhte etmiş ve müteakiben 1974 yılında oramiralliğe terfi etmiştir.
Oramiral olarak yüksek askeri şura üyeliği, milli savunma bakanlığı müsteşarlığı görevlerinde bulunmuştur. 1977 - 1980 yılları arasında deniz kuvvetleri komutanlığı görevini yaptı. 1980 Ağustos ayında ordudan emekli oldu. 12 Eylül Darbesinden önce 11 Temmuz günü yapılması planlanan ancak ertelenen Bayrak Planı yüzünden askeri müdahaleyi yapan kadro arasında olamadı[1].
12 Eylül 1980 Askeri müdahalesi üzerine hükümeti kurmakla görevlendirildi. Yeniden serbest seçimlerin yapıldığı 1983 yılına değin Başbakanlık yaptı. 1983 seçimlerinde XVII. Dönem İstanbul Milletvekilliği yaptı.
Evli ve bir çocuk babasıdır.
3. OLAY:

 20 EYLÜL.1985 DE RUHİ SU ÖLDÜ

Mehmet Ruhi Su, 1912 yılında Van'da Ermeni bir ailenin mensubu olarak doğdu ve ailesini 1915'te kaybetti. Çocukluğunun geri kalan yıllarını, kendisini bir Müslüman olarak yetiştiren yoksul bir ailenin yanında ve daha sonra da öksüzler yurdunda geçirdi.
1927 yılında Kuleli Askeri Lisesi'ne girdi. 1931 yılında burayı bitirdi fakat Harp Okulu'na devam etmedi. Adana Öğretmen Okulu'nda okurken, Ankara'ya Müzik Öğretmen Okulu'na (Musiki Muallim Mektebi) girmeyi başardı.

1942'de Ankara Devlet Konservatuarı'nın Şan Bölümü'nü bitirdi. Aynı yıllarda sırasıyla Ankara Cebeci İkinci Ortaokulu'nda, sonra Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nde müzik öğretmenliği yaptı. Cumhurbaşkanlığı Orkestrası’na seçildi, konservetuarın opera bölümünde okudu ve daha sonra da Devlet Operası'nda çalıştı. Devlet Operası sanatçısı olarak, Bastien und Bastienne, Satılmış Nişanlı, Madame Butterfly, Fidelio, Tosca, Yarasa Opereti, Aşk İksiri, Rigoletto, Figaro'nun Düğünü, Maskeli Balo ve Konsolos gibi operalarda rol aldı. Türk Opera Sanatı'nın temelinde Ruhi Su'nun katkısı büyüktür.

1960'ta İstanbul'da Taksim Belediye Gazinosu'nda sahneye çıkan Ruhi Su, bir yandan da halk türkülerini kaydedip, arşivleme görevini üstlendi. Bu arada radyoda da 'Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor' anonsuyla sunulan bir radyo programı yaptı. Bu programlardan birinde söylediği "Serdari Halimiz Böyle N'olacak? Kısa çöp uzundan hakkın alacak" türküsü nedeniyle radyodaki işine son verildi.
Söylediği türkülerdeki siyasi vurgular yüzünden aleyhinde kampanyalar başlatılan ve işini kaybeden sanatçı, türküleri derleyip, yeniden yorumlama işine kendi başına devam etti.

1975'te Sümeyra Çakır'la birlikte Dostlar Korosu’nu kurdu. 1978'den sonra ürettiği kasetlerle halk müziğinin, yaygınlaşmasına büyük katkıda bulundu. Aydınlara türkü dinlemeyi öğreten kişi olarak da bilinir
. Ruhi Su, 12 Eylül yönetiminin engellemeleri yüzünden yurtdışında tedavi şansı bulamadı ve 20 Eylül 1985'te öldü. Mezarı İstanbul Zincirlikuyu'dadır. Ruhi Su'nun cenaze törenine binlerce kişi katıldı ve cenaze 12 Eylül döneminin ilk büyük kitle gösterisi haline dönüştü.

16 Eylül 2010 Perşembe

ŞİİR BAHÇESİ

ÜMİT YAŞAR  OĞUZCAN


GÜLLER AĞLAR İÇİMDE
Ne zaman ayrılık saati gelse
En vazgeçilmez yerinde yaşamın
Duysak ayak seslerini akşamın
Ve sokaklardan elayak çekilse
Bir ürpertiyle duyarım o zaman
Seni çağıran sesi uzaklardan
Ne zaman ayrılık saati gelse
Bir gariplik çöker içime birden
Kalan tek anı gibi bir devirden
Durmadan çalınır o gamlı beste
Sanki bilir dem hazin öykümüzü
Bulutlar ağlar , kararır gökyüzü
Ne zaman ayrılık saati gelse
Bir çaresizliği anlatır gibi
Birden değişir gözlerinin rengi
Mavi solar , koyulaşır yeşilse
Sarınca ruhunu eski bir hüzün
Uçar gider pembeliği yüzünün
Ne zaman ayrılık saati gelse
Uzatsan özlemle dudaklarını
Tüm ağaçlar döker yapraklarını
Ne çiçek kalır ortada , ne bahçe
Sadece uğultusu o rüzgarın
Ve bir umut kırıntısı ‘ belki yarın ‘
Ne zaman ayrılık saati gelse
Bir fırtına çıkmışcasına , büyük
İçimdeki güllerin boynu bükük
Bir zaman kalakalırım öylece
Neden sonra gittiğini anlarım
İçimde güller ağlar , ben ağlarım …
                Ümit Yaşar Oğuzcan


SENİ ARIYORUM 

Şimdi bir an dönerek gerilere, hani
Bir zamanlar beni ölesiye yaşatan
Ellerimi bırakıp sevecen ellerini
Çevremi sımsıcak bir sevgiyle kuşatan
Seni arıyorum.
Bir deniz hıçkırıyor ta içimde, dinle
Giderek yalçın kayalar, kumlar eriyor
Simdi baş başayım bir kıyıda kendimle
Ve bende var ettiğin o ben can veriyor
Seni arıyorum.
Gülerdin bir zamanlar, güneş batmazdı
Baştanbaşa bir gül bahçesiydi ortalık
Renkler ya mavi, ya pembe, ya beyazdı
Oysa şimdi ne yana baksam karanlık
Seni arıyorum.
Varsın ama yoksun. yanımdasın, değilsin
Gözlerim boşuna deliyor geceleri
Tek seni bir kez daha görebilmek için
Daldırıp ellerimi benden içeri
Seni arıyorum.
Ellerim içimde bir kan gölüne batıyor
Bağırıyorum kimseler duymuyor sesimi
Dişlerim hırsla dudaklarımı kanatıyor
Ve senden uzakta verirken son nefesimi
Seni arıyorum.
Bu son aldanışım, son yıkılışım olacak
Gelsen de boş artık gelmesen de, ben yokum
Yine de son bir ümit kırıntısıyla, bak
O her şeyi yitirdiğim anda bulduğum
SENI ARIYORUM…
             
Ümit Yaşar Oğuzcan


DAĞ RÜZGARI
Kaderde senden ayrı düşmek te varmış
Doğrusu bunu hiç düşünmemiştim..
Seni tanımadan
Hele seni böyle deli divane sevmeden
Yalnızlık güzeldir diyordum
Al başını, kaç bu şehirden
Ufukta bir çizgi gibi gördüğün dağlara
Rüzgarın iyot kokularını taşıdığı denizlere git
Git gidebildiğin yere git diyordum
Oysa ki, senden kaçılmazmış
Yokluğuna bir gün bile dayanılmazmış.
Bilmiyordum.
Yine de dayanmağa çalışıyorum işte
Bir kır çiçeği koparıyorum gözlerine benzeyen
Geçen bulutlara sesleniyorum ellerin diye
Rüzgar güzel bir koku getirmişse
Saçlarını okşayıp gelmiştir diyerek avunuyorum
Yaşamak seninle bir başka zamanı
Bir başka zamanda seni yaşamak
Her şeyden önce sen
Elbette sen
Mutlaka sen
İster uzaklarda ol
İster yanı başımda dur
Sen ol yeter ki bu zaman içinde
Ben olmasam da olur
Seni bir yumağa sarıyorum yıllardır
Bitmiyorsun
Çaresizliğim gün gibi aşikar
Su olup çeşmelerden akan güzelliğin
İnceliğin ışık yüzüme vuran
Sen güneş kadar sıcak
Tabiat kadar gerçek
Sen bahçelerde çiçekler açtıran
Sudan, havadan, güneşten yüce varlık
Sen, o tek sevgi içimde
Sen görebildiğim tek aydınlık
Bir nefeste benim için al
Havasızlıktan öldürme beni
Bulutlara, yıldızlara benim için de bak
Susadım diyorsam
Bir yudum su içmelisin
Ben yorulduysam sen uyumalısın
Ellerim sevilmek istiyor
Saçlarım okşanmak istiyor
Dudaklarım öpülmek istiyor
Anlamalısın.
Ağaçların yeşili kalmadı
Gökyüzünün mavisi yok
Bu dağlar o dağlar değil
Rüzgarında kekik kokusu yok
Kim bu çaresiz adam
Bu kan çanağı gözler kimin
Kaç gecedir uykusu yok
Gündüzü yok
Gecesi yok
Yok
Yok
Anladım
Sensiz yaşanmaz bu dünyada
İmkanı yok…
         
Ümit Yaşar Oğuzcan

13 Eylül 2010 Pazartesi

BODRUM'DAN

İYİ  BİR  YAZ  OLMADI

Burhan  Bursalıoğlu


2010 yazı da geldi gidiyor. Geldi gidiyor da, bir çok da iz bırakarak gidiyor.
Şöyle bir düşünüyorum da “ keşke gelmeseydi” diyorum. Getirdiği iyi ve kötünün izlerini iki kefeye koyarak  ölçtüğümde, kötü izlerin bulunduğu kefenin çok ağır bastığını  görüyorum.
Başta, yaz çok sıcak geçiyor. Bahçelerdeki yeşil renkler kahve rengine döndü. Sabah akşam sulamalar da yeterli olmuyor. Çiçekler olması gereken süreden daha az sürede soluyor. O güzelim renk cümbüşlerini seyretme yerine, sarı yaprakları ve yaprakları dökülmüş kuru dalları seyrediyoruz.

Aşırı sıcaklar insanları da etkiliyor. Güneşin yan etkileri  başta ben olmak üzere bir çok insanı rahatsız ediyor. Deniz suyu da  nasibini alıyor. Olmasından daha sıcak. Suya girdiğinde ferahlıyamıyorsun. Hamam suyu gibi..
Yazın, bir başka getirdiği olumsuz ve üzücü  olaylar da vardı.  Buna getirdi mi, götürdü mü demek lazım bilemiyorum. Ama şu bir gerçek ki, sevdiğimiz bazı insanlarımız yazı göremedi.

Önce 18 yaşındaki akrabamız Alican’ı, sonra,  dünürüm sevgili büyüğümüz Cemal Aköz’ü,  bir hafta sonra,  görev yaptığım okuldaki öğretmen arkadaşım, aile dostumuz öğretmen Tomris Elmaslar’ı,  5 gün sonra da   öğretmen arkadaşım Rıfat Hoca’yı, bunun üzüntüsü devam ederken,  6 gün önce de, Sivas Öğretmen Okulundan arkadaşım Sadiye  Özer ve kuzenim Mehmet Altıntop’un kayınvalidesini  kaybettim. Yaz bu dostları aldı götürdü.

Hasta olup hastanelerde yatanlar, ameliyat olanlar, kaza geçiren dost ve arkadaşların durumları da   bizleri üzen yaz  mevsiminin bıraktığı izlerdendi.
Buraya kadar  karamsar bir tablo çizdim. Şimdi, havaya kalkan , hafif olan  kefeye bakalım. Bu kefe, gönlümüze birazcık su serpen kefe. Yanlış anlaşılmasın. Piyangodan, lotodan, totodan ikramiye çıkmadı, bir yerden de miras kalmadı. Üzüntü ve acılarımızda yakın ve uzak dost, akraba, arkadaşlar bizi yalnız bırakmadılar. Sırayla da  olsa çocuklarım, damat, torunlarım ve  gelinlerim  hep yanımızdaydılar. Dostlarımız, arkadaşlarımız da bizi unutmadılar. Ayrıca mesajlarıyla, telefonla, yazışmayla  sevgili öğrencilerim de üzüntümüze ortak oldular.

Bunların dışında, günü birlik ziyaretimize gelen dostlar da bizi çok  mutlu ettiler. Herkese teşekkür ediyorum.
İnsanlar, yalnız kaldıklarında, geçmişin iz bırakan  iyi ve kötü yönlerinin muhasebesini yaparlar. Çoğu kez üzüntülü olaylar tekrarlanır. Ama kalabalık olduğunda teselli olmak, olayları geçici de olsa  hatırlamamak bir nevi mutluluktur.  Onun için, kısa süreli  gelen  misafir de olsa,  gelenleri seviyor, mutlu oluyorum.
Ramazan bayramını Bodrum’da çocuklarımla geçirdim. Okulların açılması ve oy kullanma mecburiyeti nedeniyle, hafta sonu hepsini İstanbul’a yolcu ettik.
Bodrum, Ramazanın yaza rastlaması, halk oylaması nedeniyle , insanlar erken memleketlerine gittiler. Halbuki Eylül ve Ekim ayları, Bodrum’un en güzel mevsimidir. Bundan istifade edemediler. Güneşin yakıcı etkisi  kayboluyor, kalabalığın gürültüsü, trafiğin yoğunluğu gidiyor, sessizlik  içinde sakin yaşam  Eylül ve Ekim aylarının özelliklerindendir. Erken gidenler bu güzelliklerden mahrum kalıyor.
Yaz ayları, Türkiye’nin yegane gündem maddesi, Anayasada değiştirilmesi istenen 26 maddenin Halk oylamasına sunulma propogandasıyla geçti. Yazıldı-çizildi, meydanlarda nutuklar atıldı, bağrış çağrış derken oylama da yapıldı. Dün İslamhaneleri’nde, köy konağı denen camiindeki sandığa giderek oyumuzu kullandık.  (Kaydım Bodrum’da olduğundan) Tüm Türkiye’ de seçmenler de oyunu kullandı  ve EVET ler kazandı. Umarım, Türkiye Cumhuriyeti için hayırlı olur.

2010 yazının dikkatimi çeken diğer bir olayı doğayla ilgili.
Yazlığımızın bahçesinde, meyve türünden,  armut, nar, dut, erik, kayısı, turunç, mandalina, limon ve zeytin ağaçlarım var. Ankara armudu denen kış armudumda, bu yıl oldukça meyve de var. Armutlar da oldukça büyüdüler. Dikkatimi çeken, hayretle seyrettiğim ,  yanında bulunan nar ağacı ile birlikte  çiçek açmaları. Ekteki resimlerde de bu olayı sizinle de paylaşmak istedim.
Acaba diyorum, mevsimlerin, küresel dünyamızda  değişime uğraması, bitkilere de mi sıçradı? Zamansız bu olayın oluşması, doğa dengesinde bir bozulma mı var ? Şimdi bütün dikkatimle bu çiçeklerin meyveye dönüşüp dönüşmeyeceğini takip etmem olacak.

Dünyamız dönüyor ; güneşimiz doğuyor, batıyor;  Ay ımız gecelerimizin ışığı olmaya devam ediyor; yeni, yeni gezegenler bulunuyor; bilinen gezegenlerde hayat emareleri belirleniyor, birçok yanlışların doğru, doğruların yanlış oldukları varsayımları ileri sürülüyor. Bizim bilmediğimiz, değişen Galakside bir şeyler mi oluyor?  Yaşam dengeleri mi değişiyor da bizler algılıyamıyoruz?  Buzulların erimesi, iklimlerin değişmesi, yaşamın üç vazgeçilmez unsurlarından olan, güneş, hava ve su  değişime uğruyor da biz mi farkında olmuyoruz? Bir şeylerin olduğu  kaçınılmaz. Yoksa,   Dünyamızı  taşıyan  öküzün boynuzları sallanmaya başladı da dengeler mi bozuldu?!  Eylül ayında, armudun, narın çiçek açması…………

9 Eylül 2010 Perşembe

ÖNEMLİ GÜNLER

Başta Siz okuyucularım olmak üzere,  tüm Ulusumuzun Şeker Bayramlarını kutlar,mutluluk, esenlik, sağlık ve huzurlu olmanızı içtenlikle diler, saygı ve sevgiler sunarım.
 

7 Eylül 2010 Salı

FIKRALAR


BİRAZ DA  GÜLELİM

Burhan  Bursalıoğlu

SEMER

Amerikalı bir antikacının yolu Türkiye’ye düşmüş, hayvan pazarının birinde geziyormuş. Birden, önünde ihtiyarca bir adamın durduğu, zayıf mi zayıf, hasta bir eşek görmüş; ancak dikkatini çeken, bu zavallı eşeğin üzerinde gördüğü, oldukça eski ve son derece değerli semermiş. Antika kültürü olmayan bu zavallı ihtiyardan semeri son derece ucuza satın alabileceğini düşünerek pazarlığa başlamış. Sıkı bir pazarlıktan sonra, eşeği normal fiyatının 4-5 katına satın almak üzere anlaşmış. Milyonlarca dolar değerinde semeri, 4-5 eşek parasına aldığı için sevinmeye tam başlamışken, ihtiyar oradaki bir çocuğa seslenmiş:
“Oğlum, kalk da ahırdan yeni bir semer getir beyefendi için, bu eski semerle göndermeyelim onu!”
Amerikalı tutuşmuş haliyle:
“Benim için sorun değil, zahmet etmeyin..” filan derken bayağı bir dil dökmüş.
En son bizim ihtiyar dayanamamış:
“Boşuna uğraşma beyim, biz o semerle çok eşekler sattık!”


Hamile

Kadın doktora gittikten sonra eve geldi ve kocasına müjdeyi verdi:
- Hamileyim!
Adam şaşkınlık içerisinde:
- İmkansız!.. Ben hep dikkat ederim…
Emin olmak için doktoru ziyaret etti:
- Anlayamıyorum doktor, dikkat etmiştim.
- Bakın bayım… Bu araba kullanırken dikkat etmeye benzer. Siz dikkat edersiniz ama başkası gelip çarpar!..


Tavuklar

Şehirli tavukla köylü tavuk gezerken, bir vitrinde iri ve beyaz yumurtalar gördüler.
Şehirli, gururla yanındakine döndü:
- Görüyor musun; bunları ben yumurtladım, tanesi 3 liraya satılıyor.
Az ilerdeki vitrinde daha büyük ve sari kabuklu yumurtalar görünce köylü tavuk arkadaşını dürttü:
- Bak bunlar da benim yumurtalarım; 4 liraya satılıyor!
Şehirli tavuk altta kalmadı:
- Valla şekerim istesem ben de böyle büyük yumurtlayabilirim ama bizim horoz bey, on lira için dötünü yırtmaya değmez diyor…


Sadaka
-
Fakire bir sadaka hanımefendi.
- Ağzın leş gibi içki kokuyor, sadaka istemeğe utanmıyor musun? ,
- Bunda utanılacak ne var bayan… Ben sizden sadaka istedim, senin de sadaka diye öpücük verdiğini nerden bilim.
Adamın teki:
_ Benim karım bir melek, deyince Diğeri: derin derin içini çekmiş ve
_ Şanslısın benim ki maalesef hala yaşıyor, diye dertlenmiş.


Bahçıvan

Adamın biri, uzun zamandır iş arıyordu.
Büyük bir köşkün kapısında bahçıvan aranıyor yazısını görünce hemen müracat eder.
Köşkün kahyası, iş arayan adama:
- Eğer hizmetçi kıza da yardım edersen, maaşının dışında yatacak yer de veririz.
Durumdan memnun kalan adam:
- İlk önce görmem lazım.
Köşkün kahyası pencereden geniş bahçeyi göstererek:
- İşte çalışacağın bahçe.
- Bahçeyi değil. Hizmetçiyi gösterin, önce onu bi görüm demiş,

Kaptan

Turistik bir geziye katılan çok güzel bir kızın hatıra defterinden notlar:
- Bu sabah saatlerimi, kaptanla kaptan köşkünde geçirdim.
- Öğleden sonra, kaptan benden pek önemli şey istedi ve vermezsem gece gemiyi batıracağını söyledi.
- Bu gün çok mutluyum dün gece, 1600 kişinin hayatını kurtardım…


Daktilo

Adamın işyeri, evinin alt katındaydı. Çalışırken, canı karısını çekerse çocuklarla haber gönderirdi.
- Anneniz, daktiloyu hazırlasın!
Kadın, kocasının ne istediğini anlar. Hazırlanıp kocasını beklermiş. Bir gün adam gene haber göndermiş.
- Anneniz, daktiloyu hazırlasın!
O gün kadının canı istemediğinden, çocuklara:
- Daktilo bozuk! demiş.
Biraz sonra kadın, fikrini değiştirmiş:
- Babanıza söyleyin. Daktilo çalışmaya başladı. Yukarı gelsin!
Karısının mesajını alan adam:
- Annenize söyleyin. Daktiloya gerek kalmadı. Elle yazdım


Sarışın

Sarışın, yeşil gözlü afet-ü devran Emniyet Müdürlüğünde işe giriş için sınavda imiş.
Sınav görevlisi sormuş;
- 2 kere 2 kaç eder?
- Dört.
- Güzel. Peki Abraham Lincoln’ü kim öldürdü?
- Bilmem….
- O zaman bugün git, evde biraz düşün. Yarın tekrar geleceksin. O zaman cevap verirsin.
Sarışın, yeşil gözlü çıkmış, o arada komşusu aramış.
- Ne oldu senin bu Emniyette iş durumu?
Sarışın heyecanla cevaplamış;
- İşe alındım. Daha ilk günden bir de yıllardır aydınlanmamış bir cinayeti çözme görevi verdiler!..
:-)) :-))


Sarışın öğretmen

Sarışının biri ilkokul öğretmeni olarak staja baslar, çok heveslidir.
Bir gün teneffüs sırasında bütün çocuklar futbol oynarken bir çocuğun oyun alanının sonunda kenarda durduğunu görür. çocuğun iyi olup olmadığını öğrenmek üzere yanına yaklaşır ve çocuk bir sorununun olmadığını söyler.Bir sure sonra sarısın çocuğun yine tek basına aynı yerde durduğunu görür, içi rahat etmez ve tekrar çocuğa yaklaşarak,
-senin arkadasın olmamı ister misin?” diye sorar, çocuk pek hevesli olmamakla birlikte “tamam” der. İlerleme kaydettiğini düşünen sarışın öğretmen “Bütün çocuklar topun pesinde koşturup oynarlarken sen neden burada duruyorsun?” diye sorar.
Afallayan cocuk hayretle cevap verir:
-Çünkü ben kaleciyim!!!”

Sarışın esprileri:  ( SARIŞINLARDAN ÖZÜR DİLİYORUM)

Bir sarışınla evlenmenin avantajı nedir?
engellilere ayrılan yerlere park edebilirsiniz.

- Bir sarışını nasıl boğarsınız?
Suyla dolu küvete bir ayna koyarsınız.

– Sarışın yeşilde niye durmuş?
En sevdiği renkmiş, ondan. -

Sarışınlar neden “11″ rakamını yazamaz?
Hangi 1′i önce yazması gerektiğini bilmediği için.

- Sarışına kazaların 90′inin evde olduğunu söylerseniz ne yapar?
Taşınır.


- Sarışın pizza ısmarlar. Pizzacı sorar: “6 parçaya mı böleyim, 8 parçaya mı? 
” Sarışın “6′ya böl”, der, “sekiz parçayı bitiremem”.
-
- Camdan bir duvara tırmanan sarışın ne yapıyor?
Öbür tarafta ne olduğunu görmek istiyor.

- Sarışının en çok söylediği cümle nedir?
“Ay bilemiyorum…”

- Zeki bir sarışın nedir?
Çelişki.


- Bir sarışının bilgisayarda yazı yazdığı nerden anlaşılır?
Monitöre sürdüğü Tipp-Ex’ten.

- Bir sarışını susturmak için ne yapmalı?
“Ne düşünüyorsun?” diye sormalı.

- Sarışının gözlerinin parlaması için ne yapmalı?
Kulağına fener tutmalı.
-
Sarışınlar neden muz yiyemez?
Fermuarı bulamadıkları için.


- Sarışınlar balığı nasıl öldürürler?
Boğarak.

- Faksın bir sarışın tarafından yollandığını nasıl anlarsınız?
Üstündeki puldan.

- Aynanın karşısında gözlerini kapatmış duran sarışın ne yapıyor?
Uyurken nasıl göründüğüne bakıyor.

- Sarışın neden üçüncüden sonra çocuk yapmamış?
Her dört çocuktan birinin Çinli olduğunu duyduğu için.

5 Eylül 2010 Pazar

ŞİİR BAHÇESİ



ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN ŞİİRLERİ


 
SATILIK ŞİİR 

Ben sersemin biriyim,
Oturmuş senin için aşk siirleri yazıyorum.
Ellerinin beyazlığından,
Gözlerinin güzelliğinden bahsediyorum.
Oysa ki sen bir ettir, ekmektir tutturmuşşun,
gözün dünyayı görmüyor.
Al bu şiiri, götür sat,
para ederse
bir ekmek, yarım kilo pirzola al,
otur zıkkımlan…
             
Ümit Yaşar Oğuzcan


ÇIKMAZ SOKAK 

Bir daha dünyaya gelsem,
Yine seni severdim.
Beni üzesin diye,
Beni deli divane edesin diye.
Biliyorum,
Sen de bir daha dünyaya gelsen,
Yine beni sevmezdin.
Kahrımdan öleyim diye…
          
Ümit Yaşar Oğuzcan



YAĞMUR ALTINDA ÖPÜŞMEK 

Hava kararmıştı,
yağmur yağıyordu,
dudakları sımsıcaktı,
elleri üşüyordu,
bir öptüm,
bir daha öptüm,
kimseler görmedi öpüştüğümüzü,
yağmurdan başka,
iki gözüm çıksın,
şimdi ne zaman yağmur yağsa,
utanıyorum…
      
Ümit Yaşar Oğuzcan


BİL Kİ SENİ SEVİYORUM
Apansız uyanırsan gecenin bir yerinde
Gözlerin uzun uzun karanlığa dalarsa
Bir sıcaklık duyarsan üşüyen ellerinde
Ve saatler gecikmiş zamanları çalarsa
Bil ki seni düşünüyorum.
Bir sabah gün doğarken aç perdelerini bak
Sevinçle balkonuna doluyorsa martılar
Kendini tadılmamış derin hazza bırak
Dökülsün o dudağından en güzel şarkılar
Bil ki seni arıyorum.
Gecelerden bir gece uyanırsan apansız
Uzaklarda elemli garip bir kuş öterse
Ve bir ceylan ağlıyorsa dağlarda yapayalnız
Ve bir gün kabrimde bir sarı çiçek biterse
Bil ki seni seviyorum…
            
Ümit Yaşar Oğuzcan


UNUTMA Kİ
Sen uykusuzluk nedir bilirmisin ?
Tırnaklarınla yaptığını parçaladın mı ?
Gözlerini tavana dikip düşündüğün oldu mu bütün gece
Ve bütün bir gün
Belki gelir ümidiyle
Bekledin mi hiç ?
Gelmeyince seni aramayınca
Ölesine ağladın mı ?
Sonra çekilip en koyusuna yanlızlıkların
Ona ait ne varsa
Bir bir hatırladın mı ?
Sen günden güne erimeyi bilir misin ?
Dev bir ağacın vekarı içinde ölmeyi
Bir teselli aramayı
Issız parklarda tenha sokaklarda
Ve bütün bir şehir uyurken uzaklarda
Deli divane yollara düşüp
Yaşlanmış bir köpek gibi
Eskimiş bir gömlek gibi atılmışlığını
Hissettiğin oldu mu ?
Sevmekten , günler geceler boyunca yürümekten
Elin , ayağın kalbin yoruldu mu ?
Sen yalnızlığın acısını bilir misin ?
Unutulmak bir hançer gibi saplandı mı sırtına ?
İçinde kıskançlığın zehirli çiçekleri açtı mı ?
Bütün gururunu çiğneyip
Sevdiğinin geçtiği yollarda bastığı toprakları
Eğilip öptün mü ?
Sen çaresizlik nedir bilir misin
Sen yokluk nedir gördün mü ?
Yanan başını duvarlara vurup parçalamak
Geldi mi içinden ?
Sen her gün bin defa öldün mü ?
Böyleyim diye ayıplama beni
Birgün kendimi sonsuzluğun koynuna bırakırsam
Yaralı ve yenik bir asker gibi
Darılma ;
Unutma ki
Her seven adsız bir kahramandır
Unutma ki
İnsan sevebildiği kadar insandır …
           
Ümit Yaşar Oğuzcan

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ