27 Ekim 2011 Perşembe

KİŞİSEL GELİŞME, TOPLUMSAL GELİŞ !!!

KİŞİSEL GELİŞME, TOPLUMSAL GELİŞ !!!        
  7.  BÖLÜM


Birkaç gün  önce Van’ da deprem oldu. Şu an bir seferberlik felaketi yaşanıyor. Her ne kadar halk seferber olmuş görünse de seferberliğin ne demek olduğundan bihaber olduğumuz için yaşanan tam bir rezalet. Toplanan yardım yerine ulaşamıyor. Henüz kar mar da olmamasına rağmen ve üzerinden neredeyse 72 saat geçmiş olmasına rağmen köylerin çoğunun kapısı bile çalınmadı. Halk panik ve çaresizlik içinde, ne yapacağını bilmiyor. Bir de 5-6 ay önce Japonların olaya nasıl yaklaştığını hatırlayın...
Halbuki ne güzel olurdu değil mi
  “Depremden sağ kurtulan ve sivil savunma konusunda eğitimli, bilgili yöre halkı; enkaz altında kalanları gereği gibi kurtarmaya ve gelen yardımı düzgün şekilde en ücra köşeye kadar dağıtabilmek için daha önce defalarca tatbik ettikleri gibi şehirdeki, kasabadaki, köylerdeki sivil savunma merkezlerinde toplanıp, resmi birimlerle el ele koordine oldu”
 diye bir haber okusak. Çok mu komik oldu? Çok mu güldün şu anda bana. Ama bu sefer haklısın. Olmaz. Hatta olamaz herhalde bizim ülkemizde… Neden mi? Yine ancak ve sadece müsibet başımıza gelince aklımızı başımıza almak yüzünden. Afet yokken afete tedbir olarak koyulan konteynerleri talan edip, hatta olduğu gibi alıp götürdüğümüz için olmaz.
Daha İyi Bir Kariyer Kursu” açılsa, “Daha İyi Bir İş İçin Daha Çok Lisan” dersleri verilse, “Müşteriyi İkna Etme” seansları düzenlense parasına bakmadan verir, koşa koşa gidersin değil mi? Hatta bugüne kadar böyle bir kurs, eğitim aramamış olan yoktur herhalde. Peki şimdiye kadar hayatında hiç “Bir Hayat Kurtarmak İçin İlk Yardım Kursu” aradın mı? Böyle bir sertifikan var mı? Evet belkide hatta inşallah hayatında hiç kullanmayacağın bir olay olan bir başkasının hayatını kurtarmak için. Yörendeki Sivil Savunma merkezinin yerini, MAG' ın ne demek olduğunu biliyor musun? Depremde, yangında, afette; zede bile olsan yapman gereken şeyler ve bunların ne olduğundan haberin var mı? İstanbul Sivil Savunma Arama ve Kurtarma Birlik Müdürlüğü tarafından 1997-2010 yılları arasında eğitim verilen kişi sayısı kaç biliyor musun? 16485. Yok 3 sıfır atmadım. Sadece o kadar. Bunun içindeki gönüllü sayısı 3000. ALLAH beni de kahretsin ki ben de bir hiçim bu konuda... Ondan sonra haberlerde seyrederiz bırakın deprem sel gibi büyük felaketleri, trafik kazası yapan insanların kurtarılmak istenirken nasıl parçalanırcasına dışarı çıkarıldığını. Fena mı olur, orada bulunan her beş kişiden birinin ambulans gelene kadar ilk müdaheleyi yapacak kadar ilkyardım ve koordinasyon bilgisi olsa. Fena mı olur her sene 3-5 günümüzü ayırıp verilen eğitimlerle bu bilgilerimizi tazelesek... Ama yapmayız. Çünkü kısa vadede ve direk bir şahsi menfaatimiz yok.
KENDİMİZİ GELİŞTİRMİYORUZ Kİ, TOPLUMUMUZ DA GELİŞSİN!!!
 

UNUTMA, Bir problem er ya da geç, AZ VEYA ÇOK, şu veya bu şekilde seni de etkilEMİŞSE, oluşmasında veya bÖYLE sonuçlanmasında senin de suçun var demektir.

Büyük ihtimalle bildiğin başka bir hikaye:

Evvel zamanda şırıl şırıl akan bir derenin bir kıyısında öküzler, öteki kıyısında arslanlar yaşarmış. Karşıda semirmiş öküzleri gören arslanların açlığı bir kat daha azar, ağızları sulanır ve öküzlere saldırırmış. Lakin öküzler de boş değil, sırt sırta verip boynuz ve tekme darbeleri ile defedermiş her seferinde arslanları. Öküzlerin birlikte ve dayanışma içinde yaptıkları savunma karşısında biçare kalan arslanlar kendi aralarında toplanıp binbir plan yapmışlar. Bir yığın tartışma sonrasında içlerinde en tecrübelisi olan tüyleri dökülmüş yaşlı arslanı görevlendirmişler. Ne yaparsa yapıp, öküzleri yenecek! Bir sırığın ucuna beyaz bir bayrak asan yaşlı arslan elinde bayrakla yönelmiş öküzlerden tarafa. Beyaz bayrağı gören öküzler merakla beklemiş yaşlı arslanı. Öküzlere iyice yaklaşan yaşlı arslan

-          Hey öküz kardeşler... Bundan böyle sizinle barış içinde yaşamak istiyoruz! Sizinle sulh olup, kardeş kardeş yaşayıp gideceğiz. Bir daha sizlere saldırmayacağız..

diye seslenmiş ve eklemiş.

-          Yalnız sizden bir istirhamımız var!

Öküzlerin en iri boynuzlusu olan kara öküz çıkmış öne:

-          Nedir istirhamınız yaşlı arslan?

diye sormuş. Yaşlı arslan sureti haktan görünüp

-          Sizden çok özür dileriz. Şu sizin sarı öküz var ya. O bizim çok dikkatimizi çekiyor! Ne zaman o'nu görsek çileden çıkıyoruz. Sapsarı tüyleriyle bizi çok kızdırıyor! Sarı öküzü bize verin, biz de size bir daha saldırmayalım !

diye iletmiş istirhamını... Öküzler kendi aralarında tartışmışlar. Olurdu olmazdı derken boyunu nasır tutmuş ve tüyleri dökülmüş boz öküz dışındakiler sarı öküzü verme konusunda hemfikir olmuşlar. Öyle ya; sarı öküzü verecekler ve rahat rahat otlayıp semirecekler... Elbirliği ile vermişler arslanlara sarı öküzü. Haykırışlarına, yalvarmalarına hiç aldırmadan vermişler arslanlara.. Sarı öküz arslanların keskin pençelerinde inleye inleye can vermiş... Bir kaç gün rahat etmiş öküzler. Lakin o da ne? Yaşlı arslan yine elinde bir bayrak, dereyi geçip öküzlere doğru geliyor.. Uzun boynuzlu kara öküz yine çıkmış öne:

-          Bu kez sorun nedir arslan kardeş? Sarı öküzü verdik ne istiyorsun?

diye sormuş. Yaşlı arslan:

-          Sizi çok seviyoruz öküz kardeşlerim. Lakin şu uzun kuyruklu öküz varya. O'nun uzun kuyruğu bizim arslanların gözüne batıyor. O'nu görünce çileden çıkıyor, azap çekiyor bizimkiler. O'nu vermezseniz anlaşmaya sadık kalmamız çok zor. Değilse size saldırıya geçecekler !

diyerek yarı tehdit yarı rica mırıldanmış. Bu tehditkar ricadan tedirginlik duyan öküzler yine toplanıp, tartışmaya başlamışlar. Boz öküz yine karşı çıkmış uzun kuyruklunun verilmesine. Lakin ötekiler aldırmamışlar buna. Arslanların saldırısını göze alamamışlar ve vermişler uzun kuyruğu. Uzun kuyruk da can vermiş inleye inleye arslanların pençesinde... Günler haftaları, haftalar ayları kovalamış.ç Hemen her seferinde yaşlı arslan elinde beyaz bayrak görünmüş derenin öteki kıyısında..

-          Bizi şu öküz rahatsız etti verin. Öteki rahatsız etti verin..

taleplerin ardı arkası kesilmemiş. Öküz sürüsü yavaş yavaş seyrelmiş. Seyreldikçe de zayıf düşmüşler. Zayıfladıkça da savunmaları zaafa uğramış... Bu kez arslanlar neden bile göstermeksizin

-          Şunu verin, bunu verin..

diyerek iyice azıtmışlar...

Arslanların dur durak bilmez saldırıları karşısında biçare kalan öküzler toplanmışlar. En genç olan deli dana sormuş topluluğa

-          Biz nerede hata yaptık? Biz ne zaman kaybettik ?

diye.. Uzun boynuzlu kara öküz ağlayarak boz öküze bakmış ve

-          Biz sarı öküzü verdiğimizde kaybettik bu kavgayı...

diye inlemiş..

Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden:

-          Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.

Einstein’ dan müthiş bir söz:

-          Dünya kötülük yapanlar yüzünden değil, hiçbir şey yapmadan durup kötüleri izleyenler yüzünden tehlikeli bir yerdir

Tolstoy’ dan başka bir müthiş söz:

-          Kötüler kendilerine tahammül edildiği sürece daha çok azarlar.

Ve ulu önder ATATÜRK’ ün o müthiş ötesi sözü:

-          Her millet icraatına tahammül ettiği hükümetin sorumluluğuna ortaktır.

Evet toplum gelişimi için uğraşmanın başka bir zor tarafıdır bu bireysel ama toplu mücadele. Yani maalesef burada yazanları sadece birey olarak sen yaparsan kısa vadede bir b… olmaz. Ama gene de vazgeçme. Unutma. Bizim gibi düşünen ama bununla beraber bizim kafa yapımızdaki insanların en büyük düşünce yanlışı olan

-          Ben yapacam da ne olacak ?

yanlışına kapılma. Sayımız hakikaten çok fazla. Yan yana olmasak da aynı savaşı verirsek kazanacağız. Ayrıca Nasreddin Hoca’ nın ya tutarsa hikayesini de unutma. Sen üstüne düşen görevi yap. Nasıl ki DAHA ÇOK PARA KAZANMAK İÇİN HER TÜRLÜ RİSKE GİRİYORSUN, bu tip topluma faydalı hareketlerde de çocuğunun veya çocuğun olmasa bile toplumun, insanlığın geleceği için riske gir. Unutma ki bunlar için gireceğin riskin sonuçları kısa vadede hiçbir zaman alacağın ticari risklerin sonucu kadar kötü olmayacak. Uzun vade de mi ? Uzun vadede bu risklerin getireceği kötü bir şey yok. Bak gene kendini düşünmeye başladın. Yanlış yapıyorsun.

Dinsizin hakkından imansız gelir doğru ama birbirine bağlı kırk imanlıya karşı bir dinsiz bir b…  yiyemez unutma.

Mesela ters yönden gelen yavşak, seninle beraber arkandaki herkesin arabadan inip kendisini pataklama ihtimalini düşünürse, hiçbir zaman ters yöne girmez.

Yolda önüne gelen yaprağı koparan dallamayı ele alalım (gene). Bu adam ilkinde senin (şansın varsa etraftaki başka bir savaşçının desteği de gelir) saldırı(sı)na uğradı. İkincisinde başka savaşçı(lar)ın saldırısına uğrarsa, aynı şeyi üçüncü kere yapmaktan çekinir. Bu çekinmenin sebebi

            - Ulan yanlış mı yapıyoruz acaba da her seferinde birileri çemkiriyor ?

düşüncesi olmasa bile, bizim gibi delilerle muhatap olmamak, yani kendi bakış açısı ile bizim gibi itler ile dalaşmamak için yapmaz. E bu bile bir şeydir değil mi ? Zira yukarıda da bahsettiğim gibi ileride bu düşünce altında kendisi boğulup gider. Ama ilk düşünceyi kafasında bir kere çaktırabilirsek; var ya...

            Yine şahane bir alıntı...

            40 kişilik bir ticaret kervanı yolda 3 kişilik bir eşkıya grubu tarafından soyulmuş. Köye geri dönen tacirlere köyün yaşlı bilgesi sormuş:

            -Ne oldu size böyle?

Soyulduklarını hatta 3 kişi tarafından soyulduklarını ayrıntılarıyla anlatmış kervandakilerden birisi.... Bunun üzerine öfkelenen yaşlı adam,

            - 40 kişilik bir kervanı 3 kişilik bir eşkıya grubu nasıl etkisiz hale getirir?

deyince kervandakilerden bir diğeri konuyu şöyle özetlemiş

            -Onlar 3 kişi beraber idi. Biz ise 40 kişi ayrı...

            Birbirinden habersiz birçok kişinin ayni mücadeleyi verdiği bu olaya ben bireysel  ama toplu savaş diyorum. Ve düşündüğüm zaman aslında etrafımızdaki birçok şeyin bu şekilde bir arada durduğunu fark ettim. Eğitimini aldığım mühendislik (maalesef olamadım çünkü kolay değil ve bakmayın öyleyim diyenlerin arasında çok az mühendis vardır) üzerinden konuşayım.  Etraftaki her şey diferansiyellerin entegrasyonu değil midir? Moleküller ve elementler atomların, bileşikler elementlerin, maddeler de bileşiklerin birleşimi değil mi? Evreni ister küçülerek istersen de büyüyerek incele vardığın yer gene atom altı parçacıklar değil mi?
            Bazen ulan ne çok para harcamışım dersin, kendinize inanamazsın ve nereye ne kadar harcadığını hatırlamaya çalışıp yazarsın. Kesin sen de yapmışındır. Ve karşına çıkan sonuç şudur. Hatırladığın büyük harcamalar toplam meblağın ancak yarısı eder. Gerisi hatırlamayacağınız kadar ufak ve önemsiz harcamalar topluluğudur.
                        - Damlaya damlaya göl olur

sözü boşuna söylenmemiş unutma.
           
Ve tarih gösteriyor ki, aslına bakarsan bu işi tek başına başaranlar da var. Kim mi ? Mustafa Kemal ATATÜRK. Her şeyini toplumun gelişimine, ilerlemesine adamış bir toplum savaşçısı. Aç O’ nun hayatını bir oku. O’ nun ve arkadaşlarının bizim gibi edepsizler bugün oralarımız buralarımıza denk vaziyette ve utanmadan onları eleştirmemiz için Kurtuluş Savaşı’ nda çektikleri sıkıntıları adam gibi, hakkını vererek bir oku da ondan sonra karar ver bazı şeylere. Neyse konuya dönelim.

            Toplumu bozmaya uğraşanlarla nasıl mücadele edileceği ile ilgili şu an okumakta olduğum kitapta Konfüçyus’ tan güzel bir satır var
           
-          Kötülüğe iyilikle değil, adaletle cevap verilmelidir.

Yine hayvanattan bir örnek. Afrika ve Güney Amerika’ da yaşayan göçebe savaşçı karıncalar. Bir tanesinin hiçbir gücü yoktur. Alt tarafı elini ısırır. Patlatırsın kafasına geberir. Ama harekete geçmiş sürüsünün önünde duracak yaratık bilinmiyor.

Şu an ülkede 1 milyon kişi kullandığı 100 Wattlık ampulu muadili olan 20 Wattlık enerji tasarruflu ampul ile değiştirse al sana ŞU AN 80 MEGAWATT tasarruf ! Sen sahış olarak üç kuruş fazla vereceksin belki ama toplu davranışta ülken kazanacak.

Bu davranışları sergilerken belki birilerine örnek olursun. Mesela 2007 - 2009 senesi arası meydana gelen hafif çaplı kuraklık döneminde evde su biriktirirdim. Yumurta haşladık, suyu bir bidona. Salatalık yıkadık, hooop bidona. Demlenen çay arttı, hooop bidona. Haftada en az yaklaşık 20 litre su birikiyordu. Aşağı inip yol kenarındaki ağaçları suladım. Bana faydası oldu mu ? Vicdan rahatlığı haricinde hayır. Ama kızıma da öğrettim. Aslında sırf kuraklık zamanı değil, her zaman yapılması gerekli değil mi ? Ve eğer bana salak salak bakmanın haricinde ne ve niye yaptığımı soran beş kişiden (ki soran oldu) bir tanesine örnek olduysam, al sana toplumsal gelişim çabası.

Peki şunu sorayım. Bu işi yani su biriktirmek işini yapmak ne kadar zamanını alır biliyor musun ? 20 litrelik bir bidonu doldurup aşağı ağaçları sulamak için gereken toplam süre on beş dakika bile değil. Ha zaten şu da var. Aşağılara inmenize gerek yok. Bizim ev güneş almadığı için çiçeğimiz yok ama senin evde illa ki bir iki saksı da çiçek vardır. İşte bu çiçekleri bu suyla sula !

DEVAMI:  31 Ekim  2011 de

26 Ekim 2011 Çarşamba

FELAKET

D İ L E Ğ İ M

Burhan Bursalıoğlu

7.2 ŞİDDETİNDEKİ VAN  DEPREMİNDE, HAYATINI KAYBEDEN  VATANDAŞLARIMIZA, VE ÖĞRETMENLERİMİZE TANRIDAN RAHMET DİLERKEN,  1957 VE 1967  ADAPAZARI DEPREMLERİNİN  KORKUÇLUĞUNU  BİZZAT YAŞAMIŞ  BİR KİŞİ OLARAK, TÜM ULUSUMUZA BAŞ SAĞLIĞI VE SABIR DİLİYORUM.

TANRIDAN, BU GÜZEL YURDUMUZUN, YANGIN , SEL VE DEPREM GİBİ AFETLERE , HER YAŞTAKİ  İNSANIMIZIN MADDİ VE MANEVİ, ÖLÜM VE SAKATLIK GİBİ ZARARA UĞRAMAMASINI GÖNÜLDEN DİLİYORUM.


                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                             

24 Ekim 2011 Pazartesi

KİŞİSEL GELİŞME YE DEVAM

KİŞİSEL GELİŞME, TOPLUMSAL GELİŞ !!!       

Not: 6. bölüm adıyla yayınlanan kısım aslında 5. bölümdü. Özür dileriz. 

                                                                                        6. BÖLÜM

KENDİN İÇİN İSTEMEDİĞİNİ BAŞKASI İÇİNDE İSTEMEYECEKSİN !
           
            Toplumsal gelişimin en önemli ve aslında hem yukarıda hem de aşağıda yazılanları da boşa çıkaran, yani aslında hepsini içeren kabiliyettir bu. Sana yapılan ve senin yaptığın olaylar temelde aynı olmayabilir ve bu nedenle büyük ihtimalle sen de mukayese yapmak yoluna gitmek istemeyebilirsin. Ama her zaman olduğu gibi münferit olayları değil olayların altında gizli olan fik(irle)ri düşüneceksin. Aynen bir önceki paragrafta yazdığım gibi. Ve aslında hepsinin altından ortak tek bir fikir çıkar.

Kendin için istemediğini sadece başka bir kişi değil başka HİÇ BİR ŞEY için istemeyeceksin.

Kimsenin hakkını yemeyeceksin. Aynı zamanda da yedirtmeyeceksin. Çünkü seninkinin yenmesine tahammülün yok. Bu nedenle başkasının hakkını da yeme ve hatta yedirtme hakkın yok. Yukarılarda da bahsettiğim gibi birçok insan sadece hakkı yendiği zaman ayaklanır. Patron arkadaşına hak ettiği zammı vermedi diye normalde kimse bir şey yapmaz. Ama sen bu olayın ana fikrinin hak yenmesi olduğu sonucunu çıkarabilecek toplum bilincine sahipsen, bu olaya da itiraz edersin. Bugün o haksızlığa itiraz etmezsen, yarın bir başkasının hakkının yenmesinin önü açılacak ve belki bu başkası bu sefer sen olacaksın. İşte bu nedenle toplumsal gelişimin sağlanabilmesi için toplumun her ferdinin toplum içinden herhangi bir bireyin hakkı yendiğinde kendi hakkı yenmişçesine o hakkı savunacak kadar kendini topluma adamış olması mutlaka gereklidir.

Bir zamanlar yayınlanmış olan Alacakaranlık Kuşağı (Twilight Zone) isimli bir dizi vardı. Onun beni çok etkileyen bir bölümünü yerine cuk oturacağı için anlatmak istiyorum:

Adamın birinin bir sabah kapısı çalar. Adam kapıyı açar. Kapısının önünde üzerinde bir düğme olan bir kutu, yanında da bir zarf vardır. Adam zarfı alır açar. İçinde bir not vardır:

            “Günaydın,
            Bu zarfın yanında bulduğunuz kutunun üzerindeki düğmenin ucuna bir insan bağlı. Bu düğmeye bastığınız anda o insan ölecek. Ama siz de 1.000.000 (bir milyon) dolar kazanacaksınız. Bu kararı vermek ve kutuyu kapınızın önüne bırakmak üzere 24 saatiniz var.”
            Adamın çok borcu vardır. Düğmeye basarsa tüm bu dertlerinden kurtulacaktır. Ama diğer tarafta da bir insan ölecektir. Adam çok zor ve uykusuz bir gece geçirir. 24 saatin dolmasına beş dakika kala adam kararını verir ve düğmeye basar. Ve sonra kutuyu kapının önüne koyar. Kısa bir süre sonra adamın kapısı çalar. Adam kapıyı açar ve kapının önüne koyulmuş olan zarfı açar. Zarfın içinden bir milyon dolarlık bir çek ve çekin arkasına tutturulmuş ve üzerinde şu yazan bir not çıkar:
            “Tebrikler,
            Kararınızı verdiniz, düğmeye bastınız ve karşılığında bir milyon dolar kazandınız ama dünya üzerinde biri de öldü. VE unutmayın, bu kutu yarın başka bir insanın kapısının önüne koyulacak ve bu sefer düğmenin ucuna bağlı insan siz olabilirsiniz…”

            Yukarıdaki satırları okurken sık sık ama böyle yaparsam şöyle derler, böyle düşünürler dediğin oldu değil mi ? Tekrar hatırlatayım. Zaten bunları yaptığın için kısa vadede sen kötü, yanlış düşünen, başkaları olayları ve kişileri tartıştığı için onların gözünde kimi zaman duygusal, kimi zaman aşırı materyalist, çoğu zaman deli olacaksın. Kesinlikle anlamayacaklar. Kendileri öyle olduğu için seni her olayda farklı düşünüyor zannedecekler. Ama seninle beraber bir çok insan bu doğruları uygularsa, ileride herkes doğruyu yapmak zorunda kalacak.

            Diğer insanları yaptığı gibi bazı tanımları da birbirine karıştırma:

Hırs - Azim
Baskı - Disiplin
Korku - Saygı
Yalakalık - İltifat
Yüzsüzlük - Samimiyet

            Çoğu zaman bir çok insan bunları birbirine karıştırır. Ve çoğu zaman da toplumsal gelişmenin gereği olan ikinci olguların adı altında kişisel gelişmenin tavsiyeleri olan ilk olgularını yerine getirilir. Bu olgulardan daha çok var. Şu an aklıma gelenleri yazdım.

            Bir çok insan problem çözmeye bayılır. Ama problemleri çözer ve çözdükten sonra kıçının üstüne oturur. Ben ise problemleri çözmekle beraber hatta çözmekten ziyade problemlerin kaynağını kurutma taraftarıyımdır. Problem zamanla elbet bir şekilde hallolur. Ama problemin kaynağını bulup yok etmezsen, hayatın benzer problemleri çözmekle geçer. Bu olay ve kişileri değil, fikirleri tartışmakla neredeyse aynı şeydir aslında. Az önce bununla ilgili çok güzel bir söz okudum.

-          Nereye düştüğüne değil, ayağının nerede kaydığına bak !

Her türlü zorluğu göze alıp  deliklere! mantar tıkamak varken, hayatın boyunca olmadık yer ve zamanda bu deliklerden ! çıkan çirkefi  temizlemek düşüncesi bana her zaman ters gelmiştir. Hatta özelikle iş hayatındaki birçok insanın bakış açısına göre asla affedilemeyecek kötü bir huyum vardır. Bir delik ! gördüğüm zaman tıka(t)mak için elimden geleni yaparım, diğerlerini de bu şeyin delik ! olduğu, ileride pislik oluşturacağı konusunda uyarırım. Genelde de dinlemezler. pislik deliği tıkamak gibi boktan bir işle uğraşmaktansa, kişisel gelişim metotları ile beni ikna etmeye uğraşırlar. Ama beklenen olup da bana

-          Aman cıvık oldu; bezi tez getir

dediklerin de ise, pisliği  temizlemekle uğraşmadığım için kötü olurum. Niye karışayım ki ? Efendim ? Ne dedin ? Bu toplumsal gelişime uygun değil mi ? Yok ya ? Neden ? Temizlik işine bulaşırsam ne oluyor biliyor musun ? Deliği tıkamaya yanaşmayan insanların temizlik işi sırasında da başka bir acil işi çıkar genelde. Veya temizlik konusunda en çok senin fikrin beğenilir ve fikri en güzel sen uygulayabileceğin için de temizlik sana kalır. Her nedense???… Uyarırken panik yapma bir şey olursa hallederiz diyen herkes olan olunca yok oluverir… Üstelik genelde deliği tıkamak bir birim zorlukta ise, pislikleri  temizlemek de EN AZ bu birim zorluktadır. En az bu birimdedir çünkü o deliğin ! her eseri, bir öncekinden daha müstesna bir şekilde tezahür eder ve olanlardan haberi olmayan delik ! de   kusmaya devam eder ! Bu yazdıklarım toplumsal gelişmeye değil, kişisel çıkarları geliştirmeye daha uygun gibi görünebilir.

Ama unutma ! İlk etapta zor gibi görünen problem kaynaklarını yok etmek, toplum açısından, her seferinde bu kaynaktan çıkan problemlerin çözülmesinden daha faydalıdır, verimlidir ve daha az masraflıdır. Sivrisinekle mücadelenin çözümü bakkaldan tablet alınması değil, bataklığın kurutulmasıdır.

Şirketteki arkadaşlardan biri

-          Bir sorun karşısında alternatifin yoksa veya o alternatifi hayata geçirme şansın yoksa o zaman sorundan şikayet etmeyeceksin !

derdi. Benzer şekilde patronun da kendisinden şikayet edenlerle ilgili

-          Kendin şirket kurup, onu istediğin gibi yönetmediğin sürece şikayet etme hakkın yok

derdi. E güzel. O zaman bu dünyada kimsenin ülkesinin ekonomik durumundan şikayet etme hakkı yok. Hiç ama hiç kimsenin tuttuğu takımın folluk kalecisini eleştirme hakkı da yok ! Bunları kendilerine söylediğim zaman ne mi oldu ? Tabii ki e onlar başka şeyler oldu. Yukarıda bahsettiğim fikirleri tartışmak bu işte. Konu patronu olduğun şirketse çalışanların şikayet etme hakkı yok. Ama konu senin patronu olduğun şirket değil, sadece vatandaşı olduğun ülke, taraftarı olduğun takımsa işte o zaman küfür serbest. Bunun adına şerefsizlik derler.
Evrime inanmazdim...
Heleki herşeyin rastlantı sonucu oluştuğuna kesinlikle inanmazdım...
Bu sabah kendisini
 “Hanımefendi 20 m ileride çöp varken o poşeti niye yere atıyorsunuz ?”
 Uyarıma
 “Her yerde çöp var sabah sabah gözün beni mi gördü”
 Şeklinde cevap veren protein kalabalığına rastlayıncaya kadar...

            Bir sorunun bir daha ortaya çıkmasını engellemenin en güzel yolu, o sorunu ortaya çıkaranlar ve çıkmasına göz yumanlara çözdürmektir. Acayip faşizan olarak görülecek bir fikir. Sabahları yürüyüşe çıktığımda bizim blokların etrafının pislikten geçilmediği her defasında kafamda yer ediyor. Çare içinde şöyle bir uygulama düşünüyorum. Dediğim gibi  ileri derecede faşizan bir uygulama. Devlet (ordu, kaymakamlık, belediye) olarak belirsiz ve tercihan abuk subuk zamanlarda mahalle halkını mıntıka temizliğine kaldıracaksın. Gecenin üçünde beşinde. Döve döve. Böyle bir olayın size yapıldığını ve başka yerlerde başka insanlara yapıldığını da düşünün. Bir daha herhangi bir yerde, her hangi bir zamanda yere çöp atar mısın? Hayır mı ? Peki bilhassa senin mahallende yabancı bir dallamanın atmasına göz yumar mısın ? Hayır mı ? E o zaman dövülmeyi niye beklersin ?

Goethe’ nin

-          Herkes kendi kapısının önünü temizlese çöpçülere gerek kalmazdı

sözünü

-          Vay be ! Güzel söz, adam ne güzel söylemiş

nidaları ile karşılarsın da neden yapmazsın ? Neden yapman için illa zor kullanılması gerekir ? Veya sen kendiliğinden yapmadığın zaman yaptırım uygulanmasını faşistlik olarak algılarsın ?

Öğrendiklerini karşılık beklemeden öğreteceksin. İş sırlarını özellikle de bilim ve teknolojiyi. Sen bugün insanlardan saklarsan, başka birileri de yarın senin neslinden saklayacak.

Eski işlerimden birinde görev icabı dağın başında bir şantiyeye alamet-i farika bir manifold montajının başında idim. Ne zaman bir problem çıksa, hatta problemin çıkmasına bile gerek kalmadan formen eski ama çok değerli olduğu söylenen bir mühendisi yad ederdi.

-          P… Bey olsa bunu hemen hallederdi
-          P… Bey çok değerli bir mühendisti
-          P… Bey olsa idi bunu hemen hemen tasarlayıverirdi
-          P… Bey şöyle idi, P… Bey böyle idi

Bir gün yine, P… Bey böyle yere göğe koyulamıyorken artık dayanamayarak

-          Sizin bu P… Bey bir b…..a  yaramaz bir adammış. Bir daha O’ nun adını benim yanımda anmayın !!!

dedim.

-          Neden öyle diyorsun şef ! Ayıp oluyor

diye cevap verdi formen.

-          Konuşurum tabi lan. Bunca yıl hizmet etmiş bu şirkete ve ülkeye. Ama kendisi gittikten sonra şirkette bu işlerden anlayan bir tane adam yok hala. Demek ki şirkette tek olmak isteyen, illa aranan tek adam olmak istiyormuş ki arkasında iş bilen kimse bırakmamış. Yani uzun soluklu düşünürsen ne şirkete ne de ülkeye bir b…  faydası dokunmamış.

dedim. Buna cevap o an için gelmedi. Birkaç gün sonra formen düşünüp haklı olduğuma karar verdi.

Bunları yapacaksın ki mücadele edebilesin.

-          İtle dalaşmaktansa çalıyı dolaşmak evladır !

derler. İşte bu eski söze ben katılmıyorum. Bu tamamen kişisel gelişim tribi. Havlasın dursun sana ne, sen sinirini onunla mücadele için bozma ! Ama çalıyı dolaşmak evla görüldüğü sürece o it yarın bir eş olarak diğer iti bulur. E o ikisinden doğan da normal olarak it oğlu it olur. Yani bugün bir çalıyı tutan it, yarın aile olur koruyu, öbür gün sürü olur ormanı ele geçirir. Sende de ormanı dolaşacak cesaret ve / veya artık güç olmadığı için; ya ormanın kenarında geberir gidersin, ya da itin köpeğin maskarası olursun. Ama bunun tek nedeni  çalının içinden sana havladığı o ilk gün eline sopayı alıp o ite girişmeyişindir.

            Boşuna dememişler

-          Yılanın başını ufakken ezeceksin


devamı:  27 ekim. 2011  de



diye.

20 Ekim 2011 Perşembe

E D E B İ Y A T

KİŞİSEL GELİŞME, TOPLUMSAL GELİŞ !!!       
                                                                                                                                               6. Bölüm

ÇALIŞACAKSIN !

            Bu dünyada ne

-          Ölümlü dünya çalış çalış ben mi kurtaracam ulen memleketi

zihniyetin olsun, ne de çalışmak uğruna diğer her şeyden vazgeç.

            Geleceği düşünerek bugününü harcama. Eyvallah ! Hayatın güzellikleri için geçti Bor’ un pazarı sür eşeği Niğde’ ye diyeceğin günler gelmesin. Kabul. Ama harcarken de dengeli ol, israftan kaçın. İster sosyal ve toplumsal öğretilerde olduğu gibi

-          Ak akçe kara gün içindir

-          Sakla samanı gelir zamanı

-          Sen tedbirini al, takdir ALLAH’ tan gelsin

Sözleri uyarınca, istersen de kapitalist öğreti olarak

-          Varken biriktir ! Ki kriz anında kimse de yokken sen yaşamak için, gelecek için  harcayabilesin

felsefesi ile kazandığından tasarruf etmek üzere artırmasını da bil. Yani geçti Bor’ un pazarı sür eşeği Niğde’ ye sözünü sadece kazanmak için yaşamadığın geçmiş günler için değil, elde avuçta kalmadığı zaman söyleyebileceğini de unutma. Yarın ölecekmiş gibi yaşa. Ama yokluktan öldüğün zaman da

-          Ulan niye öldük ki deme.

Eskiler seni depreme karşı tedbir alman için uyarırken sen

-          Ben hayatımı yarın deprem olacak düşüncesi üzerine kuramam kardeşim !

diyorsan eğer; yarın deprem olup sahip olduğun her şey yıkılıp, elinde avucunda hiçbir şey kalmadığında

-          Nerde bu millet, nerde bu devlet ! Sokaklarda sefil olduk !

diye bağırırsan, bu yaptığına sadece şerefsizlik derler.

            Rudyard Kipling’ in dediği gibi
           
-          Yapmak için bütün hayatini verdiğin şeylerin bir an içinde yıkıldığını görür ve tekrar eğilir, yorgun vücudun ve yıpranmış aletlerinle onları yeniden yapabilirsen eğer


"ben hayatımı deprem olursa korkusuyla yaşayamam arkadaş" demeye hakkın olur.  Kipling de zaten

-          Bunu yapabiliyorsan adam olursun

demiş.

            Geleceğin için biriktirmek için de çalış. Ama aşırıya kaçmayacaksın. Yani
       
KANAATKAR OLACAKSIN !

            Konu mal, mülk, rızık ise, elindeki ile yetinmeyi bileceksin. Ama hak ettiğine inandığının da peşini bırakmayacaksın. Bunun da fazlasını istemek ise hırstır. İnsanı başkalarını ezmeye iter. Veya dalkavukluğa. Veya yalakalığa. Veya ayakçılığa.

Ama kanaatkar olmayacağın, çünkü azı olmayan, uğrunda hep sürekli çalışacağın tek bir şey var. Öğrenmek !

Kimseden yardım gelmeyecekmiş gibi yaşa. Ki ileride minnet etmek, karşılığını vermek zorunda bırakılmayasın.

-          Kasaba minnet edeceğime keser yerim

lafı boşuna söylenmemiştir. Kimseden yardım isteme diyen yok, yine mal mal laflar söyleme öyle içinden. Yardım istemek son çaren olsun, ilk ve tek değil.

Demek istediğim yardım isteyeceğim diye dilenme… Köpekleşme…
           
            İsteyeceğin yardım anlık ve fiziksel olaylar üzerine kurulu olsun. Maddi menfaat üzerine kurulu yardım talebinden uzak dur. Bu olsa bile sadece ve sadece kendinle ilgili olsun. Hele ki başka bir kimsenin şahsi ve maddi menfaati için diğer başka bir şahıstan yardım isteme. Bu aracılığa girer. Ve unutma.

Eğer kİ bir sistemin yÜrümesi için para veya birinin aracılığı (YANİ İLLA BİRİLERİNE YALAKALIK YAPMAK, ELİNİ AYAĞINI ÖPİİİM ABİM EDEBİYATI YAPMAK) ihtiyaç haline gelmiş veya gelmeye başlamış ise; o sistem çürümeye başlamış veya zaten çoktan çürümüş  demektir.
 
Çünkü aracılık, menfaat için yardım sonunda insanları tembelliğe götürür. Ve geleceğe yönelik en iyi ihtimalle insanı gebe bırakır. Daha kötüsü bir süre sonra kapı da kul köle muhabbeti başlar.
Bunun en güzel örneği tarih süresince tüm dinlerin içine düştüğü durumdur. İnsanlar tarafından öylesine çürütülmüşlerdir ki, geri zekalı biz insanlar bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu rehber kitapta defalarca belirtmiş olan ALLAH’ a ulaşmak için bile başkalarını kullanıyoruz.
            Aracı koymadan işlerin yürümüyor mu ? Sana ne dedik kardeşim. Unut seni. Sen yoksun. İlla öyle olacak bir işse, dedim ya zaten içinde bir çapanoğlu var demektir.
            Şu sözleri de unutma:
-          Elalemin şeyi ile gerdeğe girilmez.

-          El elin eşeğini ıslık çalarak arar.
En basit konuda bile olsa yardım alamayınca üsteleme. Ve de bozulma. En önemlisi de yalvarma…

Senin yardım alamamanı başkalarına yardım etmemek için bahane olarak kullanma.

Aynı şekilde yardım ederken de karşılık bekleme. Yaptığın iyiliği de göm bir kenara. Üçüncü şahıslara bahsetme. Yardım ettiğin insana ise hiç bahsetme. Hatta karşılığını vermeye kalkarsa da tersle. En güzeli iyilikten yaptığın insanın haberi bile olmasın.

            Şimdiye kadar okumadıysan Ömer Seyfettin’ in Diyet isimli hikayesini oku. Okuduysan bile yine oku.

En yakının bile olsa senden iki şey istememelerini açık açık söyle !

Birincisi senden borç istemesinler. Yarın öbür gün borcunu ödemezlerse, onlara karşı bakışın değişebilir. İstediğin kadar

-          Yok bozulmam, tavrım değişmez

diye zart zurt etme. İnsansın. Senin de canın var. Ve unutma ki insan en rahat en yakınına sitem eder, tavır koyar.

İkincisi ise yukarıda bahsettiğim üzere senden de aracılık yapmanı istemesinler. Özellikle üçüncü bir şahıs için kesinlikle aracılık yapma. Hele ki torpil için aracılığa sakın yanaşma. İnsanları kolay yoldan iş yapmaya alıştırırsın. Dilenciye para vermekten farkı yoktur. Üstelik uğrunda aracılık yaptığın insanın ileride bir boka yaramazsa kötü olanı tavsiye ettiğin, aracı olduğun için sen kötü olursun.

Şunu da söyle. Kimse sana hediye mediye almasın. Özellikle birinci derece yakınların haricinde kimseden doğum günün haricinde herhangi bir nedenle hediye kabul etme. Hatta doğum gününde bile hediye almasınlar. Çünkü insansın, alışırsın.

Ve aynı nedenle sen de hediye verme.

Alma ve verme, ki hediye almak toplumsal bir görev haline gelmesin. Unutma ki kimse altta kalmak istemez. Hediye vererek verdiğin insanı karşılık verme baskısı altına alma. Yine eskilerden bir söz: (eskilerden deyince aklıma geldi niye yenilerden kimse böyle sözler söylemez ki)

-          Bugün para (veya başka bir maddiyat) almaya alışan yarın buyruk almaya alışır


Ve bu hediye merakı önce ailene, daha sonra topluma yayılır ve arkasından yukarıda bahsettiğim hediye (para, rüşvet) almadan, araya aracı sokmadan iş yapmama yani sistemin çöküşü başlar.

Doğru, karşılık alma beklentisi ile değil içinden geldiği için yaptın ama gene de şu an karşındaki baskı altında. Hele senin doğum gününde şu veya bu nedenle sana hediye veremezse manevi olarak biter. En çok da en az beklenti içinde olduğun en yakının hisseder bu baskıyı unutma.

Çocuğun başta olmak üzere; kimseye yapmakla yükümlü oldukları şeyleri yaptıkları için teşekkür etme ! İnsanlar övgü bekler, doğru. Takdir edilmek insan denen varlığın en doğal ve büyük ihtiyacıdır, kabul. Ama sınıfını geçti diye çocuk takdir edilmez. Öğrenci sınıfını geçtiğini söylerse, işinin zaten bu olduğunu söyle.

Teşekküre geçtiğini söylerse sen de teşekkür et.

Takdir aldığını söylerse, sen de takdir et !

Ama hiç biri için hediye verme. Ki sonucunda hediye olduğu için yapmaya alışmasın.

Alacaksan durduk yere, içinden geldiği için al, veya beklenmeyen üstün bir şey yaptığı zaman al ve gene de bunu da fazla belli etmemeye çalış.

İlla ki modern çocuk eğitimcilerinin bağırıp durduğu şekilde ödüllendireceksen, yani affedersin ama karşındaki insanı hayvan eğitir gibi eğiteceksen, ödül veremeyeceğin gün, onun da yapması gereken işi yapmayacağını unutma. Çünkü karşındaki her şeye rağmen insan ve bu nedenle de en azından bir süre sonra

-          Ulan bu dümbük artık bana ödül vermiyor, ben niye bu işi hala yapıyorum ki ?

diyecektir. En azından yüzde doksanı yüzde yüz böyle düşünecektir. Çünkü karşındaki hayvan değil, çok daha ince düşünebilen BENCİL bir yaratık. Benim gibi değil. Ucunda zarar görmemek de dahil olmak üzere kendisine faydalı bir şey göremediği anda yapmaktan vazgeçer. Ve yine sonu çürümeye gider…

Ve madem insan ve hayvan terbiyesi paralel yürüyecek, o zaman yapmaması gereken bir şey yaptığı zaman da, yere gazete ile vurup korkutmaya eş değer ceza ne ise; onu vermeyi de unutma…

Daha geçen gün kızıma manevi bir görevi yani maneviyattan başka hiçbir elde edemeyeceği bir şey yapmasını söyleyince verdiği cevap

-          Yapacağım da ne olacak ?

oldu. Bundan birkaç gün sonra ise kızım bir arkadaşından bir şey rica ettiği zaman aynı cevabı aldı ve çok bozuldu. Önce söyleyene

-          Karşılığında bir şey almazsan olmuyor mu ? Siz ne biçim bir nesilsiniz lan böyle

şeklinde genel bir çıkış yaptım. Sonra da kızıma sordum yapacağın her şeyin karşılığında bir şey beklemek hoş oluyor muymuş diye.

Yukarılarda anlatılan Madam Curie’ nin hikayesini bir daha oku.

Ve sen de hiçbir şeyi takdir edilmek, övülmek için yapma. Yapma ki takdir edilmezsen dünyan başına yıkılmasın ! Mesela ALLAH’ a var olduğu, bir olduğu, yaratan olduğu için inan, cennete gitmek veya cehenneme girmemek için değil. Ki iyiliği de vicdanın ve toplum için yapabilesin, SADECE cennete gidebilmek için değil. Veya tersi olarak kötülükten topluma zarar vermemek için de uzak durasın, sadece cehennemden kaçmak için değil.

Benzer şekilde ibadetini de korkudan değil, saygıdan yap. Bir zamanlar bir karikatür dergisinde görmüştüm. Üç beş kişi belediye otobüsünün kapısının etrafına mumlar yakıp, etrafında secdeye varmış ve kapının üzerinde, belirgin bir şekilde “Dikkat otomatik kapı ÇARPAR” yazıyor. Çok gülmüştüm. Eğer ibadetini korku üzerine kurarsan, yarın gerçekliğinden emin olamadığın her türlü korku kaynağı seni olmadık şeylere tapınmaya götürür.

Geçenlerde profesör bir büyüğüm -ki aslında elektronik profesörü kendisi- ile konuşurken konu buralara gelince çok enteresan bir şey söyledi:

-          Eğer ki bir şeyin yapılma sebebi saygı değil korku ise; korkuyu meydana getiren olay ortadan kalktığında veya korkunun yersiz olduğu anlaşıldığında insanlar ne yapacaklarını bilmedikleri için bu sefer ters yönde en uç noktalara varan davranışlarda bulunuyorlar.

Tüm dünyadaki toplum çöküşünün en büyük nedenlerinden biridir. Herkes her şeyi dünya ve ahiret ödülleri için yapar. Yarın yukarıdan hümme haşa cennet cehennem yok, herkes aynı yerde toplanacak diye bir haber gelse ibadethaneye gidenlerin sayısı herhalde %95 azalır, dünya üzerinde kepazelik sınır tanımaz.

FİKİRLERİ TARTIŞACAKSIN !

            Çünkü küçük insanlar kişileri, orta insanlar olayları, büyük insanlar fikirleri tartışırlar. Kişileri ve olayları tartışırsan, kişiler veya olaylar (ve geçtikleri mekanlar) değişince, söylediklerin de değişebilir. Sonuç olarak da adam veya olay veya yer kayırmış olursun. Ama fikirler üzerinde tartışırsan hep fikrini savunduğun için kayırma yapmazsın.

İNSAN İLİŞKİLERİNDE KÖPEK GİBİ OLACAKSIN

            Şu bencil dünyada insanoğlunun edinebileceği tek bencillikten uzak dost, ona asla ihanet etmeyen, nankörlük etmeyen tek dost köpeğidir. Köpek zenginken de, yoksulken de, hastayken de, sağlamken de yanındadır insanın. Sahibinin yatağından uzaklaşmamak için buz gibi yerlerde yatıp uyur, dışarıdaki karlı rüzgarların uğultusuna hiç aldırmaz. Sahibinin eli yemek uzatmasa da köpek öper o eli. Katı hayatın sahibinde açtığı yaraları yalar, iyileştirir. Sahibi dilenci de olsa, o, prensleri korurcasına nöbet tutar başında. Bütün dostlar çekildiği zaman bile, köpek kalır. Servet tükenir, isme gölge düşer, ama köpeğin sevgisi cennet güneşi kadar süreklidir.
Senatör George Vest (1870)


DEVAMI: 24 . EKİM . 2011

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ