İNGİLİZ BÜYÜK ELÇİSİ PERCY LORAİNE' nin ATATÜRK HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ
- 3 -
Burhan BURSALIOĞLU
6-
Diyaloga Açık Olma: ( 3 )
Loraine, Atatürk’ün “diyaloga açık olma” özelliğini 10 Kasım 1942 tarihli
konuşmasında şu şekilde değerlendirmektedir:
“O kesinlikle yaklaşılması kolay bir insan değildi, kuşkusunun üstesinden
güçlükle gelirdi, arkadaş edinirken oldukça ağır hareket ederdi çünkü doğası
gereği ne olursa olsun arkadaşlığından asla taviz vermezdi. Evet’çilerden (ki
“yes-man” tabiri İngiliz diline girdiğinden bir yüzyıl önce Türk dilinde çoktan
yerini almıştı.) nefret ederdi. Dalkavuklar Onu tiksindirirdi. Ancak bu
karakter dışındaki kişilerin daimi olarak görüşlerini duymak ve bilmek
isterdi.”
10 Kasım 1948 tarihinde yapmış olduğu konuşmasında ise konuyla ilgili şu
ifadeleri kullanmaktadır:
“Onun iletişim kurmakta kullandığı en sevdiği metot, kendisini,
kabinesindeki üyeleri hatta diyalog kurmak istediği herkese uyguladığı
psikolojik olduğu kadar da entelektüel olan sözlü sınavlardı. Bunlar araştırma
sınavları idi. Onun verilen cevaba oldukça yakın birbirine bağlı sorularından,
rahatlıkla meseleleri dikkatlice en küçük ayrıntısına kadar inceleyen bir
kişilik yapısına sahip olduğu anlaşılabilirdi. Üzerinde çok fazla düşündüğü
uzun ifadeli meseleleri bazen hızla, arka arkaya soru bombardımanı olarak
yöneltirdi. Bu art arda gelen sorularına aniden ünlem ifadeli sözleriyle ara
verir ve kaşlarını kaldırarak, buz mavisi gözleriyle içe işleyen, soğuk bir
bakış fırlatırdı. Karşısındaki bu bakışın ne anlama geldiğini anlardı. Bunun
anlamı, geveleme: Erkek erkeğe konuşuyoruz. Ne düşündüğünü duymak istiyorum,
demekti.”
Görüldüğü gibi Loraine, Atatürk’ün düşünceye asla sınırlama getirmeyen,
karar alırken her türlü eleştiriyi değerlendiren ancak bununla birlikte düşünce
sahibi olmayan, dalkavuk şahsiyetli kişilerden itina ile uzak duran bir lider
olarak, Onun bu özelliğinden övgüyle bahsetmektedir.
7 - Dünü, Bugünü, Yarını Başarılı Kavrayış:
Loraine’nin hayran kaldığı bir diğer özellik ise Atatürk’ün geleceğe
ilişkin doğru öngörülerde bulunabilme yeteneğidir.
10 Kasım 1942 tarihinde yaptığı konuşmasında Loraine, Başkentin
İstanbul’dan Ankara’ya taşımasını Atatürk’ün ileri görüşlü bir hareketi olarak
nitelendirmektedir. Neden böyle düşündüğünü şu sözleriyle açıklamaktadır:
“Mustafa Kemal eski başkentin deniz gücü karşısında savunmasız olduğunun
farkındaydı. Bu stratejik sebepti. Bunun yanı sıra bu kararının psikolojik
sebepleri de vardı. Gerçek Türkler Anadolu bozkırlarında yaşayan Türklerdi.
Meclisi Ankara’da açarak İstanbul’un kozmopolit yapısından uzaklaşmak istedi.
Bu nedenle Ankara’yı başkent yaptı. ”
10 Kasım 1948 tarihli konuşmasında ise Atatürk’ün gelecekle ilgili öngörü
yeteneği hakkında şu yorumu yaptığı görülmektedir:
“Cumhuriyet’in ilk günlerinde Atatürk, dönemin ve halkın modern yönetim
için henüz hazır olmadığının farkındaydı. Halk Osmanlı İmparatorluğu’nun
gelenekleri nedeniyle sömürülmüştü. Ve bu böyle devam ettiği sürece toplumun
değişmesi beklenemezdi. Dolayısıyla halk kadar yöneticilerin de yeni devlet
yapısına ve rejimin gereklerini yerine getirebilmek için eğitilmeleri
gerekiyordu. Bu arada Türkiye’yi modernleştirecek olan değerler sabit
tutulmalı, elde olan imkânlar ölçüsünde ilerleme sağlanması için çalışılmalı
idi. Hepsinden de önemlisi uygulanabilir bir ulusal ekonomi yaratılmalı idi; O
1923 yılında ulusuna seslenişinde dedi ki: Eğer on yıl içerisinde ulusal bir
ekonomiye sahip olamazsak, Kurtuluş Savaşımız, verdiğimiz onca mücadelemiz ve
fedakârlıklarımız boşa gidecektir.
Onun öngörüsü her ne kadar önceleri anlaşılmaz gelse de son derece doğru
idi. Onun dünyadaki meydana gelmesi muhtemel gördüğü hadiseler, Türkiye’nin
uluslar arası ilişkilerinde başarılı olabilmesi için izlemesi gereken yol gibi
konulardaki öngörülerini daima meslektaşları ile paylaşırdı. Ancak kabul etmek
gerekir ki, meslektaşları O’nun öngörülerini anlamakta zorlanırlardı. Ancak o
bu öngörülerin anlaşılması için bilgilendirirdi, tartışırdı, asla emir
vermezdi.”
8 - Güvenilirlik:
Loraine Atatürk’ün güvenilirlik özelliğini Atatürk’ün dış politika tutumuna
bağlı olarak değerlendirmiştir. Atatürk, kendinden çok milletinin gücüne
inanmakla birlikte gerektiğinde barışı korumak maksadıyla ittifaklar kurmaktan
çekinmemiş, geçmişe dayalı kin ve düşmanlık hisleriyle asla hareket etmemiştir.
Loraine, Atatürk’ün barışı koruma konusunda da son derece samimi olduğuna
inanmaktadır. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin de Atatürk’ün bu ilkesinden
taviz vermeyeceğine duyduğu inancını 29 Ekim 1941 tarihinde yapmış olduğu
konuşmasında şu şekilde ifade etmektedir:
“Bugün kuruluşunu kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti’nin milli bayramıdır. Bu
şanlı tarih, sonradan Kemal Atatürk namıyla tanınan Mustafa Kemal ismi ile her
zaman bağlı kalacaktır. Türkiye için Cumhuriyet’in ilanı Türklerin hürriyetine
kavuşmaları ve devletin halka karşı olan mesuliyetlerini kabul etmesi demek
olmuştur. Bu Britanya için serbest bir Türkiye’ye elini uzatmak ve eski Osmanlı
devrinde kabil olamayan bir şekilde sağlam bir dostluğun temelini atma
fırsatını vermiştir. Ve şimdi, insaniyet tarihinin bu en zor günlerinde bu
dostluk bir müttefikliğe dönüşmüştür. Bu gayet tabii bir şeydir. Çünkü, iki
tarafta mihver zaferinin yalnız menfaatlerini değil, fakat aynı zamanda
ideallerini de rencide edeceğini hissederek bu ittifaka girişmişlerdir.
Türkiye, İsmet İnönü de, büyük selefi Kemal Atatürk’ün mesaisini başarmağa en
uygun bir devlet reisi bulmuştur.”
10 Kasım 1942 tarihinde Loraine’nin Atatürk’ün dördüncü ölüm yıldönümü
nedeniyle geçekleştirilen radyo yayınında da Atatürk’ün barışı koruma
çabasından şu şekilde övgüyle bahsettiği görülmektedir:
“… Sizlere kısaca ülkenin dış politikasından bahsedebilirim. Herhangi bir
yabancı devlet ile iyi ilişkilerin kurulması ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin
bağımsızlığının ve egemenliğinin tanınması ve Ona saygı duyulmasından sonra
gerçekleşebildi. Ne yazık ki çok az devlet Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan
sonra, yirmi yıldan az bir süreçte savaş baltalarını gömerek, eski zamanlardan
kalmış olan kinlerini unutabildiler. Savaş baltasını ilk gömen devlet Rusya
oldu. Saltanatın eski üyeleri olan Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya ise
Türkiye’nin Balkan Antantı’nda ortakları oldular. Bulgaristan ise diğer Balkan
devletlerinden uzak durdu ve kendisine uzanan dostluk elini reddetti. Türkiye
İran, Irak ve Afganistan ile de Sadabat Paktı’nı imzaladı. Böylelikle Türkiye
Yakın ve Orta Doğu’da barışın ve iyi niyetin en önemli faktörü haline geldi.
Diğer taraftan Atatürk ve bakanları küçük devletlerin büyük devletlere nazaran daha
büyük bir tehlike arz ettiğini düşünüyorlardı. Dolayısıyla bir taraftan dış
politikalarında komşularına anlayışla yaklaşıp, dostluk ellerlini uzatırken,
diğer taraftan da istikrarlı bir şekilde savunma güçlerini güçlendirmek için
orduya yatırım yaptılar. Bu dönemde ülke gelirlerinin %35’inin savunma
giderlerine gittiği görüldü.
1930’lu yılların ortalarında İngiltere ile Türkiye arasında dostluk
ilişkilerinin kurulması mümkün oldu. 1914 yılına kadar olan olaylar Türkiye ile
İngiltere arasındaki dostluk ilişkisini diğer devletlere nazaran daha çok
bozacak nitelikteydi. Ancak Atatürk bunların hiçbirini önemli görmedi ve
İngiltere ile dostluk ilişkilerinin geliştirilmesini istedi. İngiltere’nin de
Türkiye ile dost olmak için gösterdiği gayretler samimi idi.”
Loraine, 10 Kasım 1948 tarihli konuşmasında ise konuyla ilgili şu
görüşlerine yer vermiştir:
“Atatürk’ün izlediği dış politikada hiç diktatörlük kokusu var mıydı?
Hayır, kesinlikle yoktu. Onun politikası, barış, dostluk, uzlaşma
politikasıydı. Komşuları olan diğer ülkelerin, yeni Türkiye Devleti’ni kabul
etmeleri ve kara sınırlarına saygı göstermeleri koşulu ile de daima Onun dış
politikası savaş karşısında bir garanti idi.
Bu bağlamda, Rusya ile baltalar gömüldü; Yunanistan ile çekişmeler sona
erdirildi ve gergin ilişkilerin yerini sıcak ilişkiler aldı. Balkan Antantı
yapılarak Balkanlarda süregelen kan davası sona erdirildi. Bulgaristan ise bu
birlikten uzak durmayı tercih etti. İran, Irak ve Afganistan ile
gerçekleştirilen Sadabat Saldırmazlık Paktı ile doğu sınırlarındaki barış
garanti altına alındı. Fransa ile ilişkiler iyi ve dostaneydi. Faşist İtalya
ile ise, normal diplomatik ilişkiler sürdürülmekle beraber çok iyi değildi.
İngiltere ile ise sadece sıcak ilişkiler değil aynı zamanda en yakın dostane
iyi ilişkiler geliştirildi ve günümüz Türk-İngiliz ilişkilerinin temelini
oluşturdu.
Son olarak şunu söylemek gerekir ki, Kemalist Cumhuriyet’in öncü
yöneticileri kesinlikle revizyonist değildiler.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu düzen 1939’a
kadar çok güçlü idi ki, günümüzde de hala dimdik ayaktadır. Türkiye’nin bu
kararlı duruşu sadece Türkiye’nin geleceği için değil aynı zamanda acılarla
dolu kararsız dünya için de bir denge unsuru teşkil etmektedir. Türkiye kendi
gücünün farkındadır; Türkiye dostlarını çok iyi tanımaktadır, Türkiye rejimine
sadıktır, Türkiye gelecekte de sözünü tutacaktır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder