KALAŞ KABİLESİ
Burhan Bursalıoğlu
Ey gözlerim, göremedin! Ey ayaklarım, gidemedin yanlarına! Ama kulaklarım, sen işittin!
Ey gezgin, dünyanın en yüksek dağlarının eteğindeki daha alçak dağlarda, adına Kâfiristan denilen, evet Kâfiristan denilen o topraklarda, çok küçük, çok gizemli; gözlerinden saçlarına, giysilerinden Tanrılarına, aşkları ve bayramlarına kadar rengârenk bir halk yaşar. O dağların eteklerine kadar gittin, Hunza Nehri'nin daha alçak yamaçlarında, su gibi akan mutlu saatler geçirdin.
Lakin, Müslümanlar ile Müslümanların, birbirlerini Müslüman olmadıkları için yok etmeye çalıştıkları bir zamandı. Hindukuş Dağları'nın her iki ülkeye uzanan derin vadileri, Afganistan ve Pakistan'a uzanan sarp geçitlerinin adlarının hepsi silinmiş, hepsine birden ölüm vadileri denilir olmuştu. Oradan döndün. Şunun şurasında daha gün bile olmadı. Bu renkli gözlü, sarı saçlı halkın adı Kalaş'tır.. Kalaşlar der ki, başlangıçta Tanrı yeryüzünde toprakları yarattı, ama tarlalar öyle çok sarsılıyordu ki, onları korusun diye dağları yarattı ve bu sarsıntı durdu. Söyledikleri dağlar Himalayalar'dır. Onların da yakınındaki Karakurum Dağları'dır. Onların da yakınındaki Hindukuşlar'dır.
Bu dağların, insanın ulaşabildiği yamaçlarındaki kayalıklara, bütün Orta Asya'nın pek çok yüksek ve kutsal dağlarında olduğu gibi kadim resimler kazılmıştır. Kalaşlar, 'Dizila vat' yani Yaratıcının Taşları dedikleri bu kayalıkların başlangıcı anlattığını düşünür.
Zamanın başlangıcında Tanrılar, ruhlar, insanlar, hayvanlar ve bitkiler hep birlikte yaşarlardı. Birbirlerinin dillerini anlarlardı. Sonra bir şey oldu, ayrı düştüler. Etraflarında yaşayan Müslüman halkın Adem ve Bibi Havva öyküsüne çok benzer birkaç cennetten kovulma öyküsü vardır bu konuda. Kalaşlar, Yaratıcının kendilerinden ayrılan hayvan bitkileri taşa dönüştürdüğü bu yerde, başlangıcı anma ayinleri yaparlar.
Ahşap evlerinin duvarlarına bu resimlerin aynılarını çizerler. Sonra onların hamurdan tıpkılarını yaparlar, ateşte pişirirler ve gece yarısı, ellerinde meşalelerle dışarı çıkıp buzlarla kaplı bir dağ yamacını tırmanır ve Tanrı Mahandeo sunağına heykel ekmeklerini koparıp koparıp fırlatırlar. Bir yandan da uzun sopalarla karanlığı döver, heykelciklerin ruhlarını güttükleri keçiler gibi cennete doğru kovalarlar. Hadi hadi hadi hadi! Heh heh heh heh he! Bunu yaparken de şafak sökene kadar şu şarkıyı söylerler: 'Dezau'nun topraklarında bir düşün içindeydik, orada bizi terk ettiler, bir solukta uzaklaşıp gittiler;
Kalaş halkı; Pakistan’ın kuzeyinde, Afganistan sınırına yakın Hindukuş dağlarında yerlişik bir halktır. Kalaş’ların inancı çoktanrılıdır. Bundan dolayı da çevresindeki Müslümünlar tarafından Kalaş halkına ”Kafir” ve yurtlarına da ”Kafiristan” deniyor. 1895 yılında emiri Afganistan Abdurrahman; Kafiristan topraklarının ismini `Nuristan ` yani `Işık Ülkesi` olarak değiştirmesiyle burada yaşayan binlerce insanın bu isimle anılmasına son vermek istemişti.
Pakistan'da yaşayan Kalaş kabileleri birbirinden kadınlarının giysi rengiyle ayrılıyor. Öyle ki Müslümanların gözünde siyah giyen Kalaşlar ''Kara Kâfir'', kırmızı giyenlerse ''Kızıl Kâfir''...
Afganistan'ın başkenti Kabil'in kuzeydoğusu'nda, kafiristan'da yaşayan
yaklaşık 70 bin kalaş, dünyanın bu en dindar bölgesinde, çevrelerini
kuşatanların aşağılayan bakışlarına rağmen, dünyanın tavanında yaşıyorlar.
büyük iskender'in hindikuşlar'da bıraktığı makedon askerlerin soyundan
geldiklerine inanan kalaşlar, iskender'in soyunu yaşatıyorlar.
Kalaşlar, (kalash) bulundukları bölgeye nazaran fiziksel, dinsel,
kültürel, ekonomik yönleriyle şaşırtıcı boyutta farklılıkları olan bir halk.
Afganistan’da, başkent Kabil’in kuzeydoğusunda, eski adıyla Kafiristan
bölgesinde (yeni adıyla Nuristan bölgesinde), Hindikuş dağlarında bulunan
Çitral’in üç vadisinde, denizden yaklaşık 3000 metre yükseklikte yaşıyorlar.
Kalaşların bir kısmı Müslümanlığa geçmiştir, bir kısmı da kendi
kimliklerini, dinlerini, mitolojik ve kültürel ritüellerini yaşamaya devam
etmektedirler.
Kalaşların nüfusunun gerçek bir rakamla ifade edilmesi mümkün değildir.
Kendilerine ait dili kullanırlar. Kalaşların dili (Burruşeski), Hint-
Avrupa ailesinde yer alır ve UNESCO’nun tehlike altında olan diller listesinde
ilk sıradadır. Kalaşların dillerinde Yunan kelimelerine rastlamak mümkündür. Bu
dili yaklaşık 5000 kişinin konuştuğu tahmin ediliyor.
Aminist inançlara sahip Kalaşlar’ın dini, Şamanizm kökenli bir din.
Zamanla bu din, Hinduizm, Zerdüşt, İran dinleri ve eski mitolojilerin etkisiyle
değişime uğramıştır. En önemli tanrıları Di, Zeus ve Zau (güneş)'dur. En uzun
gün ve gecelerinde tanrılarıyla buluşur ve atalarına kurban keserler.
Kalaşlar, Hindikuş dağları eteklerinde yüksek vadilerde yaşıyor olmaları
sebebiyle kendi kendilerine yetmeyi öğrenmiştir ve dışarıdan birilerinin
varlığına tahammül edemez duruma gelmişlerdir.
Kendilerinin İskender’in çocukları olduklarına inanıyorlar. Bu inanış,
başka halklarla karışmak istememelerinin bir sebebidir aslında.
En büyük hayali Doğuyla batıyı birleştirmek, Asya’yı fethetmek olan
Büyük İskender, Persleri devre dışı bırakınca, Anadolu, Ortadoğu ve İran’ı
fetheder. Hindistan’ı fethetmek için ordusunu Afganistan’a gönderir. İskender
ve ordusu Afganistan’da iki yıla yakın süre kalır ve buradan Hindistan’a
geçerler. işte Kalaşlar, MÖ. 330‘dan beri bu bölgede olduklarına ve İskender’in
kabilesi olduklarına inanırlar. Ve taşıdıkları tüm özellikler bu inanışlarını
doğrular.
Taliban da bu inanışa gönülden inanmış olmalı ki, Sih, Hindu ve
Hristiyanları Afganistan’dan sürmüş olmasına rağmen Kalaşlar’ı bölgeden sürmeyi
düşünmemiş, Müslüman olmaları yolunda baskı uygulamıştır. Ancak Kalaş halkına
büyük destek veren Yunanlı Profösör Athanasion Larounis’i kaçırarak, hem fidye istemiş
hem de ABD ve NATO’ya MÖ 4. yy’de Paştunlara yenilen Büyük İskender’in
kaderinden ders almaları çağrısında bulunmuştur.
Yakın bölgedeki halklar (Pakistanlılar, Afganlar, Tacikistanlılar ve
Çinliler) koyu renk derili olduğu halde Kalaşların tenleri beyaz ve elmacık
kemikleri kırmızıdır.
Gözleri renkli (çoğunun mavi), saçları sarı ile kahverengi tonlarında olan
Kalaşlar, uzun boylu ve sağlıklı olmaları sebebiyle uzun yaşayan (100 ila 140
yıl) bir halktır.
Suç oranı sıfır olan, içki, esrar ve sliği sınırsız yaşayan Kalaşlar,
kendi aralarında siyah giyinenler ve beyaz giyinenler diye iki gruba
ayrılırlar.
Çiftçilik yaparak geçinirler. Arazileri dağlık olmasına rağmen sebze, meyve
yetiştirilmesinde verimli olduğu için, yiyecek konusunda sıkıntı çekmeleri
mümkün değildir.
Kalaşlar, sulama ve taraça sistemi yaratarak yiyecek seçeneklerini
genişletmiştir. Kenevir ve üzüm ekerek içki ve uyuşturucuyu kültürlerinin
ayrılmaz parçası haline getirmişlerdir.
Kalaşlar et yemez - kışın yedikleri az miktarda yabani keçi eti
sayılmazsa. Zaten bölgede eti yenilebilecek başka hayvan bulmak da mümkün
değildir.
Kullandıkları yağı, kayısının çekirdeğinden elde ederler. En çok
yedikleri yiyecek kayısıdır.
Kalaşlarda bütün düğünler aralık ayında yapılır. Evli insanların boşanması
mümkün değildir. Ancak kadınlar istediklerinde eşlerini değiştirebilirler. Bu
değiştirme olayı bazı şartlara bağlıdır. Kadın yeni erkeğe mektup yazar ve yeni
evliliğin gerçekleşmesi için kocaya başlık parası ödenir.
Ergen olan erkekler, ergen olmalarının kutlanması sebebiyle halkın
oturduğu bölgeden uzak yaylalara götürür, orada beslenir ve köye döndüğünde
seçtiği bir kadınla beraber olabilir.
Kalaş erkekleri günlük yaşamda (bayram ve düğünler haricinde) Pakistan
erkeklerine benzer giyinirler. Kalaş kadınları ise giyimlerine çok özen
gösterirler. Renkli, işlemeli, siyah veya beyaz kaftanlar giyerler. Çok fazla
makyaj yaparlar, yüzlerine dövme yaptırırlar. Kalaş erkeği kadının giydiği
kıyafetin rengine göre tanınır. Erkeğe çekici görünmek kadınların en büyük
görevidir.
Doğan erkekler üç, kızlar ise iki yıl emziriliyor ve bu süreçte anne ve babanın yakınlaşması yasak.
Ocak 1998’de Haberci çekimleri için Kafiristan’a giden Coşkun Aral, Müjde Bilgütay’ın yapmış olduğu röportajda Kalaş kadınlarını şöyle anlatır: “Kalaş kadınlarını gördüm. İnanılmaz makyajlar yapıyorlar. Ege'deki ünlü bağbozumu şenliklerindeki kadınların benzerleri. Hem dansları hem de fiziksel gösterişleriyle çok çekiciler. Olağanüstü bir çekicilik ama yanlarına yaklaşamıyorsun. Çok kötü kokuyorlar. Yağlıyorlar kendilerini. Çok soğuk olduğu için hayvan yağlarını karıştırıp vücutlarına sürüyorlar. Alışıyorsun bir süre sonra ama Allah kocalarına sabır versin.”
Doğan erkekler üç, kızlar ise iki yıl emziriliyor ve bu süreçte anne ve babanın yakınlaşması yasak.
Ocak 1998’de Haberci çekimleri için Kafiristan’a giden Coşkun Aral, Müjde Bilgütay’ın yapmış olduğu röportajda Kalaş kadınlarını şöyle anlatır: “Kalaş kadınlarını gördüm. İnanılmaz makyajlar yapıyorlar. Ege'deki ünlü bağbozumu şenliklerindeki kadınların benzerleri. Hem dansları hem de fiziksel gösterişleriyle çok çekiciler. Olağanüstü bir çekicilik ama yanlarına yaklaşamıyorsun. Çok kötü kokuyorlar. Yağlıyorlar kendilerini. Çok soğuk olduğu için hayvan yağlarını karıştırıp vücutlarına sürüyorlar. Alışıyorsun bir süre sonra ama Allah kocalarına sabır versin.”
Gelişmiş dünya sağlıklı ve uzun yaşamanın sırrını, ilkel, dağda yaşayan, teknolojiden nasibini alamamış, çok tanrılı Kalaş halkından öğrenmeye çalışıyor. Öyle ki dünyada uzun ve sağlıklı yaşam vaadiyle Kalaşlar tarafından üretildiği iddia edilen binlerce ürün pazarlanıyor. Ya da pazarlama teknolojisi eşliğinde Kalaş halkının dinsel, kültürel yaşayışları masaya yatırılıp içinden bir tılsım, bir öneri çıkarma çabasıyla irdeleniyor. Böylece güya yere göğe sığdırılamayan bu halk, bir yandan da Yunanlılar tarafından İskender'in torunları diye markalaştırılmaya çalışılırken, muhafazakar Müslümanlar tarafından kafir diye algılanıyor.
Kalaş halkı, her ne kadar kendi kendilerine yaşamaya devam etselerde, dünyanın kendilerini farklı farklı algılamalarından haberdar olmasalar da özgür ve huzurlu yaşamaya devam ediyorlar.
MÖ 330'da İskender'in askerleri o bölgede kalaş soyunu yaratır.Bu
zamandan itibaren Siyah- Beyaz soyun yaratımıyla özdeşleşir.ilk aileler siyahı
ve beyazı temsil eder.siyah ve beyaz giyinmek ailelerin soyadı gibidir.İlk
dönemde ailelerin birbirine karışmamasını sağlar. daha sonra ki süreçlerde
siyah ve beyaz temaları üzerine, kendi içlerinde dinsel, kültürel etiketler
oluşturmuşlardır. örneğin beyaz giyenler için güneş tanrısı en öncelikli
tanrıdır. ayinleri, adakları siyahlara nazaran farklılıklar gösterir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder