KURTULUŞ SAVAŞINDA KAHRAMAN TÜRK KADINLARI
Burhan Bursalıoğlu
Yıkılan ve dağılan bir toplumdan yeni bir devletin oluşturulmasında verilen milli mücadele sırasında, Türk kadınının da kahramanlıkları destanlaştı.
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919 da Anadolu’ya çıkarak başlattığı kurtuluş harekatı içinde yer alan binlerce kadın, Cumhuriyetin atılan temelinde en büyük pay sahipleri oldular.
İşgal altındaki Anadolu’da başlatılan Milli Mücadele de binlerce kadın cephe gerisinde büyük bir çaba harcarken, çok sayıda kadınımız da silahlı mücadeleye katılarak, Dünya’ya örnek olacak kahramanlıklar gösterdi.
Milli Mücadeleye hazırlık günlerinde kadınlar tarafından kurulan “Asri Kadınlar Cemiyeti” ile Sivas’ta kurulan “Anadolu Kadınları Müdafaai Vatan Cemiyeti” unutulmayanlar arasında yer aldı.
Milli Mücadeledeki binlerce isimsiz kadın kahramanların yanı sıra, isimleri halen belleklerde olan kahramanlarımızdan bazılarını, zaman zaman bu asayfalarda bulacaksınız.
10.03.2010 tarihindek blog umda “Savaşçı Kadınlarımız” başlığı altında birçok kadınımızın hikayelerini yazmıştım. Çok uzun olan ve tek seferde yayınladığım için okumakta sıkılanlar olabileceğini düşünerek, bugün başladığım yazı serisinde tek tek veya ikişer ikişer Kahraman Kadınlarımızın hikayelerini YAYINLAYACAĞIM.
Nezahet Onbaşı`nın hikayesi aslında
Çanakkale Savaşı günlerine kadar uzanıyor. Savaş yıllarında annesi
Hadiye Hanım daha 24 yaşındayken ince hastalığın (verem) kurbanı olur. O günlerde
İstanbul işgal altındadır, küçük kızın babası Albay
Hafız Halit Bey ise cepheden cepheye koşmaktadır. Hafız
Halit Bey bir müddet sonra komutasındaki 70. Alay ile
Anadolu`daki
Milli Mücadele saflarına katılma kararı alır. Tabii kızını da yanında götürmek zorunda kalır. Böylece kader Küçük Nezahet`i daha 9 yaşındayken cephelerle tanıştırır.
At sırtında geçen ilk günün gecesinde donma tehlikesi atlatır. El bebek gül bebek büyüyeceği bir dönemde öksüz kalmıştır çünkü. Hafız Halit Bey küçük kızını kimseye emanet edemeyeceğini düşünerek adeta cephelerde büyütür. Küçük Nezahet, askerlerden at binmeyi, silah tutmayı öğrenir. Tam üç sene cephelerde bilfiil babasının katıldığı her muharebeye katılır. 70. Alay`ın simgesi olur
Nezahat Onbaşı, babasıyla birlikte, Geyve Savaşı, Konya İsyanı, Birinci ve İkinci İnönü Savaşları ile Sakarya ve Gediz Muharebelerinde yer almış ve gösterdiği kahramanlıklarla 70. alayın simgesi olmuş,alay kızlı alay diye anılmış hatta
Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa’nın dahi dikkatini çekmiştir.
Türk ordusunun Yunan saldırısı karşısında zor duruma düştüğü Gediz Muharebesi, yaklaşık 600 kişilik alayı ile Albay Halit’e sıkıntılı anlar yaşattığı ve umudunu tükettiği bir noktada küçük kızı
Nezahat atıyla askerlerin önünü keserek babasının imdadına koşmuştur.
Küçük Nezahat, cephe gerisine kaçmaya çalışan askerlerin karşısına, vatan sevgisiyle dolu büyük yüreğiyle adeta duvar gibi dikilmiş ve bir çocuktan beklenmeyecek muhteşemlikteki şu müthiş sözü haykırmıştır:
"Ben babamın yanına ölmeye gidiyorum, siz nereye gidiyorsunuz?" Atın üstündeki küçük kız, askerlerin yüzüne, “
vatan sevgisini ve şehadeti” tokat gibi indirince beyninden vurulmuşa dönen Mehmetçiğin hepsi geri dönmüş ve çoğu o muharebede şehit düşmüştür. Ama küçük
Nezahat, bu büyük imtihanı kazanmıştır. O artık elinde oyuncakla askerlerin arasında gezinen bir kız çocuğu değil, 70. alayın “
Nezahat Onbaşı”sıdır.
Küçük Nezahet`in birbirinden ilginç anıları da var tabii ki. Padişah yanlısı Kuvvay-ı İnzibatiye askerleri Albay Hafız Halit`in sorumlu olduğu alayın Anadolu`daki Milli Mücadele Orduları`na katılmasını (1919) istemez. İşte küçük Nezahet o çatışmalarda bir askerin yanı başında şehit oluşuna şahit olur. Yüreğini sarsan bu anıyı çocuklarına sık sık anlatır.
İlk asker elbisesini 1920`de giyer. Erlerin kullanılmayan kıyafetlerinden minik kıza bir haki elbise dikilir.
Nezahet Hanım Milli Mücadele`ye katılışının ilk safhalarına ait anılarını Tarih ve Coğrafya Dünyası Mecmuası`na şöyle anlatmış:
`Gelinkondu Köyü`nde kurduğumuz karargah benim için yeni bir hayata başlangıç teşkil etti. Artık talim devresini bitirmiş, acemilikten kurtulmuş, muallem bir asker olmuştum. Cephelerde sükunet olduğu için çadırda babamın hizmetine bakıyordum. Babamın elbiselerini temizliyor, söküklerini dikiyordum.
Bir akşam üstüydü. Çadırın önünde oturmuş, babamın ceketindeki sökükleri dikiyordum. Birden silah çatırdıları duyuldu. Bütün bölükler silah başı yaptılar, ileriye keşif kuvvetleri gönderildi. Babam da hazırlıklarını bitirerek yanıma geldi:
- Haydi, dedi; benimle gel.
-Nereye gidiyoruz?
-Askerlikte sual sorulmaz. Verilen emirler yapılır.
-İyi ama ben asker miyim?
-Şu dakikadan itibaren askersin.
Hiçbir cevap hayatımda bu derece beni sevindirmemişti. Demek ki babam beni artık asker olarak kabul ediyordu. İçimde sevinç bulutları dalgalana dalgalana hazırlıklarımı bitirdim, bölüklerin toplandıkları yere doğru koştum. Silah sesleri hala duyuluyordu.
Bölükler emir aldıktan sonra yürüyüş koluna geçtik. Birkaç saat sonra, keşif bölüğü döndü. Yanlarında çopurlu poturlu ve silahlı bir sürü insan vardı. Bunlar çetelermiş. Reisleri de
Gavur Ali diye anılan biri. Biraz evvel silah atanların bunlar olduğu anlaşılmıştı. Meğer bu adamlar bir köy civarından geçerlerken hep böyle yaparlarmış. Gavur Ali`yi babamın yanına getirdiler. Babam sordu:
-Kimsiniz siz? Bu silah sesleri nedir?
-Ben Gavur Ali; biz de sizdeniz. Baskın yapmak için cephanemiz kalmadı. Bize cephane verin.
-Ya duyduğumuz silah sesleri neydi?
-Köy kenarından geçiyordum, bizimkiler aşka geldi.
-Ben, keyif için mermi yakanlara cephane vermem. Bir tek kurşunun bile bugün için kıymeti vardır.
Çeteciler babamın bu sözlerinden memnun olmadılar, homurdana homurdana uzaklaştılar. Sonradan öğrendiğime göre bu çetelerin çoğu
Milli Mücadelemize hizmet etmişler. Fakat bir kısmı da köyleri basıp talan etmişler.
ÇERKES ETHEM SİLAH HEDİYE ETTİ
Gelinkondu Köyü`nden şafakla beraber ayrıldık.
Geyve istikametine doğru ilerliyorduk. Ben, atımla babamın yanında gidiyordum. İkinci karargahımızı Geyve Akhisarı`nda kurduk. Burada benim için çok mühim yeni bir hadise oldu; bölüklerimizden biri, zararlı faaliyette bulunan çetecilere karşı gönderilmişti. Bir haylilerlemiş olan bu bölüğe bir emir götürülmesi gerekiyordu. Bu iş için iki atlı hazırlandı. Babama beni de bu atlılarla göndermesi için yalvardım, razı oldu.
İki atlı ile birlikte karargahtan yel gibi uzaklaştık. Tarlalardan geçerken başka bir atlı grubun bize doğru geldiğini gördük. Askerlerden biri bu grubu tanıyormuş.
-Bursa grubu, diye bağırdı. Ben:
-Ne yapacağız şimdi? Diye sordum.
-Hiç, dediler; Kuvayı Milliyecidir. Bizimle birliktir. Bir şey yapmazlar.
Atlı grup bize yaklaşınca önlerindeki adam attan indi. Doğru bana yürüdü ve atımın yularını tutarak sordu:
-Sen kimsin küçük?
-Nezahet.
-Baban kim senin?
Yanımdaki asker cevap verdi:
-Bizim kumandanımız Halit Beyin kızıdır bu.
Çete Reisi beni okşadı:
-Sen, dedi; iyi bir asker olacaksın ama birşeyin noksan.
Üstüme başıma göz gezdirdim; herşeyim tamamdı.
-Benim hiçbir şeyim eksik değil.
-İyi düşün bakalım küçük.
-Herşeyim tamam benim.
-O halde nasıl harp edeceksin?
Silahsız olduğumu ima etmek istediğini anladım.
-Bana göre silah yok ki...
Güldü:
-Ben sana silah bulurum.
Sonra adamlarından birini çağırdı. Ver şu silahını, dedi. Adam omuzundan çıkardığı silahı reise verdi. O da bu silahı bana uzatarak:
-Al bakalım küçük, dedi; işte şimdi tam asker oldun.
Görüştüğüm ve bana silah hediye eden bu çete reisinin Çerkes Ethem olduğunu sonradan öğrendim. O zamana kadar hiç böyle küçük silah görmemiştim. Meğer bu
Yunanlılardan alınmış bir filinta imiş. Çok sevinmiştim; aylarca hasretini çektiği oyuncağa kavuşan çocuk gibiydim....
(Nezahet Onbaşı`nın bu silahını daha sonra babası Hafız Halit alır. Kendini yaralayabileceği düşüncesiyle mermilerini boşaltır. Nezahet onbaşı aylarca sırtında bu filintayla cephelerde gezer.
Nezahat Onbaşı’nın kahramanlık hikâyesi, Cumhuriyet'in ilânından hemen sonra 30 Ocak 1921'de, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin en hararetli tartışmalarından birine konu olacaktır.
Bir milletvekili Meclis Başkanlığı’na
Nezahat Onbaşı'ya istiklal madalyası verilmesini teklif etmiştir.
Küçük Nezahat, Fransız İhtilali'nin simge ismi 16 yaşındaki Jan Dark (Jeanna D'Arc) ile özdeşleştirilmiştir. Bolu mebusu Tunalı Hilmi Bey, istiklal madalyasının da ötesinde
Nezahat Onbaşı'nın asker yapılmasını, tuğgeneral rütbesiyle ödüllendirilip, “
Paşa Hanım” olmasını önermiştir.Sonunda, Emin Bey’in teklifi gereği minik kızın istiklal madalyası ile onurlandırılmasına karar verilmiştir. Böylece
Nezahat Onbaşı, TBMM’nin istiklal madalyası ile ödüllendirdiği “ilk çocuk” olma unvanını elde etmiştir. Ne var ki babası Albay Hafız Halit (Uzel) Bey ve kendisi defalarca başvurmalarına rağmen maalesef istiklal madalyasını Meclis’ten almayı bir türlü başaramamışlardır. Bunun yerine
Nezahat Onbaşı bir çeyizlik hediye ile taltif olunmuş, fakat o da tıpkı istiklal madalyası kararı gibi gerçeğe dönüşmemiştir. Yaşının küçük olması sebebiyle Cumhuriyet’in kadın kahramanları listesine bile çok sonraları girecektir.
Bundan 65 yıl sonra bir gazetecinin konuyu gündeme getirmesiyle dönemin TBMM Başkanı Necmettin Karaduman tarafından kendisine takdir beratı verilmiştir.
Nezahat Onbaşı, 6 Temmuz 1986'da Dolmabahçe Sarayı'nda sessiz sedasız bir törenle şükran plaketini aldığında tam 78 yaşında idi. 6 yıl sonra da madalyasını göremeden hayata gözlerini kapayacaktı.
SON İSTEĞİ TÜRK BAYRAĞINA SARILMAKTI
İstanbul Özel Saint-Joseph Fransız Lisesi Felsefe öğretmeni küçük kızı Oya Baysel ise tek bir isteğini yerine getiremediklerini dile getiriyor: "
Onun son dakikasına kadar hep yanında olduk. Tek isteği var yapamadığımız. Öldüğümde Türk bayrağına sarın demişti. Bir takım asker geldi, cenaze törenine. Ama tabutuna al bayrağı koyamadık. O günün telaşıyla birileri Bayrak Kanunu var deyip engellemişti. Biz de unuttuk."
24 Eylül 1993'te GATA'da vefat eder. Ve eşinin yanına Karacaahmet Mezarlığı'na defnedili