14 Temmuz 2009 Salı

TARİHİ ESERLER



BLOK TAŞLAR

Burhan Bursalıoğlu

Birkaç yıl önceydi. Anadoludan gelen öğretmen arkadaşlarıma ev sahipliği yapma görevi bana yakışırdı. Birçok yerleri dolaştık. Son bir gün de,Mısır, kapalı çarşı ve Beyazıt çevresini gezme kararı aldık.
Eminönü, Mısır çarşısı, Mahmutpaşa, Kapalı çarşı, Beyazıt, Sultanahmet, ve Eminönü güzergahı ile bir daire çizerek, akşama doğru da mekanımıza varırız dedik.

Gün ve saatimizi kararlaştırarak,otobüsle Eminönüne vardık. Hemen Mısır çarşısına daldık. Daha önce de güvercinlere yem atmayıo ihmal etmedik.
Çarşıda yürümek ne mümkün. Çok kalabalık. Zar zor yürüyor, yürürken de vitrinlerdeki yiyecekleri, hediyelik eşyaları ve elektonik araçları seyirden de geri kalmıyorduk. Bir müddet sonra kendimizi çarşının dışında bulduk. Ara sokaklara daldık. Buralarda kalabalık,
insanlar birbirlerine değmeden yürümek imkansız. Sokaklar işportacılarla dolu. Değişik seslerin oluşturduğu gürültünün her çeşidi var. Yeni gelmiş turistler gibi etrafımıza baka baka Mahmutpaşa yokuşuna tırmandık. Geniş bir kapıdan girdiğimizde, kuyumcuların, rengarenk ışıkları ile karşılaştık. Her taraf gün gibi aydınlık fakat çok kalabalık. Burada turist daha çok.. Satıcıların her dilden turistleri çağırmaları, kültürümüzün ifadelerimi, çoluk çocuk yaşındaki bu çığırtkanların, her dili telaffuz etmeleri, işlerinin icabı mı, yoksa, Okullarda yabancı dilin öğretilmesi mi kolaylaştı diye düşünmeye başladım. Görevleri icabı olduğunu, biraz daha yürüyerek bir çığırtkana tahsilini sorduğumda öğrendim. Beyazıt meydanına çıkıp sarraflara bir göz attık ve yürümeye başladık. İstanbul Üniversitesinin kapısına kadar giderek , o ihtişamlı kapının resmini çekerek geri döndük ve Sultanahmete doğru yöneldik.
Sağlı sollu vitrinleri seyrediyor, tarihi eserlerin yazılarını okuya okuya Sultanahmete doğru giderken blok taşlar, dikili ve çemberli taşların geçmişini öğrenmek amacıyla, hemen yol üstündeki bir turizm bürosuna girdik. Taşlar hakkında b
ilgi rica ettik. Elimize bi
rer broşür verdiler. Erdoğan adındaki bir bey de bizimle birlikte ilk taşın yanına yaklaştık. Etrafı mermer, mezar taşlarını andıran sütunlar ve demir parmaklıklarla çevrili, bir kaidenin üzerine oturmuş yekpare taş, Amerikelılerın uzay füzelerine benziyordu.
Erdoğan bey anlatmaya başladı:" "Dikili taşlar, büyük zaferlerin veya çok önemli olayların anısına dikilen, tek parça, yüksek ve sivri anıtlardır. Dikili taşların an vatanı eski Mısırdır. MÖ. 1580 İle 1085 yılları arasında bunlardan Mısırda çok vardı. Hemen hemen tüm tapınakların önünde bir iki tane bulunurdu. Altın kaplamalı olan böyle bir taş "taşlanmış bir güneş ışığını " anımsatıyordu. Özellikle, MISIR'da MENFİS, HELİOPOLİS, TONİS, KARNAK VE LUKSOR gibi kentlerdeki tapınakların önlerinde, en az ikişer adet dikili taş bulunur. Burada gördüğünüz iki dik
ili taştan büyüğü 18 ,74 m. dir. Kaidesi 2 metredir. Bu taşın 7 m. kırılmıştır. Üzerinde gördüğünüz hiyeroglif yazılarından anlaşıldığına göre, MÖ. 1500 e doğru Önce Mısır'da Heliopolis kentinde Fravun 3. Tutmesis tarafından diktirilmiş, Julianus Apostatos döneminde, MS. 361 - 363 yuıllarında Mısır'dan İstanbul'a getirilerek, Bizans İmparatoru 1. Theodosius 'un emriyle MS. 390 yılında dikilmiştir. Yani bu taş yaklaşık olarak 1612 yıldır buradadır."
Bu ilginç geçmişi merakla ve can kulağı ile dinliyorduk. Kaide üzerindeki yazıların neyi ifade ettiğini sorduk. Erdoğan bey cevapladı: " Bu kabartmalarda, İmparator 1. Theodosius' veArcadius la ailelerini anlatıyor. Ayrıca burada, oyun sahneleri bulunmaktadır. Alt taraftaki oymalarda ise, dikili taşın yerine nasıl yerleştirildiğini anlatıyor."

İkinci taşa doğru gittik. Erdoğan beyin anlattığına göre, bu taş, 7.Kostantinos Porphyrogetos tarafından, MS. 909 - 911 yılları arasında dikilmiş. Bu taşın diğerinden farkı, yontma taşlarla örülmüş olmasıymış. Yüksekliği 20,68 m. Kaidesi 1,60 m.
Bu taşın üzerine, Mekodonyalı 1. Basileios un zaferleri ile ilgili tunç kaplamalar varmış. Sonradan Latinler, tunçları, para basmak için sökmüşler. 8. Kostantin döneminde onarılan taşa, bu onarılarla ilgili birde yazıt yerleştirilmiş.

Erdoğan Bey'e teşekkür ederek yanından ayrıldık. Ama ikide bir geriye dönerek bu heyula, bir bütün taşın nasıl getirildiğini, nasıl yerleştirildiğini düşüne düşüne yolumuza devam ettik.
Hakikaten, düşündürücü bir olay. En az 350 ton ağırlığındaki bu taş Mısır'dan nasıl getirilmiştir. Tarihlere bakarsak 2 yılda gelmiş görünen dikilitaş , 1. Theodosius tarafından 390 yılında dikilmiş. Arada 27 yıl var. Bu sürede mi dikilmiş, yoksa 27 yıl bekletilmiş mi? Kimse cevap veremiyor.
Akla şunlar takılıyor: O dönemde, 350 ton taşı taşıyacak gemi yoktu, uçak yoktu, makine,tren tır gibi araçlar yoktu. Nasıl taşınmış? Diyelim ki , gemiyle getirildi, karadan nasıl taşındı? Nasıl dikildi? Ne yazık ki bu soruların cevaplarını kimse
veremiyor. Sadece dikilmesini sağlayan yöntem ise, anlattıklarına göre: Dikileceği yerde iki büyük toprak yığını hazırlanır. Bu iki yığının ortasına temeli granitten oluşan bir kuyu yapılır ve içi kumla doldurulur. Sonra dikilitaş, sol kıyıdan yukarıya doğru, altında tekerlekler bulunan tahta bir kızağın üzerinde kaydırılır. Alt kısmı kuyunun üzerine geldiğinde, kuyunun altında bulunan odacık vasıtasıyla kum çıkarılır ve dikilitaş yavaş yavaş aşağıya doğru batarak en sonunda dikey bir pozisyona ulaşır. Bütün kumlar çekildiği zaman, dikilitaş tam olarak sağlam temele oturmuş olur. Yine de, insan diyor ki, acaba,o zamanın insanları daha mı güçlü, yoksa daha mı uygardılar?.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ