22 Şubat 2012 Çarşamba

MİLLİ EĞİTİMDE OLANLAR




MİLLİ EĞİTİM  KURUMLARINDA  GERİYE  DÖNÜŞ MÜ?
 Burhan Bursalıoğlu

AKP iktidarında  bu güne kadar, ME Bakanlığına  üç bakan görev yaptı. Özellikle Hüseyin Çelik ve Ömer Dinçer  zamanlarında, eğitimimizde  birçok  değişiklikler oldu. Asıl olan daima ileriye dönük yenilikler yapmaktır. Bugüne dek yapılan değişiklikler  ileri  yerine,  olanı yok etmek  şeklinde olmaktadır.

Okulların isim tabelalarındaki  TC  kaldırıldı. Üzerinde yaşadığımız Devletimizin adı Türkiye Cumhuriyeti olduğuna göre tabeladaki  TC  nin ne zararı vardı anlayamadım.
Tüm öğrenci yurtları yönetmeliği değiştirilerek, “ Yurtlarda dinsel propoganda  yapmak suç olmaktan  çıkarıldı” Dinimizin tanıtılmasının   propogandaya ihtiyacı mı vardı ki böyle bir değişikliğe gerek görülmüş.
Yasalara, yönetmeliklere, Milli Eğitimin temel ilkelerine aykırı  olmamasını, ders konularının  ana ilkelere ters düşmemesini kontrol eden,  Temel Eğitim politikalarını belirleyen, programları hazırlayarak  okullara tavsiye kararları alan Talim ve Terbiye nin tüm üyeleri  167  kişi  başka yerlere atandı veya emekli edildi. Ömer Dinçer de bunları kızağa çekerek , yeni elemanlar atadı.
Aynı zamanda 1739 sayılı ME Temel kanununda değişiklik yapılarak, kitapların seçimi, inceleme ve denetleme yetkileri Talim ve Terbiye Kurulundan alındı.
Cumhuriyetimizin onuncu yılı için hazırlan  Onuncu Yıl  Marşı  okullarda söylenmesi yasaklandı, kitaplardan çıkarıldı. Nedeni;  marştaki  Demir ağlarlarla ördük, ana yurdu dört baştan” dır.
Beyoğlu Belediyesi, ilköğretim öğrencilerine dağıttığı “Trafik Rehberi “nde kazalar için şu ifadeler yer alıyor:
Kuşkusuz trafik kazaları da diğer büyüklü küçüklü bütün olaylar gibi takdir-i ilahidir. Çünkü her  şey Allahın taktirine bağlıdır. Onun ilminin, taktirinin dışında bir şey olmaz,  olamaz. Hatta bir yaprak dahi onun izni olmadan kıpırdamaz…” 
Allah her insana akıl vermiş. Bu aklı iyi kullanın. Yaptığınız her şeyden sorumlusunuz diyor.  Allah bizim yaptığımız her şey için yönlendiriyorsa “Taktir-i İlahi” diyorsak, suç işleyenler için neden mahkemeler kurulmuştur. Neden cezalandırılıyorlar? Bu dünya’da yaptığımız her şey için, öldüğümüzde sorgu suale tabi tutulmuyor muyuz.? Dinimizde, her insanın bir yazgısının olduğu gerçeğini inkar etmiyoruz. Ama, onun yanında bir de aklımız var. Aklımızı kullanmak, olacak iyilik ve kötülük bize aittir.
Yeni ders kitaplarında, Atatürk’le  Vahdettin  arasında  uyum olduğunu çağrıştıran ifadeler bulunmaktadır.

Yeni kitaplarda, Vahdettin’in İngilizlere sığındığı ifadeleri yok.
8. sınıfların İnkilap Tarihi kitaplarında, Atatürk’ün eşi Latife Hanımın, başı açık fotoğrafı kaldırılarak yerine başörtülüsü konmuş.
Yeni kitaplarda,Atatürk’ün giriştiği İstiklal savaşına karşı, Vahdetinle Damat  Ferit paşanın İngilizlerle iş birliği yaptığı yer almıyor.
Yeni ders kitaplarında, Laiklik tanımlanırken, laikliğin  dinsizlik olark algılanmasını sağlayacak  Dini olmayan şey “ ifadesi  kullanılıyor.
Liseler için hazırlanan kitaplarda Atatürkün  Nutku  konulmazken,  Türkler bir milyon Ermeni yi, 30 bin Kürdü katletti “ diyen  Orhan Pamuk’ a yer veriyor.
Yine kitaplarda Şeyh Sait isyanı yerine “Doğu isyanı” adı kullanılmış.
2 Ekim 1920 de Konya’da, Fransız ve İngilizlerin desteğiyle, TBMM  ne kafa tutarak isyan çıkaran ve yenildikten sonra Yunanlılara sığınan  Delibaş Mehmet’ in isyanı kitaplarda yer almıyor. Bugün Konya’nın bazı yörelerinde Delibaş Mehmet evliya olarak tanıtılıyor.

İlk öğretim öğrencileri için başlatılan 100 Temel Eser uygulamasıyla yayınlanan kitaplara, Atatürk, Cumhuriyet, ve laiklik karşıtı ifadeler, hurafeler ve argo sözler, yabancı masal kahramanlarının  diyaloglarına yer verilmiş. Tarikat liderlerinin, yasaklanmış kitapları, takma adlarla öğrencilere sunuluyor…
8 yıllık mecburi  eğitim ve öğretim   kesintili olarak 12 yıla çıkarıldı. 4+4+4   düzeninde, 2012 – 2013  öğretim yılında uygulamaya başlanacak.  Öğrenci ilk dört yılın sonunda  istediği meslek okuluna  gidebilecek. Dışardan  bitirme  de yapabilecek.
10 yaşında bir çocuğun meslek seçimini yapması mümkün mü?  Bu nasıl bir zihniyettir.? Çocuk doktor olmak istiyorsa, sanat okulu, imam hatip okulu gibi  doktorluğunda bir okulu var mı? Yok. Denecek ki düz okulları okuyacak, üniversitede o bölümü seçecek.  İyi de diğer meslekler için de aynı yöntem uygulansın. Liseden sonra mesleğini seçsin. Eğitim ve öğretimi mecbur olması isteniyorsa, dışardan bitirme ne oluyor?  Okula devam mecburiyeti  yok da, 12 yıllık eğitimi tamamlama mecburiyeti mi var? 
Böyle öğrenciler mi isteniyor?

Sayın Başbakan, dindar gençlik  yetiştireceklerini söylerken, "dininin,dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin,  kininin, kalbinin davacısı olacak " şeklinde  açıklama yapıyor.  Demek ki, biz yıllardır, Afrika’da yaşayan ilkel kabileler gibi yaşamışız da haberimiz yokmuş.  Kininin davacısı” ne oluyor?  Kime kin beslenecek, kimden intikam almak için  kindar gençlik yetiştirilecek? Bu tür fikirler tehlikelidir. Bir Başbakan’a yakışmıyor.
MUSTAFA AYDIN
                                         
Akıllının birisi, Erzurum, Dumlupınar İlköğretim Okulunun Müdürü Mustafa Aydın  bir toplantıda söz alarak, yaramaz çocuklar için akla hayale gelmeyecek öneride bulunmuş.
Emniyette suçluların kanı alınsın gen haritası çıkarılsın. Çocuklar doğduktan sonra analizi yapılsın. Vatan ve millete zararlıysa yok edilsin.” Adam öğretmen değil, sanki cellat. Hitler’in kafasını  taşıyor.Bu adama yüzlerce de çocuk teslim ediliyor. Öncelikle bu adamın kanı alınıp genleri incelenmeye alınmalı. Yazık,hem de çok yazık. 
İstenirse kravat böyle görünür

Öğrencilerin kılık kıyafet yönetmeliğinde de değişiklik yapılıyor.  Öncelikle kravat kaldırılıyor. Modern  insanların  vazgeçilmez giysi aksesuarlarından biri. Gerekçe olarak da, bağlantının  bir kısmı yukarıda bir kısmı aşağıda olunca çirkin görünüyormuş. Kravat takmanın bir şekli vardır. Kontrol edilsin, tüm öğrenciler aynı taksın. Suç aranacaksa kontrol yapmayanlarda aramak lazım. Kravatın ne günahı var.Bundan sonra, gömleğinin düğmeleri  göbeğe kadar açık, berduş gençlik yetişir. 
Bu öğrencile de büstü sararak sevgilerini ifade ediyorlar

Kızlara,  her  kademedeki öğrencilere türban taktırılır ve etek yerine pantolon veya şalvar giydirilir. O zaman görüntü daha güzel olur!
Kartal İmam Hatip lisesinden dört kız öğrenci, bahçelerindeki Atatürk büstüyle alay eder şekilde poz vererek resim çektirmişler. İki kız, büstün başına boynuz işaret yapıyor, ikisi de parmaklarını burun deliklerine sokuyor. Büyük bir terbiyesizlik. 
Bunlar da alay ediyor
 
Bu  çocuklara, Atatürk’le alay etme,Onu küçük düşürücü davranışlara itme isteğini aşılayan öğretmenleridir. Atatürk’ü  çocuklara nasıl anlatmışlar ki, onlar da  böyle bir hareketi normal görmüşler. Atatürk düşmanlığı neden hep İmam Hatip Okullarında hortluyor? Anlamak mümkün değil.
İlköğretim okullarında her sabah söylenen “Andımız” sadece Pazartesi sabahı Bayrak merasiminde söyleniyor. O da yakında tamamen kaldırılır.

Yukarıda Milli Eğitimde yapılan  ve aklımda kalanlar, ileriye dönük  yenilikler midir, yosa geriye dönük özlem giderici  uygulamalar mıdır?  Yorumu Size bırakıyorum.

20 Şubat 2012 Pazartesi

SÖYLEMLER




ATATÜRK’ÜN  SPOR  HAKKINDA  SÖYLEDİKLERİ



“Cumhuriyet, fikren ilmen ve bedenen kuvvetli ve yüksek seviyeli muhafızlar ister. Yurt savunması bakımından bu derece ehemmiyetli olan izcilik, ferdi ve  Milli Eğitim bakımından da o nispette önemlidir.”
“Bir toplum yalnız  spor ile rengini ve kuvvetini değiştiremez. Orada hakim olan sıhhi, sosyal, medeni  bir çok gereç şartların  teminine yönelen teşebbüs ve tedbirlerin uygulanması lazımdır.”
“ Türk Milleti anadan doğma sporcudur. Henüz yürümeye başlayan köy çocukları bile harman yerinde güreşirken görürsünüz. Ata en çok ve iyi binen yalnız Türk Erkekleri değildir. Türk Kadını da bu işi iyi bilir.”
“Maarifin vazifelerinden birincisi çocukların terbiye ve talimi, ikincisi halkın terbiye ve talimi, üçüncüsü, milli güzidelerin yetiştirilmesi için lazım gelen vasıtaların izhar ve teminidir.”
“Türk Çocukları her kavmin çocukları gibi doğdukları andan itibaren tabiatın kendilerinde yarattığı hareket ve faaliyetlere ellerini, kollarını, bacaklarını hareket ettirmekle başlarlar.Sonra çocuk büyüyünce bulunduğu muhitin şartlarına göre, tarlalarda, bayırlarda, tepelerde, kayalık içinde, ormanda koşar, yürür, hiçte yaptığının ne olduğunu düşünmeksizin bugünkü ilim dünyasının spor  dediğini kendiliğinden yapar. Güreşir, ata biner, cirit oynar ve daha bir çok milli sporları yapar.”
“Dünya’da yenilmez kimse, yenilmeyen takım, yenilmeyen ordu, yenilmeyen kumandan yoktur. Yenilgilerden sonra, üzülmek de tabiidir. Ancak bu üzüntü insanın maneviy7atını yok edecek, onu çökertecek seviyeye varmamalıdır. Yeniden toparlanarak, kendini yeneni yenmek için olanca gücü ile, azimle  daha çok çalışmalıdır.”
“Spordan yoksun olan bir gençlik, nasıl ki Vatan müdafaası sırasında etkili olamıyorsa, insan denen varlığın kafa yapısında ne derece tekamül ederse etsin, bedeni inkişafı noksan ve yetersiz olursa, o kafayı ileriye götüremez, taşıyamaz."
“Yorgunluk her insan, her mahluk için bir haldir. Fakat insanda yorgunluğu  yenebilecek manevi bir kuvvet vardır. Ki işte bu kuvvet yorulanları dinlendirmeden yürütür.”
“Türk Gençliğinde ve Türk Halkında spor ve beden hareketlerine sevgi ve alaka uyandırmalı, bunlar bir kitle hareketi, milli bir faaliyet haline getirilmelidir.”
“Bütün millet ve memleket evlatlarını sportmen yapabilmek için sarf edilen çalışmanın ehemmiyet ve kutsiyeti aynı derecede kıymetli ve mühimdir.”
“Muvaffak olmak için her türlü  yardımdan ziyade, bütün milletçe sporun mahiyeti, kıymeti anlaşılmak ve ona kalpten sevgi göstermek, onu vatani vazife saymak lazımdır.”
“Her ulus, çocuklarının sıhhatli ve gürbüz olmaları için, yaşadıkları bölgenin sıhhi şartlarını temin etmek, devlet halinde bulunan siyasi teşekküllerin en birinci ödevidir.”
“Beden hareketlerinde esas, nesilden,  nesile intikal eden adetlerdir. Birinci asırda bütün dünya milletleri için spor esaslarının tekniği bundan doğmuştur.”
“Zafer, -zafer benimdir- diyebilenin; başarı, -başaracağım- diye başlayanın ve-“başardım- diyebilenindir.”
Türk Çocuklarına  sporun bugünkü tekniğini öğretmek ve bunların bir kısmını bazı törenlerde ve bayramlarda dekor ortaya koymak gerekir. Buna lüzum var mı, yok mu? Soruya şöyle cevap verilebilinir. – Esasen yoktur; fakat hakikati ufak bir örnekle ispat edebilmek için gereklidir.”               
“ Spor, yalnız beden kabiliyetinin bir üstünlüğü sayılmaz. İdrak ve ahlak da bu işe yardım eder. Zeka ve kavrayışı kısa olan kuvvetliler, zeka kavrayışı yerinde olan daha az kuvvetlilerle başa çıkamazlar.”
“Ben  sporcunun zeki, çevik, aynı zamanda ahlaklısını severim.”
“Her çeşit spor faaliyetini Türk Gençliğinin Milli terbiyesinin ana unsurlarından saymak lazımdır. Bu işte Hükümetin şimdiye kadar olduğundan daha çok ciddi ve dikkatli davranması, Türk Gençliğinin, spor bakımından daha milli heyecan içinde,  itina ile yetiştirilmesi önemli tutulmalıdır”
“ Müspet bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde  olduğu kadar beden terbiyesinde de kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan erdemli, kuvvetli bir nesil yetiştirmek ana siyasetimizin  açık dileğidir.”
“Muhterem Gençler, hayat mücadeleden ibarettir. Bundan dolayı hayatta yalnız iki şey vardır. Galip gelmek ve mağlup olmak. Size, Türk Gençliğine tevdi ettiğimiz vicdan emaneti, yalnız ve daima galip olmaktır. Ve eminim daima galip olacaksınız.”
“ Bir insan hayatında büyük bir muvaffakiyet kazanabilir! Fakat, yalnız onunla övünerek kalmak isterse, o muvaffakiyet de unutulmaya mahkümdur. Onun için çalışmak ve daima  muvaffakiyet aramak herkes için  esas olmalıdır”
“Dünya’da spor hayatı ve spor dünyası çok mühimdir. Bu8 kadar mühim olan spor hayatı bizim için daha mühimdir.. Çünkü ırk meselesidir, ırkın islahı ve ferahı meselesidir. Ve hatta biraz da medeniyet meselesidir.”
“Açık ve kati olarak söylemeliyim ki, sporda muvaffak olmak için her türlü  muavenetten ziyade,  bütün Milletçe sporun mahiyeti ve kıymeti anlaşılmış olmak ve ona kalben muhabbet ve onu  vatani vazife telakki  eylemek lazımdır.”
“Sizler, yani  yeni Türkiye’nin genç evlatları, yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz. Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler asla yorulmazlar. Türk Gençliği, gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir.”
“En güzel coğrafi vaziyette ve üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye, endüstrisi, ticareti ve sporu ile en ileri denizci millet yetiştirme kabiliyetindedir. Bu kabiliyetten istifade etmeyi bilmeliyiz. Denizciliği Türk’ün büyük Milli Ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız.”
“Türk çöcuğu her işte olduğu gibi,  havacılıkta da, en yüksek düzeyde, gökte seni bekleyen yerini az zamanda dolduracaksın. Bundan,  gerçek  dostlarımız  sevinecek, Türk Ulusu mutlu olacaktır.”
“Türk yurdunun dağlarında, ormanlarında, her bucağında nasıl bir bilgi ve kendine güvenle yürüyor, dolaşıyorsa, Vatan göklerinde de aynı surette dolaşabilmelidir. Bu ise Türk’ü çocukluğundan vatan kuşları ile yurt havası içinde yarışa alıştırmakla başlar.”
“Kanatlı bir gençlik, Yurdun geleceği bakımından en büyük güvencedir. Bir gün batılılar, aya ayaklarının izlerini bırakacaklarsa, bunların arasında bir de Türk’ün bulunması için şimdiden çalışmalara girişmek, aşamalar kaydetmek gerekir.”
“İstikbal  göklerdedir. Göklerini korumayan uluslar, yarınlarından asla emin olamazlar.”
“Benim en çok sevdiğim spor Serbest güreştir. Hangi Türk Askerini, köylüsünü isterseniz soyup meydana çıkarınız. Dik omuzları, iyi, kusursuz teşekkül etmiş adaleleri, keskin yüz çizgileri, yanık, tatlı renkleri, kafa yapıları, insanın ruhuna itimat ve neşe veren bir eser olarak canlanır.”
“Türk sosyal bünyesinde spor hareketlerini düzenlemekle görevli olanlar, Türk Çocuklarının spor hayatını yükseltmeyi düşünürken, sadece gösteriş için, herhangi bir yarışmada kazanmak emeliyle bir spor yaptırmazlar. Esas olan, bütün, her yaştaki Türk’ler için beden eğitimi dağlamaktır.”
“ Her boy ölçüşmede arkalarında Türk Milletini bulunduğu ve Millet şerefini düşünmelerini, Türk sporcularına meslek düsturu olarak kaydediyorum.”


13 Şubat 2012 Pazartesi

TÜRK SPORUNUN BABASI


ATATÜRK  GENÇ  CUMHURİYET' in  TEMELLERİNİ  ATARKEN  SPORA da  DEĞER VERİYORDU

Atatürk’ün ölümünün ardından, o zamanlar dünyanın en güçlü spor gazetesi olarak kabul edilen, Fransız “L’Ando”  gazetesinin, Atatürk’ün spora verdiği büyük önemi uzun, uzun  dolu sayfalarda  öven makalesinde  şöyle başlıyordu.
Dünya da ilk defa beden eğitimini mecburi kılan devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk oldu.  Yalnız kağıt üzerinde ve nutuklarda değil, bunu bilfiil yerine getirdi.
Stadyumlar, ve çeşitli spor merkezleri tesis ettirdi. Halkevlerinin bizzat spor kollarını denetledi ve O’ nun döneminde Türkiye’de spor, gittikçe artan bir önem ve değer kazandı.”

ATATÜRK  VE  GENÇLİK
Atatürk Yeni bir devletin, Genç Cumhuriyet’in geleceğinin sağlam temellere oturtulması için Gençlere önem vermiş, onlara inanmış ve onları zinde tutmak için, birçok konulardan önce spora   değer vermiştir. 
Neler yapmıştır.?
Kısa  bilgilerle, belleğimizin tazelenmesine  yardımcı olalım.
Atatürk gelişmiş çağdaş ülkeler düzeyine ulaşabilmesi için genç kuşağın, ruhen, fikren, ahlaken, ilmen ve bedenen iyi geliştirilmesi gerektiğine inanan, büyük bir devlet adamıdır.
 Bu nedenle, gençliğin beden eğitimi ve spor faaliyetlerine büyük önem verdiği bilinir.
Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş faaliyetlerinden daha önceleri de bu konuda çalışmalarda bulunmuştur.
Mustafa Kemal’in Türk spor ve gençliğin  bedensel eğitimi konusundaki ilk çalışmasını  izcilikte  görmekteyiz.
1915 yılında, “ Genç Osmanlı Dernekleri Genel  Müfettişliği” ne atanan Miralay Mustafa Kemal, bir rapor hazırlayarak, zamanın hükümetine sunmuştur. Bu raporunda, üzerine durduğu ana konu şunlardır.
-    Yeni neslin fikri ve bedeni eğitimi için Genç Der5nekleri ve  izcilik ele alınmalıdır.
-    - Beden Eğitimi okullarda programlı olmalıdır.
-    - Spor kulüplerinde sağlığın korunması, spor fizyolojisi  ele alınmalıdır.
-    - Spor kulüp başkanları siyasetin dışında  kalmalıdırlar.
-    - Beden Eğitimi  ders  saatleri artırılmalıdır.
-    - Yeni neslin bedeni ve fikri eğitimi için Genç dernekleri ve izcilik ele alınmalıdır.
-    - Gençler 12 yaşından sonra esaslar dahilinde yetiştirilmelidirler. 
-    - Miralay Mustafa Kemal o günlerde “ Esas olan bütün her yerdeki Türkler için beden terbiyesini  sağlamaktır.” Sözüyle  sporda hedefin halkın sağlığı ve toplum sporu olduğunu işaret ederek, günümüzde tüm toplumlara benimsenen bir ideal olan “Herkes için Spor” hedefini tespit etmiş ve zamanın görevlilerini bu konuda uyarmıştır.
İLK  SPOR  KULÜBÜ
TBMM açılışından 3 ay sonra, 18 Temmuz 1920 günü Atatürk’ün emriyle “Muhafız Alayı “ adında bir spor kulübü kurulmuştur. Bu birliğin başına getirilen Mülazım ( Teğmen )  İsmail Hakkı Beyin çalışmaları ve Atatürk’ün büyük desteği ile, Muhafız Alayı, 1 Haziran 1923 günü “ Muhafız Gücü “ adıyla geniş kapsamlı bir spor kulübü haline getirilmiştir.
Muhafız gücü Atatürk  zamanında spor alanlarındaki büyük başarılarıyla dikkati çekmeye başlamış, futbol, atletizm, binicilik, bisiklet ve pola gibi spor dallarında başarılar elde etmiş ve pek çok  şampiyonluklar kazanmıştır.
1924  Paris Olimpiyat amblemi


Futbol takımı 1924-25, 1925-26, 1926-27, 1927-28  ve 1928- 29 sezonlarında, Ankara futbol ligi şampiyonluğu,  1927 yılında, 1924 deki ilk şampiyonadan sonra ikinci kez düzenlenen Türkiye Futbol Şampiyonasında da Türkiye şampiyonu olmuştur.
Ve Türkiye’nin ilk resmi spor örgütü olan “ Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı 1922 yılında İstanbul da  kurulmuştur.
Cumhuriyet ilkelerine bağlı olarak kurulan bu ilk spor cemiyetinin ve federasyonlarının yöneticileri 1924 yılında Atatürk’ün yarattığı demokratik ortamda seçimle belirlenmiştir. Ve bu yöneticilerin de her  federasyonun ( Atletizm, Futbol, Güreş ) yöneticilerini seçmeleriyle demokratik  spor örgütlenmelerinin  temelleri atılmıştır.
İlk İdman Cemiyetinin Başkanlığına Ali Sami Yen As başkanlıklarına da Burhan Felek ve Ali Seyfi Beyler getirilmiştir.
Atatürk başkanlığındaki 16 Ocak 1923 tarihli Bakanlar  Kurulu toplantısının 170 sayılı kararıyla, Türkiye İdman Cemiyeti İttifakı, “ Türk Gençliğinin terakki ve tealisine hadim ve kayd-ı menfaatten tamamen azade olduğu ve her memlekette İdman Cemiyetlerinin bu surette telakki edilerek her türlü himayeye mazhar bulundukları cihetle….”  Kaydı ile “Kamu yararına dernek” olarak kabul edilmiş ve böylece ilk kez devlet spora ve sporcuya destek olarak yardım elini uzatmıştır.
Ardından Yusuf Ziya Öniş başkanlığında yapılan toplantıda, ilk Türk Federasyonu “ Futbol Heyet-i Müttehidesi” adıyla kurulmuştur. 
1936 Berlin Olimpiyatlarına katılan Türk Sporcuları
FİFA ya GİRİŞ ve  OLİMPİYATLAR
 FİFA ya yapılan resmi başvurunun sonucunda da Türkiye 21 Mayıs 1923 tarihinde FİFA nin 26 üyesi olmuştur.
FİFA üyesi Türkiye ilk Milli maçını Cumhuriyet’in ilanından üç gün önce oynamıştır. 26 Ekim 1923 tarihinde İstanbul Taksim Stadında Romanya ile oynanan maç 2-2 sonuçlanmıştır.
Paris Olimpiyatlara katılış,  Ata’nın, Türkiye’ye uygulanmakta olan olimpiyat  ambargosunu  kaldırmayı başarmasıyla mümkün olabilmiştir.
Şöyle ki: Türkiye daha önce katıldığı 1912 – 1916 olimpiyatlarda, sporcuların yarışmasına rağmen , Devlet statüsünde değerlendirilmediği  için ambargo konmuştu.
1920 de kişisel başvurular yapılmışsa da, savaş suçlusu olarak boykot edilmişti. Atatürk’ün ısrarı üzerine Lozan görüşmesinde, hem boykot kaldırılmış, hem de Türkiye’nin “ İlk kez Devlet statüsünde” katılması kabul edilmiştir.
Birinci Dünya Savaşını kaybeden Almanya ve İtalya gibi ülkeler, kendilerine dayatılan her türlü anlaşmaya imza atmak zorunda kalırlarken, savaşı kaybeden ülkeler grubunda olmasına rağmen, Türkiye,  anlaşma için şart koyan ve önerileri kabul edilen “Tek Ülke” olmuştur.

Yeni Türk devletinin, bütün kaynak ve olanak yetersizliğine rağmen, 1924  Paris Olimpiyatına katılma kararı almıştır. 16 Ocak 1924 tarihinde toplanan  Bakanlar Kurulu Kararnamesinde, Atatürk’ün direktifiyle, 1924  Olimpiyat  oyunları hazırlıkları için 17 bin lira Türkiye İdman Cemiyetleri emrine verilmiştir.
O devirde 1700 altın lira karşılığı çok önemli bir tutar olarak tahsis edilen bu bedel, yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti için gerçekten büyük bir fedakarlık   sayılmalıyken, ilave olarak da 1924 yılı bütçesine, spor için Atatürk’ün talimatıyla 50 000 lira ödenek konulmuştur.

Henüz 7 aylık Genç Türkiye Cumhuriyeti, 1924 Paris Olimpiyatlarında ilk kez temsil edilmiştir.
Böylece Türk Sporcuları, atletizm, eskrim, futbol ve güreş dallarında, Dünya’nın en seçkin sporcularıyla yarışmak ve dünya sporunu yakından tanımak fırsatını buldular.
3 atlet, 3 bisikletçi,  1 eskrim, 4 güreşçi ve 19 futbolcu ile gidilen Paris’te Türk sporcuları başarılı olamadılar.
Olimpiyata katılan  sporculara, Avrupa’da dolaşıp, görgülerini artırma imkanı  da sağlandı. Yurda dönüşlerinde, oyunlarda kazanmışlarcasına itibar gördüler.
 Ayrıca Ata’nın emriyle, Milli  takımı  Paris oyunlarına hazırlamak için İskoçya dan antrenör  Billy Hunter  getirtilmiştir. Hunter, Türk futbolcularına çağdaş futbolu tanıtan ve sistemli bir şekilde çalıştıran ilk teknik adam olarak Türk futbol tarihine geçmiştir.
 25 Mayıs 1924 de oynanan Paris Olimpiyatları, birinci tur futbol maçı olan Çekoslovakya maçı Türkiye’nin, yurt dışında oynadığı ilk resmi maçtır.  5000 seyircinin izlediği  bu maçı Türkiye   5 – 2 kaybetmiştir. Bir ay sonra Kuzey Avrupa turnesine çıkan Milli takım yaptığı 4 maçın birinde mağlup olmuş, üçünü de kazanmıştır.
İLK  HAKEMİMİZ
1924 yılında FİFA  nın isteği ile, Sovyetler Birliği – Türkiye maçını,  Hamdi Emin Çap’ın yönetmesi ile de, bir Türk hakemi ilk kez bir milli maçta görev almıştır.
ANTRENÖR ,  HAKEM  ve  ÖĞRETMEN YETİŞTİRME
İlk kez hakem ve antrenör kursu açılması da bu döneme rastlamıştır.  İlk deplasman lig kapsamındaki “Milli Küme”    maçları yine bu dönemde tertip edilmiştir.
Atatürk, Türk sporunun ilk  öğreticilerinin  yetiştirilmesi konusuna da  öncelik vererek, Beden Eğitimi Öğretmeni yetiştirecek okul tesis edilmeden önce, Çapa Muallim Mektebinde bir kurs açılmış ve başına da , Avrupa’da Beden Eğitimi öğrenimi yapmış bulunan  Selim Sırrı  Bey ( Tarcan)  getirilmiştir. Bu  arada bayan Beden Eğitimi öğretmeni yetiştirmek üzere de İsveç’ten iki bayan öğretim üyesi getirtilmiş, bunlar da Çapa Muallim Mektebindeki özel kurslarda  görev alarak kız öğrencileri yetiştirmişlerdir.
Atatürk bu konunun üzerinde büyük bir titizlikle durduğundan, bunu da yeterli görmemiş, öğretmen  adayları arasında, dokuz aylık kursta başarı  gösterenler, ihtisasta bulunmak üzere Avrupa’ya gönderilmişlerdir.
Atatürk bu kurslara subayların da katılmasını özellikle istediğinden, kursa katılıp başarı sağlayan subaylar, askeri okullarda, modern beden eğitiminin ilk tatbikatçıları olabilmeleri için Avrupa’ya ihtisas eğitimine yollandılar.
8 Ocak 1925 tarihli Vatan  gazetesinin birinci sayfasında “ Avrupa’ya tahsile gidecek Gençlerimiz” başlığı altında yayınlanan bir haberin sadeleştirilmiş  hali şöyledir.
“ Maarif vekaleti ( Milli Eğitim Bakanlığı)  tarafından, muallimlik tahsil edilmek üzere birkaç gencin Avrupa’ya gönderilmesinin kararlaştırıldığını yazmıştık. Yapılan müsabaka imtihanında  muvaffak olan gençlere dün yolluklar verilmiştir. Bunlar üç güne kadar Avrupa’nın muhtelif şehirlerine gideceklerdir.
Bu gençlerden
Vildan Aşır (Savaşır)  ve Suat Hayrı (Ürgüplü) beyler Beden Eğitimi tahsili için Stokholm’daki Kraliyet yüksek Beden Eğitimi Enstitüsüne; Ulvi Cemal (Erkin) ve Cezmi Rıfkı Beyler musiki tahsili için Paris’e; Sadi (Irmak) Bey  Tabii Bilimler tahsili için Berlin’e; Muhittin Sebati ve Refik Beyler de Resim tahsili için Paris’e gideceklerdir.”
18 Ağustos 1923  tarihli Hükümet programında, kurulması ön görülen “ Terbiye-i  Bedeniyye  Darülmuallimini  ( Beden Eğitimi Öğretmenliği)  çok geçmeden kurulup 1927- 28 Öğretim yılında, pedagojik şubesi de açılarak “Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü “ adı altında, Ankara’da hizmete girmiştir.
Enstitüsünün beden eğitimi bölümü için Almanya’dan getirilen uzman öğretmen Kurt Dainas bu bölümü faaliyete geçirmiştir. Bu sırada ihtisasa için Avrupa’ya gönderilmiş bulunan Asker ve sivil  beden eğitimi öğretmenleri de  Yurda döndüklerinde “Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin beden eğitimi  öğretmen kadrosunu” oluşturmuştur.
                                                                                       

BİNİCİLİK
 “ Ata en iyi binen yalnız Türk erkekleri değildir. Türk kadınları da bu işi iyi bilirler” diyen Atatürk’ün desteklediği sporlardan biri de ata binmektir.
Türkiye’de atçılığı ve yarışçılığı  teşvik amacıyla kurulan   “Yarış İslah Encümeni” de  Atatürk’ün büyük desteğini görmüştür.
Ünlü İtalyan mimarı Viotti Violli tarafından yapılan modern “Ankara Hipodromu” da  Atatürk’ün  emir ve direktifleriyle inşa edilmiştir.
Avrupa parkurlarında “Atatürk’ün süvarileri” adıyla nam salan Cevat KULA, Saim POLATKAN, Cevat GÜRKAN  ve Eyüp ÖNCÜ adlı dört subay binicimizden oluşan Türk Ekibi Uluslar arası başarılar kazanmıştır.

                                                                     

Atatürk’ün hipodroma gelerek at yarışlarını izlemesi Ülkemizde yarışçılığın gelişmesine büyük katkılar sağlamıştır.
Türk  yarışçılık dünyasının en önemli klasik koşusu halini almış bulunan ve Ata’nın adı verilen “Gazi Koşusu”  1927 yılından bugüne dek Türk yarışçılığına renk katmaktadır. Bu yarışın armağanı,  Atatürk’ün at üzerindeki gümüş heykelidir.  Ünlü heykeltıraş Şadi Çalık’ın eseri olan bu heykel 1970 yılından beri gazi koşusu galiplerine verilmektedir.
KÖY  YASASI
 
Atatürk, Osmanlı Genç
Dernekleri Baş Müfettişli iken önerdiği, ancak yaşama geçirilemeyen projelerini, çıkardığı “Köy Yasası” ile devreye sokmuştur.
1924 yılında yayınlanan “Köy Yasası”  köylerde, “Nişan alma, cirit, atıcılık, güreş gibi köy oyunlarını özendirici hükümlere yer vermiştir.
Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin köylere tesis yapmaya mali gücü yetmese de güreşlerin yapılması zorunlu kılınmıştır.
                                                              
GÜREŞ
Benim en sevdiğim güreştir diyen Atatürk tarihimiz boyunca Ata sporumuz güreşe en büyük desteği veren  Devlet Adamımızdır.
Türkiye Güreş Federasyonu, 1922 yılında,  Cumhuriyet’in ilanından önce oluşturulan “Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı”     bünyesinde kurulmuş ve 1923 yılında FİLA ya  üye olunmuştur.
1924 Paris Olimpiyat  oyunlarında, Türk güreşçileri için, Uluslar arası alandaki ilk ciddi deneyim olmuştur. Bu olimpiyata takımımızı hazırlayan Raol Peter adındaki Macar antrenörü, Türkiye’deki minder güreşinin kurucusu olmuştur.

1932 yılında güreşçilerimiz ilk kez Balkan  şampiyonasına katılmış, 5  altın,  2  gümüş  madalya kazanarak, takım halinde de birinciliği elde etmişlerdir.
Türk Spor tarihinde, 28 olimpiyat altın madalyasının sahibi  güreşimiz, ilk olimpiyat altın madalyamızı 1936 Berlin Olimpiyatlarında,  61 kiloda  güreşen Yaşar ERKAN  ile kazanmıştır.
“Serbest ve grekoromen  güreşlerin müsabakalarını izledim. Benim bu husustaki kanaatim, serbest güreşin bizim bünyemize  daha yatkın olduğudur. Bunun üzerine ısrarla çalışın; göreceksiniz, bir gün gelecek şampiyonluklar birbirini  kovalayacaklardır.” Atatürk’ün vermiş olduğu bu direktif ile serbest güreşe ağırlık verilmiş ve 1951-56 -57-66 ve 94 yılları olmak üzere tam 5 kez Dünya şampiyonu olunmuştur.
HAVACILIK                                               
Mustafa Kemal Atatürk, havacılığın gelişmesini ve güçlendirilmesini sağlamak amacıyla “Türk Tayyare Cemiyeti” ni kurmuş, 16 Şubat 1925 tarihinde kuruluşun adı, harf devriminden sonra” Türk Hava Kurumu “ (THK)  olarak değiştirilmiştir.
 Üstü açık ve tek pırpır uçakla Atlas okyanusunu geçerek rekor kırmak isteyen   Amerikalı 2 pilotun sponsor aradığını öğrenen Atatürk, Ülkenin tanıtımı için, pilotlara maddi destek sağlayarak, uçuş rotasını Newyork’tan İstanbul’a  çevirttiği bilinir.
Sabiha Gökçen Atatürk'le

Russel Boardman ve John L. Polando Newyork’dan havalanıp sekiz bin altmış beş kilometreyi 49 saat 08 dakika  uçarak, 1 Ağustos 1931 yılında   yeşilköy’e indiler. 
Atatürk pilotları Yalovada kabul  edip madalya ile ödüllendirirken, bu olay Dünya basınında geniş yer bulmuş Boardman ve Polando, başkan  HOOVER tarafından Beyaz Saraya davet edilip, Distinguished  Flying Cross  madalyasıyla ödüllendirilmiştir.
İnsanlığın yakın bir gelecekte uzaya açılacağını, aya ve gezegenlere yolculuk yapılacağını söyleyen Atatürk, Türk havacılığının gelişimine özel bir önem vermiştir.3 Mayıs 1935 günü kurulan “Türk Kuşu” Atatürk’ün Türk Havacılığına  en büyük armağanıdır.
Türkkuşu nun bir uçağı

 Türkkuşu gençlerimize uçuşu, planör kullanmayı, paraşütle atlamayı, kısaca  havacılıkla ilgili her şeyi bilimsel bir şekilde, en iyi öğretmenlerden, deneyler yaparak öğretmek üzere kurulmuş ilk havacılık okuludur.
Sabiha Gökçen, Atatürk’ün desteği ile Türkkuşu’nda eğitim gören ilk Türk kadın pilotumuzdur.

BİSİKLET

Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte Atatürk’ün Türk sporunun gelişmesine  verdiği önem nedeniyle bisiklet dalında da, İstanbul, Ankara ve Konya’da sporcu  sayısı hızla artmıştır.
1923 de İdman Cemiyetleri İttifakının kurulmasından sonra oluşturulan ve aynı yıl FİAC  (Uluslararası  Özenci  Çiftekercilik Birliği)  üyeliğine kabul edilen Bisiklet Federasyonu, bisiklet sporunun tüm Ülke çapında gelişmesinde önemli rol oynamıştır.
1936 Bisiklet Milli takımımız

Bisikletteki ilk Milli  karşılaşma 1927 de Taksim stadı pistinde Bulgaristan ile yapılmıştır. Daha sonra Milli takımımız 1928 Amsterdam Olimpiyatlarına katılmıştır.
1928  Olimpiyat sonrası” Ege Turu “ adıyla düzenlenen tur  Türkiye’nin ilk uzun etaplı  turudur. Daha sonra 1938 de İstanbul – Edirne – İstanbul etabı  düzenlenmiş, bu etap 1939 – 1941 – 1942  de tekrarlanmıştır.
BELEDİYE  ve  HALKEVLERİ ‘ nin  SPOR  YAPTIRMA MECBURİYETİ
1930 yılında çıkarılan Belediye Yasası, belediyelere “Çocuk bahçesi, spor alanları, yerel ihtiyaçlara uygun stadyumlar yapmak ve işletmek gibi  hükümlülükler getirmiştir.
Ardından 1932 yılında Atatürk’ün talimatıyla kurulan  Halkevlerinin yapması gereken çalışmalar arasında spor da eklenmiştir.
“Halkevleri teşkilatının umumi esaslarından spor beden hareketleri,  Gençlik terbiyesinin ve Milli terbiyenin vazgeçilmeyecek aslı ve mühim bir bölümüdür.” Diyen Atatürk, sporu  kitle hareketinin de ötesinde bir “Milli Hareket “  olarak düşünmüştür. Spor sadece heveskarların işi olmaktan çıkarılmış, halkın tamamının sporla ilgilenmesine çalışılmıştır.
Halkevleri vasıtasıyla, senenin belirli günlerinde atletizm ve spor bayramları düzenlenmiş, federe olmayan amatör  spor kulüpleri halkevleri himayesine alınmış, bölgesel ligler oluşturulmuş, başarılı kulüplere ödüller verilmiştir.
Karadeniz Kız Folklor Ekibi

Bazı halkevlerinde spor salonları yapılmış, bazıları ise bir stadyumun işletmesini üstlenmiş, buralarda ihtisas sahibi öğretmenleri kontrolünde, toplu sportif etkinlikler yapılmıştır.
Mahalli şartlara uygun spor faaliyetleri, Ata Sporu olarak bilinen güreş turnuvaları, çeşitli  jimnastik hareketleri, boks, eskrim, judo, basketbol, voleybol, avcılık, bisiklet yarışları, toplu kültür fizik hareketleri halkevlerinde rağbet gören sporlar arasındadır.
1932 yılında kurulan Halkevleri, halk oyunları açısından da önem kazanmıştır. Halk oyunları belli bir disipline alınmış ve teorik çalışmalara    başlanmıştır.
Atatürk bu konuda özel çalışmalar yapmış olan Beden Eğitimi Öğretmeni Selim Sırrı Tarcan’ı zeybek oyunlarını yaymakla görevlendirmiştir.
Eylül 1935 de Atatürk’ün huzurunda “Beylerbeyi- Balkan festivali” yapılmıştır. Bu festival Türkiye’de  düzenlenen ilk Uluslararası halkoyunları festivalidir.Festivale Yurdun dört yanından gelen halkoyunları toplulukları ile Balkan ülkelerinden gelen ( Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya ve Yunanistan) halkoyunları toplulukları katılmıştır.
1936 yılında 2. Balkan festivali yapılmıştır.

OKÇULUK
Büyük Atatürk, Türk’ün Ata yadigarı sporlarından biri olan okçuluğa karşı da büyük ilgi göstermiştir. Bir zamanlar Türk’ün şanına şan katan bu sporun yeniden ihyası yolunda ilk emir ve direktifler Atatürk’ten gelmiştir.
Atatürk’ün emir ve direktifleriyle “Milli sporumuz Okçuluğun” canlandırılması, gelişmesi ve eski şöhretine yeniden  sahip olabilmesi amacıyla ilk adım 1937 de atılmıştır.
                                                                  
DENİZ  SPORLARI

Atatürk’ün bilfiil yaptığı üç spor olduğu bilinir. İlki askerlik hayatında başladığı ve ömrünün son yıllarına kadar fırsat buldukça sürdürdüğü  biniciliktir. Diğer ikisi ise  İstanbul’da geçirdiği yaz  tatillerinde, devamlı olarak uğraştığı yüzme  ve zaman,  zaman da kürek sporudur.
Denizciliğin önemini sürekli olarak vurgulayan  Atatürk bu konuda da çalışmalar yapmıştır.
 Florya plajında denizde mayo ile çekilmiş fotoğraflarını gazetelerde yayınlatarak halkımızı denizden yararlanmaya çağıran ilk insan toplumumuzda Atatürk olmuştur.

Kürekçilerimiz
   
Kabotaj hakkının (Gemi işletme hakkı)  tüm olarak uygulanmaya konması, 1 Temmuz 1926 tarihinde çıkarılan  Kabotaj kanunu ile gerçekleşmiş, bu kanunla Türk karasularında yolcu ve yük taşıma hakkı sadece Türk gemilerine verilerek Türkiye’nin denizlerinde tam bağımsızlığı sağlanmıştır.
Her yıl Kaboraj ve Denizcilik bayramı olarak kutlanmaya başlanan 1 Temmuz günü  resmi törenlerin ardından Deniz taşıtları geçit resmi düzenlenmekte, yüzme, yelken, kürek ve  yağlı direkte yürüme gibi yarışmalar  yapılmaktadır.
 Atatürk’ün bu benzeri  deniz yarışlarını sürekli, olarak izlediği, bazen  konukların arasında yabancı devlet adamlarının bulunduğu bilinir.
                                                                                        
KADIKÖY’de  SPOR  TESİSLERİ

Atatürk 1936 yılında Fenerbahçe ve çevresindeki gezinti ve tetkikleri sırasında, Fenerbahçe burnunun Kalamış koyuna  bakan kıyılarını  deniz sporları  açısından pek beğenmiş  ve buradaki köhne mendireğin derhal  onarılması, Fenerbahçe kıyılarının, gençliğin deniz sporlarıyla uğraşacağı bir merkez haline getirilmesi  yolunda ilgililere direktif vermiştir.
 Bu kıyıda bugün, İstanbul Yelken Kulübü, Fenerbahçe Spor Kulübü, Galatasaray Spor Kulübünün deniz sporları tesisleri bulunmaktadır.
KADIN  SPORCULAR

Atatürk’ün Türk Sporuna kazandırdığı en önemli unsurlardan biri de kadın sporculardır.
Türk kadını  Atatürk’ün Devrimleri ve kesin direktifleriyla Türk Sporunun içindeki yerini almış, sporcuların kızları, kız kardeşleri ve hatta eşleriyle başlayan bu girişimler, kısa zamanda geniş kitlelere yayılmıştır.
 Atletizmde ve teniste, spor alanlarında görülmeye başlanan  Türk Kızları, daha sonra kürek, eskrim ve  yüzme dallarında da kendilerini göstermeye başladılar.
Olimpiyat oyunlarında ilk kez 1928  yılında piste çıkan, Dünya kadınlarından daha önde olarak, Türk kadının  1926  yılında  Ömer Rasim Koşalay’ın girişimleri ve çalışmalarıyla, ilk kez atletizm pistlerinde görülmüştür.

Türkiye’de bayan sporunda açılımı atletizmden sonra kürek  sporu takip etti.
Şeref nur, Vecihe, Leyla, Melahat ve Kamran hanımlar  Türkiye’nin ilk  bayan kürekçileri olarak tarihe geçtiler.
Dünya tarihinde, bir ilk olarak 1929 da Yüksek Mühendis Mektebi öğrencisi  Sabiha Fırat, Fenerbahçe erkek voleybol takımının kadrosunda yer alarak resmi maçlarda ter döktü.
Vecihe (Taşçı) , Mediha (Bayar) , Adriyel (Sadak)  ve Hidayet (Karacan) 1927 den itibaren, Fenerbahçe, çimento zeminli kortlarında raket salladılar.
İlk bayan tenisçilerimiz Leyla Asım Turgut ve Cavidan Elbergen, Sovyetler Birliğinde Rus rakipleriyle yarıştıklarında tarih 1933 idi.
Berlin  Olimpiyatlarında iki kızımız Suat Fetgeri Aşeni   (Tarı)  ile Halet Çambel eskrimde  1936 da  Ülkemizi temsil eden  ilk bayan sporcularımız oldular.
Yüzmede Leyla Asım Turgut, Cavidan Elberger, Nazlı Tlabar, Nüshet, Lola, Vecihe, Süheyla, uzun mesafeci Beykozlu Eva ve tramplen atlayıcı Perihan Hanımlar Türkiye’nin ilk bayan yüzücüleri oldular.
ATATÜRK’ün  SPOR  HAKKINDAKİ  SON  DEMECİ

Atatürk’ün direktifiyle, hazırlanan ve Ülkemiz sporunu 48 yıl yönlendiren 3530 sayılı “Beden Terbiyesi Kanunu” 29 Haziran 1938 de kabul edilmiştir.
Atatürk’ün hastalığı nedeniyle TBMM  1 Kasım 10938 açılışında Başbakan Celal Bayar tarafından okunan  nutkunda, spor için söylediği son sözleri şöyledir.
Her çeşit spor faaliyetlerini , Türk Gençliğinin, milli terbiyesinin ana unsurlarından saymak lazımdır. Bu işte hükümetin şimdiye kadar olduğundan da çok daha ciddi ve dikkatli davranması, Türk Gençliğinin spor bakımından da Mili heyecan içinde itina ile yetiştirilmesi önemli tutulmalıdır. Türk Gençliğinin kültürde olduğu gibi spor sahasında da idealine ulaştırılması  için yüksek  Kurultayın kabul ettiği Beden Terbiyesi Kanununun tatbikine geçildiğini görmekle memnunum”


GENÇLİK ve SPOR BAYRAMI
Milli  Mücadeleye başlamak, Misak-i Milliyi ilan etmek ve Kuvayi Milliye-yi kurmak amacıyla,  Samsun’da Anadolu topraklarına ayak bastığı 19 Mayıs.1919 günü, Atatürk tarafından  1936 yılında ilk kez kutlanacak “ Gençlik ve Spor Bayramı”  olarak  gençliğe armağan edilmiştir.
“Gençlik ve Spor Bayramı” 20 Haziran 1938 tarih ve 3466 sayılı  kararı ile de resmi bayram olarak ilan edilmiştir.
Gençlik ve spor Bayramı,  daha sonra, “Atatürk’ü  Anma, Gençlik ve Spor Bayramı “ olarak  değiştirilmiştir.
SONUÇ:
Atatürk, bir taraftan yeni bir devletin oluşması için  Dünya  Emperyalist   uluslarla savaş yapıyor, bir taraftan da gençlerin  ruhen, fikren,  bedenen , ahlaken  yetişmesi için mücadele yapıyor.  Hangi devlet adamı bunları düşünebilirdi?Ama ne yazık ki, Atatürk’ün ölümünden sonra,  bütün bu spor alanlarına gereken önem verilmedi. Bütün branşlarda geriledik ve güreşten başka , uluslar arası elle tutulur bir başarımız olmadı.
Atatürk’ün gösterdiği hassasiyeti, Ondan sonra gelenler aynen göstermiş   olsalardı, bugün  erkeklerde ve kadınlarda, yüzmede, atletizmde, eskrimde, yelkende, kürekte, atıcılıkta, binicilikte, bisiklette ve bütün diğer spor dallarında parmakla gösterilecek, tüm Dünyanın taktirini  alacak düzeyde olurduk.
Bugün ise geri kalmamızın diğer sebebi de iç  çekişme, huzursuzluk, çekememezlik ve tesis eksikliğidir. Hazırlıklarda dahi, çeşitli nedenlerden ötürü öğrenci- öğretici uyuşmazlıkları hemen,  hemen tüm branşlarda  görülmektedir.
Kupasını alan Genç Kızlarımız

 Kendimize gelmeliyiz. Bencillikten vazgeçmeliyiz. Kişisel  çıkarlarımızı aklımıza getirmemeliyiz. Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarlarını  düşünmek ve her yarışma sonucunda, İstiklal Marşımızın eşliğinde, Ay Yıldızlı Bayrağımızın  göndere çekilmesini  görmek, bu Milletin hakkı olmalıdır.
 Bu gençlik, bunu başaracak kabiliyettedir.  Yeter ki , durdurulmasın, engellenmesin ve imkanlar tanınsın.


4 Şubat 2012 Cumartesi

KIRTASİYECİLİK




KİMLİK  NUMARASI
 Burhan Bursalıoğlu

Merhabalar:
Bundan bir kaçgün önce, Ankara'dan bir arkadaşım,  YURTİÇİ KARGO vasıtasıyla bir kitap gönderdi. Eve kadar getirdiği kargonun teslim muamelesini yaparken, bende  paketi aldım kitaplığın üstüne koydum. Muamelenin bitmesini beklerken,  kargo görevlisi  bana,
- Abi  vatandaşlık, yani kimlik numaranızı söyler misiniz demez mi.
-Neden? dedim.
-Öyle efendim .
- Nasıl öyle?
- Patronlar öyle bilgi verdiler. Kimlik numarasını almadan koliyi teslim etmiyoruz.
- Bak oğlum, nüfus kağıdımı gördün mü?
- Gördüm.
- İrsaliyedeki teslim edeceğin isimle örtüşüyor mu?
- Evet.
- O ben miyim?
-Evet sizsiniz.
- Adım ne?
- Burhan Bursalıoğlu
 -İmzamı aldın mi?
- Aldım
- Tamam, ben de koliyi aldım, hadi güle güle.
- Gitmem efendim, koliyi verin.
- Niye veriyim arkadaş, bütün bunlar kimlik numarası için mi?
- Patronum bana kızar. Kimlik numarasını ya  verirsiniz, ya da koliyi.
Al başına belayı.
-Bak oğlum, kimlik numaramı verdim, diyelim ki sen dolandırıcı, sahtekarın, kaçakçının,  esrarkeşin birisin. Bu numara ile her kötülüğü yapar mısın. ?
- Haklısın ama koliyi verin.
 - Anlaşıldı seninle işimiz var. Yurtiçi kargonun genel merkezinin numarasaını biliyor musun?
- Hayır, patronun numarasını biliyorum.
- Ver  bakayım.
Patrunun   numarasını aradım. Genç bir bayan çıktı. Patronu istedim. Benim dedi.
Patroniçeye olayı harfi harfine anlattım, olası zararlardan bahsettim,kolinin sahibi ben olduğuma göre ve kendimi nüfus kağıdımla ispat ettiğime göre iş bitmiştir. Görevli ısrarda. Kimlik numarası  ısrarı yersizdir, dememe rağmen, patroniçe," haklısınız ama yarın bir olay olur da şikayet olursa mesul duruma düşeriz, hesap veremeyiz. Onun için kimlik numarası şart.  - İleride benim başıma birşey gelirse sorumluluğu alır mısınız? dediğimde,  Bunu biz istemiyoruz. Kanun koyucu böyle istiyor " diyerek topu kanun koyucuya attı.
Anladım ki bunlarda emir kulu. Verdim numarayı, çocuğu da uğurladım.
Düşünüyorum da, kimlik numara uygulaması, işlerin   resmi dairelerde  kolaylaşması için iyi bir düşünce. Özel sektörde, benim kimlik numaramı vermekle ne faydam olacak, veya hangi işim kolaylaşacak.? Kargodan bir kitap almak için kendimi ispat ediyorum ama, kimlik numaram benden ileri  ve daha itibarlı.Yuıkarıda da söylediğim gibi , dolandırıcının eline geçse her türlü kötülüğü o numara ile yapabilir. Yapılmıyor mu? Hem de çok.
Devlet dairelerinde, bankalarda kullanılıyor. Onlar  resmi kuruluşlar. Ama özel sektore güvenmek mecburiyetinde miyim?
Bir zamanlar, Devlet Dairelerinde hem kimlik hem de vergi numarasını istiyorlardı. Nüfus kağıdıyla kendimizi ispat edemiyorduk. "Yaşar ne yaşar ne yaşamaz"  gibi.
Yetkililer bu işi ele almalı ve bazı kısıtlamalar getirip, özel sektörle vatandaşı  karşı karşıya getiren bu uygulamadan vazgeçirecek değişiklikleri yapmalılar.
Korkarım yakında ,  özel sektör vatandaştan  E - Devlet numarasını da isyecektir.



2 Şubat 2012 Perşembe

ATATÜRK

ATATÜRK  KİMDİR

Burhan Bursalıoğlu

Atatürk'ü   daha iyi tanımak, tanımayanlara anlatmak amacıyla bloguma 4 bölümden oluşan video  koydum. Umarım işe yarar.


 
                                                ATATÜRK  KİMDİR : Bölüm:1 -


                                    
                                               ATATÜRK  KİMDİR : Bölüm:  2 -


                                              ATATÜRK  KİMDİR : Bölüm: 3 -


                                              ATATÜRK  KİMDİR : Bölüm: :  4-

1 Şubat 2012 Çarşamba

MİLLİ BAYRAMLAR



 ATATÜRK  VE  19  MAYIS



 19 MAYIS  ATATÜRK'Ü  ANMA  GENÇLİK  VE  SPOR  BAYRAMI  Bütün statlarda iptal edildi.

Burhan Bursalıoğlu
    



29 Ocak 2012 Pazar

E Ğ İ T İ M





           OKULLARDA  ŞİDDET
Burhan Bursalıoğlu

2011-2012 öğretim yılının birinci dönem  tatili başladı,  bir hafta da geçti.
Bu kar, soğuk, kışın ortasında tatillerine kavuştular, ama ne kavuşma. Dışarıya çıkamıyorsun, bir yere gidemiyorsun.  Öğrenciler 15 günlük dinlenmelerini evde  yapıyorlar. Bilgisayarın başında saatlerce maosu tıklayıp duracaklar. Olmayanlar veya bilgisayar müptelası olmayanlar, ellerinde kumanda televizyonun kanalından kanalına gezip duracaklar.  Bunları da sevmeyip, kitap okuma alışkanlığını kazananlar en karlıları olacaktır. Bol bol kitap okuyup ödevlerini hazırlayacaklardır.
Bu arada, bazı gruplar, tüm imkanlarını   zorlayarak  gezi ye gideceklerdir. Bu geziye katılanlardan bir grup  öğrenci , öğretmenlerinin nezaretinde  Uludağ’a çıkarlar.  Dönüşte, yolun yarısında, birkaç öğrenci otobüste sigara içer. Şoför tepki gösterir. Kafile başkanı öğretmen müdahale eder ve atışma başlar. Öğretmen otobüsü durdurur,  10 öğrenciye  ceza olsun diye  otobüsten indirir  Otobüs hareket eder.  10 öğrenci dağ başında, karda , tipide ve vahşi hayvanların bölgesinde yapa yalnız kalırlar. Nitekim vahşi hayvanların saldırısına uğradılar. Ama kalabalık oldukları için hayvanlar  uzaklaşmışlar. 2 saatlık yol teperek şehre inmişler. Sonra, kendi imkanları ile İstanbul’a varmışlar.

M.E.B. Ömer DİNÇER

Kafile başkanlığı yapan öğretmen, sorumlu olduğu 10 öğrenciyi dağ başında bırakabiliyorsa, bu öğretmen ya çok cesur, ya güçlü bir arkası var veya  bir tahtası eksik.
Ortada bazı suçluların olduğu kesin. Kim bunlar? Düşünelim.
Bu geziyi okul tertip etmiştir.Çünkü, görevli bir öğretmen var. Öğretmeni görevlendiren okul idaresi veya okulun gezi kolu, okul müdüründen onay alarak görevlendirmiştir.  Aslında bu tür kent dışı gezilerde, plan program yapılıp, katılan öğrenci sayısı, vasıtanın şoförü, plaka numarası, kafile sorumlusu ve Okul müdür veya yardımcılarından birinin de katılacağı görevlinin kimliği, kalkış ve varış saatlerini de kapsayan ek evraklarla birlikte Valilikten onay alınır. Bunlar muhakkak yapılmıştır. Ancak kafilede tek öğretmen görüyoruz. Müdür veya  müdür yardımcısı yok.  Görevlendirilen öğretmen bu işin  sorumluluğunu taşıyamayacak kadar tecrübesiz ve yeteneksiz. Böyle bir öğretmeni tercih eden idare sorumlu dur. Dağ başında kalan öğrencilerin başına bir şey gelmiş olsa idi, kusurlu yalnız öğretmen değil, müdür de kusurlu olacaktı. Çünkü, bu olayda müdürün de deneyimli olmadığını sezinliyorum. Burada öğretmen kadar idare de  kusurludur.



ERKEK  HAKİMİYETİ

Yolda bırakılan 10 öğrencinin hiç mi kusuru yok. Var tabii. Ama , kusurları ne kadar olursa olsun, onların cezası  dağ başına bırakılmak değildir. Disiplin  suçu işlemişlerse, okula sağ salim gittikten sonra, rapor edilir ve öğrenciler disipline verilir. Cezayı disiplin kurulu verir. Öğretmen değil.
Olay  otobüste sigara içmekle başlıyor. Bu bir suç. Lise öğrencisi, kurallara uyarak sigara içebilir.  İçmese daha iyi ama, bence yine de okul idaresinin onları başı boş bırakması  kötü alışkanlıklara başlama nedenidir.
Lise son sınıfa gelen öğrenciyi,  üniversite hazırlığı için  dershanelere devam etmeleri için, sınav günleri hariç,  bir yıl izin veriyor. Devamsızlığını da takip etmiyor. Öğretmen sınıfa girdiğinde , dörtte bir öğrenciyle karşılaşıyor.  Gerisi dershanede veya  sokaklarda.Okullar, dershanelerin verdiği bilgileri veremiyor mu? Yoksa, okullar dershanelerin kazancına  katkıda mı bulunuyor? Bu nasıl bir sistem, nasıl bir eğitim?  Dersi dershane verecek, sınavı okul yapacak, dershane parayı alacak, okul sahibi ve  Devlet,  okuldaki öğretmenin maaşını verecek. Böyle bir düzen  nerede var? Diplomayı da dershane versin, okulun kapısına da kilit vurulsun.  Milli Eğitim Bakanı da rahatlasın. 
Açıkça belirtmek lazımsa, Türkiye’de eğitim sistemimiz bitmek üzere. Bir defa, “Milli”lik kalmadı. Bakanlığa gelen her kimse, kendi kafasına göre yasa çıkartıyor, tebliğler yayınlıyor,  kararnameler neşrediyor,  işine gelmeyen ders konularını kaldırıyor, yerlerine  yeni konular koyuyor, ders iptal ediliyor, yerlerinr  yeni ilgisiz dersler konuyor. Bakan bey Arapları çok seviyor, Arapça dersi koyduruyor. Askerleri sevmiyor, askerlik dersini kaldırıyor. Bayramları sevmiyor, kalkmaları için teşebbüste bulunuyor. Anıtkabir’i botanik bahçesi yapmak için planlar yapılıyor.Daha neler, neler… Türkiye’de “kişisel eğitim” dönemi yaşıyoruz.
Veli- idare – öğretmen üçgeni  koptu.  Veli , çocuğunun nerede olduğunu bilemiyor. Ne yaptığını bilmiyor. Okul çocuğun dershanede olduğunu zannediyor. Kopukluk yine yönetmeliklerin yetersizliğinden kaynaklanıyor. Bu nedenledir ki, , hiçbir devirde görülmemiş, okula saldırılar oluşmaktadır. Okulun öğrencisi olup, idare odalarına kadar girip, müdür ve yardımcılarını tehdit etmek, saldırmak, yaralamak, sınıflara girip öğrencileri etkisiz hale getirmek, yaralamak, silahla ateş etmek, dövmek , öldürmek fiillerini  görüyoruz. İki kız öğrenci koridorda çarpışıyor, kavga çıkıyor, aileler işe karışıyor ve birbirlerine giriyorlar. Okulda bileğine güvenenlerin  çete kurarak haraç toplama girişimlerinde bulunmaları, bir yerde maganda kültürünü geliştirme özlemleri duyma uygulaması. Yapılan istatistiklerde, 1000 öğrenciden sadece 7 si kütüphaneye gidiyor. Lise öğrenci,lerinin % 86 sı sigara kullanıyor. % 42 si de hap kullanıyor. Bunları okul idaresi veya velileri biliyor mu acaba?
 Öğrenciler sabırsız, tahammülsüz, saldırgan olmuşlar. Çocukların  bu hale getirilmesinde  elbette etkenler çok.  Sayılamayacak kadar çok.
Okul disiplin yönetmeliği başta olmak üzere,  yanlış pedagojik uygulama, erkek öğrencilerin egemen olma  ideolojisi, Sınıfsal baskılar, milliyetçilik ve ırkçılık, ekonomik ve toplumsal baskılar, gelir dağılımının adaletsizliği, ailelerin cahilliği, eğitimsizlikler veya düşük eğitim kültürü, bundan doğan aile içi şiddet, kavga ve boşanmalar, yazılı ve görsel  medyada,   korkulu, saldırılı, kavgalı, işkenceli, ölümlü  sahnelerin dopdolu olduğu diziler ve filmler kanalıyla  şiddeti özendirmesinde de katkı  payı çok  fazla. Onların  yayınları da engellenemiyor.
Toplumumuz ,daha doğrusu gençlerimiz Türk Ulusuna,  gelenek ve göreneklerimize  ve Atatürk Gençliğine yakışmayacak şekilde gelişiyor.  Bunun düzeltilmesi, arzu edilen bir gençlik ve gelecek istiyoruz. O da Miili Eğitimden geçmektedir.
Atatürk  Müspet Bilimlerin temellerine  dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde olduğu kadar beden terbiyesinde de kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan, erdemli, kudretli, bir nesil yetiştirmek,  ana siyasetimizin açık dileğidir.” diyor. Atamızın dileği yerine getirilmelidir.  Aksi halde, iflas eden bir eğitin yetiştirdiği gençlik ve toplumda, başka milletlere yem olur.

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ