D E V R İ M
Avrupa’da, Benito Mussolini “Bizim Akdeniz” diye bağırıp,
arkasındaki yığınları hayal dünyasında zevkten havalara zıplatırken, gözü
Antalya’da, işaret parmağı Akdeniz’e doğru, İtalyan halkını Roma
İmparatorluğunu yeniden kurmak rüyasıyla oyalarken, diğer yanda Adolph Hitler
“KAVGAM” diye kitaplar yazıp, açıkça “
Bana oy verin, iktidara geleyim Avrupa’nın yarısını Almanya’ya katacağım….”
Derken, Franko bir başka telden çalıp başka telden oynarken… Sonunda bu çılgın
söylemlerin ürünü olarak, 50 milyon insan ölürken, yaralanırken, sakat kalırken
Ankara’dan bir ses yükselir;
“YURTTA SULH, CİHANDA SULH”
Ama buna rağmen bizim Atatürkofobi hastaları bu sesi duymaz
da, diktatör denince gözlerini Atatürk’e
dikerler.
Atatürk devrimine ve yönetimine en çok eleştiri, işte bu
yıllardaki bütün dünyayı sarsan krizlerin Türkiye’ye yansımalarını görmezden
gelip, insafsızca İnönü ve hükümetlerini eleştiren, sözüm ona aydınlardan,
aslına bakarsanız “Okumuş
cahillerden” gelir.
Neden okumuş cahillerdir? Çünkü okuryazar olduklarına göre,
olanın bitenin aslında farkındadırlar. Fakat sebep-sonuç ilişkilerini bir
türlü, olması gereken şekilde kurgulamazlar. Çünkü bunu yaparlarsa bilirler
ki, ortaya koyacakları tüm eleştiriler ,
temelsiz ve havada kalacaktır.
İşte böylesi zor günlerden geçilirken bile Atatürk,
devrimlerden hız kesmemiştir. 1930 da Türk kadını belediye seçimlerine katılma
hakkına kavuşmuş, 1934 te de,
Milletvekili seçme ve seçilme hakkını elde etmiştir. Dünya nelerle boğuşurken,
henüz güçsüz ekonomisiyle, bütün bunlardan daha çok etkilenen Türkiye’de ise
Atatürk, hiçbir mazerete sığınmadan, halkının siyasal, kültürel, ekonomik
kalkınmasını hızlandırabilmek için tüm kaynakları sonuna kadar kullanmaya devam
etmektedir.
Kimi okumuşlar,
Atatürk’ün bu çabalarını bile kendi kafalarının erdiği kadarıyla yorumlayıp,
hükmü de ona göre verirler.
“Kendisinden reform isteyen mi vardı? Koş diyen mi vardı?
Koşmasaydı!”
“ Ne yaptıysa yukarıdan, tepeden inme yaptı. Halka
sordu mu?”
Bunu söyleyenler hemen bilgiç bir havaya da bürünerek şöyle
derler;
“Jakoben yönetim!.
“Reform diye bir şeyleri zorla uyguladı. Buna Demokrasi
denir mi?”
İnsanlar o gün kabul eder gibi olduklarını, bugün ortamını
bulunca işte reddediyorlar Şimdiki tepkiler bundan kaynaklanıyor”.
Bunlara daha başkalarını da eklemek mümkündür ve ne yazık ki bu çıkışlara, okumuş ama
anlamamış, yani sadece okumuş, sadece mektep bitirmiş kişilerin de katıldığı zaman, zaman görülür; acı olan da budur.
Oysa şunu göremezler:
Yüzyılların ihmaline uğramış, çağdaş dünyanın çok
gerilerinde, yarı sömürge bir toplum olarak kaderine terk edilmiş, “kul”
olduğuna inandırılmış, bir insan olarak doğuştan hangi haklara sahip olduğu
bilincinden uzak bireylerden oluşan bir toplumu, bulunduğu kör kuyulardan
çıkarıp, “evrensel yurttaşlık kimliği “ içerisinde var olan haklara sahip
kılabilmek maksadıyla devrim yapan bir
yönetim, bu hedefe varmak için yapacağı hangi reformu, yukarıdan değil de
aşağıdan, kime danışarak yapacak, neyin onayını kimden alacak? Neden alacak?...
Yeryüzünde böyle bir devrim örneği var mıdır?
Zaten ancak icazet alınarak bir şeyler yapılmak isteniyorsa,
ona “devrim” denir mi?Kendisine, o güne kadar bilmediği, tanımadığı haklar
verilmek istenen bireylerin bu hakları, belli bir egemen gücün çıkarlarına ters
düşecek olursa, ki düşecektir ve devrim
de zaten o nedenle yapılmaktadır, o
egemen güç zaten bu izni verir mi?
Dolayısıyla devrimlerde tüm reformlar zaten bu yüzden ve
kimi zaman zorla yapılmaz mı?
Örneğin köleliği
kaldırmaya karar veren bir
yönetim, bunun için gereken yasayı çıkarmadan önce giderde toprak
sahiplerinden, köle sahiplerinden izin mi ister?
Toprak reformu planlamasına giren bir yönetim, gidip toprak
ağasından izin mi alır? O topraksız köylü için harekete geçip, yasayı çıkarıp,
zorla uygulamaz mı?
Bunlara daha pek çok benzer soru eklemek mümkündür.
Nitekim, ABD Başkan Abraham Lincoln’un yaptığı gibi, o
zorlama bir savaşa bile yol açabilmiştir. Kuzey- Güney savaşı budur. O köle
ancak, devletin bu zorlama gücüyle, yani tepeden inmeci, Jakoben yaklaşımıyla
özgürlüğüne kavuşabilmiştir.
Devrimler her zaman
Fransız Devriminde olduğu gibi aşağıdan
yukarıya, halktan yönetime doğru olmaz. Çoğu
zaman, Atatürk Devriminde olduğu gibi
yukarıdan aşağıya doğru olur.
Bu günkü iktidarın sempatizanları, devrimlerin
aşağıdan yukarıya doğru olur derken, zamanımızda uygulanan karşı devrimler
aşağıdan yukarıya doğru mu oluyor, yoksa geceleri alel acele çıkarılan
yasalarla mı oluyor?
Kişi, demokrasinin icabı olarak fikir ve düşüncelerine
uygun her hangi bir partiyi, kuruluşu destekleyebilir. Bu, o partinin yanlışlarına
iştirak etmek demek değildir. Kendisini celbeden söylemler, yerine
getirilmiyorsa, aksi yapılıyorsa, o partiden ayrılmak mantık gereğidir. Bunu
yapamıyorsa, ya menfaati vardır , ya da, mantık yürütmekten veya düşünceden
yoksundur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder