27 Ocak 2011 Perşembe

OSMANLILAR' DAN

OSMANLIDA HAREM
 
Burhan Bursalıoğlu


Bugüne kadar harem hakkında çok şey söylendi, çok şey yazıldı, çizildi. Son olarakda Muhteşem Yüzyıl  dizisi, Kanuni Sultan Süleyman’ın  haremi nin ön plana çıkarılması, dikkati” Harem”  olgusuna çevirdi. Hatta, kitapçılardan Osmanlı tarihi romanlarının hızla tüketildiği haberini alıyoruz. Oysa zihnimizde oluşturulan harem imajı gerçeğinden çok farklıydı. 

, Harem diye yıllarca Batılı oryantalistlerin, yazarların, diplomatların fantezilerini okuduk. Hiç giremedikleri padişahın evini kendi hayalleri ile süsleyen bu yazar-çizer takımı bizlerin hareme bakışını yüzyıllardır etkilerken buna bir de “resmi” çarpıtma eklendi. 


Bugüne kadar harem, Batı'nın bildiği değil; öyle olmasını istediği, büyülü, egzotik bir kurum olarak karşımıza çıktı. Yani hayal mahsulü, belgelere dayanmayan bir yer. Belgelere dayanması çok zor; çünkü paşidahın özel evi olan hareme hiç bir yabancının alınması mümkün değildi. Bu nedenle bugün bile harem diye, Doğu'ya seyahat eden Avrupalı seyyahların, diplomatların fantezileri ile karşı karşıyayız.

Türkiye'nin yetiştirdiği ve bütün dünyada tarihçilerin piri olarak kabul edilen Prof. Dr. Halil İnalcık da Batılılar'ın harem hakkındaki tasvirlerini "hayal ve fantezilerle dolu" olarak tavsif ediyor.


HAREMl YÖNETENLER

Haremin başı valde sultandır. Padişahın annesidir. Valde sultan haremi "Ustalar ve Kalfalar" aracılığı ile yönetir. Valde sultan ile hükumet arasın da "Kızlar Ağası" veya "Darüssaaı Ağası" vardır.


Ak veya kara harem ağaları ve harem kapısını bekleyen Bab us Saaı Ağası da Kızlar Ağası'na bağlıdır. Haremde hizmet gören ustaların  listesi şöyledir: "Hazinedar usta, çeşnigir usta, çamaşır usta, ibrikdar usta vekil usta, kethüda kadın, saray usta, Kanber usta, hastalar ustası, ebe, sütnine, dadı.

Haremde ayrıca, bulundukları dairelerin işlerini gören kalfalar vardır. Haremi teşkil eden bütün kadınlar gibi onlar da cariyelikten gelmedir; ancak ustalara oranla daha yüksek mevki sahibidirler.

Harem konusunda en fazla spekülasyon yapılan husus cariye meselesidir. Cariyelerin hepsini aynı statüde, yani hepsini 'cinsel obje' olmaktan başka bir şekilde görmeyen bir bakış açısıyla irdelenen Osmanlı Harem'inde cariye sayısı hep abartılı söyleniyor.

Meşhur tarihçimiz Prof. Dr. Halil İnalcık'a göre "Osmanlı toplumunda cariye sadece "cinsel obje" olarak görülmemiştir. Hali vakti yerinde olan herkesin bir veya birkaç cariye sahibi olduğunu kadı miras listelerinden öğreniyoruz. Ailenin bir ferdi gözü ile bakılan cariyelerin, ev hizmetlerinde olduğu gibi ekonomik hayatta da önemli yeri vardı.

HAREMIN KURALLARI

Haremin kurallarını padişahlar bile bozamıyordu. Sıkı kuralları bakımından 'kadınlar manastırı'na benzettiği harem için İnalcık şöyle konuşuyor: "Gelen cariye bu örgüt içinde sıkı bir disiplin altında uzun bir eğitimden geçirildikten sonra padişaha taktim edilebilir. Harem örgütünü ve kurallarını İslam hukuku ve hanedan siyaseti belirlemekteydi. Bunun yanında ikinci faktör Osmanlıkul sistemidir. Bu sistem Osmanlı merkeziyetçi devlet sisteminin temel kurumudur. Enderunda ve birun dış hizmetlerde padişaha mutlak biçimde bağlı görevliler yetiştirmek için her türlü aile kavim ve kabile bağlarından kopmuş kul ve cariyeleri kullanmak sisternin esasıdır. Harem cariye örgütü, kul sisteminin tamamlayıcısıdır. Cariyelerin çoğunluğu saraydan çıkarılarak beylere ve vezirlere zevce olarak verilirdi. Böylece vali ve kumandanların saray dışındaki vilayetlerde yerli aile ve hanedanlarla akrabalık kurmaları önlenmiş oluyordu. Bu gibi yerel ilişkilerin merkeziyetçi mutlak idare için tehlikeleri meydandadır."


Saraya yeni alınan esir kıza acemi deniyor. Bu ilk zamanlarında kendine Müslümanlık ve Türk İslam adetleri ve adabı, ibadet vb. dini malumatlar, dikiş-nakış, hanendelik, sazendelik, hikaye anlatma sanatı gibi sanatlar öğretilirdi. Böylece yetişen acemi, cariyeliğe yükselirdi.. Cariyeler, iki geniş odada yan yana yatarlar, her beş kızın arasında yaşlı bir kadın yer alırdı. Gedikli doğrudan doğruya padişah hizmetine verilir, onun haremde yemek, çamaşır ve benzeri hizmetlerine bakardı. Hünkarın yatağına aldığı gedikli 'ikbal' veya haseki adıyla anılırdı. Bunlardan padişahın gözdesi olan haseki, padişahın kadını olurdu. Kadınefendiler, başkadın, ikinci kadın diye sıralanırdı. Padişahın zevcesi sayılan kadına bir daire ayrılırdı ve yüksek gündelik tayin edilirdi. Çocuk doğuran haseki ayrıcalık kazanırdı. Bu sistem içinde her cariyenin belli bir maaşı ve giysisi vardı.


 
MEKTEBI HAREM

 Cariyelerin  çoğu zaman günlerini okumakla geçirdikleri sanılıyor. Okumanın yanında yetenekli cariyelerin bazı müzik aletlerini çalmayı, şarkı söylemeyi, oyun oynamayı öğrendikleri de kesindir. Bunların dışında cariyeler, dikiş dikmesini, oya yapmasını, örgü örmesini de iyi biliyorlardı. Bunları, bu gün onlardan bize kalan eşyalardan ve elbiselerden görüp anlayabiliyoruz. Bu sebeble harem bir kültür okulu ve nezaket yuvası olarak karşımıza çıkmaktadır. Eski saraylılar, acemilere 'Sarayda terbiye olmayan hiç bir yerde terbiye olamaz, burası terbiye mektebidir' diye korkuturlarmış."


ÇIPLAK RESiMLER, UYDURMA!

Haremle ilgili sık sık yayınlanan çıplak resimlerin aslı esası yoktur. Batılı yazar ve çizerlerin fantezilerden ibaret olduğu çeşitli araştırmalar tarafından ifade ediliyor. Seyyah ve ressamIarın bizler hakkında verdikleri hükümlerin, yaptıkları resimleri yazdıkları kitapların gerçekleri asla yansıtmamaktadır.

25 Ocak 2011 Salı

HİKAYE



                            
 
 Piliç olayı  


Olay: Bir piliç, bir yolda karşıdan karşıya geçer.

Soru: Piliç neden karşıdan karşıya geçti?
Ve cevaplar:
 
 Eflatun: İyiliği için geçti; çünkü gerçek öteki taraftadır.
 
 Aristo: Karşıdan karşıya geçmek pilicin doğasıdır.
 
 Marx: Geçmesi tarihsel olarak kaçınılmazdı.
 
 Freud: Pilicin karşıya geçmesiyle ilgilenmeniz, sizdeki güçlü bir güvensizlik duygusunu ele vermektedir.

Einstein: Pilicin yolun karşısına geçmesi, ya da yolun pilicin ayakları altında yer değiştirmesi, sizin bakış açınıza bağlıdır ve tamamen izafidir.

Bill Clinton: Anayasa üzerine yemin ederim ki, bu piliçle aramda hiçbir şey geçmemiştir.

Bush: BM kararlarına rağmen, pilicin yolun diğer tarafına geçmesi, demokrasiye, özgürlüğe, adalete uymamakta ve bizim açımızdan bir tehdit oluşturmaktadır. Bu durum, o yolu bizim, çoktan bombalamış olmamız gerektiğini göstermektedir.

Süleyman Demirel: Piliç geçmişse geçmiş, geçmemişse geçmemiştir.

Turgut Özal: Benim pilicim işini bilir.

Bülent Ecevit: Bilmiyorum, Rahşan'a sormam lâzım.

Tansu Çiller: Bu memleket için karşıdan karşıya geçen piliç de bizimdir; onu ezip geçen traktör de bizimdir.

A. Necdet Sezer: Karşıya geçtiği nokta kamusal alansa, başörtüyle geçemez.

Tayyip Erdoğan: Bence o piliç, Kuzu'ya atılan o yumurtaların anasıdır. Arkasında şer güçleri vardır. Karşıya kendisi geçmemiş, geçirilmiştir.

Ve Türk erkeği: Piliç sarışın mı, esmer mi? 



22 Ocak 2011 Cumartesi

MEMLEKET HALİ


VAY Kİ   VAYYY!

Burhan  Bursalıoğlu
 
Şu son hafta, Ülkemizdeki olaylar ayyuka çıktı. Birbirleriyle ilgili  değil, ama  tek odakltan kaynaklandığı  malüm.
İnanın çok üzülüyorum. Türkiye Cumhuriyeti bu hallere mi düşecekti?   Ordu, yargı, mahalli idareler, Devlet daireleri, okullar ve halkımız  kaygılı, kuşkulu, üzgün ve ümitsiz.
Son olayların birkaçını hatırlayalım.

  DOST  GÖRÜNEN  DÜŞMANLARIMIZ

27 Aralık 2010 tarihinde blogumda,  Yunanistan Milli Eğitimindeki okullarda okutulan tarih kitapları konuları içinde, Türk Milletinin kendilerine barbarca davrandıkları,  asıp kestikler  ifadelerin bulunduğunu; bunlar kitaplarında okutulurken, bir tarafta da Başbakanımızla buluştuklarında sarmaş dolaş oldukları, hangisine inanacağımızı, sarmaş dolaşların sahte dostluğun ifadesi  olduğunu belirtmiştim.
T.ERDOĞAN ve  KAROLOS

Birkaç gün önce Ermeni  Cumhurbaşkanı  Serj Sarkisyan’la Yunan Cumhuırbaşkanı Karolos Papulyos Atinada bir araya geldiler.  Her zaman olduğu  gibi yine Türkler hakkında atıp tuttular. Ne işkenceliğimiz, , ne gaspcılığımız, ne cellatlığımız, ne de soykırımcılığımız kaldı.  Beni doğruladılar.
Peki, bizim yöneticilerimiz duymadılar mı yoksa? Sesleri solukları çıkmadı. Demek başka işlerle uğraşıyor, başka planlar yapıyorlardır.
SARKİSYAN


İMAM  POLİSLER

 8 yıldır Ülkemizi yöneten hükümet kendi planlarını zaman zaman uygulamaktadır.  Bana göre, çok uzun iktidarda kalabilmek için bazı kuruluşlara yandaşları doldurmak veya onları etkisiz hale getirmek gerektir. Nedir bunlar? TBMM, Yargı, ordu,  Milli Eğitim,  üniversiteler,  mahalli kollu kuvvetler ve  basın . Bunlar elde edilince, yönetimde istenilen her şey yapılabilir.  Bunlar gerçekleşti mi? Kısmen. 

Yargıyı kendilerine  bağımlı hale getirdiler, Orduyu sindirdiler, emekli ve muvazzaf  general ve  subayları bir yılı aşkın tutuklu tutuyorlar, okullardaki müfredatlarda değişiklik yaptılar,  taraflı öğretmenler ve yöneticiler e görevler verildi, üniversite  rektör ve dekanlar  değiştirilerek, taraflılar göreve getirildi, türban serbest  oldu,  basın baskı altında, , yönetimi tenkit eden yazarlar kovduruldu veya bir bahane bulunarak uzaklaştırıldı, TBMM  de çoğunluk  zaten   iktidarın,  Sıra kollu kuvvetler e  geldi.  İmam okullulara kıyak yapmak için kanun  teklifi hazırlandı. “İmam hatip öğrencileri polis olabilmeli”.
Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu  bu konuda “ İmam hatiplerde okuyan çocuklarımız da bu  ülkenin çocukları. Ben bu kanun teklifini destekliyorum.” Diyor. “Hayır kabul edilemez” diyecek değil ya!.
Polis kolejleri, okulları yeteri kadar mezun vermiyor mu?  Vermiyorsa, okullar açılsın, yeterli öğrenci alınsın. İmam –hatip okullarına giden öğrenciler neden o okulları tercih ediyor? İmam-hatip olmak için. Peki polislik  ne oluyor?  Bize bu iş garip geliyor ama, kanun teklifini verenlere normal geliyor.
Birkaç yıl sonra, karakol komseri,  polis  Hasan’ ı  yanına çağırıp, “Hasan, ….camiin imamı hastalanmış, bugün ezanları sen oku, namazları da kıldır “  Veya    Hacı  Ahmet  efendi rahmetli olmuş, yıka da namazını kıldır” gibi alışmadığımız sahnelerle karşılaşabiliriz.

19  MAYIS  DÖNEMİ  BİTTİ!                                              

  Aralarında, İç İşleri Bakanı Beşir Atalay’ın da bulunduğu, 81 ilin valiler toplantısında Yalova Valisi Dursun Ali Şahin yaptığı konuşmada,  19 Mayıs Spor ve Gençlim Bayram törenlerinin kaldırılmasını önererek, “Bu dönemler artık geçti, Çocukları robot gibi kullanmak hoş değil. Bunlar doğu blokundan ithal edilen şeyler”  diyor. Sayın Atalay orada olmasına rağmen hiçbir tepki ve karşı durma göstermiyor.

Şimdi soruyorum. Bu vali  nerden mezun? Mülkiyeden olamaz. Mülkiyeden yetişen insanlar bu ülkede  şerefle görev yapmışlardır. Onlarla  gurur duyduk.  Yoksa,  bu ve bunun gibi  düşünenler, öğretmenleri tarafından törenlere alınmadılar mı?.
..
İLKÖĞRETİMDE  TÜRBAN

Şanlı Urfa’nın Hilvan ilçesindeki Mustafa Kemal ve Yavuz Sultan Selim İlköğretim okullarında   8 – 12 yaşlarında, 35-40 türbanlı kız öğrenci   okula  alınmadıkları için, veliler okulu basıp Müdürle görüşmek istediler. Müdür görüşmeyi reddedince veliler Milli Eğitim Müdürüne gidip, çocuklarını okula almadıklarını söyleyerek şikayette bulundular.   Müdür, “Kıyafet yönetmeliğine göre hareket ediliyor. Yacağımız bir şey yok. Durumu üst makamlar ilettik” şeklinde  velilere cevap veriyor.

Velinin birisi kızını savunuyor. “ Kızım  inancını yaşıyor.”  Nerede eğitimciler? Kimsenin sesi çıkmıyor.
Ne günlere kaldık, ne durumlara düştük!..

17 Ocak 2011 Pazartesi

İNSANIMIZ

NEDEN - NEDEN

Neden bozulan otobüsün yolcuları bizim otobüsümüze aktarıldığında onlara mültecilermiş gibi bakarız?

* Neden her gördüğümüz haritada hemen Türkiye'yi bulmaya çalışırız? Millet olarak dünyada kaybolma kompleksimiz mi vardir?

* Neden insanlar birbirlerine sarılınca sağa-sola sallanırlar?

* Neden öğrenciler ilköğretimin beşinci sınıfına kadar öğretmene "öğretmenim" diye seslenirken altıncı sınıfta bir anda "hocam" diye seslenmeye başlarlar?

* Neden sınavlarda "4 yanlış bir doğruyu götürür" şeklinde bir uygulama ile ögrenciler cezalandırılırlarda; "4 doğru bil, bir doğru da bizden" şeklinde bir kampanya başlatılıp zekaya ve riske girme cesaretine ödül verilmez?

* Neden insanlar kapalı bir alandan yağmur yağan alana çıkınca kafalarını eğerler? Yağmura duyulan saygıdan mıdır yoksa ondan tirstiğimiz için midir?

* Neden dükkanını kapatıp giden esnaf, kapıya "10 dakika sonra dönücem" yazar, ne zaman gittiğini nasıl anlarız ?

* Televizyona çıkan insanlar neden kendilerini Türkiye'deki bütün insanların izlediğini sanırlar? Örn: Şu anda 70 milyon kişi bizi izliyor...

* Düğünlerde neden "Dom Dom Kurşunu" ile göbek atılmaktadır. "Bir avcı vurdu beni, bin avcı beni yedi" gibi sözler eşliğinde kendinden geçen başka milletler var midir?

* Neden bazı kızlarımız şirin bir hayvancağiz gördüklerinde "inanmıyorum!" derler, inanılmayacak olan nedir?

* Cumartesi ve Pazartesi'nin neden kendi isimleri yoktur?

* Dolmuşlardaki fiyat tarifesinde "en kısa mesafe" neden "indi-bindi" olarak tabir edilir? Önce inilip sonra mı binilir?  Bir terslik yok mudur?

* Bir programı kurarken neden "kabul ediyorum" ya da "kabul etmiyorum" seçenekleri vardir? O kadar parayi bayılıp bir bilgisayar programı satın aldıktan sonra"kabul etmiyorum" seçeneğini işaretleyen bir takım saf kişiler mevcut mudur?

* Bulmacalarda boru sesinin karşılığı neden hep "ti"dir? Bulmacaları hazırlayan arkadaşlar hiç "ti" diye ses çikaran  boru görmüşler midir?

* İpana 7 reklamındaki kıza "Ne zamandan beri ipana 7 kullaniyorsun?" diye soran doktor, ipana 7'nin yeni bir ürün olduğunu ve reklamdan sadece bir kaç gün önce piyasaya çıktığını bilmemekte midir?

* Neden futbol takımı olan Ajax"Ayaks" diye okunur da temizlik ürünü Ajax "Ajaks" diye okunur?

* Neden ilanlarda "doktordan temiz araba" diye yazılır. Hipokrat yemininde  "arabamı temiz kullanacağim" şeklinde bir madde mi vardır?

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ