MEKTUPLAR
Bilmiyorum, Namık Kemal’in C E Z M İ sini okudunuz mu? Okumuş veya okumamış da olabilirsiniz. Osmanlı imparatorluğu ile İran arasındaki gerçek bir savaştan bahseder. Savaşa Kırım hanı, Şehzadeler ve kahramanları da karışır. İran’ın başında anadan doğma bir şah vardır. Muhammet Hüdabende. Onun eşi Şehriyar, genelde İran’ı yönetir. Şahın birde kızkardeşi var. Perihan. 22 yaşında,Cesur, atik, güzel mi güzel.
Savaş sırasında Kırım şehzadeleri olmalarına rağmen Osmanlıların yanında olan Gazi Giray ve Adil Giray kardeşler, İran’lılara esir düşerler. Kırım hanedanı mensupları oldukları için, Gazi Giray’ı Kahkaha kalesine hapsederler, Adil Giray’ı da, Şehriyar’ın israrı üzerine Sarayda, müsafir gibi bir dairede alıkorlar.
Adil Giray genç ve yakışıklı , yağız,güçlü bir komutan. Şahın karısı Şehriyar, Sözde Kırım ve Osmanılarla iyi geçinme için nedenler bulma, sorunlar gidermek için sık sık Adil Girayın yanına gidip görüşme yapıyor, arada sırada Perihan’ı da yanına alıyor. Perihan da Adil Giray’a aşık oluyor: Şehriyar Adile aşık olduğunu söylüyor ama Adil soğuk bakıyor. Perihan’ın aşkına cevap veren Adil’le Perihan’ın birbirine yazdıkları mektupları, belki edebi değerleri yoktur ama, romantik kişiler için faydalı olur nedeniyle burada birer birer, hiç bir yerini değiştirmeden yayınlayacağım.
Umarım düşündüğüm gibi genç aşıklara ışık tutar, ilham kaynağı olur.
PERİHAN’ IN ADİL GİRAY'A 1. MEKTUBU
“Şiirinizi okudum. Bu hareketinizin sonucunu da biliyor musunuz? Kader, Sizi tutsak düşürmesine karşın, bugün yine koskoca İran’a hükmeden şanlı bir şahın sarayında oturuyorsunuz.. Ev sahibiniz size kendi şehzadelerinden, kendi akrabasından daha çok saygı gösteriyor. Sizinle resmi anlaşmalara girişmek istiyor. Bunun için de karısını ve kız kardeşini size güvenerek yalnizca odanıza gönderiyor. Siz ise o padişahın kız kardeşine laf atmaktan, aşk cambazlığı yapmaktan çekinmiyorsunuz. Mutlaka düşünmüş ve tahmin etmişsinizdir ki bu davranışınızın cezası Kahkaha zindanı değil, idamdır.
Bu denli büyük tehlikeleri göze aldığınızı gördükçe şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemiyorum. Ama ne yalan söyleyeyim, sevincimden de çıldıracağım geliyor. Dünya’da hiçbir gönül yoktur ki, aşkına bundan daha etkili, bundan daha açık bir kanıt göstermiş olsun. Size karşı davranışlarım ortadadır. Sanıyor musunuz ki, yanınıza ilk kez yalnız geldiğim gece, yüz örtümün inceliği, omuz örtümün süsü rastlantıydı. Sanıyor musunuz ki geçen akşam öfkeyle yüz örtümü açtıktan sonra kapamak aklıma gelmedi. Bir kadının yapabileceklerinin en sonu sayılacak derecelerde aşkıma kanıtlar göstermiştim. Gözünüzde hiç birinin değeri olmadı. Siz bana sevginizi, benim için kendi canınızı tehlikeye atarak gösteriyorsunuz. Ben de Size tutsak olurcasına tutulduğum bu kara sevdayı, inşallah yolunuzda ölmekle, kucağınızda can vermekle kanıtlarım. Fakat ne yazık!... Acaba bir zavallı, gerçek ruhu olan sevgilisinin kucağında can verip de yaşamakta bulamadığı zevke hiç değilse ölürken erişebilinir mi? Felekte bu mutluluğu esirgemeyecek denli insaf var mıdır?.
Ah !...Sen niçin bu memleketlere düştün? Güzel vücudu Tanrı’nın belirme ruhundan yaratılmış bir meleğin, bu kara topraklar üzerinde ne işi vardı? Dünya’ya benim için mi geldin? Tanrı aşkına söyle! Gelişin benim içinse, dünyaya ayak basmanın şerefine ne türlü hediyeler dağıtayım? Cana cevher demişler. Ama senin gibi kutsal bir konuğun gelişine hediye etmek için o cevherin de bence hiçbir değeri yoktur.
Bak! Nasıl deli deli söylenip duruyorum, ya ne yapayım! Aşkın insanda düşünce diye bir şey bırakmıyor.
Sana henüz sahip olmadım; elimden kaçıracağım korkusu ile perişan oluyorum. Kalbim göğsümden ayrılıp da senin ruhani meclisinin nedimeliği hizmetinde bulunmak, ruhum bedenimden çıkıp da senin ışıktan vücuduna gölgelik etmek istiyor.
Baştan aşağı ışıktan yaratılmış bir güzelliksin. İçindeki o müthiş ateş neden ileri geliyor? Şiirini yazarken mürekkep yerine ateş mi kullandın? Her harfi, gönlümü tutuşturmakta aşkınla yarışıyor.
Aşkının havasında, İsa’nın ölüyü dirilten nefeslerindeki kutsal özellik mi var? Güzel yüzünü görmediğim zamanlar her dakika kahrımdan ölüyorum da, hayalin gözümün önüne geldikçe yeniden diriliyorum.
Renk renk süslü güzellikleriyle canlanmış, insan biçiminde bir ilkbahar mısın? Güzelliğinin yansısı gönlümde cilveleştikçe gözlerimden nisan yağmuru gibi sevinç göz yaşları dökülüyor; gönlüm, cennet bahçeleri gibi, renk renk, çeşit çeşit güzel çiçeklerle doluyor…
Aşkın dünyada en büyük bir tat olduğunu işitirdim. Ama azabında bile dünyalar değer başka bir tat olduğunu bilmezdim. Sana daha ne söyleyeyim? Ağzımdan ruhlar coşsa, kalemimden ışıklar aksa, şu andaki mutluluğumu yine de anlatmaya gücüm yetmez. Gel, gel! Göğsümü yar da kalbime bak! Aşkının orada ne büyük mucizeler yarattığını gör! Dünyada ne denli güzellikler var nasıl bir noktaya toplanmış, nasıl bir tabloya işlenmiş! Ah! Gel, diyorum, ama nasıl gelebilirsin? Felek gaddarlıkta da başka bir tavır takınmış ; evreni ışıklara boğmak için yaratılan bir güneşi, zulmün zindanının içinde saklıyor. Ama zararı yok, sen bir ruhsun. İsterse üstün örtülü bulunsun. Emellerin seni arayıp bulur ve ayağına denk gelir.
İşte akşama Perihan’ın geliyor. Ama görüşmede zorunlu olarak Şehriyar da bulunacak. Off!... Senin yanında oldukca kara kara hülyalar bile yanımıza yaklaşmaya cesaret edemiyor da baş ucumuzda dolaşan o kabus nedir? Acaba, her anı bir ömre değer aşkımızın zevklerini uykuda mı geçiriyoruz?
Akşam buluştuğumuzda görüşmeyi kısa keselim, erken dağılalım. Şehriyar’ı savdıktan sonra ben tekrar yalnız olarak geleceğim. Güneş kadar yakıcı güzelliğin karşısında kendimi yitirmek, zerre gibi erimek ve ışık alemlerine, hayal alemlerine kavuşmak için geleceğim.
Mektubumu getiren korucu çok yakın adamımdır. Bu gece sabaha dek sizi o bekleyecek. Saat yirmi üçten sonra sarayın içinden ondan başka gören bir göz, işiten bir kulak ve dolaşan bir ayak kalmaz.
Yoksa sen de o zaman uyur musun? Ben düşlerimi süsleyen yüzüne hayalinden daha çok aşık olmasam, bir dakikacık bile gözlerimi kapamak istemez, bütün ömrümü senin hayalinle geçirirdim. Bilir misin ki, seni bir dakikacık düşünmek bile, vücuduma saatlerce uykudan bin kat daha fazla rahatlık, gönlüme bin kat daha fazla dinginlik veriyor. Düşlerimdeki hayalin, hiçbir zaman gözlerimin önünden ayrılmayan hayalinden daha canlı, daha aydınlık ve daha güzel görünüyor. Bundan dolayı ben, uykuya rahat etmek için değil, seni istediğim gibi görmek, yolunda rahatımı kaybetmek için yatıyorum.
Mektubuma yanıt istemez! Yanına davetsiz gelebilmek rahatlığını bana bırakırsan Perihan’ını bir kat daha mutlu etmiş olursun! Şair değilim ki, o nefis şiirinize karşılık vereyim. Bununla birlikte şu hareketim, gösterdiğim cüretin gerçek bir karşılığı değil midir?
…… Bir yıkıntıya güneş ışınları düşer, ama insanın bakışları gönül bulandırmak korkusuyla yine de bakmak istemez. Siz güneş görünüşünde bir insan değil misiniz? Kadınlara yakışmayacak yolda, böyle çılgıncasına aşkımı sana açıkladığım için belki!... Ah belki!... Beni ayıplayacaksın. Ama ne yapayım!... İki yüzlü olmayı, aşkımı söylemekten daha kötü buldum. Aşkımı sana itiraf edişim bir suçsa, ben bu suçu nasıl olsa işleyecektim. Ha bugün işlemişim ha yarın….
Bu davranışım sende nefret uyandırır da aşkımı reddedersen kahrımdan ölürüm. Oysaki aşkımı sana itiraf etmeseydim yine kahrımdan ölecektim. Böyle iki türlü ölüm arasında kalmış bir zavallının canını kurtarmak için ufacık iltifatlı bir bakışınız yeterli
Bilmem beni böyle nasıl büyüledin
“Reside kaar bicayi kikofr eğer nebud
Tora perestem o goftyem: hoda-yi men inest”
“İş öyle bir duruma geldi ki, eğer dinden çıkmak olmasaydı, sana tapar ve işte benim Tanrım budur, derdim.”
PERİHAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder