İNGİLİZ BÜYÜK ELÇİSİ PERCY LORAİNE ‘nin ATATÜRK HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ
-2-
Burhan Bursalıoğlu
PERCY LORAİNE'nin görüşlerine devam ediyorum,
3-
Gerçekçilik:
Atatürk’ün en önemli özelliklerinden biri olan gerçekçiliği sayesinde,
kendisinin ve ulusunun gücünü doğru saptamış ve hedeflerini de bu doğrultuda
belirlemiş, eylemleriyle ulusunu maceraya sürüklememiştir.
Loraine, Türk ulusunun Atatürk’ün “gerçekçilik politikası” doğrultusunda
ilerlediğini Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu münasebetiyle 30 Ekim 1942
tarihinde Türk milletine hitaben Türkçe gerçekleştirmiş olduğu konuşmasında şu
sözleriyle ifade etmektedir:
“Biz, İngilizler, harbin Türk hudutları istikametinde genişlediğini ve
Türkiye’ye yaklaşmadığını gördük. Aynı zamanda Cumhuriyet ordularının Türk
topraklarına Türk milletinin hürriyet ve şerefine vaki olacak her tehdidi
defetmeye hazır bulunduğunu da müşahede ettik.”
10 Kasım 1942 tarihinde Loraine tarafından Atatürk’ün dördüncü ölüm yıldönümü
nedeniyle geçekleştirilen radyo yayınında ise, Atatürk’ün İngiliz ulusunun
saygı duyacağı, gıpta edeceği, çok fazla vasfa sahip olduğunu belirttikten
sonra Atatürk’ün hedeflerini şu şekilde özetlemektedir:
“O yeni Türkiye Devleti’nin Türk halkının devleti olmasını istiyordu. Onun
tasarladığı devlet anlayışına göre halk kendi üstün yeteneklerine inanacak,
hiçbir yabancı devletin ideolojinin etkisi altında kalmayarak tam bağımsız,
kargaşadan uzak, barışçı olacaktı.”
Ayrıca aynı konuşmasında Atatürk’ün amaçlarını ise şu şekilde
açıklamaktadır:
“Onun amacı, tükenmiş, parçalanmış, çok kültürlü Osmanlı İmparatorluğu’ndan
geriye kalan Türk Ulusu’ndan türdeş bir millet yaratmak ve bu doğrultuda
Türkiye’yi yeniden inşa etmekti. Yeniden yapılandırmayı gerçekleştirirken
izlenmesi gereken iki önemli aşama vardı. Öncelikle Türk halkına bağımsızlığını
ve egemenliğini kazandırmak, ikinci olarak da Osmanlı’dan kalan Türk kökenli
olmayan vatandaşlara Türk vatandaşlarıyla eşit haklar sağlamak idi.
Bu hedefine ulaşabilmek için ilk önce Türk halkı için zararlı düşünceleri
barındıran gelenekleri, bu geleneklerin temsilcisi kurumları yıkmaya hazırlandı
ve yıktı. Atatürk’ün bu idealini anlamayarak ortadan kaldırmak isteyenlerin
oluşturdukları kuvvet çok büyüktü. Saltanat ve hilafet geleneği vardı, sarayın
halk üzerindeki etkisi büyüktü. Çünkü İslâm anlayışı devlet dairelerine iyice
yerleştirilmişti ve bu düşüncenin sahipleri devlet dairelerinde oluşturulan
dini hiyerarşinin savaşçılarıydı. Diğer taraftan Osmanlı İmparatorluğu’nu çok
uluslu yapısını muhafaza edeceğine söz veren ancak bunu gerçekleştiremeyen
Sultan Abdülhamit Enver, Talat ve Cavid gibi kişilerin başında yer aldığı Genç
Türkler tarafından devrilmişti. Hindistan, Rusya, Çin Afrika vb.. dünyadaki tüm
Müslümanları bir araya getirerek dine dayalı bir Saltanat-Hilafet kurma
ideolojisine sahip olan bu Pan-İslamist dönekler; Abdülhamit yıkıldıktan sonra,
bir anda Kafkasya, Türkistan vb.. dünyadaki bütün Türk soyundan gelenleri bir
araya getirerek devasa bir Türk İmparatorluğu kurmayı amaçlayan Pan-Türkist
ideolojinin savunucuları haline geliverdiler ve imparatorluğun kaderini
Almanlara teslim ederek ve savaşta Almanya’nın yanında yer alarak askeri
felaket, ekonomik iflas ve ülkenin parçalanmasına neden oldular. İşte Mustafa
Kemal, eski imparatorluğun bu eski askerlerine karşı mücadele vermek
mecburiyetinde kaldı.
Ben inanıyorum ki, Mustafa Kemal kendisinden çok halkına inanıyordu.
Kendisinin sahip olduğu inançla halkını sahip olduğu cesaret, değer, onur,
kendini görevine adama ve inancıyla birleştirdi. Bu sayede eski gelenekleri
yıktı, muhalefete karşı durabildi, entrikaları engelledi ve nihayet hayalindeki
Türk Cumhuriyetini kurdu.
Bu büyük dönüşümün ilk sonucu yeni bir devlet kurulması oldu ve daha sonra
da bu devletin güvence altına alınması.”
Aynı konuşmasında Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra Atatürk’ün
hedeflerini ise şu şekilde özetlemektedir:
“Devrimlerini gerçekleştirirken onun başlıca sorun olarak gördüğü üç mesele
vardı. Birincisi kadınları özgürleştirmek ve onlara sınırlamasız bütün meslek
dallarında kariyer yapma imkânı sağlamak; ikincisi ülkeyi laikleştirmek ve
bütün dinlerin ülkede eşit haklara sahip olmasını sağlamak ve sonuncusu ise
tarımsal reformu gerçekleştirerek tarımı Cumhuriyet’in temel endüstri kolu
haline getirmek idi.”
Loraine’nin bu yorumlarından, Atatürk’ün belirlediği hedeflerin hayallerden
ve maceradan uzak, Türk ulusunun ihtiyaçlarından kaynaklandığını ve Onun bu
ideallerini gerçekleştirirken halkının desteği ile büyük ve saygın bir mücadele
verdiği kanaatinde olduğu görülmektedir.
4- Taktikte Ustalık:
Loraine, Atatürk’ün hedef saptamadaki başarısı kadar, hedeflerine ulaşırken
izlediği stratejiden de övgüyle bahsetmektedir. 10 Kasım 1942 tarihinde Loraine
tarafından Atatürk’ün dördüncü ölüm yıldönümü nedeniyle geçekleştirilen radyo
yayınında Atatürk’ün bu yetisinden şu şekilde bahsetmektedir:
“Sıra dışı yeteneklere sahipti. Ona zor ve karmaşık sorunlarla
gelindiğinde, önce meseleleri önem derecelerine göre sınıflar ve daha sonra
buna göre derhal harekete geçerdi. Bu süreç onda öyle otomatik bir davranış
haline gelmişti ki, çok hızlı bir şekilde sorunları çözüme kavuştururdu.
Atatürk’ü anlamanın tek yolu; önce kendiniz onun hakkında bir görüş sahibi
olacaksınız, görüşünüze bağlı kalacaksınız, o görüşünüzü müdafaa edeceksiniz,
kalanını ise şansa bırakacaksınız. O düşündüğü doğruların karşısında yer alan
kişilerle asla uzlaşamaz ve kim olursa olsun onu hakir görürdü. Bu özelliği
nedeniyle Onu katı bir adam olmakla yargılayabilirsiniz. Evet, o katı idi.
Doğası öyle olmasa bile, muhtemelen yaşadığı çetin hayat onu o hale
getirmişti.”
Atatürk’ün ölümünün onuncu yıldönümü olan 10 Kasım 1948’de Loraine’nin
BBC’den yayınlanan konuşmasında ise Atatürk’ün bu özelliğinden şu şekilde
bahsettiği görülmektedir:
“Bir türlü tanımlayamadığım, Onun dışında başka kimsede görmediğim, Ona hiç
çaba harcamadan herhangi bir problemle ya da durumla karşılaştığında öncelikli
sorunları diğerlerinden ayırabilme imkânı veren içgüdülere sahipti.”
Bu sözlerinden de anlaşılacağı gibi Loraine, taktikte ustalık yeteneğini
Atatürk’ün doğuştan sahip olduğu bir yetenek olarak değerlendirmektedir.
5- KARARLILIK
Loraine’nin altını çizdiği Atatürk’ün bir başka özelliği ise
kararlılığıdır. 13 Eylül 1942’de İngiltere’nin Sunday Times gazetesinde
Loraine’nin “Turkey and The Kemalist Tradition” başlıklı yazısında Atatürk’ün
verdiği kararlardan asla dönmediği, kararlarının arkasında korkusuzca durduğu
ve ölümüne kadar da bu özelliğinden asla taviz vermediği üzerine vurgu
yapılmıştır12.
Ayrıca 10 Kasım 1942 tarihli radyo konuşmasında da konuyla ilgili
görüşlerini şu şekilde belirtmiştir:
“Bu adam, hayatı boyunca doğru bildiklerini yapma konusunda tereddüde
düşmedi asla korku yaşamadı. En zor anlarda bile korkmadı. Nasıl korkusuz
yaşadıysa aynı şekilde korkusuzca öldü. Onun ölümünün büyük zaferine gölge
düşüreceğine kesinlikle inanmıyorum. O, halkının hayat standardını iyileştirdi.
Onun halkına bıraktığı en kıymetli hediye ise, onurlu kıymetli bağımsızlık oldu.”
10 Kasım 1948’de ise konuyla ilgili düşüncelerini şu şekilde dile
getirmektedir:
“Onun olağanüstü bir insan olduğunu düşünüyorum; kesinlikle eminim ki o çok
sıra dışı biriydi. Tehlikeden asla korkmadığı, dış görünüşünden kolayca
anlaşılabilirdi ya da karşısına çıkan sorunları halletmek için kararsızlık
göstermediği.”
Ayrıca aynı konuşmasında şu sözleri ile Atatürk’ün kararlarının üzerine
korkusuzca gittiğinin altını çizmiştir:
“Sorumlulukları çok ağırdı: ama o asla sorumluluklarından kaçmadı hepsini
kabul etti, asla sorumluluklarından korkmadı ve asla birbirine karıştırmadı
ayrıca o kendi kendisinin saygısını kazanmak için tüm gücünü ortaya koymak
durumunda idi. Mustafa Kemal Atatürk, münakaşa ve tartışmaları severdi. Bu onun
diğer insanları sadece düşündüklerini ortaya koymak için değil aynı zamanda
karakterlerini tahlil ettiği sınama yollarından biriydi. Atatürk’ün verdiği
hükümler nadiren hatalı olurdu. Onun hedefleri öylesine açık, ideallerinin
doğruluğu öylesine kesindi ki, insanlar üzerinde harekete geçirici bir etkiye
sahipti. Atatürk, doğa tarafından asla tükenmeyecek bir güçle ödüllendirilmiş
olmalı. Buna rağmen onun bu yeteneğinden kendini disipline ederek istifade ettiğini
düşünüyorum. Mustafa Kemal Atatürk, hayatın uzun, acımasız ve daimi bir sınav
alanı olduğunu gayet iyi biliyordu. Soruların yanıtlarını bulmaktan kendini
asla alıkoymadı.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder